Önce kitabın yazarı Alexander Dumas’ı tanıyalım.
1802’de doğan ve 1870 yılında vefat eden Dumas, ünlü bir Fransız yazarıdır. Macera türündeki tarihi romanlarıyla ünlüdür. Eserlerinin 100 dile çevrilmesi sayesinde en çok okunan Fransız yazarlardan biri olmayı başardı. Monte Kristo Kontu, Üç Silahşorlar, Yirmi Yıl Sonra ve Demir Maskeli Adam gibi romanlarından bazıları dizi şeklinde yayınlanmıştı. Yirminci yüzyılın başlarından beri romanları yaklaşık 200 kadar filme uyarlandı.
Birçok türde eserler veren Dumas yazarlık kariyerine tiyatro oyunlarıyla başlayarak ilk başarılarını elde etti. Ayrıca bir hayli dergi makalesi ve gezi kitabı yazdı; basılmış eserleri toplamda 100.000 sayfayı bulur. Dumas 1840’larda Paris’te Tarih Tiyatrosu’nu kurdu.
Dumas’nın romanları o kadar popülerdi ki kısa sürede İngilizceye ve başka dillere çevrildi.
III. Napolyon’un seçilmesinin ardından Dumas gözden düştü ve Fransa’dan ayrılarak birkaç yıl kalacağı Belçika’ya gitti. Belçika’dan ayrıldıktan sonra 1859 civarında da Fransızcanın soylular arasında ikinci dil olduğu ve yazmanın çok popüler olduğu Rusya’ya hareket etti. Dumas, farklı maceralar arama arzusundan dolayı ayrılmadan önce Rusya’da iki yıl geçirdi. Ayrıca Rusya hakkında bir gezi kitabı da yayınladı. Ardından da İtalya’ya hareket etti. 1861’de İtalyanların birleşme çabalarını destekleyen L’ Indipendente isimli gazeteyi kurdu ve basmaya başladı. 1864’te Paris’e döndü.
Alexander Dumas, 1858’de gerçekleştirdiği Rusya seyahatinin ardından, Kafkasya Dağları’nda tehlikeli bir yolculuğa çıktı.
Büyük Kafkasya’nın vadiler, yüksek dağlar ve uçurumlardan örülü vahşi doğasıyla yüzyıllar boyunca kazanılamayacak davalardan kaçan insanlar ve halkların sığınağı olmuştur.
O dönemde Çarlık Rusya’sı, Avrupa ve Asya arasındaki bu bölgeyi ele geçirmeye çalışıyordu. Ama İslam, gölgesinde yaşayanları birbirine bağlıyor, Çeçenlerin Şeyh Şamil önderliğinde yaptıkları gerilla savaşları bu dağlı halklar için günlük yaşamın bir parçası sayılıyordu.
Kossakların birkaç mil arayla konuşlanmış askeri gözlem istasyonlarının yer aldığı bu bölgede Ermeniler, Farısiler, Lezgiler, Tatarlar, Kalmuklar, Çeçenler ve bunlardan daha eski milletlerin karışımları, kültürleriyle, gizemli, oryantal bir atmosfer oluşturuyordu.
Dumas’a göre buralar “İnsanın her an düşmanıyla burun buruna gelebileceği” yerledir ve bölge insanları her an kendilerini savunmaya hazır olmak zorundadır. Bu tarihi bölgede, bir insanın kılıcı kendi hayatından daha önemliydi. Kılık kıyafetlerine önem vermeyen bu kabile üyelerinin, silahlar olarak dolma tüfekleri, keskin kılıçları ve bıçakları vardı.
Dumas, heyecanlı gözlerle bu tablo kadar güzel manzaraları seyrederek, halk hikayelerini dinleyerek; at üstünde birebir dövüşlere katılmak ve küçük grupların uzak topraklara düşman avlamaya gittiklerinde onlara eşlik etmek. Gibi kendisi için yeni ve yabancı olan birçok şeyi denemiştir.
Dumas, büyük bir neşeyle, cesaretle, bitmeyen enerjiyle Kafkasya’ya hayran kalmış, birçok tecrübe ve 1001 gece masallarında ki karakterlere benzer arkadaşlar edinerek bu şahane bölgeyi at üzerinde baştan başa dolaşmıştır. Bu kitabı okuyanlar, Dumas’la beraber 20. Yüzyıldan uzak sihirli ve egzotik bir dünyada zaman zaman hayretler içinde kalarak uzunca bir seyahate çıkacaklar…
Kitapta Çerkeslerden bahsedilmez. Dumas, Dağıstan üzerinden Tiflis’e gitmiş. Oradan da Poti üzerinden Kırım’a dönmüş.
Dumas, 1858 yılı sonbahar ve kışı bu yolculuğu yapmıştır. 1859 yılbaşında dönmüştür.
Dumas, yanına aldığı arkadaşına çok sayıda gravür yaptırmıştır. Bu gravürlerin ayrı bir kitap olarak basılmasını dilerim. Dumas, gezdiği bölgede en tehlikeli olarak Lezgileri görür.
Şeyh Şamil, 6 Eylül 1859’de 70 bin kişilik Rus ordusuna teslim oldu. Şamil’in teslim olmasından sonra Ruslar tüm güçleriyle Çerkesler ve Wubıhlar üzerine saldırdılar.1864 yılında Çerkesler direnemeyerek teslim oldular ve sürgüne gönderildi.
Dumas, çok önemli ve ilginç bir bilgi verir. Bakü şehrini kuranların Pelaskların kurduğunu söyler.
Dumas’ın anılarını okuyunca neden Rusların “Slav” ideolojisine sahip çıktığını anlıyorum. Rus sarayında Fransızca konuşuluyordu. 1812 yılında Napolyon’un Moskova seferi Ruslar için şok geçirdiler. Buna rağmen Fransız kültürünü yerini korudu. 1853-1856 yılları arasında yaşanan Kırım Savaşı’nın bu etkiyi kıramadığını biliyoruz. Dumas, Rus subay ve yöneticilerinin çoğuyla Fransızca konuşur. Eşlerinin daha iyi Fransızca konuştuğunu yazar.
Dumas’ın romanları her yerde okunmaktadır. Yazarın ünü ondan önce Kafkasya’ya ulaşmıştır. Dağıstan’ın ileri gelenleri de Dumas’ı kitaplarından tanımaktadırlar.
Anıları okudukça Kırım Savaşı yenilgisine rağmen Rus ordusunun gücünü koruduğunu görüyoruz. Askeri örgütlenme ve yüksek ateş gücünün karşısında ne Şeyh Şamil’in ne de Çerkeslerin dayanması imkansızdı.
1856’da imzalanan Paris Barış Antlaşması’nda hem Çerkesler hem de Çeçenler unutuldu. Sonrası bildiğimiz acı hikâye…
*
Alexander Dumas, En Caucase, Paris, 1859.
Kafkas Maceraları, Alexander Dumas, Ankara-Ağustos 2000. Kafkas Vakfı Yayınları 3