Quantcast
Sultan Osmân Ve Oğlu Orhan’ın Yeni Bulunan Orijinal Şeceresi ve “Kuruluş”u Anlatan En Eski Osmanlı Târihi Metni – Belgesel Tarih

Hakan YILMAZ
Hakan  YILMAZ
Sultan Osmân Ve Oğlu Orhan’ın Yeni Bulunan Orijinal Şeceresi ve “Kuruluş”u Anlatan En Eski Osmanlı Târihi Metni
  • 04 Ocak 2024 Perşembe
  • +
  • -
  • Hakan YILMAZ /

Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar

Loading

Sultan Osmân Ve Oğlu Orhan’ın Yeni Bulunan Orijinal Şeceresi
ve “Kuruluş”u Anlatan En Eski Osmanlı Târihi Metni

Cihâna hükmetmiş*  en büyük Türk devletinin kurucusu olmasına rağmen, Osman Gâzî döneminden günümüze 700/1301’de oğlu Orhan’ın tuğrasıyla verilmiş Türkçe bir mülk-nâme, 723/1323’te gelini Asparuça Hâtûn adına düzenlenmiş Arapça bir vakfiye, istiklâl-biat zamanlarına âit 699-700/1300-1301 yılları arasında basılmış birkaç sikke ve çağdaş Bizans târihçisi Georgios Pachymérès’in kroniğindeki kısa kayıtlardan başka hiçbir şey ulaşmadığı bilinir. Bu nâdir materyaller ilk Osmanlılar’ın dinî-siyâsî kökeni, bunlara yönelik ideal ve hedefleri, aslî etnik menşe’leri, atalarının gerçek kimliği, istiklâllerini ilân süreçlerinin mâhiyeti, umum Türk dünyâsı üzerindeki konum ve statüleri… gibi konularda ortaya atılan sanal tartışmaları nisbeten çözümleyecek çağdaş veriler içerdikleri hâlde, önemleri fark edilmediği için uzun bir süre göz ardı edilmişler; son zamanlarda çağdaş birer kanıt olarak farklı çalışmalarda gündeme getirilmişlerse de, döneme âit orijinal bir târih anlatısının hâlâ ortada olmayışı bu problemlerden ancak belirli bir kısmının çözümüne katkı sağlayabilmiştir.

Literatürde hâl-i hazırda ‘Osmân Gâzî döneminde yazılmış müstakil bir târih kaynağının mevcûdiyeti bilinmemekle birlikte, biz daha önce farklı çalışmalarımızda Osmanlılar’da târih yazımının ilk kez ‘Osmân Gâzî’nin son yıllarında, Orhan’ın babasına vekâleten tahta geçiş zamanlarında başladığına ikincil kaynaklardaki atıflar ve aktarılan çağdaş kronik metinlerine dayanarak ışık tutmuş; hattâ bunlardan bâzılarının bizzat isimlerini dahi tespit ederek nasıl bir inşâ yöntemiyle yazıldıklarını, daha sonra hangi Osmanlı müverrihleri tarafından kullanıldıklarını aydınlatan somut bâzı literatürel veriler de ortaya koymuştuk.

Resim 1. Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk hükümdârı Sulṭān ʿOs̱mān Ġāzī. Paolo Giovio, Newbattle Turks, XVI. yy., Reinhartshausen Şatosu, Rüdersheim / Almanya.

İşte tüm bu tespitlerimizi çağdaş yeni kayıtlar ışığında doğrulayıp tamamlayacak belki de en önemli araştırma diyebileceğimiz bu makalemizde; Osmanlılar’ın gerçek dinî ve siyasî kimliklerine, soy ve menşe’lerine, bilinmeyen istiklâl süreçlerine ilişkin rivâyetlerin sanal gerekçelerle belirsizliğe itilmeye çalışıldığı spekülasyonları tümüyle ortadan kaldıracak, erken modern tarihçi ve araştırmacıların farklı hipotez ve çıkarımlarını kesin bilimsel bir sonuca bağlayacak en önemli tarihî materyali ilk kez bilim dünyâsına tanıtmış olacağız. Bu mühim çağdaş materyal, şimdiye kadar mevcut veriler üzerinden yaptığımız tüm bilimsel çözümlemeleri kesin kalıcı bir sonuca bağlamakla kalmayacak; literatürde hiç bilinmeyen, bugüne dek hiç işitilmemiş yeni ve önemli daha pek çok ilginç tarihî bilginin de kapısını aralamış olacaktır.

Sultan ‘Osmân ve Oğlu Orhan’ın Rulo Şeklindeki Orijinal “Şecere”si:

Yukarıda belirttiğimiz üzere; yakın zamâna kadar Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Dönemi ve ön kuruluş evresini, özellikle Osmanlılar’ın nesep, soy ve ataları ile ilgili rivâyetlerin literatürel kökenini görmemizi sağlayacak çağdaş hiçbir târihî bulgu ve orijinal materyal ortaya konulamamış; bu orijinal belge ve kanıtların yokluğu ise Osmanlılar’ın aslî etnik kimliği ve “Atalar târihi”ne ilişkin meşhur rivâyetleri yok sayma, spekülasyonlara boğma, keyfî bir çizgide yorumlama ya da istenildiği yönde şekillendirmeye kalkışma… gibi birtakım istismarlara yol açmıştır.

Biz, Paris Bibliothèque Nationale’e intikâl etmiş eski belge ve köhne materyaller üzerinde yaptığımız kapsamlı bir araştırma sırasında, yaklaşık iki yüz yıldır devâm eden bu spekülasyon ve çarpıtmaları kökünden izâle edecek, yukarıda saydığımız müphem noktaları güvenilir bir biçimde çözümleyecek nitelikte, Osmanlılar’ın ilk kuruluş yıllarından kalma en eski ve en önemli orijinal belge ile karşılaştık. Kuruluş döneminden günümüze ulaşabilmiş en ilginç ve kayda değer materyal niteliğindeki bu çağdaş vesîka, ilkin henüz hayatta iken kurucu hükümdar Sultan ‘Osmân adına düzenlendiği ve bilâhare yeni ilâvelerle oğlu Sultan Orhan’ın ismi, saltanat ve ömür süreleri de eklenerek revize edildiği anlaşılan ilk ve en eski Osmanlı Soy Şeceresi’dir.

Resim 2. Kurucu sultan ʿOs̱mān Ḫān’ın tahtına vâris olan Osmanlılar’ın ikinci hükümdârı Sulṭān Orḫān. Paolo Veronese çevresi, Bayerische Staatsgemäldesammlungen, Alte Pinakotek, nr.: 2236 – Münih / Almanya

1852’de Paris’e getirilip Bibliothèque Nationale’e bağışlanan ve şimdi Manuscrits Arabe: 1621 no.’da kayıtlı bulunan[1] bu köhne Şecere, tam yüz yetmiş yıldır depolarda 36 x 9-9.5 cm. ölçülerinde mukavva bir kutu içinde, rulo hâlinde sarılı olarak saklanmış ve kitap dışı materyaller arasında yer aldığı için varlığı bugüne dek bilim dünyâsına gizli kalmıştır. Erken dönem Osmanlı kronik ve Silsile-nāme’lerinde yer alan etnik ve jenealojik en meşhur bilgilerin ilk aslî kaynağını teşkil eden bu orijinal belge, İbn Battûta’nın Seyāḥat-nāme’si, el-‘Ömerî’nin farklı eserleri ve benzeri diğer çağdaş kaynakların 1330-1360’lı yıllar arasında istinsah edilmiş erken târihli ilk nüshalarının kaligrafik özelliklerine tam bir eşdeğerlikle, klasik XIV.-XV. yüzyıl Kûfî hattıyla Arapça olarak hazırlanmıştır.

Kadîm hükümdarlar ve tarikat şeyhleri adına tertip edilen çok eski Şecere’lere benzer bir tarzda, sık dokunmuş bez bir astar üzerine çekilmiş, 6.5 m. x 32 cm. ölçülerinde çok uzun bir parşömen formunda düzenlenen rulo şeklindeki Şecere; 19.7 x 8.2 cm. boyutlarında, kalın siyah mürekkeple çizilmiş çiçek figürlü bir zahriyye içinde, Hamdele’den sonra insanlığın ilk atası Âdem Peygamber’in kısa biyografisini içeren altı satırlık bir metinle başlar. Bundan sonra ise, adının iri harflerle yazıldığı büyük dâiresel bir çerçeve şeklindeki ilk halkadan itibâren, düz ya da hafif eğik çizgilerle birbirine bağlanan 3.2 – 4.1 cm. ölçüleri arasında irili-ufaklı yine küçük dairesel çerçeveler içine yazılmış diğer ata isimleriyle devâm  ederek; Hazret-i Âdem’in oğlu Şît (a.s.)’dan Hazret-i Muhammed (s.a.v.)’e kadar gelmiş tüm peygamberlerin, halîfelerin, geçmişteki kadîm devletlerden Sâsânîler ve İslâm hânedanlarından Emevîler, Abbâsîler, Büveyhîler, Gazneliler, Büyük Selçuklular, İlhanlılar ve son olarak Osmanlılar’ın[2] ilk iki sultânının soy cetvellerini içine alır. Kadîm meşhur dinî ve siyâsî şahsiyetlere tahsis edilmiş bu dâiresel çerçevelerden kimilerinin yanında, küçük derkenarlar şeklinde kısa jenealojik ve biyografik bâzı bilgi öbekleri de yer alır.

Şecere metni Oğuzlar’ın o âna kadarki soy silsilelerinin en son halkalarını teşkil eden ʿOs̱mānīler (Osmanlılar)’ın Horasan’daki son ataları ve onların en son temsilcileri olan ilk iki Osmanlı Sultânı’nın adlarının hemen yanına büyük harflerle, uzun bir metin biçiminde kaydedilen; ana yurttaki bu atalarla “ طُغْرُولْ خَانْ : Ṭuġrūl Ḫān” (Er-Tuğrul Gâzî) ve kurucu hükümdar “ السلطان عثمان : es-Sulṭān ʿOs̱mān”ın göç, yerleşim ve istiklâl anlatısını içeren o asra âit çok eski bir “Tārīḫçe” metniyle[3] son bulmaktadır.

ʿOs̱mān Ġāzī’nin istiklâlini ilânının beşinci yılından, 705/1305’ten sonra düzenlenen; oğlu Orḫān Ġāzī’nin 720/1320’de vekâleten tahta geçişi ve 763/1362’de ölümünden hemen sonra yeni ilâvelerle güncellenen rulo şeklinde tertip edilmiş ilk ve en eski Osmanlı Şeceresi. 6.5 m. x 32 cm., Bibliothèque Nationale, MS Arabe: 1621.

 

Şecere’nin Hazırlanış Süreci ve Osmanlı Soy Tartışmalarını Sonuçlandırması Bakımından Önemi

Osmanlılar’ın ilk sultânı ‘Osmân Gâzî adına düzenlenen ve bilâhare oğlu Orhan adına revize edilen ilk Şecere’nin orijinalitesi ve hangi zaman aralığında düzenlediği, belgenin ana metni ve kısa Tārīḫçe’sinin içinde yer alan bâzı ipuçlarından kolaylıkla tespit edilebilir. Şecere’nin sonunda yer alan kuruluş devrine ait en eski Osmanlı târih metnini teşkil eden bu kısa Tārīḫçe’de, Anadolu Selçuklu hânedânından: “وهم جد علي جد في المملكة إلى يومنا : Onlar memleketin içinde atadan ataya günümüze kadar ulaşmışlardır.” ifâdesiyle söz edilerek[4], bu satırlar yazıldığı sırada Selçuklular’ın târih sahnesinden henüz daha yeni çekilmiş oldukları açıkça belirtilmiş; aynı metnin kurucu hükümdar Sultân ‘Osmân’ın 700/1301’de gerçekleşen “Büyük Oğuz liderliği”ni tasvir eden en son satırlarında da: “ثم بعد ذلك مات السلطان سلچوق ولد السلطان عالي الدين ، فاحتوى السلطان عثمان على جميع المملكة إنه كانت عبيد السلطان سلچوق وغيرها ولايتى سلطان غيره الى الآن : Bundan sonra Sulṭān ʿĀlā’d-dīn’in[5] neslinden olan Selçūḳ Sulṭānı öldü, Sulṭān ʿOs̱mān tâ içinde bulunduğumuz şu āna dek, hem Selçūḳ Sulṭānı’nın kullarının elindeki memleketlerin tümü, hem de Sulṭān’ın vilāyeti dışında kalan diğerleri üzerinde hükmünü yürütmeye başladı.” denilerek[6], bu satırların Selçuklu Sultânı’nın ölümünden hemen sonra, Sultan Osman hâlâ hayatta ve henüz onlar üzerinde hükmünü yürütmeye devâm ederken kaleme alındığı net bir şekilde ifâde edilmiştir.

Sultan III. Alâeddîn bin Ferâmürz’ün tahttan azli 703 Ramazan ayı sonları / 1302 Mayıs ayı başlarında, ölümü ise bundan birkaç ay kadar sonra gerçekleşmişti[7]. Nitekim Şecere’de bu bilgiyi tâkiben, Sultan ‘Osmân’ın o âna kadar gerçekleşen en son fetihlerine işâret edilerek: “ فبعد ذالك أخذ ملاذ عظام من يد الكفار بالحيز وافيا وقل حصار : Bunun ardından her tarafta büyük kalelerin çoğunu ve ayrıca Ḳol-ḥiṣār’ı küffārın elinden aldı.” denilmiştir ki[8]; bu “ قل حصار : Ḳol-ḥiṣār”ın, İshak Fakih rivâyetine göre ilk umûmî Sakarya akını öncesi ele giren “Göl-begi” Köse Mihal’in kalesi “Göl-ḥiṣār” olduğu düşünüldüğünde, bu son “ ملاذ عظام : büyük kale” fetihleriyle; bizim daha önce 703 yılı Muharrem’i başı / 1302 yılı Ağustos ayı sonlarında başladığını tespit ettiğimiz I. Sakarya akını ile Sakarya’daki tüm büyük kale fetihlerinin tamamlandığı 704/1304’teki II. Sakarya seferi ve bir yıl kadar sonra gerçekleşen İstanbul yönündeki “Aydos” ve “Samandıra” kalelerinin fetihlerinin kastedildiği[9]; Şecere’deki bu son cümlelerin de metne ilk kez bu kalelerin tümü ele geçtikten sonra, 705/1305 yılı civârında kaydedildiği ortaya çıkar.

Şecere’nin ilk şeklinin 705/1305 yılı civârında ‘Osmân Gâzî adına hazırlanıp sunulduğu bu ifâdelerden zımnen anlaşıldığı gibi; sonraki süreçte metne oğlu Orhan’ın adının eklenişinin de 1317-1335 yılları arasında, büyük olasılıkla babasına vekâleten tahta geçtiği 720-723/1320-1323 zaman aralığında gerçekleştiği, İlhanlı şeceresinin sonunda son hükümdarları “ ٲبو سعيد خان  : Ebū Saʿīd Ḫān”ın isminin de kayıtlı oluşuna dayanılarak tespit edilebilir. Şecere’ye Sultan ‘Osmân’ın ardından zincirin ikinci ve son halkası olarak eklenen Sultân Orhân’ın adını tâkiben, onu artık vefât etmiş gösteren “ رحِمه الله : raḥimehu’llāh” ibâresi ve ayrıca Tārīḫçe’nin son satırına da yine: “ رحِمه الله : raḥmetu’llāhi ʿaleyh” duâ ifâdesiyle birlikte Orhan’ın saltanat müddeti ve ömür süresinin eklenmiş olması[10], ancak bir sonraki hükümdar Gâzî Murad’ın isminin hâlâ, hiçbir şekilde ortada olmaması; Şecere’nin üçüncü kez Orhan Gâzî’nin ölümüne çok yakın bir târihte tekrar gözden geçirilerek, bu son kayıtların ise kırk yılı aşkın bir süre sonra, onun henüz yeni gerçekleşen vefâtını müteâkip -araya hayâtı hakkında hiçbir bilgi eklenmeksizin- sıcağı sıcağına ilâve edildiğini bizlere tespit edebilmek imkânını verir. Burada onun  isminin; bastırdığı erken dönem sikkeler, çağdaşı kaynaklardan el-‘Ömerî’nin Mesālikü’l-Ebṣār’ı[11], et-Taʿrīf’i[12] ve İbn Battûta’nın  Seyāḥat-nāme’sindeki[13] ortak yazım tarzına eşdeğer şekilde, و : vav”sız olarak, ötre ile: “ اُرْخَاْن : Orḫān” şeklinde imlâ edilişi; benzeri pek çok arkaik isim, kelime ve ibtidâî ifâdelerle birlikte, Şecere’nin doğrudan Sultan Orhan asrında düzenlenmiş orijinal bir materyal olduğuna delil teşkil eder.

İlk Şecere’de Anadolu’ya göç, yerleşim ve fetih süreci ayrıntılı bir şekilde işlenen Sulṭān ʿOs̱mān’ın babası Ṭuġrul Ḫān (Er-Ṭuġrul) Ġāzī. Dervîş Mehmed, Subḥatu’l-Aḫbār, Österreichische Nationalbibliothek, nr.: A.F.50, vr. 13a

Bilinen tüm Şecere’lere paralel şekilde, Sultan ‘Osmân ve oğlu Orhan’ın Şecere’si de insanlığın ilk atası olan “  : آدم ابو البشرEbū’l-Beşer Ādem”den başlayıp, Tevrat’ta ve İslâm kaynaklarında adları geçen diğer atalarla devâm ederek, ikinci ata “ نوح : Nūḥ” Peygamber’e kadar ilerlemekte; daha sonra oğullarından “ يافت : Yāfet” ve torunu  “ ابوالجاس : Abolcās” (= Türk) üzerinden geçerek, Oġūz-nāme’lerden tanıdığımız Osmanlılar’ın atası meşhur “ قاي خان : Ḳayı Ḫān” aracılığıyla “ قرا خان : Ḳarā Ḫān” ve oğlu “ اوغوز خان : Oġūz Ḫān”a kadar gelmektedir. Ardından soy zinciri Oğuz’un diğer beş oğlundan hiçbirinin adı anılmaksızın, direkt “ كوك آلپ خان : Gök Alp Ḫān”a bağlanarak, devamla: “ ياسوق خان : Yāsūḳ Ḫān”, “توق تيمور خان : Toḳ-Tīmūr Ḫān”, “ سُغانجك خَان : Soġāncük Ḫān”, “ باقي اغا خان : Bāḳı Aġa Ḫān”,  “ باي سنغور خان : Bāy-Sunġūr Ḫān”, “ قينتون خان : Ḳaynatūn Ḫān”, “ تغار خان : Toġār Ḫān”, “ رأى اغا ا[ي] قتلوغ خان : Reʾyī Aġa A[y]-Kutlūğ Hân”, “ بايندر خان : Bāyındır Ḫān” (mükerrer), “ غزال بُوغا خان : Ġızāl Boġa Ḫān”, “ قَياَ آلب خَان : Ḳayā Alb Ḫān”, “ سليمان شاه : Süleymān Şāh” ve “ طُغْرُولْ خَانْ : Ṭuġrūl Ḫān”ı  tâkiben “ السلطان عثمان خان غازى : es-Sulṭān ʿOs̱mān Ḫān-ı Ġāzī”ye kadar erişmektedir. Kurucu hükümdar Sultan ‘Osmân’dan sonra Soy zincirinin sonuna, muhtemelen 763/1362 yılı Mart ayı bitiminde büyük oğlu ve tahtının tek vârisi “السّلْطَان اُرْخَاْن بن عثمان غازي / es-Sulṭān Orḫān bin ʿOs̱mān-ı Ġāzī”nin adı da eklenerek, Tārīḫçe’deki ilk başlıklar şimdiki şekline çevrilmiş ve böylece metin, devletin yeni vefât eden ikinci ve son hükümdârı Orhan Gâzî zamânına kadar getirilmiştir.

Burada Oğuz Hân’ın meşhur altı oğlundan beşinin adının hiç anılmamış olması, hâl-i hazırda “ اوغوز خان : Oġūz Ḫān”dan iki kuşak sonra gelmesi gereken torunu “ قاي خان : Ḳayı Ḫān”ın adının ise, onlardan ayrı olarak daha yukarı bir noktaya konumlandırılması; Şecere’deki bu ata isimlerinin sıralamasında ya da istinsâhı sırasında büyük karışıklıklar yaşandığını, ayrıca bu soy cetveli ortaya çıkmadan önce Osmanlılar’ın “ قاي : Ḳayı” menşei tartışmalarını onun “ گوك خان : Gök Ḫān”ın oğlu olmayışından yola çıkarak çözümlemeye çalışanların da yöntem açısından yanlış bir çizgiye saptıklarını ortaya koyar.

Rulo Şecere’nin devâmında Anadolu Selçukluları ile Osmanlılar’ı karşılaştıran çağdaş açık bir anlatının mevcûdiyetine rağmen, Selçuklu soy zincirinin Büyük Selçuklular’ın son Sultânı Sencer (ö. 552/1157) ve Irak Selçuklu Devleti’nin son meliki II. Tuğrul bin Arslân’da (ö. 590/1194) sona ermesi, bu ilk Osmanlı Şeceresi’nin aslında XII. yüzyılın sonlarında, Irak’taki Selçuklu bakiyyelerinin inhitâtı zamânında düzenlenmiş daha eski başka bir Şecere’den kopyalandığına ışık tutar. Bu tespitimiz ise -aykırı yöndeki spekülasyonların tam aksine-; Osmanlılar’ın hem dînî ve siyâsî, hem de sosyo-kültürel ve medenî mîrâsı üstlenme açısından doğrudan selefleri Selçuklular’ı tâkip ettiklerini, dolayısıyla Osmanlılar’ın bir devlet olarak ortaya çıkışının da kesin olarak Türk-İslâm târihindeki “devamlılık” teâmülü çerçevesinde gerçekleştiğini nitelikli ve çarpıcı bir örnek teşkil edecek şekilde kanıtlar.

Şimdi yeni tespit edilen ve erken Osmanlı kroniklerindeki “Oġūz Ḫān -Gök Alp” rivâyet ve silsilelerinin aslî kaynağını teşkil eden Şecere’de Sultan Orhan’a kadar toplam “altmış üç” ata ismine yer verildiği gibi; Bayâtî’nin bir Oġūz-nāme’den aktardığı Kayı şeceresinde de buraya kadarki toplam ata sayısının “altmış üç” olmasına[14], ancak Şecere’de bunlardan büyük bir kısmının dörder-beşer kişilik öbekler hâlinde sıralarının karışıp soy zincirinin başka noktalarına kaymış olmasına bakılırsa; kaynağı olan II. Tuğrul zamânına ait eski Şecere’nin arada geçen zaman içinde katlandığı yerlerden koparak parçalandığını, daha sonra bu kopan parçaların yanlış bir sıralama ile birleştirilmeye çalışıldığını, bu nedenle “ اوغوز خان : Oġūz Ḫān” ve torunu “ قاي خان : Ḳayı Ḫān”ın isimlerinin de -torunu dededen daha eski bir zamâna götürecek şekilde- yer değiştirip yanlış noktalara konumlandırıldığını tahmin etmek mümkündür.

Dede Ḳorḳūd Kitābı’nın Dresden nüshasında, Ḳorḳūt Ata’nın âhir zamanda hanlığın Ḳayılar’a geçeceğini ve onu kıyâmet kopuncaya kadar hiç kimsenin onların elinden alamayacağını müjdelediği bilgisinin yer aldığı ilk varak. Kitāb-ı Dedem Ḳorḳūd ʿalā Lisān-ı Ṭāʾifeʾ-i Oġuzān, Dresden Staatsbibliothek, nr.: Ea.86, vr. 3a.

Osmanlılar’ın büyük atasının “ قاي خان : Ḳayı Ḫān” olduğunu ve ‘Osmân Gâzî’nin etnik açıdan gerçekten Kayı boyuna mensup bulunduğunu kesin olarak kanıtlayan, fakat bilinen pek çok ata isminin yanlış bir şekilde imlâ edildiği bu çağdaş belge; “ كوك خان : Gök Ḫān” adının Osmanlı soy ağacında yer almasının “ گون : Gün”ün “ ن : nun”unun “ ك : kef” olarak algılanmasından kaynaklandığı tezimizi de[15] sıradan bir tez olmaktan çıkarıp belirgin bir târihî gerçeğe dönüştürür.

Yeni keşfettiğimiz bu köhne Şecere’nin kuşkusuz en önemli kısmı; parşömenin bitim noktasına, Osmanlılar’ın mânevî dedeleri “ سليمان شاه : Süleymān Şāh”la “ اُرْخَاْن : Orḫān” arasındaki atalara ait dâiresel halkaların sağ tarafına denk gelecek şekilde kaydedilen; Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu’nu anlatmak üzere bizzat kurucu hükümdâr Sultan ‘Osmân’ın saltanatı zamânında kaleme alınmış olan yirmi iki satırlık özgün Tārīḫçe metnidir. Sultan II. Murad devrinden önce Osmanlılar’da târih yazımının mevcut olmadığı, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile ilgili ilk bilgilerin ise yüz elli yıl sonra kurgulandığı yönündeki çarpık algı ve anlayışları kökünden çürütecek nitlelikteki bu çağdaş metin, Osmanlılar’da târih yazımının devletin ilk kurucusunun zamânından beri mevcut olduğunu açıkça kanıtlayan, literatürde varlığı tespit edilebilmiş ilk ve en eski Osmanlı târih anlatısını teşkil etmektedir.

‘Ârifî Çelebi’nin ʿOs̱mān-nāme’sindeki tasvire göre Osmanlı Devleti’nin kurucusu ʿOs̱mān Ḫān’ın saray meclisi. ʿOs̱mān-nāme (1558), Bruschettini Coll. (Özel nüsha), Cenova, vr. 56b.

Şecere’nin Sonundaki Göç, Yerleşim ve İstiklâl’i Anlatan En Eski Osmanlı Târihi Metni:

Yukarıda belirttiğimiz üzere; ilk kez Osman Gâzî hayatta iken düzenlendiği, 720/1320 civârında Şehzâde Orhan’ın adının da eklendiği ve son olarak 763/1362’de Orhan’ın ölüm anlarında tekrar güncellendiği anlaşılan rulo Şecere’nin en önemli kısmı, içindeki soy zincirinin “ سليمان شاه : Süleymān Şāh”, “ طُغْرُولْ خَانْ : Ṭuġrūl Ḫān”, “ السلطان عثمان خان : es-Sulṭān ʿOs̱mān Ḫān” ve “ السّلْطَان اُرْخَاْن : es-Sulṭān Orḫān”ın isimlerini içeren son dört halkasının sağ tarafına yirmi iki satırlık ayrı bir öbek şeklinde yazılmış olan; Osmanlılar’ın atalarının Anadolu’ya göç ve yerleşimleri, devletlerinin kuruluş şekli, kuruluş coğrafyasındaki ilk fetihleri ve Sultan ‘Osmân’ın saltanat makamına geçiş hikâyesinin özgün bir üslûpla sıcağı sıcağına anlatıldığı çağdaş târih metnidir[16].

Saltanatının yirminci yılı olan 719/1319 yılı sonlarında tahttan çekilerek yerine oğlu Şehzâde Orhan’ı “ḳāʾim-maḳām” olarak bırakan ‘Osmân Gâzî’nin, bizzat onunla birlikte: وهذا قصة العثمانيين وسبب سلطنتهم وفصلهم من اثنين : ʿOs̱mānīler (ʿOs̱mānlılar)’ın Ḳıṣṣası, Salṭanatlarının Sebebi ve Her İkisinin Faṣılları Budur” ana başlığı altında tanıtıldığı[17] bu kadîm Tārīḫçe’de, kurucu hükümdar Sultan ‘Osmân’ın hikâyesi: خرجوا أولهم السلطان عثمان : Onların İlki Olan Sulṭān ʿOs̱mān’ın Ḫurūcları” alt başlığı ile işlenmiş[18]; onların “ikincileri” olan Sultan Orhan’ın biyografisi hakkında ise, toplam “salṭanat” ve “ʿömür” sürelerine dâir eklenmiş kısa bir cümle dışında hiçbir ayrıntı verilmemiştir[19]. Mevcut şekliyle yalnız kurucu hükümdar “ السلطان عثمان : Sulṭān ʿOs̱mān” ve babası “ طُغْرُولْ : Ṭuġrūl ( ارطغرول : Er-Ṭuġrūl)”un göç, yerleşim ve istiklâl anlatısını içeren bu özgün Târih فصل : Faṣl”ının içinde, Osmanlılar’ın soy, atalar, göç, fetih ve kuruluş târihi… meselelerine dâir, bizim daha önce ortaya koyduğumuz tez ve tespitlerimizin istisnâsız tümünü doğrulayacak ve şimdiye kadar işitilmemiş daha pek çok tarihî gerçeği gün yüzüne çıkaracak nitelikte ilginç ve sıradışı bilgilere yer verilmiştir.

Henüz ‘Osmân Gâzî’nin saltanatı zamânında; onun özgün Soy cetveli ve aslî etnik menşei, ataları, göç süreci, dinî ve siyâsî hedefleri, fetihleri ve kavmî liderliğinin mâhiyetine ışık tutacak nitelikteki bilgilerin kayda geçirildiği bu çağdaş Şecere’nin, bu noktada çözüme kavuşturduğu Osmanlı Kuruluş târihinin tartışmalı meseleleri on iki ayrı başlık hâlinde şöyle özetlenebilir:

Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi’nde kayıtlı bir Silsile-nāme nüshasının ilk varaklarında yer alan “Sulṭān ʿOs̱māncuḳ” ve “Sulṭān Orḫān” tasvirleri. Silsile-nāme, TSMK, nr.: 2169, vr. 5b-6a.

1.“Süleymān Şāh”ın Gerçek Kimliği ve ‘Osmân Gâzî’nin Soy Zincirine Eklenişinin Sebebi:

Osmanlı kroniklerinde Er-Tuğrul Gâzî’nin babası ve ‘Osmân Gâzî’nin dedesi olan şahsın Mâhân’dan göçe öncülük eden konar-göçer Oğuzlar’ın lideri سليمان شاه : Süleymān Şāh” olduğunu hikâye eden rivâyetlerin yanı sıra, onun gerçekte Şah-Melik “Ḳaya Alp” ya da “Ḳayıḳ Alp” oğlu “Gündüz Alp” olduğunu gösteren başkaca rivâyetler de yer alır[20]. Bir dönem Paul Wittek, Mehmed Fuad Köprülü, Osman Turan, Ali Sevim ve Halil İnalcık… gibi târihçiler tarafından, bunlardan ilkinin aslında Selçuklular’ın büyük atası Kutalmış-oğlu Süleyman Şâh olduğu savunulmuş; kısa bir süre önce tarafımızdan kaleme alınan uzun bir makâlede ise, söz konusu rivâyetin ilk kez Orhan Gâzî’nin son zamanlarında, 760/1359’da kaleme alınan ilk Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān nüshasında yer aldığı; daha sonraki asırlarda bilgi dâiresini genişletmek isteyen pek çok müverrihin de “Mīr Süleymān Alp” ve farklı iki “Süleymān Şāh”ın biyografilerinden yaptıkları yeni eklentilerle rivâyeti bilinen klasik çizgisine taşıdıkları delilleriyle ortaya konulmuştur[21].

İşte ‘Osmân Gâzî ve Orhan Gâzî’nin bizzat o asırdan kalan Şecere’sinde de سليمان شاه : Süleymān Şāh” ‘Osmân’ın babası “ طُغْرُولْ : Ṭuġrūl” veyâ “ ارْطغرولْ : Er-Ṭuġrūl” un atası olarak gösterilmekle birlikte; Tārīḫçe metninin başında bu سليمان شاه : Süleymān Şāh”ın aslında bir lakap olduğu: “ شاه سُليمَانيّة : ‘Süleymān’lığın Şāh’ı” ifâdesiyle açıkça dile getirilmiştir[22]. Bir başka yerde ise Süleyman Şâh’ın Osmanlı soyuna nisbet edilişinin, aslında onun Anadolu’yu fetih idealini benimseyişin bir simgesi olduğunu vurgulamak üzere: وأما قضية ارطغرول ولد السلطان سليمان شاه : “Er-Ṭuġrūl’un Sulṭān Süleymān Şāh’ın oğlu yerinde ve hükmünde oluşuna gelince…” denildikten sonra[23]; Süleyman Şâh’ın babası bir Oğuz asilzâdesi olduğu gibi, Er-Tuğrul’un asıl babası Gündüz Alp’in de -adı verilmeksizin- Horasan’ın en asil soyuna mensup bir kimse olduğuna açıkça işâret edilmiş ve onun Anadolu’ya göç süreci açıkça Süleyman Şâh’ın göç ve yerleşim sürecine benzetilerek: انه خرج من عند أبيه عصبا فاخر خراسان وتوجه بعسكره الى ناحية الروم : “O (Er-Ṭuġrūl) da soy ve nesebi itibâriyle Ḫorāsān’ın medâr-ı iftiḫārı olan babasının katından çıkıp ḫurûc ederek ʿaskeriyle birlikte Rūm (Anadolu) nāḥiyyesine yöneldi.” bilgisi verilmiştir[24].

Biz Süleyman Şâh’la ilgili makâlemizde Osmanlılar’ın gerçek atasının Süleyman Şâh’a nisbet edilişinin, tıpkı onun gibi kalabalık Oğuz kitleleriyle ikinci kez Anadolu’ya gelmiş elit bir lider oluşundan kaynaklanmış olabileceği yönünde görüş belirtmiştik[25]. İşte Şecere’deki bu özgün kayıt, bizim bu tezimizi tam anlamıyla te’yid ederek târihî açıdan kesinleştirmektedir.

Bunlara ek olarak, Şecere’deki bu Tārīḫçe’nin daha ilk satırlarında dikkati çeken ve Süleyman Şâh’ın ‘Osmân Gâzî’ye ata olarak nisbet edilişinin mecâzî anlamda olduğunu gösteren: والسلطان سليمان اغلبه : ﴿ هم خير الفارسين ﴾ ؛ وهم جد علي جد في المملكة إلى يومنا : “ ‘İran’ı mekân tutanların en ḫayırlıları onlardır’ın en üstünü Sulṭān Süleymān’dır; onlar memleketin içinde atadan ataya günümüze kadar ulaşmışlardır.” ifâdesi de[26], Er-Tuğrul ve ‘Osmân’ın “Anadolu’yu fethedenlerin en üstünü” kabul edip, atalarıyla birlikte bu Peygamber mûcizesinden en büyük payı aldığını düşündükleri “ السلطان سليمان شاه : Sulṭān Süleymān Şāh”ın[27] aslında “Selçuklular’ın atası” olduğunu dile getirmekten çekinmediklerini; kendilerini onun “nesli ve evlādı” hükmünde göstermelerinin ise, Hadîs’teki “İran’dan Anadolu’ya göç” fiilinin ikinci büyük aşamasını bizzat kendilerinin gerçekleştirdikleri ve “Oġūz” ortak menşe’leriyle bu ünlü Selçuklu hükümdârının dinî ve siyâsî tüm ideâllerini onun akrabaları olarak bizzat kendilerinin üstlendiklerini vurgulamaktan başka bir anlam ifâde etmediğini gözler önüne sermektedir.

Nitekim Osmanlı kroniklerindeki “ كوك آلپ : Gök Alp” ve سليمان شاه : Süleymān Şāh” adlarının ‘Osmân Gâzî’nin bu özgün Şecere’sinde de aynen yer alması; ‘Âşık Paşa-zâde’nin İshak Fakih’ten aktardığı gelenekte ‘Osmân Gâzî’nin Selçuklu Sultânı hakkında söylediği belirtilen: “Eger ol: ‘Ben Āl-i Ṣelçūḳ’un!’ dirse: ‘Ben ḫōd Gök Alp oġlıyın!’ dirin, v’eger: ‘Bu vilāyete ben anlardan öñdin geldüm!’ dirse Süleymān Şāh dedem ḫōd anlardan evvel geldi…” sözünün de[28] bir kurgu olmayıp, onun tarafından gerçekten söylenmiş olabileceği ihtimâlini akla getirir. Müellif bu bilgiyi kaynağından doğru bir şekilde aktarmakla birlikte; ondaki gerçek vurgu sonradan –Şecere’deki anlayışın tam aksine- ‘Osmân’ı Süleyman Şâh’ın gerçek torunu olan Selçuklu Sultânı’na rest çektiren bir havaya dönüşmüş gözükmektedir.

Bu çağdaş Şecere ile aynı târihlerde yazıldığını tespit ettiğimiz Tārīḫ-i Mīr ʿOs̱mān adlı monografide de ‘Osmân Gâzî’nin atalarının Anadolu’ya göç hikâyesinin “Āl-i Selçūḳ’dan Sulṭān Süleymān Şāh Ġāzī”nin “taḫt-ı salṭanat”a geçişi ile başlatılması[29] bir tesâdüf olmayıp; hem bu algı ve anlayışın ‘Osmân’ın son yılları ve Orhan’ın şehzâdelik zamânında ne kadar yaygın olduğuna, hem de Şecere ile bu kroniğin aynı asırda kaleme alındığına açık bir delil teşkil etmektedir.

2.Osman Gâzî, Babası Er-Tuğrul ve Atalarının Müslüman Birer Türk Lideri Olduklarının Tartışmasız Delilleri:

‘Osmân Gâzî ve oğlu Sultan Orhan’ın orijinal Şecere’si bizzat Kurucu Hükümdâr’ın asrından kalma özgün bir belge olarak, son zamanlarda Osmanlılar’ın “Türk” olmadıkları (!) ya da “Müslüman” olmayıp “Şamanist” oldukları (!) yönünde bilinçli ve maksatlı olarak ortaya atılan çapsız ve mantıktan yoksun iddiaları da kökünden kazıyıp temizleyecek düzeyde kesin veriler içerir. İnsanlığın ikinci atası Nûh Peygamber’e ayrılan: “ سيدنا نوح – عليه السلام – : Seyyidünā Nūḥ –ʿaleyhi’s-selām- = Nūḥ –ʿaleyhi’s-selām- Efendimiz” soy halkasının altına, sağdan sola doğru peş peşe, onun dört oğlu: “كنعان  : Kenʿān”, “ حام : Ḥām”, “ سام : Sām” ve “ يافت : Yāfet”in isimleri ayrı ayrı halkalar içinde gösterildikten sonra, “Yāfet”in adının sol tarafına eklenen derkenarda, onun “ الترك : Türk”ün ve dolayısıyla “ʿOs̱mānīler” (Osmanlılar)’ın da atası olduğu açıkça belirtilerek: يافت ؛ خرج منه الترك وصقلاب ويأجوج ومأجوج وجد العثمانيين . كلهم من نسل يافت = “Yāfet: Türk, Ṣıḳolāb, Yeʾcüc ve Meʾcüc ondan ḫurūc etmiştir ve ʿOs̱mānīler’in de ceddidir. Onların hepsi de Yāfet’in neslindendir.” bilgisi verildiği gibi; bir sonraki halkada oğlu “ ترك : Türk”ün Şecerelerdeki ve Oġūz-nāme’lerdeki diğer ismi olan “ ابوالجاس : Abolcās (Bolcās)” halkasının devâmına da, onun Osmanlılar’ın dip-atası olduğunu sarâhatle bir kez daha te’yid edecek şekilde: “ هو جده العثمانيين : O, ʿOs̱mānīler’in ceddidir.” cümlesi eklenmiştir.

Şecere’deki bu kesin ifâdeler, Osmanlı hânedânının -aklı başında hiç kimsenin zâten kuşku duyamayacağı şekilde- Yâfet’in oğlu Türk’ün neslinden geldiğini daha ilk “Sulṭān”larının Soy zincirinin içinde itirâza imkân bırakmayacak bir biçimde ortaya koyar.

Ayrıca onun oğlu Orhan’la birlikte kendi adını geçmiş peygamberlerin, dört halîfenin, diğer “İslâm” halîfe ve hânedanlarının soy cetvellerini içeren Arapça bir Şecere düzenleterek, onun en sonuna -üstelik Selçuklular’ın devâmı ve Peygamber müjdesinin mazharı bir hânedan şeklinde- konumlandırması, her ikisinin birden İslâmî “ سلطان = Sulṭān” unvânını kullanmaları ve İslâmî duâ ifâdeleriyle anılmaları da, –“Şamanizm” vurgulu akıllara zarar iddiâların tam aksine-, onun ve atalarının her dönemde “Müslüman” birer “Türk” lideri olarak hüküm sürdüklerini başka bir delile ihtiyaç bırakmayacak bir çizgide kanıtlar.

Şecere’deki “Selçuklu saltanatına vâris olma” anlayışına paralel bir çizgide, ʿOs̱mān Ġāzī’yi Selçuklular’dan saltanat hükmünün düştüğü 641/1243 Kösedağ Savaşı’ndan beri Saltanat sâhibi gösteren 835/1432 târihli Taḳvīm kaydı. Dublin Chester Beatty Library, nr.: T.402, vr. 3b, st. 13-14.

3.Osmanlılar’ın “Müjdelenmiş Bir Hânedân Olduğu” Anlayışının Er-Tuğrul, ‘Osmân ve Orhan Zamanlarından Beri Mevcut Olduğuna Işık Tutan İlginç Satırlar:

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan çok önce Hazret-i ‘Alî, Dede Korkud, Şeyhü’l-Ekber Muhyiddîn İbnü’l-‘Arabî ve bilâhare ‘Abdu’r-Rahmân-ı Bistâmî tarafından Cifr ilmine dayanılarak ortaya konulan “Osmanlılar’ın müjdelenmiş bir hânedan olduğu” inancının Er-Tuğrul Gâzî, ilk hükümdar Sultan ‘Osmân ve vârisi Orhan Gâzî zamanlarından beri çok iyi bilindiğini; bu inancın temelini ise Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, İslâm’ın gelecekteki fetihlerle ilerleyişini müjdeleyen bir Hadîs’inin teşkil ettiğini ortaya koyacak şekilde, kurucu hükümdar Sultan ‘Osmân’ın Şecere’sindeki özgün Tārīḫçe metni şu ilginç ve dikkate değer cümlelerle başlar:

قول : ﴿ هم خير الفارسين من الروم وهم سيحكم علي جزيرة عرب وعجم ، وكانت لهم ذلك الأقاليم كلها واستقدم بهم الدين ﴾ وابلاد وانقياد وقع علي ذلك الى قوم قي خان كان من جد السلطان عثمان بن طغرول …

‘İran’ı mekân tutanların en ḫayırlıları Rūm’lu (Anadolu’lu) olanlardır. Onlar ʿArap yarımadası ve ʿAcem’e de ḥükmedecekler; bu iḳlīmlerin hepsi onların olacak, dīn onlarla ilerleyip ötelere dek ulaşacaktır.’ buyurulmuştur.

İşte bunu gerçekleştirmeye yönelik en güçlü parıldama ve kayıtlanış nihâyet, Sulṭān ʿOs̱mān bin Ṭuġrūl’un ceddinden olan ‘Ḳayı Ḫān’ ḳavmine ulaştı. Onlar Ḫorāsān’a, ʿIrāḳ’a ve ʿĀzerbāycān’a yerleşip yüz yetmiş yıl boyunca bu mekānda kaldılar.”[30]

Orḫān Ġāzī’nin ilk sancağı çıkış ve ordu komutanlığına atanış yılı olan 701/1302’yi, Şecere’deki bilgiye eşdeğer şekilde onun “Cülūs yılı” olarak sunan Fâtih’e sunulmuş 856/1452 ve 858/1454 târihli Taḳvīm metinleri. TSMK, Bağdad Köşkü, nr.: 309, vr. 1b; Nûruosmâniye Ktp., nr.: 3080, vr. 4b.

Burada İran (Mâhân/Horasan)’dan Anadolu’ya göç edip, ileride Arap ve Acem diyarlarını fethederek dîni daha da ötelere götürecek bir kavmin zuhûruna işâret eden Peygamber müjdesinin, Tuğrul Hân ve oğlu ‘Osmân’dan çok daha önceki devirlere götürülüp, doğrudan “ قوم قي خان : Ḳayı Ḫān ḳavmi”ne odaklandırılmış olması kayda değerdir. Oğuzlar’ın diyâr-ı Rûm; yâni Anadolu’yu fethi ilk kez, aralarında Osmanlılar’ın büyük ataları Tuğrul Beg-Tigîn’le Gök-Taş Alp’in de yer aldığı Kayılar’ın öncülüğünde başlatılmış; onlarla birlikte hareket eden Selçuklular’ın atası “Süleymân Şâh” da, zamanla yaptığı şiddetli akınlarla İznik’i fethedip Konstantinopolis önlerine kadar ilerleyerek, Anadolu’nun fethine öncülük eden bu seçkin kavim içinde büyük bir şöhret kazanmıştı. Kayı boyuna mensup Horasan hân ve sâlârlarının soyundan gelme siyasî ve askerî birer lider olan Tuğrul Hân ve oğlu ‘Osmân Gâzî’nin, kavim ve hânedanlarının geleceğine işâret eden bu Nebevî müjdenin esrârını kendiliklerinden bilip idrâk edemeyeceği, bunun ancak keşfî İlâhî ilim sâhipleri tarafından çözümlenip onlara bildirilmiş olması gerektiği aşikârdır.

Osmanlılar’ın daha sonraki asırlarda gerçekten kavuştuklarını bildiğimiz bu keşfî müjdelerden daha Er-Tuğrul zamânından, hattâ atalarının ana yurtta yaşadıkları asırlardan beri haberdâr olmaları; Horasan Oğuzları’nın en yüksek soy ve boyundan zuhûr etmiş olan Er-Tuğrul Hân ve ‘Osmân Gâzî’nin, Türkmen beyleri içinde قي / Ḳayı’nın nesepçe en üstün, en asil ve elit seviyedeki temsilcileri olarak, Hazret-i ‘Alî -radiya’llâhu ‘anh-in Cifr ilmine dayanarak verdiği meşhur esrâr-ı İlâhî’den, Dede Korkud’un: “Āḫir zamānda Ḫān’lık girü Ḳayı’ya dege; kimesne ellerinden almaya, āḫir zamān olup ḳıyāmet ḳopınça…” şeklindeki sözlerinden[31] ve Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn İbnü’l-‘Arabî’nin kuruluştan yetmiş yıl önce Şeceretü’n-Nuʿmāniyye’sinde verdiği gaybî işâretlerden[32] kesin bir sûrette haberdar olduğunu; gerek bu söz, gerekse eserdeki bu bilgilerin o devirlerde gerçekten mevcut olup, onların zihinlerinde canlılığını koruduğunu açıkça ortaya koyar.

Ayrıca bu ilginç satırlar; sonraki Osmanlı Silsile-nāme ve Şecere’lerinde de ilk kısmı asırlarca tekrarlanmaya devâm eden bu gibi Nebevî müjde ve benzeri keşfî haberlerin tâ چنگيز خان : Çingīz Ḫān” istilâsı zamânından beri; hem Tuğrul Hân ve oğlu ‘Osmân Gâzî’ye, hem de gelecekteki nesillerine devletlerinin istikbâli ve ileride yapacakları büyük fetihler konusunda bir ilham kaynağı olduğuna da esrârengiz bir şekilde ışık tutar.

4.Kurucu Hükümdârın Gerçek Adının “ʿOs̱mān” Olduğunu Gösteren Çağdaş Kanıtlar:

Osmanlı Devleti’nin kurucusunun gerçek adının İslâmî “ عثمان : ʿOs̱mān” mı, kavmî “ طمان : Ṭomān” ya da “ اوتمان : Otmān” mı olduğu meselesi, XVIII. yy.’da ilkin De Guignes tarafından bilimsel amaçlı olarak tartışmaya açılmışsa da[33], zamanla ideolojik saplantılara malzeme yapılarak zorlama birtakım yorumlarla Osmanlılar’ın “Şaman” ya da “Râfızî” olduklarını kanıtlamak amacıyla kullanılmaya başlanmıştır. Ne var ki bu konuda, daha önce merhum Sâdık Adnan Erzi’nin ve nihâî olarak yakın zamanda bizim ortaya koyduğumuz çağdaş kanıtlar, ‘Osmân Gâzî’nin başta istiklâl dönemi sikkeleri ve hem kendisi, hem oğlu Orhan devrinin resmî belgelerinde doğrudan “ عثمان : ʿOs̱mān” ismini kullandığını, yalnız çağdaş İslâm târihçisi el-‘Ömerî’nin Mesālikü’l-Ebṣār’ı ile birkaç kavmî/destânî eserde, Hunlar’ın meşhur hâkânı “Teoman”a atfen “ طمان : Ṭomān” ya da “ اوتمان : Otmān” gibi lâkaplarla da anıldığını ortaya çıkarmıştır[34].

Daha önce neşredilen bu çağdaş kanıtlara paralel şekilde; ‘Osmân Gâzî 699/1300 ve 700/1300-1301’de bastırdığı sikkelerinden sonra, ikinci en eski çağdaş materyal olarak bu rulo Şecere’sinin de tam on farklı yerinde bizzat “ عثمان : ʿOs̱mān” ismiyle anılmış[35]; kurduğu devlet de bu isme paralel olarak “ عثمانيين : ʿOs̱mānīler (ʿOs̱mānlılar)” diye adlandırılmıştır[36]. Bu adın, aynı asrın sonlarına doğru Ahmedî tarafından Dāsitān ve Tevārīḫ-i Mülūk-i Āl-i ʿOs̱mān’da da aynen tekrarlanması[37]; Devlet-i ‘aliyye’nin daha sonraki asırlarında olduğu gibi henüz ilk kuruluş yıllarında, bizzat kurucusu hayatta iken de bu isimle anıldığını kanıtlamaktadır.

5.‘Osmân Gâzî’nin “Oġūz Ḫān” Soyundan, “Ḳayı” Boyundan Geldiğini ve Anadolu’ya İlk Göçün Cengiz İstilâsı Zamânında Gerçekleştiğini Kesinleştiren Atıflar:

Osmanlılar’ın eski kronik metinlerinde ortaklaşa tekrarlanan “ اوغوز : Oġūz” ve “قاي  : Ḳayı” soyundan geldikleri bilgisi, 1937-1938’lerde düzenlediği bir dizi konferansla Osmanlı kuruluş meselelerinden bâzılarını tartışmaya açan ünlü Alman müellif Paul Wittek tarafından reddedilip “İkinci Murad devrinde ortaya atılmış siyâsî bir iddiâ” pozisyonuna indirgenmek istenmiş; o zamanlar merhum Fuad Köprülü tarafından reddedilen bu yaklaşım, daha sonra farklı argümanlar öne sürülerek yakın zamâna kadar tartışılmaya devâm etmiştir[38]. Vefâtından önce merhum Halil İnalcık, ‘Âşık Paşa-zâde’nin ‘Osmân Gâzî’ye Selçuklu sultânına hitâben söylettiği yukarıdaki sözlerini delil göstererek, Kayı’nın aslında “Gün Hân’ın oğlu” olması nedeniyle Osmanlılar’ın atası olamayacağını, Süleyman Şâh rivâyetinin de Osmanlılar’ın kendilerini Selçuklular’a vâris gösterme gayretinin bir sonucu olduğunu öne sürmüştür[39]. Buna karşılık günümüz târihçilerinden Feridun Emecen, farklı eserlerinde Osmanlılar’ın Kayı boyundan olduklarında şüphe etmeyi gerektirecek herhangi bir karîne bulunmadığı fikrini müdâfaa etmiş; son olarak biz de konu ile ilgili nihâî makalemizde Osmanlı ataları ve ‘Osmân Gâzî’den Sultan II. Murad devrine kadar uzanan çağdaş kaynaklar, belgeler ve yeni nümizmatik tespitlerden hareketle, Osmanlılar’ın gerçekten “Kayı” boyuna mensup olduklarını gözle görülür bir biçimde ispat etmiştik[40].

Yukarıda gösterdiğimiz üzere; Şecere’deki Soy zinciri ilk aşamada Âdem Peygamber’den Nûh Peygamber’e kadar ilerlemekte ve daha sonra Nûh’un oğullarından “ يافت : Yāfet”le torunu “ ابوالجاس : Abolcās (Bolcās)” (= Türk)’ün üzerinden geçerek, Oġūz-nāme’lerden tanıdığımız meşhur “  قرا خان : Ḳarā Ḫān”la oğlu “ اوغوز خان : Oġūz Ḫān”a kadar gelmekte; sehven “ گوك : Gök” şeklinde yazılan “ گون خان : Gün Ḫān”ı tâkip etmesi gereken “ قاي خان : Ḳayı Ḫān”ın adı ise sıralamadaki karışıklık nedeniyle daha yukarıda açık bir şekilde zikredilmektedir.

Şecere metnindeki “Oġūz Ḫān” ve “Ḳayı Ḫān” soy halkaları, Osmanlılar’ın Oğuz soyundan ve Kayı boyundan olduklarını bir kez daha kuvvetle te’yid ettiği gibi; Sultan ‘Osmân’ın Tuğrul Beg-Tigîn öncülüğünde X. yüzyıldan beri Horasan, Irak ve Azerbaycan diyârını yurt tutmuş olan “ قوم قي خان : Ḳayı Ḫān ḳavmi”nden geldiği de, Osmanlılar’ın وسبب سلطنتهم “Sebeb-i salṭanatları” ve onların ilki olan Sultan ‘Osmân’ın “ḫurūcu”nu anlatan metinde şu ifâdelerle açıkça dile getirilmiştir:

وابلاد وانقياد وقع علي ذلك الى قوم قي خان كان من جد السلطان عثمان بن طغرول ؛ إقامتهم بخراسان وبالعراق ولعزربيجان وبقوا في ذلك المكان ماية وسبعين سنة . وكان قبلهم في ذلك الاماكن چنگيز خان . كان سلطان بذلك الاقليم فاخرجوه من مكانه ذلك وملكوا ما كان فيه من السلطنة .

“İşte bunu gerçekleştirmeye yönelik en güçlü parıldama ve kayıtlanış nihâyet, Sulṭān ʿOs̱mān bin Ṭuġrūl’un ceddinden olan ‘Ḳayı Ḫān’ ḳavmine ulaştı. Onlar Ḫorāsān’a, ʿIrāḳ’a ve ʿĀzerbāycān’a yerleşip yüz yetmiş yıl boyunca bu mekānda kaldılar. Ne var ki bu yerlerde bulundukları sırada Çingīz Ḫān ansızın onların üzerine yöneldi. Bu iḳlīmin Sulṭān’ını kendisine âit olan bu yerlerden çıkarıp, salṭanattan yana içinde nesi varsa ele geçirdiler.”[41]

Osmanlılar’ın Anadolu’ya Büyük Selçuklular zamânında mı, yoksa Moğol istilâsı sırasında mı geldikleri meselesi bir dönem Mehmed Fuad Köprülü ile Zeki Velidî Togan arasında harâretli tartışmalara neden olmuş; bu iki görüşten ilkinin doğru olduğu altı yıl önce yayımlanan konu ile ilgili makalemizde çağdaş târihî kanıtlar ışığında ortaya konulmuştu[42]. İşte bizzat ‘Osmân Gâzî asrında düzenlenen bu Şecere, onların چنگيز خان : Çingīz Ḫān” istilâsı sırasında Anadolu’ya göç ettiklerini anlatan tüm Osmanlı rivâyetlerini ve bizim onları târihî bir zemine yerleştiren tezimizi resmen doğrulamakta; onların 446/1054’te Van Gölü havzası (Vaspuragan) çevresini fetheden Kayılar’ın içinde yer almakla birlikte, içlerinden bir kısmı Ahlat’a yerleştikten sonra Osmanlı atalarının tekrar aslî vatanlarına dönerek, istilânın başlayacağı 617/1220 yılına kadar tam “yüz yetmiş yıl” boyunca orada kaldıklarına işâret eden tespitlerimizi de, -Bayâtî ve Neşrî’nin rivâyetlerini haklı çıkararacak bir çizgide- çağdaş yegâne Osmanlı târih metni olarak onaylamaktadır.

Orḫān Ġāzī’nin 763/1362 yılı başlarında ölümü. Tācü’t-Tevārīḫ, Paris Musée Jacquemart-André, Ms 13141 (D. 262), fol. 42v.

6.Osmanlılar’ın Selçuklular’la Akrabâ ve Onların Saltanatına Vâris Oldukları İdealini Yansıtan Özgün Tasvirler:

Biraz önce görüldüğü üzere; Tārīḫçe’de Süleyman Şâh’ın Osmanlı soyuna nisbet ediliş sebebinin açıklandığı kısımda: قضية ارطغرول ولد السلطان سليمان شاه : “Er-Ṭuġrūl’un Sulṭān Süleymān Şāh’ın oğlu yerinde ve hükmünde” olduğu belirtilerek[43], Hz. Peygamber (s.a.v.)’in İran’dan Rûm’a (Anadolu’ya) göç edip İran ve Arap diyârını fethedeceklerini haber verdiği seçkinlerin, Süleymân Şâh’la birlikte Doğu Anadolu’yu fetheden Horasan’daki ilk atalar ve onun Anadolu’da devlet kuran oğullarından sonra, kendi atalarıyla birlikte Süleymân Şâh’ın dinî-siyâsî ideallerine de vâris olan Er-Tuğrûl, oğlu ‘Osmân ve ahfâdı olduğuna açıkça işâret edilmiş; bu Sultanların uzun zamandır üstlendikleri fetih ve “İʿlā-yı Kelimetu’llāh” vazîfesinin, târih sahnesinden çekilişlerini müteâkip Kayı Hân soyundan ‘Osmân ve nesline intikal ettiği kesin bir ifâdeyle dile getirilmiştir.

Bu ilginç yaklaşımı daha da geniş bir çizgiye taşıyacak şekilde, ‘Osmân Gâzî’nin sırf bu nedenle sevgi ve yakınlık yönünden tüm Selçuklu Sultanları’nın oğlu mesâbesinde olduğu, Tārīḫçe’deki: ومات ارطغرول بتلك البلاد التي اعلا يقال عالي الدين فقام مقامه ابنه عثمان هذا يقضى اولاد السلطانيين في المحبة والوداد كما كان آباءهم ؛ ثم اتبق الولدان في قراينها : “Er-Ṭuġrūl vefât etti, ʿĀlā’d-dīn tıpkı atalarının yaptığı gibi, yukarıda söylenen bu beldelere onun yerine; muḥabbet, dostluk ve yakınlık husûsunda bu Sulṭān’ların evlādı hükmü ve yerindeki oğlu ʿOs̱mān’ı dikti, daha sonra yakınlıkta da oğullarının yerini aldı.” cümlesiyle ifâde edilmiş[44]; böylece Osmanlılar’ın Selçuklular’la yakın akrabâ oldukları ve son Selçuklu sultânı ‘Alâ’eddîn bin Ferâmürz’ün ölümünden sonra onların Anadolu’daki saltanatına ‘Osmân ve oğullarının vâris oldukları anlayışı devlet ve hânedan adına idealize edilmiştir.

Nitekim Tārīḫçe’de Sultân ‘Osmân’ın savaş ganîmetlerini Selçuklu Sultânı’na gönderişinin anlatıldığı yerde de, Osman’ın son Selçuklu Sultânı ‘Alâeddîn’e bakış açısı ilk kez çağdaş bir belgede: “وبعث بها إلى اخيه سلطان سلچوق : Onu (ganîmetleri) kardeşi Selçūḳ Sulṭānı’na gönderdi.” ifâdesiyle gündeme getirilmiş[45] ve Osmanlılar’la Selçuklu Sultanları’nın “kardeş hânedan” oldukları, bu nedenle devlet ve memleketlerinin de haklı vârisleri oldukları anlayışı benzer bir çizgide belleklere işlenmiştir.

Metnin son satırlarının kenar boşluğuna sonradan ‘Osmân’ın saltanat ve ömür süresine dâir düşürülen derkenarda ise, onun: جلس في السلطنة ، سنه ٦٤١ : “Salṭanata cülūs yılı 641” gösterilerek[46]; hâkimiyetinin ve siyasî anlamda tahta cülûsunun nisbî başlangıç târihi Selçuklular’ın Moğol işgaline uğradığı 641/1243 Kösedağ Savaşı’na çekilmiş; böylece Anadolu’daki İlhanlı hâkimiyeti büsbütün reddedilerek, saltanat hükmünün Selçuklu’dan düştüğü andan itibâren Kayılar’a intikâl ettiği anlayışı benimsenmiştir.

Bu çağdaş kayıtlar, Şecere’de birbirini tâkip eden önceki tüm hânedanlar gibi, Osmanlılar’ın da “târihte devamlılık” ritüeli gereği Selçuklular’a vâris bir hânedan olarak târih sahnesine çıktığını bizzat kurucu hükümdâra ait bu özgün belgenin tanıklığı ışığında gözler önüne sermektedir.

7.‘Osmân Gâzî’nin “Salṭanat” Sâhibi Bir “Sulṭān” Olduğu Bilgisini Tarihî Gerçeklik Noktasına Taşıyan Siyasî Vasıflar:

Anadolu Selçukluları’nın 641/1243 Kösedağ Savaşı’nda Moğollar’a yenilmesinden sonra başlayan İlhanlı hâkimiyeti, bundan sonra onların Selçuklu hânedan üyelerine karşı sürekli baskı ve müdâhalelerine neden olmuş; bu durumu Anadolu’nun uç noktasında, Selçuklu-İlhanlı coğrafyası ile Bizans toprakları arasında yaşayan Türkmenler’e de atfetmeye çalışan pek çok târihçi, ‘Osmân Gâzî ve diğer Türkmen beylerinin İlhanlı hâkimiyeti nedeniyle 699/1300’de bağımsızlık ilânında bulunmalarının, “Saltanat” sâhibi birer “Sultan” olup da bu unvânı kullanmalarının imkânsız olduğunu savunmuştur.

Hâlbuki daha önce gösterdiğimiz üzere; 700/1301’de babasına refâkaten Güney Sakarya seferine çıkan ve Akyazı taraflarında fetihlerde bulunan Şehzâde Orhan, burada Şeyh ‘İzze’d-dîn İsma‘îl’e verdiği Çalıca mülk-nâmesi’nin başına: “ اورخان بن سلطان : Orḫān bin Sulṭān” (= Sultân’ın oğlu Orhân) metnini içeren özgün bir tuğra çektiği gibi, 723 Ramazân / 1323 Eylül ayında düzenlenen Asparuça Hâtûn Vakfiyesi’nde de ‘Osmân Gâzî yine “ سلطان : Sulṭān” unvânı ve “ سلطنت : salṭanat” vasfı ile taltif edilmiş[47]; ayrıca ölümünden altı ay kadar sonra Bursa’ya gelip oğlu Orhan’ı ziyâret eden Seyyid Kâsım el-Bağdâdî de, muhtasar Seyāḥat-nāme’sinde ondan: “ سلطان المرحوم المغفور السلطان عثمان خان الغازي : Sulṭānü’l-Merḥūmü’l-maġfūr es-Sulṭān ʿOs̱mān Ḫān el-Ġāzī” diye söz etmiştir[48].

Bu iki çağdaş belge ve Seyāḥat-nāme’ye paralel şekilde, Şecere’deki bu Tārīḫçe’nin de daha başlığında ilgili faslın, Osmanlılar’ın: وسبب سلطنتهم “Salṭanatlarının Sebebi” hakkında yazıldığı net bir şekilde belirtilmiş; onların ilki olan kurucu hükümdarları da bu statüye bağlı olarak: السلطان عثمان “es-Sulṭān ʿOs̱mān” isim ve unvânıyla zikredilmiştir[49]. Şecere’deki genel soy zinciri içinde kendisine tahsis edilen halkada ve Tārīḫçe metninin içinde adının geçtiği hemen her satırda ‘Osmân Gâzî’den toplam altı kez: السلطان = “es-Sulṭān” unvânıyla söz edilerek[50], onun kurduğu siyâsî yönetimin bir سلطنت “salṭanat” olduğu açıkça ifâde edilmiştir.

8.‘Osmân Gâzî’nin Tüm Türkmen Beylikleri ve Umum Türk Unsurlar Üzerine “Sultân” Seçildiği Tezini Doğrulayan Çağdaş Kayıtlar:

Daha önce neşrettiğimiz farklı pek çok makâlemizde ve Türk Dünyası Târih Kültür Dergisi’nde yayımlanmaya devâm eden “Osmanlı Ataları” yazı dizimizde, Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk hükümdârı ‘Osmân Gâzî’nin XI. yüzyıldan beri Mâhân’da hüküm süren Horasan Sâlârları’nın soyundan geldiğini, bu nedenle onun 700/1300-1301’de yalnız kendi beylik yönetimi değil, tüm Oğuz-Türkmen beyleri üzerine büyük kavmî lider seçildiğini başta çağdaş Bizans târihçisi Pachymeres’in “Primus inter pares: Eşitler arasında birinci” nitelemesi olmak üzere, çağdaşı diğer kronikler ve onlara paralel ikincil kaynaklarla, bâzı özgün Silsile-nāme kayıtları ışığında açık ve net bir şekilde göstermiştik[51].

‘Osmân Gâzî’nin ele geçen rulo Şecere’si, babası طغرول خان “Ṭuġrūl Ḫān”ın pederi olan dedesi Gündüz Alp’i: “عصبا فاخر خراسان : Soy ve nesebi itibâriyle Ḫorāsān’ın medār-ı iftiḫārı” şeklinde tanıtarak, bu tespitimizi -o devirden kalma çağdaş bir kanıt olarak- güvenilir bir biçimde tasdik etmekte; öte yandan Sultan ‘Osmân’ın hem Selçuklu Sultânı’na bağlı Türkmen beylerinin tümü, hem de onun “vilāyet”inin dışında kalan tüm Türk unsurlar üzerine “ سلطان : Sulṭān” seçildiğini te’yid ederek, bu târihî gerçeği Pachymeres’e eşder bir düzeyde, kendi asrından kalma yegâne orijinal Osmanlı belgesi olarak tasdik etmektedir:

مات السلطان سلچوق ولد السلطان عالي الدين ، فاحتوى السلطان عثمان على جميع المملكة إنه كانت عبيد السلطان سلچوق وغيرها ولايتى سلطان غيره الى الآن …

“Sulṭān ʿĀlā’d-dīn’in neslinden olan Selçūḳ Sulṭānı öldü, Sulṭān ʿOs̱mān tâ içinde bulunduğumuz şu āna dek, hem Selçūḳ Sulṭānı’nın kullarının elindeki memleketlerin tümü, hem de Sulṭān’ın vilāyeti dışında kalan diğerleri üzerinde hükmünü yürütmeye başladı.”[52]

Osmanlılar’ın bu kavmî liderliği -daha önce farklı araştırmalarımızda gösterdiğimiz üzere-; Şecere’nin ikinci sâhibi Orhan zamânından Yıldırım Bâyezîd’in saltanatının ilk yıllarına kadar kesintisiz bir şekilde devâm edecektir[53].

9.‘Osmân Gâzî ve Oğlu Orhan’ın “Din Uğrunda Gazâ Yaptıkları” ve “Ġāzī” Unvânını Taşıdıklarını Kanıtlayan Açık İbâreler:

İlk Osmanlılar’ın “gazâ” ve “gâzî” terimlerini kullanıp kullanmadıkları, ya da kullansalar bile bunun dinî bir amaca yönelik olup-olmadığı konuları yakın zamâna kadar kuruluş tartışmalarının en gülünç ve en mantıktan uzak argümanları arasında yer almış; neyse ki bu zorlama iddiâlar daha sonra ortaya çıkarılan çağdaş kanıtlar ışığında büyük ölçüde silinip ortadan kaldırılmıştır.

İşte bu yeni çağdaş kanıtların tümüne eşdeğer şekilde; ‘Osmân Gâzî ve oğlu Sultan Orhân adına hazırlanan bu özgün Şecere’de de Osmanlılar’ın, Er-Tuğrul zamânından beri Hz. Peygamber (s.a.v.)’in müjdelediği “Rûm (Anadolu), Arap ve Acem diyârlarını fethedip İslâm’ı yayacak olan seçkin hânedan” oldukları idealinin titizlikle işlenmesi; onların daha Anadolu’ya ayak bastıkları ilk anlardan itibâren bu Hadîs’i kendilerine rehber edinerek, İslâm dînini yükseltme ve din uğrunda gazâ etme amacını vazgeçilmez bir düstur olarak benimsediklerini o devirden kalma somut târihî bir vesîka olarak kesinleştirir.

Nitekim Soy Şeceresi’nde gerek devletin kurucusu Sultân ‘Osmân’ın, gerekse onu izleyen oğlu Orhân’ın isimlerinin işlendiği son iki halkanın içine, her ikisinin siyâsî unvan ve adlarının son kısmına bizzat غازى : Ġāzī” vasfı da eklenerek, Horasan’daki ataları zamânından beri üstlendikleri bu büyük dinî amaç daha keskin bir tarzda zihinlere işlenmiş; ayrıca “gazâ” kelimesinin bu dönemde sıklıkla kullanıldığını ve İstanbul’un fethinin daha bu asırda dinî bir müjde olarak algılandığını belgeleyecek şekilde, Er-Tuğrul Gâzî’nin İstanbul’a yakın kuruluş coğrafyasını fethettiği akınlar da buna paralel olarak “ غزوة اسطنبول : Iṣṭanbūl ġazāsı” diye nitelendirilmiştir[54].

10.Orhan Gâzî’nin ilk Veliaht Seçiliş Yılı, Saltanat Süresi ve Ölüm Târihine Işık Tutan Çağdaş Veriler:

Tārīḫçe metninin başındaki müjdeleyici Hadîs’i tâkiben, Osmanlılar’ı Anadolu Selçukluları’nın mutlak vârisi gösterme ideâlinin, Şecere’nin meçhûl derleyicisini ‘Osmân Gâzî’nin târih sahnesine çıkışını  Kösedağ Savaşı’nın târihi olan 641/1243’le ilişkilendirmeye sevkettiğini yukarıda görmüştük. Osmanlılar’ın saltanatının başlangıcını ‘Osmân’ın şahsında Selçuklular’ın saltanatının bitme vaktine odaklandıran ve onlardan saltanat hükmü kalktığı zaman direkt Osmanlılar’ın târih sahnesine çıktıklarına vurgu yapan bu siyâsî iddiâ, Osmanlı kronikleri ve çağdaş bir belgeden tespit edebildiğimiz şekliyle; Orhan’ın babası tarafından ilk kez velîaht atanış ve Sultan-önü sancağına çıkarılış târihini de yine bu yıl üzerinden hesap edecek bir biçimde Tārīḫçe’nin sonuna kaydedilmiştir.

Şecere’nin yan tarafına derkenar olarak yazılan ilk kayıtta Sultan ‘Osmân’ın saltanat süresi belirtilirken, oğlu Orhan’ı kendi tahtına ilk kez ne zaman vâris kıldığı da zımnen ortaya konularak: جلس في السلطنة ، سنه ٦٤١ ومدته في المرتبة السلطنة ستين سنة : “Salṭanata cülūs yılı 641 ve Salṭanat mertebesindeki müddeti altmış yıldır.” denilmiştir[55]. Bu hesâba göre Orhan’ın babasına vekâleten sefere ve sancağa ilk çıkarılış zamânı 641 + 60 = 701 (1302) yılını gösterir ki, bu bizim çağdaş kaynaklara dayanarak doğruluğunu daha önce zâten tespit ettiğimiz bir târihtir[56].

Derkenara 705/1305 yılı civârında işlenmiş olması gereken bu kaydı tâkiben, Orhan’ın ilk vekâlet ve ölüm anlarında yeniden düzenlendiği anlaşılan Şecere’nin sonuna Orhan’ın ismi ve -muhtemelen ölümünden birkaç gün sonra- arada ‘Osmân Gâzî’nin ölümü ve Orhan’la ilgili hiçbir bilgiye ver verilmeksizin, kendisiyle ilgili yegâne kayıt olarak: وبني فى السلطنة تسعة وثلاثين وعمره اثتين وثمانين سنة – رحمة الله عليه – : “Sevgili oğlu (Orhan)’ın ise ʿömrü seksen iki yıl oldu ve otuz dokuzu salṭanatta geçti. Allāh ona raḥmet eylesin!” cümlesinin ilâve edildiği dikkati çeker[57].

‘Âşık Paşa-zâde Menāḳıb-ı Āl-i ʿOs̱mān’ının sonuna Osmanlı sultanlarının saltanat ve ömür süreleri hakkında açtığı “Bāb”da: “Aṣl-ı tevārīḫde gördüm idi” göndermesini yaparak, ‘Osmân Gâzî hakkında kısaca bilgi verdikten sonra, aynı ifâdelerle: “Bunuñ oġlı Orḫān Ġāzī’nüñ ʿömri seksān iki yıl oldı, … ve atası vefātından ṣoñra otuz sekiz yıl ḫuṭbe oḳundı…” demek sûretiyle, Orhan Gâzî’nin yaşam ve saltanat süreleri hakkında Şecere’dekine en uygun tarihî bilgiyi vermiştir[58]. Sultan Orhan’ın 763/1362 yılının ilk aylarında ölümü nedeniyle, toplam “salṭanat” süresini -vefât yılını işin içine hiç katmaksızın- “otuz sekiz yıl”a indirgeyen müverrihin, “Gök Alp – Süleymān Şāh” rivâyetleri ve Osmanlı atalarının isimleri örneklerinde olduğu gibi; bu kaydı da yine Şecere’nin elimizdeki Orhan dönemi versiyonundan görerek, küçük bir müdâhale ile eserine kaydetmiş olduğu düşünülebilir.

Müellifin buradaki “Aṣl-ı tevārīḫ = Târihlerin kaynağı” şeklindeki nitelemesi, umum Osmanlı Silsile-nāme ve kroniklerindeki ata isimleri ile benzeri diğer bilgilerin ana kaynağı olduğunu tespit ettiğimiz bu ilk Şecere’nin içeriğine tamâmen uygun düştüğü gibi; onun burada Şecere’ye bu bilgilerin aktarıldığı, Sultan ‘Osmân döneminde tutulmaya başlanıp oğlu Orhan zamânında geliştirilen ve bilâhare Sultan Murad’ın cülûsundan sonra güncellenen eski bir Taḳvīm nüshasını da kastetmiş olması ihtimâl dâhilindedir.

Nitekim Şecere’de ‘Osmân’ın saltanatının başlangıcını Selçuklular’ın Anadolu’da saltanat hükmünü yitirdikleri 641/1243 Kösedağ Savaşı’ndan başlatıp, Orhan’ın Sultanönü sancağına çıkarılarak velîaht seçildiği 701/1302’de sona ermiş gösteren bu kayıtlar, ilk Osmanlı Silsile-nāme’sini yazdığını tespit ettiğimiz Murâd Hüdâvendigâr-Yıldırım Bâyezîd dönemi Türkmen babalarından Şeyh Sinân-oğlu Baba Ahmed tarafından da aynı çizgide tekrar edilmiştir. O da ‘Osmân Gâzî’nin sultanlığının başlangıcını Anadolu Selçukluları’nın Moğollar’a yenik düştükleri târih olarak gösterip, yine Şecere’deki “Sultan ‘Alâeddîn’in yerine geçip Sultan olma” vurgusuyla birleştirerek: “Hicretüñ altı-yüz ḳırḳ bir tārīḫinde ʿOs̱mān-ı Ġāzī Sulṭān ʿAlāʾü’d-dīn Ḥażretleri’nüñ yirine geçüp pādişāh oldı.” cümlesiyle aynen tekrar etmiş[59]; oğlu Orhan’ın cülûs yılını da yine aynı Tāriḫī Taḳvīm’i tâkiben: “Sulṭān Orḫān hicretüñ yidi yüz bir tārīḫinde pādişāh oldı.” ifâdesiyle yinelemiştir[60]. Yukarıda gösterdiğimiz üzere, bu 701/1302 târihi, büyük oğul Orhan’ın ilk kez ordular komutanı ve veliaht seçilerek onun emriyle Sultan-önü’nde sancağa çıkarıldığı[61] ve babasıyla birlikte Bithynia-Frigya aralığında sefere başladığı târihtir[62]. Şecere’deki bu kayıtlara mutâbık şekilde, farklı dönemlerde eklenen “zeyl”lerle Fâtih zamânına kadar getirilmiş kimi  Tāriḫī Taḳvīmler ve onları tâkip eden bâzı Cülûs listelerinde de Orhan, 701/1302’de babasının yerine tahta cülûs etmiş olarak gösterilir[63]. Bu kronolojik verilerin Şecere’nin çağdaşı bir Taḳvīm’den aktarıldığı birazdan delilleriyle gösterilecektir.

Şu hâlde Sultan Orhan’ın yaşadığı asırdan kalma en önemli târihî materyal olan Şecere’sine göre, vefât târihi olan 763/1362 yılından اثتين وثمانين سنة : seksen iki yıl” çıkarıldığında 681/1282 yılında dünyâya geldiği ve babasının 723/1323 sonlarında vefâtı üzerine, 724/1324 yılı başlarında 43 yaşında iken tahta geçip, toplam “ تسعة وثلاثين : otuz dokuz” yıl saltanat sürdüğü kesin olarak söylenilebilir.

11.Selçuklular ve Osmanlılar’ın İlk Kuruluş Yıllarında Arap “Ensab” Geleneğini Tâkip Ettiklerini Netleştiren Nâdir Bilgiler:

Üzerinde durduğumuz Şecere ortaya çıkıncaya kadar Osmanlılar’ın soy ve nesebi hakkında ortaya atılan spekülatif iddiâlar ve ütopik yorumların ardı-arkası kesilmek bilmediği gibi; Osmanlılar’ın kuruluş döneminde soylarını tâkip konusunda da nasıl bir tespit yöntemi izlediklerini çözebilmek şöyle dursun, neseplerini kayıt altına alıp-aldırmadıklarına dâir en küçük bir tahmin bile yürütmek mümkün değildi. Bununla birlikte biz, Osmanlılar’ın Kayı boyundan olduğunu gösteren yeni târihî veriler ve nümizmatik materyalleri mercek altına aldığımız en son makalemizde, ‘Osmân Gâzî’nin sikkelerindeki Kayı damgalarının çağdaşı Reşîdüddîn’in kullandığı Oġūz-nāme’nin çok erken bir versiyonuna dayandığına dikkati çekerek, tüm bu verilerin XIV. yüzyılda ‘Osmân Gâzî ve çevresi tarafından bilindiğine daha o zamandan işâret etmiştik[64].

Şimdi neşrettiğimiz bu özgün Şecere, bu bilgilerin Osmanlılar tarafından o zaman Oġūz-nāme’lerin yanı sıra onlardan aktarılmış ata adlarının yer aldığı bu Şecere’ler vâsıtasıyla da kayıt altında tutulduğunu göstermekte; şimdiye dek literatürde hiçbir şekilde bilinmeyen önemli bir gerçeği gün yüzüne çıkararak, onların Soy Şecerelerini Arap ensâb geleneğini tâkiben bizzat Arapça olarak, rulo biçiminde uzun bir parşömen şeklinde düzenlettirdiklerini gözler önüne sermektedir[65].

Elimizdeki Şecere’nin Osmanlılar’dan önce -arada Anadolu Selçuklu soy zinciri yer almaksızın- son Irak Selçuklu sultânı II. Tuğrul’da sona ermesi, Reşîdüddîn’in Oġūz-nāme faslına paralel şekilde, ‘Osmân Gâzî’nin târih yazımı ve “tamga”sının tespiti konularında olduğu gibi, Şecere’sini düzenlettirirken de Selçuklu devlet geleneğini tâkip ettiğini kesinleştirmekte; Türk târihinin nisbî-kavmî geleneği icrâ noktasında da “devamlılık” esâsına göre ilerlediğini tarihî açıdan bir kez daha kuvvetle te’yid etmektedir.

Dolayısıyla bu özgün Şecere yalnız Osmanlılar’ın değil, umum Selçuklu Sultanlarının da Arap ensâb geleneğini izleyerek, soy cetvellerini rulo formatında uzun parşömenler üzerine yazdırmak sûretiyle kaydettirdiklerini yeni ve önemli tarihî bir bilgi olarak bizlere tespit imkânı vermektedir.

12.Osmanlılar’da Takvim Tutma ve Târih Yazım Geleneğinin ‘Osmân Gâzî Zamânında Başladığına Işık Tutan Yeni Bulgular:

Yukarıda ‘Osmân Gâzî’nin şahsında 641/1243 Kösedağ Savaşı’na odaklandırıldığını gösterdiğimiz Osmanlılar’ın saltanatının başlangıç tarihi ve Orhan’ın ilk sancağa çıkarılıp Şehzâde kılındığı 701/1302 yılının, Sultan I. Murad-Yıldırım dönemi Türkmen ricâlinden Baba Ahmed’in Silsile-nāme’sinde de aynen tekrar edildiğini ve bunun ‘Osmân Gâzî zamânından beri tutulmaya devam eden bir Tāriḫī Taḳvīm’in varlığına işâret ettiğini belirtmiştik.

Silsile-nāme’sini Yıldırım Bâyezîd devrinde kaleme almış olan Baba Ahmed, Orhan’ın tahta geçiş yılı olarak gösterdiği 701/1302’den sonra, oğlu Murad Hüdâvendigâr’ın tahta cülûs târihini de: “Sulṭān Murād hicretüñ yidi yüz otuz (730/1330) tārīḫinde pādişāh oldı.” cümlesiyle kaydettiği gibi[66]; zamânın Sultânı Yıldırım’ın tahta geçiş târihini ise bilinen şekliyle: “Yıldırum Bāyezīd hicretüñ yidi yüz ṭoḳsān bir (791/1389) tārīḫinde pādişāh oldı.” ifâdesiyle vermiştir ki[67], bu yeni eklenen târihler, ilgili Taḳvīm’in Yıldırım devrine kadarki vak‘alar da ilâve edilerek devâm ettirildiğinin açık bir göstergesidir.

Nitekim bu târihlerin aynı sıralama ve kısmen istinsah hatâları ile Sultan II. Murad devrine kadar getirilmiş olan 835/1431-32 târihli Taḳvīm’le, Fâtih döneminde iki yıl arayla düzenlenmiş 856/1452 ve 858/1454 târihli Taḳvīm’lerde de aynen tekrar edilip, geç târihlere ait altı Cülûs listesine de direkt işlenmesi; bu Taḳvīm’lerin ve onlardan çıkarılan Cülûs listelerinin ilk şeklinin ‘Osmân Gâzî zamânında düzenlenip Şecere’ye de aktarılan bu ilk Taḳvīm metni ile başlatıldığını, dolayısıyla mevcut diğer Taḳvīm nüshalarının da benzer şekilde, ‘Osmân ve Orhan dönemlerinde ihdas edilen bu kısa Taḳvīm metinlerinin devâmı niteliğinde hazırlandığını güvenilir çağdaş veriler ışığında tespit etmemize imkân sağlar.

‘Âşık Paşa-zâde’nin Menāḳıb’ının başında yer alan “ باب أسامى نسل آل عثمان : Bāb-ı Esāmī-yi Nesl-i Āl-i ʿOs̱mān” başlıklı bölümdeki ata isimlerinin toplu tenkidi, onun ‘Osmân Gâzî ve Orhan’a ait bu kadîm Şecere’yi ya da daha sonraki kopyalarından birini tespit edip gözden geçirdiğini; -sehven yapılmış bâzı atlamalar ve istinsah hatalarıyla da olsa- Osmanlı soy silsilesindeki tüm isimleri bizzat ondan naklettiğini kuşkuya imkân bırakmayacak bir biçimde netleştirir. Aynı durum, bu ataların adlarını ondan daha eksik ya da fazla sayıda peş peşe sıralayan diğer Osmanlı müverrihleri için de geçerlidir[68].

Bu Osmanlı ata isimlerine paralel şekilde, erken Osmanlı kronik ve Silsile-nāme‘lerinin giriş kısımlarında Er-Tuğrul Gâzî’nin göç ve yerleşimi, savaşları, büyük şehir yöneticiliği, ‘Osmân Gâzî’nin kale muhâsaraları, fetihleri ve istiklâlinin gerçekleşmesi konularında verilen bilgilerin de tümü, bu Tārīḫçe’de yer alan bilgilerin daha sonra alternatif çağdaş kaynaklarla kısmen genişletilmiş ya da değiştirilmiş birer tekrârı niteliğindedir[69]. Şimdi ele geçen bu Şecere’nin keşfi sâyesinde, bunların öne sürüldüğü gibi müverrihler tarafından “Yüz elli yıl sonra kurgulanmış asılsız hikâyeler”den ibâret olmadığı, bizzat Sultan ‘Osmân hayatta iken kaleme alınmış bu çağdaş târih metnine dayandığı kesin olarak ortaya çıkmıştır[70].

Şecere’de adı geçen tüm hükümdarlarla mensup oldukları hânedânlara ait Soy cetvelleri üzerinde alanında uzman târihçi ve araştırmacılar tarafından yapılacak farklı tenkidî incelemeler, XIV. yüzyıldan bizlere intikâl etmiş olan bu çağdaş orijinal belgenin bilimsel açıdan kuşkusuz daha geniş bir çerçevede değerlendirilmesine imkân sağlamış olacaktır.

 

ʿOS̱MĀNĪLER (ʿOS̱MĀNLILAR)’IN ḲIṢṢASI, SALṬANATLARININ SEBEBİ ve HER İKİSİNİN FAṢILLARI BUDUR

Onların İlki Olan Sulṭān ʿOs̱mān’ın Ḫurūcları

Sulṭān ʿOs̱mān, Er-Ṭuġrūl’un oğludur. “Süleymān”lığın Şāh’ına gelince; “İran’ı mekân tutanların en hayırlıları onlardır”ın en üstünü Sulṭān Süleymān’dır; onlar memleketin içinde atadan ataya günümüze kadar ulaşmışlardır.

Nitekim: “İran’ı mekân tutanların en ḫayırlıları Rūm’lu (Anadolu’lu) olanlardır. Onlar ʿArap yarımadası ve ʿAcem’e de ḥükmedecekler; bu iḳlīmlerin hepsi onların olacak, dīn onlarla ilerleyip ötelere dek ulaşacaktır.” buyurulmuştur.

İşte bunu gerçekleştirmeye yönelik en güçlü parıldama ve kayıtlanış nihâyet, Sulṭān ʿOs̱mān bin Ṭuġrūl’un ceddinden olan ‘Ḳayı Ḫān’ ḳavmine ulaştı. Onlar Ḫorāsān’a, ʿIrāḳ’a ve ʿĀzerbāycān’a yerleşip, yüz yetmiş yıl boyunca bu mekānda kaldılar. Ne var ki bu yerlerde bulundukları sırada Çingīz Ḫān ansızın onların üzerine yöneldi. Bu iḳlīmin Sulṭān’ını kendisine âit olan bu yerlerden çıkarıp, salṭanattan yana içinde nesi varsa ele geçirdiler.

Er-Ṭuġrūl’un Sulṭān Süleymān Şāh’ın oğlu yerinde ve hükmünde oluşuna gelince; o da soy ve nesebi itibâriyle Ḫorāsān’ın medâr-ı iftiḫārı olan babasının katından çıkıp ḫurûc ederek ʿaskeriyle birlikte Rūm (Anadolu) nāḥiyyesine yöneldi. Bu zamānda Rūm (Anadolu)’nun Sulṭānı ʿĀlā’d-dīn Ḳayġubād [bin] Keyḫusrev ibn Mesʿūd bin Selçūḳ idi. Er-Ṭuġrūl onunla bir arada yaşamak için yanına geldiği vakit ʿaskerinin cümlesi dört yüz ṣāncāḳ idi. ʿĀlā’d-dīn onu ululadı, ona taʿẓīm etti; ḳadrini-değerini, makâmını yükseltti ve içerisinde riʿâyet göreceği yerlere ʿaṭayıp kendisine maḥrem eyledi. Ayrıca içinde oturup kendisine maḳarr (yönetim merkezi) edineceği bir şehre de onu tâyin etti; “Anḳōrā” ḳażāsını ve katında kendisine riʿâyet kıldığı “Ḳara-dağ” (“Ḳara’l-cebel”) denilen dağdaki “Arı-depāsi”ni de (= “Depā-naḥl”) ona bıraktı.

Bu vakitte ʿĀlā’d-dīn’le Ṭarṭār Ḳāġān arasında büyük bir savaş ortaya çıktı; Er-Ṭuġrūl savaşta Ṭārṭar’a üstün gelip onlara ġalebe çaldı, hepsini kırdı ve hezîmete uğrattı. Aralarındaki yakınlık artınca ona karşı içinde bir muḥabbet ve ġıpṭa hissi uyandı, katındaki makamını daha da yükseğe çıkarıp onu kendi huzûrunda bir makam sâhibi kıldı. Daha sonra aynı şekilde ʿĀlā’d-dīn’le birlikte Iṣṭanbūl ġazāsına girişti, küffār ile yine büyük bir savaş yapıp kāfirleri yenilgiye uğrattılar; onların beldelerinden esīrler, savaşanların yanlarındakilerden māllar, küçük yaşta çocuklar ve kadınlar aldılar.

Onun Iṣṭanbūl’a kadar ulaşan beldeleri ele geçirmesi de benzer şekilde, hakkında ziyādenin fevkinde bir ziyâdelikle ona karşı sevgi duymasına sebep oldu. Sulṭān ʿĀlā’d-dīn’in katında makamı yükselip itibârı çoğaldı ve şāʾnı daha da arttı. Ne zaman ki bu ḳarye (köy)ler ele geçti; ʿĀlā’d-dīn, isimleri “Sögütlüce”, “Ṭomālīc” ve “Ermenān” olan bu beldelerin de tümünü ona bağışladı ve oğullarını kendisine ḫalef kıldı. Bundan sonra Sulṭān ʿĀlā’d-dīn öldü; ismi “Ferāmers” ve künyesi “Selçūḳ” olan bir evlādı onun yerine geçti, yâni atasının yerinde Sulṭān oldu. Er-Ṭuġrūl da vefât etti, ʿĀlā’d-dīn tıpkı atalarının yaptığı gibi, yukarıda denilen bu beldelere onun yerine; muḥabbet, dostluk ve yakınlık husûsunda bu Sulṭān’ların evlādı hükmü ve yerindeki oğlu ʿOs̱mān’ı dikti, daha sonra yakınlıkta da oğullarının yerini aldı.

Sulṭān ʿĀlā’d-dīn-oğlu Selçūḳ Sulṭānı’nın Ṭarṭār’la bir muḥārebesi meydana geldi. Bu sırada Sulṭān ʿOs̱mān da kāfirlerle savaşa girişti, küffārın elinden pek çok kaleler ve ġanîmetler alarak onu kardeşi Selçūḳ Sulṭānı’na gönderdi. Buna karşılık Selçūḳ Sulṭānı da kendisine bir ikrām olarak, içindeki muḥabbetten ötürü ona hediyeler, ṭabllar (davullar), ihtişam alâmetleri ve ṣancaḳlar gönderdi. Bundan sonra ise Sulṭān ʿĀlā’d-dīn’in neslinden olan Selçūḳ Sulṭānı da öldü, Sulṭān ʿOs̱mān tâ içinde bulunduğumuz şu āna dek hem Selçūḳ Sulṭānı’nın kullarının elindeki memleketlerin tümü, hem de Sulṭān’ın vilāyeti dışında kalan diğerleri üzerinde hükmünü yürütmeye başladı. Bunun ardından her tarafta büyük kalelerin çoğunu ve ayrıca Ḳol-ḥiṣār’ı* küffārın elinden aldı**.

Sevgili oğlunun ise ʿömrü seksen iki yıl olup, otuz dokuzu salṭanatta geçti. Allāh ona raḥmet eylesin!

ʿOs̱mān Ġāzī ve oğlu Orḫān’ın ilk Şecere geleneğini tâkiben Sultan IV. Meḥmed adına hazırlanan rulo Şecere’de Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu hakkında bilgi verilen kısım. The Metropolitan Museum of Art, Collection of Islamic Art, Cod. nr.: 67.272.

DİPNOTLAR

* Bu makale daha önce Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, LXXII/429 (Ekim 2022), s. 18-37’de yayımlanmıştır.

[1] Osmanlı Devleti’nin kurucusu ‘Osmân Gâzî ve oğlu Orhan adına düzenlenen bu Şecere’nin eski kütüphâne kayıt numarası Supp. Arabe, nr.: 857 olup, öncesinde ve sonrasındaki bir dizi eserle birlikte Georges Vajda tarafından yazılan notlarda kısaca tavsif edilmiştir: G. Vajda, Noticed de Manuscrits Arabes Rédigées (1595 à 2054), Bibliothèque Nationale, MS Turc, nr.: 7297, p. 53. Şecere’nin içeriği hakkında tenkidî herhangi bir malûmat içermeyen bu notunda Vajda, ayrıntılı hiçbir tahkike girişmeksizin onun XVI. yüzyılda düzenlenmiş olabileceği yönünde isâbetsiz bir tahmin yürütmüştür.

[2] Şecere’de Osmanlılar’ın selefi olan, saltanatlarına ve topraklarına vâris oldukları Anadolu Selçuklu sultanlarının soy cetveli ilginç bir şekilde yer almaz. Bunun sebebi birazdan Şecere’nin tarihî önemi üzerinde durulurken gösterilecektir.

[3] Şimdiye kadar ele geçmiş en eski Osmanlı târih metnini teşkil eden bu ilginç pasaj, Şecere’nin en sonuna: “ʿOs̱mānīler (ʿOs̱mānlılar)’ın Ḳıṣṣası, Salṭanatlarının Sebebi ve Her İkisinin Faṣılları Budur” ana başlığı altında kaydedilmiş ve onu tâkip eden: “Onların İlki Olan Sulṭān ʿOs̱mān’ın Ḫurūcları” alt başlığında metnin içeriği genel anlamda özetlenmiştir (Şecere, Bibliothèque Nationale, MS Arabe, nr.: 1621, st. 1-22).

[4] Bk. Şecere: “ʿOs̱mānīler (ʿOs̱mānlılar)’ın Ḳıṣṣası, Salṭanatlarının Sebebi ve Her İkisinin Faṣılları Budur: Onların İlki Olan Sulṭān ʿOs̱mān’ın Ḫurūcları”, st. 2.

[5] XIV. yüzyılın ibtidâî yazım tarzını yansıtacak şekilde, Şecere’deki bu Tārīḫçe’nin içinde -metnin başka noktalarındaki sıradışı imlâ örneklerine eşdeğer şekilde-, aynı ortak adı taşıyan bu iki Selçuklu sultânının “ علاﺀ الدين : ʿAlāʾü’d-dīn” şeklinde yazılması gereken isimleri dâimâ “ عالي الدين : ʿĀlā’d-dīn” ya da “ʿĀliyyü’d-dīn” şeklinde imlâ edilmiştir (bk. st. 6-7, 8, 9, 11, 13, 14, 15, 17, 20).

[6] Şecere, göst. yer, st. 19-21.

[7] Bk. Niğdeli Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefīḳ, Süleymâniye Ktp. Fâtih, nr.: 4518, s. 301.

[8] Şecere, göst. yer, st. 21-22.

[9] ‘Âşık Paşa-zâde’nin ilgili rivâyeti ve devâmındaki fetihlerin gerçekleşme târihlerinin çağdaş kaynaklar ışığında tespiti için, bk. Hakan Yılmaz, “Çağdaş Kaynak ve Belgeler Işığında Sakarya’nın Fethi ve Fethin Bilinmeyen Târihi”, Geçmişten Günümüze Sakarya (Tarih-Kültür-Toplum), Sakarya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yay. & OSAMER, Sakarya 2018, s. 88-127.

[10] Şecere, göst. yer, st. 22.

[11] Şihâbüddîn İbn Fazlu’llâh el-‘Ömerî, Mesālikü’l-Ebṣār fī Memāliki’l-Emṣār, Süleymaniye Ktp. Ayasofya, nr.: 3416, vr. 99a.

[12] İbn Fazlu’llâh el-‘Ömerî, et-Taʿrīf bi-Muṣṭalaḥi’ş-Şerīf, thk.: Muhammed Hüseyin Şemsü’d-dîn, Dârü’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, Beyrut 1998, s. 64.

[13] Krş. İbn Battuta, Tuḥfetü’n-Nüẓẓār fī Ġarāʾibü’l-Emṣār ve ʿAcāʾibü’l-Esfār, Bibliothèque Nationale, Supp. Arabe, nr.: 909, vr. 87b, st. 18-20.

[14] Hasan bin Mahmûd el-Bayâtî, Cām-ı Cem-Āyīn, nâşiri: ‘Alî Emîrî, Der-Sa‘âdet Kader Matba‘ası, İstanbul 1331/1915, s. 13-45. Şecere’de Orhan’a kadarki ata sayısı 64 gözükmekle birlikte, Bayâtî’de de ortak bir çizgide “Ḳızıl Boġa”dan önceki ata olarak zikredilen “Bāy-Tīmūr Ḫān”ın ismi burada: “ باينذر خان : Bāyınẕır Ḫān” ve “خان بايندر خان : Ḫān Bāyındır Ḫān” şeklinde, sehven peş peşe iki kez tekrarlandığından gerçekte toplam ata sayısı 63’tür.

[15] Krş. Hakan Yılmaz, “Osmanlı ‘Kayı’ Menşeinin Yeni Tarihî ve Nümizmatik Kanıtları”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, C. LXVIII, Sy.: 402 (Temmuz 2020), st. 27.

[16] Şecere, göst. yer, st. 1-22.

[17] Şecere, göst. yer, st. 1.

[18] Şecere, göst. yer, st. 1.

[19] Şecere, göst. yer, st. 22.

[20] Her iki rivâyet grubundaki bilgilerin kısa bir değerlendirmesi için, bk. H. Yılmaz, “Yeni Tarihî Bulgularda Osmanlı Ataları/8: Bizans Uçlarında Savaşıp Beylik Alan İlk Ata: Kayır Hân-oğlu ‘Emîr Gündüz Alp (Alpî) (I)”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, C. LXX, Sy.: 416 (Eylül 2021), s. 32-37.

[21] Bk. Hakan Yılmaz, “Süleyman Şah’ı ‘Osmanlıların Atası’ Yapan Rivayetin Tarihî Menşei: Ca‘ber Kalesi Önündeki Mezar Süleyman Şah’a mı Aitti?”, Kadim Dergisi, Sy.: III (Nisan 2022), s. 133-182.

[22] Şecere, göst. yer, st. 1. Şecere’deki bu niteleme, Kutalmış-oğlu Süleymân Şâh’ın asıl adının صالتق : Ṣaltuḳ” olduğu, سليمان : Süleymān”ın ona lâkap olarak konulduğu; hattâ Osmanlılar’ın Baba İlyâs’ı Anadolu’ya getiren atası “Alp Ḳaya”nın lâkabının da bu olduğuna dâir, aynı asrın sonlarında yazılmış Şeh-nāmeʾ-i Ünsī’deki önemli kayıtları kesin tarihî bilgi noktasına taşımakla kalmaz (bk. Ünsî, Şeh-nāmeʾ-i Selçuḳ, nşr.: Mesud Koman, Ülkü Basımevi, Konya 1942, s. 4-5, 8 / nsh. s. 22, 28-29), Osmanlılar’ın henüz daha ilk Şecere’lerine “Gündüz”ün yerine hiç tereddüt etmeden, rahat bir şekilde bu adı koymalarının da bu kavmî gelenek ve yerleşik algıdan kaynaklandığına ışık tutar.

[23] Şecere, göst. yer, st. 5-6.

[24] Şecere, göst. yer, st. 6.

[25] H. Yılmaz, “Süleyman Şâh’ı ‘Osmanlılar’ın Atası’ Yapan Rivayetin Tarihî Menşei…”, a.g.e., s. 162, dipnot: 83.

[26] Şecere, göst. yer, st. 2.

[27] Şecere’nin ana metninde Anadolu Selçuklu Sultanları’nın soy cetveline yer verilmediği hâlde, Sultân ‘Osmân’ın sağlığında hazırlanan bu metinde, Tuğrul Beg’in 1063’te ölümünden önce yerine “Sultan” yapılmasını vasiyet etmesine rağmen, Alp Arslan ve Kutalmış bin Arslân tarafından Sultanlığı zâyi edilen “Süleymān Şāh”ın iki kez doğrudan “السلطان  : es-Sulṭān ” unvânıyla anılması; buna karşılık onca târihî şöhretine rağmen Büyük Selçuklu nesep zincirinde Alp-Arslān’ın adının -meşhur lâkabına dahi yer verilmeksizin- sönük bir şekilde geçiştirilmiş olması; Osmanlılar’ın ciddî bir geçmiş şuuruna sâhip olup, o zaman Anadolu’yu fethetmek için gelen atalarıyla birlikte hareket eden Süleymân Şâh’ı, fetihleri, göç süreci ve yerleşim serüveni noktasında kendilerine yegâne rol-model olarak kabul ettiklerini ve kadîm siyâsî çekişmeler konusunda Büyük Selçuklu’ya karşıt bir yaklaşım sergilediklerini açıkça ortaya koyar.

[28] ‘Âşık Paşa-zâde, Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān’dan ʿĀşıḳ Paşa-zāde Tārīḫi, ‘Âlî Beg neşri, İstanbul: Matba‘a’-i ‘Âmire, 1332, s. 18; Friedrich Giese, Die Altosmanische Chronik des ‘Āšiḳ Pašazāde, Leipzig: Otto Harrasowitz, 1929, p. 20. Bu çağdaş Şecere’yi gördüğü aşikâr olan müellifin, kroniğinin bâzı nüshalarında “Süleymān Şāh” rivâyetinin daha en başında: “Eñ evvel bu Rūm vilāyetine gelmişdür.” diyerek onun bu yönünü özellikle ön plâna çıkarmakla, aslında Şecere’deki bu Hadîs’in ana vurgusuna ve “Süleyman Şâh’ın onu gerçekleştirenlerin en üstünü olduğu” algısına gönderme yaptığı kolaylıkla anlaşılır (krş. F. Giese, a.g.e., p. 5, not: 13).

[29] “Tārīḫ-i Mīr ʿOs̱mān (Otmān)”, Vilāyet-nāme içinde, Ankara Millî Ktp. Yzm. nr.: A.8597, vr. 144b, st. 1-4.

[30] Şecere, göst. yer, st. 2-4.

[31] Dede Korkud, Kitāb-ı Dedem Ḳorḳūd ʿalā Lisān-ı Ṭāʾifeʾ-i Oġuzān, Dresden Staatsbibliothek, nr.: Ea.86, vr. 3a, st. 5-8; Vatican Library, Vat. Turco, nr.: 102, vr. 58b, st. 3-5. Dede Korkud Oġuz-nāme’lerinin Dresden ve Vatikan nüshalarının ‘Osmân’ın ölümünden daha sonra yazıldığı anlaşılan metninin baş tarafında onun bu keşfî müjdesi aktarıldıktan sonra: “Bu didügi ʿOs̱mān neslidür, işte sürülüp gide-yörür.” cümlesi ilâve edilmiştir (Dede Korkud, a.g.e., Dresden nsh., vr. 3a, st. 8; Vatikan nsh., vr. 58b, st. 5). Bu bilginin -içeriğinden hareketle- nüshaya Şecere metni ile aşağı yukarı aynı târihlerde, Orhan Gâzî’nin ölümü ve Murad Hüdâvendigâr’ın cülûsunu izleyen süreçte eklenmiş olduğu kuvvetli bir ihtimâl olarak düşünülürse, bu keşfî bilginin o devirde Osmanlılar arasında epeyce yaygın ve yerleşik bulunduğu sonucu ortaya çıkar.

[32] Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn İbnü’l-‘Arabî’nin henüz ‘Osmân Gâzî ve devleti ortada yokken yazdığı Şeceretü’n-Nuʿmāniyye fī Devleti’l-ʿOs̱māniyye adlı bu ilginç risâlesinin Millet Ktp. Ali Emîrî, Arapça, nr.: 2801’de kayıtlı bulunan yegâne nüshasını on yedi yıl kadar önce tespit etmiş ve o zaman hakkında kısa bir de makale neşretmiştik: “Şeceretü’n-Nu‘mâniyye fî Devleti’l-‘Osmâniyye Kitabında Osmanlı’nın Zuhûruna Dair Esrârengiz İşaretler”, Hakikat AİD, XII/142 (Temmuz 2005), s. 36-39.

[33] Krş. Joseph de Guignes, Ḫānlarıñ, Türkler’iñ, Moġollar’ıñ ve Daha Sāʾir Tatārlar’ıñ Tārīḫ-i ʿUmūmīsi, VII, trc.: H. Câhid (Yalçın), Tanîn Matba‘ası, İstanbul 1923, s. 520, dipnot: 2.

[34] Bu konuda ayrıntılı bilgi için, bk. Hakan Yılmaz, “Osmanlı Devleti’nin Kurucusunun Gerçek Adı ‘Osman’ mı, ‘Otman’ mı?”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, LXVII, Sy.: 399 (Mart 2020), s. 28-35; Sy.: 400 (Nisan 2020), s. 16-23; İkinci kez: “İki Buçuk Asırdır Süregelen Müzmin Bir Kuruluş Tartışması: Osmanlı Devleti’nin Kurucusunun Gerçek Adı ‘Osman’ mı, ‘Otman’ mı?” başlığı altında: Şehrengiz Tarih ve Kültür Dergisi, XIII/135 (Mayıs-Haziran 2022), s. 12-29.

[35] Şecere, göst. yer, st. 1, 3, 16-17, 20, vd.

[36] Şecere, göst. yer, st. 1.

[37] “Ḳanda kim ʿOs̱mānīler ʿadli ola | Orada ʿadl-i ʿÖmer ne işe gele?..” Ahmedî, İskender-nāme, Bibliothèque Nationale, Supp. Turc, nr.: 309, vr. 291b.

[38] Konunun ayrıntılı tenkid ve çözümlemesi için, bk. Hakan Yılmaz, “Mehmed Fuad Köprülü’nün Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu ile İlgili Tezlerine İlişkin Yeni Bir Değerlendirme”, SKAD/JSCS, II/4 (Ekim 2016), s. 19-60.

[39] Halil İnalcık, “Söyleşiler ve Konuşmalar”, haz.: Birsen Çınar, Profil Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 140-141; H. İnalcık, Has-Bağçede ’Ayş u Tarab, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları (II. basım), İstanbul 2016, s. 197-201, 209.

[40] Krş. Hakan Yılmaz, “Osmanlı ‘Kayı’ Menşeinin Yeni Tarihî ve Nümizmatik Kanıtları”, a.g.d., st. 26-33.

[41] Şecere, göst. yer, st. 3-5.

[42] Krş. H. Yılmaz, “Mehmed Fuad Köprülü’nün…”, a.g.d., s. 19-60.

[43] Şecere, göst. yer, st. 15-16.

[44] Şecere, göst. yer, st. 3-5.

[45] Şecere, göst. yer, st. 18.

[46] Şecere, göst. yer, st. 18-21’in soluna eklenen derkenar. Bu 641/1243 târihi, 835/1432’de Sultan II. Murad’a sunulan bir Taḳvīm’de: “ʿOs̱mān Big ḫurūc itdi -raḥimehu’llāh-, yüz ṭoḳsān dört yıldurur (= 641/1243) denilerek aynen tekrar edilmiştir. Bk. M. Halil Yınanç’ın şahsî kütüphâne nüshasından: Atsız, Osmanlı Tarihine Ait Takvimler, Ötüken Yayınları, İstanbul 2019, s. 74-75. Bu Taḳvīm’in nisbeten daha düzgün imlâ edilmiş yeni bir nüshasında yer alan aynı kayıt için, bk. Dublin Chester Beatty Library, nr.: T.402, vr. 3b, st. 13-14.

[47] Bursa Şerʿiyye Sicil Defteri, Ankara Millî Ktp. nr.: 4121, vr. 82a, st. 7, 10-11, 13, 16, vb.

[48] Seyyid Hacı Kāsım el-Bağdâdî, Seyāḥat-nāme, Orijinal nüsha, vr. 26b, st. 11-13.

[49] Şecere, göst. yer, st. 1.

[50] Şecere, göst. yer, st. 1, 3, 17, 20 vd.

[51] Meselâ, bk. Hakan Yılmaz, “Osman Gâzî’nin 700/1300-1301’de Yenişehir’de Bastırdığı Üçüncü Sikkesi”, Vak‘anüvis Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, IV, Söğüt Özel Sayısı (Aralık 2019), s. 81-120; H. Yılmaz, “Yeni Tarihî Bulgularda Osmanlı Ataları / 6: Anadolu’ya Yerleşen İlk Ata: ‘Şah-Melik Kaya Alp’ ya da ‘Kayır Hân’ (IV)”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, LXIX / 410 (Mart 2021), s. 10-17; H. Yılmaz, “Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikleri’nin ‘Kayır Hân’ Kavminden Olduklarını Belgeleyen Arşiv Kayıtları” /1-2, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, LXXI / 422 (Mart 2022), s. 10-17; LXXI / 423 (Nisan 2022), s. 12-21, vb.

[52] Şecere, göst. yer, st. 19-21.

[53] Meselâ, bk. H. Yılmaz, “Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikleri’nin…” /2, a.g.d., s. 19-21.

[54] Şecere, göst. yer, st. 11.

[55] Şecere, göst. yer, st. 22.

[56] Bu konular “İlk Üç Osmanlı Sultânı’nın Emâret, Cülûs ve Ölüm Târihleri” başlıklı makalemizde daha kapsamlı ve ayrıntılı bir şekilde işlenecektir.

[57] Şecere, göst. yer, st. 22.

[58] ‘Âşık Paşa-zâde, a.g.e., ‘Âlî Beg nşr., s. 218; F. Giese, a.g.e., p. 203.

[59] Bayburtlu Za‘îm ‘Osmân, Tevārīḫ-i Cedīd-i Mirʾāt-ı Cihān, Süleymâniye Ktp. Fotokopi, nr.: 88, s. 249, st. 21-22.

[60] Bayburtlu ‘Osmân, a.g.e., s. 250, st. 11.

[61] “Ḳara-ḥiṣār diyārınuñ sancaġını oġlı Orḫān Beg’e erzānī gördi; meẕkūr Şehriyār ol vilāyetüñ ṣıġār u kibārı üzerine ḫaymeʾ-i ḥimāyeti ḳurdı. …Bu ḳażiyyeʾ-i marżıyye sene iḥdā ve sebʿa-mīʾe (701/1302) şuhūrında ẓuhūr buldı.” (İbn Kemâl, Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān (Tārīḫ-i İbn Kemāl), I. Defter, nşr.: Şerafettin Turan, II. Baskı, TTK Yayınları, Ankara 1991, s. 139-140)

[62] وطرح كر خداي جهانگرى وجهانباني عثمان بيگ ايالت ولايت قراجه حصار كه ، موسوم سلطان اوڭى است باورخان ارزانى داشت ؛ واو را سپهسالارى جوانان مجاهد پيشه جهت تقديم مراسم كشور گشاي كما شئت … واين تقسيم ملك و مال در ماه وسال إحدى و سبعمائه اتفاق افتاد واين سال سيمين از جلوس سلطنت او بود كه قدم در عرصۀ جهانگشايى نهاد .  : “ʿOs̱mān Beg ṭarḥ-ı cihān-gīrī vü cihān-bānī ile iyālet-i Ḳaraca-ḥiṣār ki, ‘Sulṭān-öñi’ dimekle mevsūmdur, Orḫān Beg’e erzānī görüp, cüvānān-ı mücāhid-pīşeye sipeh-sālār ve taḳdīm-i merāsim-i kişver-güşālığa meʾẕūn u sezā-vār gördi. …Bu eṭvār-ı ḥasene 701 (1302) senesi şuhūrında ki, cülūs-ı meymenet-meʾnūsuñ (= 699/1300) üçünci senesi idi, ṣūret-nümā-yı ẓuhūr buldı.” (İdrîs-i Bitlisî, Heşt Behişt, I. Ketîbe, İÜ Ktp. FY, nr.: 619, vr. 43a, st. 22-24 / vr. 43b, st. 2-3; ‘Abdü’l-Bâkî Sa‘dî Efendi, Heşt Behişt Tercemesi, I. Ketîbe, Süleymâniye Ktp. Hamîdiye, nr.: 928, vr. 67b, 68a)

[63] İstanbul’un fethinden bir yıl önce ve bir yıl sonra hazırlanan birbiriyle bağlantılı iki takvimden 856/1452’de düzenlenmiş olan ilkinde: ʿOs̱mān Big vefātından ve Orḫān Big cülūsından berü yüz elli biş yıldur.” (TSMK, Bağdad Köşkü, nr.: 309, vr. 1b) ve 858/1454’te tertip edilen diğerinde: ʿOs̱mān Big vefātından ve Orḫān Big cülūsından berü yüz elli yidi yıldur.” (Nûruosmâniye Ktp., nr.: 3080, vr. 4b) denilerek, -babasının ölüm ve asıl cülûs târihi ile karıştırılarak da olsa- Orhan’ın 701/1302’deki bu gazâ liderliğine atanış ve sancağa çıkarılış târihine açıkça işâret edildiği gibi; bu Taḳvīm’in daha geç târihli nüshalarından naklen derlenen dört Cülûs listesinde de aynı târih ortak bir zeminde tekrar edilmiştir: Süleymâniye Ktp. Reşid Efendi, nr.: 1036, vr. 64a; Es‘ad Efendi, nr.: 2422, vr. 73a; Hacı Mahmud Efendi, nr.: 6321, vr. 16b; İstanbul Arkeoloji Müzeleri Ktp. Yzm. nr.: 862, vr. 191a. Şecere’nin keşfi, bu verilerin ‘Osmân Gâzî asrında düzenlenip Orhan zamânında genişletilmiş eski bir Taḳvīm nüshasına dayandığını literatürel açıdan kesinleştirmektedir.

[64] Bk. Hakan Yılmaz, “Osmanlı ‘Kayı’ Menşeinin Yeni Tarihî ve Nümizmatik Kanıtları”, a.g.d., st. 29-31.

[65] New York Metropolitan Sanat Müzesi İslâm Sanatları Koleksiyonu’nda yer alan, Sultan IV. Mehmed adına düzenlenmiş 813 x 33 cm. ölçülerinde rulo şeklindeki nâdir Şecere, kurucu hükümdar ‘Osmân ve oğlu Orhan döneminde başlayan bu uzun parşömen formunda Şecere düzenletme geleneğinin XVII. yüzyıla kadar sürdürüldüğünü ilginç bir örnek teşkil edecek şekilde kanıtlar: krş. The Metropolitan Museum of Art, Collection of Islamic Art, Cod. nr.: 67.272. Müzedeki bu Şecere’nin varlığından beni haberdar eden Oktay Yılmaz’a teşekkürü borç bilirim.

[66] Bayburtlu ‘Osmân, a.g.e., s. 251, st. 11.

[67] Bayburtlu ‘Osmân, a.g.e., s. 251, st. 20.

[68] ‘Âşık Paşa-zâde, a.g.e., Giese nşr., p. 4-5; ‘Âlî Beg nşr., s. 2-3. Nitekim ‘Âşık Paşa-zâde’nin dışında, bu Şecere’den birkaç yıl önce kaleme alınan ilk Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān’ın meçhul müellifi, onları “ طوزاق : Ṭozāḳ” ya da “ طوراق : Ṭorāḳ”a kadar kısmen zikrettikten sonra gerisini “ʿalā hāẕā cedd ber-cedd” Nûh’un oğlu Yâfes’e bağlarken aynı isimleri bozuk imlâlarla benzer şekilde aktardığı gibi (Kitāb-ı Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān, Edirne Selimiye Yz. Ktp., 1189/2091, vr. 2b-3a); kısmen aynı şablon üzerine inşâ edilen Hamzavî’nin özgün kroniği (bk. F. Giese, Die Altosmanischen Anonymen Chroniken, Breslau 1922, p. 4), Oruç Beg Tārīḫ’i (F. Babinger, Die Frühosmanischen Jahrbücher des Urudsch, Hannover 1925, p. 4, st.  16-20) ve manzum Selāṭīn-nāme’sinde yalnız buradaki “yigirmi üç ata”nın isimlerini anmakla yetinen müverrih Kemâl (bk. a.g.e., İÜ Ktp. TY, nr.: 331, vr. 11b-12a); hattâ bu ata isimlerini daha mufassal bir hacimde, farklı şekillerde değiştirerek tekrarlayan Neşrî de (F. Taeschner, Ğıhānnümā: Die Altosmanische Chronik des Mevlānā Meḥemmed Neschrī, Leipzig 1951, Band I, T. Menzel nsh., s. 19, st. 3-10), doğrudan ya da dolaylı olarak Şecere’deki bu ilk özgün Soy cetvelini tâkip etmiştir.

[69] Nitekim Şecere’de özellikle Er-Ṭuġrul’un İstanbul tekfuru ve Tatarlar’la gazâya girişmesi, Sultân I. Alâeddîn Keykubâd’la yakın ilişkisi, onun tarafından büyük şehir yöneticiliğine getirilişi ve kuruluş coğrafyasının kendisine iktâ‘ olarak verilişi… yönündeki bu ve benzeri bilgilerin, zamanla yeni eklentilerle genişletilip devam ettirilmiş nâdir Arapça bir Silsile-nāme ile (bk. Silsile-nāmeʾ-i Āl-i ʿOs̱mān, Süleymâniye Ktp. Lala İsmâil, nr.: 347, vr. 28b) aynı bilgileri Türkçe olarak işleyen bir başka Şecere’de de (Şecereʾ-i Enbiyāʾ ve Mülūk ve Selāṭīn, İÜ Ktp. TY, nr.: 1441, vr. 29a; Süleymâniye Ktp. Yazma Bağışlar, nr.: 4501, s. 60) aynen tekrar edildiği görülür.

[70] Tārīḫçe’deki bu özgün bilgiler, yakında neşredeceğimiz ayrı bir makalede tarafımızdan geniş bir şekilde ele alınacaktır.

* Yukarıda belirttiğimiz üzere, bu kale; çağdaş kroniklerden Tārīḫ-i Mīr ʿOs̱mān’da Köse Mihâl’in “ گول بگى : Göl begi” olarak adlandırılmasına nazaran, onun Bithynia’daki tekfurluk üssü olan ve 703/1302’deki ilk Umûmî Sakarya Seferi öncesi ‘Osmân’la işbirliği yapması sonucu Osmanlı beylik sınırları içine dâhil kılınan: “ گول حصار : Göl-ḥiṣār” kalesi olmalıdır. Nitekim Mihal Hozes’in katıldığı ikinci akın sırasında Güney Sakarya tarafında fethettiği ve günümüzde “Kuzey-Güney Mağara kaleleri” adıyla bilinen bütünleşik iki kale kompleksinin de قلعۀ كلبكي : Göl-begi ḳalʿası” ismini taşıdığı hakkında, bk. H. Yılmaz, “Çağdaş Kaynak ve Belgeler Işığında Sakarya’nın Fethi…”, a.g.e., s. 109, dipnot: 126.

** Derkenar: “Salṭanata cülūs yılı 641 ve salṭanat mertebesindeki müddeti altmış yıldır.”

Hakan YILMAZ

Hakan YILMAZ / Araştırmacı-Yazar & Yeniçağ Tarihi Uzmanı 21 Şubat 1977’de İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde dünyaya geldi. Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı’nda başladığı Yüksek Lisans (Master) eğitimini “İbn Kemâl (Kemâl Paşa-zâde): Tārīḫ-i İbn Kemāl / VI. Defter (İnceleme-Transkripsiyon-Tıpkıbasım)” başlıklı teziyle tamamladı. Kuruluş devri Osmanlı tarihi ve Yeniçağ tarihi ile ilgili yeni bulgular ve bilimsel tartışmalara yönelik makaleleri 2004 yılından beri farklı akademik ve popüler dergilerde yayımlanmakta olup, uzmanlık alanı ile ilgili farklı sahalarda araştırma ve çalışmalarını sürdürmektedir. e-posta: [email protected] | [email protected] | [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
Hakan Yılmaz

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Tekrarsız Süslemeler

Tekrarsız Süslemeler

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 3 Aralık 2024
Sistematik Hatalar Bahçesi

Sistematik Hatalar Bahçesi

Ekrem Hayri PEKER, 3 Aralık 2024
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024
Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Atilla SAĞIM, 17 Kasım 2024