1. Dünya Savaşı’nda İngilizlere esir düşen Osmanlı askerleri |
En fazla Türk esiri, 130.000′ i aşan sayısı ile İngilizlerin elindeydi. En kötü durumdaki esirlerse Rusya’nın Sibirya kamplarında tutulan esirlerdi.
İngilizler; Hindistan, Burma, Mısır, Yunanistan, Basra, Bağdat, Kıbrıs, Malta ve Man Adasına kadar geniş bir alanda kamplar kurdu.
Hindistan’da bulunan Türk Şehitliklerinde, Irak ve Kanal Cephelerinde İngilizlere esir düşen Osmanlı askerleri yatmaktadır.
Kayıtlara göre o dönemde Hindistan’a getirilen esir Türk askeri sayısı 15.000’dir. İngilizler esir aldıkları 15.000 Türk askerini önce Basra’daki toplama kampında tutmuşlar, daha sonra Hindistan ve Burma’daki kamplara götürmüşlerdir. Burada Osmanlı askerleri özellikle bakımsızlık, hastalık, zehirlenme ve kamp içi çatışmalar gibi nedenlerle vefat etmişlerdir.
1.Dünya Savaşı’nda Süveyş Cephesinde, aralarında Ferik Abdüsselam Paşa’nın da bulunduğu 5000 Türk askeri İngilizlerce esir alınarak Hindistan’ın ulaşımı en güç noktalarından biri olan Bellary’ye götürülmüştür.
Hindistan’daki esaretin önemli merkezlerinden olan Bellary kampında, Türk askerleri başta kötü muamele olmak üzere paralarına el koymak da dâhil değişik konularda hak ihlallerine maruz kalmış ve büyük sıkıntılar çekmişlerdir.
Bu konuda örneğin Bellary’de esir olan Yozgat’lı subay Abdülkadir’in İstanbul’daki Kızılay Cemiyeti Başkanlığına 1920 yılında yazdığı mektup burada yazılanların delili durumundadır. O mektubunda;
“…Muhterem beyim, iki seneden beri Hindistan’da harp esiri olarak bulunuyorum. Bir sene evvel şu adresteki ailem tarafından Kızılay vasıtasıyla adıma iki postada 20 lira gönderildiğini, yukarıda adı geçen adres tarafından birçok defalar mektup aldım ise de gönderilen parayı alamadığımı, bulunması lazım gelen uzun tahkikat sonucunda neticenin sonuçlandırmasını istirham ve hürmetlerimi arz ederim…” diyerek şikâyetini dile getirmiştir.
1916 sonlarından 1920 başına kadar Hindistan Bellary kampında esir hayatı geçiren, 156. Alay Komutanı Yarbay Hasan Yetimi yüz yetmiş bir sayfalık bir rapor hazırlamıştır. Yarbay Hasan Yetimi raporunda Bellary kampı ile ilgili olarak;
“… Karargâhın açılışından salıverme zamanına kadar geçen süre içindeki ölüm miktarı beş ile altı subay ve üç yüze yakın erden oluşmaktadır. Bu sayı yaklaşık mevcut kuvvetin yüzde biri oranındadır…”
Yedek subay Muhittin Erev’de, Bellary kampı esaretine ait hatıralarında en büyük sıkıntının ailelerden, vatandan haber alamamak olduğunu anlatmıştır.
Burada yıllar içinde vefat eden askerler daha sonra Türk Mezarlığı adıyla anılacak olan ve bugünkü Türk şehitliğinin bulunduğu bölgeye, mahalli Müslüman halk tarafından gömülmüştür. Ancak Hint Hava Kuvvetlerine ait havaalanı genişletme çalışmaları sırasında, mezarların çoğu tahrip edilmiştir. Mahalli halktan Müslüman Cemiyeti başkanı ve çocukluğundan beri Türk şehitlerinin durumunu bilen 88 yaşındaki şeyh Hacı Adem Sahab’ın yakın ilgisi ve Yeni Delhi Büyükelçiliğini bilgilendirmesiyle, 1968 yılından beri anılan mezar yerleriyle ilgilenilmiş ve resmi şehitlik yapımı için 1986 başvurusundan, 11 yıl sonra 1997 yılında bir şehitlik yapılmıştır.
Bölgede 600 mezar yeri tespit edilmesine rağmen şehitlikte yalnızca biri Abdüsselam Paşa’ya ait olmak üzere iki mezar bulunmaktadır. Diğerinin kitabesinde bir şey yazmadığından, kime ait olduğu bilinmemektedir.
İNGİLİZLERİN KUZEY KIBRIS’TA ESİR KAMPLARI
26-29 Ekim 1916 tarihleri arasında Çanakkale cephesinden getirilen ilk Türk savaş esiri kafilesi er, onbaşı ve çavuşlardan oluşmuştu. Mağusa’ya getirilen ve buradan Karakol bölgesine sevk edilen Türk savaş esirlerinin sayısı 215’tir. Daha sonra adaya getirilen Türk esirleriyle beraber kampta 3000 civarında asker esaret altına alınır.
Esirler için yapılan barakalar her sırada on iki baraka bulunacak şekilde üç sıra halinde yapılmıştır. Barakaların her birisi dokuz metre genişliğinde, uzunluğu da on beş metreydi.
Tel örgülerle çevrili kampta üç bölüm halinde inşa edilen baraklarda kalan Türk esirler barakaların sıhhi olmaması yüzünden çeşitli hastalıklara maruz kalırlar. Yazın sıcak hava, kışın soğuk hava açısından son derece elverişsiz olan barakalar pek çok Türk esirinin esaret ve kötü barınma şartları yanında ciddi hastalıklar sonrasında ölümlerde hızlanmıştı.[1]
İki grup halinde ve İngiliz savaş gemilerinin sağladığı güvenlik çemberi içinde Mağusa’nın Otello Kulesi bölgesine yanaşan gemilerden indirilen esirler sıkı güvenlik tedbirleri arasında ve Mağusalı Türklerle konuşmalarına müsaade edilmeden esir kampına getirilirlerdi. Bu arada İngiliz askerlerinin uyguladığı o kadar sert ve sıkı olur ki İngilizler o gün Kıbrıslı Türklerin limana girişlerini yasaklar ve çalışmalarına müsaade etmezlerdi.[2]
O günlerde çocuk yaşta olan Kıbrıslı Türk kadını yıllar sonra şunları söyleyecektir:
“…Şimdiki limandan karaya çıkarmışlardı. Zavallılar yaya olarak askerlerin nezareti altında Karakol bölgesine götürmüşlerdi. Bizler o zaman çarşaflıydık. İyice örgütlenerek hisarlara çıkmıştık. Hıçkırıklar etrafı kaplıyordu. Kendilerini unutarak bizleri teselli ediyorlardı. ‘Ağlamayın analar, ağlamayın bacılar yakın zamanda kurtulacağız’ diyorlardı. Üstlerinde parça parça elbiseler vardı. Karakol kampına yerleştirildikten az sonra aralarında şehit olanlar olmuştu. Hemen her gün bir iki tabut bayraklarla örtülü olarak şimdiki mezarlığa götürüyorlardı. Bizler Akkule’ye çıkar, hazin hazin giden cenaze alayını seyrederdik…”[3]
Esirler Kıbrıs adasına getirildikten hemen sonra askerler arasında ölüm olayları görülmeye başlanmış ve günler geçtikçe ölü sayısı artmaya başlamıştı. Kamp komutanlığı, kamp doktorunun raporuna bağlı olarak bazılarının ölüm nedeninin “menenjit hastalığı” olduğunu belirtmekteydi[4].
Bununla birlikte, cenaze merasimlerini idare eden, cuma ve bayram günleri gibi kutsal günlerde kampa girmesine izin verilen Magosalı imam Mustafa Nuri Efendi ölümlerin esirlerin maruz kaldığı kötü şartlardan ve işkenceden olduğunu şu şekilde ifade etmişti:
“…Bölgede yaşayan Türklerin yardım etmesine izin verilmezdi. Birçok er savaşta ölmediğine çok üzülürdü. Esirler, Magosa surlarının onarımına giderlerken gözleri bağlanırdı…”
Sağlık açısından pek çok hastalığa maruz kalan esirlere verilen yemek maliyeti son derece ucuz ve bol bulunduğu için çoğunlukla kırmızı kabak, bu kabaktan yapılan tatsız kabak lapası ile günün şartlarına göre yenmeyecek kadar berbat olan kılçıklı arpa ekmeğidir.[5]
Kıbrıs Genel Valisi John E. Clauson’ın 16 Ekim 1916 tarihli sıkıyönetim duyuruyla Kıbrıs adasında fotoğraf makinesi bulundurmak ve fotoğraf çektirmek yasaklanır. Bu duyuruya göre özellikle esir kamplarında bulunduğu Larnaka ve Mağusa bölgelerinde Kaza komiserinin yazılı izni olmadan herhangi bir şeyin veya herhangi birisinin fotoğrafını çekmek yasak altına alınır.[6]
Kamp yakınlarında dolaşmayı, kamp civarında tekneyle gezmeyi, tekneyle bu bölgede sahile çıkmayı yasaklarlar. Bu konuda tek istisna özel mülkiyete ait yerlerde ve fotoğraf stüdyolarında çektirilecek fotoğraflardır. İngilizler, Kıbrıs’ta fotoğraf makinesi kullanılmasını ve fotoğraf çekilmesini savaşın sonuna kadar yasaklar. İngilizler tam anlamıyla adayı abluka altına almışlardır. Bu sıkı ve katı uygulamalardan dolayı kamplarda çekilmiş ve günümüze ulaşmış tek bir fotoğraf yoktur.
Esir kampının çevre emniyeti ve güvenliği önce İngiltere’nin Kraliyet Manchester Alayı’nın 8. Bölüğü ile Kraliyet 1. Garnizon Liverpool Alayı tarafından ortaklaşa sağlamıştı. Ancak savaşın uzun sürmesi ve çeşitli cephelerden getirilen Türk askerlerinin sayısının devamlı artması sebebiyle kampın güvenliğini sağlama konusunda Ermeni kampında eğitim gören Ermenilerden de istifade yoluna gidilmiştir. Özellikle Çukurova bölgesinden Fransızlar tarafından kandırılarak Kıbrıs’a getirilen ve Çukurova’da bir Ermeni devleti kurulması hayaline kapılan Ermeniler bu fırsatı iyi değerlendirerek Türk esirlerin hayatını iyice katlanılmaz hale getirirler.[7]
Ağır esaret şartları içerisinde, Mağusa’dan Ortadoğu’daki İngiliz birliklerine gidecek malzemenin ve kerestenin gemilere yüklenmesinde, maden ocaklarında, bölgedeki inşaatlarda ve onarım işlerinde çalıştırılarak hayatta kalmaya çalışan esirler. Yetersiz beslenme ve sağlıksız şartlarda çalıştırılmaları sonucunda duruma isyan ederek kaçmışlar ve İngiliz askerlerince vurularak şehit edildiler, yakalananlarda işkenceden geçirilmişti.[8]
Esirlerin kamptan dışarı çıkma fırsatı buldukları nadir zamanlarda veya Kıbrıslı Türklerin farklı sebeplerle kampa gelmeleri halinde bu konularda ilgili bilgi toplamaya çalışan esirler en uygun ortam ve zamanda kaçma girişiminde bulunurlar. Ancak bu teşebbüslerinin bedeli çoğu zaman ölümle sonuçlanır.[9]
Türk savaş esirlerine her konuda yardımcı olmaya çalışan Kıbrıslı Türkler zaman zaman esirlerden bazılarını kaçırmayı başarmışlardı. Esirler, bir müddet Beşparmak Dağları’nda saklanmalarına rağmen daha sonra İngilizler tarafından bulunarak yakalanırlar. Beşparmak Dağları’nın saklanmak için ideal yer olarak seçilmesinin ilk sebebi bölgenin doğal ortamının yakalanma riskini ortadan kaldıracak özelliklerle dolu olmasıdır.
Bu özellikler; ormanlık arazi olması nedeniyle gizlenme, barınma, yiyecek ve su bulma imkânının daha fazla olmasıdır. Ayrıca Akdeniz aracılığıyla Anadolu’ya geçişin en kısa yolu olan Girne sahillerine varabilmek içinde bu bölge ara geçiş niteliğindedir.[10] Bunun dışında kaçıp saklanmaya çalıştıkları Mağusa’nın Aynakofo ve Topçuköy gibi köyleri ile Girne’ye bağlı Livera ve Konmacit köyleridir.
Kuzey Kıbrıs’ta Anadolu’ya kaçış için en müsait noktalar olan o günkü isimleriyle Livera ve Kormacit köyleri bitki örtüsü açısından da Türk esirlere büyük avantaj sağlamıştır. Sandal veya sal yapabilmek için ihtiyaç duyulan odun bölgedeki ormanlık araziden sağlanırdı. Kormacit köyünde yaşlılar bugün bile babalarından, dedelerinden dinlediği esirlerin hikâyelerini anlatırlar.[11]
1920 yılından sonra nispeten hafifletilen esir kampındaki askeri uygulamalar Cumhuriyet ilanı sonrası tamamen kapatılmasıyla sonuçlanır. Türk esirlerin bir kısmı Anadolu’ya geçerken, bazıları Kıbrıs’ta kalarak yerleşmeyi tercih ederler. Kıbrıs’ta kalan ve burada yaşamak isteyen esir Türkler bir süre daha sıkıntı yaşamalarına rağmen Kıbrıslı Türklerin yardımı ve destekleriyle hayatta kalmayı başarırlar.[12] Kalan esir Türkler burada evlenerek çoluk çocuğa karışmışlardır.
Kıbrıs kampında hayatını kaybeden esir Türk askerleri, günümüzde Gazimagusa’da Çanakkale Şehitliği diye bilinen yere defnedilmişti. Burada defnedilen 217 şehidin 33 tanesinin ayrı ayrı mezarı ve mezar taşları bulunmakta, geriye kalanları ise aynı noktada bir toplu mezara gömülmüştür. 33 tane müstakil mezara ait mezar taşlarının üzerine Osmanlı Türkçesi ile hayatını kaybeden Türk esirlerle ilgili bilgiler kazınmıştır.
ESİRLERİN DÖNÜŞLERİ
Sağlıksız ortamlarda yaşama mücadelesi veren askerler hayatta kalmalarını sağlam bünyeye sahip olmalarına borçluydular. İngilizler, esirler içerisinde sağlam olanları en ağır işlerde çalıştırılırken onlara sadece ekmek ve pirinç çorbası veriyorlardı.
26.Tümen 59. Alay’da askerliğini yaparken Gazze cephesinde esir düşen Mehmet oğlu Hasan 23 Mart 1919’da verdiği ifadesinde esaret günlerini anlatırken; Tel-el Kebir garnizonunda iki ay kaldıktan sonra kendisi de dâhil olmak üzere sağlamların seçilip yol yapmak ve kanaldan gelen vapurlara erzak yüklemek ve sırtlarında kum taşımak suretiyle çalıştırıldıklarını, hastalandığı güne kadar günlük 500 gram ekmek ve akşamdan akşama cüzi miktarda pirinç çorbası veya lapa verildiğini belirtmekteydi.[13]
İngilizler, savaş boyunca esirlerin ülkelerine gönderilmesine izin vermediler. Geri dönen esirlerin tekrar kendilerine karşı kullanılabileceğini düşünüyorlardı. Esirler zaman zaman aynı ülkenin içindeki farklı kamplarda, zaman zaman da farklı ülkelerdeki kamplarda yer değişimine tâbi tutuldularsa da, ülkelerine dönmelerine izin verilmedi. İngilizler savaş bittiği hâlde bile Türkleri serbest bırakmamışlardı.
Bu durum 1920 ve 1921 yıllarına kadar devam etti. İngiltere bu yıllarda bir politika değişikliği yaparak çok sayıda Türk esirini İstanbul’a göndermeye başladı. Zira gönderdiği esir askerlerin İstanbul Hükûmeti ile birlikte Anadolu’daki millî harekete karşı kullanılmasını istiyordu.
İngilizlerin elinde çok esir olduğundan bunların gönderilmeleri uzun zaman almıştır. 1921 yılı 10 Nisan tarihine kadar Ruslara, İngilizlere esir olan Türklerden 10.532 er ve 8231 subay dönmüştür. İngilizlere esir düşenlerin dönüşü 1922 yılına kadar devam etmiştir. Toplam olarak İngiltere’den 112.583 esir dönmüştür. Thatmiyo’daki esirlerinden bir kısmı 1918’de, bir kısmı 1921’de ve son kalan kafilelerin de 1922 yılı sonlarında yurda döndüğü düşünülmektedir. Dönüş için de Thatmiyo’dan Rangoon’a getirilen esirler, buradan gemilerle önce Hindistan’a götürülmüş, oradaki Türk esirlerinden bir kısmı alınarak Umman denizini geçip Kızıldeniz’e girilmiş, Kızıldeniz’den Süveyş kanalı geçilerek Akdeniz ve oradan da İstanbul’a ulaşılmıştır.
Fransızların elinde tutulan esirlerin bir kısmının Mondros Mütarekesinin imzalanmasından sonra gönderilme çalışmalarına girişilmiştir. Ancak daha sonra özellikle Fransızların işgal ettiği Çukurova bölgesinde millî direniş baş gösterince esirlerin geri gönderilmeleri askıya alınmış ve askerlerimizin esareti devam etmiştir. Fransızlarla esir değişimi 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Antlaşması’ndan sonra gündeme gelmiş ve esirler gerek Fransa’dan, gerekse Korsika’dan getirilmişlerdir.
Rusya’daki esirler ise çok kötü ve uzun bir esaret dönemi geçirmişlerdir. 65.000 esirden kaçanların ve vefat edenlerin dışında 20.000’den fazla Türk esir yurda dönmüştür. Bunlar 1920 yılına kadar dönenlerdir. Daha sonra da dönenler vardır. Hele bunlardan bir kısmı dönerken tekrar esir olmuşlar ve yurda Haziran 1922’de dönebilmişlerdir.
Birinci Dünya Savaşı’nda verdiğimiz esirlerin hem sayılarının çokluğu hem de çok farklı ve dağınık yerlerde esir olmaları sebebiyle esirlerin hepsinin dönüp dönmediğini tespit etmek mümkün olmamıştır. 1925 yılı sonunda ve 1926 yılında esirlerin büyük bir çoğunluğu yurda gelmişse de, hâlâ gelmeyen esirlerin olduğu anlaşılmaktadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 1926 yılında 22 Şubat’ta yaptığı görüşmelerde yurt dışında kalan esirlerin yurda döndürülmeleri meselesini görüşmüş ve bir dizi kararlar almıştır. Meclis bu toplantısında “Rusya’da dağınık hâlde bulunan harp esirlerinin tabiî sevk-i muamelesine tâbi tutulmaları hakkında kanun” çıkarmıştır. Buradan da anlaşılmaktadır ki bazı esirlerin esareti 1926 yılına kadar devam etmiştir.
KAYNAKÇA
Aytekin Halil, Kıbrıs’ta Monarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2000.
Genelkurmay Atase Başkanlığı Arşivi, Klas.96. Dos.129, Fih.129-1
Keser Ulvi, “Kıbrıs’ta Çanakkale Savaş Esirleri ve Savaş Döneminde Yaşananlar”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Çanakkale, 2007.
Kıbrıs Postası Gazetesi, 1 Kasım 1986.
Topcan Ahmet Sami, “Birinci Dünya Savaşında Esnasında Mağusa Esir Kamplarında Kalan Türk Esir Askerleri” Güvenlik Kuvvetleri Dergisi, Sayı: 10, Lefkoşa, 1990.
Topcan Ahmet Sami, Mağusa’da Toprağa Verilen Şehitlerimiz, Mağusa,1964.
DİPNOTLAR
[1] Ulvi Keser, “Kıbrıs’ta Çanakkale Savaş Esirleri ve Savaş Döneminde Yaşananlar”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Çanakkale, 2007. s.29.
[2] Kıbrıs Postası Gazetesi, 1 Kasım 1986.
[3] Ahmet Sami Topcan, “Birinci Dünya Savaşında Esnasında Mağusa Esir Kamplarında Kalan Türk Esir Askerleri” Güvenlik Kuvvetleri Dergisi, Sayı: 10, Lefkoşa, 1990. s.20
[4] Halil Aytekin, Kıbrıs’ta Monarga (Boğaztepe) Ermeni Lejyonu Kampı, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2000. s. 75.
[5] Ahmet Sami, Mağusa’da Toprağa Verilen Şehitlerimiz, Mağusa,1964. s.10
[6] The Cyprus Gazette, 16 Ekim 1916, Aktaran: Ulvi Keser
[7] Ahmet Sami, a.g.e. s.11
[8] Ulvi Keser, a.g.m. s. 22-23
[9] Ulvi Keser, a.g.m. s.23
[10] Ulvi Keser, a.g.m. s.23
[11] Ulvi Keser, a.g.m. s.24
[12] Ahmet Sami Topcan, a.g.m. s.18
[13] Genelkurmay Atase Başkanlığı Arşivi, Klas.96. Dos.129, Fih.129-1