Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Alsancak Garı ile Melez Çayı arasında kalan alana Darağacı (Darağaç) veya ahşap teknelerin su almaması için bir anlamda ziftlenerek yalıtılması olan kalafatdan gelen kalafat mevkii adı verilirdi.
(Fotoğraf Şükrü Över’den alınmıştır)
Yaşar Ürük, 08 Mart 2022 tarihli Yenigün Gazetesi’ndeki köşe yazısında, “Ancak açıkça bellidir ki bu semt, adını insanların idam edildiği üçayaklı sehpadan değil, teknelerin çekildiği bir tür şahmerdan ya da kızağın adı olan darağacından alır.” demektedir.
İzmir’in Konak ilçesine bağlı Umurbey Mahallesi’nin sınırlarında kalan mevkiinin semtteki ana caddesinin adının Cumhuriyet döneminde Şehitler olarak değiştirilmesi oranın aslen Darağacı olduğunu unutturmuştur.
Öyle ki, uzun yıllardır İzmir’de yaşayan bazı kişilerin bile “Darağacı” adını hiç duymadıklarını ve dolayısıyla neresi olduğunu bilmediklerine tanık oldum.
Alsancak Garı Civarı:
1880’lerin hemen başlarında hizmete giren İzmir Rıhtımı, İzmir’in dünya iktisadi yapısındaki yerini perçinlemiştir. Bu da İzmir’in geleneksel çarşılarını etkilemiş, kentteki yaşamı olduğu gibi değiştirmiştir.
Bunu İzmir liman trafiğini izleyerek görmek mümkündür. 1883’de İzmir Limanı’na giren buharlı gemi sayısı 710’a, 1886’da 1299’a, 1899’da 1385’e çıkmıştır. (Ege Bölgesi Sanayi Odası- Geçmiş-Gelecek. EBSO Kurumsal Tarih Kitabı, Sh.35)
Tabii İzmir’de gelişmeye başlayan sanayiinin mekanı da rıhtıma göre konumlanmıştır. 1857’de temeli atılan Aydın Demiryolu merkez garının yeri Punta- Alsancak olunca (Ki, daha önce merkez gar Kemer semti idi) İzmir’in sanayi bölgesi de rıhtımla gar çevresindeki arazi bölgesi üzerinde belirginleşmiştir. Artık Kemeraltı Hanlar Bölgesi uluslararası ticaretin merkezi olma konumunu yavaş yavaş yitirmiştir.
Alsancak çevresi, özellikle Darağacı (Şehitler) Caddesi birbiri ardına açılan fabrikalara mesken olmuştur. Un, buz, yağ, içki fabrikaları, iplik dokuma imalathaneleri, demirhaneler, yüzyılın sonuna kadar bölgeyi doldurmuştur. (a.g.e.sah.35).
Darağacı ve Halkapınar özellikle zeytinyağı fabrikalarının ve diğer sanayi tesislerinin önemli mekânı olurken bazı tesisler de Karataş’ı tercih etmişlerdir. Zira 1864 yılında kurulan zeytinyağı fabrikası Karataş Körfezi’nin hemen kıyısında idi ve etrafında bir yerleşim yeri de bulunmamaktaydı (a.g.e. s.69).
1800’lü yıllarda Alsancak Garı ve tesisleri, denizden itibaren iç kısımlara doğru uzanması nedeniyle İzmir’in bu yöndeki gelişmesine sanki bir set gibi karşı durmaktaydı. Bununla beraber Bornova istikametine giden yol, ray hatlarının üstünden geçerek devam ederdi. Bu yol gar tesislerinin hemen arkasında iki geniş alanla karşılaşırdı. Bunlardan biri Panoinik Stad ve içinde St. Michelle adına yapılmış şapeli ile Rum Mezarlığı’ydı. Bu kullanışlar dışında gar ile Melez Çayı arasında kalan alana Darağacı veya kalafat mevkii adı verilirdi. Belli başlı iki tür kullanım bu alanda yer alıyordu. İlki çeşitli türden sanayi kuruluşları ve geniş depolar, diğeri ise bu tesislerde çalışan işçilerin oturdukları meskenler. Bu meskenlerde çoğunlukla Rumlar oturmaktaydı. Bunlar 19. yüzyılın ikinci yarısında göçmen olarak çalışma amacıyla İzmir’e, adalardan gelen kişilerdi. Dar sokaklı ve özensiz yapılmış olan küçük ve genellikle tek katlı evlerde otururlardı. Buraları her ne kadar belirli bir düzen içinde imara açılmış ise de, yaşam kalitesizliği yüzünden bakımsız alanlardı. Evlerin bulunduğu alan günümüzde de aynı özelliğini sürdürmektedir.
Darağacı’ndaki kuruluşlardan en önemlisi benim de çalışma hayatımın en güzel ve verimli yılarımı geçirdiğim 1915 yılında Emperyalizme karşı kurulan, Alsancak Garı ve Limanının hemen bitişiğindeki TARİŞ Genel Müdürlüğüdür.
Tariş Genel Müdürlüğü İncir, Üzüm, Pamuk ve Yağlı Tohumlar ve Zeyin ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatiflerinin merkezi İzmir’de olan, bir kooperatif üst birliğidir. Türkiye’nin en büyük üretici kooperatifi olan üretim tesisleri ile birlikte Ege bölgesinde oldukça yaygın ve tanınan bir kuruluştur.
Darağacı semtinde birçok işletmesi ve depoları bulunmaktaydı.
Ancak, 4572 sayılı Yasa’nın 2000 yılında yürürlüğe girmesinin ardından dağılmış, parçalanmış, tasfiye sürecine girmiş ve bu semtte bulunan tüm binaları fotoğrafı görülen genel müdürlük binası dahil satılmış ve bu semtteki bütün binalarının hemen hemen tümü yıkılmıştır.
Aynı yerdeki sanayi kuruluşları da İzmir’in sanayi alanındaki etkinliğinin anahtarı durumundaydı. Yörede her türden kuruluşu görmemiz mümkündü. Athanassoulu Kardeşler sigara, okul ve ticari defter kâğıdı fabrikası (1860), Haci Andoni buharlı değirmeni, Bastardi bıçkı atölyesi, Cousiney fabrikaları bunlar arasındadır. 1860 yılında bir İngiliz şirketi tarafından 1890 yılına kadar alınan imtiyaz ile Havagazı Fabrikası bu alanda kurulmaya başlanmıştı. 1864 yılında ise İzmir, bu üretim merkezinden dağıtılan gaz ile aydınlanmaya başlanacaktı. Elektrikli aydınlanma sistemleri, ancak bundan kırk yıl sonra devreye girecektir.
Darağacı’nda 1877 yılında Panayot Venturato tarafından bir değirmen kurulmuştu. En güçlü değirmen ise Stimatyedi tarafından inşa edilecekti. Bununla beraber eski İzmir fotoğraflarında görülen ve 70 beygir güçlü Punta buharlı değirmeni, azametli görüntüsünü, Aydın Garı ve özellikle limanın yapılması ile kayıp edecek, liman tesisleri yapımı için yıkılacaktı.
Oliver ve Fascola’nın (Keşişdağı Buz İmalathanesi) ve Charles Mıssır’ın buz imalathaneleri burada 1890 yılında imalata başlamıştı. Bu yıllara kadar çevre dağlarda açılan kuyular içinde saklanan ve yaz ayları eşeklerle İzmir’e getirilen buzlaşmış kar taşıma işleri sekteye uğruyordu. Buna rağmen Türk mahallerinde uzun süre Kemalpaşa ve Bozdağ karlarının satılmasına devam edilmiştir (Osmanlı’dan Cumhuriyete İzmir Planları Prof. Dr. Çınar Atay, s.19).
Henüz İzmir’de elektriğin kullanılmadığı o dönemde buz fabrikalarının nasıl çalıştığı gelmektedir insanın aklına. Buz fabrikalarında üretilecek buzun suni olarak temini için önce buharla çalışan makineler kullanılmış, daha sonra teknolojinin ilerlemesiyle daha az masraflı olan ve gazlı motorlarla çalışan makinelere geçilmiştir. Buz makinelerinin soğutmaya yarayan aksamı ise amonyak vasıtasıyla çalışmaktaydı. Son teknolojiyle üretilen ve gazlı motorla çalışan makineler buharlı olanlara göre birçok avantaja sahip olduğundan Osmanlı’nın son dönemlerinde bunlar tercih edilmiştir. Son model makineleri kullanmak için buharla çalışanların aksine “ateşçi” istihdamına gerek duyulmaması, özellikle sıcak bölgeler açısından bu makineleri son derece cazip ve tercih edilir kılmaktaydı. Ayrıca buharlı makine kazanlarının çalışması için gerekli olan ve bazı bölgelerde buz imalini son derece müşkül ve masraflı bir hale getiren su ve maden kömürü ihtiyacından da bu yeni makineler sayesinde kurtulmuş olunuyordu. Bunun yanı sıra yeni model makinelerin borularının demir yerine pirinçten olması da hem bunların naklini kolaylaştırmakta hem de sıcak memleketlerde kullanılıyor olmasından dolayı ömürlerini uzatmaktaydı. Buz makineleri Fransa, Almanya, İsviçre ve Belçika’da üretilmekte ve İmparatorluk geneline buralardan ithal edilmekteydi (Buz Temininde Sanayileşme ve Osmanlı İmparatorluğu’nda Kurulan Buz Fabrikaları, Sh. 78-79).
Havagazı fabrikası kömür tozlarının yığılıp kalmaması için kentin en rüzgârlı bölgesi olan Alsancak’ta “Darağacı” denilen yerde ve 18.000 m2 alan üzerinde kurulmuştur. Fabrika Glaskow’da bulunan “Laıdloux And Sons firmasınca yapılmıştır. Yapımına 1862 yılında başlanır. Hizmet veren gaz ocaklarından yatık olanını İngilizler, dik olanını ise 1940 yılında Almanlar yapmışlardır. Gaz emme ve basma pompaları İngiliz firmaları tarafından yapılmış ve gazla çalışan gaz emme ve basma pompalarının birisi elektrikliye dönüştürülmüş, diğeri orijinal haliyle 1994 yılına kadar hizmet vermiştir.
Fabrikanın bütün makineleri hava gazı fabrikasının kapatılması üzerine 1995 yılında İstanbul’da bulunan Koç Sanayi Müzesi’ne gönderilmiştir.
Havagazı uzun işlemlerden sonra elde edilmekteydi.
Taşkömürü 1200-1400 derecede damıtılma işlemine tabi tutulur, burada yan ürün olarak kok kömürü elde edilir, ikinci aşamada gaz kondonserde soğutulur, üçüncü aşamada gaz ekstraktör aracılığıyla kondenserden emilerek ayırıcılara pompalanır, burada amonyak, zift ve kreozot gibi yan ürünler elde edilirdi. Dördüncü aşamada gaz, üretim sayacından geçerek gazometre denilen gaz depolarında biriktirilirdi. Son aşamada gaz supresör denilen şebeke gaz basınç pompası ile şehir şebekesine gönderilirdi. (a.g.e. 85, 86).
Elektrik fabrikasının Kokaryalı (Güzelyalı)’da kurulması öngörülmüş, burada kurulacak fabrikanın kentin gelişmesi ve halk sağlığı açısından Belediye ve Vilayet organlarınca sakıncalı bulunmuştur. Bunun üzerine Bahribaba’da kurulması istenilmiş, sonunda şirket ve belediye fabrikanın Darağacı’nda kurulmasında uzlaşmışlardır. 1926 yılında inşaatına başlanan fabrika 18 Ekim 1928 günü hizmete sokulmuştur. O dönemde İstanbul, Ankara ve İzmir’de buhar türbinli elektrik santralleri vardı. Fabrikada elektrik enerjisi, deniz suyu kullanılarak taşkömürü ya da linyit kömüründen üretiliyordu (a.g.e. s.159,160).
Liman Arkası Bölgesi’nde (Darağacı semti) bulunan Elektrik Fabrikası son olarak 25 Temmuz 1970 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 1312 sayılı Yasayla kurulan Türkiye Elektrik Kurumu’na devredilmiştir. 30 Ağustos 1989 yılında da üretim dışı bırakılmıştır. Bu santralın son idari-mali ve muhasebe teftişleri de 1981 yılında çalışamaya başladığım TEK Teftiş Kurulu’ndaki üstatlarımız TEK Müfettişleri tarafından yapılmıştır (Tarihi Göztepe-Konak Tramvay Hattı – H. Yörükoğlu, 11 Nisan 2024).
(Visit İzmir’den alınmıştır.)
Sümerbank, İzmir Konak ilçesinin Umurbey Mahallesi sınırları içinde, İzmir Limanı arkası (eski ismi ile Darağacı olarak bilinen) bölgesinde konumlanmıştır.
Sümerbank Basma Sanayi Yerleşkesi fonksiyonel açıdan incelendiğinde üretim ve yaşam birimleri olarak farklı bölgelere ayrılabilir. Üretim ve üretime destek veren 27 adet, konaklama ve yaşam ünitelerine bağlı sekiz adet olmak üzere toplam 35 adet yapı bulunuyordu. Yerleşke içerisindeki üretim yapıları, hazır giyim fabrikası, basma işletme binası ve iplik dokuma fabrikasından oluşuyordu. Fabrika destek yapıları içinde 10 adet ambar binası, itfaiye, buhar bakım dairesi ve santrali, atölye binası, kömür deposu, trafo binası, arıtma tesisi ve su deposu yer almaktaydı. Konaklama yapıları 6 adet lojman binası ve erkek öğrenci yurdu, idari binalar, inşaat kısım şefliği ve Sümer Holding sosyal tesisleri, sosyal tesis binası, iki adet işçi yemekhanesi, mutfak ve kreşten oluşmaktaydı. Açık rekreasyon alanları içinde sekiz adet süs havuzu ve çevresi, futbol sahası ve yazlık bahçe mevcuttu.
İzmir Sümerbank, Nazilli ve Konya Sümerbank İşletmelerinde savaş nedeniyle azalan işçi sayısı ve boş kalan tezgâhların değerlendirilebilmesi için yeni bir alan ihtiyacıyla kurulmuştur. Boşta kalan 100’ün üzerinde tezgâh Halkapınar’da üretim binası olması için kiralanan bir yapıya taşınacakken işçi açığı kapatılmış ve transferden vazgeçilmiştir. 1947 yılında Nazilli Sümerbank Basma Sanayi için ham bez üretilmeye başlanmıştır. Resmi açılışı 1953 olan fabrika, 1964 yılına gelindiğinde çırçır fabrikalarından gelen pamuğun son ürününe kadar tüm üretim işlemlerini gerçekleştirebilen entegre bir endüstri tesisi olarak İzmir Sümerbank Basma Sanayi İşletmesi ismini almıştır (Visit İzmir).
Ancak ne yazık ki, İzmir Sümerbank diğer Sümerbankların başına gelen akıbeti yaşamış ve 2001 yılında kapatılmıştır.
Sümerbanklarda üretimin yanı sıra vasıflı insan gücü yetiştirilmesi amacıyla hem işletmelerinde sürekli eğitim uygulanmış, hem de yurtdışına eğitim için öğrenciler gönderilmiş ve Türkiye’nin bağımsızlığı için yapılan millileştirme ve devletleştirme faaliyetlerinde önemli görevler üstlenmişlerdir. Bulunduğu bölgenin eğitim, kültür, sanat ve spor faaliyetlerine altyapı hazırlayarak kentlerin bu alanlarda da gelişmesinde öncü rol üstlenerek bir sanayi kuruluşu olmanın yanında bulundukları bölgelerde sosyal devletin birer temsilcisi olmuşlardır (Nazilli Sümerbank Basma Sanayii Müessesesi – H. Yörükoğlu 30 Mayıs 2021).
Aşağıdaki fotoğraf Şark Sanayi’nin şu andaki durumunu göstermektedir.
Şark Sanayi Yerleşkesi İzmir liman arkası bölgesi, Umurbey Mahallesi’nde yer alır. Kuzeyinde Şehitler Caddesi ve batısında İşçiler Caddesi, güneyinde Bağ Yağları San. T.A.Ş. ve doğusunda konut ve depo yapılarının bulunduğu 42.516,4 metrekarelik bir alana yayılır. Şark Sanayi Endüstri yapıları Osmanlı ve Erken Cumhuriyet Dönemi izlerini taşıyan özgün üretim mekânları ve geniş bir peyzaja sahiptir.
Osmanlı toplumunda, pamuklu dokumaların ve pamuk-ipek karışımı kumaşların hem kullanım alanı hem de ticari olarak çok önemli bir yeri vardı. Anadolu’da pamuklu sanayinde uzmanlaşmış belli bölgeler iç talebi karşılar ve ayrıca pamuk yetişmeyen kuzey ülkeleri ve Avrupa için de üretim yaparlardı. 18. yüzyılın sonlarında ise İstanbul’dan geçen İngiliz pamuk ipliği ve pamukluları bu pazarda Anadolu mamullerinin yerini almaya başladı. Sayısı artan yabancı yatırımcılar Osmanlı İmparatorluğu’nun ticari hayatında dokuma sanayi alanında önemli işletmelere ve geniş bir pazara sahip oldu.
İzmir Şark Sanayi Kumpanyası da bu şartlarda kurulan ve gelişen işletmelerden biri olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde İzmir’de sanayi, ticaret, ulaşım, madencilik, bankacılık ve sigortacılık İngiliz, Fransız, Amerikan ve Yunan grupların elindeydi. İzmir’in ekonomik yapısında büyük öneme sahip olan Şark Sanayi Kumpanyasının büyük hisseleri de Belçikalı iş adamlarına aitti. 1892 Yılında “Couzinery Pittaco” adlı un fabrikası olan bu fabrika, 1893 yılında Couzinery tarafından iplik imalathanesine dönüştürüldü. 1895 Yılına kadar sadece iplikhane olarak çalışan tesis, 1895 yılında Ellie Guiffray ve Charles Verbeke ortaklığı tarafından mensucat fabrikası halini aldı. 1919 yılına gelindiğinde Charles Verbeke’nin oğlu Maurice Verbeke yönetim kurulu başkanı olarak göreve getirildi. Türkiye’de çalışırken, 1924 yılında yabancı anonim şirketler hakkında çıkarılan kanun gereğince çalışmasına son verildi. Maurice Verbeke 1924 yılında şirketin merkezini İzmir’e getirmiş ve adını da “Şark Sanayi Kumpanyası” olarak değiştirmiştir.
1930 Sanayi Kongresinde sunulan İzmir raporuna göre, fabrikada 22 bin masura (iplik sarılan bobinler) bulunmaktaydı. 170 erkek 350 kadın olmak üzere toplam 520 işçi çalışıyordu. İmal ettiği kalın iplikler halı çözgülerinde ve 10 numaradan yukarı olanlar Denizli çevresinde ve diğer şehirlerde el tezgâhlarında ve özellikle alaca dokumacılığında çarşaf ve peşkir imalinde kullanılıyordu. Fabrikada 1929 senesinden itibaren 110 tezgâh ile kaputbezi imaline başlandı. Şirket 1976 yılında iflas ederek, kapanmasına kadar İzmir’in büyük tekstil fabrikalarından biri olarak iplik, dokuma ve baskılı bez üretimini sürdürdü. Ege bölgesinin en eski endüstri kuruluşlarından biri olan bu şirket özellikle 1950’li yıllarda Türkiye’nin ekonomisine büyük katkılarda bulunmuştur.
Koru Grup tarafından yapılan açıklamaya göre, Şark Sanayi Kumpanya Fabrikası arazisinde, gelecek günlerde imar planına uygun projeleri uygulanacağı açıklanmıştır (Ege Haber).
Atnasyadis J. A. ve Oğulları tarafından üretimini orduya pazarlayan prina fabrikası da Darağacı’nda idi. Vureya Mangayati adı ile bir başka prina fabrikası da bu alanda bulunuyordu. Amerikan sermayesinin de görülmeye başlandığı bu alanda, Samolada İbrişimci isimli bir kişi tarafından pamuk yağı ve makarna imalat fabrikası kuruldu. Nikoladi Kardeşler ise bu alanda çimento mamulleri üretimine yönelik faaliyette bulunmuşlar, ancak 1. Dünya Savaşı’nın başlaması ile hammadde bulamamaktan olsa gerek tesisi 1914 yılında kapatmışlardı.
Bu alanda en çok görülen imalat türü, un değirmenleridir. Bunların İzmir’deki sayıları 1914 yılında 99’a erişmişti. 23 adedi Darağacı’nda idi ve bunların 11 tanesi o dönemler için modern sayılan buhar sistemi ile çalışmaktaydılar. Valcı Kardeşler ve Mahdumları ile Ropolo Kardeşler ham deri işleme fabrikaları da bu farklı bir tür işletme olarak görülmektedir.
Darağacı Mevkiinde A.N. Lipovac, sabun üretimini 20. yüzyıl başında yapan 10 civarındaki kuruluştan biri olarak görülmektedir.
Dokuma konusunda belirli bir yeri olan İzmir’de büyük çapta üretim yapılmaktadır ve konu İngilizlerin tekelinde bulunmaktadır. Alanda, Şark Sanayi (İplik ve Mensucat Sanayii) ile bu alanda yine İzmir Pamuk İmalatı Osmanlı Anonim Şirketi belirgindir.
Her türlü irili ufaklı sanayinin bulunduğu bu alanda, depolama alanları da yer almaktaydı. Geniş tabanlı bu depo alanları içinde Benque İmperial Ottoman Depoları oldukça dikkat çekicidir. Ayrıca İzmir yangınında korkulu anlar yaşatan Standart Oil Company depoları ile liman inşaatı sırasında şirket tahsisli alkol depoları, bu çeşitliliğin diğer bir kanıtı olmaktadır.
Darağacı mevkiinden daha içeri doğu gidersek, İzmir’in su ihtiyacını karşılamak üzere Diane Banyoları adı ile anılan Halkapınar mevkiinde, 47 yıllık imtiyaz ile 1893 yılında işletmeye açılan “Su Fabrikasını (Eaux de Smyrne) görmekteyiz. Belçikalı imtiyaz şirketine aittir. (Osmanlı’dan Cumhuriyete İzmir Planları, s. 20)
Darağacı, 1920’den önce Tariş Alkol Fabrikası’nın, 1928’de Gomel Yağ Fabrikası’nın ve 1953’te Sümerbank Basma Sanayi’nin açılmasıyla bir zamanların en önemli ticaret merkezi olmuş ve incirin taşındığı ahşap kutu imalathaneleri burada açılmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi Osmanlı döneminde İşgücünü karşılayabilmek için Ege adalarından işçiler getirilmiştir.
Bölgede, Şehitler Caddesi’nin hemen üzerinde ve Meles yakın bölgede ve Sümerbank’ın karşısına denk yerde yine Tariş’in üzüm işletmeleri ve zeytinyağı depoları, alkol fabrikası, sirke pekmez işletmesi ve üzüm işletmesi bulunmaktaydı.
Aşağıda şimdi başka bir işyerine ait olan önceleri Tariş’e ait deponun fotoğrafı görülmektedir:
Bosna-Hersek’in ilhakına karşı Avusturya – Macaristan menşeli mallara karşı geliştirilen iktisadi boykot daha sonra Yunanistan’a ve İtalya’ya uygulanır. Balkan Savaşları sırasında daha açık bir şekle bürünür. Boykot Yunan mallarının yanında, hatta daha da öncelikli olarak imparatorluk içinde yaşayan Rumları hedef alır, Rumlar, İzmir’de Türk nüfusuna en yakın etnik gruptur, ayrıca İzmir’de kalabalık bir Yunan Krallığı vatandaşı bulunmaktadır. Balkan Savaşları sırasında yapılan bir inceleme İzmir’deki Yunan Krallığı vatandaşının yaklaşık 45.000’i bulduğunu göstermektedir. 19. yüzyılda İzmir’in yabancı sermaye ile bütünleşme sürecinde Rumlar, İzmir’de kümelenmiş yabancı büyük tüccarların çevre ile olan bağlantısını sağlayan aracıları olarak yükselmişlerdir. 19. yüzyılın sonlarından itibaren kendi ticaret ağlarını kurmaya başlayan ve İzmir ticaretinde gittikçe daha büyük bir paya sahip olan Rumlar, İzmir Ticaret Odası’nda ve İzmir Ticaret Borsası’nda etkin bir konuma yükselir. Rumlar, aynı dönemde çeşitli sanayi sektörlerinde de yatırımlara girişir. I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde İzmir’deki sanayi alanında Rum ağırlığı daha belirgin hale gelir. Birkaç örnek, tabloyu daha rahat görmemizi sağlayabilir: Gıda sanayiinin en büyük sektörü olan değirmenciliğe, yani un fabrikalarına bakalım. 1913’te mevcut 9 un fabrikasından 7 tanesi Rumlara aittir. Bunların içinde Darağacı’nda bulunan Karmonyola, Tuzakoğlu, ve Çinçini un fabrikaları İzmir’in en büyükleridir. 1918’de un fabrikalarının sayısı 20’ye yükselir. Bunlardan ancak 4 tanesi Türklere aitken 9 tanesi de Rumların mülkiyetinde bulunmaktadır. Şeker imal eden büyük imalathanelerin de neredeyse tamamı Rumlarındır. Bunların içinde Hacı Yanaki ve Lipovac’ın fabrikaları öne çıkmaktadır. İzmir’in en büyük buz fabrikası (Keşişdağı Buz Fabrikası) yine bir Rum olan Atanasula’ya aittir. Diğer sektörler için de durum pek farklı değildi. 42 rakı fabrikasının 20’si, 10 sabun fabrikasının 4’ü, 67 yağhanenin 22’si, 17 matbaanın 10’u, 5 helva fabrikasının 3’ü, 17 demir fabrikasının 5’i Rumlarındır. Geri kalan fabrikaların büyük çoğunluğu İzmir’deki “Ecnebiler”e aitti ki, bu ecnebilerin içinde de İngiliz, Fransız veya diğer Avrupa devletlerinin pasaportuna sahip olan Rumlar bulunmaktadır. ( II. meşrutiyet Döneminde İzmir’de Etnik Yapı ve Siyaset Erkan Serçe & Mustafa Özbaş Sh. 376)
Bir dönem Yaşar Üniversitesi rektörlük binasının olduğu, şimdi ise ilk kent müzesi olan 1522 No.lu Sokakta İzmir’in ünlü ailelerinden olan Yugoslavya’dan gelen Tanıklar Ailesi’ne ait bir un fabrikası bulunmaktaydı:
Mevcut tramvay işletmelerinin yeterli hizmet üretememeleri üzerine belediye, ilk olarak Halkapınar hattını yapmış, Punta’dan Paralıköprü (Halkapınar)’ye kadar belediye adına Aime Tissot’ya yaptırılan 1.515 metre uzunluğundaki hat, 13 Temmuz 1903 günü hizmete girmiştir. Hattın Paralıköprü’ye kadar uzatılması ile tren-tramvay bağlantısı kurulduğundan yolculara büyük kolaylık sağlanmıştır. Bu hat Rıhtım Şirketine kiralanmış,1920’li yılların sonunda Rıhtım Şirketi ile Belediye Darağaç Tramvayları konusunda anlaşmazlığa düşmüştür. Tramvayların 1935 yılında kaldırılmasından sonra Halkapınar-Alsancak hattında düzenli işleyen ulaşım aracı bulunmaması nedeniyle bu bölgede yaşayan fakir halk, en azından üç-beş yıl büyük sıkını çekmiştir (İzmir’de Kamusal Hizmetler, Sadık Kurt, s.57-58)
Bugünkü Şehitler Caddesi ve Fahrettin Altay – Halkapınar Tramvay Hattı:
Aşağıdaki fotoğrafta Umurbey Mahallesi Muhtarı Fatma Kaçaro ile hem muhtarlık ve hem de mesken olarak kullandığı bina görülüyor. Umurbey Mahallesi sınırları içinde bulunan ve üç kuşaktır Darağacı’nda yaşayan 1990 yılından beri Umurbey Mahallesi’nde Muhtarlık yapan Fatma Kaçaro ile 1527 Sokak’ta yaptığımız görüşmede, bize Darağacı isminin öyküsünü, önceki yıllarda Alsancak Stadyumu’nun yanında bir mezarlık bulunduğunu, büyüklerden ve dedesinden duyduğuna göre o mezarlıkta insanların asıldığını ve orada halkalar bulunduğu için semte Darağacı denildiği şeklinde anlatmıştır.
Bu mezarlığın yerine daha sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi yapılmıştır. İlkokul öğrencisi iken o mezarlığın önünden geçip stadyumun yanındaki Alsancak İlkokulu’na giderlermiş.
İzmir’e gelişlerinin öyküsünü de 9 Eylül 1922 yılında İzmir’e ilk giren askerler arasında olup Meles Çayı kenarındaki eski un fabrikası, daha sonra DGM binası olan binadan bir Rum kızı tarafından askerlerin taranması sonucu yaralanması üzerine, Urla Hastanesi’ne götürülen dedesinin kardeşinin, ancak kurtulamayıp şehit düşmesi üzerine Afyon’un Çay ilçesinden İzmir’e geldikleri şeklinde anlatmıştır.
Aşağıdaki fotoğrafta birçok askerimizin şehit düşmesine sebep olan 9 Eylül 1922 yılında İzmir’e giren Türk askerinin üzerine ateş açılan o dönemde un fabrikası olan bina görülmektedir. Bu binaların hemen doğusunda şehitler için bir anıt yapılmış olup Şehitler Caddesi de ismini buradan almıştır.
Sümerbank’ın yerinin eski tayyare mahallesi olduğunu, burada uçak hangarlarının bulunduğunu, dedesinin önce bu hangarlarda kaldığını, oradan bir ev aldığını, o evin tapusunun eline geçtiğini, tayyare mahallesi Sümerbank’a devredilip fabrika binaları yapılmaya başlayınca orada oturan insanların, tapuları da olduğu için Darağacı’nda Rumların oturdukları binalara yerleştirdiklerini, anlatmıştır.
Semtte ve Sümerbank’ın olduğu yerde Rumlar tarafından yapılan evlerin bulunduğunu, mübadelede Rumların tekrar geliriz düşüncesi ile evlerini eşyalı olarak terk ettiklerini, dedesinin Darağacı’nda iki tane ev yaptığını, dedesinin birinci evi yaparken annesinin 7 veya sekiz yaşlarında olduğunu, ikinci evi yaparken de kendisinin bir iki yaşlarında olduğunu ve o sırada dedesinin kucağında fotoğrafının bulunduğunu, belirtmiştir.
Anlattığına göre, eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu Sümerbank’ın olduğu yere kongre merkezi ve kütüphane yaptırmak istemiş, ancak başvurularının hükümet tarafından onaylanmamıştır.
Bugünkü Alsancak Stadyumu’nun bulunduğu alana ilk olarak futbol sahasının iRumlar tarafından yapıldığını, Alsancak Stadyumu’nun yapımı ve sonraki restorasyonları sırasında Alsancak İlkokulu’nun yıkıldığını, okulun arazisini stadyuma dahil ettiklerini, okulun stadyum ile demiryolu arasında, 491 no.lu çıkmaz sokakta bulunduğunu anlatmıştır.
Alsancak Stadyumu’nun bu fotoğrafı İzmir’in Gizemli Semti: Darağacı adlı yazıdan alınmıştır
Nitekim bölgede yaşayan Rumların takımı olan Panionos o zamanlar maçlarını bu alanda oynamıştır.
Fatma Kaçaro, bildiği kadarı ile Darağacı’nda sanayi tesisi olarak, Tariş, Sümerbank, Elektrik Fabrikası, Havagazı Fabrikası ve Şark Sanayii’nin olduğunu, Şark Sanayii’ne ait 1512 Sokakta Piyer Verbek çeşmesinin bulunduğunu, çeşmenin çok ünlü ve suyunun içiminin çok güzel olduğunu,
Çeşmenin tam karşısındaki sokakta veya 1520 sokakta bir karakol olduğunu, 1508 Sokak’ta da 1946 yılında İzmirli bir ailenin kurduğu Ekiz Yağ Fabrikasının (Ekiz Kimya Sanayi ve Ticaret A.Ş.) da bulunduğunu belirtmiştir. Bu fabrika Küçükbay A.Ş.’ye satılmıştır.
Semtte çocukluklarında ve genç kızlık dönemlerinde herkesin kardeş gibi olduğunu, belirten Fatma Kaçaro şimdiki neslin Darağacı’nı bilmediklerinden yakınmıştır.
Muhtar Fatma Kaçaro, 5 Mayıslarda, hıdrellezlerde sokaklarda eğlencelerin olduğunu, mahalledeki bazı erkeklerin köçekler gibi dans ettiklerini, onların gerçek köçeklere gidip kendilerinin de köçek olduğunu anlattıklarını, sünnetlerin ve kınaların ömre bedel olduğunu,
Babaannesi Darağaç’lı olan,tiyatro, film ve dizi oyuncusu Vahide Perçin’in annesinin İstanbul’dan Daraağacı’na gelin geldiğini, Vahide Perçin’in Darağacında doğmuş ve büyümüş olduğunu ve sonra Cumhuriyet Mahallesi’ne taşındığını anlatmıştır.
1950’li yıllarda mahallede hem Demokrat Parti’nin hem de CHP’nin kahvehaneleri bulunmaktaymış. Bu kahvehanelerin önünde 9 Eylüllerde davullar çalınır, CHP’nin kahvehanesinin bulunduğu yerde dana da kesilirmiş. Sabahleyin Şehitlik’te yapılan törenden sonra süvarilerin mahalleden geçtiği sırada mahalle halkı tarafından atlılar durdurularak kesilen dananın kanları askerlerin ve atların alınlarına sürülür, sonra da süvariler Alsancak’a doğru yollarına devam ederler, eğlenceler de gece geç saatlere kadar sürermiş.
Fatma Kaçaro muhtar olduktan sonra da eski geleneği yeniden başlatmak istemiş, mahallelinin maddi gücü olmadığından danayı ücretsiz alabilmek için girişimde bulunmuş, her sene mahalleye dana veren celebe ulaşmış, ancak celebin de maddi durumu iyi olmadığı için dana bağışlayamamış. Eğer danayı bağış olarak alabilseymiş, valiliğe 2 ay önceden giderek protokol imzalayıp yine eski törenleri canlandırıp askerleri Darağacından geçirmeyi planlamış, ancak dana bağışı alamayınca da valiliğe başvuramamıştır.
Babam Lütfi Yörükoğlu’ndan 8 yaş küçük kuzeni Şükran Konuk da Darağacı’nda doğup büyümüştür. Annesi Fadime Konuk 1932’de evlenip Nazilli’den Darağacı 1520 sokağa gelin gelmiştir.
Şükran Konuk annesinin Şehitler Caddesi’nde tramvayın çalıştığını anlattığını, mahallede herkesin kardeş gibi bir hayat sürdüğünü, erkeklerin abi kızların kız kardeş gibi olduklarını, Darağacı’na yabancıların elini kolunu sallayarak giremediğini, bir yabancının mahalleye girmesi halinde sorguya çekildiğini, fuar zamanı fuara gidildiğinde erkeklerin de kızların peşlerinden giderek onları koruyup kolladıklarını,
Fuardan faytonla Darağacı’na döndüklerini ve faytonla dönmekten büyük keyif aldıklarını anlatmıştır.
Biz de küçüklüğümüzde, 1960’lı yıllarında başlarında Nazilli’den fuara gelir, 1520 sokaktaki evde birkaç gün konuk olurduk. (Şükran Konuk’un yaşadığı ev İzmir’in kurtuluşunun ardından kenti terk eden Rumlardan kalma, Osmanlı döneminde Rumlar için yaptırılmış dayalı döşeli bir evdir.) O yıllarda mahalleden deniz görünür, evin küçük oğlu da gününü denizde balık tutmakla geçirirdi. İzmir Limanının genişletilip ilave yollar yapılmasından sonra evin bulunduğu yer denizden yaklaşık 1 km. içeride kalmıştır.
Aşağıda da belirtileceği üzere Darağacı’nın bugünkü haline dönüşmesinden sonra, yani bazı evlerin işyeri haline gelmesinden sonra 1520 Sokak’taki söz konusu ev yangın söndürme cihazları satan bir şirketin deposuna dönüştürülmüştür:
Fatma Kaçaro Darağacı’nın bugünkü haline gelmesini şöyle anlatmıştır: “Semtimiz ile ilgili olarak önce boyacılardan söz etmek isterim. Boyacılar çocukken bu mahalleye taşındılar ve arka mahallelerde otururlardı. Eskiden Bağyağları’nın bulunduğu yer büyük meydanlık olduğu için burada çocuklarımla futbol oynarlardı. Diğer adı Gomel olan Bağyağları’nın şu anda sadece yazıhane kısmı durmaktadır.
Bu boyacılar önce dükkân açtılar. Ardından tamirciler, daha sonra Kahramanlarda bulunan motosiklet tamircileri orada dükkanları kapatıldığı için buraya geldiler.
10 senedir de duvar ressamları burada faaliyet gösteriyor. 30 – 35 yaşlarında olan bu insanların bir kısmı da buradan ev kiraladı. Bitişik binada bir heykeltraş oturmakta, bu çocukların amaçlarının bu semtin sanat merkezi olması yönündedir. Hatta bir sokağı karargah haline getirip adını “Darağacı Belediyesi” koydular.”
Günümüz Darağacı artık amatör sanatçıların faaliyet gösterdiği bir alana dönüşmüştür.
İlk olarak SAHNEDAR isimli bir salonun sahibi ile görüştüm.
Sahnedar’ın Darağaç’ta bir cep tiyatrosu adayı olmaya hazırlandığını, burasının daha önce bir heykeltraş atölyesi olduğunu, burayı devraldıktan sonra boyadıklarını, 80 kişilik kapasiteli bir tribün kuracaklarını, ışık sistemi ve ses izolasyonu kuracaklarını, gösteri sanatları, yani palyaço, kukla, çocuklar için animasyon gösterileri yapılacağını, icabında çekirdek çitlenen açık sineması, çok amaçlı butik sanat yeri haline getireceklerini, yaz sonundaki yani Eylül sonundaki 5. veya altıncısı düzenlenecek Darağacı festivalinde burayı ilk oyunu için açacaklarını, oyunun mahallenin havasını yansıtan örneğin oto sanayinde geçen bir oyun olabileceğini, hikaye geceleri düzenleyebileceklerini, yani insanlardan çok etkilendikleri bir hikayeyi anlatmalarını isteyeceklerini, Darağacını İzmir’in en nitelikli bir yer, insanın içerisinde bulunmaktan en keyif aldığı yerlerden biri olduğu için seçtiklerini, mahallenin toplum için önemli bir sosyal blok olduğunu, anlatmıştır.
Dokuz Eylül Güzel Sanatlar resim bölümünden 2015 yılında mezun olan ve atölye sahibi Cenkhan Aksoy da 2015 yılında 3 arkadaş geldiklerini, burayı seçmelerinde ulaşım ve malzeme teminin kolay, kirasının uygun olmasının önemli bir faktör olduğunu, mahallenin tarihi kimliğini buraya geldikten sonra öğrendiklerini, otomobil tasarımcısı Alec Issıgonis’in Darağaç ile bağını keşfettiklerini belirtmiştir.
Cenkhan Aksoy devamla bu atölyenin kendilerinin Karargâh dedikleri bir yer olduğunu, 2016 yılının 10 Haziran’ında 1519 ile 1532 no.lu sokaklarda 13 sanatçıyı kapsayan ve toplam 9 sokakta 1 ay süreyle devam eden ilk sergilerini gerçekleştirdiklerini, resimler ve eserler satıldıkça faaliyetlerini gerçekleştirdiklerini, bu atölyede toplantılar ve film gösterileri yaptıklarını, Avrupa Birliği’nden de destek aldıklarını, tekrar aynı sergiyi gerçekleştirmek istediklerini belirtmiştir.
Aşağıdaki fotoğrafta Cenk Aksoy’a ait atölyede kendisi ile söyleşirken:
Cenkhan Aksoy’un çalışmalarından iki örnek:
Amatör sanatçıların duvar resmini yaptıkları ve aynı duvara kısa bir yaşam öykülerini yazdıkları Sir Alexander Arnold Constantine Issigonis’in duvar resmi aşağıdadır:
Duvar yazısına göre Alec Issıgonis’in yaşam öyküsü ise aşağıdaki gibidir:
1906 yılında Smyrna’da doğan Alec Issıgonis, ailesinin Darağaç’ta makine üretim fabrikası bulunduğundan, gençliğinin ilk yıllarının Darağaç sokaklarında geçirmiş, 16 yaşında iken, 1922 yılının Eylül ayında önce Malta ve sonra İngiltere’ye göç etmiştir. Mühendislik eğitiminin ardından Morrıs Motors fabrikasında işe başlayan Alec Issıgonis 1959 yılında dünya çapında popüler olan ve 1999’da 20. yüzyılın en etkili ikinci otomobili seçilen Mını Coper No:1’i tasarlamıştır.
1532 Sokak’ta faaliyetini sürdüren oto Tamircisi Hüseyin Özgürtepe, 45 – 50 yıldır bu semtte tamirhanelerin bulunduğunu, yıllardır evler ve tamirhanelerin iç içe olduğunu, daha önce Alsancak’ta çalıştığını, oradaki dükkanlarının yıkılması üzerine, burada esnafların olduğunu bildikleri için atölyelerini buraya taşıdıklarını, ayrıca kaportacı, boyacı, elektrikçilerin de sırayla buraya geldiklerini anlatmıştır.
1942 doğumlu bir Darağacı sakini ise,
Elektrik fabrikasının çalıştığı dönemde burasının toz ve toprakla dolduğunu, mesela annesinin yıkadığı çamaşırların iki saat sonra simsiyah olduğunu, halkın da Şirinyer, Bayraklı gibi yeni semtlerin oluşması üzerine burayı boşaltıp oralara taşındıklarını ve halkın semtten taşınması üzerine esnafın geldiğini anlatmıştır.
1523 Sokak’ta bulunan ve Levent büfeyi işleten ailenin üçüncü kuşağı olan 1984 Kahramanlar doğumlu Fırat Aksakal ile ettiğimiz sohbette, işlettiği büfenin Darağaçlı Fethi Bakkal olarak 70 yıl önce faaliyete başladığını, ilkokul çağlarından yani 1990 yılından beri çıraklıktan başlayarak bu semtte bulunduğunu belirterek,
Tariş’e ait işletmeler ile Sümerbank’ın bu semte çok katkılarının olduğunu, zira1990’lı yıllarda otomobil tamircilerinin, tornacılar, yedek parçacıların Tariş’e ait işletmeler ile Sümerbank’a hizmet verdiklerini, o dönemde Darağacı’nda manavın da berberin de bulunduğunu, 2000 yılların başında Sümerbank ve Tariş İşletmelerinin kapatılması ile mahalledeki esnafın faaliyetlerinin yavaşladığını, bu mahallenin öteden beri İzmir’in çekim alanı olduğunu, anlatmıştır.
Aşağıda Darağaçlı Fethi Bakkal’ın karşısındaki bir kaportacı dükkanına yapılmış duvar resmi (grafiti):
Darağacı’nın bir futbol kulübünün olduğunu Darağacı’nda yaptığımız araştırmalar sırasında öğrenmiş olup takımın 1962- 63 sezonundaki 2 kuşağın bir arada kadrosuna ait fotoğrafı aşağıdadır:
Bu yazımda, İzmir’de yaşayan bir çok kişinin bırakın yerini, adını bile duymadığı, 1875 yılında Sultan Abdülaziz tarafından inşa edilen Alsancak İzmir Limanı ve 1858 yılında hizmete giren Alsancak (Punto) Tiren Garı’nın İngilizler tarafından inşa edilmesinin ardından Kemeraltı’nın ticaret merkezi konumunu yitirmesine bile neden olan ve bir dönem İzmir’in en önemli sanayi kuruluşlarının merkezi “Kalafat Mevki” de denilen ve Umurbey Mahallesi sınırlarında bulunan Darağacı semtinin dününü ve bugününü anlatmaya çalıştım.