Sanki kuş olup uçmuş, iki saate varmadan Mudanya’ya girmişti. Beygiri bırakmak, biraz gezip tozmak için bir han bulması lazımdı. Aleka’yı Tirilye’ye bıraktıktan sonra dönüşte de kalırdı. Hangi otele, hana gitse doluydu. İskeleye yakın yerlerde bulamayınca Arnavutköy tarafına yöneldi. Epey aramadan sonra Solaris adlı otelde bir oda buldu. Biraz pahalıydı ama odası denize bakıyordu. Sabah sahilden geze geze iskeleye geldi. Deniz bugün kıpırtısızdı. Pırıl pırıl bir gün ikindiye devrilirken karnını tren garına yakın bir lokantada doyurdu. Daha vapurun gelmesine bir saat vardı. Oturduğu yerden denizi seyrederken birden aklına geldi. Diyelim ki, Aleka’yı karşıladı. Kızı ta otele kadar yayan mı yürütecekti? Muhakkak yanında yükü de olurdu.
Apar topar kalkıp sahili takip ederek otele doğru koştu. Beygiri alıp bu kez ana caddeden iskeleye hareket etti. Mudanya’da Müslüman var mı bilmiyordu. Olsa da hiç rasgelmemişti. Yolboyu insanlar bir yere yetişmek istiyormuş gibi koşuşturuyor, dükkânlar arı kovanı gibi işliyor, sokak satıcıları gelen geçene tebelleş oluyorlardı. Biraz ileriki hükümet konağına giren çıkanınsa haddi hesabı yoktu. Bu baş döndürücü devinim Belenviran’ın tekdüzeliğinden sonra İslam’a hayli çekici gelmişti. Kimsenin kimseyle ilgilendiği yoktu. Önünde simsiyah giysileri, uzun, beyaz sakalı ve kocaman haçıyla yürüyen metropolitin arkasındaki papaza odaklandı. Sanki bu dünyada değilmiş gibi huşuyla yürüyorlardı. Gelen geçenin saygı ifadelerine gülümseyerek karşılık veren metropolitle papaz yolu neredeyse parsellediklerinden epeyce bir süre önlü arkalı gittiler.
İskeleye vardığında geminin Bozburun tarafından döndüğünü görünce telaşlandı. Deniz ne tuhaf şeydi. Üstündeki koca gemi hem çok yakın, hem çok uzak görünüyordu. Aradan beş on dakika geçtiği halde geminin gelmesine daha çok vakit olduğunu anlayınca rahatlayıp ilerideki dükkânların önüne vardı. Aleka’ya bir şeyler almak istiyordu. ‘Ne alsam ne alsam?’ diye düşünerek sıra dükkânların önünden bir ileri bir geri turaladı. Kıyafet işine aklı ermediğinden o dükkânların önünde eğlenmedi. İlgisini ıncık cıncık satan bir dükkân çekti. Vitrindekilere hızlıca bir göz atıp içeri girdi. Yuvarlak küçük gözlüklerini burnuna indirmiş yaşlı adam İslam’ı karşılayıp sordu.
-Buyrun. Ne istoor siz?
-Bi gız için hediye.
-Kiz kas yasinda?
İslam düşünmeye başladı. Sonra hatırlayıp rahatladı.
-On yedi.
İyi de bıldır on yediydi. ‘On sekiz’ diye düzeltti.
Yaşlı satıcı yeniden sordu.
-Bu kiz Müslim?
İslam bozuldu.
-Müslüm ya da del. Neden sordun ku?
-İkona var Hiristiyan isin sok güzel… Sok güzel hasli kolye var. Müslim isin sok güzel…
İslam denize bakınca geminin epeyce yaklaşmış olduğunu görüp huzursuz oldu.
-Ve işte ikona mıdır neyse undan.
Adam vitrine uzandı. Camdan yapılmış kucağında bebek İsa olan Meryem Ana ikonasını dikkatle alıp tezgahın çekmecesinden çıkardığı süslü keseye koydu.
İslam gözü gemide adama bakmadan altını uzattı. Satıcının üste para vermesini elini çekmeden bekledi. Geriye para çevrilmeyince satıcıya baktı. Fiyatı sormak yeni aklına gelmişti.
-Ne gada?
Yaşlı adam ellerini kavuşturup yanıtladı.
-Hesap tamam efendi. Sok tesekkür. Bekleriz yine.
Fiyatı baştan sormamakla hata etmişti ama hesap yapacak vakit de yoktu. İskeleye koşturdu. Vapur kıyıya iyice yanaşmış, çımacı halatı atmıştı. Kenardaki görevli, kalın halatı babaya bağlarken İslam’ın gözü vapurun çıkışına birikmiş kalabalıkta Aleka’yı arıyordu. Biraz sonra iskeleye köprü görevi gören tahtalar sürülüp yolcular inmeye başladı fakat Aleka görünürde yoktu.
Ne çok insan vardı vapurda. Bunca insanı nasıl taşıyordu acaba? İnsanlar korkmadan nasıl biniyor, su üstünde saatlerce hareket eden bu vapurun içinde nasıl duruyorlardı? Kendisi binebilir miydi? Hayır, ama yanında Aleka olursa neden olmasındı?
Vapurdakiler iyice seyrekleşince İslam’ı bir korku sardı. Ya Aleka bugün gelmekten vazgeçmişse? Yok yok, vazgeçemezdi. Sonra içinden ‘Benim geldiğimi bilmeyo. Görünce napacak acaba?’ diye geçirdi. Bu düşünceler içinde sağına soluna bakınırken omzuna bir elin dokunduğunu fark edip geri döndüğünde karşısında kendisine inanamaz gözlerle bakan Aleka’yı gördü.
Ağzı ve gözleri şaşkınlıktan açık, sevincini gizlemeye gerek görmeden haykırdı.
-İslam, sen sen… Burada sen…
Yanıt beklemeden boynuna atladı. Kız öyle bir sarıldı ki, İslam çekingenliğini üstünden atıp olanca özlemiyle Aleka’yı sardı; sıktı, sıktı. Yüzünü kızın boynuna, saçlarına gömdü. Ömründe böylesine güzel bir koku duymamıştı. Baharın tüm çiçekleri bir aradaydı sanki. Ya o tatlı sıcaklığı, teninin teması… Yok hayır, dünyada bu kadar güzellik bir arada olamazdı. Ya cennetteydi ya da Aleka cennetin ta kendisiydi. Büyü bozulmasın diye gözlerini yeniden kapattı. Bu nedenle yanlarına kadar gelip vapura binmek için onların çekilmesini bekleyen yüzbaşıyla iki askeri görmedi. Askerlerden biri omuzlarından itince sendeleyip kenara çekildiler. Aleka elini tutup gözleri ona kenetli gülümsedi. Neden sonra İslam’ın aklına konuşmak geldi.
-Hoş geldin Aleka.
Aleka, hafif bir reverans yaptı.
-Tesekkür. Sen geldin, nisin?
-Buvanın işi varmış. Düğüne gidecekmiş. Bana söledi, ben geldim.
Aleka kıkır kıkır güldü.
-Sok iyi olmus. Sevindim. Birlikte gidezeyiz demek.
İslam, mutluluğunu yansıtan bir sesle yanıt verdi.
-Evet Aleka. Sen ve ben. Yükün va mı başka?
Aleka başını sallayınca Aleka’yı kaptığı gibi beygire bindirdi. Bavulu eline alıp öbür eliyle yuları tuttu. Sahil yolundan ilerlerken birden aklına geldi.
-Aç mısın Aleka?
Kız gülümseyerek başını sallayınca biraz ilerideki Liman Lokantası’nın orada Aleka’yı indirdi. Beygiri oraya bağlayıp içeri girdiler.
Lokantanın üst tabakadan insanlar için olduğu daha ilk girişten itibaren hissediliyordu. İçerideki masaların üçü doluydu. Kapıya doğru sağdaki masada şıkır şıkır giyinmiş yaşlı bir hanımla peruk olduğu anlaşılan bukleli saçlı yaşlı bir adam tepeden bakışla yeni gelenleri süzüp aralarında fısır fısır bir şeyler konuşurken dipteki masalardan birinde oturan orta yaşlı üç adam da kayıtsız bakışlarla bakınıp sessizce yemeklerine döndüler.
Sol orta taraftaki masada ise gençken çok güzel olduğu alaşılan yaşı geçkince kadın, sarışın kıvır kıvır saçlı küçük kızına bir şeyler yedirmekle meşguldü. İslam’la Aleka oturacak masa seçmeye çalışırken süslü giysileriyle otellerin önündeki teşrifatçılara benzeyen yaşlı, mavi damarları ve saydam yüzüyle canlıdan ziyade ölüye daha yakın görünen garson koşturarak gençleri karşıladı. Aleka adama gülümserken İslam eliyle eyvallah etti. Garson, İslam’a bakmadan Aleka’ya Rumca bir şeyler söyledi. İslam, ’Herhalde hoş geldiniz diyor’ diye düşündü. Aleka’nın daha ilk cümlede durup yay gibi gerildiğini ve yüzünün karıştığını fark edince şaşırdı.
Aleka, acele acele bir şeyler söyledi fakat garsonun sağ elini ona doğru kaldırıp kaşlarıyla hayır işareti yaptığını görünce bağırdı.
– Na min eínai pia anóito (Artık saçmalamayın)
Hışımla dönüp kapıya yürüyünce İslam ne olduğunu anlamadan peşi sıra kapıya koşturdu. Arkalarından garsonun sesini duydular.
– Toúrkoi den epitrépontai (Türkler giremez)
Kapıdan çıkar çıkmaz İslam Aleka’yı durdurup ne olduğunu sordu. Aleka sinirinden ağlamaya başladı. Bir yandan Rumca sözlerle karşılık veriyor, bir yandan durumu izah etmeye çalışan garsona el kol hareketiyle öfkesini yansıtıyordu. İslam, onu bu şekilde hiç görmemişti. Aleka’nın koluna belli belirsiz dokunup ‘Haydi gidelim’ deyince kız mırıldandı.
-Haydi vre, baska lokanta sok Mudanya.
Aleka ifade etmek istemese de İslam anlamıştı. Liman Lokantası’na Türkler alınmıyordu. İslam bu tavra alışıktı. Türk olduğu için değil, köylü olduğu için. Böyle durumlarda geride durmayı öğrenmişti. Biraz ilerideki çorbacıya girdiler. Tatları kaçmıştı. Gelen çorbayı şapırdatarak kaşıkladılar. İslam, çaktırmadan kızın hareketlerini mimiklerini kontrol ediyordu. Aleka birden başını kaldırıp İslam’a doğrudan gülümsedi. İslam da karşılık verince kız makaraları koyuverdi. Ne tuhaf ne tatlı şeydi şu kıvırcık? İnsana ayaküstü dört mevsimi yaşatıyordu. Gelgitleri bile tutkuluydu. İslam kıza oracıkta sarılmamak için kendini zor tuttu.
Çorbacıdan sonra kızı beygire bindirip bavul elinde önden yürüdü. Dar sokaklı mahalleleri geride bırakıp Mudanya’yı çıktılar. İslam, Aleka’nın sorusu üzerine köyü, köyde olanları ve çokça da Kadir’in kız kaçırma hikâyelerini anlattı. Aleka Kadir’in durumuna çok üzüldü. Sonra beygiri durdurarak İslam’a sordu.
-Sen de kiz kasirazak?
İslam, gözlerinin içine muzip bir ifadeyle bakan Aleka’ya yanıt verdi.
-Evet Aleka. Kaçıracam.
-Öyle mi? Kim bu kiz? Nasil kasirazak?
İslam, kız biraz daha merak etsin diye ağırdan aldı. Kız sorusunu yineleyince Aleka’nın gözlerinden gözlerini ayırmadan konuştu.
-Seni. Buvan vemezse seni sırtıma alıp Keşiş Dağ’ın ardına gaçıracam. Gelecen mi benimle?
Aleka işveli bir bakışla omuzlarını kaldırıp indirdi.
-İstemek yok daha babamdan sen. Belki verezek…
-Sen gelir misin benle?
-Önze istemek sen. Sonra düsünezek belki.
Kızdan duymak istedikleri bu değildi. ‘Gelirim’ demesini bekliyor olduğundan somurttu. Aleka bunun farkına vardı. Beygirden aşağı sarkıp İslam’ın elini ellerinin arasına aldı.
-Beni sevoor sen? Öyle?
Kızın elinin sıcaklığıyla eridi eriyecek bir durumda olan İslam fısıldadı.
-Seni çok ama çok seviyom Aleka.
Yolda tek tük atlı yolcuya rastladılar. Siye’ye yaklaştıklarında Aleka ‘Susadım’ deyince durup bir çeşmeden su içtiler. Biraz dinlenip ayağa kalktıklarında Aleka beygire binmek istemedi. Bavulu beygire sarıp yan yana yürüdüler. Sağa doğru kıvrılan patikayı dönerken Aleka İslam’ın elini sımsıkı tuttu. Ayaklarının ucuna dikilerek dudaklarını uzatınca İslam’ın aklı başından gideyazdı. Allak bullak olmuştu. Allah’tan kız ne istediğini biliyordu ki, iki eliyle İslam’ı kendine çekip yüzünü yüzüne gömdü. Hayatında ilk defa bir kızla bu kadar yakınlaşan İslam kendini kıza bıraktı. Acemice öptüler birbirlerini. İkisinin de ilk öpüşüydü. Pek bir şey anlamadılar fakat gözleri birbirinin içinde kaybolunca dudaklar yeniden birleşti. Bu kez uzun uzun öpüştüler. Gönül ilişkileri yaşamış delikanlılar uzun kış gecelerinde köy odasında maceralarını anlatırlardı. İş öpüşmeye gelince bugüne dek kızların hep yanaktan öpüldüğünü duymuştu. O nedenle Aleka kendisine yaklaştığında yanağına hamle yapmış fakat kız dudağına uzanınca ilk öpücük epeyce yarım yamalak olmuştu. Fakat ikincisinde İslam, kızın dudaklarında sadece dudaklarının değil, tüm benliğinin eridiğini, yok olduğunu hissetti. O kadar yoğun bir duyguydu ki, tarif edilemezdi. O sıcaklık, o temas, o aklını başından alan koku; sadece bu an için bile defalarca ölünebilirdi.
Karşıdan birileri görününce ilk toparlanan İslam oldu. Aleka’nın gülümseyen bakışlarından gözlerini kaçırıp, suç işlemiş çocuklar gibi önüne bakınca Aleka kulağına yanaşıp fısıldadı.
-Seni istoor ben. Sen de istoor?
İslam, başını kaldırmadan yanıtladı.
-Ben de çok istiyom Aleka. Herkesden, her şeden çok seviyom seni.
Sonra çekinerek sordu.
-Buvan seni bana verir mi?
Aleka duraladı.
-Hemen olmoor İslam. Ben küsük daha. Benim baba hayir diyezek sana.
İslam, Aleka’ya kalben bu kadar yaklaşmışken aldığı bu cevapla sendeledi. El ele konuşmadan Siye’ye kadar yürüdüler. Sessizlik uzayınca Aleka neşeli olmaya çalışarak sordu.
-Sen merak etmoor İslam? Aleka ne yaptı Ada’da?
-Anlat madem.
-Büyükada teyze var benim. Beni sok sevoor. Denize girdi, at bindi, İstanbul gitti beraber.
-Ada güzel mi Aleka?
-Sok güzel.
Aleka uzun uzadıya Ada’yı, İstanbul’u, denizi, sandal sefalarını anlattı. Anlattıkları İslam’a epey yabancı gelse de bir yandan dinleyip bir yandan da anlatılanları gözünün önüne getirmeye çalıştı.
Uzaktan Tirilye görününce İslam’ın içi cızz etti. Bu yolculuğun günlerce, hatta aylarca, yıllarca sürmesini, hiç bitmemesini ne çok isterdi.
Tirilye’ye inen patikaya sapmadan yolun üst tarafındaki zeytinliğe doğru sürükledi Aleka’yı. Beygiri öylece yola bırakmıştı. Ne olduğunu anlamaya çalışan kızı yaşlı bir zeytin ağacının arkasına çekip iki eliyle Aleka’nın yüzünü okşar gibi tuttu. Gözünü kızın gözlerinin içine dikerek tane tane konuştu.
-Söz ve bana Aleka. Biz birbirimizin olacaz. Başkası asla omacak.
Aleka, yüzünü tutan elin avucuna öpücük kondurup sevgiyle baktı.
-Birbirimizin olazak. Söz. Gelip isteyezek baban.
-Omazsa gaçacaz. Tamam mı?
-Kasazayiz.
İslam, kendine çekip kızın başını omzuna yasladı. Elleri Aleka’nın kıvır kıvır saçlarındaydı. Kardeşi Azime hariç ilk kez bir kızın saçlarını okşuyordu. Azime’nin saçları dolaşıktı. Aleka’nınkiler ise kıvırcık olmakla beraber İslam’ın parmakları buklelerin arasında mekik dokumasına engel olmuyordu.
Aleka başını kaldırdığında gözgöze geldiler. İslam gülümseyerek kızın minik burnuna öpücük kondurdu. Aleka gözlerini kapatıp dudaklarını sununca İslam bu kez daha bir ustaca öptü. Elleri kızın belini sarmış, kızın sıcaklığını tüm bedeninde hissetmişti.
Zeytinliğin üst tarafından çocuk kahkahaları duyulunca telaşla uzaklaşmaya çalıştılar birbirlerinden. Kuş taşlayan Rum kopilleri, İslam’la kızı gösterip gösterip gülüşüyor, aralarında Rumca bir şeyler konuşuyorlardı. İslam’la Aleka, alı al, moru mor toparlanıp yola indiler. Veletler arkalarından hâlâ kıkır kıkır gülüyorlardı.
Eve vardıklarında Angelo’nun evin önünde odun kırdığını görünce İslam hayal kırıklığına uğradı. Kızın babasının geç vakitte geleceğini, Aleka’yla biraz daha vakit geçirebileceklerini düşünmüştü. Hava karardı kararacaktı. Baba kız coşkulu biçimde kucaklaştılar. Aralarında Rumca birkaç dakika konuştuktan sonra Angelo İslam’a döndü.
-Sok tesekkür delikanlı. Kizimi bana getirdin. Hemen gidezek sen?
İslam, bu sözü ‘Artık kızımı getirdiğine göre gidebilirsin’ diye anlayıp yanıtladı.
-Evet gidecem. Hoşça gal.
Aleka telaşla seslendi.
-Geliyor ben, uğurlamak isin.
İlerideki erik ağacına kadar konuşmadan yürüdüler. İslam, sessizliği bozdu.
-Otuduğumuz yerin altındakı oyukda bi mekdup va, unu oku.
-Sen yazdi?
-Evet, sana yazdım.
-Okuyazak ben.
-Dediğimi unutma Aleka. Gelip seni alacam.
-İsteyezek baban önze.
İslam’ın aklına geldi, eline cebine atıp içinde ikona olan keseyi uzattı. Aleka, keseyi açtı, ikonanın karaltısını görünce saygıyla öpüp elini teşekkür mahiyetinde İslam’a uzattı.
İslam, kızın elini öpecekti ki, kızın babasından çekinip evden tarafa baktı. Angelo’yu göremeyince Aleka’yı kendine çekip uzun uzun öptü. Bir türlü doyamıyor, kanamıyordu. Birbirini okşarcasına saran eller ister istemez koptu birbirinden. Aleka, eve doğru giderken çökmeye yüz tutmuş karanlıkta dönüp dönüp öpücük gönderdi İslam’a.
Kaynak:
Süleyman Işık, “Kuvva”, Cinius Yayınları, 1. Baskı, Mayıs 2017