Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
İstanbul’un İşgali: 13 Kasım 1918-16 Mart 1920
I.Dünya Savaşı’nın Orta Doğu’daki sorunlara son vermesi beklenirken Batılı devletlerin mücadelesine sahne olmuştu. İngiltere I. Dünya Savaşı’nda Arap Yarımadası, Suriye ve Irak’ta savaşın bütün yükünü çektiği iddiası ile Güneydoğu Anadolu’yu işgal etmişti. Başbakan Lloyd George, İngiltere’nin Çukurova ve Güneydoğu Anadolu’yu işgalini, I. Dünya Savaşı’nda askerî başarılarının bir sonucu olarak görüyordu. Fransa ise bu bölge ile geçmişte tarihî bağları bulunduğu ve gizli Sykes Picot Antlaşması’nda Çukurova ve Güneydoğu Anadolu’nun kendilerine ayrıldığı gerekçesiyle bölgeyi işgal etmişti. Fransa, Osmanlı Devleti’nde karşı çıkılamayacak hakları olduğunu, tarihi antlaşmalara dayanan haklarının Suriye, Filistin, Lübnan ve Çukurova’yı içine aldığını belirtmekteydi. Bütün bunların yanı sıra her iki devlet bölgedeki işgallerine sebep olarak Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesini gösteriyordu.
Mondros Mütarekesi’nin 7. Maddesine dayanarak işgalleri başlatan İtilaf Devletleri işgal güçleri, Anadolu’yu rahat ele geçirebilmek için, Osmanlı Padişahını ve yönetimi kontrol altına almak istemiş, bu amaçla önce başkent İstanbul’u işgal etmişti. Emperyalistler, Mondros Ateşkes Antlaşmasından bir hafta sonra İstanbul’a ayak basmışlardı.
İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşması’na dayanarak, 6-12 Kasım 1918 tarihleri arasında Çanakkale Boğazı istihkâmlarına el koydular.
7 Kasım 1918’de dört İngiliz subayından oluşan bir heyet Basra torpidosuyla İstanbul’a gelmiştir. Bunları, bazı memurlar ve “ Yaşasın İtilaf’1 diye bağıran Ermeni ve Rumlar karşılamıştır. Hükümet de bu öncü işgalciler için Pera Palas ve Tokatlayan Otelleri’nde 80 oda kiralamıştır.
8 Kasım 1918’de de dört Fransız subayından oluşan bir heyet Arian adlı bir gemiyle Galata Rıhtımı’na çıkıp yaya olarak Beyoğlu’ndaki Fransız Elçiliği’ne gitmiştir. Bu subayları Beyoğlu sokaklarındaki geçişleri sırasında azınlıklar sevinç gösterileriyle selamlamışlardı:
“Arian’ın Galata Rıhtımı’na yanaşması ve gemiden çıkan dört Fransız subayının yaya olarak Beyoğlu’ndaki sefarete kadar gitmeleri, Galata’dan Beyoğlu’na kadar tüm sokakların binlerce İstanbullu Rum, Ermeni, Yahudi ve Lavantan ile bazı işbirlikçi Türklerce doldurulmasına, ‘Yaşasın Fransa! Yaşasın Hürriyet!’ diye bağrışmalarına ve alkış tutmalarına yol açmıştır. Fransız subaylarına çiçekler verilmiş, boyunlarına sarılıp ağlayanlar olmuş, ardlarında da korkunç bir kalabalık birikmiştir.”
İşgalcilere sempatik görünmek isteyen işbirlikçiler ve ayrılıkçı unsurlar Galata Rıhtımı, Tophane, Yüksek Kaldırım, Beyoğlu Caddesi ve yan sokakları İngiliz ve Fransız bayraklarıyla donatmışlardı.
10 Kasım 1918’de ise iki İngiliz, bir Fransız generali birlikte İstanbul’a gelmiştir. 12 Kasım 1918’de bir Fransız Tugayı İstanbul’a girmişti.
13 Kasım 1918’de 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan, 4 Yunan gemisi ve 6 denizaltıdan oluşan 61 parçalık İtilaf donanması Boğaz’a girerek İstanbul’u işgal etmiştir. 15 Kasım’da bu donanmadaki gemilerin sayısı 167’ye çıkmıştı.
Bu işgal donanmasından İstanbul’a 3500 kişilik bir kuvvet çıkarılmış ve şehrin değişik yerlerine konuşlandırılmıştır. Bu işgalci kuvvetin 1500 kadarı İngiliz, 540’ı Fransız, 470’i İtalyan ordusuna mensuptu. Bu 3500 kişilik kuvvetin, 1500’ü Rumeli Kavağı, Yenimahalle, Büyükdere’den Bebek’e kadar olan bölgeye yerleştirilirken, 2000’i Beyoğlu’na yerleştirilmiştir. İşgalci birliklerin kışla ve okullara (GS Lisesi, İngiliz Kız Okulu gibi okullar) yerleştirilmelerinden sonra, özel binalar da keyfi olarak işgal edilmeye başlanmıştı.
İşgal Kuvvetleri’nde İngiltere’yi Amiral Calthorpe (İngiliz Yüksek Komiseri) temsil edecekti. Yardımcıları, Koramiral Richard Webb (Yüksek Komiser Yardımcısı), T.B.Hohler (Birinci siyasi memur) ve Ryan’dır (İkinci siyasi memur). Fransa’yı Wisamiral Amet (Fransız Yüksek Komiseri) temsil edecekti. İtalya’yı ise Kont K. Sforza (İtalyan Yüksek Komseri) temsil edecekti.
13 Kasım 1918’de bir işgalci İngiliz taburu İstanbul’da gövde gösterisi niteliğinde bir yürüyüş yaptı. Aynı gün bir işgalci Fransız Kıtası da büyük gösterilerle karaya çıkıp Fransız Elçiliği’ne yürümüş ve işgalci Fransız askerleri limandaki 3 römorköre zorla Fransız bayrağı çekmişlerdi.
13 Kasım 1918’de İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan donanmalarından oluşan 61 parçalık bir işgal gücünün Çanakkale Boğazı’ndan elini kolunu sallayarak geçip İstanbul Boğazı’na girmesi Türk insanını derin bir yasa boğmuştu. Çünkü daha yaklaşık dört yıl önce Türk insanı, bu işgal donanması bu boğazlara girmesin diye Çanakkale Savaşı’nda varını yoğunu ortaya koymuş, 200.000’den fazla şehit vermiş ve düşman donanmasının Çanakkale Boğazı’nı geçmesine engel olmuştu. Ama şimdi, bu büyük direnişten sadece dört yıl sonra düşman donanması güle oynaya İstanbul’a geliyordu.
13 Kasım 1918’deki bu kahredici işgal şöyle tasvir ediliyordu:
“Günlerce Çanakkale ağzındaki mayınlı arazilerin temizlenmesini beklemiş olan İtilaf ortak donanmasının İstanbul ufuklarında dev bir armada olarak ve kara bir bulut gibi görünmesi, sonra tüm taretleri şehre çevrilmiş olarak istim üstünde limana demir atması ve gemilerin baştan başa bayrak ve flamalarla süslü olması, güvertelerinde durmadan çalan bandoları, rıhtımlara yığılmış İstanbul’un yerli ve azınlık işbirlikçilerini çılgına çevirdi. Aynı gösterinin çok daha ufak çaplısı, 10 Kasım’da İngiliz ve Fransız generalleri karaya çıkarken de yapılmıştı; ama bu defaki görünüş büsbütün korkunçtu. Sirkeci kıyıları, Galat Köprüsü ve Galata Rıhtımı, Tophane, Salıpazarı ve Dolmabahçe kıyıları on binlerce karşılayıcıyla doluydu. Kıyıdaki bütün binalar İngiliz, Fransız ve Yunan bayraklarıyla donatılmış, çiçeklerden tak-ı zaferler kurulmuştu. Rum ve Ermeni okullarıyla, Musevi okullarının üniformalarını giymiş başlarında öğretmenleri bulunan öğrencileri, çeşitli kilise ve havraların papazları, keşişleri, zangoçları, hahamları, rengârenk giyinmiş genç kadın ve kızlar İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan ulusal renkli eşarplarıyla kadınlar, donanmış gemileri ve bu gemilerde çalan bandolarla gösteri yapan yabancı askerleri ‘Hurra! Zito! Viva!’ nidaları ve alkışlarla karşılıyorlardı.
İstanbul’un Müslüman Türk halkım asıl yıkan ise her biri birer ejderhaya benzeyen dev zırhlılar, dretnotlar, kruvazörler üstünde sallanan İngiliz, Fransız, hatta İtalyan bayrakları değildi. Müslüman Türk halkını üzüntüden gözyaşlarına boğan Yunanlıların ünlü Averof Zırhlısının Yunan bayrağıydı… Kalplerde asıl korkuyu bu bayrak yaratıyordu…
Limanda, istim üstünde demir atan savaş gemileri kıyılarda kendilerini çılgınca alkışlayan işbirlikçilerin gösterileri arasında hemen karaya bahriye silahendazı, zırhlı araçlar, devriye birlikleri, toplar, makineli tüfekler çıkarmaya başladı.”
Şevket Süreyya Aydemir, o günkü manzarayı, “Bütün karşı sahiller, Rumların, Levantenlerin sarhoş çığlıkları ve palikarya naraları ile çınlıyordu” diye tasvir etmiştir.
Lord Kinross, o işgal günlerindeki İstanbul’u ve İstanbul’daki azınlıkların ve Müslüman Türklerin durumunu çok çarpıcı bir dille şöyle ifade etmiştir:
“Türkler evlerine kapanmış, kendi kendilerinin gölgesi gibi, ancak ekmek almak için dışarı çıkıyorlardı. Bazıları şehre girmiş olan İtilaf Devletleri kuvvetlerinin yanında iş bulabilmek için feslerini atarak Türk olmadıklarını bile ileri sürüyorlardı. Beri yandan Rumlar, sokaklarda caka satarak dolaşıyor ve rastladıkları Türkleri, itip kakarak duvar kenarına sürüyorlar, geleni, geçeni Yunan karargâhında dalgalanan mavi beyaz bayrağı selamlamaya zorluyorlardı. Türkler bu aşağılamaya boyun eğmemek için arka yollardan dolaşmak zorunda kalıyorlardı. Bir gün İstanbul sokaklarında panik yaratan bir söylenti duyuldu: ‘Ayasofya’ya çan takıyorlarmış!’ Bir Müslüman kalabalığı çığırından çıkmış bir halde Ayasofya’ya koştu. Ama Türk askerlerinin hâlâ avluda nöbet tutmakta olduğunu görünce rahat nefes aldılar.”
Beyoğlu’nda bir İngiliz taburu, İstanbul’da bir Fransız taburu, Boğaziçi’nde bir İngiliz tugayı ve bir Fransız tümeninin önemli bir bölümü bulunuyordu. İngilizler, İstanbul’da Kilyos’a kadar olan bölgeleri işgal etmişler, İşgal Kuvvetleri Karadeniz’den gelebilecek denizaltılara karşı Boğaz girişinin her iki yanına birer batarya yerleştirmişler; 3 İngiliz motoru da Boğaz ağzına konuşlanarak Boğazı gözetlemeye başlamıştı.
27 Kasım 1918’de İngiliz Generali Milne İstanbul’a gelerek, Haydarpaşa’dan Anadolu’ya uzanan demiryoluna el koymuştur.
8 Şubat 1919’da Fransız General d’Esperey’in İstanbul’a ikinci gelişinde yaşananlar işgalin çirkin yüzünü olanca açıklığıyla gözler önüne sermiştir. Şöyle ki: D’esperey, İstanbul’dan Beyoğlu’na doğru bir zafer alayı düzenlemiştir. Fatih’in İstanbul’u fethederken bindiği beyaz atı anımsatırcasına beyaz bir ata binen D’Esperey’e, atın her iki yanında yürüyen iki zenci eşlik etmişti. Kendisini karşılayan Osmanlı bandosunu atını ürküttüğü için kırbacını sallayarak ve “sus” diye bağırarak durdurmuş ve Dolmabahçe Sarayı’na oturmak istediğini belirterek Padişahın oradan uzaklaştırılmasını istemişti. D’esperey, küstahça tavırlarıyla Osmanlı sadrazamlarını ve Türk subaylarını bile aşağılamaktan çekinmemiştir.
Bu olay üzerine Süleyman Nazif, 9 Şubat 1919 tarihli Hadisat gazetesinde “Kara Bir Gün” başlıklı bir yazı kaleme almıştır. Bu yazıyı okuyan şımarık Fransız D’esperey, çılgına dönerek önce Süleyman Nazif’in “kurşuna dizilmesini” istemişse de sonra Malta’ya sürgün edilmesiyle yetinmiştir.
Süleyman Nazif’in “Kara Bir Gün” başlıklı yazısından bir bölüm:
“Fransız generalinin şehrimize gelişi münasebetiyle birtakım vatandaşlarımız tarafından icra olunan nümayiş Türk’ün ve İslamın kalbinde müebbeden kaynayacak bir ceriha açtı… Almanya orduları 1871 senesinde Paris’e dahil olarak büyük Napolyon’un neşide-i mütehacire-i muzafferiyatı olan ‘tak-ı zafer’ altından geçerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemiştir ve bizim dün sabah saat dokuzdan onbire kadar hissettiğimiz yeis ve azabı duymamıştır. Çünkü yalnız Hıristiyanlar değil, Yahudi Fransızlarla Cezayirli Müslümanlar o matemi millî karşısında aynı telehhüf ve hicap ile ağlamış ve kızarmışlardı…”
İşgal güçleri sadece sokaklarda gösterişli yürüyüşler yapmakla kalmamış, her fırsatta Müslüman Türkleri de aşağılamıştır. G. Jaeschke, bu gerçeği şöyle itiraf etmiştir: “Etrafa galip sıfatıyla meydan okundu. Türk örf ve adetlerine karşı saygısız davranıldı.” Bu yapılanlar karşısında halkın telaş ve şaşkınlığı hakkında Times muhabiri 16 Kasım 1918 tarihindeki haberinde, “Türk memur ve matbuatı tam bir şaşkınlık içindedir “ ifadelerine yer vermiştir.
İşgalcilerin İstanbul’daki çirkinlikleri dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Rasgele herhangi bir İtilaf subayı beğendiği yeri, evi zorla boşalttırıyor, eşyalarına el koyuyor ve buraya yerleşiyordu. İstanbul’da artık konut dokunulmazlığı, aile gizliliği diye bir şey kalmamıştı. İstanbul’a İtilaf donanmasıyla birlikte gelen Yunan savaş gemileri, Hıristiyanlar, özellikle de Rumlar arasında ayrıca taşkınlıklara yol açmıştı. Yunan bahriye askerlerinin İstanbul’da görülmesi, Beyoğlu sokaklarının Yunan bayraklarıyla donatılması, hemen tüm Rumların yakalarına önceden hazırlanmış rozetler, kokartlar takmalarına, gösteriler yapılmasına yol açmıştı. Her gün yüzlerce kayık, motor içinde Türkiyeli Rumlar büyük kafileler hâlinde Yunan savaş gemilerini ziyarete gidiyor, bu gemilere armağanlar, çiçekler yağdırıyorlardı. İstanbul sokaklarında, hele Galata ve Beyoğlu’nda yerli Rumların sevinci bir azgınlık hâlini almıştı.
O işgal günlerinde İstanbul’da bulunan ünlü romancımız Halide Edip (Adıvar)’ın “Türk’ün Ateşle İmtihanı” adlı kitabında anlattıkları da İngiliz emperyalizminin “çirkin yüzünü” olanca açıklığıyla gözler önüne sermektedir:
“Müttefik kuvvetlerin İstanbul’a gelişi ile bir kısım azınlıklar sokaklarda barış içinde yaşamaya alışmış olan Türk vatandaşlarına çok kötü muamele etmeye başladılar. Bir aralık etrafta dolaşan dedikoduların en kuvvetlisi Senegalli askerler hakkındaydı. Ortada dolaşan bir söylentiye göre sokakta Türk kadınlarım ısırıyorlar, Türk çocuklarım kesip akşam yemeği olarak yiyorlarmış. Tabii bu bir söylentiden ibaretti. Yalnız şu var ki Müttefik kuvvetleri küçük bahanelerle durmadan Türkleri tevkif ediyor, cezalara çarpıtıyor ve bazen de Müttefik merkezlerinde fena halde dövüyorlardı. Evler zorla sahiplerinin ellerinden alınıyor, içerdekiler dışarıya atılıyordu. Müttefik tercümanlarının umumiyetle azınlıklardan olması tabii onlara karşı çok kötü bir his uyandırıyordu. Bu durum bilhassa sakin yaşamaya alışmış olan İstanbulluları çileden çıkarıyordu. Fesler, kadın peçeleri yırtılıyor ve bütün bunlara karşı şehir halkı çok vakur ve sakin davranıyordu. Burada şunu da ilave etmek gerekir ki, Türkler her türlü haksızlığı, hatta fenalığı affedebilirler, fakat onurlarına dokunulduğu zaman mesele bütün bütün değişir. Türk basını Müttefiklerin sansürü altında olduğundan, bu olaylar gazetelerde pek az yer alıyor ve bu yüzden mübalağalı söylentiler ağızdan ağza dolaşıyordu… Bugünlerde Türklerin hiçbiri silah taşımamakla beraber, Hıristiyanların hepsine silah verilmişti. İşte bundan dolayı Fatih ve Aksaray gibi büyük bir kısmı yangından harabeye dönüşmüş yerlerde çok acı vakalar oluyordu.”
İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı başkenti İstanbul’a her bakımdan el koymuşlardı. Emperyalist devletlerin bazı faaliyetleri:
1.15 Kasım 1918’de Fransız Yüksek Komiseri Amiral Amet, Credit Lyonnise’nin kambiyo işlemlerini serbestçe yapmasını önleyen kısıtlamaların kaldırılmasını istemiştir,
2.16 Kasım: İngilizler Bahriye’den 4 otomobil istemişlerdir.
3.16 Kasım: Middlesex alayından 400 asker “Büyükelçilik Muhafız Kıtası” olarak karaya çıkmıştır.
4.16 Kasım: Fransızlar, Sirkeci’de Üsküdar vapur iskelesinden Saray kapısına kadar bütün rıhtımın, antrepo ve binalarının boşaltılmasını istemişlerdir.
5.17 Kasım: Bakırköy’deki Fransız Binbaşısı, hastane yapılmak üzere belediye binasının beş saat içinde boşaltılmasını istemiştir.
6.17 Kasım: Beyoğlu’nda Fransızlar, belediyeye başvurarak belirledikleri 7, 8 büyük binanın on beş saat içinde boşaltılarak kendilerine teslim edilmesini istemişlerdir. Ayrıca, Beyoğlu hastanesindeki levazıma ve emanet garajındaki benzinliklere el koymuşlardır.
7.Fransız komutanlarından Amiral Amet ve General Bunoust, Osmanlı yönetiminden İstanbul’da bulunan deniz kuvvetleri için hemen 120 bin ve Fransız ordularının aralık ayı masrafları için de aralık ayı bitmeden 200 bin lira verilmesini istemişlerdir. Osmanlı yönetimi bu istekleri derhal yerine getirmiştir.
8.İstanbul’da ceketlerini omuzlarında taşıyan ve arkası basık ayakkabı giyenler İngilizlerce para cezasına çarptırılmıştır.
9.İngilizler Anadolu’ya gönderdikleri kontrol subaylarının yakacak paraları ile ev kiralarını ve nakil sırasında harcadıkları bütün paraları Osmanlının ödemesini istemişlerdir.
10.Kasım 1918’de İngilizler, Harp Okulu binasının 72 saat içinde boşaltılarak kendilerine verilmesini istemişler ve Aralık 1918’de bu binayı hastane olarak kullanmaya başlamışlardır.
11.Şubat 1919’da İngilizler, Pendik ve Maltepe’deki Türk Talimgâhlarının boşaltılarak kendilerine verilmelerini istemişlerdir.
12.İngilizler, İstanbul’da zabıtayı ve sahil teşkilatını kontrol etmişlerdir.
13.İngilizler, istedikleri asker ve sivilleri görevden aldırarak, istedikleri kişileri istedikleri görevlere getirmişlerdir.
14.İngiliz Komutanı Allenby, 7 Şubat 1919’da gösterişli bir törenle İstanbul’a gelerek Anadolu’da İngiliz egemenliğini pekiştirmek için hazırladığı 12 maddelik istek listesini, “küstahça” ayağına kadar çağırdığı Osmanlı Dışişleri Bakanı’na yazdırmıştır.
1.Altıncı Kolordu Komutanı Ali İhsan Paşa görevden alınacaktır.
2.Altıncı Ordu’nun tüm silahları elinden alınarak top ve tüfekleri Allenby’ın göstereceği yerde İngilizlere teslim edilecektir.
3.Allenby emir verdiğinde halkın elindeki silahlar toplanacaktır.
4.Allenby’in bölgesinde ihtiyaç duymadığı Türk jandarmalarının silahları alınarak terhis edilecektir.
5.Allenby’in tutum ve davranışlarını hoş görmediği memurlar, emirlerine uyularak görevlerinden alınacaktır.
6.Durumun elverdiği ölçüde Ermeniler memleketlerine geri gönderilecektir. Bunların yetiştirilmeleri sağlanacak, arazileri ve öteki malları kendilerine geri verilecektir.
7.Gerek cinayet gerekse genel asayişi bozmakla suçlanan kişileri tutuklamak Allenby’in yetkileri içindedir.
8.Konya’nın doğusundaki bütün demiryolları İngilizlerin denetimi altında bulunacaktır.
9.Allenby’in bölgesindeki bütün telgraf ve telefon haberleşmesi İngilizlerin denetimi altında olacaktır.
10.Altıncı Ordu dağıtılacak ve erler haftada 300 kişilik kafileler şeklinde evlerine gönderilecektir.
11.Osmanlı memurları bütün kaçakları teslim edeceklerdir.
12.Allenby’in istediği yerleri işgal etmek hak ve özgürlüğüne sahip olduğu anlaşılmalıdır.
Fahrettin Altay Paşa’nın şu anısı, Allenby’in bu isteklerinin Osmanlı yöneticilerince nasıl yerine getirildiğini bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir:
“Mütareke, bütün ağırlığıyla kendisini duyuruyordu. Konya’da bir İngiliz subayı gelip demiryolunun yönetimini eline aldı. Bütün cephane ve silah depolarının kapısına kilit taktırdı. Silahların mekanizmalarını toplayıp bir sandığın içine doldurttu ve üzerine de işgalin mührünü bastı.”
İngilizler kısa sürede İstanbul’daki bütün önemli devlet kurumlarına el koymuşlar, Ermeni olaylarına karıştıkları iddiasıyla bütün “vatanseverleri” ve “İttihatçıları” tutuklatıp önce Bekirağa Zindanı’na sonra da Malta Adası’na sürgün ettirmişler, Sözde Ermeni Soykırımına karıştığı iddiasıyla Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’i tutuklatarak halkın gözleri önünde Beyazıt Meydan’ında idam ettirmişler, İstanbul’un üzerinde uçan İngiliz uçaklarıyla halka korku salmaya çalışmışlar, basın ve mektuplara sansür koymuşlar, hükümete istedikleri memurları görevden aldırıp istedikleri memurları görevlendirme yönünde baskı yapmışlar, Anadolu’ya kontrol subayları ve ajanları göndererek muhtemel direnişi önlemeye çalışmışlar, işgalci Yunan ordusunu maddi ve manevi bakımdan desteklemişler ve dahası yeri gelince İngiliz orduları Türk ordusuyla sıcak çatışmaya da girmişlerdir.
İngilizler, Osmanlı başkenti İstanbul’u iki kez işgal etmişlerdir. İstanbul’da Son Osmanlı Meclisi Mebusanı’nın açılması ve Misak-ı Millî’nin yayınlanmasının hemen ardından, 16 Mart 1920’de gerçekleştirilen ikinci İngiliz işgali, çok daha etkili ve çok daha yıkıcı olmuştur.
16 Mart 1920 Salı sabahı Fransız ve İtalyan Yüksek Komiserleri, Sadrazam (Başbakan) Salih Paşa’ya bir nota vererek saat 10’dan itibaren İstanbul’un işgal edilmeye başlanacağını belirtmişlerdi. Ancak işgale çok daha erken, sabahın ilk ışıklarıyla başlamışlardı. Notanın içeriğinde, Anadolu’da Hristiyanların katledildiği, İstanbul’da asayişin bozulduğu biçiminde gerekçeler ve Atatürk ile öteki millî liderlerin hemen reddedilmesi ve Kilikya’da benzer olayların sürmesi hâlinde barış şartlarının daha da sertleşeceği gibi “tehditler” vardı. Salih Paşa, gerekçeleri ve istekleri reddederek notayı protesto etmişti.
16 Mart 1920’deki işgal sırasında 50-60 kişilik bir İngiliz birliği, sabahın erken saatlerinde Şehzadebaşı Karakolu’na gelerek zorla içeri girip henüz yataklarında bulunan 61 Türk askerini öldürmüş, İmalat-ı Harbiye Muhafız Tabur Karargâhı ve Muhafız Birliği’nin ikamet ettiği kışla binası İngiliz deniz askerlerince kuşatılmış, kışlanın etrafına makineli tüfekler yerleştirilmiş, Bahriye Nezaret’i basılarak 5 dakika içinde boşaltılması istenmiş ve buradaki bütün silahlara el konmuş, telefon telleri kesilmiş, dosyalar karıştırılmış, Harbiye Nazırı’nın odasını basan İngilizler, Nazır’ın göğsüne silah dayamışlar, Beyoğlu, Beşiktaş, Şişli, Kasımpaşa, Kadıköy ve Üsküdar’daki caddeler İngilizlerce tutulmuş, gidiş geliş engellenmiş, Boğaz’daki vapur ve sandal trafiği engellenmiş, Ahırkapı İnşaat Fabrikası, Otomobil Taburu ve Müze-i Hümayun Fransızlarca işgal edilmiş, Süleymaniye Cami avlusundaki ve Ayasofya’daki Türk askerleri kuşatılarak makineli tüfek tehdidi altına alınmış, Harp Okulu’na ve İngiliz ve Fransız elçiliklerine makineli tüfekler Beyoğlu’na toplar yerleştirilmiş; özetle haberleşmeye el konmuş ve devlet daireleri denetim altına alınmıştı.
Şehrin denetimini tamamen ele geçiren İngilizler İstanbul’da sıkıyönetim ilan etmişlerdi. Halkın oylarıyla seçilmiş mebuslardan oluşan Meclis-i Mebusan’ı basıp 150’ye yakın asker ve sivil memurlarla içlerinde Rauf Bey’in de bulunduğu milletvekillerinin büyük bir bölümünü tutuklayıp Malta’ya sürgün etmişlerdir.
İngilizler, işgali protesto edip istifa eden Salih Paşa’nın yerine yeniden “işbirlikçi” Damat Ferit’e hükümeti kurdurmuşlardı.
Kaynaklar
İlhami Soysal, İşbirlikçiler,