Toplumların kaderlerini belirleyen bazı toplantılar, kongreler vardır. Bu toplantılara katılanlardan bazıları yaptıkları çıkışlarla toplantının seyrini değiştirirler. Bunlardan biriside İstiklal Harbimizin başlangıç süresinde önemli bir dönüm noktası olan Sivas Kongresi ve bu kongreye katılan iki tıbbiyelidir. Bu tıbbiyeliler, Hikmet Bey ve Yusuf Ziya Bey’dir.
Çarlık döneminde Rusya’dan kaçarak Trabzon’a gelen Kafkas göçmeni bir ailenin çocuğu olan Tıbbiyeli Hikmet (Boran) Bey, Posta Memuru olan Babası Hakkı Beyin görev yaptığı Balıkesir’in Savaştepe Nahiyesinde doğmuştur (1901).
İlk, orta ve lise eğitimlerini tamamladıktan sonra İstanbul’daki “Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane” yani “Askeri Tıbbiye” ye kaydolmuştur. Hikmet Beyin okula kaydolmasından 3 yıl sonra yani 1919 yılı Mart’ında “Mektebi-i Tıbbiye-i Şahane” İngiliz birlikleri tarafından işgal edilmiştir.
İngiliz birlikleri tarafından işgal edilen “Mektebi-i Tıbbiye-i Şahane”yi, kurtarmak isteyen Tıbbiye öğrencileri, okulun kuruluş yıldönümü olan 14 Mart’ta topluca kutlama yapmaya karar verirler. Tıbbiyeliler, 3. sınıf öğrencisi olan Hikmet Beyin önderliğinde büyük bir gösteri yaparlar.
Bunu gören işgal kuvvetleri, olaya müdahale etseler de Tıbbiyelilerin okulun iki kulesi arasına büyük bir Türk Bayrağı asmalarını engelleyemezler. Bu olay ile Tıbbiyeliler 14 Mart 1919’da işgale ve emperyalizme karşı kurtuluş mücadelesini başlatmış oldular. “14 Mart” Türkiye’de “Tıp Bayramı” olmaktan başka aynı zamanda; Tıbbiyelilerin işgalci emperyalist güçlere karşı çıkışının da yıldönümü dür.
Tıbbiye öğrencileri 4 Eylül’de Sivas’ta toplanacak kongreye katılmak üzere aralarından iki temsilci seçerler. Bunlardan biri de işgalci İngiliz askerlerine karşı gelerek okulun kuleleri arasına Türk bayrağı asan Tıbbiyeli Hikmet Bey’dir.
Öğrenciler Sivas Kongresine katılacak arkadaşlarının masraflarını karşılamak için aralarında para toplamışlar, ancak toplanan para bir öğrencinin gidiş-geliş masrafını karşılayacak kadar olması nedeniyle, Tıbbiyeden seçilen iki öğrenci yerine sadece biri, yani 18 yaşındaki Tıbbiyeli Hikmet Beyi Sivas Kongresine gönderebilmişlerdir.
Çok zor koşullarda Sivas Kongresine katılan 18 yaşındaki Tıbbiyeli Hikmet kongrenin en genç delegesiydi. Diğeri de Yusuf ziya (Balkan)’dı.
Tbp. Alb. Yusuf Ziya Balkan 1899 yılında Köprülü’de doğdu, 1920 yılında Askeri Tıbbiye Mektebinden mezun olduktan sonra iki yıl İstiklal Savaşında görev yaptı. 1929-1931 yıllarında Fransa’da ve İtalya’da havacılık fizyolojisi üzerine incelemeler yaptı. İlk Türk uçuş doktoru ve havacılık mütehassısı olarak Eskişehir I. Tayyare Alayında, I. Hava Tümeni Hastanesinde, Kayseri, Niğde, Eceabat ve Bursa Askeri Hastanelerinde KBB uzmanı olarak görev yaptıktan sonra 1950 yılında albay rütbesiyle emekli oldu. İstiklal Madalyası sahibi olan Y. Balkan, 12.8.1970 tarihinde de vefat etti. 1995 yılında Fizyolojik Eğitim Merkezi’ndeki bir dershaneye ismi verildi.
***
15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’e çıkarma yaptılar, bir gün sonra 16 Mayıs’ta da Mustafa Kemal Samsun’a hareket etti. Samsun, Havza görüşmelerinden sonra 22 Haziran’da Amasya deklarasyonu yayımlanıyor. Ardından ilk kongre 23 Temmuz-7 Ağustos arası Erzurum’da yapıldı. Türkiye’yi kapsayan asıl büyük kongrenin 4-11 Eylül’de Sivas’ta yapılmasına karar verildi.
Askeri Tıbbiye ve Darülfünun’daki öğrenci birlikleri de kongreye delege göndermeye karar verdiler. Bunun için de Tıbbiye’den Hikmet Boran ile Yusuf Balkan, Darülfünun’un hukuk bölümünden de Necip Ali Bey’i delege olarak gönderdiler.
İşgal kuvvetleri ve İstanbul Hükümeti kongrenin Yapılmaması için elinden geleni yaptılar. İstanbul Hükümeti, Elazığ Valisi Ali Galip’den Mustafa Kemal’i tutuklamasını istediler.
Kongre, 4 Eylül 1919 Perşembe günü saat 14.00’te Sivas Lisesi’nde toplandı. Kongre başkanlığına Mustafa Kemal seçildi. Dördüncü gün Mustafa Kemal Paşa’nın grubu, Hikmet Boran Bey’in de imzasıyla kongre başkanlığına bir dilekçe verdi ve kongreye katılan bütün cemiyetlerin bir isim altında toplanmasını, bu ismin de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olmasını istediler. Bu öneri fazla tartışılmadan kabul edilir.
Sivas Kongresi sürerken, 8 Eylül günü İsmail Hakkı Danişmend ve arkadaşlarının imzasıyla verilen “MANDA’ teklifi, dananın kuyruğunun kopmasına neden olur. Aslında manda demek esaret demektir. Kongrede, Amerikan mandası mı olsun, İngiliz mandası mı diye tartışılır. Amerikan mandacıları çoğunluktadır. İşte tam o sırada Hukuk Fakültesi öğrenci temsilcisi Necip Ali Bey kürsüye çıkıp, “Siz buraya manda satın almaya mı geldiniz?” diye, hakaretamiz bir soru sorar. Herkes şaşırır. Bu soru delegeleri de kendine getirir.
Arkasından kürsüye Tıbbiye adına Hikmet Bey çıkar ve şöyle der:
“Beyler;
Delegesi bulunduğum Tıbbiye, beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdi. Mandayı kabul edemeyiz. Eğer manda fikrini kabul edecek olanlar varsa bunları şiddetle reddeder ve kınarız.
Eğer manda fikrini kabul ederseniz sizleri de hain ilan ederiz.
Ardından Mustafa Kemal ‘e dönerek aynı heyecanla;
“Paşam siz de manda fikrini kabul ederseniz sizi de reddederiz. Mustafa Kemal Paşa’yı vatan kurtarıcısı olarak değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz.” demiştir
Mustafa Kemal Paşa Tıbbiyeli gence, o meşhur cevabını verir;
“Evlat içiniz rahat olsun. Biz azınlıkta kalsak da mandayı kabul etmeyeceğiz. Manda da yok, himaye de. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal ya ölüm”.
Daha sonra Mustafa Kemal Paşa delegelere dönerek, “Beyler gördünüz mü, muhtaç olunan kudret gençliğin asil kanında zaten mevcut” deyip, Tıbbiyeli Hikmet ‘i alnından öper
Ardından müthiş bir alkış kopar. Sonrasında yapılan oylamada manda fikri tamamen reddedilir ama, mandacıları da daha fazla karşılarına almamak için Mustafa Kemal kongreden, Amerikan meclisine de bu konuda ne düşündüğünü sormak için bir de yazı yazılması kararını çıkarttırır. Manda problemi böyle çözümlenir.
Kongrede söylenen bu sözler, daha sonra Atatürk’ün Nutkunun sonundaki Gençliğe Hitabe de “… Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” cümlesiyle tüm gençliğe yol gösterici olmuştur.
Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulunca; Tıbbiyeli Hikmet Bey, arkadaşı Yusuf Be’yle birlikte, Tıbbiyedeki öğrenimini yarıda bırakarak Ankara’ya geldiler. İki arkadaş Cebeci’deki Asker Hastanesinde görev aldılar ve buradaki Tabip Albay İbrahim Tali Bey’in (Öngören) başkanlığında, gece-gündüz çalıştılar.
Yaptığı çalışmalarından dolayı Tıbbiyeli Hikmet’e Teğmen rütbesi verilmiş ve ardından da “Sıhhiye Subayı” olarak Büyük Taarruza da görevlendirilmiştir.
İki arkadaş, savaş sırasındaki tifüs salgınına karşı ilaç bulma konusunda gönüllü olarak, Ankara Cebeci Askeri Hastanesi’nde, Dr. Adnan Adıvar’la birlikte çalışıyorlar. Daha sonra da Mahmut Tali Öngören’in babası Dr. İbrahim Tali’nin yanında, savaşın sonuna kadar cepheden gelen yaralıların tedavisi için uğraşıyorlar. Ayrıca Hikmet Bey Büyük Taarruz’a sıhhiye subayı olarak katılan ve İzmir’e ilk giren subaylardan oluyor. Zaferden sonra Ankara’da bütün teklifleri reddederek Hikmet Boran’la birlikte İstanbul’a okullarına geri dönüyorlar. Yusuf Bey, Hikmet Bey’in kız kardeşiyle evleniyor.
Mustafa Kemal bu iki fedakâr arkadaş için rütbe ve maaş bağlanması talimatı veriyor. Savaş sonrasında her ikisine de İstiklal Madalyası veriliyor.
Savaş sonrası okullarını bitirerek doktor oluyorlar. Yusuf Balkan 1929–31 yılları arasında İtalya ve Fransa’ya giderek havacılık enstitülerinde fizyoloji eğitimi alıyor. İlk Türk uçuş doktoru ve havacılık mütehassısı oluyor.
TIBBİYELİ YUSUF VE YAŞAR KEMAL
İkinci Dünya Savaşı son hızıyla sürüp gidiyor. Almanlar neredeyse Yunanistan sınırına dayanmış. Türkiye savaşa ha girdi, ha girecek. Bu arada Kemal Sadık’ın (Yaşar Kemal) bir gözü sakat ama buna rağmen yine de askere alınıyor.
Önce Dörtyol Payas’ta acemi eğitimine katılıyor, burada üç ay eğitim görüyor. Sonra Niğde Askerlik Şubesi’ne gidiyor, oradan da tansiyonu 5’e düştüğü için Kayseri’ye hastaneye sevk ediliyor. O günlerde Mehmet Ali Aybar da üniversitede doçentken ikinci kez askere alınıyor ve Kayseri’de üsteğmen olarak görev yapmaktadır. Kemal Sadık, Kayseri’de Aybar’ı buluyor. Aybar onu hastane Başhekimi Dr. Albay Yusuf Balkan’la tanıştırıyor.
Hikmet Boran ise, Yaşar Kemal’in yakın dostu, sunucu ve şovmen arkadaşı Orhan Boran’ın babasıdır. Yusuf Balkan’ın iki çocuğu oluyor, bir kız bir oğlan. Kızı Ayperi, Yaşar Kemal’in arkadaş oluyorlar. Ayperi Balkan (Akalan) (1928-2007) heykeltıraş, gazeteci, eleştirmendi. YÖN dergisinde ve Cumhuriyet gazetesinde yazardı. Oğlu Aydemir Balkan (1926-2017) ise Mimar-mühendis. Aynı zamanda gazeteci. Paris’te basın ataşesi, 1964 yılında UNESCO’ya girdi.
Askerden sonra da Albay Yusuf Balkan ile Yaşar Abi’nin ilişkileri sürüyor, ailecek görüşüyorlar ve Yusuf Bey’in ölümüne kadar da dost olarak kalıyorlar. Yaşar Abi, Ayperi’nin Cumhuriyet gazetesinde yazı yazmasına da aracılık ediyor.
Yusuf Balkan, müthiş bir Nazım hayranı. Nazım’a ve onun Şiirlerine bayılıyor. Ayrıca pervasız ve korkusuz. Bursa Cezaevi’ne bile gitmiş; sırtında albay üniformasıyla. Albay Yusuf Bey iltifatlar etmiş Nâzım’a. Şiirden edebiyattan, uzun uzun sohbet edip çaylar içmişler. Ve o günü hiç unutmamış Yusuf Balkan Bey.
Kemal Sadık Göğceli, Mehmet Ali Aybar aracılığıyla Yusuf Balkan’la tanışmış oluyor. Dr. Balkan, Nâzım’ın çoğu şiirini ezbere biliyor ve Nâzım’ın, Kemal Sadık’ta olmayan bütün şiirlerini ona veriyor.
Yusuf Balkan, Yaşar Kemal’i hastaneye yatırıyor. Sağlığına kavuşmasını sağlıyor. Gece gündüz bir ay süreyle bir de Nazım okuyor.
Giderek Yarbay Avni Bey, Tayyare Fabrikası Müdürü Seyfi Paşa, Numune Hastanesi Başhekimi Memduh Bey, Mehmet Ali Aybar ve Kemal Sadık arasında bir dostluk kuruluyor. Savaş içinde olunduğundan, edebiyat ve şiir dışında, konuşulan konular savaş ve siyaset üzerinedir.
Talas’ta, Kayseri’nin varsıl ailelerinden Arif Molu’nun, edebiyata düşkün genç iki oğlu Faruk ve Sait Molu’yla ve Turhan Feyzioğlu’nun kardeşi Avukat Yavuz Feyzioğlu’yla tanışıyor Kemal Sadık. Moluların Talas’ta yazlık olarak kullandıkları, içinde ağzına kadar dolu kitaplığı da olan bağ evleri, Kemal Sadık gibi biri için cennettir. Hastalığı burada geçmeye başlıyor. Kitaplıkta, Türkçeye çevrilmiş bütün klasikleri buluyor, yani tam arayıp da bulamadığını. Evin anahtarı da ona verilince, iki yıl içinde, çevrilmiş bütün Çehovları, Dostoyevskileri, Tolstoyları, Türk klasiklerini, Binbir Gece Masalları’nı, Doğu klasiklerini; hepsini, her şeyi okuyor…
… Kemal Sadık okudukça okuyor. Kendi tabiriyle, “Edebiyat bilinci geliştikçe gelişiyor”
… Ve yazmaya başlıyor…
KAYNAKÇA
Akkılıç Yılmaz; Kurtuluş Savaşında Bursa, Bursa-2008
Ulubelen, Erol, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, İstanbul-1967
Not: Bursa yerel basınında Albay Yusuf Ziya Balkan’a ait bir bilgi bulurum umuduyla 1950-60 yılları arasında yayınlanan ANT-Yeni ANT ve Milletindir Hakimiyet gazetelerini taradım. Ancak bir bilgi bulamadım. 1940-1949 yılları arasındaki gazetelerde Balkan’la ilgili mutlaka bilgi vardır. Araştırmacılara bu konuda büyük görev düşüyor.
Kimya mühendisi, araştırmacı, yazar.
Bursa Mustafakemalpaşa’da (1954) doğdu. Anadolu Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümü mezunu.
TUBİTAK veri tabanına kayıtlı “Teknoloji tabanlı Başlangıç Firmalarına Özel İş Geliştirme” mentörü, C Grubu iş Güvenliği uzmanı olarak Nano kimyasalların tekstil materyallerine uygulamalar konusunda üniversitelerde konferanslar verdi.
Yayınlanmış kitaplarından bazıları:
"Kuşçubaşı Hacı Sami Bey",
"Özbek Mektupları",
"Yeşim Taşı - Ön Türkler ve Türk Tarihinden Kesitler",
"Kafkasya'dan Anadolu'ya - Zekeriya Efendi".
Belgeseltarih.com kurucu ortağı ve yazarıdır.
E-Posta: [email protected]