Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
TRT BELGESEL Kanalı için yaptığımız 5 bölümlük UZAKTAKİ DOSTLAR ve 8 bölümlük İZLER adlı programlardan, kâğıda dökmediğimiz konular arasında İtalya da vardı.
Çok ilginç konuların yer aldığı İtalya çalışmamızı, çeşitli kaynaklardan yararlanarak sizlere sunuyorum.
Akdeniz’in incisi olarak anılan İtalya, başlangıçta Pisa, Genevo ve Venedik devletleriyle sınırlıydı. O devletler ile Osmanlılar arasında sık sık barış ve savaş dönemleri yaşandı.
Endülüs Emevi Devleti, İspanya’da 800 yıl hüküm sürerken, İtalya’daki halklar da tam 250 yıl Müslüman boyunduruğunda yaşadı.
İtalya ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir dostluk çerçevesinde yaşandı. İtalya’yı, araştırıcı gözler ile gezdiğiniz takdirde, ilginizi çekecek güzel konularla karşılaşabilirsiniz.
İşte bu konulardan biri de Anadolulu, Türkiyeli veya Türk denilebilecek olan Etrükslerdir.
İtalya’da yaşamış olan Etrüskler’in Türk kökenli olup olmadığı tartışmaları hala bir sonuca bağlanamadı. Romalılardan önce yaşamış olan Etrüskler’in, Anadolu’nun batısından, yani Ege’den buraya göç ettikleri iddia ediliyor. Bazı tarihçiler, Türkler’in Orta Asya’dan geldiklerini öne sürerek, Anadolu’dan göçe zorlanan halkın da Türkiyeli olduğunu ve İtalya’ya gelenlerin de Etrüskler’i oluşturduğunu iddia ediyorlar.
Tarihçiler, son yıllarda yapılan DNA testlerinde, Etrüskler ile Ege’deki bölge insanlarının DNA’larının aynı olduğunu belirtiyorlar.
Torino Üniversitesi tarafından yaptırılan bir DNA testi araştırmasında, ETRÜSKLER ile Ege bölgesi insanlarının DNA’larında bir uyuşma olduğu ortaya çıktı.
Romalılar’ı yaratan ETRÜSKLER’in Türkiye kökenli olup olmadıkları tartışmaları hâlâ kesin bir sonuca bağlanmadı ama, bizim yaptığımız müzeler ve mezarlıklar ziyaretlerimizde, ETRÜSKLER’in Anadolu insanıyla çok benzeştiği kanaatine vardık. Belgeleri de görüntüledik. Bu da Etrüsklerin Lidyalılarla akraba olduğu tezini güçlendiriyor.
Etrüsklerin yaşadığı ve Etruria adı verilen bölge, Orta İtalya’da kuzeyden güneye 250 km., Doğudan batıya da 150 km. boyutta bir yerdi.
İtalya’da Romalılardan önce yaşamış bir kavim.
Romalılar bunlara Etrüskler veya Tuskiler derken, onlar kendilerine Rasena (Asena) derlerdi. İtalya Yarımadasına göç ederek Arno ve Tiberis ırmakları arasında yerleşmişlerdi.
M.Ö. 3’üncü yüzyılda, Romalıların üstünlük kurmasıyla târihe karışan Etrüsklerin, İtalya’ya kara yoluyla kuzeyden, deniz yoluyla doğudan geldikleri târihçiler tarafından kabul edilmektedir. Son araştırmalar Etrüsklerin Anadolu’dan gittikleri tezini kuvvetlendirmektedir.
Etrüsklere ait heykellerde dikkate değer bir şekilde Asyalılara benzer bir yüz yapısı var. Giydikleri kıyafetler de Orta Asyalı göçebe kavimlerinin giydiklerine oldukça benziyor. Dilde de benzerlikler olduğu iddia ediliyor.
Etrüsk dili, Orta İtalya’da konuşulurdu. Sağdan sola, soldan sağa yazılan Etrüsk yazısı, büyük bir karmaşıklık ifâde eder. Okununca hemen anlaşılmaz. Anlaşılabilmesi için çeşitli metodların kullanılması gerekir. Hint-Avrupa dilleriyle teması olmasına rağmen, bu dil grubundan sayılmaz. Etrüsk dili yapı ve menşe bakımından aydınlatılmış değildir.
Metinlerde ve arkeolojik eserlerde, Etrüsklerin maddî hayâtı, şehir medeniyetinin zenginliği ile kendini gösterir. Kazılar sonucu mezarlardaki mücevher ve freskler, Etrüsklerin lükse düşkünlüğünü ve hayâta olan bağlılıklarını göstermektedir. Bunda dinlerinin de tesiri vardır. Yunanlılarda ve Romalılarda da görülen puta tapıcılık ve çok tanrıcılık, Etrüsklerde de görülür. İsimlerinde de benzerlik vardır. Apulu-Apollo, Artumes-Artemis, Tinia-Zeus, Maris-Mars tanrılarının isimleridir.
Etrüsklerin Anadolu’dan göçtükleri tezini savunanların gösterdikleri en önemli kanıt, Lemnos (Limni) mezar stelidir.
1885 yılında Limni adasında, Kaminia köyünde bulunan bir mezar steli bir anda dikkatleri bu teoriye çekmiştir. Stelin üzerinde bir savaşçı resmi ile, Etrüsk yazısına çok benzeyen bir yazı bulunuyordu. Bu stel MÖ yedinci yüzyıla tarihleniyordu ve adanın Atina’lılar tarafından MÖ 510 senesindeki zaptından çok önce idi.
Bunun dışında Etrüskler’in ölü gömme adetleri (Örneğin ahşap odalar), toplumsal hayatları (Örneğin kadına verdikleri önem) ve sanatları Anadolu’daki başka toplulukları hatırlatmaktadır.
Etrüskler, demircilikte çok ileri idiler. Altın ve bronz işlemekte gâyet usta olup, seramik işleri de yaparlardı. İki tekerlekli yarış arabalarını İtalya’ya bunlar getirdi. Etrüsk eserleri bakımından en zengin müzeler, Floransa, Romanya,Tarquinia’dır.
Marzobotto, Perusia, Volaterrae ve Roma, Etrüsk güzel sanatlarının önemli örnekleri bulunan şehirlerdir. Şehircilik ve mîmâride göstermiş oldukları rolü buralarda görülebilir. Ölümden sonraki hayâta inanan Etrüskler ölülerini ev şeklinde yaptıkları içi süslü mezarlara gömerlerdi.
Leonardo Da Vinci, İstanbul’da bir köprü yapımı için Sultan ikinci Beyazı’ta bir mektup göndermişti. Dünya’nın en büyük ve güzel köprüsünü inşa etmek için gönderilen mektuba cevap gelmez.
O mektup, 1952 yılında fark edilir. Dünya sanat ve bilim çevrelerinde büyük ilgiyle karşılanır. Köprü, 2001′de, Norveç’te üstgeçit olarak inşa edilir. Küresel ısınmaya dikkat çekmek için önce Antarktika’da buzdan bir maketi yapılır. Yine buzdan yapılan bir başka maketi, 1 Ocak 2008′de New York’taki BM binası önünde sergilenmeye başlanır.
Da Vinci yazdığı mektupta, Osmanlı Sarayı’na bir yel değirmeni, bir su boşaltma pompası, İstanbul boğazı için bir asma köprü ve Haliç için tasarlanmış kemerli bir taş köprü yapmak için teklifte bulunmuştu.
İtalyan ressam Leonardo Da Vinci’nin 1502’de Haliç için tasarladığı köprünün 500 yıl sonra yapımı birçok kez gündeme geldi. Sultan II. Beyazıt’ın talebiyle köprü projesi için çalışmaya başlayan Da Vinci’nin yaptığı çizimlere göre, tek açıklıklı 240 metre uzunluğundaki köprünün, 24 metre genişliğinde olması planlanıyordu. Ancak, dönemin mimarları, o günün teknolojiyle bu köprünün yapılamayacağını Sultan’a bildirince proje hayata geçmedi.
Eyüp-Sütlüce arasında yapılması planlanan köprü, İstanbul’un ‘2010 Avrupa Kültür Başkenti’ ilan edildiği sırada da tartışıldı Çırağan Sarayı’nın restorasyonunu yapan mimar Bülent Güngör de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne Bağlı Kültür A.Ş.’nin eski genel müdürü Cengiz Özdemir’in önerisiyle köprünün projesini hazırladıklarını açıklamıştı.
Leonardo Da Vinci’nin dönemin Sultan’ı II. Beyazıt’a yazdığı mektup:
Da Vinci bu mektupla, Beyazıt’a mimar ve mühendis olarak iş başvurusunda bulunmuştu.
İtalya’daki ilginç çalışmalarımızdan biri de Cem Sultan’ın hayata veda ettiği yerdeki çalışma oldu. Fatih Sultan Mehmet’in, Sultanlık yarışında çatışan iki oğlundan biri olan Cem Sultan’ın, Fransa’da 5 yıl tutuklu kaldığı şatoyu daha önce görüntülemiş, görsel ve yazılı olarak sizlere sunmuştum.
Bkz. Cem Sultan’ın hazin hikayesi ve Fransa’da 5 yıl kaldığı şato
Önce Rodos, sonra Vatikan, daha sonra Fransa’ya adeta sürülen Cem Sultan’ın masrafları, kardeşi Beyazıt tarafından bolca karşılanıyordu. Bu nedenle her ülke Cem Sultan’ı almak için yarışıyordu. Roma yeniden ağır bastı ve Cem Sultan’ı yeniden Vatikan’a getirdi.
Cem Sultan Roma’ya getirildikten sonra bu kez Napoli’ye gönderildi.
Bu kez, Cem Sultan’ın Napoli’de kaldığı sarayı bulduk.
Cem Sultan burada, etkisini geç gösteren bir madde ile zehirlenmişti. Zehirli maddeyi aldıktan 3 gün sonra burada atına binerken düşen Cem Sultan hayata veda etmişti.
Böylece de Cem Sultan’ın çok hazin yaşam öyküsü burada sona ermişti.
İtalya’da işlediğimiz bir başka konu, adına Türk denen bir mağara oldu.
Roma’dan Napoli’ye sahil yolundan giderseniz, GAETA kasabasında karşınıza ‘GROTTA LES TURCO’ yazılı bir tabela çıkar.
Pek çok Türk’ün bilmediği bu mağaranın öyküsünü rehberimiz Erhan Sarıkaya anlattı.
“Grotta del Turco” yani Türk Mağarası. Fatih döneminde İtalya’ya akınlar başladığı zamanlar, Napoli halkı Türk istilalarıdan korunmak için saklandıkları mağaraya ‘Türk’ adını vermiştir. Ve yüzyıllar önceki Atilla korkusunu hâlen üzerlerinden atamamış olacaklar ki, Osmanlıyı “Figli di Attila” yani ‘Atillanın çocukları’ diye anmaya başlamışlardı.
İtalya’daki Türk mağarasını görmek isteyenler için biraz da rehberlik yapalım.
Gaeta, Türk Mağarası seyahati için ideal. Bölgede gezilecek yerleri görerek ve gizli saklı köşeleri keşfederek gününüzü en güzel şekilde geçirebilirsiniz. Seyahatinizde gezilecek yerleri ve yapılacak şeyleri bilmek istiyorsanız, Serapo Plajı ve Ariana Plajı beklentilerinizi karşılayacak.
Türk Mağarası Yakınında Görülecek Yerler Şeyler
Türk Mağarası Yakınında Yapılabilecek Şeyler
Yeni Papa I. Franciscus, Otranto’da 15’inci yüzyılda Türklere karşı savaşmış 800’den fazla İtalyanı, ‘aziz’ ilan etti. Olayın gazetelere yansımasıyla Türk kamuoyu haberi, garip bir sessizlikle öğrendi. Aradan 533 yıl geçtikten sonra Otranto ve azizleri nereden çıkmıştı? Otranto neydi? Orada neler olmuştu? Yüzyıllar önce yaşamış insanlar, durup dururken neden aziz yapılmıştı? Yeni Papa’nın neden Otranto konusunu hatırlamış veya hatırlatmak istemişti? Otranto acaba neyin simgesidir ve ne ifade etmektedir?
Papa’nın bu kararının bir rastlantı olmayıp, bir amaç çerçevesinde alındığı, bir mesaj verilmek istendiği tahmin edilebilir. Olayın arka planında, büyük Fatih döneminde gerçekleştirilen bir deniz seferi yatmaktadır. Lâkin Otranto, bir askeri karşılaşmanın çok ötesinde bir anlam taşıyor olmalıdır ki Papalık yüzyıllar sonra anımsamak gereğini duymuştur.
Otranto seferi için Akdeniz’de, 15 ve 16’ncı yüzyılda, Türklerle Venedikliler arasında oynanan büyük stratejik oyunun ayrılmaz bir parçasıdır demek mümkündür. 1470 yılında, yani Fatih döneminde, Eğriboz alınmıştır.
Burası önemli bir üstür ve Venedik’in Akdeniz’deki çıkarlarına karşı ciddi bir darbe olarak görülmektedir. Venediklilerin buna yanıtı, Kıbrıs üzerindeki egemenliklerini pekiştirmek ve tahkim etmek olmuştur. Otranto seferi de, stratejik bağlamda, Fatih’in riskli, lâkin cesur ve kapsamlı bir karşı hamlesidir.
Otranto, İtalya çizmesinin altında, o zamanki Napoli Krallığına ait dilimizde Apolya veya Pulya’da denilen- Puglia bölgesinde yer almaktadır.
Üstelik, Türklerin, Akdeniz’de, belki de bu çapta gerçekleştirdiği ilk çıkarma harekâtı denemesidir. Sefer, Akdeniz’deki deniz savaşları, deniz üstünlükleri ve yayılma stratejisi bakımından, tam anlamıyla bir stratejik meydan okumadır. Arkasında geniş bir hayal gücü, yüksek bir cesaret, üstün bir kurmay yeteneği gizlidir.
1480 yılında, Fatih’in emriyle başlayan sefer, ünlü Gedik Ahmet Paşa komutasında yürütülmüştür. Hem bir deniz, hem de bir kara üssü niteliğindeki Otranto’ya denizden ulaşmaya çalışmak, o dönemin Türk yayılma stratejisi açısından doğru karardır. Çünkü İtalya’nın kuzeyinden, kara yoluyla oraya ulaşmak, bol engelli, engebeli ve pahalı bir hedeftir.
Yani, oraya bir çıkarma harekâtı yapılmasıdır. Fatih Sultan Mehmet ve yetenekli komutanı Gedik Ahmet Paşa’nın, başarıyla uyguladıkları plan tam da budur. Gedik Ahmet Paşa, 1480 temmuzunda, 132 gemiye bindirilmiş, 18.000 kişi olduğu tahmin edilen bir kara kuvvetiyle harekete geçer. Çıkarma yapılır. Ardından, on beş gün içerisinde Otranto ele geçirilir.
1481 yılında Fatih’in ölümüyle, Şehzade Cem, ağabeyi 2.Bayezid’e karşı ayaklanmış; o yüzden İstanbul’daki siyasal irade felç olmuştur. İktidar mücadelesi içerisindeki 2.Bayezid, Gedik Ahmet Paşa’yı yanına çağırmak zorunda kalmıştır. Komutansız kalan, denizden hiçbir destek alamayan Otranto’daki kuvvetler yenilmiş ve dağılmıştır. Sonuçta Türkler Otranto’da ancak on beş ay kadar dayanabilmiştir. Bu kadar kısa süren ve Türkler açısından yenilgiyle sonuçlanan bir olay, Papalık tarafından, neden 533 yıl sonra gündeme alınmaktadır?
Otrantolu azizlerin kilit sorusu işte budur.
Otranto bir simgedir. Papalık açısından onu asıl unutulmaz kılan savaşın kendisi değil, oylumu ve tarihsel boyutudur. Daha doğrusu Papalık açısından temsil ettiği tehlikedir.
Roma’nın, hiç beklenmedik bir noktadan tehdit altına girmesi; İtalya’nın ve Batı Akdeniz’in Türk egemenliği altına girmesi riski, Papalık bilinci açısından asla unutulmaması ve tekrarlanmaması gereken bir husus olarak, Otranto azizleri olayıyla gündeme getirilmektedir.
Otranto projesinin kalıcı olması halinde, Akdeniz’in ve Avrupa’nın bütün stratejik, demografik ve kültürel dengeleri değişecektir. Tıpkı İstanbul’un fethinde olduğu gibi, tarih başka bir derin mecrada akacaktır.
Eğer Otranto üzerinden Roma, orta İtalya ve muhtemelen kuzey İtalya, Türkler tarafından ele geçirilmiş olsa idi, Akdeniz ve Avrupa tarihinde derin bir kırılma yaratacağını söylemek yanlış bir tespit olmayacaktır.
Başarılı olması halinde, Otranto projesi, “pax-romana” gibi, belki Akdeniz’in bütününü kapsayan bir çeşit “pax-turcica” yaratacaktır.
Endülüs, Avrupa ve Türkiye’nin dinamikleri köklü değişikliklere uğrayacaktır. Endülüs uygarlığı büyük bir olasılıkla yok edilemeyecektir. Doğu ve Batı Roma herhalde aynı yönetim altında yeniden birleşecektir. Katolik ve Ortodoks Kiliseleri, doğu ve batı Hıristiyanlarıyla Müslümanlar aynı imparatorlukta birlikte yaşayacaktır.
Bunu da ötesinde, zenginlik ve jeopolitik güçler dengesi, büyük bir olasılıkla Akdeniz’de kalacak, bu deniz Türkler, İtalyanlar, Araplar, Güney Slavlar, Yahudiler ve diğerlerinin ortak ticari alanı olmaya devam edecektir.
Bu şimdi tasavvur edilmesi mümkün olmayan, farklı bir Akdeniz imgesidir. Aynı senaryonun devamı da farklı bir Avrupa ve farklı bir “Avrupa Birliği” kompozisyonudur. İşte Otranto’yu Papalık için unutulmaz kılan, 533 yıl sonra bile ürküten, telaşa sürükleyen de budur. Farklı bir Akdeniz ve farklı bir Avrupa ihtimalinin düşleri işgal etmesi.
Tabii ki gerçek başkadır. Ama, Otranto azizlerinin icat edilmesinin arkasında tam da bu senaryo yatmaktadır. I.Franciscus ile birlikte Papalık, bu senaryoyu kötümserlik ve endişeyle okumaktadır.
Böyle bir okuyuşun şimdi gündeme gelmesi pek hayra alamet değildir. Umalım ki, krizlerle boğuşan Avrupa’da, “Otranto Azizleri” yeni bir “ortak düşman” simgesine yol açmasın. Çünkü Avrupa’da, “Türk karşıtı” yeni ırkçı bir söylemden çok, istikrar ve işbirliğine ihtiyaç vardır..