Quantcast
Kafkas Savaşları ve Sürgün – Belgesel Tarih

Kafkas Savaşları ve Sürgün

Kafkas Savaşları ve Sürgün

Loading

  • KERMOKUIE Hamid
    Çeviri: Ergün Yıldız – Nalçik 1989[1]

Büyük Kafkas harbinin son bulduğu tarih olan 21mayıs1864 te Mihail Nikolaeviç bugün Kuebide olarak anılan yerde atından inip Kafkas halklarını (katliamlarla ve insanlık dışı yöntemlerle de olsa) dize getirdikleri için komutanlarını askerlerini kutlamıştı.

Kafkas savaşları olarak anılan bu savaşların acı izleri uzun yıllar silinmedi. Burada bu savasın nedenlerini bu dönemde yaşanan dramı detayları ile ele alamayacağız belki, zaten bu tarihin ve tarihçilerin işidir. Fakat reddedilemez bir baksa gerçek ise artık tarihin ve tarihçilerin bu olayları tüm Gerçekliği ile ele alıp araştırarak tüm bilgileri ortaya koymaları zamanının geçmekte olduğu ve bu konuda geç bile kalındığıdır. Eğer tarihe karşı bir kastiniz, hasmane tavrınız yoksa gerçeği asla ilelebet gizleyemez örtbas edemezsiniz.

Yukarıda bahsettiğimiz törenin ve kutlamanın olduğu gün Ubıhların topyekûn anayurtlarını terk ettikleri gündü. Dağlara sığınıp kalan bazı ailelerden birisinin bir ferdi o gün gördüklerini daha sonraları söyle anlatır: “kimisi atlı, kimileri kağnılarla, kimileri at arabalarıyla ve kimileri de yaya olarak guruplar halinde geçip gittiler deniz kenarına doğru, tüm guruplar tüfekleri ellerinde parmakları tetikte askerlerin kuşatması altında devam ettiler yollarına” Kafkas savaşlarının bitişinin kutlandığı ve Rus birliklerinin komutanlarının tebrik edilip törenler düzenlendiği o yerler Ubıh topraklarıydı. Ubıhlar tüm halklardan sonra teslim oldular ve silahlarını bıraktılar. İste o kötü gün ile birlikte birkaç bin yıllık tarihi olan Ubıhların tarihi ve halk olarak varlıkları da fiilen sona erdi. Anayurdunu terk edenler ise yüzyıldan fazla koruyamadılar mevcudiyetlerini; zamanın acımasız dişleri arasında birer birer tükenip gittiler geriye kalan bir avuç insan da. Bu halkın başına gelen acı olayı Sinkube Begrat -Jilake- adlı romanında detayları ile anlatır. Ubıhlar eski tarihin bilinen halklarındandır ve o dönemlere ait eserlerin pek çoğunda onların kahramanlıklarından bahsedilir Ubihlar, Adiğelerle Abhazlarin ortasında yerleşik bulunurlardı. Aslında Adiğeler, Abhazlar, Ubihlar Tarihleri, gelenekleri, kültürleri ile birbirinden pek farklılık göstermeyen ve ayni kökten gelen tek bir halktır. Dillerindeki kısmi farklılığa rağmen dilde de ayni kökten beslenirler tek bir dil den türemiş lehçeler gibidir her üçü de. Gerek Abhazlar gerek Adiğeler ve gerekse Ubıhlar çok uzun yıllar pek çok düşmana karşı harp etmek zorunda kalmışlar, eski tabir ile kılıç elde yaşaya gelmişlerdir.

18 yüzyılın ikinci yarısında Kafkas insaninin yarısının o güne kadar baş koyduğu özgürlük mücadelesinin en acı günleri belirdi ve bu dönemde anayurtta halkımızın pek az bir kısmi kalmak üzere acı bir sürgün yasandı. O dönemi yasayan bir insanın kaleme aldığı su sözler durumu çok net anlatıyor: “Bir zamanlar cennet gibi olan vatan toprakları bugün bir mezarlığa dönmüş durumda. İnsanlar sürgün edildi, topraklarımız boşaltıldı. Dağlara sığınan tek tük ailelerden ve çaresiz bir kısım insanlardan başka hiç kimse kalmadı. Bu manzarayı gördükçe insanın içi parçalanıyor”. Çoğunluk kaynaklara göre 17 yüzyıl baslarında Adiğelerin sadece bir bölümü olan Sapsığlar, Abadzechler, Bjeduglar, Kemirkueyler, Nahutaçlar in sayısı milyonun çok üzerinde idi. Şimdiye kadar kanlı bir yol gibi uzayıp giden bu savaş yıllarının ateşi içerisinde tükenip giden insanların sayısına kimse yoğunlaşmadı. Bunu başlı başına araştırma konusu olarak ele alıp incelemedi. Genellikle daha çok bilgi sahibi olduğumuz kısım anayurttan sürülenlerle yerinde kalan çok az miktarda insanın sayıları hakkındadır. Abhaz araştırmacı G. A. Dzidzarie`nin verdiği rakamlara göre 1864 yılında 700 000 Adiğe, 100 000 Abhaz, Ubıhların tümü sürgün edilmişlerdir. Ayrıca yukarıda sıraladığımız Adiğelerin diğer kollarından olan milyonun üzerindeki Bjedug, Kemirguey, Natuhaç vb. Halktan geriye anayurtta kalan sadece 40 000 kişidir. Bu sürgünde Natuhaçların bütünü, Sapsığların, Abadzechlerin bütüne yakını, yine Bjeduglerin, Kemirgueylerin, Besleneylerin çok büyük bir kısmı anayurttan sürülmüşlerdir. 300 000`in üzerindeki Sapsığların yerleşik bulundukları Anapa ile Sahie ırmağı arasındaki bölgede yerleşik kalan insan sayısı çok az bir miktar idi. Ayni acı sonu Yasayan Abhazlardan sürgünden artakalan insan sayısı sadece 40 000 kişi idi.

Kaberdeylerin yasadıkları son da pek farklı olmadı. 18. Yüzyıl baslarında sayıları 400 000 üzerinde olan Kaberdeylerden savaşlar ve salgın hastalıklar sonunda nüfusun onda dokuzu yok oldu. 19.yüzyıl başlarında geriye kalan insan sayısı 40 000 civarında idi.

Kafkas savaşlarından sadece Adiğeler değil diğer komsu Kafkas halkları olan Asetinler, Dağıstanlılar, Çeçenler, Balkarlar, Karaçaylar, İnguşlar da nasiplerini aldılar, bu büyük savaştan ve sonrasındaki sürgünden kimisi az kimisi çok ama sonuçta hepsi bir şekilde etkilendiler.

Dağlı Halkların baş koydukları Kafkas savaşlarının nedenleri konusunda pek çok farklı görüş öne sürülmektedir. Bunların çoğunluğu maalesef gerçeğin tümünü yansıtmamakta ve bize göre doyurucu bilgiler içermemektedir. Bu konu günümüzde hala tam olarak netleştirilmiş değildir.

Yine Ayni şekilde cevaplanması gereken bir başka soru ise Istanbilakuie olarak adlandırdığımız Osmanlı topraklarına sürülme konusudur. Ve bu iki sorun yüzyıldır önümüzde cevaplanması gereken iki önemli soru olarak durmaktadır. Neden böyle oldu, nedir bunun kaynağında yatan? Neden yüz binlerce insan yollara düşüp anayurtlarını terk etmek zorunda kaldılar?

En kolay ve araştırmacılarımız tarafında da en çok rağbet gören cevaptır bu sorunun kaynağında dinin olduğu ve halkımızın din tacirleri tarafından, mollalar tarafından aldatılarak yurtlarını terletmeye yönlendirildikleri cevabi. İste bu cevaptır günümüzde hala bu soruya verilen ve genellikle de itibar gören cevap. Çoğunlukla bize söylenen bu olsa da özellikle bu cevabi kabul etmemiz için bir neden yok bence.

Böylesi saçma bir cevap ile aldatıldığımız, gerçekten uzaklaştırıldığımız zamanlar çok gerilerde kaldı artık. Bundan hepimiz emin olmalıyız. Elbette bu acı sonun hazırlanmasında dinin ve din adamlarının hiç etkisi yok değil. İnsanları yanılttıkları, büyük vaatlerde bulunarak cazip önerilerle aldattıkları ve sonradan da ortadan yok olup insanlarımızı yüzüstü bıraktıkları yalan değil. Fakat, bu başlı başına bir neden olarak kabul edilemez, edilmemelidir. Milyonlarla ifade edilen bir halkın din ve din adamları yüzünden mahvolduğunu iddia etmek sadece gerçeğin örtbas edilmesine yardımcı olmaktan başka bir ise yaramaz.

Yıllarca hürriyet mücadelesi veren Kafkasya bu savasını din bayrağı altında yapmamıştır. Evet zaman zaman bu mücadele dini bir hüviyet kazanmıştır ama asla savaşın asil nedeni, dökülen kanın asil nedeni dini bir mücadele için değildir. Asil neden Hürriyettir. Bu sorunun asil cevabini Karl Marks`ın sözünde bulabilirsiniz. “bakin onlara, hür yasamak isteyen insanların neler yapabileceğini görmek istiyorsanız, onlara bakin” Marks bu söz ile Kafkasya’nın hürriyet mücadelesini diğer halklara örnek göstermiştir. Kafkasya mücadelesine ve sürgününe dini ana neden olarak göstermek onun özündeki anlamı ve uğruna çok büyük bir bedel ödenen Özgürlük mücadelesini ve getirdiği sonuçları küçültmek anlamına gelir.

O dönem İmparatorlukların ve emperyalizmin en gözü dönmüş yöntemlerle dünyayı paylaşıp yağmaladıkları dönemdi ve Afrika ve Asya halkları gibi hürriyetleri için can vermekten çekinmeyen dağlı haklarda bu gözü dönmüş yağmanın ve paylaşım siyasetinin içerisinde tükenip gittiler. Bu bir tarihsel sürecin olageldiği şekli ile işleyişidir fakat bizi daha çok etkilemesinin ve acıtmasının nedeni bu isleyişten en fazla zarar gören halkların basında geliyor olmamızdır. Kafkasya her dönemde güçlü devletlerin ilgi alanında olmuş bu devletler bu bölgede üstünlük sağlamak için yüzyıllar süren muadeleler vermişlerdir birbirlerine karsı. Mesela Türkler ve Persler bu topraklar için birbirleri ile birkaç yüzyılı bulan bir mücadele içerisinde olmuşlardır. Ayni şekilde Kafkasya Rus çarlarının her daim rüyalarında olmuş, bu toprakları ele geçirecekleri günün hayali ile yasamışlardır pek çoğu. Napolyon`un yenilip güçlü ordusunun dağılmasından sonra Rus çarları artık bu rüyalarının gerçekleştirilmesi vaktinin geldiğine karar vermiş olmalılarki Kafkasya üzerinde yavaş yavaş ağırlıklarını hissettirmeye ve hatta alenen “diğer imparatorlukların Kafkasya’yı ele geçirmek için tetikte olduklarını ve bunun yayılma politikası izleyen, büyüyen Rus imparatorluğunun aleyhine olduğu” fikrini dile getirmeye başlamışlardı.

Kafkasya hakkında her güçlü ülkenin bir politikası ve ileriye dönük planları vardı. Fakat asla gelecek hakkında söz hakki olmayan ve fikri alınmayanlar ise bu toprakların asil sahibi olan dağlı haklardı.

General Yermolov Rus tarihinde çok bilinen ve kahraman olarak görülen bir isimdir. Napolyon`a karsı gösterdiği basari ile ünlenen bu komutan aynı zaman da dağlı halklara karsı acımasız tutumu ile Rus imparatorluğunun Kafkasya siyasetindeki tavrının en önemli belirleyicisidir belki de. “dağlı haklarla ancak ateş ve kılıç ile konuşulur” diyen bu acımasız komutanın bir tek seferde iki yüz Adiğe köyünü yakıp talan ettiğini ve bunun benzeri daha pek çok acımasız yöntemleri hala unutulmuş değildir ve tarih sayfaları yazar tüm bu katliamları. Rus çarı I.Nikolay`a bile bu komutanın artık çok ileri gittiğini itiraf ettirecek ve onu görevden aldıracak kadar insanlık dışı yöntemler kullanan Yermolov`un diğer tüm yaptıklarını göz ardı etseniz dahi sadece Adiğelere karşı tutumu bu generali tarih önünde suçlu ilan etmek için yeterlidir. Yermolov görevden alınmış olsa da onun geliştirdiği mantık Kafkasya’da yerleşik kalmış ve ondan sonra gelenler de ayni insanlık dışı yöntemlerle hareket etmişledir savaş süresince. “dağlı halklarla ateş ve kılıç ile konuşacaksınız” yaklaşımı Kafkas halkları kırılıp yok edilerek teslim alınıncaya kadar sürekli Kafkasya’da hâkim olan ve uygulanan tek politika, tek yöntem olarak devam etmiştir. Bu kan ve ateş üzerine kurulu politika 1864 yılına kadar sona ermeksizin devam etmiş, kan kokusuyla kudurmuş çar orduları kadın, çocuk, yaslı ayırt etmeksizin öldürebildiklerini öldürmüş, sağ kalanları ise yurtlarından sürmüşlerdir.

1828-1829 Türk Rus savasının sonunda iki imparatorluk arasında imzalanan Adrianopolis (Edirne) antlaşmasının gereği olarak Gürcistan Rusçaya katılmış, Karadenizin doğusundaki kaleler Rusların eline geçmiştir. Bu kalelerin çoğu Adiğe topraklarındaydı, dolayısıyla Ruslar kendilerini bu topraklar üzerinde de hak sahibi olarak görmeye başladılar. Burada Türkler çok akıllıca bir politika ile kendilerine ait olmayan toprakları pazarlık masasına getirip kullanmışlardı fakat tüm bu gelişmelerden habersiz olanlar ise asil o topraklarda yasayan ve o toprakların sahibi olan Adiğelerdi. Adiğeler Türklerin Kafkasya’da kaleler inşa etmelerine izin vermiş olsalar da asla kendilerini Türk himayesinde görmemişler, topraklarını Türk toprakları gibi düşünmemişlerdir. C.Golubov`un “askerin anısına” isimli romanında bu konuda Adiğelerin bakışını anlatan güzel bir anekdot yer alır. Ubıhların ünlü komutanı Hacı Berzeg ile General Raevski arasında söyle bir diyalog geçer: “Saygıdeğer Hacı neden direniyorsunuz, topraklarınızı üzerindeki ölüleriniz ve dirileriniz de dahil olmak üzere her şeyi ile birlikte Türk sultani bize verdi antlaşmada bu açıkça yaralıyor, neden sultanin sözünü dinlemiyorsunuz neden silahlarınızı bırakıp teslim olmuyorsunuz” Adiğelerin asla aklından geçmezdi ki Türk sultani sahibi olmadığı bir şeyi başkalarına verme hakkına sahip olsun. Bunun üzerine hacı Berzeg Rus komutana su tarihi cevabı verir: “Su ağacın tepesindeki kuğu görüyor musun? Onu sana veriyorum, yakalayabilirsen” Bağışlayacağınız şey önce sizin olmalıdır, size tabi olmalıdır. Oysa Adiğeler hiçbir zaman ne Türklere ne Ruslar’a, ne İngilizlere, ne İran’a ait olarak görmemişlerdir kendilerini. Bu imparatorlukların her zaman bölgede hakimiyet kavgaları süregelmiş olmasına karşın üzerinde birkaç bin yıldır yasadıkları toprakları asla kimseye vermeye niyetleri yoktu. Bu uğurda çok uzun yıllar savaşlar vermişler pek çok kan dökmüşlerdi ve bundan sonra da öyle devam edecekti.

Yukarıda bahsettiğimiz Türk Rus antlaşmasından sonra Rus çarı Kafkasya üzerindeki baskısını iyice artırmış artık Karadeniz sahillerini de kendi hükümranlığında kabul ettiğinden denizden de gemilerle ablukaya almıştı bölgeyi. Oysa Türklere boyun eğmeyen Adiğelerin Ruslara boyun eğmeye de hiç niyetleri yoktu.Ve Rus yayılmacılığı bilinen üslubu üzere kan ve ateş ile bölgeye yerleşmeye başladı . Bu şekilde başlayan işgal 1864 yılına kadar sürdü, bu savaşlarda Adiğelerin akıttıkları kanın, döktükleri canin yasadıkları felaketin tarih şahididir. Fakat dünya tarihte bir benzeri görülmemiş bu katliama sessiz kalmış, yaşanan dram görmezden gelinmiştir.

Kafkas halklarının bu savaşlarda ve sonrasında yasadıkları acı son, insanlık tarihinde pek az halkın basına gelmiştir. Taman’dan Seçiye kadar pek çok yerde Adiğelerden geriye kalan izlere rastlanır bugün, köy isimleri, dağ ve nehir isimleri, coğrafi bölge isimlerine rastlarsınız. Adiğelerden geriye kalan sadece bu kadardır. Bir dönem Karadeniz kıyısında yerleşik bulunan Şapsığlardan, Natuhaçlardan, Ubıhlerden ve diğerlerinden Tuapse yöresinde bir küçücük Şapsığ bölgesi, Psij yöresinde bir küçük adiğe bölgesi ve benzer birkaç darmadağın yerleşim bölgesi kalmıştır geriye sadece. İşte bu kadarcıktır, sayıları milyonlarla ifade edilen bir halktan geriye kalan. Anayurdundan sürülenler ise bugün dünyanın her tarafına dağılmış bir halde yok olmanın esiğinde kendi felaketlerini yasamaktadırlar. Bugün kafkasya’dan sürülen insanlarımız Türkiye, Suriye, Mısır, Ürdün, İsrail, Yugoslavya, Bulgaristan ve daha sonraki yıllarda göçler vasıtası ile Amerika, Almanya, Fransa, Kanada vb. ülkelere dağılmışlar ve anayurtlarından uzak paramparça yaşayıp yok olmaya mahkûm edilmişlerdir.

O dönem savaşlarda görev alan bir Rus yazar daha sonra söyle anlatır kitabında: Çerkeslerin silahlarını bırakmaları için nüfusun yarıdan fazlasının ölmesi gerekti. Ormanlara, dağlara kaçıp sığınanların on katı insan savatsan açlıktan ve doğa koşullarından dolayı can verdiler. Hepsinden daha fazlaydı kadın ve çocuk kaybı. Yurtlarından sürülmek üzere deniz kıyısına indirilen insanlara baktığınızda kadın ve çocukların azlığı ormana sığınan kadınların çaresiz kaldıklarında çocuklarını öldürdükleri durumlara çok şahit oldum. Bir insanlık ayıbından bir dramdan başka hiçbir şey olmayan bu sonucu getirdi Rus askeri idaresinin “Çerkeşlere karsı konuşulmak üzere” kullandığı lisan. Bu lisanı konuşan ve insanlık dişi yöntemlerle hareket eden Ruslar sonuçta nihai hedefleri olan- Çerkeslerin Kafkasya’dan temizlenmesi- amacına ulaştılar. Şamil`i esir alan Rus General Graf Baryatinski son dönem bu yöntemi en acımasız sekli ile kullananlardan birisidir. Onun asil amacı zaten neredeyse kazanılmış olan savaş değil geriye kalan Kafkas halklarını yıldırarak bölgeyi terk etmeye zorlamaktı. Bu fikrini savasın sona ermesi şerefine düzenlenen törende Çar`a açık açık söyle anlatıyordu bu komutan: “Eğer onları bu topraklardan temizlersek ilelebet Kafkasya diye bir sorunumuz kalmayacak, bu verimli ve stratejik topraklar tümüyle bizim elimize geçmiş olacaktır.” Artık tümüyle güçsüz düşmüş dağlı halklar anlaşma talep ettiklerinde onlara iki seçenek öneriliyordu.

1) Kafkasyayı terk edin bizim göstereceğimiz bölgelere yerleşin,
2) Osmanlı topraklarına göç edin.

Kafkasya dışında yerleşilmesi istenen topraklar ise yaşanması mümkün olmayan verimsiz ve asla Çerkeslerin anayurtları ile kıyaslanamayacak bölgeler oluyordu genellikle ve bu durumda tek seçenek kalıyordu geriye: Osmanlıya göç etmek. Aslında 1. Seçenek sadece dışarıya karsı göstermelik bir merhamet ve iyi niyet gösterisiydi; gerçekte tek seçenek vardı o da 2. Seçenek. Rus çarı savasın sonuna doğru Psij bölgesini ziyaret ettiğinde Abadzech thamadeleri toplanıp bir karar almışlar ve teslim olmayı ve çarın kararlarını kabul etmeyi kararlaştırmışlardı; tek bir koşulları vardı sürgün edilmemek. Buna karşın istenirse başka bir bölgeye göç etmeyi de kabul etmişlerdi. Fakat bu gruba Çarın cevabi ölüm gibi soğuk ve kati idi: “Bu toprakları terk edin, Osmanlıya gidin”. Öyle ya artık savasın sonuna gelinmiş ve bu halklar tüm güçlerini tüketmişlerdi dolayısıyla öne sürülen her koşulu kabul etmek zorundaydılar. Rusların bu tutumu karsısında anayurdu terk edip sürgüne gitmekten başka hiçbir çaresi kalmamıştı Adiğelerin. İşin tuhafı Osmanlı da bu duruma seyirci kalıyor, engel olmak bir yana bu göçü tevsik bile ediyordu. Adiğe topraklarında “cennet parçası” Osmanlı vatanına davet eden ve sultanin fermanlarını taşıyan pek çok adam belirmişti. 1864 yılı 1 mayısında bu adamlardan biri padişah fermanı olduğunu iddia ettiği çağrıda Adiğelere söyle sesleniyordu:

İnsanlar iste bu tür vaatlerle aldatıldılar, ayrıca göz ardı edilemeyecek bir başka önemli etken de bir kısım feodal beylerin tutumu oldu, bunlar da göçü teşvik etmek için ellerinden geleni yaptılar ve hatta bundan maddi çıkar sağlayan bir kısım feodal beyler ve Osmanlı ordusunda görev alan bir kısım paşalar, üst düzey komutanlar isimleri ile ortaya konulabilecek kadar belirgin bir tutum sergilemişlerdir.

Kafkas savasının sonunda Rus çarı ve Osmanlı sultani Kafkasyalıların gıyabında anlaşmaya varmışlar ve onların geleceğine dair kararlar almışlardır. Türk sultani zor durumda kalan Kafkasya halkını kendi ülkesine kabul etmeye rıza göstermiş ve görünüşte büyük bir merhamet örneği vermişti.

Oysa gerçekte durum hiç de öyle değildi. Kafkasyalılar Osmanlı sultani için hazır asker demekti. İç karışıklıkları hiç eksik olmayan ve sürekli birkaç cephede savaş halinde olan Osmanlı için bu insanlar tam aranan kişilerdi. Cesur, sadık, gözü pek ve savaşçı yepyeni bir güç kazanmıştı Osmanlı ordusu. Zaten Asil amacın bu olduğu Kafkasyalılar Osmanlı topraklarına gelir gelmez gayet net şekilde görülmüş ve Osmanlıların asil hesapları gün yüzüne çıkmıştı.

Osmanlı yönetimi gelen muhacirlerin bu kadar yüksek sayılara ulaşacağını hesaplamamıştı, üstelik hepsi dik başlı ve itaat ettirilmesi çok zor insanlardı. Bu durum Osmanlıları ürkütmüş olmalı ki Bir anda yönetimin tavrı değişivermiş ve gelenlerin karşısına Osmanlı birlikleri dikilivermişlerdi. İşte bundan sonra uygulanan zorunlu iskân politikası ile savaştan yorgun düşmüş ve neredeyse tükenmek üzere olan Kafkas halkları yepyeni bir baskı ve sefaletin içerisine düşürülmüşlerdir. Bunun sonucunu ise en net şekilde Ubıhların başına gelen acı son bize gösteriyor. Diğerlerinin akıbeti de Ubıhlardan pek de farklı değildir bugün gelinen noktada.

Bazı tarihçilere göre Kafkasya’dan sürgün edilen insan sayısı 1 800 000 kişi civarındadır fakat tarihçilerin büyük kısmı bu sayının şüpheli olduğu ve sürgün edilen insan sayısının bu rakamın çok üzerinde olması gerektiği konusunda hemfikirdirler. Çünkü burada verilen rakam sadece resmi göç evrakları olan ve kayıtlara geçen insan sayısıdır. Oysa, hiçbir kayıtta geçmemesine rağmen sadece Şapsig ve Natuhaçlar ve yine 1864’te 21 000`in üzerinde insan göçermek zorunda bırakılmışlardır. Rus kaynaklarında sadece resmi olarak kaydı bulunanlardan bahsedilmekte ve dolayısıyla rakamlar düşük gösterilmeye çalışılmaktadır. Sultan devlet-giray hatıratında 1816 yılından 1910 yılına kadar Kafkasya’yı terk eden veya terk etmeğe mecbur bırakılan insan sayısı 3 097 000 kişidir. Yine ayni kaynakta 1910 yılında Osmanlıdaki Çerkes sayısı 2 750 000 kisi olarak belirtilmektedir. Devlet-Giray bu rakamları verirken kaynak olarak Osmanlının istatistik enstitüsü verilerine dayanmaktadır. Dolayısıyla bu rakamları gerçeğe en yakın sayılar olarak kabul etmek gerekir.

Sürgün Kafkasya halkına çok büyük bir bedele malolmus ve yola çikan insanların neredeyse yarıya yakını yollarda yaşamını yitirmiştir. Anapa, Çemez(novorosisk), Tuapse, Subaşı, Psezuape, Adalar, Suhumi kıyılarında Rusların, Osmanlıların gönderdiği gemilerin yanı sıra pek çok özel tekneler de ücretini Ruslardan almak üzere aylarca kıyıya yığılan insanları taşımışlardır.

Bu olaylara şahit olan o günün gazetecileri, yazarları pek çok yazılarında bu acıyı detayları ile anlatırlar;

Bunlardan bir tanesi olan A. P. Berje şahit olduğu bir olaydan söyle bahseder: Novorosisk limanına 17000’den fazla insan yığılmış büyük bir çaresizlik içerisinde kendilerini karsıya geçirecek gemileri bekliyorlardı. Salgın hastalıktan insanlar bitkin düşmüşlerdi, denizin yüzeyi cesetlerden görünmez haldeydi, ölmüş annesinin kucağında minicik yavruları görüp acı duymamak mümkün değildi.

Yine bir Rus görevli sonradan kaleme aldığı hatıratında söyle anlatır gördüklerini: Gördüklerimiz karsısında ürpermemek, acı ve utanç duymamak mümkün değildi. Yaşlı insanların, küçücük çocukların cesetleri sokak köpeklerince parçalanıyor, salgın hastalıklardan güçsüz düşmüş insanlar tökezlese sokak köpekleri üzerlerine çullanıp parçalıyorlardı. Sağ ve ayakta kalmayı başarabilenler ise artık tüm ümitlerini yitirmişler diğer tarafta da kendilerini bekleyen pek parlak bir son olmadığını anlamanın çaresizliği içerisindeydiler. İnsanlar gemilere doluşup gidiyorlar eğer denizin üzerindeyken birisi hastalansa hiç acımadan atıyorlar denize. Böylesi pek çok ceset tekrar kıyılara vurmuş ve deniz kenarında çürümeye bırakılmış durumda?.

Tıpkı bu örnekler de olduğu gibi daha pek çok kaynakta insanlık tarihinin belki de en acı dramlarından birisi olan Kafkasya sürgününe dair bilgiler bulabilirsiniz. Fransız gazeteci A. Fonvill`in “Çerkes özgürlük mücadelesinin son yılları” isimli kitabında bu dönem ve yaşanan acılar tüm çıplaklığı ile anlatılır.

Bunca acı ve felaketin sonunda Osmanlı topraklarına ulaşabilenler ise hiç de bekledikleri ve kendilerine vaat edildiği gibi bir manzara ile karşılaşmamışlardı. İnsanlar Aç açık hasta ve çıplak bir vaziyette içler acısı bir durumda terk edilmişlerdi. Bin bir vaatle davet edildikleri topraklarda. Sayıları on binlerle ifade edilen cenazeler kalkıyor, insanlar yollarda, evsiz barksız ağaç altlarında ölüyorlar ve cesetleri dahi günler sonra defnedilebiliyordu. Ne Osmanlı sultani ne de onun idarecileri hiç bir vaatlerini yerine getirmemişler Zaten direncinin son noktasında olan bu insanları ortada bırakıvermişlerdi. Akçakale de Snopta, Samsun’da, Varmada sayıları on binlerle ifade edilebilecek kayıplar vardi. Eylül 1864’te sadece samsuna gelen 110 000 insandan 50 000’i ölmüş sağ kalan 60 000 kisi ise hiçbir ihtiyacı karşılanmamış olarak sefil bir vaziyette bırakılmışlardı. Aşağı yukarı yanaştıkları tüm sahillerde Kafkasyalıların yasadıkları manzara bu veya bunun benzeri acı bir son idi.

Profesör Smirnov`un yazdığına göre sürgün edilen insanların yarıdan fazlası göç yollarında, Karadeniz’in geçilmesi esnasında ve daha sonra Osmanlı topraklarında yaşamını yitirmiş, sağ kalanların ise özellikle kadın ve çocukların oluşturduğu %15 gibi bir kısmı da köle tüccarlarının eline düşerek pazarlarda satılmışlardır. Bu bilgileri daha önce bahsettiğimiz Fransız yazar Fonvill ve daha sonra hatıratını yazan bir İngiliz konsolosu da doğrular.

Adiğelerin Osmanlı topraklarına gelişinden sonraki dönem başlı başına bir inceleme konusu olarak ayrıca ele alınmalıdır kanaatimce.

Ateş Bir kez yandıktan sonra onun alevini büyütmek o kadar da zor bir is değildir.

Kafkas savaşlarının alevlenip yayılmasında pek çok etken bir araya gelmiştir Rus çarlarının emperyalist emelleri, Rus komutanların acımasız insanlık dişi tutumları, Adiğe feodal beylerinin sorumsuz ve kişisel çıkar gözeten tutumları, Osmanlı, İngiliz, Fransız imparatorluklarının kendi çıkarları doğrultusundaki kışkırtmaları. Tüm bu karmaşanın ve örtülü kavganın içerisinde Kafkas halkı bağımsızlığını ve topraklarını yitirerek başka topraklara sürülmek suretiyle en büyük bedeli ödeyen taraf olmuştur. Bir halkın hürriyeti için verdiği mücadeleye ve bu mücadelenin sonucunda ödediği bedele tarih şahittir. Kafkas Halklarının bu sanlı kavgasını her ülke kendi çıkarları doğrultusunda tarihi ve olayları saptırarak göstermeğe çalışmakta gerek Ruslar ve gerekse Türkler kendi topraklarında olan acı olayları görmezden gelmektedirler. Bir başka çarpık bakış açısı ise Bir halkın uğruna büyük bedeller ödenen, çok büyük acılar çekilen hürriyet kavgasını sadece bir din savası, bir gazavat olarak lanse etme gayretidir. Tarih Kafkas savaşlarında Adiğelerin din bayrağı altında savaştıklarına şahit değildir. Bunu Uğruna bunca kan, bunca can dökülen ve bu kadar ağır bir bedel ödenen bir mücadeleyi böyle sunmağa çalışmak, bunun sadece bir gazavat olduğunu iddia etmek ardında başka amaçlar aranması gereken nafile bir gayrettir sadece. Müslüman din adamlarının hiçbir zaman böylesine bir etkinlikleri olmamıştır Adiğeler nezdinde. Sözgelimi Şapsığlar, Abadzechler ya da Natuhaçlar ve diğer pek çoğu Gazavat çağrısına katılmamışlardır. Onların savaşları vatanları, canları, özgürlükleri içindi. Evet, zaman zaman bu halklardan da gazavat çağrısına katılanlar ve o yönde hareket edenler olmuştur fakat asla bu tür hareketler topyekûn bir destek bulmamıştır. Hiçbir zaman bu savaşların din ve din adamları tarafından başlatılmış ve din bayrağı altında yürütülmüş bir mücadele olduğu iddia edilemez.

Bunun en iyi örneğidir Şamil`in naiplerinin Adiğelere asla söz geçirememeleri ve kendi diledikleri şekilde yönlendirememeleri. Çünkü Adiğeler kendi vatanlarının ve bağımsızlıklarının mücadelesini veriyorlardı. Onların kavgası gavur kani akıtmak kavgası değildi hiçbir zaman. Şamil’in 1842-1845 ve 1848 yıllarında Adiğeleri gazavat bayrağı altında toplamak üzere gönderdiği Nabilerinden hiç birisi tam olarak basari sağlayamamış Adiğeler özgürlük savaşlarının din mücadelesine dönüştürülmesine izin vermemişlerdir. Bunlardan kısmen başarılı olan en sonuncusu (Muhammet emin)1859 yılında mücadeleyi bırakmış ve öncülüğüne soyunduğu insanları yüzüstü bırakarak Osmanlıya geçmiştir. Oysa, Adiğeler 1864 yılına kadar silah bırakmamacasına mücadeleye devam etmişlerdir. Sadece bu bile Adiğelerin bir din savaşı içerisinde olmadıklarını anlamak için yeterli nedendir. Adiğelerin savaşı bir özgürlük savaşıdır fakat en büyük eksikliği bir önderlikten yoksun oluşu ve birbirinden kopuk bölgesel mücadeleler seklinde sürdürülmesidir. Burada Kafkasya’nın neden tek bir ülke ve tek bir önderlik altında savaşamadığını uzun uzun incelemek elbette mümkün değildir fakat yenilginin ve doğurduğu acı sonuçların en önemli nedeni savaş süresince devam eden dağınıklık ve organizasyonsuzluktur. Sözgelimi Natuhaçlar savaşırken Şapsığlar, Şapsığlar savaşırken Abadzechler destek vermeden diğerinin ezilmesini seyrettiler. Kafkas halklarının Daha sonra bir araya geldikleri birlikte savaştıkları dönemler olmakla birlikte hiçbir zaman tek bir önderlik atında savaşamadılar. “iki denizin arasında tek bir idare olmalıdır” Bu söz Kietikie Aslenbeç tarafından söylenmiş olmasına rağmen kendisi de bunu gerçekleştirememiştir. Negume Sore Kafkasyanin bir yönetim altında toplandığı tek dönem olan inal dönemini anlatır eserinde, fakat ayni eserde İnal’In ölümünden sonra Adiğe psilerinin nasıl birbirine düşüp yeniden dağıldıklarını da anlatır üzülerek. Sanırım Adiğeler tarihin yüzüne gülmediği halklardan birisi. Eski dönemlerden bu yana büyük imparatorlukların kurulduğu Avrupa ve Asya’nın ortasında bir köprü durumunda olmalarına rağmen asla düşmanlarının uykularını kaçıracak güçlü tek devlet haline gelemediler Adiğeler. Tarihi suçlamanın veya yargılamanın bir anlamı yoktur artık. Halkımız böylesi bir güçlü birliği kuramamış olmanın bedelini Kafkas savaşları ile ve sonrasında yasadığı felaketle çok acı bir şekilde ödedi zaten. Kafkas savaşları ve sonrası halkımızın birkaç neslinin yasadığı bir acı dönemdir. Ve artık bu dönemin tüm gerçekliği ile ortaya konulması tarihin, tarihçilerin görmezden gelemeyecekleri bir görev haline gelmiştir.

Bir kez daha belirtmek gerekir ki artık bu dönemin başkalarının çıkarlarına göre yorumlandığı, emirle yazdırılmış bir tarih değil olayların doğru şekilde ele alınıp incelendiği ve gerçeklerin tüm çıplaklığı ile ortaya konulduğu gerçek tarihe ihtiyaç vardır. Yeni nesil öncelikle bunu gereksiniyor. Asla unutulmamalıdır ki Kafkas savaşları tarihimizin ve geleceğimizin temeline koyacağımız ana temadır. Böyle olduğu içindir ki bu konuyu bize dikte ettirildiği sekli ile kabullenip geçemeyiz. Tüm gerçeklerin ortaya konulması, gereken derslerin çıkartılması ve yeni neslin bu acıyı, nedenlerini, sonuçlarını eksiksiz ve doğru olarak bilmesi bizlerin üzerinde bir borçtur.  Tarihini bilmeyen bir halk geçmişine sahip olmayan bir halk geleceğine de sahip olamaz. Artık yeter.

Eğer Ubıhların akıbetine uğramak istemiyorsak
Eğer Yasadığımız acılardan biraz olsun ders alacaksak,
Eğer bunlardan bir sonuç çıkartacaksak,
Eğer yarınlarda güzel bir şeyler yaratacaksak;
Olaylardan gereken dersleri alma zamanımız çoktan geldi geçiyor.
Kermokuie Hamid 1989-Nalçik

[1] http://www.circassiancenter.com/cc-turkiye/tarih/106_kafkas_savaslari_ve_surgun.htm

YAZAR HAKKINDA

Haber Merkezi Haber Merkezi Belgeseltarih.com sitemizde konuk yazarlara da yer veriyoruz. Yayınlanmasını istediğiniz ve mümkün olduğunca akademik dille kaleme alınmş tarih konulu yazılarınızla ilgili olarak, iletişim sayfamızdaki form vasıtasıyla bizimle bağlantı kurabilirsiniz. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Tekrarsız Süslemeler

Tekrarsız Süslemeler

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 3 Aralık 2024
Sistematik Hatalar Bahçesi

Sistematik Hatalar Bahçesi

Ekrem Hayri PEKER, 3 Aralık 2024
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024
Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Atilla SAĞIM, 17 Kasım 2024
Romanlarda Sosyal ve Kültürel Yaşam

Romanlarda Sosyal ve Kültürel Yaşam

Emel ÖRGÜN, 2 Kasım 2024
“İki Kasım 1943” Karaçay Sürgünü

“İki Kasım 1943” Karaçay Sürgünü

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 2 Kasım 2024
Bir Zamanlar Kültürpark

Bir Zamanlar Kültürpark

Haber Merkezi, 2 Kasım 2024
Söğütlülü Destancı Aşık Ali Şahin

Söğütlülü Destancı Aşık Ali Şahin

Haber Merkezi, 2 Kasım 2024
“Cumhuriyet Türküsü”

“Cumhuriyet Türküsü”

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 26 Ekim 2024
Kefir’deki Vatan Yahut Kefir’in Kökeni

Kefir’deki Vatan Yahut Kefir’in Kökeni

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 26 Ekim 2024
Söylev’in Okunuşunun 97. Yılı

Söylev’in Okunuşunun 97. Yılı

Nevin BALTA, 16 Ekim 2024