Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
“…Eğitim anlayışı öyle olmalıdır ki, hümanist bir anlayış ortaya koymalıdır, yani öyle bir anlayıştan geçen insan bir canlıya kıyamamalıdır, bir canlıya vuramamalıdır, şiddetten, terörden uzak durmalıdır. Çevresini ve kültürünü korumalıdır, İşte, belki bu eğitim enstitüsüyle, yapacağı çalışmalarıyla, bu eğitimin gücüyle, ilkesiyle tüm bu sayılan özellikler yerine getirilebilinir…”
Hasan Ăli Yücel
Bir insanın kültürel, toplumsal, mesleksel, bireysel olarak yetişmesinin temelinde; araştıran, sorgulayan, sürekli öğrenmeyi hedefleyen bir eğitim sisteminin varlığı kaçınılmazdır. Eğitim yoluyla kazanılan bilginin hayata geçmesi ise sanatsal bir duyarlılık ve sorumluluk gerektirir. Bilgili ve sanatsal duyarlılığı olan bireyler yetiştirebilmenin ön koşulu ise herkesin eğitim hakkından eşit yaralanmasını gerektirir. Bu makalede eğitim sisteminden eşit yararlanmanın önünü kesen engeller ve bu engellerin nedenlerinin ortadan kaldırılmasında yine eğitimin vazgeçilemez önemi tartışılacaktır. Bu tartışma da birbirinde değerli 60’a yakın kitabı olan, müfettişlik,Gazi Eğitim Enstitüsü Müdürlüğü, ortaöğretim genel müdürlüğü görevlerinden sonra 1935’de İzmir Milletvekili seçilen, 1938 yılında 7 yıl süreyle Milli Eğitim Bakanlığı görevini yürüten ve o dönem de 490 kitabın çevirisini Türkçeye kazandıran Hasan Ali Yücel’in eğitim felsefesi temel alınacaktır.
Bugün içinde yaşadığımız adına bilişim çağı dediğimiz, daha da ileri giderek Nano teknolojinin kucağına düştüğümüz bu çağda; insan olabilmek, insan olma bilincine sahip olmak, bu bilince ulaşmada eğitim fırsatlarında eşit yararlanabilmek, hatta insanca yaşayabilmek… Çok zor! Neden? Çünkü içinde yaşadığımız dünya bugün eşitsizliğin kucağında can çekişiyor! Kısaca en bilinen ifadeyle adı kapitalizm olan yeni terminolojiyle küresel sistem olarak biline bu sistem; para merkezli ilişkilerle, üretenle- tüken arasındaki doğrudan ve hatta dolaylı ilişkiyi ortadan kaldıran, rekabet ortamı ile insanları büyük balıklara yutturan, ekonomik krizler yaratarak önce işsizliği ve açlığı tattıran, sonra da insanlar aşırı tüketen, asgari ücretle çalışmaya ve mutlu olaya davet eden, böylece insanların önce kendisine, sonra da içinde yaşadığı topluma ve toplumsal gerçeklere karşı gittikçe artan bir yabancılaşma duygusunu içselleştirmeye zorlayan, insanları sürüleştirerek, içsel boşluğunu artıran özellikleri içinde barındırır.
Bu sistemin en yaygın söylemi ve vurgusu; “Hayatın adil olmadığını, bu düzende öne geçmenin ancak birbirimizi ezmekle mümkün olduğunu bir yerlere, bir gruba ait olmanın gerekliliğini” aşılamaya çalışır. Bu düzen kurmacası içinde birey önce kendine ama özelliklede diğer bireylere karşı yabancılaşır. Böylece yaşamın nesnel koşullarına yabancılaşan insan yaşama diyalektik duruşunu yitirerek üretim süreci içinde edilgen bir varlık durumuna gelir. Kısaca insanın insanca yaşamasını sağlayan düşünce süreci niteliksiz ve rekabete dayalı eğitim sistemleri içinde kaybolur gider.
“Eğer bir adam marşla uyum içinde yürüyebiliyorsa; o değersiz bir yaratıktır. Kendisine yalnızca bir omurilik yeterli olabileceği halde, her nasılsa yanlışlıkla bir beyni olmuştur onun. Emirle gelen kahramanlıktan, bilinçsiz şiddetten, aptalca yurtseverlikten nefret ediyorum.”
Albert Einstein
Oysa insanı diğer canlılardan ayıran “düşünen varlık” olarak tanımlanmasını sağlayan temel fark; bilinci, yani üst beyni kullanabilme özelliğidir. Tüm canlılarda çevreden gelen uyarılar, sinir sistemi aracılığıyla omurilik, orta beyin ve üst beyin tarafından algılanırlar. Diğer canlılarda, çevreden gelen tehlikelere ya da uyaranlara anlık tepki vermeleri ve yaşamda kalmalarını sağlayan sistem; omurilik ve orta beyindir. Bu durum insanları çevresel tehlikelerden korumak için de geçerlidir. Burada amaç, yaşamı korumaktır. Ancak, insanı diğer canlılardan ayıran temel özellik üst beynin kullanılmasıyla gerçekleşir. Üst beyinin gelişimi ise verilen eğitimin niteliği ile yakından ilgilidir. Araştırmaya, sorgulamaya, yaparak öğrenmeye dayanan uygulamalı eğitimde amaç; insanın genetik olarak getirdiği yeteneklerin gelişimini sağlayarak, bilincin gelişmesi ve gelişen bilincin, ilkel duyguları egemenliği altına almasını sağlamaktır. Bu amaca yönelik eğitimden yoksun bireylerde tepkiler; orta beyin düzeyinde, anlık duygu ve içgüdülerin yönlendirdiği davranışlar şeklinde ya da bireyi koşullandıran inanç, gelenekler, görenekler gibi aklın eleştirisinden geçmemiş, sadece alışkanlık haline gelen davranışlardan oluşur. Bilinci geliştiren eğitim sistemlerinin olmadığı, sorgulatmayan, araştırmadan uzak, yaşama geçmeyen ve ezbere dayalı eğitim sistemlerinden geçen bireyler; her zaman “ilkel ben”e hizmet edecek nitelikte ani, saldırgan, ertelenemeyen davranış örüntüleri içinde yıkıcılığa hazır, şiddete eğilimli hale gelirler. Bu tür davranış örüntülerine sahip bireylerden oluşan toplumlarsa, kendi gelişimlerinin önünde kalın duvarlar örerler. Böylece mevcut düzeni, yani “insanın insanı sömürüsü”nü yazgıya dönüştürürler. Yani kürel düzenin devamına katkı sağlar. Bunun sonucunda şiddet,hortlar,kan akar, bir avuç insan servet içinde soluklanırken,yığınların nefesi açlık kokar. Kanıt mı? Bugün; Dünya’da Yaklaşık 7 milyarı bulan dünya nüfusunun, kadın ve çocuklardan oluşan 4 milyarı görece yoksulluk sınırının altında yaşıyor. DB,DTÖ ve IMF gibi uluslar arası finans kuruluşlarının politikaları sonucunda Son otuz yılda dünyanın en zengin %20’si ile en yoksul %20’si arasındaki uçurum 240 katına çıkmış olduğu bilinmektedir.. Bu bakış açısıyla ülkemizde mevcut durumu değerlendirmemiz gerektiğinde; bugün yığınlarca mezun verilen ülkemizde gençler, daha mezun olmadan gözünü yurt dışına çevirmekte, bu şansı yakalayamayan binlercesi işsizlik ordusuna eklemlenmekte ya da “hangi iş olursa” yapar hale gelmektedir. Bu gerçekle yüzleşmeyi derinleştiren diğer önemli bir konu da üniversite mezunu olan gençlerin; 1923’de kurulan Cumhuriyet Devrimlerinin yaşama geçirilmesinde, toplumsal gelişmede, bir değişim ajanı olamamasıdır.
Tam bu noktada üniversitelerin temel görevlerini; “araştırma, eğitim ve toplumla bütünleşme, toplumsal gelişime öncülük etme” şeklinde sıralayabiliriz. Bir eğitimci olarak deneyimlerim; ülkemizde üniversitelerimizin araştırma konusunda, dünya ülkeleri içinde belirli bir düzeyde olduğunu, ancak ülke gerçeklerine yönelik eğitim anlayışı ve toplumla bütünleşme konusunda istenilen düzeyde olmadığını gösterdi. Bu konuyu kısaca açmak gerekirse; sizin tıp fakültesinden mezun ettiğiniz bir öğrenci, yurt dışındaki eğitim kurumlarında hiç zorlanmadan, bir üst eğitime kolayca devam edebilmektedir. Aynı durum farklı mesleklerde de benzerdir. Üniversitelerde yapılan araştırmalarınız da uluslararası arenada kabul görmektedir. Ancak ülke gerçeklerinizden uzak bir eğitim sistemi ve araştırma sonuçları sizi, kendi toplumlunuzla bütünleştirmiyorsa, toplumun ileriye taşınmasında bir değişim ajanı olmuyorsa, sonuçta bu süreç toplumsal acıdan yerinde saymanıza yol açar. Bu durumu, Atatürk’ün dediği gibi, “yerinde saymak bir anlamda geriye gitmektir” ifadesiyle birleştirdiğimizde eğitim çıkmazında yaşanılan içsel bunaltı daha da derinleşecektir.
Çağdaş bilinç düzeyine sahip insan, yıkıcı değil yapıcıdır. Duygusal değil, akılcıdır. Bireysel çıkarlarını asla toplumsal çıkarların önüne geçirmez. Böylece yaşam enerjisini, yüzü topluma dönük, insanlığın aydınlık geleceğine yönelik çalışmaları çoğaltmaya harcar. Ve bu bilinç, topyekün ulusal kalkınma için dış güçlerin kullanacağı kapıları kapatır, asla açık bırakmaz. Bu noktada emperyalizmin kendi varoluşunu sürdürmek amacıyla gelişmekte olan ülkeleri sömürmede, geçmişte sıcak savaşları kullanırken, bugün psikolojik savaşları tercih ettiğini de, ancak ussal bir bilinç görebilir. *İlk olarak* bir ülkenin sömürülmesinde, bağımsızlığının elinden alınmasında yegane yol, “o ulusu borçlandırmaktır.”
*İkinci yol*, bu borç batağındaki insanların uyanmaması için bilinçleri yıkamaktır. Bu noktada eğitim kasıtlı olarak ussal yapıdan çıkarılır, ezbere dayanan, yaşama geçmeyen, geleneklerin tutsağına yapışmış yapıya büründürülür.
*Üçüncü yol olarak*, ülkede kadın- erkek ayrımcılığı, Türk- Kürt ayrımcılığı, geçmişte yaşandığı gibi Alevi-Sünni, sağ-sol ayrımcılığına benzer etnik, dinsel kökenli, ikili karşıtlar, gruplar oluşturulur. Bu karşıtlık içinde ülke insanları yaşam enerjilerini, kendileri, ülkeleri için yaşamak yerine, ikili karşıtlar içinde; üstün olma çabasına yöneltmelerine neden olur. Kardeş kanları yerlere serilir. Ülke otuz yıl süren bir PKK terör batağına gömülür. Karşısında aşırı milliyetçi bir yapı oluşturulur. Sonuçta ilkel düzeyde, anlık duygu ve içgüdülerin yönlendirdiği davranış modeline sahip insanlar çoğalır, ülke iç savaşa girer. Bu kez emperyalizm yeniden kollarını sıvar; kurtarıcı olarak ülkede askeri darbeleri devreye sokar, sıkıyönetimler kol gezer. Gezdiler de zaten.
*Dördüncü yol olarak,* ülkenin tarihsel geçmişi sorgulanır. Ermeni yıkımı su yüzüne çıkartılır, tartışma ortamı açılır. Tartışma değil, aslında bu bir tuzaktır. Ülke aydınları “özür dilerler” konu kapanır!
*Beşinci yol olarak,* ülkenin lideri sıradanlaştırılır, sıradan insan haline dönüştürülür, yaşamları sıradan belgesellere çekilir. Ahlaki değerler o günün koşullarından uzak, bugünün yapay değerleri içinde sorgulanır. Hatta daha ileri gidilerek “bir diktatör” damgası vurulmaya çalışılır ya da aşırı dil kirliliği yaratılarak “betonlaştırma” yoluna gidilir. Yukarıda açıklanan konuların hepsinin, bu ülkenin tarihinde yer aldığını, ussal bir bilinç kazanan göz görebilir.
Bu sorunun yanıtı öncelikle kendi ülkemiz koşulları içinde aradığımızda, ussal bilince sahip bir insan, bir eğitimci ve bir devrimci kişilik: Hasan Ali Yücel’in eğitim felsefesi içindedir. Ussal bilinç değişimi önceler,emek üretir değişimin koşullarını gerçekleştirmek için harekete geçer. Bu süreçte “önce insan olabilmeyi” önceler ve bu düşüncesini şu sözlerle dile döker: “Benim davam sağ-sol davası değil, benim davam bir ilericilik-gericilik davasıdır.” Bu dava aslında insanın özüne yarışır eğitim sistemlerini hayata geçirmektir.Bunun koşulu çok çalışmak ve devrimci-ilerici eylemleri gerçekleştirmektir. Bu ifadeyi Makal’ın konuya ilişkin görüşlerini paylaşarak sürdürmemiz yerinde olacaktır. “Yücel, Cumhuriyet devrinin eğitim bakanları içinde yurda en çok hizmet eden ve bu yüzden de bütün yıldırımları üstüne çeken bir aydındı. Eğitim sorunlarımızın çözümlenmesi işi, ondan öncekilerce de düşünülmüşse de onun zamanında hızlandırılmış, yeni ilkeler bulunmuş ve bizim toplumumuza uygun yeni kurumlar kurulmuştur. Yücel’in içten, insancıl ve kültürlü bir kişi oluşu, onu Bakanlığının başında bir diktatör olmaktan kurtarmış ve ekip çalışmasına itmiştir. Böyle olunca da adama göre iş ilkesi kendiliğinden ortadan kalkmış, yapılacak işi en iyi bilenler bakanlığın kilit noktalarına getirilmişlerdir” (Makal M.1979.S:110).
Çünkü bu film hala gösterimdedir. Şimdi ad değiştirip “Ergenekon” olur. “Açılım” olur. Yer altı kaynaklarımız, unutturulur. Bu konuyu Atatürk’ün sözleri ile noktalayalım. “*Hangi bağımsızlık vardır ki yabancıların desteği ve öğütleriyle kurulabilmiş olsun? Tarih böyle bir şey kaydetmiyor.” *
Ancak yaşam ikili karşıtlar içinde varlığını sürdürdüğünden, *”* ussal(rasyonel-akılcı) eylem” niteliğinde eğitim’in karşısında, ne yazık ki inanç, gelenek, örf, adet, görenek gibi aklın eleştirisinden geçmemiş alışkanlıkların yönlendirdiği tepkilerden oluşan geleneksel eyleme yönelik eğitim savunucuları da olacaktır. Kaya, eğitmen uygulamalarını sonlandırılmasına ilişkin olayları kitabında şu şekilde açıklar*. “Böylece eğitim aracılığıyla hem ülke ekonomisinin hem de ülke aydınlanmasının yolu kesilecektir. Eğitmen uygulamalarının ortadan kaldırılması için ilk adımı 17.04.1948 tarihli bir genelge ile Yücel’in yerine gelen yeni Milli Eğitim Bakanı Sirer atmıştır. Bu genelgeyle eğitmen yetiştirilmesi işine de son verilmiştir. Bunun diğer bir anlamı, eğitmenler bakanlıkça kapı önüne konmuş oluyorlardı. 1947-48 ders yılında 339 köy okulu kapanacaktır. Sirer’den sonra iş başına gelen Banguoğlu işi bir adım daha ileri götürerek 31.07.1948 genelgesiyle illerde hangi eğitmenlerin işten çıkarılacağını bildiren listeyi valiliklere gönderecektir. Böylece bir yıl içinde 1515 eğitmenin işten uzaklaştırılmasını sağlamıştır. Bu nedenle birçok köy okulunun kapanması ve öğrenci sayısında 30 bin kadar bir azalma olmuştur. Bu durum karşısında 20.01.1949 tarihli bir genelge ile “önemsiz sorunlardan dolayı eğitmenlerin görevlerine son verilmemesini isteyecekti. Oysa 1946-1947 öğretim yılı başına kadar 8675 eğitmen yetiştirilmiş, 8403 eğitmenli köy ilkokulu açılmıştı. 1946 yılında 213.824 köy çocuğu eğitmenli köy ilkokullarında eğitim görmektedir*.” (Kaya Y. 2001.S: 168-9)
KAYNAKLAR
Yazar Hakkında / PROF DR. NEDİME KÖŞGEROGLU
3 Nisan 1961 Eskişehir de doğdu. İrfan Köşgeroğlu ile evli, Gizem, İrem ve Ecem’in annesi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi.
Yayımlanan kitapları
“Neleri Eskitmedi Ki Zaman” Şiir Alter yayıncılık Şubat 2004
“Zamanın Telvesinden” Şiir Alter yayıncılık Ekim 2005
“Gölgeler Aslını Geçtiği Vakit” Şiir. Alter Yayıcılık Kasım 2006
“Kayıtlara Geçilsin Kadın Var” Araştırma-İnceleme. Anfora yayıncılık Kasım 2008
“Şiddet Çıkmazında Kadın” Araştırma-İnceleme Anfora yayıncılık Mart 2009
“Bir Kent Diktim Üstüme” Şiir Artshop yayınları Haziran 2009
“Beli Kırılan Devrim Köy Enstitüleri ve Kadın Kalemler” Araştırma-İnceleme Alter
Yayıncılık. Mart 2010
“Hiç Kimseden Sevgilerle” Öykü Alter Yayıncılık. Aralık 2010
“Kalın Duvar İnce Zar” Araştırma-İnceleme Alter Yayıncılık. Aralık 2010
“Kadın bilinci” Araştırma-İnceleme Alter Yayıncılık. Aralık 2012
“Hemşirelik ve estetik” Nobel tıp kitapevi Ocak2012
“Suda eklem ağrısı” Kurgu kültür yayınları Haziran 2016
“Hemşirelik ve estetik” Vize Yayınları Eylül.2018
“Ben eşittir Öteki” Ekin Sanat yayınları.Eylül 2018
Eskişehir Kent Kadın Meclis Yürütme Kurulu üyesi (2008-2010)
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Engelliler Şube Md V (2008-2011)
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Kadın Danışma Merkezi Koordinatörü (2008-2011)
KA-DER Kadın Adayları Destekleme Derneği Eskişehir Şube Başkanı (2011-2016)
.
Ödülleri:
• 2009. “Uğur Mumcu Yılın Kadın Hakları Savunuculuğu Ödülü” Çağdaş Gazeteciler Derneği Yönetim Kurulu. Eskişehir.
• 2010. “Kayıtlara Geçsin Kadın Var: Sıkıştırılmış alanlardan yaratıcı yaşamlara kadın Yılın Sanat Araştırma Ödülü” Eskişehir Sanat Derneği Yönetim Kurulu.Eskişehir.
• 2011. Eskişehir Sanatcılarını seçiyor. Eskişehir Yılın Şairi ESGİAD ve Es TV ortaklığında hazırlanan ödül töreni
• 2012. “Homeros şiir yarışmasında dosya dalında jüri özel ödülükarşıyaka izmir
• 2014 “Homeros şair inceleme dalında” Şiirin lav izlerinde yürüyen şair;Hilmi Haşal”adlı inceleme dosya birincilik ödülü Karşıyaka izmir
• 2015 Enver Gökçe Şiir ödülü. İstanbul
• 2018 Eskişehir Tepebaşı Belediyesi Sağlıklı Kentler Konseyi Kadın çalışmaları ödülü
E-mail: [email protected]