Osmanlı’nın devlete ait (miri) arazilerinin önemli bir bölümünün tasarruf şekli vezirlere, ve benzeri devlet adamlarına “has”, “zeamet” ve “tımar” şeklinde tahsis edilmesiyle başlamıştır. 166 numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri’ndeki kayıtlara göre Mihaliç’teki miri arazilerin dağılımının Padişah Hasları, Mirliva (Beylerbeyi) Hasları, Büyük tımar sahipleri ve sipahiler, Doğancı tımarları, Sultan vakıfları ve Amme vakıfları başlıkları altında tesbit edildiğini görüyoruz. Bu kayıtları incelerken genç vakıf kölesi, azadegan(azatlı köleler) ve kesimciler tabir edilen Gayrimüslimlerle karşılaşıyoruz. Bu Gayrimüslimlerle çok sonraları statüleri değişmiş bireyler olarak karşılaşacağız. Ama önce kölelerin statüsü ile ilgili çok kısa bir açıklama yapalım. Osmanlı Devletinde savaştan elde edilen esirlerin, devlete ait beşte biri (ki bu İslam hukukunun tanıdığı meşrû haktır), tam köle statüsünde kullanılmamış, bu köleler ve cariyeleri sadece Havâss-ı Hümâyûnda(Padişah çiftliklerinde) ortakçı kullar olarak istihdam edilmemiştir. Bunların bir kısmı, sipahi tımarlarındaki “Hâssa çiftlik”lerde; sultana ait koyun ve sığırların yetiştirildiği merkezlerde (koyun kâfirleri, sığırcı kullar) ve beytülmala(devlete) ait bağlarda (bağbân kâfirler) istihdam olunmuşlardır.[i] Kayıtlarda miri(devlete ait) sığırlar ve bunlara hizmetle yükümlü olanlar Mihaliç’in onbir köyünde kümelenmiş olup, sayım defterlerinde bu köylerin halklarından söz edilirken “Hüdavendigarın sığırlarını tutan kullarıdır.” denilmektedir. Koyun kâfirleri (koyunlara bakmakla görevli olan köleler) aslında tamamen köle iken, bu merkezlerde yarı hürriyetlerine kavuşmuş vaziyettedirler. XVI. yüzyılın başında, Mihaliç`te sığırcı ve koyuncu köylerdeki kölelerin kırılması(azalması) veya Müslüman olmaları nedeniyle yeniden tahrir (sayım) yapılmış ve toplam 536 hane Hristiyan sığırcı ve koyuncunun, 28 hane “beylik bağlarına” bakan bağban kafirinin tesbit edildiği bu yeni tahrirde, Hristiyanlardan kişi başına 125`er akçe “haraciye”, Müslümanlardan ise 30`ar akçe “hakk-ı hizmet” bedeli alınmaya başlanmış.[ii]
Fatih Sultan Mehmet devrinde çıkarılan “Mihaliç Kanunnamesi” Padişah Hâslarında çalışan ortakçı kullardan vârisi bulunmayan müteveffaların terekelerine uygulanacak kurallardan bahseder.
“İkizce Hâssı Kanunnamesi” beğlik koyunlara ait bir talimat mahiyetinde olup, bakınız 14. maddesinde koyun kâfirlerinin (Sultana ait koyunlara bakmakla görevli köle Gayrımüslimlerin) cariyelerinden İslâmı seçenler ile ilgili nasıl bir hüküm var: “Ve mezkûr(adıgeçen) kullar arasında İslâma gelmiş cariye olsa, içlerinden tâlibi Müslüman kul bulunur ise, ana verile. Ve illâ Mihaliç Hâslarından olub Müslüman kullarından tâlib olana verülüb hârice verilmeye.“
Haslarda yaşayan Gayrimüslimler bağban kafiri olduğu gibi, bir kısmı da ellici tabir edilen çiftçilikten anlayan re’âyâ’dır. Bunlara “ortakçı” denir. Esir ve köle değildirler. Hazine ile hâs arazilerini özel kuralları çerçevesinde işletmek üzere, ortakçılık anlaşması yapmışlardır. Bunlara tohumu devlet verir. Elde edilen ürün, tohum çıkarıldıktan sonra hazine ile yarı yarıya (nısıf) bölüşülür. Ortakçılar verilen tohumdan fazla ekilen kısmın sadece öşür ve salarlığını vermekle mükelleflerdir. Gayrimüslimler defterlerde “Millet-i Ermeniyan, Millet-i Rumiyan ve Taife-i Kıbtiyan” gibi etnik kimlikleriyle belirtilmişler. Gayrimüslimler askerlik hizmetine alınmadıkları için bunun karşılığı olarak cizye öderlerdi. Bu da kişinin mali durumuna göre tesbit edilirdi. Bunun için cizye mükellefleri üç sınıfa ayrılmıştı. Gelir durumu “gani” yani çok iyi olanlardan yılda 48, orta hallilerden 24, fakir olanlardan 12’şer dirhem cizye alınmakta idi. Bu üç vergi grubu daha sonraları ala=çok iyi, evsat=orta halli ve edna=fakir olarak isimlendirilmiştir.[iii] Tanzimat Fermanına kadar da bu usul devam etmiş ve cizyeler cizyedarlar aracılığı ile toplanmıştır.[iv] Önceleri askeri sınıf dışında kalan, devlet hizmetine alınmayan müslümanlara ve zımmilere(İslam diyarında yaşaması kabul edilmiş gayrimüslimlere) reaya denirdi. Daha sonra bu deyim daha çok gayrimüslim tebaa anlamında kullanılmaya başlandı. Reayanın devlete ödemek zorunda olduğu şer’i ve örfi vergiler bulunmaktaydı. Cizye ve haraç şer’i vergiler sınıfında, “ispençe” de örfi vergiler sınıfında yer almıştır. Osmanlı fermanlarında reaya için şöyle denir: “Reaya taifesi ki Allah’ın bir emanetidir, onları himaye etmek ve kimsenin zulüm yapmasına müsaade etmemek padişahın vazifesidir.”[v]
Türklerin Malazgirt Meydan Muharebesini kazanarak girdikleri Anadolu toprakları Doğu Roma İmparatorluğunun idi. Bu sınırlar içinde oturanlara, İmparator Konstantinus`un, Bizans`a halkın rağbetini arttırmak amacıyla, şehre yerleşenlere bir ayrıcalık olarak Roma yurttaşlığı haklarının tümünü tanımasıyla zamanla “Romalı” dendiğinden, arapçaya “Rumi” şeklinde geçen bu terim dolayısıyla İmparatorluğun egemen olduğu yerler, “Memalik-i Rum” ya da “Diyar-ı Rum” diye anılırdı. Daha sonraları bu topraklara sahip olan Osmanlı padişahlarına “Padişah-ı Rum”, “Sultan-ı İklim-i Rum” demek gelenekleşti. Hatta bu topraklarda yaşayan bazı bilim adamları Mevlana Celaleddin gibi, Rumi ismiyle anıldılar. Siirt ile Silvan arasında bulunan Erzen`i, Bizans egemenliği altındaki Erzen`den ayırmak için ikincisine Erzen-ür Rum denirdi.(Bu söyleyiş zamanla değişerek kentin günümüzdeki adı Erzurum`a dönüştü.) Örnekleri çoğaltmak mümkün. Osmanlıların Avrupa yakasına geçmelerinden sonradır ki, Anadolu`yu büyük ölçüde egemenliği altına alan Osmanlılar için buraları Rum-eli olarak nitelendirildi. Ancak gene de Anadolu’da yaşamakta olan Gayrımüslimlere Temettuat defterlerinde görüldüğü üzere “Rumiyan” denilmeye devam edildi.
Vital Cuinet , 1894’te Paris’te basılan La Turquie d’Asie kitabında (s.147-150) o yıllarda “Mihaliç’te (köyler dahil) 43.953 Müslüman, 16.051 Rum, 2.370 Gregoryan Ermeni, 750 Katolik Ermeni, 98 Protestan Ermeni, 398 Bulgar, 73 Yahudi, 43 Kıpti, 106 yabancı bulunmaktaydı” demekte.
Bölgemizi dolaşan seyyahların yazdıklarına da bakılırsa Türklerin yanında Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerden oluşan bütün etnik grupların kendi kültürlerini bir kültür zenginliği içinde yaşadıklarını, Müslüman, Hristiyan ve Musevi inanç ve kültürlerinin, zaman zaman çok küçük sürtüşmeler olmasına rağmen, yan yana uyum içinde barındıklarını görüyoruz.
Tanzimat Fermanı’nın getirdiği yenilikler çerçevesinde, adil vergi sistemi oluşturmak amacıyla tutulan Temettuat(Gelir) Defterleri incelendiğinde görülmektedir ki, ilçe merkezindeki mahalleler ile köylerde yaşayanlar hane hane kaydedilmiş. Her hanenin mal varlığı, hangi işten ne kadar kazandığı, ne kadar vergi verdiği tek tek gösterilmiş. Temettuat Defterlerindeki kayıtlarda hane reisi olarak sadece erkeklerin adı var. Kadın veya kızların adına çoğunlukla rastlanmıyor. Varsa da eşlerinin lakabı veya adı ile anılmaktalar. Erkeklerin adı da baba adı ile birlikte ve çoğunlukla aile adları, ünvanları da belirtilerek yazılmış. Hane reislerinin yanında yaşayan yetimlerin de gösterildiği kayıtlar, kişilerin o mahalle veya köydeki akrabalarının bulunması açısından da önemli bir kaynak teşkil etmektedir. Nüfus defterlerinde de aynı şekilde baba ve erkek çocukların adı yazıyor. Müslüman hanelerin kayıtlarında “oğlu” demek için “bin”, Gayrimüslimler için ise “veled-i” kullanılmış. Köyün bir numaradaki hanesine Müslüman yerleşim birimlerinde cami imamı veya muhtar, Gayrimüslim yerleşim birimlerinde ise köydeki kilise papazının adı yazılmış. Müslüman ve Gayrimüslimlerin beraberce oturdukları Canbaz, Çamlıca ve Yeni Köyde hem Müslümanların hem de Gayrimüslimlerin ayrı muhtarları var.
Şüphesizdir ki bu temettuat defterleri aracılığı ile iş yapmaya muktedir her er kişinin tescili, ailelerin gelir ve refah düzeyi, böylece bölgenin ekonomik durumunun değerlendirilmesi, kararlı adımların atılabilmesi için, insan gücünün tesbiti ile askeri gücün, ticaret kapasitesinin ve sosyo-ekonomik yapının tesbiti yapılabiliyordu.
3 Kasım 1839’da ilan edilen Gülhane Hattı Hümayunu (simge adıyla Tanzimat-ı Hayriye Fermanı), kendinden bekleneni vermeyen iltizam usulünü lağvetmeyi en büyük bir vaad olarak ilân etmektedir. Buna göre, Fatih zamanında sistemleştirildiği kabul edilen iltizam usulünden vazgeçilecektir. İltizam, „devlet gelirlerinin belli bir bedel karşılığında, en yüksek bedeli teklif eden özel teşebbüs tarafından tahsil edilmesi ve işletilmesi“ demektir. Bu işi üstlenenlere de “mültezim” denir. Mültezimler, devlet gelirlerinden birini, bedelini taksitli olarak vereceğine kefil göstererek kendi üzerine alır. İltizam usulü, başlangıçta bir kaç kalem gelire has olarak başlamış ise de, kısa zamanda şer’î ve örfî tekâlifin çoğunluğu bu yolla tahsil olunur hale gelmiştir. Devlet gelirleri, iltizama, genellikle üç yıllık süreler için açık arttırma ile verilirdi. Mültezim ise tımarlı sipahinin kaygılarını taşımadığından en kısa zamanda en fazla vergi tahsili ile uğraşacaktır. Sipahinin yerini yavaş yavaş almakta olan mültezimler, yatırdıkları parayı bir an önce çıkarabilmek için köylüyü insafsızca sömürmektedir. Ve sonuçta mültezimler kendilerine ihale edilen örfî ve şer’î tekâlifi tahsil ve takip işinde o derece ileri gittiler ki, devlet içinde devlet olmaya başladılar.
Özel mülkiyetin devlet güvencesi altına alındığı Tanzimat Fermanının 5. maddesi “Her ferdin mal varlığı ve maddi gücüne, kazancına göre uygun bir vergi vermesi”-yani vergide eşitlik- ilkesini getirmektedir. Böylece daha önce değişik adlar ve fasıllar halinde alınan vergiler yerine, kişiye ait kazanç sağlayacak her türlü mal varlığı, dükkan, tarla, bağ, bahçe, hayvanlar ve gelir getiren mesleği varsa bunları da tesbit eden, her mükellefin kişisel servetine ve tüccar ve esnafın yıllık kazancına göre, din farklılığı gözetilmeksizin, adil ölçüler içinde vergi alınması amaçlanmaktadır. Karacabey köylerinde kazançlar hesaplanırken dutlukların dönüm başına 50-600 kuruş, bağların 30-100 kuruş, tarlaların dönüm başına 70-90 kuruş, inek başına 20 kuruş, manda başına 50 kuruş, keçilerin 7-15 kuruş, koyunların 10-20 kuruş, arı kovanlarının ise her biri için 9 kuruş gelir getirdiği kabul edilmişti. Binek hayvanlarından ve bir çift öküzden vergi alınmamakta idi Yoz olarak adlandırılan kısır inek, koyun ve keçiden de vergi alınmıyordu.
Köyleri incelerken dikkatimizi çeken konuları kısaca şöyle derleyebiliriz. Hane başına yarım dönüm ile 2 dönüm arasında değişen büyüklüklerde olan dutluklar, bölgede ipekböcekçiliği yapıldığının bir göstergesi olarak düşünülebilir. Çoğunlukla 1 ile 3 dönüm arasında değişkenlik gösteren bağlar ise Müslüman köylerinde sirke, pekmez veya şıra Gayrimüslim köylerinde ise şarap yapımında değerlendiriliyor. Bahçeler de 1-2 dönüm büyüklüklerinde. Buralardan hanenin günlük sebze-meyve ihtiyaçları karşılanıyor. Köylerde yetiştirilen hayvan sayıları karşılaştırıldığında gücünden, etinden, sütünden yararlanılan hayvanların dağılımının bölgenin coğrafi yapısına uygun olarak dağıldığını gözlemliyoruz. Örneğin manda söz konusu ise köy civarında bataklık bölgelerin varlığı düşünülmeli. Aşağıda Rumların oturduğu köyleri kıyaslamalı olarak gösteren tabloda tarlaları ziraat yapılan ve nadasa bırakılan (yani ziraat yapılmayan) diye sınıflayarak gösterdik. Arşivlerdeki köylerin kayıtlarının çoğu eksik. Biz burada ancak kayıtlarını bulabildiklerimizi değerlendirdik. Köy civarında yaşayıp ta çoğunlukla konar-göçer koyun besleyen Gayrimüslimlerin sayılarını tabloya dahil etmedik. Temettuat defterleri kayıtları tutuluncaya kadarki devrede Rumların yaşadığı ancak zaman içinde Türklerin yaşamına terk edilen köyler dışında kalan Rum köylerinin arazi ve hayvan varlıklarını aşağıda topluca göreceğiz. Bu köylerden Kirmikir’den başlayıp bu gün Bursa’ya bağlı Karacaoba ve Başköy’e kadar olan sahada bulunan 9 köye “Çobankırı köyleri” denir. Bu köyler için Çobankırı köyleri deyimi yerine “Piştikoz kırı köyleri” de kullanılmaktadır. Aşağıdaki tabloda Mihaliç’e bağlı eski Rum köylerinin genel yapısı gösterilmektedir.
Köyler | Hane | At | Keçi | Koyun | Manda | İnek | Öküz | Meslek geliri | Toplam geliri | |
Canbaz | 21 | 17 | 25 | 7 | 35 | 44 | 2.350 | 50.945 | ||
Çamlıca | 42 | 28 | 241 | 36 | 400 | 150.238 | ||||
Çeşnigir | 56 | 33 | 289 | 240 | 42 | 141 | 1.800 | 173.149 | ||
İkizce | 54 | 31 | 30 | 200 | 50 | 51 | 105 | 129.939 | ||
Karakoca | 38 | 25 | 224 | 307 | 58 | 32 | 83 | 2.750 | 120.974 | |
Kemerbend | 39 | 33 | 71 | 446 | 45 | 78 | 109 | 1.300 | 135.845 | |
Kirmikir | 76 | 10 | 6 | 106 | 60 | 77 | 114 | 191.098 | ||
Kurşunlu | 65 | 43 | 241 | 14 | 46 | 33.500 | 137.966 | |||
Seyran | 38 | 10 | 60 | 481 | 36 | 73 | 96 | 1.900 | 126.408 | |
Subaşıağılı | 75 | 23 | 264 | 287 | 33 | 52 | 141 | 189.926 | ||
Yeniköy | 7 | 1 | 19 | 16 | 40.905 | |||||
TOPLAM | 511 | 254 | 1.426 | 2.092 | 289 | 509 | 895 | 44.000 | 1.447.393 |
Canbaz Köyü Müslümanlar ile gayrimüslimlerin oturdukları bir köydür ve malikane uhdesinde olan II. Sultan Murat Vakfı mukataalarındandır. 1211’de Bursa’da Sultan Murat’ın Asar-ı Hayriyesi Evkafından Mihaliç kazasına tabi Canbaz köyünün a’şarına, bu köyün civarındaki Sadrazam Hüseyin Paşa Evkafından olan Surbun ve Subaşıağılı köylerinin mültezimi tarafından vaki müdahalenin meni istenmiş. 1181/1767 yılında Gayriımüslimler köyü terk ederek Kirmastı ve Manyas’a gitmişler. Konu ile ilgili belgede “Reayanın eski yerlerine dönmeleri ile ilgili müslümanların ricasına dair İbrahim’in arzuhali” var. Köy, daha sonraki kayıtlarda Abdülhamit’in mülkleri arasında görülmektedir. Canbaz Köyü’nün 9 hanesi Müslüman, 21 hanesi Gayrimüslim. Gayrimüslim 2 hanenin hiçbir geliri yok. Purpolatoğlu Dimitri vld. Yorgi’nin 30 arı kovanı var. Kayıtlarda dutluklar için harir bahçesi deyimi kullanılmış. Canbaz köylüleri 50.955 kuruş toplam gelirlerine karşılık 4.473 kuruş aşar (423 kuruşu harir aşarı), 4.039 kuruş ta vergi ödemişler.
Ayrıca, köy civarında yaşayan Rumeli’den gelme 7 çoban gayrimüslim hanenin toplam 453 koyunu var. Dışarıdan gelme ve perakende tabir edilen bu çobanlardan toplam yıllık gelirleri 6.681 kuruş üzerinden vergi alınmış.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Çobankırı köyleri 9 mezradan oluşuyor ve Amcazade Hüseyin Paşa evkafınındır.[vi] Çobankırı köylerinin 1830’lu yıllardaki mültezimi İstanbullu Esat Ağa Bursa’da Duhteri Şerif Mahallesinde oturuyordu. Köyde Müslüman haneden 8, Gayrimüslimlerden ise 17 hanenin yıllık geliri 1000 kuruşu aşıyor. Köyde, sabık Mihaliç Voyvodası Haseki Hacı Ahmet Ağa’nın da çiftliği var.
H.1219/M.1804 tarihindeki bir fermanla “III. Selim’in İstanbul’da Atikali’de, Yeşilizade Sarayı demekle maruf , hemşireleri Hatice Sultan Sarayı karşısında diğer hemşiresi Beyhan Sultan’ın bina ettirdiği mektebin, bir varidatı olmadığından mektep hademesi vazifeleri ve tamirat masrafları için müşarünileyhin bilmalikane uhdesinde bulunan Canbaz Çiftliği adıgeçen mektebe vakfedilmiş.” 1835 yılında köydeki Müslümanların İmamı Mehmet Efendi b. Osman, Muhtarı Ali Ağa b. Halil, Gayrımüslimlerin Papazı Perastır v. Kiryako, Muhtarı Tanaş v. Hristo idi.
Çamlıca Köyü 28 hane Müslüman ile 42 hane gayrimüslimin oturdukları bir köy. Köydeki gayrimüslimlerin yıllık geliri 150.238 kuruştur. 14.891 kuruş a’şar (Ziraat dışı gelirlerden alınan vergi), 12.268 kuruş ta vergi vermişler. Köydeki sadece 1 kişinin hiç geliri yok ve onun bunun ihsanı ile geçiniyor. Bunun dışında geliri 1000 kuruşun altında olan aile sayısı 4’tür. Köyde Piştokoz Tanaş 9.445 kuruş, Kalpaklıoğlu Kostanti 9.133 kuruş, Kırçıloğlu Kostanti 7.950 kuruş yıllık gelirleri ile gani (ya da ala) vergi grubundan.
Çeşnigir de Çobankırı köylerinden. Yani Sarayın çoban köylerinden. Köy aslında 56 haneli. Ancak, biz 46 hanenin kayıtlarına ulaşabildik. Köyde 7 hanenin tarla varlığı 10 dönümün altında. Geriye kalan 39 haneyi değerlendirirsek hane başına düşen ortalama tarlanın 32 dönüm olduğu görülecektir. Bir hane dışında her hanenin 1-4 arasında değişen öküzü var. Hiç eşek ve manda yok. Sadece bir hanenin 175 koyunu olduğu kayıtlı. Nerede ise her hanede atın varlığı yanında dikkat çekecek sayıda keçi var. Köyün 1835 yılında Papazı Vasil v. Niko, Muhtarı Yorgi v. Tanaş idi.
Harmanlı(Kirmikir)’da Çobankırı köylerinin mültezimi Ömer Ağa’nın 3.200 dönümlük (3.000 dönüm ekilebilir, 200 dönüm nadasa bırakılmış) bir çiftliği var. Çiftlikte 13 manda, 8 inek, 4 öküz, 2 buzağı, 6 at ve 1 dönüm bağ var. Çiftliğin yıllık geliri 13.340 kuruş. Bir diğer çiftlik te Der Aliyede (İstanbul’da) Valide Hanında Sarraf Marko oğlu Maridos’un sahibi olduğu Hacı Balat Çiftliği. Bu çiftlikte 300 dönüm ekilebilen, 1400 dönümü nadasa bırakılan tarla, 15 at, 7 manda , 16 inek, 16 buzağı, 8 öküz, 17 arı kovanı var. Köyde 123 adet arı kovanı bulunuyor. Kovanların 100 adedi Mihaliçli Panayot’un, 10 tanesi de Çalark oğlu Kostanti’nin. Rum köyü Kirmikir (Harmanlı)’de 76 hane yaşıyor. Bunların yanında, köyün civarına yerleşmiş Rumeli’nden gelme perakende tabir edilen çobanlar var. Bunlardan Dimitri veledi Kosta’nın yıllık geliri 1.200 kuruş, Kiryaki veledi Estraba’nın 1.200 kuruş, Dülger çırağı Turut veledi Kosta’nın 350 kuruş ve Anastaş veledi Kosta’nın yıllık geliri 350 kuruştur. Köyün yıllık toplam geliri 191.098 kuruş, aşarı 18.000 kuruş, verdiği vergi miktarı da 14.263 kuruştur. Burada da diğer Çobankırı köylerinden Çatalağıl, Çeşnigir, İkizce ve Karakoca gibi haneler arasında gerek arazi, gerekse hayvan varlığı açısından oldukça dengeli bir dağılım görülüyor. Sadece bir hanenin tarlası yok. Ekilebilir ve nadasa bırakılmış tarla miktarının eşit olduğu köyde hane başına ortalama 30 dönüm ekilebilir, 30 dönüm de nadasa bırakılmış tarla düşüyor. Köyde 1835 yılında Papaz Yorgi v. Todori, Muhtar Yorgi v. Şekumi idi.
İkizce köyü XVI. yüzyıldaki kadı sicillerinde yer aldığına göre eski bir köy olmalıdır. Nitekim bu sicillere göre köy, I. Murad Hüdavendigâr vakıfları arasında gösterilmiştir. Köy halkı, sultanların koyunlarına bakardı. 1530 tarihli tahrirat defterine göre köyde, 21 hane ile bakmakla yükümlü oldukları 2.455 koyun vardı. Önceleri Bursa’ya bağlı idi. İkizce Kanunnamesi ile halkın korunun içine girmesi, ot biçip ağaç kesmesi, avlanma yasaklanmış, sığırların hastalıklardan korunması için önlemler alınmıştır. Beylik koyunlarının çalınması konusunda ise çok ilginç cezalar getirilmiştir. Köyün Malkara Üstü mevkiinde Megas Agros veya Polychronia adlı bir manastır kalıntısı vardır. 54 haneli köyün bir nolu hanesinde Papaz Yorgi oturuyor. Diğer köylere kıyasla köylülerin gerek dutluk, bağ, tarla varlıkları çok dengeli. Her haneye ortalama 19 dönüm tarla düşüyor. 3 hanenin dışında da herkesin hane başına ortalama 17 dönüm nadasa bırakılmış tarlası var. Sekiz hane dışında hane başına 2-4 arasında değişen öküz varlığı yanında köyün yarısından fazlasının atı var. Yıllık geliri 6.285 kuruş ile Penmir oğlu Todori ve 5.645 kuruş ile Elya oğlu Ustodolo v. Elya “gani” (yani ala) gelir grubundan. 1835 yılında köyün Papazı Yorgi v. Şuna, Muhtar Yorgi v. Yani idi.
Karakoca 38 haneli. Sadece 3 hanenin geliri 1.000 kuruşun altında. Köydeki sığırtmaçların yıllık kazançları 500-600 kuruş civarında. Yıllık geliri 8.200 kuruş ile Muryan oğlu Kosti v. Ustodolo ve 5.699 kuruş ile Papaz Yorgi v. Ustodo en iyi gelir seviyesinde.
Kemerbent(Taşpınar) Köyü’nde 19 hane koyun kafiri 1948 koyuna bakıyordu. Temettuat defteri kayıtlarına göre köyde 39 hane yaşıyor. 39 haneli köyde sadece 4 hanenin yıllık geliri 1.000 kuruşun altında. Köyün toplam yıllık geliri 135.845 kuruştur. Toplam a’şarı 13.333 kuruş, vergisi ise 9.125 kuruştur. Gelir durumu çok dengeli olan köyde Palaş oğlu Yani’nin yıllık geliri 7.580 kuruş, Manol oğlu Yorgi’nin de 7.253 kuruştur. Köy civarında yaşayan Karaağaçlıoğlu Dimitri karaişçilikten yılda 500 kuruş, yapıcılık yapan Kostantin veled-i Yani ise 1.250 kuruş kazanmış.
1306 tarihli bir belgeye göre, köyün gayrimüslim ahalisi ile Padişahın Esvabçıbaşısı Hacı İlyas Bey arasında münakaşa konusu olan Haydar Mezrası ve Runguç (Runguş) Çiftliği anlaşmazlığı konusunda yapılan araştırmanın gereği için, Muhacirin Komisyonu Başkanlığına yazı gönderilmesi istenmiş. 1307’de Hacı İlyas Bey’in Kemerbend köyü civarındaki çiftliğine, yakın köylerin çayır ve tarlalarını ilhak ettiğine dair şikayetin haksız olduğu anlaşılmış. Kemerbent Köyü’ndeki çiftliğe Esvab-ı Hazreti Şehriyari Hacı İlyas Bey tarafından cebren girilerek korusunun yakılıp tahrip edildiğine dair şikayette bulunulmuş.[vii] Köyün 1835 yılındaki papazı Livori veledi Dimitri, muhtarı Kelli veledi Yorgi idi.
Kurşunlu köyü 65 haneli. Köyde sebze yetiştirilen bostan tarlası çok. Ayrıca, kömürcülük çok yaygın. Köyün at varlığının 13’ü katırdır. Bu da köyün sırtını dayandığı Karadağ’dan katırla taşıma yapıldığının göstergesidir. Karadağ’ın aynı zamanda keçi yetiştirmede önemli bir yer tuttuğunu köyün toplam keçi varlığı sayısından takip etmek mümkün. Diğer köylere kıyasla dutluk, koyun ve manda yok. Köyde 3 değirmen var. Bir tanesi köyde 120 dönüm tarlası olan ailenin. 5 hanenin hiçbir gelirinin olmadığı köyde Kocakarıoğlu Koti’nin yıllık geliri 9.478 kuruştur. Gelirlerinin toplamı 137.966 kuruş olan köylüler, 5.983 kuruş a’şar (tarım dışı gelirlerin vergisi) ve 7.466 kuruş vergi vermiş. 1835 yılında köyün Papazı Yorgi veled-i Yamandi, Muhtarı Foti v. Yani idi. 1337 tarihli bir belgeye göre, Kurşunlu köyünde karaya oturan silah yüklü bir taka ahali tarafından yağmalanmış ve ahaliyle yapılan çatışma sonucunda çıkan yangında birçok hane yanmış.
Çobankırı (Piştikozkırı) köylerinden Seyran köyü ile ilgili olarak temettuat defterinde 38 hanenin kaydı var. Varidat defterinde ise 51 hane gözüküyor. Ancak biz tahlillerimizi temettuat defterindeki kayıtlara göre yapacağız. 38 hane itibariyle kayıtlarda, Seyran köylüleri 126.408 kuruş gelir elde etmiş ve bunun karşılığında 11.877 kuruş a’şar, 7.099 kuruş ta vergi vermişler. Varidat kayıtlarında ise 51 haneli köyün yıllık toplam geliri 155.674 kuruş, a’şarı 11.877 kuruş, vergisi 9.271 kuruştur. 38 haneli köyde 4 hanenin yıllık geliri 1.000 kuruşun altında iken, sadece 1 hanenin geliri yok. Bütün bunların yanında 11.355 kuruş geliriyle Demüzcü oğlu Yorgi, 8.215 kuruş geliriyle Güloğlu Kebe ve 7.975 kuruş geliriyle Koca Kosta “gani” veya “ala” diye ifade edilen iyi gelir grubundandır. Köy genel olarak değerlendirildiğinde görülmektedir ki kişi başına ortalama gelir 3.328 kuruştur. 1835 yılında köyde Papaz Tudori vld. Şuna, Muhtar Kostantin vld. Agopi idi.
Subaşı köyünde 75 hane yaşıyor. Sadece 8 hanenin yıllık geliri 1000 kuruşun altında. Köyün a’şar gelirleri toplamı 17.944, vergi miktarı 13.650, gelirler toplamı ise 189.926 kuruştur. Köy civarında yaşayan Filibe’den gelme çobanlar ve Rum dülgerler 4.893 kuruş gelir elde etmişler. Bunlardan Yorgi oğlu Dimitri’nin 15 keçi ve 2 atı var, ve 130 kuruş gelir elde etmiş. Filibeli çobanların 35 koyunu, 10 keçisi var. Gelirleri 463 kuruş. Rumelili dülgerler Kostantin oğlu Taranafil, Taranafil oğlu Tanaş ve kardeşi Nikol 1.200’er kuruş kazanmışlar. Rum dülger saraç Dimitri’nin çocukları Diyo ve Tanaş 350’şer kuruş gelir elde etmişler.
Subaşı köyü sarayın koyunlarına bakmakla görevli köle köylerden idi. Bu köyde 7 sürü halindeki 2.370 beylik koyunlarına bakılıyordu. Subaşı ve Çamlıca köyleri ile Yalı Çiftliği ve Yamak karşısında bulunan ocaklardan Malta taşı çıkarılma ihalesinde zaman zaman sıkıntılar yaşanmış. 1305/1888’de ihalenin Atıf Bey, Mehmet Bey ve ortaklarına verilmeyerek, bu hakkın kendilerine ait olduğu yolundaki Dimitri Zafiropol ve ortağı Yorgo Filibo tarafından verilen dilekçe üzerine gerekli tahkikatın yapılması istenmiş. Köyün 1835 yılındaki papazı Dimitri veledi Manol, muhtarı Apostodolo veledi Yani idi.
Yeniköy’de 7 hane Rum’un yanında Müslümanlar da var. Köyün toplam geliri 40.905 kuruştur (2.000 kuruşu çiftliğe ait). Köylüler a’şar olarak 3.558 kuruş (19 kuruşu koyun aşarı), vergi olarak ta 1.774 kuruş (341 kuruşu Hacı Paşa Mehmet Ağa’nın çiftliğinden) vermiş. Rumların hepsinin yıllık geliri 1.000 kuruştan fazla. Muhtar Yani veled-i Yorgi’nin yıllık geliri ise 12.770 kuruştur.
[i] Doç. Dr. A. Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri I. Kitap, Sayfa. 458-459
[ii] Ö.L.Barkan-Meriçli,s.115-118
[iii] BOA.ML.VRD.No.462
[iv] Bursa Kütüğü, I,s.237
[v] İnalcık Halil, Osmanlı Padişahları, s.74
[vi] BOA.C.EV.31598
[vii] BOA.DH.MKT.1326