İznik Sürgünü: Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedrettin Mahmut |
Zamanının İslam dünyasında (15. yy başı) “bir engin hukuk bilgini” sayılan Şeyh Bedreddin Mahmut, Gölpınarlı’ya göre 1358-1359’da Simavna’da doğmuş 1420 yılında Serez’de idam edilmiştir. Hakkındaki özet bilgi; “bâtıni” ve “ortakçı” görüşleriyle Osmanlı toplum düzenini sarstığı, Kadıaskeri olduğu Musa Çelebi’nin yenilgisi sonrasında bir dönem İznik’te sürgün yaşadığı, çağdaşlarınca önemli bir din ve devlet adamı, felsefeci ve ideolog olarak kabul edildiği yönündedir.
…
Şeyh Bedreddin üzerine yazanlar, Trakya’da yerleşmiş köklü bir Türk ailesinin mensubu olduğunu kuvvetle vurgulamaktadırlar. Babası İsrafil Efendi Simavna kadısı, annesi İslam’ı benimsemiş bir yerli Rum’du. İlkin babasından, daha sonra Edirne’de döneminin bilginlerinden eğitim gördü. Bursa’ya geldi, burada sonraki yıllarda “Kadızade-i Rumi” sanıyla tanınacak ünlü matematikçi Musa ile birlikte, bu kişinin dedesi ve ikinci Bursa kadısı olan Mahmut Efendi’den (Koca Naip); ardı sıra Konya’da Allame Feyzullah’tan; Kahire’de Şeyh Ekmeleddin Babarti, Seyyit Şerif Cürcani ve Mübarekşah-ı Mantıki’den felsefe, ilahiyat ve mantık dersleri aldı. Böylece daha gençliğinde, dinsel kategoride saygın bir yer edindi. Çok sayıda kitap yazdı, tartışmalara katıldı, İslam ulemasınca, çağının önde gelen din bilginlerinden biri olarak kabul edildi. Kahire’deyken 1383’te Mekke’ye Hacca gitti. Dönüşünde Ahlâtlı Şeyh Seyyit Hüseyin’den tasavvufu öğrendi, “sufilik” üzerinde derinleşti. Zamanının ünlü İslam bilginleriyle Kahire’de, Bağdat’ta ve Tebriz’de Timur’un huzurunda dinsel ve sosyal konularda tartışmalara girdi. Mısır Memluk Hükümdarı Berkuk tarafından, tahtın varisi Şehzade Farah’ın hocası seçildi.
Sürekli yenilenen görüşlerinin yazdıkları ile çürütülmek istenmesi karşısında, o güne değin yazdıklarının tümünden vazgeçtiğini açıkladığı öne sürülür (Bunları yaprak, yaprak Nil’e attığı da söylenir). Sonraki yıllarda Halep, Konya ve Tire’de bir süre konakladıktan sonra, İslam dünyasının önemli kentlerini ve Bâtıniliğin pek belirgin olduğu Anadolu beylikleri ile İran’ı ve Trakya’yı gezdi; düşüncelerini yaydı. Müslümanlar gibi Hıristiyan ve Yahudi halkları da etkiledi. Sakız adasının ruhani lideri müritleri arasında yer aldı.
Bâtınilik ve ortakçılık
Kısmen günümüze de kalan kitaplarını yazdığı bu yeni süreçte şekillenip açıklık kazandığı anlaşılan ve giderek yığınları da etkileyen öğretisinde, araştırmacıların dikkat çektiği iki ana tema özellikle önemli görülmektedir: Bunlardan ilki, kaynaklarını, inanışların dış biçimlerini küçümseyen “Bâtınilikten” aldığına kuşku duyulmayacak İslam dışı dinler karşısında geniş hoşgörü; ikincisi de, üstü ısrarla örtüldüğü ve gizlendiği için hakkında pek fazla şey bilinmeyen ve en masalsı haliyle Nazım Hikmet’in şiirinde dile getirilen “ortakçılık” kuramıdır.
Hem dinsel hem de siyasal görüşlerinin anlaşılmasında, Timur’un korkunç seferi ve istilası ile onu izleyen sonu gelmez karışıklıkları görüp acılarını yaşamış olan Hıristiyan ve Müslüman halkların felaketlerini göz önünde tutmak önemlidir. Cemil Yener, Şeyh Bedreddin’in yaşadığı dönemde Osmanlı hükümdarlarının yüze yakın savaş yaptıklarını, halk yığınlarının sefalet içinde olduklarına değinmektedir (Varidat çevirisine önsöz). Yoksulluk içinde çırpınan bu yığınlar, pek doğaldır ki bir kurtarıcıya tutunacak ya da bu ihtiyacı duyacaktı. Şeyh Bedrettin, Sünni çevrelerden gelen önemli ve itibarlı kişi olduğundan ve acılar içindeki halkın dilini hem iyi anladığından, hem kendini onlardan ayırmadığından bu rol için biçilmiş kaftan idi. Özgünlüğü hala tanıtlanmayı bekleyen düşünceleri, bunalımların bu türden akımları beslediği Anadolu’da, eşi benzeri olmayan şeyler olmasa gerekti. Örneğin ünlü tarihçi Âşık paşazade’nin de soyundan geldiği Baba İlyas ile Baba İshak; ayaklanmacı olmasa da müstevliye boyun eğmemeyi öğütlediği açıkça bilinen Hacı Bektaşi Veli; hayır işleri ile dinsel otoritesi devletin istikrarı ve otoritesi ile çelişmeyen Hacı Bayram Veli ve özellikle de birincisinin sonraki yüzyıllarda sık sık zuhur eden ardılları buna örnek gösterilebilir.
Zat ile mahlûkat birdir
Bedrettin’e göre, Tanrı’nın özüyle (zat) yaratılanlar (mahlûkat) arasında varlık ve oluş bakımından farklılık bulunmamaktadır. Kâinat verilidir, yaratılmamıştır ve mümkündür ki yok da olmayacaktır. Tanrı iradesi, bir varlığın özünde olanı, gerçekleşebilecek güç ve nitelik taşıyanı Tanrı’nın istemesidir. Varlığın özünde oluş gücü, iradenin sınırıdır. Bir varlığın özünde bulunmayanı tanrı da isteyemez, yaratamaz. Varlık (vücut) âlemi birdir, dünya ve ahiret iki ayrı varlık değildir. Ölümden sonra dirilme olmadığı gibi, dünyanın dışında başka bir evren bulunmamaktadır. Cennet ve cehennem insanın yalnızca dünyadaki mutluluğu ve mutsuzluğu ile ilgili kavramlardır. Kur’an’da geçen kavram ve buyruklar doğruyu ayrı ayrı nitelikleriyle anlatmayı amaçlayan örneklerdir. Bütün mal, mülk ve bunları çoğaltmaya yarayan alet ile edevat insanların ortaklaşa yararlanmaları içindir…
İznik sürgünü
Şeyhin, böylece özetlenebilecek görüşleri ile ulema arasında kazandığı esaslı ve yaygın şöhretin yanında, köklü bir Türk ailesinden gelmesi de, ne denli tehlikeli kabul edilirse edilsin, onu bertaraf etmek isteyen düşmanları için önemli bir engel oluşturuyordu. Yanı sıra farklı din ve mezheplerden halklar tarafından da tutulup seviliyordu. Yalnızca, ya da hemen hemen yalnızca bu nedenden dolayı, 1413’te kardeşi Musa Çelebi’yi ok kirişiyle boğdurup Osmanlı ülkesinin tek egemeni olan Çelebi Sultan Mehmet I, Musa’nın kazaskeri olmasına karşın onu, idamına hükmetmeye cesaret edemeyerek bin akça aylıkla İznik’e sürmekle yetindi. Bedrettin de, en olgun zamanında derslerini orda sürdürdü ve çok geçmeden çevresinde yeniden çok geniş bir mürşit topluluğu oluştu. Halifesi Börklüce Mustafa aracılığıyla görüşlerini özellikle Ege kıyılarında yaygınlaştırdı. Bin dört yüz on altı yılında Aydın Eli’nden Karacaburun’a, Saruhan (Manisa) ve Karesi’ye (Balıkesir) değin Batı Anadolu’yu sarıp sarsan iki büyük halk ayaklanmasının önderleri olan Börklüce Mustafa ile Torlak Kemal’in (bir Osmanlı Yahudisi’dir) önde gelen mürşitleri olduğundan kuşku duyulmamaktadır. Bu ayaklanmaları bizzat kışkırtmış olmasa da büyük olasılıkla önderlerinin düşünce ve davranışlarını esastan etkilemiş olmalıydı. Börklüce ile Kemal’in bölgede yaydıkları temalara bakılırsa, zorlukla bastırılan ayaklanmaların gerçek düşünsel önderlerinin Bedrettin olduğunu teslim etmek gerekir.
Aynı yılın Temmuz ayında, İznik’ten kaçarak Candaroğlu İsfendiyar Bey’e sığınmak istedi; ancak İsfendiyar Bey’in Mehmet Çelebi ile arasının bozulmasını istemeyerek destek sağlamaması üzerine Eflâk’a geçti. Her gittiği yerde yolunu bekleyen yığınla taraftarla sarılarak Rumeli’ne doğruldu. Deliormanlar’a vardığında büyük bir ordusu vardı. Çelebi Sultan Mehmet I, kuşatma altında tuttuğu Selanik’i bırakarak ve ordusunu acil takviyelerle güçlendirerek Şeyh’e döndü. Bir ihanet sonucunda yakalandı, divan kurulup yargılandı. Ulemanın kararsızlığına karşın İranlı bir din adamı olan Mevlana Haydar Acemi, “malı haram, kanı helal” yolunda fetva verdi. Mehmet I’in iktidarı nazik bir konumda ve tehdit altındaydı. Bedrettin’in de, bağışlanma dilemektense “verin ki basak bağrına mührümüzü” diyerek Molla Haydar’ın fetvasını onayladığı öne sürülür. Bir görüşe göre de, Bedrettin bu sözleriyle, Mevlana Haydar Acem’in “özel mülkiyete, hanedana, saltanata dolayısıyla Tanrısal düzene karşı olduğu” yolundaki suçlamasını “yerinde” gördüğünü söylemek istemiştir.
Böylece Şeyh, Serez meydanında darağacına çıplak olarak çekilerek idam edildi (18 Aralık 1420). “Uzunca bir süre asılı duran şeyhlerinin cesedini müridleri daha sonra indirerek (Serez’de) gömdüler (A. Gölpınarlı).
Mübadil göçmenler tarafından kemikleri mezarından çıkarılarak İstanbul’a getirildi (1924). Uzun yıllar sonra, hükümetin izin vermesiyle (1961) Divan Yolu’nda, Sultan Mahmut Türbesi haziresine sonuncu kez defnedildi.
İznik sürgünü Şeyh Bedreddin bir halk adamıydı. Onun için “Başına avam-nasdan birçok kimse toplandı” (İbni Arabşah). Gene aynı nedenle halk arasında “Ben de halümce Bedreddinem” sözü, bir ata sözü olarak günümüze değin geldi (V. İzbudak, İ. Sungurbey, A. Gölpınarlı, Ç, Yetkin).
Nazım hikmet, Şeyh Bedrettin’in görüşlerini ve eylemini konu alan Simavna Kadısı oğlu Şeyh Bedrettin Destanı’nı yazdı (1936). Orhan Asena (1969), Erol Toy (1973) ve Hilmi Yavuz (1975) gibi edebiyatçılar, onu konu edinen yapıtlar verdiler.
Nazım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı’ndan:
(…)
Bu kasaba İznik kasabası.
Bu ev esnaf mahallesinde bir ev.
Bu evde
bir ihtiyar vardır Bedreddin adında.
Boyu küçük
sakalı büyük
sakalı ak.
Çekik çocuk gözleri kurnaz
ve sarı parmakları saz gibi.
Bedreddin
ak bir koyun postu üstüne
oturmuş.
Hattı talik ile yazıyor
«Teshil»i.
Karşısında diz çökmüşler
ve karşıdan
bir dağa bakar gibi bakıyorlar ona.
Bakıyor:
Başı tıraşlı
kalın kaşlı
ince uzun boylu Börklüce Mustafa.
Bakıyor:
kartal gagalı Torlak Kemâl..
Bakmaktan bıkıp usanmayıp
bakmağa doymıyarak
İznik sürgünü Bedreddine bakıyorlar..
(…)
İznik gölünde akşam oldu.
Bedreddin eğildi suya
avuçlayıp doğruldu.
Ve sular
parmaklarından dökülüp
tekrar göle dönerken
dedi kendi kendine:
«— O âteş ki kalbimin içindedir
tutuşmuştur
günden güne artıyor.
Dövülmüş demir olsa dayanmaz buna
eriyecek yüreğim…
Ben gayrı zuhur ve huruç edeceğim!
Toprak adamları toprağı fethe gideceğiz.
Ve kuvveti ilmi, sırrı tevhidi gerçeklendirip
biz milletlerin ve mezheplerin kanunlarını
iptâl edeceğiz…»
Kitaplarının adı:
«Varidat»dı.
…
Hilmi Yavuz’dan:
sen ki öldügü yere
bir kök sümbül birakir gibi
usulca sevdalar birakan
ovalarin ve kartallarin müsahibi
ne zaman diye sorma, ne zaman
yapragin fetreti gülün kiyamina
gülün kiyami agacin isyanina
dönerse iste o zaman
mübalaga aksam olur
güz, nefti dolaklarini çikarir da gelir
elini elimize dokundurmadan
Kuslarla akan ipegi
göllerde uçan çiniyi
ve sevdayi, umarsiz kina çiçegi
gibi bölüsen onlardi, lala
bedreddin yasiyor hala.
…………………..
Varidat’tan :
“(…)
Huri, köşkler, ırmaklar, ağaçlar, meyveler… ve benzerlerinin hepsi hayalde gerçekleşir, duyumlarda değil. Cin de öyledir ve adı bunu doğrular. Çünkü duyumlardan gizlenmiştir. Onu gören, dışta gördüğünü sanır. Oysa hayal kuvvetiyle görmüştür; gördüğü gerçek değildir.
(…)
İnsanlar, Müslümanlıktan önce somut bir puta taparlardı, çağımızda hayali bir puta tapıyorlar. Belki bir gün Hak, kendini gösterir de Hak olarak ona taparlar.
(…)
Bütün aşamalar, cisimler aleminde toplanmıştır. Cisim ortadan kalkarsa ne ruhlardan, ne de başka soyut varlıklardan bir iz kalır.
Öz, suretsiz kalamaz; çünkü onsuz belirgin duruma gelemez.
(…)
Sebepler varsa, iradenin kendini göstermesi kaçınılmaz olur; bu da eylemleri kaçınılmaz kılar. Eylemlerin sahibi, bunları yapmayabileceğini sanırsa da gerçekte buna gücü yetmez…
İnsanlar birbirlerine tapıyorlar; ya da paralara, altınlara, yiyeceklere, üne, şana… Bilmedikleri için de, Yüce Tanrı’ya taptıklarını sanıyorlar.
Kelamcıların: “Yüce Tanrı, kafirlerin kafir; zalimlerin de zalim olmasını diledi” … sözleri doğru değildir… sat cahilliktir ve Hakk’ı kavrayamamış olmaktan ileri gelir. Yüce varlık zalimlerin ve sapıkların söylediklerinden arınmıştır.
Beyki de Tanrı, bir şeyin yatkın olduğu niteliklere göre diler ve ona göre iradesini kullanır, anlamındadır.” (Varidat, Cemil Yener çevirisi)