İncirgediği Mersin ilinin Tarsus ilçesinin (İncirgediği 1993 yılına kadar Adana ilinin Karaisalı ilçesine bağlı idi) bir köyüdür. Çukurova’nın bittiği, engebeli arazinin başladığı, çevreye göre yüksek sayılabilecek bir yerde kurulmuştur. Köyün çevresi maki dediğimiz fundalıklarla kaplı olmasına rağmen, yer yer çamlık olan kesimlere de rastlanır. Engebeli arazinin bittiği yerde Toros Dağları başlar. O çevrede Toros Dağları’nın Güney kesimi genellikle böyledir. İncirgediği Adana’ya takriben 50km, tren yoluna 3, otoyola 7km’dir. Adana-Ankara tren yoluyla Adana-Ankara otoyolu arasındadır. Çevrenin kültür merkezidir. Okuma yazma oranının en yüksek olduğu köylerden biridir.
İncirgediği, kervanla ulaşımın yapıldığı dönemde kervancıların “İncirli Bel”, “İncirli Gedik” olarak tabir ettikleri bir konaklama yeriymiş. İncirgediği adının da bu konaklama yerinden geldiği sanılır. Şimdi hâlâ konaklama gediğinde, belinde, incir ağaçları mevcuttur.
Kaşobası’nın tam karşısındaki İncirgediği’ne giden yol çok güzeldir. O mevkie Akıbat’ın bağı denir. Yolun arkası da Kırkyaşarlı’dır. Yol köyün yamacında olduğu için oradan geçerken türkü söylemeyenin söyleyesi gelir. Türküyü söylemeli ki yavuklusu duymalı, gönlüde yatırdığı aslan duymalı. Kısaca herkes duymalı. Ben de ne zaman oradan geçsem hemen türkü söylemek gelir aklıma. Şimdi ne zaman yanık bir türkü duysam duygulanır, o karşıdaki yolu hatırlarım.
Anadolu’nun çardak dediğine bizimkiler taht der. Tahtı olmayanlar yazları damlarda yatar. Yataklar akşam açılır sabah toplanır. Akşam yatağa uzandığınızda yıldızlarla baş başa… Tertemiz hava ve billur gibi bir gökyüzü. Sonsuz bir boşluk. Cennet, cehennem, Âdem ile Havva… Kâinat… Bu kadar yıldız ve sonsuzluk, sonra tüm bunların yaratıcısı… İçiniz ürperir. Nerden geldim nereye gideceğim sorusuna cevap arar insanoğlu. Ne muhteşem bir düzen, müthiş bir intizam, kısaca hal ve gidiş pekiyi.
Bu düşünceler içindeyken ya yıldız kaymaları ya da conk kuşunun ötüşü bozar gökyüzünün sessizliğini. Nasıl bir kuş olduğunu bilmem conk kuşunun. Ama sesini nerede duysam tanırım. Hep yaz mevsiminde geceleri öter.”Conkconk” diye öttüğü için conk kuşu denilmiştir. Belki kuşun esas adı da bu değildir. En önemli özelliği belli aralıklarla ötmesidir. On veya on beş saniye aralıklara ötüyorsa tüm ötüşleri aynı saniyelerde olur. Ötüşü guguklu saati andırır. Belki de guguklu saatin sesi bu kuşun ötüşünü taklitten doğmuştur. Kim bilir. Conk kuşunun ötüşü ta uzaklardan duyulur. Ne yer ne içer kimse bilmez. Geç saatlere kadar öter. Kurulu saat gibidir. Yatarken kaç saniyede öttüğünü tespit edersin. İlk ötüşünden başlarsın saymaya… 1–2–3–4. 10’na gelince conk diye öter. Ötmeye nasıl başlamışsa öyle devam eder. Ötüşü ninni gibi gelir insana. Yüzü sayıncaya kadar 10 kez öter. Conk kuşunun ötüşünü sayarak uyuduğum gecelerim dün gibi hatırımda.
İşte böyledir cönk kuşu böyledir İncirgediği. İncirgedigi’nin komşu köyleri Durak, bozcalar, Küçükçınar, Kumdere ve Aladağlı’da da hayat pek farklı değildir. Her ne kadar şehre göçmek köylüleri, köy hayatını, üretimi çok etkilediyse de teneffüs edilen hava hiç değişmemiştir. İşte biz bu havayı sıkça teneffüs etmek, buraya olan sevdamızı, bağlılığımızı ifade etmek için oradaki baba evini müze haline getirdik. Halil Atılgan Toroslar Kültür ve Sanat evi olarak 2015 yılının 10 Mayıs’ında hizmete girdi. Açtığımız günden bu yana İncirgediği’ne daha fazla zaman ayırmaya başladık.
İşte havası değişmeyen, tertemiz oksijeniyle bize her zaman hizmet eden İncirgediği var oluşundan bu yana hayatında bir ilki yaşadı. Geçtiğimiz günlerde binlerce kilometre ötenden gelen bir Amerikalıya ev sahipliği yaptı. Adı Davet Fossum. Sn. Fossum: Amerika’da: Arizona Devlet Üniversitesinde görevli. Assistant Professor. Bu unvan bizdeki yardımcı doçentliğe denk… Türkiye’de yapacağı Araştırma konusu: “Telif Hakları Çağında bir Anonimlik Kültü: Türkiye’nin Halk Müziği Sektöründe Yaratıcılık ve Sahiplik”.
Bu konuya ilgi duyması: 15 yaşından beri gitar çalışması, Türkmenistan’da kaldığı yıllarda onların ünlü çalgısı dutara aşk olması. 2007-8 yıllarında Vaşington- da emekli TRT İstanbul Radyosu Kabak Kemane sanatçısı dostu – hocası Hüsnü Aydoğdu ile tanışması. Onunla birlikte halk müziği çalışmaları yapması Türkiye’deki yapacağı araştırmanın da temelini attı. 2011 yılının yazında Türkiye’ye gelerek Türkçe öğrendi. Dave Fossum ilerleyen zaman içinde düşüncesini uygulamaya koydu. Türkiye’deki ilk saha çalışmasını da 2013 yılının ağustos ayında gerçekleştirdi. 2014 yılının temmuz ayına kadar Türkiye’de kaldı. İkinci kez 2015 yılının ocak ayında gelerek ta ki Kasım ayına kadar saha çalışmasını sürdürdü. Ocak 2016’dan Nisan 2017’e kadar tezini yazdı. Tez eksikliklerini tamamlamak için Türkiye’de aklınıza gelen halk musikisinin önde gelen isimleriyle, benimle de 4. 2. 2015 – 12. 6. 2015 – 17. 9. 2015 – 6. 11. 2015 – 28. 6. 2018 olmak üzere beş defa İstanbul’dan Ankara’ya gelerek bire bir görüşme gerçekleştirdi. Diğer uzmanlara sorduğu soruları bana da sordu. Uzun uzun konuştuk. Dilimizin döndüğü, aklımızın erdiği kadar sorduğu her soruyu cevapladık. Anonimlik, beste, telif hakları konusunda düşündüklerimizi Dave’ye anlattık. Tüm konuşmalarımızı kayıt altına aldı.
Dave’nin 2019 yılı itibariyle Türkiye’ye gelişi 29 mayısta gerçekleşti. Bu gelişi öbürleri gibi uzun sürmedi. 27 Haziran da İstanbul’dan ayrıldı. İstanbul’a geldiğinde bana telefon etti. Dave bana karşı candan yürekten davranıyor ayrı bir saygı gösteriyor, dostça davrandığını her haliyle ispat ediyordu. Doğrusu ben de kendisine ısınmıştım. Ankara’ya ziyaretime geleceğini, araştırmanın sonuna geldiğini beni de muhakkak görmek istediğini söyledi. Ben de olur beklerim dedim. Bu arada birkaç telefon görüşmesi yaptık. En son telefon ettiğinde Dave’ye Ankara’da olmadığımı iş icabı İncirgedi’nde Halil Atılgan Toroslar Kültür ve Sanat evinde bulunduğumu söyledim. Dave İncirgediğin’de yaptığım çalışmadan haberdardı. Halil Atılgan Kültür ve Sanat Evinin açıldığını da biliyordu.
Telefonda bana:
– İncirgediği’ne nasıl gelebilirim.
-İstanbul’dan uçakla Adana’ya, Adana’dan Havaş otobüsleriyle Tarsus’a geleceksin. Tarsus’tan ben seni alırım. Oradan da İncirgediği’ne geliriz dedim.
-14. 6. 2019 tarihinde orada olurum. Adana’ya gelince size telefon ederim. Siz de beni Tarsus’tan Havaş Otobüs terminalinden alırsınız. Türkiye’ye gelip de seni görmeden Amerika’ya dönmek bana yakışmaz. Sizin yaptığım çalışmada emeğiniz çok. Onun için sizi muhakkak ziyaret etmek istiyorum. Etmezsem kendime ihanet olur dedi.
Önce inanamadım. “Olamaz” dedim. Dave İncirgediği’ne gelmez. Gelemez… Herhalde şaka yapıyordur diye düşündüm. Aradan birkaç saat geçtikten sonra telefonla Dave’yi aradım. Şaka yapmıyorsun. Gerçekten gelebilecek misin dediğimde. Adana’ya uçak bileti aldığını söyledi. Dona kaldım. Müthiş bir düşünce. Amerika’dan İstanbul’a gel. İstanbul’dan da ver elini İncirgediği. Hoş bir dostluk ve müthiş bir sadakat örneği… Dave’nin bu örnek davranışı çok hoşuma gitti.
Dave’nin işine olan saygısı, bilgiye ve dostluğa verdiği değer, sözüne sadık bir kişilik taşıması beni duygulandırdı. Günümüzde kaybolan sadakat duygusunun insanın iç dünyasında ne kadar önemli olduğunu düşündüm. Bu düşünce beni aldı götürdü taaa Japonya’ya. Hani o heykeli dikilen kahraman köpek yokmu? Hachiko… Sahibini 10 yıl istasyonda gelecek diye bekleyen kahraman. İşte sadakatin ölümsüz örneği: Hachiko’nun hikâyesi.
“1924 yılında Tokyo Üniversitesi’nde görev yapan Japon profesör Hidesabura Ueno, kendine tren istasyonunda bulduğu küçük bir köpek yavrusu edindi. Profesör Ueno köpeğine, Japoncada “sekiz tane” anlamına gelen Hachiko adını koydu. Safkan akita cinsi beyaz bir erkek olan Hachiko, her sabah üniversiteye gitmek için evden metroya yürüyen sahibine eşlik etti. Metronun dış kapısına kadar getirdiği sahibini uğurladıktan sonra da eve döndü. Çok geçmeden bir akşam üniversite dönüşünde metronun çıkışında Hachiko’yu kendisini beklerken gördü profesör ve çok şaşırdı. Bu akıllı köpek sahibinin eve dönüş saatlerini hesaplayarak ve aynı yolu kullanacağını düşünerek metronun önüne gitmişti.
Ondan sonraki bir yıl boyunca her sabah sahibini metroya kadar götürdü, her akşam iş çıkışında da metronun önünde karşıladı. Saatini hiç şaşırmadı, ama bir akşam profesör metrodan çıkmadı. Hachiko gözleri metronun kapısında, gece boyunca bekledi. Bir sonraki akşam profesör yine yoktu. Üçüncü akşam metrodan yine çıkmadı. Çünkü profesör üniversitede kalp krizi geçirip ölmüştü. Hachiko her akşam sahibim metrodan çıkar diye inatla bekledi. Haftalar, aylar, yıllar boyunca her akşam Tokyo metrosununShibuya İstasyonunun kapısına gitti. Tam 10 yıl boyunca Hachiko 12 yaşındayken metronun kapısında öldü. Bugün Tokyo’ya gidenlerin Shibuya İstasyonunun kapısında karşılaştığı köpek heykeli Hachiko’dur. Japonlar, insan hayvan ilişkisinin sembolü olarak ölümünden hemen sonra 10 yıl boyunca sahibini beklediği yere Hachiko’nun heykelini diktiler...
Hachiko’nun bu sadakati müthiş. Dille telle anlatılacak gibi değil. Dave’deki sadakat anlayışı bana bu efsane olmuş örneği hatırlattı. Gerçekten Dave dediği gün geldi. Konuştuğumuz gibi onu ben Tarsus’tan alarak köye getirdim. Ben Dave’nin bu ziyaretinden son derece mutlu oldum. Dave de bana ve İncirgediği’ne kavuşmaktan mutlu oldu. Müzeyi gezdi, İnceledi. İki gün baş başa sohbet ettik. İncirgediği toprakları iki gün bir Amerikalıyı ağırladı. Kaktüs inciri yedi. Asmadan üzüm kopardı. Dave çok mutlu oldu. Ben de mutlu oldum. Sonunda birbirimize doyamadan ayrıldık. Onu Tarsus’tan İstanbul’a yolcu ettim. Teşekkürler Dave… Çok hoş bir dostluk ve sadakat örneği sergiledin. Amerika nereeee… İncirgediği nere… Dostlukları kestel ipliğiyle bağlı olanlara selam olsun.