Evet, “Şampiyon güzel insandır”, Şampiyon sanatçıdır. Şairdir, ozandır. Saz çalar, türkü söyler. O dev gibi görünen adamın yüreği kadife gibidir. O yürek yağmur yüklü bulutlar gibi sevgi yüklüdür. Bu sevgi, bağlamada, türkü söylemede, ağıt derlemede, Türk kültürüne olan bağlılığıyla dile gelmiştir. O bazen Toros Dağlarında kokan menekşe, Ceyhan’ın kenarına konmuş bir Yörük çadırı, bazen de Elif’in elindeki kirmendedir. Onda Karacaoğlan’ın kara sevdası, Dadaloğlu’nun yüreği vardır. Yürekteki nağmeleri söz olur düşer dillere. Çukurovalı ozanların sevdasını paylaşır. Şiir ustasıdır. Dörtlüklerin hasını ayak sesinden tanır. Öksüz Ali, Elbeylioğlu, Deliboran, Ferahi, Feymani, İmami, Karakılçık, Buruklu Kul Mustafa, Abdülvahap Kocaman gönül penceresine çentik açan kahramanlardır. Onun için hepsi ayrı renkte ve biçimdedir. Gizzik Duran, Molla Kerim, Kara Fatma hamasi dizelerinin ilham kaynağıdır. Bağlaması ise gönlünün yoldaşı, dertlerinin sırdaşı, ağacının yaprağı, Sis Dağı’nın toprağıdır. Konuşur onunla. Sevişir onunla… Dertleşir. Hele çok hoşuna giden havalara hiç dayanamaz. Heyecanlanır. Duygulanır of çeker. İmanının yalağına sağ eliyle vurarak duygusunun arşı alaya çıktığını ifade eder. Ofuna of katar. İşte o zaman şampiyon yoğun duygular içindededir. Bazen de bu duygu yoğunluğu ağlatır onu. Murt gibi dökülür gözyaşları. Göz pınarından siğim siğim dökülen yaşlar var oluşunun en güzel ifadesidir. Şampiyon işte o zaman gönül bahçesinin güllerini toplayarak sevgiyi bilmeyenlere, duymayanlara, hissetmeyenlere ikram eder tek tek. Sevgisiz yüreklerin sevgi selinde yunup arınmasını ister. Artık yüreği bir kuş gibidir.
Ondaki yürek bazen iğde dallarına konan bir serçe, bazen küren küren uçan
sığırcıktır. Bazen bal arısı olur püren püren dolaşır. Onda bir deli gönül vardır ki Düldül Dağı’nın tepesinde gezinir. Karacaoğlan’ın bir bozlağı olur. “Aman olda kara gözlüm aman ol / Güzeller içine gel de tamam ol / Ben ölürsem cenazeme imam ol / Kıl kara zülfüne kurban olduğum” diyerek Tilan Çayı’na, Sumbas’a dökülür. Ondaki yürek bazen alıcı kuş gibi havalanır. Bazen da eli kulağa atar gene Karacaoğlan’dan bir bozlak tutturur. “Bilmem hayal gibi bilmem düş gibi / Geldi geçti boran gibi kış gibi / Şahin cırnağına takmış kuş gibi / Yoluk yoluk yoldu dert beni” diyerek eşeğe yan binmiş Çukurören’den Kozan’a gider. Ondaki yürek bir tazının tavşan kovalamasında, alıcı kuşun pike yapmasında, atın dörtnala koşmasında kendini gösterir. Bu yürek sırtını verir sekiye, alır bağlamasını eline, vurur sazın teline:
Çiçek yüzlü elâ gözlü
Döndür de bak bize karşı
Hep küskün geçirdik yazı
Ne etmişim size karşı
Böyle üzgün üzgün bakma
Beni görüp kaşın yıkma
N’olur sende sertlik yapma
Ettiğimiz naza karşı
Gül yüzün doyası görsem
Her isteğin olsun dersem
İstiyorsan canım versem
Neden böyle söze karşı
İsmet’in gönlünün yarı
Terk mi edem bu diyarı
Gözün değer dünyaları
Bir gülüşün yüze karşı
Diyerek dolar yüreklere, dilden dile, telden tele. Der demesine ama hızını alamaz. Yerinde duramayan kişilere Çukurova’da “Gicimik mi” var derler. O da öyledir. Duramaz yerinde. Deli gönlü onu alır götürür Erciyes’in başına. Tepeden seyreder etrafı. Dadaloğlu gelir aklına. “Kalktı göç eyledi Afşar elleri / Ağır ağır giden eller bizimdir. Arap atlar yakınır eder ırağı / Yüce dağdan aşan yollar bizimdir” dizeleri bağdaş kurar oturur gönlüne. Oradan Dadaloğlu misali heykirir Çukurova’ya;
Efkârlıyım Çukurova şu anda
Garbi vurup kamışların eğmez mi?
Anavarza ağlar durur meydanda
Sumbas gelip eteğini dövmez mi?
der. Farsaklar’ın yurt tuttuğu koyaklar inler onun sesiyle. Erciyes’ten Kayseri’yi seyreder. Elbette seyrangâhta Seyran’i Baba gelir aklına. “Kekliğin kayada sektiği sekiş / Gülünen bülbülün ettiği çekiş / Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş / Kıyamete kadar sökülmez imiş” dizelerini hatırlar. Artık gönül turna gibi havalanmıştır. Konacak bir konalga arar. Döne döne Çukurova’da alır soluğu.
Bu sefer de Adana’ya seslenir. Adana onun için açları doyuran, fakirlerin babasıdır. Taşından toprağından bereket fışkırır. Adana’yı anlatırken de hayranlığını gizleyemez.
Eteklerin Akdeniz’e iniyor
Toros Dağları mı başın Adana
Nice bin yıl geçti devran dönüyor
Bilinmez kaç oldu yaşın Adana
Kozan’dan aşağı bir uzun yazı
Bucak Hamam Köyü Bekirce Gözü
Tilan’ın üstünde Karalar Özü
Acı poyraz eser kışın Adana
Gece ışır dağ başında ocaklar
Güneş doğar çöker sarı sıcaklar
Ovaların her tohumu kucaklar
Bereket toprağın taşın Adana
Şampiyon doğup büyüdüğü topraklara, memleketine, Adana’ya Çukurova’ya âşıktır. O bir Çukurova sevdalısıdır. Milli Güreşçi / Dünya şampiyonu olmasına rağmen, kibir gurur ve hırs onun kitabında yazmaz. (İranlı Tahti’yi dize getirmesindeki hırs hariç) Aslında o uzun yıllar memleketinden ayrı kalmasına rağmen köyünün tozlu yollarını, tarladaki çakırdikenlerini hiç unutmamıştır. Dünyayı dolaşmasına rağmen doğup büyüdüğü Kozan’ın Çukurören köyü bir başkadır onun için.
O, Çukurören köyünün susuzluktan şakır şakır yarılmış topraklarını hiç
unutmaz. Yağmur yemeyen toprak susuzluktan şakır şakır yarılır. El açar yalvarır Allah’a. Yandım Leyla su… Su. Su toprağın bülbülüdür. Toprakla su kucaklaştığında bülbül dile gelir. Toprak su oldukça varlığını korur birini beş yapar. Size yalan söylemez riyakâr değildir. Bir ekersin beş verir. Tüm yaratılanları yedirir içirir. Kâinatı bünyesinde barındıracak yeteneğe sahiptir. Onun için toprak üstüne methiyeler düzülmüştür. Bunların en ünlüleri de Âşık Veysel’in: ”Benim sadık yârim kara topraktır” dizeleriyle başlayan dörtlükleridir. Şakır şakır yarılan toprak yağmur bekler. Bir gün beş gün, nihayet toprak ananın dileği kabul olur. Yağmurla kucaklaşır. Yağmurla kucaklaşan toprak sevincinden kokuların en güzelini salgılar. Bu bir birleşme kokusudur. Burcu burcu kokar her taraf. Müthiş bir kokudur. Çok uzaklardan hissedilir. Bu koku anlatılmaz. Tarifi de mümkün değildir. Siz bu kokuyu bilir misiniz? Bu koku toprağın yağmurla buluşmasından sonra ortaya çıkan kokudur. İşte şampiyon o toprak kokusunu çok iyi bilir. Onda; o topraklarda doğup büyümenin, o kokuyla yaşmanın gururu vardır.
Şampiyon için türküler de böyledir. Yağmur yemiş toprak gibi kokar. Toprak yağmurla, türkülerimiz halkla kucaklaşır. Onun kucaklaşması halkın yüreğidir. Şampiyonun toprağa, türkülere, Çukurova’ya, Toros Dağları’na olan sevdası da buradan gelir. Sevdası: Toros Dağları’nı yorgan, Çukurova’yı döşek, yavşan kokusunu pudra, kekik kokusunu esans kabul etmesinden kaynaklanır. Türküler sevdasıdır onun. Çünkü türkülerde anasının ağıtı, babasının sırları gömülüdür. Ana kucağının sıcaklığı vardır onlarda. Sevdaların dumanı yükselir. Köyünün dağları şekillenir. Çayları çağlar. Kavuşamayanların arzusu siyim siyim gözyaşı olur türkülerde. “Yandı Çukurova yandı / Eli bazlı beyler indi” denildiğinde Toroslar’dan hışımla inen kar suları gelir aklına.
Çukurova’da toprağa bağlı olanlara “Boz yer toprağının adamı” derler.
Şampiyon da tıpkı böyledir. Öyle olmaktan da gurur duyar. İşte o duygularla alır bağlamasını eline vurur teline. Bu sefer de toprak kokan Halil Atılgan’a seslenir.
Önce:
Karaisalı dağlarından bir ozan
Belli Karacaoğlan soyundan gelir
Diller döktürmesi bağlamasına
Veysel Şatıroğlu huyundan gelir
Der. Der demesine amma… Hızını alamaz. Duyguları şaha kalkar. Şaha kalkan duygularını bir dörtlükle anlatamayacağını düşünür. Daha Toros Dağları, Karaisalı, Dede Korkut var. Onları da unutmamak gerekir diyerek kaldığı yerden devam eder.
Bağrından mı çıktın Toros Dağı’nın.
Dağlı yiğitlerden birisin belli
Adımların dığrak serinkanlısın
Karaisalı’nın erisin belli
Bülbül sesi bağlamayın telinde
Divan sazlar şakır durur elinde
Kopuzun ün almış Türkmen elinde
Senir havasının pirisin belli
Gide gide bir söğüde dayandım
Çığrak sesli bozlaklarla uyandım
Ben bu türkülere yandım ha yandım
Evliya meleksin perisin belli
Türkülerde süsledin mi söğüdü.
Dede Korttan mı aldın öğüdü
Bre Atılgan’ım Türkmen yiğidi
Dosta dost düşmanın şerisin belli.
Beş kıtada al sancağı taşıdım
Türkü sevmeyenin alnın kaşıdım
Sevenlere Kevser ekmek aş idim
Sende Atlı gibi irisin belli
Şampiyon şairdir, âşıktır, sevdalıdır, bağlama çalar, şiir yazar, derleme yapar, halk kültürünü, at ve at kültürünü çok iyi bilir, atıcıdır, avcıdır. Çukurova’da hangi dereden geçilir, hangi pınarın suyu içilir bilir. Şampiyon iyi insandır. Şampiyon Çukurova bozlaklarının delisidir. 1956 yılında Ankara Radyosunda Muzaffer Sarısözen’in Yurttan Sesler Korosunun canlı yayınında ilk defa bozlak okuyan bir halk müziği sevdalısıdır. Sakin mizaçlı, kimseyi incitmeyen, herkese iyilik yapan, yaptıklarından zevk alan, Yunus gibi yaratılanı yaratandan ötürü seven bir anlayışa sahiptir. Yalandan nefret eder, haksızlığa tahammülü yoktur. Olursa da hemen tepkisini gösterir.
Halk kültürünü çok iyi bilmesi sohbetlerine ayak açar. Bir konu anlatacaksa onunla ilgili güzel bir fıkra, ya da özdeyiş söyleyerek söze başlar. Tabir yerinde ise taşı gediğine koymasını çok iyi bilir. İşte o, böyle bir Şampiyon, böyle bir İsmet Atlı’dır. Onu anlamak için onu dinlemek gerekir. Onu anlamak için, Türkmen Kocası olduğunu bilmek gerekir. Onun sanatını anlamak için şiirlerini okumak gerekir. “Şampiyon güzel insandır. Varlığı ile dostlarını varlıklı kılar”. İşte O Şampiyon İsmet Atlı’dır. O dünya şampiyonudur. Katıldığı her şampiyonada şeref kürsüsüne çıkmış, Almanya’da, Japonya’da, İsveç’te, Avustralya’da, Mısır’da, İtalya’da Türk Bayrağının dalgalanması sağlamış fasılasız 14 yıl şeref kürsüsünde kalmasını bilmiştir. İstiklal Marşımızı dünyaya duyuran bir şampiyondur. İranlı Tahti’yi 1960 Roma Olimpiyatlarında ilk defa yenerek dünya şampiyonu olan, İran Devletine üç gün yas ilan ettiren Türk güreşçisidir. Dünya şampiyonu olup yurda döndüğünde üç gün Ankara sokaklarında omuzlarda gezen bir şampiyondur. Evet: İşte O Şampiyon İsmet Atlı’dır.
Ey devlet!… Ey millet!… Türkiye Cumhuriyetinin Reisicumhuru… Türkiye Cumhuriyetinin Meclis Başkanı… Başbakanı… Gençlik ve Spor Bakanı… Kültür Bakanı… Eyyy Adana Milletvekilleri… Eyyy Adana… Kozan, Çukurova, Adana Valisi, Adana İl Spor Müdürü… O şampiyon öldü biliyor musunuz? Evet öldü… İsmet Atlı öldü… Duydunuz mu? Sessiz sedasız Dünya Devi göçtü gitti bu dünyadan. İranlı Tahti’yi yıkan koca Türk maalesef ölümle yıkıldı.
Onu ben çok iyi tanırım. O, ölüme yıkıldığına üzülmez. Hem de hiç üzülmez. Devletinin ve milletinin ona sahip çıkmayışına üzülür. Esas onu işte bu yıkar. Sırtı yere gelmeyen adamın sırtını yere getirir. Un ufak eder. Perişan eder. O gerçekten yıkıldı.
Ülkesinin bayrağını dünyada 14 defa şeref kürsüsünden dalgalandıran İsmet Atlı’yı onun varlığından haberdar olmayan yetkililer yıktılar. Ne acıdır ki… Küçük Pamir için ayağa kalkan Türkiye Dünya Şampiyonu İsmet Atlı’nın ölümünden bile haberdar olmadı. Müslüm Gürses için devlet töreni düzenleyen, hastane borçlarının silinmesini sağlayan, Neşen Ertaş ve Zeki Müren için devlet töreni düzenleyen yetkililer nerede. Spor Bakanı nerede… Ben ne küçük Pamir için gösterilen feryat ve figanın, ne de Neşet Ertaş, Müslüm Gürses ve Zeki Müren için yapılan devlet töreninin karşısında değilim. Olamam da. Üstelik beni de mutlu eder. Ancak beni mutlu etmeyen yetkililerin duyarsızlığıdır. Onlara gösterilen sadakatin İsmet Atlı’ya gösterilmeyişidir. Günde saatlerce magazin programlarıyla meşgul olan, kuyuya düşen kedinin haberini yapan televizyon kanallarının duyarsızlığıdır. TRT’dir…
Nedir Yarabbi bu duyarsızlık. Koca Şampiyonun ölümü kuyuya düşen kediden daha mı önemsiz. Vay benim ülkem vay… İçim yanıyor. Kahroluyorum. Şampiyonun kardeşinin cenaze namazı öncesi gazetecilere yaptığı açıklama haykırışımı arşı alaya çıkarıyor. Açıklamasında Hüseyin Atlı: “Memleketimizde ağabeyim ile kimse ilgilenmedi. Sırtı, her yeri, yara bere içinde kaldı. Gücüm yetmedi, kaldıramadım çoğu zaman. Üzülüyorum, kimsesizler yurdunda kalmış gibi hastanede yattı. Kozan Devlet Hastanesi personeli elinden geleni yaptı, teşekkür ediyoruz. Bu şekilde ölümüne üzülüyorum. Ağabeyimin bakımsız gariban bir şekilde ölümü beni yıktı, bileni de yıkıyor. Bu memleketin bayrağını dalgalandıran bu insanın bu şekilde sahipsiz kalmaması gerekirdi diye düşünüyorum” diyerek Türkiye’ye sesleniyor. Evet… Ben de öyle düşünüyorum sevgili Hüseyin Atlı. Hem de ölümüne öyle düşünüyorum.
Evettt… Koca pehlivan İsmet Atlı. Dev Adam. İran’a üç gün yas ilan ettirmene rağmen. Koca Türkiye senin öldüğünden, günlerce hastanede yattığından haberdar olmadı. Hala da haberleri yok. Vah! Vah! zavallılar. Neşet Ertaş’ın cenazesini paylaşamayan zavallılar, tabutuyun Türk Bayrağına sarılmadığından dahi haberleri olmadı. Kılları kıpırdamadı. Düşünmediler… İsmet Atlı gibilerini her ana doğuramaz diyemediler.
Ne acı… Ama üzülme… Hadise ne olursa olsun sen bizim gönlümüzün şampiyonusun. Milli güreşçisin. Güreşin devisin. Çukurören’in, Kozan’ın Çukurova’nın, Adana’nın, Türkiye’nin milli kahramanısın. Seni sevenler üç gün değil, beş gün değil ilelebet yasını tutacaktır. Sen rahat ol… Bin rahmet olsun sana koca şampiyon… Herkes ettiğinden utansın… Bin defa utansın. Yüz bin defa utansın…