Anadolu’da ve Kafkasya’da bulunan eserlerin benzerlikleri 1930’lu yıllardan başlayarak arkeolog ve tarihçiler tarafından dile getirilmeye başlanmıştır. Avrasya bölgesinde Paleotik-Neolitik dönemler ile Bakır ve Demir Çağları üzerine eserler vermiş olan, Avusturyalı Arkeolog Dr. Franz Hancar’ın (1893-1968), 1932 yılında yapılan İkinci Türk Tarih Kongresi’ne sunduğu bildiri 1937 yılında İstanbul’da basılmıştır. Hancar, bildirisinde, Anadolu’da yapılan kazılarda bulunan bazı eserlerle, Kafkasya’da kurganlarda yapılan kazılarda bulunan eşyalar arasındaki benzerliklere dikkat çekmiştir.
Hancar;
-M.Ö. 3 bin yılın ikinci yarısında Ahlatlıbel’de (Ankara’nın yaklaşık 13 km. güneybatısında) bulunan madeni halkalarla ikibinli yıllarda Kuban’da bulunan madeni halkalardan yapılmış gerdanlıklar büyük bir benzerlik göstermektedir.
-Truva II’de (Çanakkale) bulunan savaş baltalarıyla Kuban-Terek havzasında bulunan topuzlu savaş baltalarının benzerliği.
-Truva II, Ahlatlıbel, Alişar höyüklerinde (Yozgat’ın 45 km. Güneyduğusunda) bulunan idollerle, Nalçik bölgesindeki kurganlarda bulunan idollerin benzerliği.
-Anadolu’nun çeşitli yerlerinde ve Alacahöyük’te (Çorum’un Alaca ilçesinin 15 km. kuzeybatısında) bulunan boğa figürlerinin Maykop’ta bulunanlarla olan benzerliği.
Hancar, bölgede yaşayanların yaygın bir şekilde at, sığır, koyun ve keçi yetiştiriciliği yaptığını tespit etmiştir. Hancar, Kafkasya’daki iklimsel değişikliklere de dikkat çeker.
Kafkasya’daki, zengin maden yataklarının medeniyetin gelişmesinde katkısı olmuştur. 1917 yılında yapılan araştırmalarda Kafkasya bölgesinde 417 bakır madeni olduğu tespit edilmiştir dersek, maden zenginliğini belirtmiş oluruz.
Kafkas halklarından, M.Ö. 2000 yılında Ön Asya coğrafyasında görülen Hititler, Hurriler, Kassitler ve Hiksosların ortak özellikleri at yetiştirmeyi iyi bilmeleri ve iki tekerlekli arabaları kullanmalarıdır. İki tekerlekli arabalar daha sonra geliştirilip savaş arabasına dönüştürüldü. Hittiler savaş arabası birlikleriyle Ön Asya uluslarını titretmişlerdi.
Hititlerin Ari kökleri Avrupalı tarihçiler için çok önemliydi. Hititolog Albercht Gotze“Avrupalı ulusların kültür dünyasında görülmeleri Hititlerle başlar. ” demiştir.
Hititlerin Anadolu’ya Trakya üzerinden veya Kafkasya’dan geldiği öne sürülüyor. Bu kanıya Hittilerin kuruluşundan 400 yıl sonra Hitit Kralı Muvattallis’in M. Ö. 1300 yılında yazdırdığı bir duanın bulunmasıyla varılmıştır.
“Göklerin güneş tanrısı, insanlığın çobanı denizden çıkıp yükselirsin göklerin Güneş tanrısı!”
Hititlerin Ari olduğunu öne süren ve Hititçe yazılı bazı tabletleri çözen ve “Hititlerin Dili, Yapısı ve İndi-Germen Ailesinden Oluşu” kitabını yazan Hrozony, Hititçe’de bazı yabancı ögelerin, muhtemelen Kafkas ögelerinin bulunduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır. (Ceram, Tanrıların Vatanı Anadolu; s. 61)
Boğazköy’de (Çorum’un 82 km. güneybatısında) bulunan tabletlerde sekiz dilin kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu tespiti İsviçreli dil bilimci Emil Forrer yapmıştır. Forrer yazdığı makalede; Sümerce, Akadça, Hattice, eski Hintçe, Hurnice, Protohattice, Luvice, Balayca olduğunu yazar. (C. W. Meram, Tanrıların Vatanı Anadolu, s. 61)
Nesa Kralı Anitta’nın diktirdiği levhalardan birisinde Hatti kralıyla yaptığı başarılı savaşı anlatır. Kendilerine Hititler adı verilen, kendilerini hangi adla çağırdıklarını bilmediğimiz bu halk, Hatti ülkesine gelmişti. Gelenlerin nüfusu çok azdı. Ancak yerel halkı çabucak örgütleyip bir imparatorluk kurdular. Hititlerin kral adları Hint-Avrupa dilinden olmayıp, başlangıcından bu yana Hattice’dir. Hititlerin tanrı adları da Hattice ve Hurrice’dir. Ülkemizde yapılan kafatası ölçümlerinde Orta Anadolu’da yaşayan halkın çok büyük bir oranda brakisefal olduğu ortaya çıkmıştır. Bilindiği gibi Hattiler de brakisefal kafatasına sahiptir.
Hatti/Hititlerle ilgili bazı alıntılarda, Hatti/Hitit ve Kafkas (Adige) ilişkisine değinelim.
“…Anadolu Hititlere kadar, yani M.Ö. 2000 yıllarına kadar, bizim Hatti dediğimiz bir milletin oturduğu yerdi. Bu ülkeye 1800 yıl Hatti memleketi denilmiştir. M.Ö. 2500’den 700’lere kadar. Hitit’ler bu sırada geldiler.” (Ekrem Akurgal. Yeni Gündem. Sayı /. 10 Ağustos 1984”
“… Anadolu’da (Aşuva) M.Ö. 2000 yıllarında devletleşmiş halkların ortaya çıktığını görüyoruz. Bu halklar Hititler, Luviler (L’ıxfer-yiğit adamlar) ve Hurrilerdir. (Hurey’yikoxe –topaç insanlar) Hitit adı Tevrat’ın İbranice aslında (Ht) halkı diye geçmektedir. İbranicede sesli harfin olmayışı nedeniyle (Ht) şeklinde rumuz Asur belgelerine ‘Heta’ olarak geçmektedir. Tevrat Batı dillerine çevrilirken, Almancaya çeviri yapan Martin Luter (Ht) ile gösterilmiş rumuzu ‘Hethitler’ diye, İngilizce ve Fransızca’ya çevirilerde ‘Hititler’ diye okuyup aldılar.”(Bilge Umar, Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi)
İklim değişiklikleri Kafkasya ve Orta Doğu’da göçlere ve ticaret yollarının değişmesine sebep olmuştur. Maykop’ta bulunan bir vazoda Fırat ve Dicle nehirlerinin birleşmeden önce ayrı ayrı Basra Körfezi’ne döküldüğü resmedilmiştir. Bu izler bize kavimlerin yer değiştirdiğini, uzak bölgelerle aralarında ticari ilişkiler bulunduğunu gösterir. Kafkasya’da lüle taşı ve lapis lazuli, lacivert taş bulunması bunun bir göstergesidir.
Abazaların yaşadığı Kolkis bölgesiyle Grekler ve Firavun dönemindeki Mısır arasında yoğun ticari ve kültürel ilişkiler vardır. Mısır tapınaklarında büyük burunlu Hattilerin resimleri bulunmuştur.
Birçok tarihçinin ittifak ettiği bir nokta da Adigelerin M.Ö. VII. yüzyılda Karadeniz kıyılarından, Azak Denizi kıyılarına, oradan Kuban boylarına kadar uzanan topraklarda çeşitli devletler kuran Meotların soyundan geldikleridir.
Bölgeden Orta Doğu’ya göç eden kavimler:
Kaslar;
Kaskasya’dan Zağros dağlarının doğusuna göç etmişlerdir. Bir müddet burada oturduktan sonra Güney’e inerek Elam’a gittiler. M.Ö. 1800 yılında Babil’i işgal ederek 600 yıl süren bir devlet kurdular.
Boruşkalar;
Kafkasya’dan Kuzey’e, İran yoluyla Hazar Denizi’nin doğusuna gelmişler Türkistan’ın güneybatı bölgesinde yaşamışlardır. Kaslardan ayrılan bir gruptur.
Akhalar;
Kaskasya’dan Anadolu’ya göç etmişlerdir. Batı Anadolu ve Ege Denizi’ndeki adalara yerleşmiş savaşçı bir kavimdir. Miken Uygarlığı’nın gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Bir grubu Mısır ordusunda paralı askerlik yapmıştır.
Bu bilgiler ışığında Kafkas arkeolojisi’ni incelemek için Antik Çağ’a doğru bir yolculuğa çıkalım.
Nart destanlarında Adiğelerin sık sık İtil/Volga Nehri, Buhara ve uzak ülkelere akınlar yaptığı yazılıdır. Destanlara göre Nartların ülkesi Karadeniz, Azak, Don-Maniç Havzası, Terek Nehri, Hazar Denizi ve Volga Nehri deltasıdır. Ma ve Zeus isimlerinin Kafkas kökenli olduğu birçok tarihçi tarafından öne sürülmektedir. Bu destanların Grek mitolojisi dışında Orta Doğu’daki birçok mitolojik öykünün esin kaynağı olduğu genel kabul görmüştür.
Bu destanlarda sadece kahramanlık öyküleri içermediği, devlerden bahsedildiği, devlerin insanları yediğini, küçük insanların da bu devleri, “Onları yemekle korkutup, kaçırdıkları” anlatılır. Sonunda küçük insanlar devlere galip gelirler (Bu anlatıların yamyamlık olmayıp, devlerin ortadan kaldırıldığı anlamında olduğunu sanıyorum).
Kafkasya’nın coğrafi yapısı, dağlar, sık ormanlar, nehirler ve derin vadilerle bölünmüşlüğü halklara izole yaşama imkânını vermiştir. Romalı tarihçi Plinus, Roma ordusunun 124 tercüman kullandığını yazar. Adiğelerin denizciliğini başka bir Romalı, Strabon yazar. Strabon Adiğe teknelerinin denizlerde süzüldüğünü yazar.
Çerkezistan’da, Batı Kafkasya’da yapılan kazılarla Çerkeslerin geçmişi her geçen gün daha da aydınlanıyor. Her kazı, her değerlendirme Kafkasya’da daha önce İskitlere ve Sarmatlara ait olduğu düşünülen mezarların (Kurganların) Çerkeslere ait olduğu ortaya çıkıyor.
Kafkasya’da 1897’de bilimsel olarak başlatılan kazılarda Maykop kültürüne ait olduğu düşünülen 150 mezar ve 30 yerleşim araştırılmış, çeşitli eşyaların yanı sıra, 7400 adet altın obje bulunmuştur. Bu objelerin en eskisi M.Ö. 3500-3250 yıllarına ait. Kazı yapılan mezarlarda bulunan objelerle tarihi Erken Bronz Çağı’na (İlk Tunç Çağı) uzanan Alacahöyük kraliyet mezarlarında ve Horoz Tepe’de bulunan objelerle şaşırtıcı bir benzerlik gösterir. Bunu doğal karşılamak gerekir. Alacahöyük’teki buluntular Kafkas kökenli Hattilere aittir. M.Ö. 3000-2500’lü yıllarda Anadolu’da Hattiler, M.Ö. 2200’lü yılarda Güneydoğu Anadolu–Suriye–Filistin ve Kuzey Irak’ta etkili oldular. Hattiler üzerine M.Ö. 1700’lü yıllarda Hititler egemen oldu. Kafkas kültürü taşıyan Luvi, Pala, Kaşka halkları M.Ö. 1000’li yıllarda etkili oldular. Urartuların ana kütlesini Kafkasya kökenli halklar oluşturuyor.
Yapılan çalışmalar; kazılar ve buluntuların karşılaştırılması sonucunda Anadolu’daki Kuban – Maykop kültürü ile ciddi bir ilişki olduğu Nurbiy Leovpaçe’nin yazdığı Çerkes Arkeolojisi ve Sanatı adlı eserinde ayrıntılı olarak belirtilmiştir.
Çerkesya’daki mezarlarda ve yerleşim yerlerinde bulunan altın, gümüş, elektron, bronz, altın kakmalı eşyalar;
-Ermitaj
-Moskova Devler Müzesl
-Adıgey Ulusal Müzesi
-Krosnodar Tarih ve Arkeoloji Müzesi
-New York Metropolitan Müzesi
-Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri müzelerinde sergileniyor.
Mezarlarda eşyaların yanı sıra kılıçlar, zırh plakaları, kamalar, ok uçları, atlarda kullanılan göğüslükler, alınlıklar, metal plakalar bulunmuştur.
Medeniyetlerin kurulması ve gelişmesini etkiliyen unsurların başında iklimsel değişimler ve yabancı kavimlerin istilaları gelmektedir. İstilalar, salgın hastalıklar, depremler tarımcı toplulukları yarı göçebe veya göçebe toplumlara dönüştürmüştür. İstilalar dönemin şehirlerinin terk edilmesine, ticari ilişkilerin bozulmasına sebebiyet vermiştir.
Bu eşyaların büyük bir kısmında yapan ustaların mühürleri bulunmuştur. Bu aile mühürlerini kullanan aileler günümüze kadar gelmiştir. (Tamğe)
Medeniyetlerin başlaması, gelişmesi olumlu iklimden sonra ikinci faktör ise kolay çıkarılabilen maden yataklarıdır. Kuban bölgesinde bulunan zengin bakır yatakları, demir madenleri, nehirlerden elde edilen altın madenciliğin patlamasına neden olmuştur. Kafkasyalılar Ön Asya ve Orta Doğu’nun yanı sıra Trakya, Akdeniz bölgelerine maden işlemeyi ve tekerleği öğretmişlerdir.
Anadolu’ya hâkim olan Hititler mevcut inanç ve kültürü benimsemişlerdi. Hitit kralları ön adlarını Hurri dilinden seçmişlerdir. Kafkasya ile Alacahöyük’te bulunan mezarlarda ölü gömme benzerlikleri şaşırtıcıdır. (Çerkes Arkeoloji ve Sanatı, S. 18)
Kafkasya’daki Çerkes kavimleriyle Anadolu ve Orta Doğu arasındaki ilişkiler Hititlerin ve Hurrilerin yıkılmasıyla sekteye uğramış, Urartularla bir müddet devam etmişse de Sami kökenli kabilelerin kurduğu Akat, Babil, Asur gibi devletler bu bağı koparmıştır.
Kafkasya’da Anadolu ve Orta Doğu’dan geri dönüşler kuyumculuğu ve üretim ilişkilerini geliştirmiştir. Metal işleme sanatı erken Meot döneminde (M.Ö. 6-4 yüzyıllar) zirveye ulaşmıştır.
Çerkesya’da binlerce (3000 kadar) dolmen bulunmaktadır. (Benzer dolmenler Trakya’da da bulunmuştur). Bu dolmenleri Çerkesler Cüce Evi, Psaun- Pse vın- (Ruh Evi), Adamra (Taş Mezar), Mengreller (Devlerin Evi) ve Odzvale (Kemik Deposu) diye adlandırmıştır. Dolmenlerin büyük bir kısmı M.Ö. 2 bin yılı ilk yarısına, Bronz Çağı’na tarihlenir. Ancak bir kısmı geç Neolitik döneme uzanmaktadır.
Kafkasya’daki megalitik yapıların Avrupa’daki benzerlerinden (İngiltere – Stonehenge, İrlanda–New Granhe, Fransa–Barnanetz, Portekiz–Alcalar) geri kalan yanı yoktur. Kafkasya’da bulunan ondan fazla megalitik yapı toplulukları Eski Mısır’daki tapınak – mezar topluluklarına benzemektedir. Bu yapılar güneş tapınakları olarak adlandırılmıştır.
Çerkes panteonunda yer alan tanrılar ortaktır. Yıldırım tanrısı Teşup-Şible, demirci tanrı Tlepş, geyik tanrı Tuvat/Ruvat–Mezith (Orman Tanrısı) ortak tanrılardır.
Kafkasya’daki yazıları hiyeroglif, petrogilit ve damga şeklinde kalmıştır. Maykop levhası G. F. Turçaninov tarafından okunmuştur. Yazılardan Maykop şehrinin yerinde Mae adlı bir şehrin olduğunu tespit etmiş ve M.Ö. 1198 yılına tarihlendirmiştir. Hittilerin hiyeroglif stil yazı Kafkasya’da yaşayan Çerkesler’in ataları tarafından Orta Çağ’a kadar kullanılmıştır.
Anadolu’da bulunan erken Tunç Çağı eserlerinde Kafkasya’daki ana erkil kültürün etkileri görülmektedir.
Yapılan araştırmalarda M.Ö. 4 bin yılının başında Kafkasya’da Çerkeslerin olduğu bölgede yaşanan büyük kıtlık Anadolu ve Mezopotamya’ya büyük bir göçe sebebiyet vermiştir. Bu göç neticesinde bölgede yeni medeniyetler ve devletler oluşmuştur.