Quantcast
Kutadgu Bilig’de Ahlâk Kavramı – Belgesel Tarih

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN
Prof. Dr. Hilmi  ÖZDEN
Kutadgu Bilig’de Ahlâk Kavramı
  • 04 Nisan 2021 Pazar
  • +
  • -
  • Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN /

Loading

  1. GİRİŞ

Mehmet Akif:

“Bir de hiçbir şey gökten inmez yerden taşar
Kendi ahlakıyla bir millet ölür yahut yaşar”

mısraları ile milletlerin kendine özgü değerlerinin de var olduğunu ifade etmektedir. Evrensel gerçeklerin milletler içinde ve tarih seyrindeki farklılıkları, kavramlara yüklenen değerleri zenginleştirir. Türk kültürünün bir üst kültür (ideal kültür) sistemi olması itibariyle klasiklerimizin tanınmasında, yorumlanmasında nesillere büyük vazifeler düşmektedir. Bu millî şuurumuzu bir aşk ahlâkı heyecanıyla geliştirecek bir vazife disipliniyle fiilde ifâ edecektir. İşte o zaman milletimizin bünyesinde mevcut olan irfan ve olgunluk gün yüzüne çıkacaktır. Batı ve doğu düşünceleri içerisinde daima bir kutup yıldızı olma hüviyetini korumuş olan kültürel eserlerimiz; kendine özgü olmasının ve farklılığının yanında evrenseldirler.

Sosyolog Prof Northop; “Farklı siyasi, ekonomik, estetik ve dini ülkü veya değerleri olan kültürler, insanın ve kainatın tabiatı üstüne farklı felsefi anlayışlara dayanırlar” (75) demektedir.

Dünya toplumları arasında kendi toplumumuz kendisine ait özellikleri, dünya görüşü, hayata bakışı, estetik ve ahlâk anlayışı itibarıyla ayrı bir yer işgal eder. Onu, bir başka toplum yapısının kanuniyetleri içinde görmeye çalışmak, ilmi düşünceye ters düşen bir davranış tarzıdır. Toplumlar belirli değer anlayışlarının havasında tomurcuklanırlar, gelişirler, serpilirler ve etrafında kümelenen değer ölçülerinin kadimliği, ilmîliği, tutarlılığı ve bunlara bağlılığın sağlamlığı nisbetinde toplumlar canlıdırlar, gelişmeye ve yücelmeye namzettirler. (85) Türk düşüncesinin ve sosyal hayatının tarihi belgeleri olan Orhun Kitabeleri; Kutadgu Bilig; Atabet-ül Hakayik, Dede Korkut, Divan-ı Lügati Türk vb. gibi klasik eserlerimiz çeşitli yönleriyle işlenmeleri gerekmektedir.

Oswald Spengler, Batının bugünkü medeniyetini, bir devin omuzları üzerinde duran cüceye benzetmektedir. Zaten Rönesans’ın gerçekleşmesinde Batının İslam ve Türk-İslam âlemi ile temasa geçişinden aldığı tesiri, bugün bilmeyen, görmeyen ve tasdik etmeyen kimse kalmamıştır. Bu günkü Batı ve Doğu medeniyetlerinin temelinde kendi kültürel ve manevi değerlerimiz vardır. Bizlerde sanki aynı devin omuzlarında cüceleriz. Sosyolog Zimmerman’a göre XX’ci asırda dünya üzeride dört büyük sosyal deprem (değişme) olmuştur.

Birinci; mesafelerin kısalması, teknolojik ilerleme, manevi kültür emperyalizmini kolaylaştırmıştır.

İkincisi; sosyal sınıfların öneminde meydana gelen değişme. Aydınların ve bilim adamlarının önemini ön plana çıkarmıştır.

Üçüncüsü; kontrol ve nüfuz bölgelerinin değişmesi.

Dördüncüsü ise geçmiş medeniyetlere hayranlık psikolojisinin canlanmasıdır. Bu hayranlık köklü bir zihniyet değişikliğidir. (58) Batı ve Doğunun insanlığa hediye ettiği şaheserler tanındıkça Türk Kültürünün; üst-kültür (İdeal-Bütüncü) kimliği anlaşılacaktır.

Tarih felsefecisi ve sosyolog Sorokin “gerçeği idrak etme yolları” olarak şu tasnifi yapmaktadır. “İnsanlık, doğru, nihai gerçeklik değerlerinin mahiyeti nedir? sorusuna başlıca üç tane cevap vermiştir:

“(a) Duyumsal tanım ve duyumsal doğruluk. “Nihai, doğru gerçeklik-değeri duyumsaldır. Onun ötesinde bir başka gerçeklik veya herhangi bir başka duyumsal olmayan değer yoktur.”

(b) Kıyas ve (veya) matematik mantık aracılığı ile ulaşılan akılcı tanıma ve aklın doğruluğu, tanıma, bilgi ve doğruluğun ikinci temel türüdür.

(c) Akıl-üstü ve duyum-üstü tanıma ve düşünsel doğruluk, çok katlı sonsuzluğun, üçüncü tanıma, doğruluk ve görünüş şeklidir. Bunu dolaysız “sezgi”, “lütuf, “mistik deneyim” verir. Bu akıl-üstü ve duyum-üstü yolların hepsi ve her biri, duyum algılamasından ve duyum tanımasından olduğu kadar, akılcı, mantıkî-matematik bilgi ve doğruluktan da temelinde farklıdır. Bu tanıma ve yaratıcılık yolu, hemen bütün büyük keşiflerde, buluşlarda ve dehanın bütün kültür alanlarındaki yaratıcılığında da kendini gösterir.”

“Bu yolların her biri gerçekliğin tümünü değil; yalnızca bir bölümünü biliyordur. Bu üç tanıma bilgi yolunun hepsi birden kullanılınca ve-bu üç yol ve doğrunun herbirinin ötekileri denetlediği, düzelttiği, tamamladığı ve zenginleştirdiği- tek bir bütüncül tanıma ve doğruluk sistemi içinde birleştirince bilgimiz ve doğru gerçeklikle temasımız, öncekilere oranlanamayacak kadar daha tam ve daha yeterli olur. Böyle bir bütünleme, bize doğru gerçekliğin tek bir yanı yerine, başlıca üç yanını birden kavrama imkânı verir (75).

Sorokin’in kültürleri; maddeci, maneviyatçı ve ideal (bütüncü) kültür olarak sınıflandırması önemlidir. Sorokin yalnızca maddeci ve maneviyatçı olan kültürlerin eksik olduğunu belirtir. İdeal (bütüncü) kültür ise; maddi ve manevi değerler arasında ahenk kuran kültürdür. Aslında insan için tabii olan kültür tipidir (58). Türk kültürü, temel değerleri ve hayat felsefesi açısından Sorokin’in tanımlarından “bütüncü” kültüre uymaktadır. Tek yanlı kültürlerin zaafları ve dünya görüşü kültür tarihimizin abidevi eserlerinden Kutadgu Bilig’de görülmez.

Mitolojik devirlerden beri Türk düşüncesinde hayat ve kainat gerçeğini “bütüncü” bir yaklaşımla kucaklama gayreti görülmektedir. Tanrı/Gök/Yer/İnsanlık/Devlet algısı gibi temalar; sınıfsız, şahsiyetli, ahlâki faziletlere sahip insanlardan teşekkül etmiş bir toplumda kültürümüzü temellendirmişlerdir. Bunun için Türk düşüncesinde önemi büyük olan “insan” ve “toplum” gerçeği aynı zamanda, adil bir cemiyet düzeninin de varlığına ihtiyaç göstermiştir. Bu cemiyet düzeninde devlet ve insanın yeri, ilişkileri, ahlâki kavramlar aydınlatılmaya çalışılmalıdır.

Kutadgu Bilig’de Deontolojik (Meslek ahlâkı, mesleki davranış, görev bilim) yönden birçok meslek grupları ve bunlarla ilgili tanım ve tavsiyeler vardır. Bizim bu araştırmamız deontolojik açıdan değil ahlâk (moral) ve töre (etik) kavramlarının değerlendirilmesi olacaktır.

  1. AHLÂK KAVRAMI ve AHLÂK FELSEFESİ

Ahlâk kelimesi Arapça “hulk” (veya “huluk”) kelimesinin çoğuludur. Türkçede tekil olarak kullanılır. Hulk; din, tabiat, huy ve karakter anlamlarına da gelir. İngilizce’de ahlâk karşılığı “moral” kelimesi kullanılır. Latince’de “morale” kelimesi “adet” anlamına gelen “mores”den türetilmiştir (87).

Ethique, Yunanca “ethos”dan gelir ve karakter anlamındadır. Bazen “ethique” teorik ahlâk, moral ise, pratik ahlâk karşılığı olmak üzere felsefi litaratürde yerini almıştır. Aristotales’de etik, karakterler ilmi olarak vasıflandırılır (8).

Türkçe’de ise ahlâk kelimesi, kılk, kılık, kılınç gibi kelimelerle ifade edilir. Divan-ü Lügat-it Türk (DLT) ve Kutadgu Bilig’de (KB) kılk, kılık, kılınç’ın anlamı, ahlâk, huy, tavır, iş, amel olarak verilmektedir (89). Halk arasında “kılık, kıyafetine dikkat etmek” deyimi de geçmişte kullanılan bir kavramın bugünkü yaşayan şeklidir. Şair Yavuz Bülent Bakiler, yabancılaşmış bir insan için yazdığı mısralarında aynı deyimi kullanır:

“Kılığın kıyafetin sarmadı beni

Söylediğin türküler bizim türkümüz değil

Başka çeşmelerden doldurmuşsun tasını

Yüreğinde nakış yok, acı yok bizden.”

Yine DLT ve KB’ye göre Türkçemizdeki törü, töre kelimesi düzen, nizâm, görenek, adet, yaradılış, yaratmak, ıslah etmek (törüt) anlamlarına gelmektedir. Sadece ahlâk kelimesiyle sınırlandırılamayan töre, törü kelimesi daha geniş kapsamlıdır. Günümüzde kullanılan “moralin karşılığı KB’de “kılık (ahlâk)” olduğu gibi, “Etik” karşılığı da “töre, törü” kavramları kabul edilebilir.

Cengiz Han devletinde ise töre sözü “örf ve âdet, ahlâk prensibi ve doktrini” karşılığı olarak söylenmiştir. Çince (Tao-li) bu demektir. Yine töre sözü, Çince (Shung-i) yani “ahlâklı ve terbiyeli davranış, iyi komşuluk ve vatandaşlık” olarak da yorumlanmaktaydı. Topluluğu ve vatandaşlık ilişkilerini düzenleyen örf adetler şeklinde de kabul edilmekteydi. Yine bu çağda örf-adet anlamında kabul gören töre’nin yanında yosun sözüde (Çince Tao-li) davranış ve gelenek demektir. Yosun-Töre ahlâk ve protokol işlerini ifade etmekteydi. Radlof, Kutadgu Bilig içinde bir yeri yasun olarak okumuştur (K.B. 95,16.b.). Fakat Arat, buna yer vermemiştir (KB.2600.b.) Töre ve Yosun sözleri, Anadolu’da Kadı Burhaneddin divanı ile Türkçe Selçuknamede de geçmektedir. Eski Uygur Hukuk vesikalarında töre, Yangu ve yosun sözleri de zaman zaman hep birlikte geçer (63).

Psikolojinin ve sosyolojinin sahasına giren ahlâk tanımlarında karakter, kişilik (Şahsiyet) gibi kavramların ön planda değerlendirildiği görülür.

Ahlaki karakter veya şahsiyet diyebileceğimiz gelişmenin çocuğun hangi çağlarına karşılık geldiği başlı başına araştırma konusudur. İnsanın ahlâki davranışı onun ahlâki tutumuna yani ahlâkla ilgili bilgi ve görgülerine, his ve heyecanlarına bağlıdır. Ahlâk anlayışı, davranış ve kaideleri de bir bütündür (36).

Kohlberg ahlâki düşüncenin gelişmesini yedi aşamalı bir şekilde göstermiştir. Buna göre insanlar çocukluk çağındaki en somut ve yüzeysel ahlâk anlayışından zamanla en soyut ve derin ahlâk anlayışma ulaşırlar:

  1. aşama. Ceza (punishment) ve itaat (obedeince) yönelimi
  2. aşama. Bireysellik (individualism), amaca yönelik değiş tokuş (intrumental exchange)
  3. aşama. İyi çocuk yönetimi
  4. aşama. Yasa ve düzen (law and order) yönelimi
  5. aşama. Toplumla sözleşme (social contracts) yönelimi
  6. aşama. Evrensel ahlâk ilkeleri (universally ethical principles): Bu aşamada bireyin düşünüşünü temel ahlâk ilkeleri belirler
  7. aşama. Kutsallıktan kaynaklanan ahlâk anlayışı: Yaratıcıya duyulan sınırsız sevgi ve bağlılık anlayışı yatar (23).

Ahlâk felsefesi ilk dört aşamada terbiyenin rolünü tayin eder. Son üç aşamada ise kendi sorularıyla ahlâk ilkelerini tesbit etmeye çalışır. Aynı zamanda ahlâk felsefesi, insan nasıl olmalı veya nasıl davranmalı sorusuna cevap arayan bir disiplindir. Ahlâk felsefesi açısından ahlâka yaklaşım tarzları genelde üçe ayrılır; dinin, bilimlerin, felsefenin yaklaşımıdır. Felsefenin, dinin ve bilimin ahlâk alanında içice geçişleri söz konusudur. Her Din, özünde bir ahlâk sistemini ihtiva eder. Sosyoloji, Antropoloji, Etnoloji, Psikoloji, Sosyal Psikoloji gibi bilimlerde ahlâk hakkında görüş sunarlar.

  1. Frankena, göre; felsenin bir branşı olarak etik, ahlâk problemleri, ahlâki yargılar ve ahlâklılık hakkında felsefi bir düşüncedir (70).

Ahlâka, dinin yaklaşımı; yapılması ve yapılmaması gereken hususlar ve bunlara uyulması şeklindedir. Buna, ahlâka kural koyucu (normative) yaklaşım demek gerekmektedir. Büyük dinler ve gelenekler çoğunlukla Tanrı tarafından uyulmasını gereken ilkeleri vaaz eder.

Ahlâka bilimin yaklaşımı: Tasvir edici(tanımlayıcı) (betimleyici-descriptive) bir biçimde olmaktadır. Bilim adamı olarak sosyolog, herhangi bir toplumda ahlâklı davranışların neler olduğunu tesbit eder. Bir psikolog ve bir tarihçi de, ahlâk olgularını ele alırken tasvir etme ve genel sınıflamalara giderler.

Felsefenin ahlâka yaklaşımı; Hem kural koruyucu (normatif), hem de analitik (çözümleyici-meta-etik) bir tarzda olmaktadır (52). Frankena’nın tanımında da ahlâklılıkla ilgili üç tür düşünce vardır:

Birincisi; Descriptive (tanımlayıcı), ampirik, tarihi ya da bilimsel araştırmadır. Psikolog, sosyolog, tarihçi ve antropolog ahlâk fenomenini açıklamaya, betimlemeye, insan tabiatına ilişkin etik soruları keşfederek kural oluşturmaya yönelirler.

İkincisi; Platonun Kriton diyalogunda, Sokratesin ya da herhangi bir kimsenin doğru, iyi ve yükümlülüğün ne olduğunu sorduğunda yaptığı gibi normatif düşünce biçimidir.

Üçüncü olarak çözümleyici, eleştirel, analitik (meta-etik) diyebileceğimiz düşünce türüdür. Ahlâki doğru veya iyinin anlamı nedir? Etik ve diğer yargıları nasıl temellendirilir ve geçerli kılınabilir? Ahlâki olan ve olmayan arasındaki ayırım? Sorumlu ve özgür kelimesinin anlamı nedir? Kısaca meta-etik, normatif etik yargılar üzerinde bir üst dildir (70).

Felsefe, ahlâk teorileri geliştirir, ahlâk ilkelerinin tahlilini yapar. Analitik felsefe geleneği, tabii olarak filozofların görüşleri arasında farklılık arz eder. Platon, Aristo, Kant gibi sistem sahibi filozoflar, birer ahlâk teorisi geliştirerek ahlâki olaylanrı değerlendirmişler, ahlâki iyi ve kötüyü tayin eden belirli prensipler koymuşlar; genel geçer ahlâk ilkeleri tespit edip, bu ilkelerin doğruluğunu göstermek üzere akli deliller getirmişlerdir.

3- AHLÂK GÖRÜŞLERİ

3.1 Sokrates’in Ahlâk Görüsü

Sokrates görevinin, insanları fazilet ve bilgelik peşinde yürümeye ikna etmek olduğunu söyler. Fazilet ve bilgi de aynı şeydir. Kötü davranış bilgisizlikten kaynaklanır. Yanlış davranış istemeyerek yapılır. Sokratesin ahlâk felsefesinde insan hayatının gayesi mutluluğu elde etmektir (2,33).

3.2. Platon’nun (Eflatun) Ahlâk Görüsü:

Platon’un ahlâk anlayışı insanın en yüksek iyiyi (Summum bonum) elde etmeye yöneliktir. En yüksek iyinin elde edilmesi de insana gerçek mutluluğu sağlar. Bu anlamda Platon’un ahlâk felsefesi, eudaemonist (mutluluk) karekterlidir. Şahsiyet gelişmesinde ruhun doğru tarzda eğitilmesini ve genel ahengi belirtir. “Philebos” diyalogunda Platon, insan için bilgesiz hazzı veya hazsız bilgeliği kimse istemez. O halde haz ve bilgelik, herkesin özlediği üstün bir iyilik değildir. Mutluluk, faziletli yaşamakla elde edilir. Bu da “Tanrı’ya elden geldiği kadar benzemekle ” olur.

Fazilet’de ruhun iç düzeni, sağlığından ve uyumlu olmasında kaynaklanır. Platon’a göre faziletin ve devletin dört esası vardır: Bilgelik (wisdom), yiğitlik (cesaret-courage), ölçülülük (temperance), doğruluk (adalet- justice). Fert olarak mutluluğun ancak cemiyette ve bununda devlette oluşacağına inanır. Gaye bütün devletlerde elden geldiğince büyük bir mutluluk sağlamaktır.

3.3. Aristotales’in Ahlâk Görüsü:

Aristo’nun ahlâk anlayışının da eudaemonist karaakterde olduğu görülür (Nicomaches Ethices). Her sanat ve her araştırmanın, aynı şekilde her eylem ve tercihin, bir iyiyi arzuladığı düşünülür. Bir gaye olarak arzulanan bu iyilik: “mutluluk”tur. Gayeci olan Aristo, insan için iyiyi temin eden fiil (action) ile ilgilenir. Bu sebeple iyi “her şeyin yöneldiği şey” dir. Her fiilin kendisi için aranan bir gayesi vardır”. İnsan için bu nihai gayenin ne olduğunu ve bunu araştıracak disiplini ortaya koymaya çalışır. İnsan için bu nihai iyi (gaye), muayyen ahlâki kanaatlerin (moral opinions) dikkatli bir mukayesesi ile elde edilir. İnsan fiilleri sahasında, determinizm yoktur. Ahlâk prensipleri, matematik prensipler gibi kesin değildir. İnsan için iyi’nin (gaye) mutluluk olduğunu belirtirken bunun “hayat tarzı” olduğunu söyler. Platon’daki “iyi ideası’nı (öncesiz-sonrasız, zaman ve mekâna bağlı olmayan) kabul etmeyen Aristo’ya göre: bir şeye hem cevher hem nitelik, hem görelilik bakımından iyi denebilir. Aristo için tek bir iyi ideası olamaz ve iyinin iki özelliği vardır:

1-Kendisi gaye olan bir şey olmalıdır.

2-İnsanı tatmin etmek konusunda kendi kendine yetmelidir. Ayrıca Aristo iyiyi; dış iyiler, ruhla ve bedenle ilgili olanlar olmak üzere üçe ayırır.

Aristo’da faziletler:

1-Düşünce faziletleri (intellectual virtues-bilgelik, doğru hüküm verme)

2-Karekter ve ahlâk faziletleri (moral virtues-cömertlik ve ölçülülük) Karekter fazileti alışkanlık ile elde edilmiş insandaki bir istidat veya huy

(disposition)dur. Fazileti kazanılmasında haz ve elemde önemli rol oynar. Aristo’ya göre, faziletli insan dürüst davranışlarda bulunmaktan haz duyar, haz ve elemler arasında nasıl tercih yapacağını bilir. Ayrıca fazilet, tercihlerimizde “orta yolda olma” (mean) huyudur. Akıllı insan ahlâki feraset (moral insight) sahibidir. Aristo ruhun ilmi yetisinin faziletine, “teorik bilgelik” (theroetical wisdon) adını verir. Teorik bilgelik “delilleri ile bir şeyi ispat etme istidadı ile” dorudan doğruya kavrayan akıl (intuitive reason)’ın birliğidir. Yani tüme varım (induction) ve kıyas (syllagism) ile elde edilen bilgi yani doğrudan doğruya kavranan bilginin bütünüdür.

Ruhun düşünüp karar veren yetisinin faziletleri ise “doğru bir kural yardımı ile bir şeyden meydana getirme istidadı” ile pratik bilgelikten ibarettir. Pratik bilgelik ise, insan için iyi olan davranışda bulunma istidadır. Pratik bilgelikde, “basiret” (prudence) önemli bir rol oynar. Basiret, tercih edilen bir gaye için uygun olan ortayı bulma kabiliyetidir.

Mutluluk ise, fazilete uygun bir faaliyet olduğuna göre, onun en yüksek fazilete uygun faaliyet olarak anlaşılması mantıkidir. En yüksek fazilet ise, bizdeki en iyi şeyin fazileti olacaktır. Bizdeki en iyi, en değerli şey ise akıldır. Mutluluk aklın faziletine uygun bir faaliyettir. Bu faaliyetin “derin düşünmek karakteri” (contemplative charecter) vardır. Çünkü “derin düşünmek” (contemplation) faaliyetin en yüksek ve en devamlı şeklidir.

Ahlâki faaliyet, sadece ruh ve bedenden mürekkep insana, en iyi hayatı tesis eder. Fakat insanda “nous” adı verilen ilahi bir unsur (divine element) vardır; ne olarak isimlendirilirse isimlendirilsin onun mahiyeti, bizi yönetmek ve varlık üzerindeki düşünmeyi şerefli ve ilahi kılmaktadır. Hakikatin kendisine aşikâr göründüğü bu akli kavrayış anında insan, Tanrı’ya mahsus bir hayatı yaşar ve kendine yeten mükemmel bir mutluluğa ulaşır. “Nous” insandaki Tanrı veya Tanrı’ya en çok benzeyen şeydir. Nous’un bedende bulunması kaptanın gemide bulunmasına benzemektedir.

İnsanda akıl, değişebilir insan fiilleri ve “doğru olan ortayı” gösterir. Teorik yönüyle ahlâki ilk prensipleri tespit eder, pratik yönüyle de bunların özel durumlara nasıl tatbik edileceğim gösterir (2,8,30,33,52).

3.4. Konfücyüs’ün Ahlâk görüşü:

Lun-yü (Konfüçyüs’ün konuşmaları), Konfüçyüs’ün öğrencileri ile yaptığı konuşmaları içinde toplayan Konfüçyonistlerin birinci derecede kullandıkları bir el kitabı ve Çin’in önemli felsefe eserlerinden biridir. Bu kitapta devlet yönetimi, ahlâk prensipleri, sosyal düzen, din törenleri sonra ideal bir insanın ve toplumun nasıl olması gerektiği muayyen terimler içinde anlatılmıştır.

Konfuçyüs (M.Ö.551-479) Chou Hanedanı zamanın da (M.Ö. 1050-247) yaşamış hanedan mensubu bir bilgin, devlet adamı, reformcu, ahlâkçı ve büyük bir öğretmendi. W.Eberhard, Çin Tarihi’nde; Chou Hanedanının Türk menşelî olduklarını ileri sürmektedir. Türkçe “Tanrı” (Terğri) kelimesi, Çin diline Ti’en olarak alınmıştır. Choular zamanında devlet geliştikçe yerli unsurlarla karışan Bozkır Türk kültürü Çin’de yayılmış ve bu iki kültürün kaynaşmasında gerçek Çin medeniyeti ve Çin topluluğunun esasları kurulmuştur.

Konfüçyüs öğretiminde “Li”ye çok önem verilir. “Li”nin karekterleri işleyen, davranışları yöneten bir araç olduğunu açıklamıştır. Ona göre, nezaket Li ile kaynaşmazsa adi bir jest olur. Cesaret “Li” ile uyuşmazsa ihtilalî ruh doğar. Samimiyet “Li” ile bağdaşmazsa küstahlık meydana gelir. Nihayet erdemi olmayan bir kimsenin “Li” ile ilgisi yoktur. Hsiao terimine gelince: iki türlü Hsiao vardır. Birincisi fiziki “Hsiao” yani, anaya babaya yardım. Diğeri Kutsal “Hsiao”, Ana baba yaşadığı müddetçe onlara maddi refah sağlamaktan başka, onların isteklerini yerine getirmek, onları kötü olan şeylerden korumak demektir. “Hsiao” genel olarak bütün erdemlerin kökü göğün yolu ve insanın bir görevidir.

“Jen terimi”: Esas olarak bu ahlâkın köküdür. Fakat bu terim Lun-yü’de, insanların bir birine karşı gösterdikleri nazik duyguları, sevgi ve erdemi, iyilik severliği, iyiliği ve prensip sahip insanı içine almaktadır. “Te” (erdem) ile aynı anlama gelmektedir.

Tao terimi: Konfuçyüs felsefesinin merkezidir. Bu kelime Konfüçyüs’den önce “yol, yönetmek, davranmak ve anlamak” anlamlarına gelmiştir. Bu anlamlara ilaveten ona göre Tao; fertlerin, devletin izlemesi gereken ideal yoldur. Bu erdemi, adaleti, nezaketi, samimiyeti ve saygıyı da içine almaktadır. Müzik ve “Li”ye sıkıca bağlıdır. Halk Tao’ya sahip olursa gereken şekilde yönetilecek ve ahlâk prensipleri de yer yüzüne hâkim olacaktır.

Ti’en terimi: Chou Hanedanı zamanın da (M.Ö. 1050-247) Tanrısal kuvveti temsil eden, Ti’en idi. Maddi ve ilahi gök için Ti’en kullanılmıştır.

O’na göre Ti’en, gökte oturan, fena hükümdarları cezalandıran, yeni hanedanlar kuran ve erdemlileri mükafatlandıran ataların kollektif adı değildi. Ti’en, kişisel olmayan ahlâki bir kuvvet, en yüce varlık ve doğanın düzeni ve kendisi idi. Böylece “Tien” her şeyin üstünde bir varlık, yaratıcı (Allah) idi.

Tien-ming terimi: Üstün varlığın iradesi, mukaddesat. Kader olarak kabul edilmekteydi.

Chun-tau terimi; Ona göre ideal bir insan akıllı, cesur, nazik, müzik ve törenlere bağlı, haris olmayan mütevazî bir insandır.

Shıh terimi: Bir centilmen gibi davranan erdemli dürüst insandır.

Konfuçyüs Lün-yü’de (Konuşmalarında) halktan insanları ele alarak, onların yetiştirilmesini, saadet ve refaha kavuşmalarını istemiştir. O, bilgiyi sadece bilgi için edinmemiş buna ahlâk ve devlet meseleleriyle ilgili çalışmalarında ve öğretiminde mihrak noktası yapmıştır. Bununla, ızdırap içinde olan dünyayı saadet ve refaha kavuşturacak bir yol bulmaya çalışmıştır (55,69).

3.5. Farabi’nin Ahlâk Görüşü:

Farabi’ye göre “ilk Varlık”dan gelen, birleştirici ve bağlayıcı bir güce sahip olan sevgi için, insanın önce “ilk Varlığı” tanıması gerekir. Çünkü, Allah hem seven ve hem de sevilen (el-Aşık ve’l-Maşuk) dur.

Farabi, Fadıl Devletin insanlarını birbirine bağlayan adaletle sevgiyi devletin menşei için önemli iki faktör olarak görür. İnsan iradesine bağlı olmayan sevgi “Fıtri Sevgi”dir ve üçe ayrılır:

1-Fikir ve davranış faziletlerinin müşterekliğinden doğan sevgi

2-Menfaatlerden doğan sevgi

3-Fazilet ve menfaatde müştereklik olunca, ahlâk arasında “Haz” doğar (Haz sevgisi).

Sevgi’nin kurduğu devleti, adalet devam ettirecektir. Farabi’ye göre, insanın var oluşunun amacı, en üstün saadeti (=es-Saadetu’l-Kusva) elde etmektir. Fadıl devlette vatandaşların sadece saadete erişmek gayesi ile yardımlaştıkları devlettir. Saadet en büyük hayırdır. Ya da en büyük hayr saadettir.

Hayrın en üstününe ve olgunluğunun doruğuna, şehirden ufak topluluklarda ulaşılamaz, ancak devleti olan bir toplulukda ulaşılır. Bu sebeple, saadete ulaşmak gayesi ile kurulan bir topluluk, bütün şehirleri saadete ulaşmak maksadı ile elele vererek çalışan milletler de Fadıl (faziletli) Millet, bütün milletleri bu uğurda çalışan Dünyada Fadıl dünyadır.

Farabi, siyasi bir teşkilatlanma ile saadete ulaşılacağını izah ederken, Sokrat, Eflatun ve Aristotales’in de kendisi ile aynı fikri paylaştığını ifade etmektedir.

Saadet, filozofa göre hem saadet hem gaye olmaktadır. İslâm dünyasında, ahlâk sahasındaki sistemleşme; Farabi sayesinde olmuştur. Psikolojiyi ahlâka, ahlâkı siyasete ve nihayet faal akıl vasıtasıyla siyaseti metafiziğe en tutarlı şekilde bağlayan Farabi’dir.

Farabi’nin fazilet ve saadetle ilgili görüşleri bir ok İslâm filozofu üzerinde etkili olmuştur (9,18).

3.6   İbn-i Sina’nın Ahlâk Görüşü:

İbn-i Sina ahlâka dair ayrı bir kitap yazmamıştır. Fakat eserlerinden her birinde ahlâka ait bölümler ayırmıştır.

İbn-i Sina’nın ahlâk ve saadet ile ilgili iki risalesi vardır. Fakat o, esas konusu olan nefis (ego) ve nefsin bekası meselesine temas ettiği her yerde ahlâki kemâl üzerinde durmuştur. Saadet nedir ? sorusunda rasyoneldi. Sokrat, Eflatun ve Aristo’nun görüşlerine itibar eder. Sokrata göre saadetin temeli düşünce, Eflatun’a göre ilmi ve faal düşünceye, Aristo da bilindiği gibi teorik ve pratik erdeme önem verir. Bilmek değil uygulamakta gerekir. Ahlâkta İbn-i Sina bu üç isimden Aristo’ya daha yakındır (9,83).

İbn-i Sina’ya göre başlıca fazilet ve ahlâk esasları şunlardır: iffet, şecaat, hikmet, adalet, cömertlik, kanaat, sabır, kerem, yumuşaklık, yılmamazlık, sadakat, vefa, utanma, sır saklamak, sözünde durma, tevazu.

O akılcı ve çok açık bir ahlâk felsefesine sahiptir, bu alandaki görüşlerine akli tasavvuf da denilmiştir. Ahlâki davranışlara ve faziletlere erişmek için bazı ilkeler tespit etmiştir:

-Nefsin isteklerine uymamak

-Gazap, şehvet, tamah, hırs, korku, eseri ortaya çıkabilecek davranışları engellemek

-Yalandan kesinlikle uzaklaşmak

-İnsanlara iyilik yapmak, iyileri sevmek, kötüleri doğrultmak ve fena işlerden menetmektir (4)

3.7.   Gazali’nin Ahlâk Görüşü:

Gazali’ye göre ahlâk’a ulaşmak için öncelikle kesin bilgi’ye ulaşmak gerekir. Bu yol da büyük sûfilerin yoludur. Gazali, adi bilgi ile “irfan”ı (gnosis) ayırmaktadır.

Gazali “Saadet Kimyası” adlı eserinde nefs (ego) veya ruh sorusunu ele almaktadır. Birincisi kalıptır ki, beden de deriz. İkincisi kendisini iç gözü ile bilen kalptir.

“Hakikata ulaşmak ancak rütbeden, maldan yüz çevirmek, insanı yüksek gayelerden alıkoyan ilgilerden kaçmakla tamamen olabilir.”

Gazali hakikat öncesi halini tenkit ederken “öğretimdeki niyetinin Allah rızası için olmadığını görünce, bunun mevkii, şan ve şeref arzusunda olduğunu anladım ve uçurumun kenarından indim” demektedir.

Pascal’ın Penseeslerde “Allahsız insanın sefaleti” bahsini hatırlatan Gazali, adeta Kant’ın “Ahlâk metafiziğinde”ki sözlerin hazırlayıcısıdır. Fakat Kant’ın imperatif categorical (kesin buyruk) ile Gazali’nin hakikati arasında büyük fark vardır. Gazali ile Kant’ın ruhun ölmezliği ve akılla imanı uzlaştırma çabalarının gereksizliğine inanmaları diğer filozoflardan ayrılan ve birbirlerine yaklaşan yönleridir. Gazali’ye göre Ahlâk, hedefi tasavvuf veya birliğe ulaşmak olan bir hazırlıktır. Esas hedef kalp ve hakikat noktasına ulaşmadır. Kalbini bilmeyen Tanrı’yı da bilemez (1,28,82,83).

3.8.   I. Kant’ın Ahlâk Görüşü:

Kant’ın Ahlâk felsefesindeki çıkış noktası insanın Ahlâki bir varlık olduğudur. İnsan Ahlâklı olmaya mecbur bir varlıktır. Onu, mutluluğa layık kılanda yine ahlâklılıktır. Ahlâki sahada kendilerine göre hüküm verdiğimiz temel prensiplerin kaynağını Kant, pratik akılda bulur. Pratik akıl, aklı işleyişidir. Tek ve aynı olan bir akıl vardır fakat tatbikatta (teorik ve pratik olmak üzere) ikiye ayrılır.

Kant Pratik Aklın Eleştirisinde ana basamaklarla şunları belirler:

-İnsan mutlu olmaya layık bir varlıktır.

-Fakat insanın iradesi tabiatta olup bitenlerin sebebi değildir, bu yüzden o, kendi iradesinin ilkeleri ile tabiat arasında bir uzlaşma sağlayacak güçte değildir

-O halde ne ahlâk konusunda ne de tabiatta; ahlâklılıkla mutluluk arasında bağ kurmaya yarayan bir temel vardır.

-Buna rağmen, en yüksek iyi kavramında böyle bir bağın kurulması zorunluluğu, bu iyinin kazanılması için çaba harcamamızı isteyen buyrukta “postulat” olarak vardır.

-Öyle ise, en yüksek iyi (summum bonum)’un gerçekleşmesi mümkün olmalıdır.

-Bu durumda, bu gerçekleşme için yeterli olabilen bir sebebin de postulat olarak konulması gerekir.

-Böyle bir sebep bilgi ve iradeye dayanarak faaliyet gösteren bir yaratıcı olmalıdır. İşte bu varlık Tanrı’dır (10).

Tanrı’nın varlığını nazari bakımdan ispati gerekmeyen bir postulat olarak koyan ahlâk delili, Kant’a göre, bizi bir “pratik çıkmazdan” kurtarır. Bir an için Tanrı’nın olmadığını düşünelim, bu taktirde:

-En yüksek iyinin gerçekleşmesini düşünemeyiz

-O zaman, mümkün olamayan bir şeyi gerçekleştirmek ahlâki vazifemiz olamaz; çünkü “yapmalıyım” “yapabilirimi” içerir

-En yüksek iyiden vazgeçersek, ahlâki otonomluğa rağmen ahlâk kanununa göre hareket etmemiz tehlikeye girer.

-Oysa bu kanuna uymadığım taktirde pratik bir çıkmaza girer ve kendim kendi gözümde alçalmış olurum

-O halde, en yüksek iyinin gerçekleşmesini temin edecek varlığın, yani Tanrı’nın varlığını inkâr etmemeliyim.

Kant’a göre en yüksek iyinin (yani Ahlâklılıkla mutluluğun birleşme halinin) gerçekleşmesi için iki postulatın ortaya konması gerekir: Tanrının varlığı ve ölümsüzlük “iyi isteme” sadece kendinde iyi (good in it self) olan bir isteme kavramıdır. Ona göre Ahlâki şuurun en bariz özelliği olan vazife kavramıdır. “Sırf vazifeden dolayı (for the sake of duty) harekete geçen bir isteme” iyi istemedir. Vazife, Ahlâk kanununa saygıdan dolayı davranmak anlamına gelir. Ahlâk kanununun esas karakteri ise, evrensel olmasıdır. Buradaki evrensellik (universality) fizik kanunların evrenselliği gibidir (10,45,52,72).

Kant’a göre Tanrı’nın varlığını bir bilgi meselesi olarak alan görüşler yanılmaktadır. Kant, Ahlâk yoluyla Tanrı’nın varlığını temellendirmeye çalışır. Kant da isteme kavramı belirli bir kanun fikrine uygun bir şekilde davranışta bulunmak üzere belirleme yetisidir “insanlığa her defasında, kendi şahsında olduğu kadar başka herkesin şahsında da sırf araç olarak değil aynı zaman da gaye olarak davranacak biçimde hareket et”. İnsanın istemesi, evrensel bağlayıcı olarak Ahlâk kanununun kaynağıdır (istemenin otonomluğu prensibi-autonomy of the will-). İstemenin otonomluğu; Ahlâklılığın en yüksek ilkesi, bütün Ahlâk yasalarının ve bu yasalara uygun ödevlerin tek prensibidir. İstemenin bağımlılığı (heteronomy of the will) ise Ahlâklılığın sahte bütün prensiplerinin kaynağı, yükümlülük ilkesine ve istemenin Ahlâklılığına karşıdır (45,52).

Ahlâki kanun koyucu akıl sahibi, isteme veya pratik akıl fikri ile birleşen, kendi başlarına gaye olarak akıl sahibi varlıklar fikri; bizi, “gayeler krallığı” (kingdom of ends) kavramına götürür. Kant, krallık ile çeşitli akıl sahibi varlıkların ortak kanunlar vasıtasıyla kurulan sistematik birliğini anlar. Saf pratik akla sahip Ahlâki bir şahsiyet olan insan kendi kendini idare eden, kendi Ahlâk kurallarını kendi koyan hür bir faildir. Ahlâk kanunu, bütün akıl sahibi varlıklar için genel geçer kesin bir buyruk halini alır. Kant’ta, Aristo gibi en yüksek önemi akıla vermiştir. Kant’ın Ahlâk felsefesinin merkezinde Tanrı değil, pratik aklın kumanda ettiği insan bulunmaktadır (10,45,52,72).

  1. YUSUF HAS HACİB (1017-1077) ve KUTADGU BİLİG

İslâmi Türk edebiyatını (eseri elimize geçebilen) ilk yazarı Yusuf Has Hacib’dir. Yusuf MS. XI. asır başlarında Türkistan’da Balasagun şehrinde doğmuştur. Bu şehir Karahanlılar devrinin sayılı medeniyet merkezlerindendi. Yusuf Has Hacib, iyi tahsil görmüş, bilgiye kıymet veren, iyi düşünen, iyi yazan, aydın bir ilim, fikir ve sanat adamıydı. 1069-1070 yıllarında Yusuf, Doğu Karahanlılar Devletinin hükümet merkezi Kaşgar’da bulunuyordu. Balasagunda yazmaya başladığı eserini, üzerinde on sekiz ay çalışarak, Kaşgar’da tamamlamış ve 1070 yılında Karahanlı hükümdarlarından Tabgaç Buğra Karahan’a sunmuştur. Aydın hükümdar, bu eseri takdirle karşılamış ve mükafat olarak Has Hacib’lik (baş danışmanlık) rütbesini vermiştir.

Kutadgu Bilig, “kutlu, mesut, mutlu olma bilgisi” insana her iki dünyada, tam manası ile, saadete ermek için takip edilecek yolu gösteren bir eserdir. Birbirine çok sıkı bir şekilde bağlı bulunan fert, cemiyet ve devlet hayatının ideal bir şekilde tanzim edilmesinde gerekli olan zihniyet, bilgi ve faziletlerin nelerden ibaret olduğunu gösterir. “Yusuf, bu eseri ile insan hayatının manasını tahlil ve onun cemiyet, dolayısı ile devlet içindeki vazifelerini tayin eden bir felsefe, bir hayat felsefesi sistemi kurmuştur”.

Kutadgu Bilig’in yazılışında karşılıklı konuşma tarzı kullanılmıştır. Bu konuşmalarla maddi ve manevi saadet yolları araştırılırken dört temel şahıs eserde konuşturulur (5,6,13,14). Bunlar, adaleti, saadeti, aklı, kanaat ve akıbeti temsil eden şahsiyetlerdir. Bunlardan; Töre=adalet, Gündoğdu isimli bir hükümdardır. Kut=saadet, Ay-Toldu adında bir vezirdir. Öke=Akıl, Ögdülmüş adında Ay-Toldu’nun oğlu olan sonraki vezirdir. İrfan=Kanaat ve akıbet, Odgurmuş adında bir zahittir. Ögdülmüş’ün akrabasıdır. Bunlardan başka eserde Ay-Toldu’nun Hacib ile buluşmasını temin eden Küsemiş, huzura kabulü sağlayan Hacib, arada hizmet gören oğlan, haber getiren Yumuş’cu ve zahidin yanında çalışan Kumaru’da az olmakla beraber bulunan şahsiyetlerdir. Küsemiş arzu ve özlemi. Kumara vasiyet (miras-öğüt)’i temsil eder.

Eserde Töre’nin, Güneş (Gündoğdu) ile, Kut’un Ay (Ay-Toldu) ile temsil edildiği görülmektedir. Ayın ışığını güneşten aldığını bilen Yusuf, Töre’nin güneş gibi ışık kaynağı olduğunu belirtir. “Töre’nin tabiatı güneş gibidir, küçülmez daima bir ve bütündür, parlaklığı aynıdır. Parlaklığını adaletten alır (KB.2789.b)”. “Tabiatı, alimler tarafından aya benzetilen Kut” (KB.730,b,) ise ışığını Töre’den alır, görünür hale gelmesini Töre’ye borçludur. Eserde Gündoğdu, en çok aklı temsil eden Ögdülmüş ile konuşmaktadır, Ögdülmüş; Ay-Toldu’nun oğludur; aslı, soyu ile Ay-Toldu’ya mensuptur. Odgurmuş da Ögdülmüş’ün yakın akrabasıdır. Görüldüğü gibi insanlarla sembolleştirilmiş kavramlar eserde bir hayat felsefesini anlatmaktadır.

Kut kazanma bilgisi olan Kutadgu Bilig, bir bakıma baştan sona Töre’nin (yasa-ahlâk) zuhur tarzı, hükümleri ve dayandığı temel prensipleri anlatan bir eser hüviyetindedir. Eserde devamlı sorulan, soran Töre istediği cevapları; Kut, akıl ve irfandan alır. Akıl ve irfan eserde Kut’dan gelmektedir. Töre’nin tanımlanmasını ise akıl ve irfan yapmaktadır. KB.’de Ahlâki değerler, hukuk, devlet, sosyal ve ekonomik hayata ait kavramlar görülmektedir. Devleti yöneten insanların erdemli (faziletli) kişilerden seçilmiş olması gerekliliği eserde dikkat çekmektedir. Böylece bir çeşit yeteneklilerin (meritokrasi) yönetimi diyebileceğimiz modelde görülmektedir.

Orhun Yazıtlarındaki Bilge Kaan, Bilge Vezir Tonyokuk imajı da eski Türklerde yönetenlerin vasıflarını özetlemesi açısından kayda değerdir. Tonyokuk Anıtlarında; Türk Hakanının millet yolunda “gece uyumadan, gündüz oturmadan” çalışması gerekir (31). Kutadgu Bilig’de de “hükümdarlık da esas olan millete hizmet idi” “hizmet etmekle kul bey olur” denmektedir.

Türk dünyasının kültürel birliğinin de şahidi olan Kutadgu Bilig’in bir nüshası, yazıldığı tarihden 400 yıl geçtikden sonra Batı Türk Devleti olan Osmanlılardan Fatih Sultan Mehmet Han’a 1474′ de sunulmuştur. Kutadgu Bilig’i Anadolu’ya getiren Fenerizade Kadı Ali, Anadolu’dan ilim tahsili için gittiği Türkistan’ın Herat, Buhara ve Semerkand şehirlerinde ilmini tamamladıktan sonra İstanbul’a dönmüş ve Bursa Medresesine, Müderrislikle görevlendirilmişti. Fenerizade Kadı Ali, Tokat’da bulunan Kutadgu Bilig’in İstanbula getirilmesini sağlamış ve eser Fatih’in önde gelen yöneticilerinden Şeyhzade Abdurrezzak Bahş’ıya teslim edilmiştir (5,13,19).

Kutadgu Bilig’in yapısı ve içindekiler:

Kutadgu Bilig mesnevi şekli ile yazılmış manzum bir eserdir. Eserin sonunda kaside şeklinde söylenmiş, 124 beyit tutarında üç parça ve metin içinde yeri geldikçe söylenmiş 173 dörtlük vardır. Tamamı 6645 beyittir. Sonradan ilave edildiği düşünülen 77 beyit bu sayıya dahil değildir.

Kutadgu Bilig, önce Tanrı övgüsünde bir münacatla başlar. Sonra Peygamber’in medhini söyler. Bunu dört sahabenin övgüsü takip eder. Dördüncü bölümde, parlak bahar mevsimi’nin ve hükümdar Buğra Han’ın tasviri ve medhi vardır.

Bundan sonra yedi yıldız ve on iki burç hakkında; bilgi’ye, akıl’a dair, dilin meziyeti, kusuru, faydası ve zararı hakkında bahisler sıralanır.

Kitap yazarının, kendinden sonrakilere bir söz bırakmak emelinden, iyilik etmenin faydalarından, bilgi ve aklın meziyetlerinden, kitabın adından, içindeki timsâli şahsiyetlerden bahsedildikten sonra, asıl vak’aya geçilir.

Gündoğdu isimli, bilgili, faziletli, âdil bir hükümdar vardır. Ay-Told’ı adında, fâzıl ve zeki bir adam, uzaktan medhini işittiği hükümdar Gündoğdu’nun hizmetinde bulunmak ister. Bir yolunu bularak onun veziri olur. Sözü, sohbeti, aklı ve bilgisi hükümdar tarafından çok beğenilen ve sevilen bu adamla hükümdar arasında hayat, devlet ve idare problemlerine ait bahisler konuşulur; saadet, adalet, söz ve sözün faydası gibi mevzular üzerinde durulur. Söz arasında Ay-Told’ının saadet, Gündoğdu’nun da adalet olduğu anlaşılır. Fakat her saadet gibi Ay-Told’ının da ömrü uzun olamaz. Vezir, hastalanır ve ölür. Ölümden önce, oğlu Ögdülmüş’e öğütler verir: “Allah’a inan; onun emirlerine uy, iyi ve doğru ol!” gibi öğütlerini sebepleri ve hikmetleriyle birlikte söyler. Hükümdara da bir vasiyetname bırakarak devleti ve halkı nasıl ve ne türlü bir adaletle idare edeceği hakkında bilgiler verir,

O, birçok iyilikler edip servetini fakirlere dağıtıp bu dünyadan gidince, hükümdar, bu ölçüde asil ve fazıl, ikinci bir insanın yine onun neslinden geleceği düşüncesiyle bu sefer aynı hizmete Ay-Told’ının oğlu Öğdülmiş’i çağırır.

Onunla sohbetler tertipler: Akıl hakkında, bilgi hakkında, gönül zevki, göz zevki, bağlılık, adalet, cömertlik ve siyaset hakkında konuşurlar. “Hükümdarın çevresindeki insanların iyi veya kötü olması hükümdara bağlıdır. Hükümdarlar kötü olmadıkça yanlarında kötü kimseler toplanamaz” gibi hükümlere varırlar. Bir hükümdarın veziri, kumandam, ulu hacibi ne türlü insanlar olmalıdır? Elçi, kapıcı, katip, hazinedar hatta aşçı başı, içkici başı gibi vazifeliler kimlerden olmalıdır? gibi, hep devlet ve idare işlerine ait bahisler konuşurlar.

Hükümdar:

“-Ey Ögdülmüş ! Seni bulmak bana bir Tanrı lütfudur. Zulme mani olmam, mülkte adaleti kurmam ve her türlü iyilik için sen sebep oldun. Fakat sen de teksin. Bir gün seni de kaybedebilirim. Halbuki memleket işlerinde faydalı olacak insanlara ihtiyacım var, böyle birini nasıl bulurum? diye danışır, Ögdülmüş de Odgurmış adlı, çok bilgili ve hakim bir akrabası olduğunu ve onun hükümdara büyük faydası olacağını söyler.

Ancak Odgurmış, dünya heves ve gösterişlerinden sıyrılmış, kendini ebedi alem’in ve büyük akibet’in cazibesine vermiş, olgun bir zahid olmuştur.

Bu sebeple Odgurmış’la Ögdülmiş ve hükümdar arasında bazen yüzyüze bazen mektuplaşarak din ve dünya münazaraları yapılır. Odgurmış dünya nimeti istemez. Eserin bu bölümü İslâm imanının, İslâm tefekkürünün hatta İslâm tasavvufunun derin bilgi, inanış ve düşünüş unsurlarıyla işlenir. Anlaşılır ki dünyanın din adamına da dünya adamına da ihtiyacı vardır. Her iki sınıf insanda vazifelerini kavrayıp iyi davranırlarsa insanların hem dünya hem ahiret saadetleri temin edilmiş olur.

Bu arada yine muaşeret adabına, terbiyeye dair görüşler yapılır. Hizmet erbabına, halka, alim, şair, hekim, efsuncu ve müneccimlere nasıl davranılacağı mevzularıyla; çiftçiler, hayvan yetiştirenler, başka sanatçılar ve fakirler üzerinde konuşulur; her birine nasıl davranmak gerektiği düşünülür. Nasıl evlenilecek? Çocuklar nasıl terbiye edilecek? Bunlar görüşülür.

Neticede hükümdar, Odgurmış’ın dünya işlerine karışmayıp kendi köşesinde ibadetle meşgul oluşundaki hikmeti anlar ve onu haklı bulur. Çünkü hükümdarda “Hiç şüphe yok ki ebedi dünya bize doğru yaklaşmaktadır” inancındadır. Odgurmış hükümdara, onun hükümdarlık vazifeleri ve milletine karşı muameleleri hakkında baştan sona medeni, vicdani, insani duygular, öyle bilgiler ve düşüncelerle dolu öğütler verir.

Hükümdarla Ögdülmiş, Odgurmış’ın dünya bakımından hâkim, ahiret bakımından ruhani şahsiyeti karşısında onsuz yapamayacaklarını anlayarak onu tekrar aradıkları zaman ise, Odgurmış’ın büyük akıbet’e ulaştığını öğrenirler (5,13,14,88).

  1. KUTADGU BİLİG’İN FELSEFİ KAYNAKLARI

5.1. Türk Mitolojisi

Yusuf Has Hacib, Yaradılış ve Türeyiş efsanelerinden itibaren mitolojideki kavramları eserinde kullanmıştır. Örnek olarak; Türkler akıllı kimselerin akıllarını büyük denizlere benzetirlerdi. Çok akıllı ve bilgili insanlara “aklı deniz gibi” (aklı tengiz) demek onların adetlerinden biriydi. “Bilgi denizi deyimi” Kutadgu Bilig’de “biligligke bolgay, biligdin tengiz” (bu kitap bilgili için, bir bilgi denizi olacak) denmektedir. B. Ögel, Orta Asya mitolojisindeki deniz fikrinin Yunan, Hint, İran mitolojilerinden farklı olduğunu söyler. Türk mitolojisinde sonsuz deniz her şeyin başlangıcıdır.

Eski Türkler Adem’e Yalnguk, insan oğlunada yalnguk-oğlu derlerdi. Göktürk Yazıtlarında da kişi oğlu tanımı geçmekde ve Tanrı’nın kıymetli varlığı olduğu belirtilmektedir (Gök ve yer yaratıldığında kişi oğlu yaratılmış). Kutadgu Bilig’de Yalnguk-oğlu olarak geçen kelime DLT’de de görülmektedir. Eski Türkçedeki Tükel kişi ise insan-ı kamil’i anlatmaktaydı. Kutadgu Bilig Türkçe’nin yeni kültürler karşısında sarsılmadan eski inançları şahsiyetli bir şekilde bağdaştırma çabasınında örneğidir (63, 64).

5.2. Türk Tarihi ve Kültürü

Yusuf Has Hacib olması gereken bir şekilde Türk Tarihine vakıf bir düşünürdür. Kutadgu Bilig’de; Türk folkloru, atasözleri, dil, sanat ve medeniyete ait kavramlar kültürel zenginlik içinde sunulur. Eseree eski Türk büyüklerinin vecizelerinin alındığı görülür.

İl ve kend beyi ne diyor dinle (216.b)

İl erkini (Karluk Kül erkini) ne diyor dinle (4752.b.)

Bilgili Çiğil beyi ne diyor dinle (3491.b.)

Böke yapgusu (Karluk beyi) ne diyor dinle (5403.b.)

Her türlü işe aklı eren Yağma beyi ne diyor dinle (4947.b.)

Ötüken beyi çok iyi söylemiş, sözlerin iyisini sana dili ile ulaştırmış (2682.b.)

Bunlar ve benzeri sözlerde tarih şuurunu ve bilgisini izlediğimiz Yusuf; tarihi kaynakları eserinde nasıl değerlendirdiğini göstermektedir. Orhun yazıtlarında geçen Ötüken ülkesi Göktürk ve Uygurlarda kutsallığı olan bir yerdir. Türk kahramanları arasında gösterdiği Alp Er Tunga (M.Ö.7. y.y.)’yı ise övmekte faziletinden bahsetmektedir: “Eğer dikkat edersen görürsün ki, dünya beyleri arasında en iyi beyler Türk beyleridir. Bu Türk beyleri arasında adı meşhur ve ikbali ayan beyan olanı Tonga Alp Er idi. O yüksek bilgiye ve çok faziletlere sahip idi, bilgili, anlayışlı ve halkın seçkini idi” (276.b-278.b) (89).

En eski Türk destanlarından Oğuz destanında baş şahsiyetinin Alp Er Tunga olduğu tahmin edilmektedir. DLT’de bu şahsiyet hakkında şiirler bulunmaktadır. Kutadgu Bilig, Yazıcıoğlu Selçuknamesi, Dedem Korkut kitabı Alp Er Tonga’yı millî-tarihî hafıza vasıtasıyla bu günlere taşımıştır.

Kutadgu Bilig Türk dili ve Türk sosyal hayatını kendisine kaynak edinmiş ve eserde Türkçe hassasiyetle korunmuştur. İlk defa Uygur harfleri ile yazılan bu eserde yabancı kelimeler (Arapça, Farsça) %4′ü geçmemektedir (57).

5.3. Eski Türk Dini

Yusuf Has Hacib değerli bir Müslümandır. Bununla beraber İslâm’la çelişmeyen eski Türk dininin kavramlarını eserinde kullanmıştır. Eserde Allah adı yerine Tanrı, İdi, Bayat, Ugan gibi kelimeler sıklıkla geçer. Adeta eski Türk dininde İslâm’daki Esma-ül Hüsna’ya karşılık gelen kavramları kullanmaktadır. Mengü Tengri (Ebedi Tanrı), Mungsuz Tengri (Varlığı kendisinden başka hiçbir şeye istinat etmeyen ihtiyaçsız varlık-kiyam bi nefsihi sıfatı).

Ay erklig (irade) ugan (kudret) mengü mungsuz bayat (6.b.)

Yaratsa yaratmasa erklik bayat (3358.b.)

Törütgen İdi (yaratıcı sahip türeten Mevla) (124.b.)

Tanrıdan kut almak (Er Rahman-nimetler veren)

Bağırsak Tengri (Merhametli, şevkatli Tanrı) (4777.b.)

Tüzün Tengri (Halim, asil). Küsüş (aziz değerli) Tanrı (1155.b.)

Könilik, adalet (El-hakem), süzülmüş can (El-latif) (1518-1538.b.)

İgidgen Tann (Besleyen, yetiştiren El-Mukit)(124.b.)

Tanuk (Eş şehit, her yerde hazır) (5.b.), Tengri ögdisin aymak (El-hamid, övülen) (l-33.b.)

Bayatıg ölüş ögdü kıldı sena (1256.b.) (77).

5.4.   İslâm Dini

Yusuf Has Hacib, eserine Besmele ile başlar. “Hamd, şükür, minnet ve sonsuz medih o büyüklük sahibi ve tam kudretli padişah olan Tanrı azze ve celleye mahsusdur.” sözleri ile devam eder.

Bayat atı birle sözük başladım

Törütgen igidgen keçürgen İd’im.

(Allah adıyla söze başladım, O yaratan, yetiştiren ve göçüren Rabbimdir) gibi mısralar Yusuf’un islâmı çok iyi özümlediğinin göstergesidir. Kutadgu Bilig üzerine yapılan bir çalışmada (46) Kur’an ayetleri ve hadislerle beyitler karşılaştırılmış böylece Yusuf’un kaynaklarında İslâm’ın yeri de tesbit edilmiştir. Örneğin:

KB.3729.b.,3901.b.; Nahl sr. 40. ayet, KB. 4452.b,4453.b.; araf sr. 199. ayet, KB.3649.b., 3674.b.,5122.b.; Zümer sr. 53. ayet, KB. 5927.b.,5930.b.; Enam sr. 32. ayet, Ankebut sr. 64. ayet, Muhammed sr. 36. ayet, Hadid sr. 20. ayet ve daha birçok ayetin beyitlerle ilgisi çok nettir (15,46).

Manasını hadislerden alan beyitlerde mevcuttur. KB.388.b.’de “Sevgili Resulün yolu beni selamete götürecektir; O Resul bizzat bana şefaat etsin diyen Yusuf hadislerden de faydalanmıştır (46).

Maturidi Akaidi: Semerkantlı Türk din bilgini Maturidi (M.S.862-944)’nin itikat düşüncesi Türklerin, dini, ahlâki hayatlarında derin izler oluşturmuştur. Bugün Türklerin çoğunluğunun, itikadî mezhepte uydukları, yolundan gittikleri bir alimdir. İslâm’ın örfe verdiği değer çerçevesinde, Töre’nin getirdikleri ile İmam Maturidi’nin Tevhid ve Ahlâk görüşü tasavvuf erbabını ve Türkleri etkilemiştir. İslâm dininin ilkelerini akılcı ve ilmi bir şekilde açıklayıp sistemleştiren Maturidi Yusuf’u da yönlendirmiştir. Ahlâk teorisinde, akıl iyinin kötünün, güzelin ve çirkinin kendisi ile kavrandığı bir ölçüdür (41,52). Maturidi’nin Ahlâki değerleri hiçbir halde değişmeyenler ile şartlara ve durumlara göre değişenler olmak üzere iki kısma ayırıp, bunlara getirdiği izah tarzı, bizde; onun Ahlâki değerler arasında mutlak (absolute) ve göreli (relatif) olanlar olmak üzere bir ayırıma gittiği kanaatini uyandırmaktadır. Mutlak Ahlâki değerler, Allah’ın iradesinden bağımsız objektif bir var oluşa sahiptirler ve akıl ile kavranırlar. Şart ve durumlara göre değişen göreli Ahlâki değerler ise, akıl ile değil Allah’ın emir ve yasakları ile belirlenmektedir. Aklen göreli olan bu değerler vahiy ile görelilikten kurtulmakda ve mutlak bir değer karakteri kazanmaktadır (11,52,65).

Maturidi’ye göre, din tevhiddir (birliktir). Bütün semavi dinlerin özleri ve asılları birlik ilkesidir. Ahlâki bilgi yönüyle akıl ile nakil arasında vazgeçilmez iş birliği vardır ve aklın tespit ettiği şeyler, nakil ile teyid edilip yerleşik hale getirilmektedir. Akla gerekli önemi veren Maturidi; aklın, din ve inanmada bu “olmazsa olmaz niteliğindeki” temel fonksiyonundan dolayı akıldan din diye de söz etmiştir (52,65). Kutadgu Bilig’deki, Ögdülmüşe verilen önem aklın yerini tespit açısından dikkate değerdir. Ögdülmüş’in “varlığı varsa insan, akıl ve bilgiyi bulur her türlü iyilik yapmaya muktedir olur” (3980.b.) “Faziletin bir adıda bilgi ve akıldır ” (1679.b.) gibi sözleri Yusuf’un bakışını yansıtır hatta Ögdülmüş kavramı akıl ve övülmüş (Muhammed) anlamlarına gelmesi de akıl ve din yaklaşımının Maturidi çizgisini Kutadgu Bilig’de göstermektedir.

  1.   KUTADGU BİLİG’DE TEMEL KAVRAMLAR

Yusuf Has Hacib kitabın adını dört esas kavram (şey-neng) olan Gün-Toğdu, Ay-Toldu, Ögdülmüş ve Odgurmuş’u açıkladığı beyitlerde (350.b-358.b.) söze şu şekilde başlar:

Kitab atı urdum Kutadgu Bilig Kutadsu okıglıga tutsu elig

(Kitabın adını Kutadgu Bilig koydum, okuyana kutlu olsun ve ona yol göstersin)

Sözüm sözdedim men bitidim bitig Sunup iki ajunnı tutku elig

(Ben sözümü söyledim ve kitabımı yazdrnı, bu kitap uzanıp her iki dünyayı tutan bir eldir)

Kişi iki ajunnı tutsa kutun Kutadmış bolur bu sözüm çın bütün

(İnsan her iki dünyayı devletle elinde tutarsa mesut olur, bu sözüm doğru ve dürüsttür)

Bu kün togdı ilig tidim söz başı Yörügin ayağın ay edgü kişi

(Önce gün doğdu hükümdardan bahsettim ey iyi insan bunu izah edeyim) Basa aydım emdi bu ay toldmı Anmgın yanıyor ıduk kut küni

(Sonra ay toldıdan söz açtim, mübarek saadet güneşi onunla parlar) Bu kün togdu tigli törü ol koni bu ay toldı tigh kut ol kör anı

(Bugün doğdu dediğim doğrudan doruya törüdür, ay toldu ise kut (saadet) tür)

Basa aydım emdi kör Ögdülmişig Ukuş ati ol bu betüdür kişig

(Bundan sonra ögdülmüşü anlattım, o aklın adıdır ve insanı yükseltir) Anıngda basası bu odgurmış ol Munu akıbet tip özüm yörmiş ol

(Ondan sonrakisi Odgurmuştur, onu ben akıbet olarak aldım) Bu tört neng öze sözledim men sözüg Okısa açılgay yitig kıl közüğ

(Ben sözü bu dört şey üzerine söyledim, okursan anlaşılır iyice dikkat et)

Görüldüğü gibi Yusuf kitabın anlaşılması için temel kavramların anlamını vermiştir. Değerlendirmelerde bu kavramların göz önünde bulundurulmasıyla Kutadgu Bilig’in devlet ve Ahlâk felsefesi kavranabilir.

6.1.   Kün Togdı = Töre

Gün togdu kelimesi parlak güneş (dolun güneş) demektir. Güneşin tabii yapısına benzetilen törenin yerine konulmuştur. Gün togdu=hakan=töre=güneş sembolleri içinde değerlendirilir (350.b.-355.b) Gün togdu ifadelerindeki güneş=töre benzetmesi; “benim tabiatımda ona benzer, adalet ile doludur ve hiç bir vakit eksilmez” “ikincisi güneş doğar ve bu dünya aydılanır; aydınlığım bütün halka eriştirir, kendinden bir şey eksilmez” “üçüncüsü bu güneş doğunca, yere sıcaklık gelir o zaman binlerce renkli çiçekler açılır” “benim bu törem hangi memlekete erişirse, o memleket baştan başa kayalık dahi olsa, hep düzene girer” (826.b.-830.b.). Törenin fonksiyonunda “memleket te bir kimse bir gece aç kalırsa, onu Tanrı sana soracaktır gözünü aç” (5163.b.-5166.b.) “bak, benim tabiatım yana yatmaz adildir; eğer doğru eğrilirse (koni eğri bolsa) kıyamet kopar” (808.b.) (13,14,16).

Gün togdu’nun şahsında sembolleşen töre daha ziyade “kanun” olarak değerlendirilmiştir. Halbuki sadace kanun anlamına gelmediği çeşitli beyitlerde görülmektedir.”Nizam, düzen” anlamları da töreyi karşılamaya yeterli olmamaktadır. Orhun abidelerinde “itmek” kelimesi “düzen” olarak geçmektedir. “Kanun” “yasa” anlamını K.B.’de “öngdi” kelimesi de karşılar:

Ajun öngdisi bu telimde beru

Isız edgu erter nece yıllara

(Bu dünyanm çok eski bir kanunudur; kötülük veya iyilik ne kadar uzun sürerse sürsün bir gün geçer) (6344.b).

Töre (törü) kelimesinin ahlâk prensibi anlamına geldiği de (63) unutulmamalıdır. Onun bu yönü ele alındığında Gün togdu’nun şahsındaki törenin bir diğer anlamı Ahlâk felsefesi açısında değerli olacaktır. Örf, adet, yasa. Ahlâk vb. zengin anlamlar içinde töre hem normativ hem de analitiktir.

16-17. y.y. halk şairimiz Pir Sultan:

“Pir Sultanım katı yüksek uçarsın

Selamsız, sabahsız gelir geçersin

Aşk-u muhabbetten niçin kaçarsın

Böylemidir ilinizin türesi.” derken törenin çeşitli anlamını mısralarında vurgulamaktadır (3). Töre kelimesi (törü), Tanrı ‘nın törütgen sıfatıylada ilgilidir. Tanrı törütgendir (1242-1243.b.). Törümek: “türemek, meydana gelmek”, törütmek ise: türetmek, yaratmak (Halık=törütgen) demekdir. ” Tanrı kadirdir (ogan), adildir (köni), gerçek töreyi koyan O’dur”. “Törü”‘yü “Törütgen Tengri” koymaktadır. Bu ifadeler Törü ve Tanrı arasındaki ilişkiyi anlatmaktadır.

“Ajunka apa inmişinde berü

Ukuşluk uru keldi edgü törü”

(Adem’in dünya ya indiğinden beri iyi töre daima anlayışlı insanlar tarafından vaz’edilmiştir) (219.b.). Bu beyitde iyi töre vurgulanmaktadır. Beylerde töre koyarlar ama iyi töre koymak ancak ilgili beylerin harcıdır (252.b.). “Gönlün tamamen inandığı kimseyi kendine ayna edin; kendini görebilmek için onu daima karşında bulundur (5618.b.). Gün togdu akıl ve irfanı kendine ayna edinir. Ögdülmüşe (akıl) karşı “sen benim parlak güneşimsin ben şimdi kusurlarımı senin sayende görüyorum” (5616.b.). Odgurmuşa (irfan) karşı “bana öğüt ve nasihat ver, ona göre hareket edeyim; sözün saadet getirsin ve ben gerçekten ruhumu tasviye edeyim” (5117.b.). Bu sözlerde törenin zamanla analiz edilerek değişebileceğini göstermektedir. Töre’deki bu değişkenlik onu meta-etik kavramına yaklaştırmaktadır. Bu törenin normativ etik yargılan yanında, daha eleştirel, çözümleyici yönünü de gösterir.

6.2.   Ay Toldı = Kut

Aydoldı, KB.’de Kut’un sembohdir. Aydoldı eserde halktan birisi olan Küsemiş (özleyiş-talep) vasıtasıyla Gündoğdu’nun, huzuruna ulaşır (KB.502.b.). Kut ile Töre’nin özleyiş tarafından birleştirmesi’de dikkat çekicidir.

Gündoğdu kendisine “Sen kimsin adın nedir, nereden geliyorsun, memleketin neresidir (KB.583) deyince Ay-doldı; “Benim adımı ve tabiatımı bögü’ler aya benzetirier. Bundan dolayı bilgili kişi bana Aydoldı adını vermiştir” der (KB 748. b).

Kut, Töre’nin (Gündoğdı-hükümdar) veziridir. Saadet (mutluluk), devlet, uğur, baht, talih anlamlarına gelmektedir (DLT,KB.).

Ay’a benzetilmesi yönüyle; “Ay doğarken küçüktür, giderek büyür, yükselir; dolunay olunca dünyayı aydınlatır ve dünya halkı ondan ışık alır (KB:731-732.b.).

“Ay gibi daima yer değiştirir, ne yapsan bir yere ısınamaz” (KB743.b.). “Kut’un tabiatı karasızdır, gelince emniyet hissine kapılmak yanlıştır”

(KB.666.b.).

“Kut, aslında göç atı gibidir, göçer gider; onu bulunduğu yerde tutan kök alçak gönüllülüktür” (KB.745.b.). Kut aynı zamanda Tanrı ihsanıdır. Kut’un yükselten Tanrı ‘dır.

“Törünttüg mini sen kötürdüng kutun

Yazuklug kulung men tapugsuz otun”

(Beni yarattm ve Kut’unu yükselttin; ben senin günahkâr asi bir kulunum

(KB.1258.b.).

“Bayat kimke kılsa inayet basat

Anınğ boldı ajun boh birdi kut”

(Tanrı kime inayet ve yardım ederse, dünya onun olur ve o Kut’a kavuşur) (KB.6192.b.).

Kut, kötülük, yıpranmışlık ve eskilikten kaçar (KB.685).

Kut’a vurmak isteyen kendisi vurulur, onu ezmek kendini ezmektir (KB.678-679.b.) ifadesi Kut’un insandaki “asli cevher” olduğunu anlatır bir nevi insanın otonom kudretir (Türkolog G.Doerfer)(16).

Kut’un vasfi, tabiatı hizmet etmek, şiarı adalettir (Könilük)(KB 589- 590.b.).

Aydoldı, Güntogduya (Kut, Töre’ye)

“Sen herkesin hizmetine layıksın; layık olana hizmet edilirse Kut kapısı açıhr (KB 945. b.). Töre’ye hizmet. Kut kazanma sebebidir.

“Bu Kut’a inanma; elinden gelirse iyilik et, bil ki. Kut bugün sende ise yarın başkasındadır”

Kut kavramını sadece mutluluk sekimde düşündüğümüzde ödemonist bir karekter KB’de görülür. Eski Türkler’de “Kutlug devleti” (Saadet devleti. Mübarek devlet) gibi anlamlara gelir. Fakat sadece mutluluk (saadet) anlamıyla değerlendiremediğimiz için Kut’da ilahi lütuf söz konusudur (favour), iyi kader (good fate)dir. Salt talih ve raslantı (Fortune) değildir, Çince’den Türkçe’ye çevrilmiş eski Türk kitaplarında ise Kut, Çince (fu) ve (chi-hsiang) sözleri ile karşılanmıştır,

Kut’u güçlendirmek için Kutlug Kut denmiştir. “Ne kutlu bir Kut, o er için iyi adı” (Ne kutlu kut ol erke edgü adı) (KB456,b), Ululuk bulma, (Kut gelirse, insanı kutadur) (KB,682.b,) söz konusudur.

Kutluluğu: Alplik (Yiğitlik), Erdem (fazilet) ve bilgi destekler, Ayrıca Kutluluk doğuştan gelen değil hizmetle gelen bir unvandır (63),

“Ey devlet sahibi sen Kut’unun devamını istersen, onu devamı müddetince sen de iyilik etmekde devam et”

“Sana beylik ve büyüklük erişirse, bu devlet içinde saç ve sakalının ağarması için kendini küçük tut ve mütevazı ol” (KB,549-552, b,), “Kut, güler yüzlü ve tatlı dilli olanı sever, ona gelir” (KB,6095,b,),

Kut’u yerinde tutan vasıflar için şunlar söylenir: “Ay-toldı dedi:

Beni bulan kimse mütevazı tabiatlı, alçak gönüllü ve tatlı dilli olmalıdır. Kendini gözetmeli ve hiç bir zaman ifrata gitmemeli, kötü ve çirkin işlere yaklaşmamalıdır.

Toplanmış olan malı yerine sarfetmeli, hayatını, işini tavır ve hareketini düzenlemelidir.

Kendinden büyüğe saygı göstermeli, kendinden küçüğe rıfk ve şefkatle muamele etmelidir.

Kibir ve gururu ile başkalarını incitmemeli, kendisini küçüklerin eğlence ve tahakkümüne bırakmamalıdır (KB.702-707.b.).”

Kut sözü Orta Asya’dan Anadolu’ya gelirken Kut-kıv şekline dönüşmüştür. Kıvanmak, kıvatmak gibi, hatta DLT’da kuw=kut, saadet anlamına gelir. Dede Korkut’ta kıvanayım. Yunus Emre’de “kıvanur” ifadeleri yer almaktadır.

Türk edebiyatının zengin örneklerinde kullanılan kut, kutlu mübarek (ulvi) anlamında şiirlerimizde görülmektedir.

“Gideriz simurga biz divaneler

Kutlu olsun baykuşa viraneler” (Man.Ty. XIV. yy).

“Gelin görün bu düğünü kutlu edin ayu günü

Tanrı yüzü bir görünür konur anı devlet bunu (Velet XIII-XIVy.y.).

“Kut kavramı töre, hakan ve Tanrı ile de içiçedir.”

Gündogdı (töre), Odgurmış’a (irfan’a)

Manga öt eng bir tutunsu özüm

Kutadsu sözüng çın süzülsü özüm (KB.5117.b.)

“Bana öğüt ve nasihat ver, ona göre hareket edeyim; sözün (beni kutlulandırsın) ve ben gerçekten ruhumu tasfiye edeyim” diyor. İrfan özelliği, Odgurmış’ın hakimiyetini sağlamaktadır. Onda hikmet ve Tanrı bilgisi vardır. Töre’nin irfan vasıtasıyla özünü temizlemesi ve bu temizlenmenin “kutlanmak” manasını taşıması, Kutadgu Bilig’de geçen “iyi töre-kötü” ikiliğimde açığa kavuşturmaktadır. İrfan, kötü töreyi böylece “süzmekte”, kutlamakta, yani onu asıl vadisine döndürmektedir. “Kutlu Töre” “iyi töredir” (13,14,16,89).

6.3.   Ögdülmüş = Akıl

Ögdülmüş, Kut’un remzi, Ay-toldu’nun oğludur (KB:1158-1159.b.). “Ey Ögdülmüş, akıl sahibi bilgili insanlar seni methetmiştir. Akıllı birisi lazım olursa sen aklın (Ukuş: anlayış) kendisisin, bilgili biri gerekirse sen bilginin kendisisin” (KB.3061-3062.b.).

Gündoğdu (töre) Ögdülmüş’e “sen benim gözüm, dilim ve elimsin ey yiğit; ben bu sayeden iyi nam kazandın” (KB.3125b.) demektedir. Ögdülmüş’e göre aklın yeri başta ve beyindedir (KB.1836.b.). Aklın hareketi doğru (adil:köni), itibarı büyüktür. Şekli güzel ve daima dinçtir. Güzelliklere geçit veren akıldır. Halim, selim, sakin, şefkat dolu bir gönüldür. Fayda ondan öğrenilir. Keskin gözlü ve uzak görüşlüdür. Akıl bir meşaledir; köre göz, vücuda can ve dilsize söz dür (KB 1850-65 b).

Aklın hareketi ihtiyar, kendisi gençtir. Küçüklüğü sevimli, ihtiyarlığı sakin, kendisi halim, alçak gönüllü ve çok faydalıdır (KB.1870-1871.b.). Zarafet ve sukunet aklın vasfıdır. Akılsız kimseler at sürüleri gibidirler (KB.585.b.) akılsız kişiler ölüdürler, ancak akıl sahipleri diri sayılabilir (KB.1839.b.).

“Kut gelirse herkese yaraşır, fakat akıllı insanlara daha çok yakışır” (KB.1707.b.). DLT’de ög: öğmek, sena etmek; ögdi: dua etmek; öge: çok akıllı, yaşlı kimse, şeref, saygı gibi anlamlara gelmektedir. DLT’de us “hayrı şerden ayırt ediş” seviyesinde bir akıl iken; öge: töre koyacak seviyede bir aklı temsil etmektedir.

Ögdülmüş, akıbetini ve aslını arayan bir aklı canlandırır. Akıbeti, irfanı temsil eden Odgurmuş ise Ögdülmüş’ün kardeşi veya akrabasıdır. Türk edebiyatında “ussu geldi başına nider. Elin tutar Yusuf’u alır gider” (Y.Şeyd.XIILy.y.) gibi ifadelerdeki us, sıradan aklı anlatan sözlerdir. Ög ise daha ziyade zihinsel aklı tarif eder.

“Yoğ idi şek her giz öğünde bile

Kim kızıl ok şekli ayrıksı ola” (Man.Tayır. XIV.y.y.) (3).

“Geldük imdi imdi nice olur yürü gökle ey siraç

Nice zail olur anda uslar öğle ey siraç” (Muham.XV.y.y.).

“Us” ve “ög” arasındaki derece farklılığı bize, İslâmiyette karşımıza çıkan akılın akl-ı maaş ve akl-ı maad derecelerini hatırlatır. Akl-ı maaş basit meseleleri iyi-kötü ayırımı yapar. Akl-ı maad ise, meselelerin aslını arayan akıbetini düşünen ve hikmetle meşgul olan akıl seviyesinin adıdır (14).

Ögdülmüş kelimesine Kutadgu bilig’de yaklaşık 2010 beyit düşmesi Yusuf un bu kavrama verdiği önemi de göstermektedir. Ögdülmüş’ün ağızından söylenen beyitlerin bütün eserin 1/3′ünü teşkil etmesi bu şahsiyetin (kavramın) mihver oluşundandır. Başlangıçdaki Gündoğdu-Aytoldu konuşmaları dışında her bahis onunla ilgili ve ona bağlıdır. O, mükemmel bir devlet adamını canlandırır. Yusuf’dan 3 asır sonra Nevai’de, 3,5 asır sonrada Babür’de yaşayan örnek bir insan tipidir (24).

1487-1491. beyitlerde vezir Aytoldu ölürken oğlu Öğdülmüş’ü hükümdarın (Gündoğdu-Töre) vasiliğine bırakır. Hükümdar ile konuşmalarında Ögdülmüş bilgedir. Bayat (Tanrı) doğuştan aklı verse o maya olur (KB.lSlS.b).

Küçükken bilig öğrenir, büyüdükten sonra arzularına nail olur. Öğrendikçe bilig artar (KB:1827.b.), fakat akıl öğrenme ile olmaz; Bayat’tan vergi olacak ve tabiatla girecek ki akıl (ukuş) olsun (KB.!828.b.). Akıl bin faziletin başıdır”. Akıllı kişi herkesten daha büyüktür (KB.1829.b.). Akılsız kimseye kişi dememelidir. İnsana amelinin doğru, işinin ölçülü olması için köstek olur; merhametli Tanrı, seçmiş olduğu kulunun tabiatını ve dilini ukuş ile bağlamıştır KB. 1838.b.).

“Bağırsak bayat kör ödürmüş kulun

Kişedi okuş birle kılkın (tabiat. Ahlâk) tilin”

Ukuşsuz (akılsız) kimse ölüdür, ukuşlu ise canlı; karanlık evde akıl bir meşaledir, insanı ışıklandırır. Bütün iyilikler akıldan gelir, bilgi ile insan büyür: bu ikisi bilig (bilgi) ve ukuş beraber olursa insan doğru yolu bulur.

“Ukuş kayda bolsa argan bar yapış” (akıl nerede ise, sen git oraya yapış) (1870.b.). Ögdülmüş Ötüken Beyi’nin ağzında Gündoğdu’ya: önce kılınç (hareket, amel), kılık (tabiat) sonra ög (akıl), sukunet, gözü tokluk, aç gözlülükten kaçınmak, haya gibi faziletleri över (KB.1948-1963.b.). Bunlardan başka törü ve saklık (ihtiyatlılık) (KB.2015.b.) gibi faziletlerde gerekir.

“Kamuk ed güge bolsa elgi uzun

Uvutluk (haya) silik hem kılınçı tüzün” (KB: 1965.b).

“İki neng turum ilke bagı beki

Bin saklık ol bin töri il kökı” (KB.2015.b.).

Edebiyatımızda:

“Süheyl ol dediğini etti vü ol

Aracuga vardı gözetirdi yol

Kim olmaya kişi sataşu gele

Gerek saklığım ile olan hele”(Süh.XIV.y.y.) (3).

DLT’de; sagu=ölçek, sagula=ölçeklemek olarak belirtirken KB’de ise saklık=ölçülülük (ihtiyatlılık) anlamında değerlendirilmiştir. Haya (iffet) anlamına gelen uvut ise İslâmi Ahlâk felsefelerinin hepsinde bulunmaktadır. Faziletlerin asılları belirtilirken “hikmet, adalet, iffet, şecaat” özellikle geleneksel felsefemizde mevcuttur (Farabi, İbn-i Sina, Gazzali, Kınalı Zade Ali Efendi).

Antik çağ filozoflarında iffet ve secaat Türk İslâm filozoflarında olduğu kadar belirgin değildir. DLT’de uwut: haya, ar olarak verilir. “Itka uğut atsa oldang yemez=köpeğe utanma atılsa (verilse) mestin altını yemez” (48).

  1. Çağatay, Prof. Benzing’in Ögdülmüş ismine verilen “akıl” anlamının yerine öğdü “tıkdi; övme” anlamını verdiğini belirtir. Burada ögdül “mükafat”, “ödül” olabileceği, Ögdülmüş’ün Muhammed (hamd edilmiş) adının karşılığı olmasından dil bakımında bir engel yoktur demektedir (24). Bize göre bu; akıl ile Muhammed kavramlarının da çelişmediğinden kaynaklanır. Çünkü İslâmi terminolojide ilk yaratılan akıl ve bununda Nur-u Muhammedi olduğu bilinmektedir.

6.4. Odgumuş = Akıbet = İrfan

KB’deki temel şahsiyet ve kavramlardan Odgurmuş; Yusuf’a göre “akıbet’i” temsil eder (KB357.b.). “O, Gündoğdu (töre) ve Ögdülmüş (akıl)’ı kendisine bağlayıp, sözünün üstüne söz koydurtmamaktadır” Odgurmuş ile Ögdülmüş arasındaki yakınlığı ifade için “gönüldeş” (KB.3299,6077.b.) kullanılmıştır.

Kelime itibarı ile “Odgurmuş”, Odgır=uyandır fiilinden yapılmış bir isimdir. Bu kavram “uyarıcı, gerçekleri gösterip gaflet uykusundan uyandıran, irşad eden” gibi manaları düşündürmektedir. DLT’de “uyarıcı” vasfinı taşıyan kimsenin “dilediğine eren” kişi olduğu kayıtlıdır:

“Bandı közüm yaruku

Kanda erinç kanıkı

Aldı özüm konuku

Emdi udhın udhgarur”

(Gözümün nuru gitti, canımı aldı. Nerede o dileğine eren? şimdi beni uykudan uyandırır).

Ut (ud): haya, ar, hicap, edep, utanç anlamlarına da geldiğini düşündüğümüz udhgaru (Odgurmuş) kavramını böylece daha detaylı algılayabiliriz. Edebiyatımızda “Ud gider zelihadan açar başın. Yusuf a karşı akıtır göz yaşın.” (Y.Şeyd. XIII. y.y.) (3).

Ögdülmüş, Odgurmuş’u tarif ederken: “O çok geniş bilgilidir. Her türlü erdemin sahibidir. Sakmuk (takva ehli) ve uyanık (odug) bir kimsedir. Her işi yapar. Kılınçı (yaratılış, tabiat. Ahlâk) koni (adil) ve adı Odgurmuş’dur. O her iyiliğe el vurmuştur” der (KB.3145-3147.b,).

Ögdülmüş, Odgurmuş’a:

“Seningde turur çın meningde oyun

Oyun kaldı çınka birür men boyun”

(Hakikat sendedir, benimki ise oyundur; hakikate boyun eğiyor ve bırakıyorum) (KB 4877.b.) sözleri aklın Odgurmuş’un temsil ettiği manaya teslim olmasıdır. Zaten gerçek akıl, hakikati arayan ve bulunca teslim olan akıldır.

Gündogdu’ya göre de O “gerçek bir kamil insandır” (KB.3858.b.). “Yana aydı ilig ay Ögdülmüş’e kadaşıng (kardeşin= Odgurmuş) tükel (kamil) kişi ermişe”.

Kâmil akıllıdır (KB.3907.b.). Tanrı’nın (Bayat’ın) bütün faziletlerini zatında toplamıştır (KB.SlOl.b). Odgurmuş hakikat ehli bir kişidir (KB. 4803.b.).

Odgurmuş töre vazeder. Gündoğduya öğütler verir: sen her vakit doğrulukla hüküm et (KB.5285.b.), doğru ol, doğruluk üzere hüküm et (KB.5170.b.), gurur etme (KB.5174.b.), ihsanda bulunurken acele et, cezalandırmada yavaş hareket et (KB.5218.b.), akıllı kimseleri yakın tut (KB.5229.b.), dedikoducu kimseyi uzak tut (KB.5303.b.), açgözlüye mevki verme (KB.5305.b.), gayret et, akıl ile deva ve hevesi zapt ve rapt altına al (KB.5403.b.), sözün faydası, işittiğin sözü işe tatbik etmekte ve böylece kendini doğru yola yöneltmektedir (KB.5434.b.). Odgurmuş’a göre törenin temel kaidesinin hikmet olduğu bu öğütlerden anlaşılmaktadır. Tevazu da Odgurmuş’un başlıca faziletlerindendir (KB.5104-5113.b.).

Odgurmuş’un bazı yazarlarca Budizm’in tesirinde bir kişilik olarak belirtilmesi tartışmaya açıkdır (24). Fakat zahidane tutumu da Ögdülmüş’e şu sözleri söyletmiştir: “Bütün dünya halkı kasaba ve şehirleri bırakıp, büyük yük yüklenerek kalkıp dağlara çekilseydi dünya bozulur, her taraf boş kalır ve insan oğullarının nesli kesilirdi (KB.3652-53.b.). Odgurmuş Ögdülmüş’e halk içinde hizmetine devam etmesi konusundaki tavsiyeleri Odgurmuş’un da halka hizmeti önemsediğini gösterir: “Memleket bu gün senden çok istifade görmektedir; bu faydaya halel gelirse, yerini lanet ve beddua alır” (KB:5726.b.) (14,24,89).

Mücerret bir kişilği olan Odgurmuş’un tavırlarmı yadırgamamak gerekir. Vermiş olduğu öğütler onun bilgelik ve kâmil (tükel) yönünün delilleridir. O, Oğuz Destanındaki Irkıl Ata, Cengiz’in Gökçesi, Fatih’in Akşemseddin’i keyfiyetinde bir şahsiyeti temsil etmektedir.

  1.   KUTADGU BİLİG’DE GENEL AHLÂKİ KAVRAMLAR

Türkler, yaradılış ve insan tabiatına büyük önem vermişlerdir. Onlara göre her insan, doğuştan kendine öz bir karakter ile kişiliğini gösterir. Bilindiği gibi karaktere eski Türkler kılk derlerdi. KB’de kılk itig sözü “Allah’ın özenerek yarattığı”, bir kimse demektir. Kılıg silig ise temiz karakter demektir. Kılk, tüz, uysal ve doğru bir kimsedir. Kılk’ın ahlâk kavramı olarak yıllarca yaşaması, insanın özü ve karakterinin iyi olması arzulanmaktadır. Bu insan “Halka iyilik” eder. Yaptığı iyiliği başına kakmaz. Kendi yararını (öz asgın) istemez, başkalarına yardım eder. (KB.856-857.b.) Görüldüğü gibi ahlâk, her insanın sosyal hayatla olan ilişkisine göre ölçülüyordu. Ahlâki karakteri kötü kişiye, kılığı kötüdür, (isiz) deniyordu.

Yine yaradılış ve yaradış ifadesi KB’de Tanrı ‘nın Törütgen sıfatı ile ilgilidir. “Törütgen idi”

“Bayat atı birle sözüg başladım

Törütgen igidgen keçürgen idim”

(Tanrı adı ile söze başladım; O yaratan, yetiştiren ve göçüren rabbimdir) (KB.124.b.)

Törütgen sıfatı Tanrı ‘nın Töre koyucu. Törenin nizamını tanzim edişini de çağrıştırmaktadır.

Kılk ve Törü kavramları bu noktada birbirine yaklaşmaktadır. Nizam ve ahlâk’ın Tanrı ‘ya bağlı olması ve Töre’de insanlık fikrinin (üniversellik) yer alması da dikkat çekicidir. “Töre güneşi bütün insanlara ulaşmalı bütün cihanı aydınlatmalıdır. Zira “İnsan oğullarının aslı birdir, onları ayıran yalnız bilgi dereceleridir.”

“Bu güneş (Töre) doğunca, yere sıcaklık gelir; o zaman binlerce renkli çiçekler açılır”.

“Benim bu törem hangi memlekete erişirse, o memleket baştan başa taşlık ve kayalık dahi olsa, hep düzene girer.”

“Güneş (Töre) doğar, temiz veya kirli demeden, her şeye aydınlık verir; kendisinden bir şey eksilmez. (KB.827-83l.b.)

İslâmi literatürde “Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanınız” Törütgen ve Törü kavramlarındakı yakınlığı çağrıştırmaktadır. İslâm peygamberi (Ona Selam Olsun) “Ahlâki güzellikleri tamamlamak üzere gönderildiğini” söyler. Onun “En güzel ve en mükemmel ahlâk üzere yaratıldığı” ifadesi ise yine yaradılış ve ahlâkı bir kez daha hatırlatır. (67)

Kaşgarlı Mahmut ahlâk meselesinde “(güzelik, Sevimlilik, Tatlılık, Edep (Erdem), büyükleri ağırlama, yiğitlik ve mertlik” maddelerini sıralar. (63)

Anadolu’da Ahilik Fütüvvetnamelerinde ahlâki ilkeler şu şekildedir:

Nefsine hâkim olmak, iyi huylu olmak, Tanrı buyruklarına uymak, yasaklarından sakınmak, iyi kalpli, iyiliksever ve cömert olmak, konuk sevmek ve konuk ağırlamak, din ve mezhep ayrıcalığı gözetmeksizin bütün insanlara karşı sevgi beslemek, hile etmemek, yalan söylememek, iftiradan ve dedikodudan sakınmak, birinin arkasından konuşmamak, hak ve adalet sever olmak, zulme, zalime ve haksızlığa karşı koymak, haklı güçsüzün hakkını, haksız güçlüden almaya yardım etmek. (25)

Kutadgu Bilig’de birçok ahlâki kavram bulunmaktadır. Biz bunlar içinden seçmeler yaparak bir kısmını sunmak istedik. Yusuf Has Hacib’e göre, kendimize karşı olan başlıca ödevimiz bilgi edinmektir.

“Bilgi bil ve yerin baş-köşe olsun.” (KB.6605.b.)

“Bilgisiz yürek ve dil ne işe yarar; bilgi ile, su gibi, herkese faydalı ol”. (KB. 6606.b.)

“Ne kadar bilsende yine ara; bak, bilen diğerine sorarak erişir”. (KB. 6607.b.)

“Bilirim” dersen, sen henüz bilgiden uzaksın; bilenler arasında sen bilgisizlerden sayılırsın. (KB 6608.b.)

“Bilgi bir denizdir, serçe emse-emse bundan ağzına ne kadar su alabilir.” (KB. 6609.b.)

“Sen ya bilgi bil, insan ol ve kendini yükselt yahut hayvan adını al ve insanlardan uzaklaş”. (KB 661 l.b.)

Bilgi, Bilge’lik ışığında bakan düşünürümüzün ahlâk kavramlarından örneklere geçebiliriz.

7.1.   Ahlâki acıdan olumlu kavramlar:

7.1.1. Saâdet:

“Ey asil tabiatlı, her iki dünyada insanlara faydalı olan şey, iyilik yapmaktır.” (KB.1659.b.)

“İkincisi-hayâ, üçüncüsü doğruluktur; insan bu üç şey ile saadet güneşine erer.” (KB.1660.b.)

“İyi hareket eden kimseyi herkes sever, dürüst tabiatlı olan insan başköşeye çıkar.” (KB.1661.b.)

“Her türlü densizliğe haya mâni olur; hayasızlık insan için çok fena bir hastalıktır.” (KB.1662.b.)

“Bir de yumuşak huylu olan ve doğru hareket eden insanın her iki dünyada günü kutlu olur.” (KB.1663.b.)

“Doğruluk, haya ve iyi hareket; bu üçü kimde birleşirse, o insan mes’ud olur.”(KB.1664.b.)

“Saadet nedir; bana tarif et, insanlar arasında mes’ud olan kimdir.”

“Kendisi yaşar, başkalarını da yaşatır ve ömrünü saadet içinde geçirirse, böyle bir insan ahirette de baş-köşeyi bulur.”

“Saadete alçak gönüllüler ne kadar uyar, âlim bir insana hilm ve şefkat ne kadar yaraşır.” (KB. 1700.b.)

Saadetin şartları KB’de çeşitli yerlerde belirtilmiştir. İnsanların asırlar boyu saadetin peşinde koştukları bilinmektedir. Fakat onu yakalamanın gereğini insan yerine getirmelidir.

İyi insanın, faziletli insanın saadate ereceğini kabul etmeliyiz. Faziletin saadeti getirip getirmeyeceği tartışması ise KB’e yabancıdır. Çünkü saadet bir nevi insanın iç huzurunun dış aleme yansımasıdır.

“Uzaklara bakan gözler

Beyhude saadet özler” diyen halk şairimizde bu noktaya yani iç dünyamızın saadetine atıfta bulunmuştur.

7.1.2.   Könilik (Doğruluk-Adalet)

“Beylik çok iyi bir şeydir, fakat daha iyi olan kanundur ve doğru tatbik etmek lazımdır.” (KB.454.b.)

“Bilgili insanlar doğru ve dürüst olurlar; doğru insanın her yerde güneşi parlar”

“Çok ince olan bu adalet yolunda yürümek isteyen ey temiz kalpli insan, önce yediğinin helâl olmasına dikkat et. (KB.4407.b.)

“İster oğlum ister yakınım veya hısımım olsun ister yolcu, geçici, ister misafir olsun;” (KB. 817.b.)

“Kanun karşısında benim için bunların hepsi birdir; hüküm verirken hiçbiri beni farklı bulmaz.” (KB.818.b.)

“Bu beyliğin temeli doğruluktur; beyler doğru olursa, dünya huzura kavuşur. (819)

“Saadete yükselmek için, insana doğruluk lazımdır; insanlık doğruluğun adıdır, inan.” (KB.865.b.)

“Tavır ve hareketin doğru olsun, yüce doğru yoldan sapma, alçak gönüllü ol, tevâzü ile söz söyle, büyük söz söyleme.” (KB.1282.b.)

Devletin ve toplumun temeli adalettir. Türk töresinin en önemli prensibi adalet (könilik) tir. Eski Türk atasözüne göre. “güç, yani zulüm eve avludan girerse, töre yani adalet bacadan çıkar.”

Göktürk kitabelerinde “Çıplak (yalın) milleti elbiseli (donlu), yoksul milleti zengin (bay) kıldım” adil bir hedef ve dileğin ifadesidir. Çin elçisi Wang Yen’e göre “Uygurlar arasında aç ve yoksul olan bir kimse yoktur”. Bu ifadeler adalet (köni) ile toplumun sosyal dengesinin sağlandığını göstermektedir (31,63).

7.1.3. Bilgili olmak (Biliglig)

“Anlayış nerede olursa, orası ahilik kazanır; bilgi kimde olursa, o büyüklük bulur.” (KB.154.b.)

“Bilginin manasını bil; bak, bilgi nerede; bilgiyi bilen insandan hastalık uzaklaşır.” (KB.156.b.)

“Bütün iyilikler bilginin faydasıdır”; bilgi ile göğe dahi yol bulunur.” (KB.208.b.)

“İnsan gönülü dibi olmayan bir deniz gibidir; bilgi onun dibinde yatan inciye benzer.”

“Bilgi hiçbir zaman fakirliğe düşmeyen bir servettir; hırsız ve dolandırıcının ona eli erişemez ve alamaz.” (KB.313.b.)

“Akıl senin için iyi ve yeminli bir dosttur; bilgi senin için çok merhametli bir kardeştir.” (KB.317.b.)

“Bilginin kıymetini bilgili bilir, akla hürmet bilgiden gelir.” (KB.472.b.)

“Bilgili kimsenin yeri gökten daha yüksektir.” (KB.2452.b.)

“Kısmetine en çok kavuşan bilgili insandır.” (KB.2448.b.)

Türklerde alplik ve bilgelik hakanların vazgeçilmez özelliği idi. Ayrıca isteyen her insan bilgiyi öğrenebilirdi. Herhangi bir kast ve sınıf söz konusu değildi. Göktürk veziri Tonyokuk’un unvanı. Bilge Tonyokuk idi. Oğuz devletindeki Korkut Ata ve Irkıl Koca birer bilge kişi idi.

Uygur Kağanlarının şu unvanları bilge sözünü Türklerde ifadeye yeter sanırım:

1-Türk Bilge Kağan. 2-İl İtmiş Bilge Kağan. 3-İl Tutmuş Bilge Kağan 4-Alp Bilge Kağan. 5-Küçluğ Bilge Kağan 6-Alp Bilge Tengri Uygur Kağanı 7-Alp Küluğ Bilge Kağan 8-Alp Kutluğ Küluğ Bilge Kağan 9-Bilge Kutlu Kağan (63).

7.1.4. Erdem (Fazilet)

“Faziletin bir adı da bilgi ve akıldır.” (KB. 1679.b.) “İnsan fazileti ile başkalarına üstün olur; kimin fazileti çok ise o uçar gibi yükselir.” (KB.2646.b.)

“Kim fazilet ile elini uzatırsa, yüce dağların başını eğerek yere indirir. “(KB.2647.b.)

“Ona fazilet ve bilgi öğreten; bilgi ve fazilet ile memlekette mevkii sahibi olsun. “(KB.1489.b.)

Yenisey’deki Türkçe yazıtlarda erdem sözünü görüyoruz, uygur yazılarında iyi (edgü) erdemlig, “İyi hizmet sahibi”, “Uluğ erdemlig”, “Büyük fazilet” görülmektedir. Kaşgarlı Mahmut, erdem sözünü arapça edep karşılığı vermiştir. Göktürk yazılarıyla yazılmış Küli Çun yazıtında Alpın erdemin için ün ve şöhreti (ki) bu kadar (çok) tuttu (elde etti), deniyordu. Yeniseydeki mezar yazıtlarında ise erdem sözü: “Alpın üçün, erdemin üçün” şeklindedir (31,48)

Dede Korkut “Oğlana beğlik vergil, taht vergil erdemlidir.” demektedir.

7.1.5. Ukuşluk (Anlayışlı olmak)

“Anlayışlı, bilgili, akıllı kimse istişare için faydalı olur.” (KB.2706.b.)

“İşi akıl ile anla, bilgi ile bil; günün kutlu, hayatın mesut geçsin.” (KB.2626.b.)

“Hangi insanda akıl ve anlayış varsa ona insan de, onu ne kadar öğersen öğ.” (KB.1993.b.)

Eski Türkçe’de Uk, Ukuşluk (anlayış ve anlayışlı) sözleri ile ilgili pekçok halk atasözü de mevcuttur.

Bilge kişi ayıt berip tamra çukar.

(Bilgiçliği öğüt vererek iyi anla) DLT III.46

Telin sözük uksa bolmaz, yalım kaya yıksa bolmaz.

(Çok sözü olanın olmaz, yalçınkaya yıkmak olmaz) DLT III. 20

Közün yaşı samrukup kudhı akar

Bilrip oyun emgegim tükel ukar

(Bütün akla gelen dünya zahmetleri bilindiği için gözüm yaşı savrulmayıp aşağıya akar.) DLT 11.228

7.1.6. Edgü (İyi) İyilik

“Eğer kendin iyilik bulmak istiyorsan, yürü iyilik et; başka söze ne hacet.” (KB.227.b.)

“Ey iyi insan, yürü iyilik yap. İyinin işi hep düzgün gider.” (KB.345.b.) “Halkın yükünü hafifleten kimse insanların iyisidir.” (KB.543.b.)

“Bu ikbale inanma; elinden gelirse iyilik et, bil ki ikbal bugün sende ise, yarın başkasındadır.” (KB.549.b.)

“Düz olan bir şeyin her tarafı iyidir; Her iyinin dikkat edersen tavır ve hareketi düzgündür” (KB.805.b.)

“İyilik dileyen insan ne der dinle; daima iyilik et, o senden ayrılmayan bir arkadaşın olsun ” (KB.814.b.)

“Bak hangi iyi iyiliğinden dolayı pişman olmuştur; kötü ne kadar şöhret sahibi olursa olsun sonunda peşiman olur ” (KB.928.b.)

“Daima iyilik yap, kötülükten uzak dur ister otur ister kalk, bundan sana hep iyilik gelir ” (KB.1296.b.)

“Ey kudret sahibi,sen kötülük yapma; sözünle ve hareketinle her vakit iyilik etmeye çalış.” (KB.5088.b.)

“Yürü, iyilik yap, iyilik ek; bundan sen ebedi iyilik bulursun,” (KB.5249.b.)

“Sen iyilik yap iyi nizam kur; her iki dünyada da kötülük görmeden yaşa.”(KB.5744.b.)

DLT’de “Külse kişi yüzinğe körklüğü yüzin körüngil Yavlak ködhes tılınğnı edhgü saunğ tilengil”

“Birisi yüzüne gülerek gelse, güler yüzle görün. Kötülükten dilini gözet; iyi şöhret dile”

İyilik (edgü) kavramı Türk ahlâk anlayışında köklüdür. KB’de insanlara iki dünyada da faydalı şeyleri iyilik, haya (uvut), doğruluk (könilik) ve temizlik (siliglik) sayılmaktadır.

Kötülük (şer-isizlik) kavramı iyilik karşısında yer alır. “İyilik yap denize at” sözü atalar mirası olarak kültür hazinemizde durmaktadır. Tasavvuf geleneğimizde:

“İyiliğe iyilik her kişi kârı

İyiliğe kötülük şer kişi kârı

Kötülüğe iyilik er kişi kârı” denmiştir.

7.1.7.   Sevgi-Sadakat-Vefa

“İnsan kimi severse, onun kusuru fazilet olur; kimi sevmezse, onun fazileti kusur görünür. “(KB.534.b.)

“Sevip sevmediğini anlamak isterse, insan gönüle bakmalı; bu gönülden anlaşılır.” (KB.1898.b.)

“Seven insan yüzünden bellidir; ağzını açsa sözünün manasında sevgi kendisini gösterir.” (KB.1897.b.)

“Bütün insan oğullan iyiyi sevenler; iyi nerede bende onu öveyim.” (KB.3270.b.)

“Biri, her türlü menfaat dışında ilahi bir sevgiyle arkadaş edinir; bu arkadaşlık içinde sadakatsizlik hatıra gelmez.” (KB.4202.b.) “İnsanlığın başı vefadır.” (KB.2040.b.)

“Cefa edene karşı vefa göstermekte devam et; yiğit olan vefa gösterir, kötüler ise cefa ederler.” (KB.3432.b.)

“Yakınlık hakkı vefakarlıkla takdir edilirse, doğu ile batı arasında hemen bir tepe aşılınca ulaşılacak kadar yakın bir mesafe olur.” (KB.3706.b.)

Yunus Emre, “Ben gelmedim dava için

Benim işim sevgi için

Dostun evi gönüllerdir

Gönüller yapmaya geldim” mısralarında Türk’ün “sevgi” temasını hülâsa eder.

Tasavvuf yolunun “Vefadır insanı Hakka götüren Sevda (sevgi) dir insanı Hakta Halk eden” dizeleri bir dünya görüşünün vefa ve sevgi anlayışıdır.

7.1.8.   Alçak gönüllülük

“Saadete alçak gönüllülük ne kadar uyar; alim bir insana hilm ve şefkat ne kadar yakışır.” (KB.)

“Alçak gönüllü insan ne kadar iyi ve güzel olur; onun işi daima yolunda gider.” (KB. 1705.b)

“Aklın hareketi ihtiyardır, fakat kendisi gençtir; akıl nerede ise ona git, yapış. “(KB. 1870.b)

“Küçüklüğü sevimli, ihtiyarlığı sakin, kendisi halim, alçak gönüllü ve çok faydalıdır.” (KB. 1871.b)

“Bey mütevazi ve alçak gönüllü olmalıdır; eğer böyle değil ise, sen ondan elini çek. “(KB.2121.b)

“Alçak gönüllü insan halk arasında sevimli olur.” (KB.2232. b)

Malatyalı Niyazi Mısri “Alçaktan alçak yürüye, toprak içinde çürüye” mısralarıyla tanımlamaya çalıştığı “olgun insan” özelliği milletimiz için çok önemlidir. Saadet ve akıl; alçak gönüllülükte toplanmıştır. Tarihte alçak gönüllülük Han’ından halkına kadar “millî karakterimizin” en önemli öğesidir.

Yunus Emre: “Aşıklık üzre durur yer ile göğ Öğersen cümleden alçaklığı öğ” Boyacıoğlu ise Anasır-ı Erbaa’da (XV.yy)

“Din yolun miskinlig ile vardırlar

Tanrı’ ya alçaklığ ile erdiler” demektedirler. (3)

7.1.9.   Cömertlik (Akı)

“İnsanların itibarsızı geveze olanıdır; insanların itibarlısı cömert olanıdır.” (KB.1028.b)

“Cömert öğülmeye ve hasis ise söğülmeye layıktır.” (KB. 173 l.b)

“Erkek o kimsedir ki, bin arzusunu bulur ve ondan mertçe yüz çevirir.” (KB.3444.b)

“Yedirir içirir ve malını fakirlere dağıtarak, Tanrı ‘ya can ve gönülden ibadet eder.” (KB.3445.b)

“Cömert ve alçak gönüllü ol, tuz ekmek yedir; başkalarının ayıbını görme, ört ve yok farzet.” (KB.6096.b)

“Sağ elin ile kılıç sallar ve vururken, sol elin ile mal dağıt.” (KB.2069.b)

Akı, DLT’de cömertlik olarak tanımlanmaktadır. Anadolu’da filizlenen ahilik kurumunun ismide “Akı” kavramından yani cömertlik, yiğitlik’den geldiği kabul edilmiştir. Bilindiği gibi ahilik XIII. yy ikinci yansından XIV. yy’nin yarısına dek Anadolu’da, Balkanlarda, Kırım’da yaşamış olan Türk halkının sanat ve meslek alanında yetişmelerini, ahlâki yönden gelişmelerini sağlamıştır (25,48).

7.1.10.   Yiğitlik (Alplik)

“Ey mert insan, insan ol ve bu vasfınla yüksel; insan insanlık yolunu böyle tarif etti.” (KB.5788.b)

“Şeref duygusu ile insan düşmanım darmadağın eder; harpten ilk önce şerefsiz kimseler kaçar. (KB.229l.b)

“Korkak kimse dahi haysiyetini korumak için, kahramanlık gösterir; öğülmesi için insan kendisini ölüme atar.” (KB.2292.b)

“Cesur dediğin haysiyet sahibi olur; haysiyetli insan ölürken vuruşarak ölür.” (KB.2293.b)

“Kahraman yiğit düşmanı görünce arslan kesilir; seyirtir, ya öldürür veya vuruşarak ölür. “(KB.2283.b)

“Kahraman yiğidin, düşmanı görünce yüzü güler; düşmanla kapışınca kızıl kana boyanır.”

Alp ve Alplık anlayışı, Türk milleti için çok önemlidir. “Alp” sözünün manası: Alp olan kişi yalnızca bir savaş makinası değil; gelişmiş ve olgunlaşmış bir ruha da sahip olan kişi demektir. Bunun için Göktürk yazıtları büyük Türk Kağanlarından söz açarken Alp Kağan imiş! Bilge Kağan imiş! diye bu iki özü yan yana tutmuşlardı (63).

7.1.11.   Bağırsak (Merhamet, Şefkat, Sadakat)

“Bütün halka içten gelen bir merhamet göster; daima iyilik yap ve kendin iyilik bul.” (KB.2160.b)

“İşlerini hallederken merhametli davran; böylelikle bütün bu insanlar sana yakın olurlar.” (KB.4473.b)

“Bütün halka karşı merhametli ol; büyüğe küçüğe doğruluk ile hüküm et. “(KB.5197.b)

“Sen benim için çok merhametli bir baba idin; fakat yaratan senden daha merhametlidir.” (KB.1243.b)

“İnsanların hakikisi sadakatli insandır; sadakatli insanın sözünü tut, o seni büyütür.” (KB.1359.b)

“Dinle şefkatli insan ne der; insanlığın başı merhamettir.” (KB. 1945.b)

DLT’de bağırsak kişi=merhametli, gönül alıcı kişidir. Türk dilinde “bağır” kelimesinin “göğüs, sine, ciğer, yürek” anlamlarına geldiğini de göz önüne aldığımızda merhamet kelimesine verilen değer ortaya çıkmaktadır.

“Dilimden gitmez oldu Yusuf adın

Bağrumı yandırdı dir senin adın”. (Yuz. Şeyd. XIII. 82) (3,48)

7.1.12.Sabırlı Olmak (Serinli)

“Hiç bir işte acele etme, sabret, kendini tut; kul sabırlı olursa, beylik mertebesini bulur.” (KB.588.b)

“Birine işin düşerse, acele etme sabır ile söyle.” (KB.586.b)

“İşe acele girme, sabır ve teenni ile hareket et; acele yapılmış olan işler

yapılmış işler yarın pişmanlık getirir.” (KB.587.b)

“Sabırlı insan sonunda sevince kavuşur.” (KB.1317.b)

“İnsan sabrederse bozulmuş olan işler düzelir.” (KB.1318.b)

“Sabırlı ol, sabretmek er kişi işidir; insan sabrederse göğe bile yol bulur.” (KB.1322.b)

” Sabredersen, mihnet senin için nimet olur; nimet için şükür edersen, bu nimet daha da artar, bunu böyle bil.” (KB.6450.b)

DLT’de sabır anlamına gelen serin için Kaşgarlı Mahmut şunları söyler: “Gelse kalı katuğlık erter teyü seringil Ödhlüğ ışın bilip tur anca anğar tirengil”

“Sana şiddetli bir felaket gelirse geçer gider diye sabret. Zamanenin işini bilerek dur. Ona öylece diren” (48)

7.1.13.  Faydalılık (Asıglık)

“Başkalarına faydaları dokunmayan insan ölü gibidir; faydalı ol, ölü olma; ey mert yiğit.” (KB.3408.b)

“Kendi faydasını düşünen kimse, menfaati için, münasip olanın dahi uygun olmadığını söyler.” (KB.3494.b)

“Halka faydalı ol, muhtaçlara yardım et; akrabalarına yakınlık göster, bağrını aç.” (KB.3237.b)

“İnsanların iyisi-kendi menfaatini bırakıp zahmet yüklenerek, başkalarının faydasını isteyen kimsedir.” (KB.3245.b)

“İnsanım diye gezen pek çok kimse var; bunların içinde insana faydalı olanını ararsan nerede.” (KB.5099.b)

“Başkalarına faydalı olan insan insanların başıdır.” (KB.5729.b)

Asıglık bol (faydalı ol), edgülük kıl (iyilik yap) diyen Yusuf Has Hacip’ten sonra nice Türk düşünürü ve şairlerince de asıg, assı kavramları kullanılmıştır.

Yunus Emre’miz “Assı, ziyandan geçtim

Kovanım yağma olsun” derken en güzel fedekarlık örneğini veriyordu. Kendisine faydadan ziyade insanlara fayda esasını Türk sosyal hayatına yerleştirmişlerdir.

“Hüsn-i hulkun ile sende issi ol

Kimseye ziyan irürme assı ol” (Anasır XV.) (3).

7.1.14.   Hayâ (Avut)

“Haya sahibi kimse yumuşak tabiatlı olur; kendisine yakışmayan hiçbir işe el sürmez. “(KB.2006.b)

“İnsanların seçkini haya sahibi olmalıdır; haya sahibi olan kimse, insanların başıdır.” (KB.2201.b)

“Kimde haya varsa, ona her işi teslim et; insan haya ile küstahın yolunu tıkar.” (KB.2202.b)

“Haya ile insanın şerefi artar; haya sahibinin bundan dolayı gözü parlar.”

“Haya sahibi insan kötü iş yapmaz, münasip olmayan şeylere yaklaşılmaz ve başkalarına kabalık etmez.” (KB.2445.b)

Uvut, Anadolu Türkçesine ut (ud), udlu utanmak olarak geçmiştir. Milletimizin bünyesinde çok önemli bir yeri olan haya duygusu “Ar, hicap, edep” kavramlarını da kapsar.

“Udlu kişi miş utandığından su oldu” (tez.ün XV.y,y,) cümleciği “haya, duygusunun keyfiyetini ifade etmektedir.

7.2.   Ahlâki Açıdan Olumsuz Kavramlar

7.2.1.   Yalan yalancılık (yalgan)

“Ey kudretli devlet adamı, faydasız olan ve insana daima zarar veren şu üç şeydir.” (KB.1667.b)

“Biri- Kötü tabiatlı ve inatçı olmak, bin yalan söylemektir.” (KB. 1668.b)

“Yalancı insanlar vefasız olur; vefasız kimseler halkın hayrına uygun olmayan işler yaparlar.” (KB.2039.b)

“Yalancı adamdan vefa bekleme; bu uzun yıllardan beri tecrübe edilmiş bir sözdür.” (KB.2042.b)

7.2.2.   Acelecilik

“İyi nam ve şöhretle adının yayılmasını isterse, bey şu beş şeyi kendinden uzak tutmalıdır.” (KB.2060.b)

“Biri acelecilik, ikincisi cimrilik ve üçüncüsü hiddettir. Dördüncüsü inatçılık, beşincisi yalancılıktır.” (KB.2062.b)

“Hangi işte acele edilirse, o iş uzar ve gecikir; acele yapılan işler pişmanlık getirir.” (KB.556.b)

“Beğenmediğin şeyler .” (KB.848.b)

“Haris tabiatlı ve olgun olmayan insanlar ile aceleci huylu ve gözü do3fmaz olanlar.” (KB.849.b)

7.2.3.   Bilgisizlik

“Bilgisiz baş-köşede yer tutarsa baş-köşe-eşik ve eşik-baş-köşe sayılır.” (KB.262.b)

“Bilgisiz adamın düşmanı kendi bildiği ve yaptığıdır; başka düşmanı olmasa bile, bu ikisinin gailesi kafidir.” (KB.318.b)

“Dilsizin dili konuşmaz, bilgisizin dilide sözünü saklayamaz. “(KB.970.b)

“Bilgisizin dili daima kilitli olmalı ve bilgili insanda diline hâkim bulunmalıdır.” (KB.97l.b)

“Bilgisiz insanın gönlü kumsal gibidir; nehir aksa dolmaz, orada ot ve yem bitmez. “(KB.975.b)

7.2.4.   Kibirli olmak

“Saadete kavuşursan, kibirlenme; kötülük etme, elinden geldiği kadar iyilik yap.” (KB.1330.b)

“Fazla kibir ve gurura kapılma; bu dünyaya güven olmaz sen ondan vazgeç.” (KB.1377.b),

“Büyüklük taslayan, kibirli ve küstah adam tatsız ve sevimsiz olur; kibirli insanın itibarı günden güne azalır.” (KB.1706.b)

“Bey mağrur, kabadayı ve kibirli olmamalı; gurur insanı doğru yoldan çıkarır.”(KB.2115.b)

“Kibirli olma, elini-kolunu sallayarak girme; selam verirken de fazla laûbali hareketlerde bulunma.” (KB.414.b).

7.2.5.   Saranlık (Cimrilik. Hasislik)

“Hasislik ile beylik birbirine düşmandır; hasise karşı her yerde isyan edilir.” (KB.3038.b)

“Bilgili ne der dinle; hasis bir bey memleketine hakim olamaz.” (KB.3035.b)

“Hasislikten daha kötü ne var; hasis toplum, yiyemez ve malı arkada kalır.” (KB.1672.b)

“Ey hükümdar, hasis olma, cömert ol, cömert; cömertliğin adı ebedi kalır, ölmez.” (KB.1402.b)

Cimrilik Türk devlet ve sosyal hayatında hep kınana gelmiştir. Çok eski çağlardan beri “Hanı yağma geleneği” Türklerin hasisliği toplumdan kaldırma çabasının sonucudur. “Yağma Hasan’ın böreği” deyişi ise halk arasında “Han-ı Yağma” geleneğinin şuur altı ifadesidir.

  1.  TARTIŞMA

Abdülkadir İnan, Yusuf Has Hacib’in yaşadığı çağdaki bilginlerden, felsefecilerden, etkilendiğini söylemektedir. Ona göre Firdevsî (934-1020), El-Birunî (972-1048), İbn-ı Sina (980-1037), Ömer Hayyam (104-1123) ve bunlar çapındaki bilginlerden çok iyi haberdar olmuş ve faydalanmıştır (40).

Bazı yazılan KB’in hayır, ahlâki haz ve şer telakkilerin İbn-i Sina yoluyla Aristotelesci düşüncelerin tesirinde; kanun ve devlet başkanı konularında da Farabi aracılığı ile Eflâtun’un fikirleri tesirinde kaldığı söylenmiştir. Şüphesiz ki devrinin bilginlerini okumuş bir insan olan Yusuf Has Hacib, onların eserlerinden faydalanmıştır. Fakat bu eski Türk felsefesindeki adil, faydalı, eşit ve üniversel düşünceyi bilmediğini ve eserinde kullanmadığı söylenemez.

İbn-i Sina ve Farabi antik çağ filozoflarını detaylı olarak incelemişler ve eserlerini Türkçe ve Türk kavramları ile yazmamışlardır. Fakat Yusuf Has Hacib, baştan sona Türkçe ve Türk kültürü kavramlarını eserinde ilmek ilmek adeta işlemiştir. Aristo ve Eflâtun’un ismini ise İbn-i Sina ve Farabi gibi eserinde, bariz bir şekilde öne çıkarmamıştır.

Şöyle bir cümlenin ise; kesin bir ifade olarak kullanılması kanaatimizce yanlıştır; A. Dilaçar’a göre; Kutadgu Bilig esas bakımından bir “siyasetname” bir “pendname” bir ütopya, aynı zamanda Türklerin belli başlı ilk İslâmi yapıtı olduğuna göre, onun kaynaklarını ilk büyük Müslüman filozoflarda ve onlara fikir ve görüş aktarmış olan batılı düşünürlerde, yani Eflâtun ve Aristo’da aramak gerekir (27).

Böyle bir hüküm Türk-İslam düşünce emeğini bir döngü ile götürüp Antik Yunan’a teslim etmek anlamına gelir. Kimse Eflâtun ve Aristo’nun insanlığın düşünce tarihini etkilemediğini söyleyemez. Fakat kavramları, netleştirmeden güneşin her zaman batıdan doğduğunu söylemek insanlık ailesinin diğer milletlerine haksızlık olur. Rene Guenon’un ifadesiyle “doğunun batıya sabırla katlanması, doğunun varlığının derinlerinde ebediyet şuurunu taşıyor olmasındandır” (34).”Işık doğudan yükselir” sözü ise inkâr edilemeyecek bir gerçeğin veciz cümlesidir.

“Kavramlar, tanımlanmış, çerçeveleri belirlenmiş düşüncelerin ifadesidir. Her yeni düşünce kendisini açıklayabilmek için kendi kavramlarını da beraberinde getirir” (66).

“Kavramlardaki anlamı kavramak fiziki ve zihni deneylerden geçirmekle mümkündür”. Yoksa kavramların peşi sıra “kavram kargaşasının” “düşünce kargaşasının” gelmesi tabiidir. Batı-doğu kültür ve medeniyetlerdeki kavramların belirginleştirilmesinde    “kavramlar arası””anlam kaymaları” kaçınılmazdır.

Muhtevasından habersiz olduğumuz kavram ve olayları kullanmak bizi yanılgı ve yanlışlar içerisinde kalmaya götürür.

Mesala; Antik Yunan Filozoflarından Aristo’nun kullanmış olduğu Tanrı kavramı, evrenin kendisi hareketsiz olan ilk hareket ettiricisi, aynı zamanda bu evrenin Tanrı’dır. Ancak bu Tanrı “âlemi harekete getirmekle beraber onu tanımamakta”. “Dünyevi meselelere kayıtsız kalmakta ve sadece biliyor olduğunu bilmektedir (21). Halbuki Yusuf Has Hacib’de. Tanrı kavramı birlik prensibi içinde tüm âlemi kuşatmış dinamik ezel-ebed çizgisinde bir Tanrı’dır.

Bu tip mahiyet farklılıklarını, göz ardı ettiğimiz de düşüncede sığlık kendisini gösterecektir.

Aristoteles’de adalet eşitliği değil ancak bazen eşitlik olan doğru bir orantıyı kapsar. Bir efendinin ya da babanın tüzünü (adaleti) yurttaşındakinden ayrıdır. Çünkü bir oğul ya da bir köle bir mülktür. Köle canlı bir alettir (71).

KB’de “halkı adil kanunlar ile idare et; birinin diğerine tahakküme kalkmasına meydan verme onları koru” (KB.5576.b)

“Fakiri korursan o orta halli olur; orta halli biraz kendisini toparlarsa zengin olur. Fakirler orta halli olursa orta halliler zengin olur; orta halli de zenginleşirse memleket zengin olur.” (KB.5566-5567.b) diyen Yusuf’un adaleti ile Aristo’nun adaleti arasında mahiyet olarak tam bir zıddiyet vardır. Zarf benzer olsa da mazruf farklıdır”.

Eflâtun’un devlet şemasında topluluğun sınıflara ayrılmasını gerçek adaleti herkesin kendi işini yapması olarak göstermesi bir kast düzeninin önerisidir. İdare etme Hakkını asillere kuvvetli olanlara ve bilge olanlara verir (68).

Aristoteles’in “Aşağılık sınıf saydığı” fakirler ve Eflâtun’daki sınıflı devlet ile Yusuf’un sınıfsız, kölesiz sistemi birbirinden farklıdır.

Hükümdar (Töre) : “Benim tabiatım adil (köni)dir. Ben işleri adalet (könilik) üzere hallederim. Bey veya kul diye ayırmam.” “Könilig özele keser men ışıg

Adırmaz men begsıg ya kulsug kişig” (KB.809)

Töre “oğlu ile yabancıyı ayırmadığını” söyler. KB’deki “kul” kelimesi de hizmet eden anlamındadır. Yoksa köle şeklinde anlaşılmamalıdır. Türk töresinde kara-budundan (halk) içinde çıkan her yetenekli insan yönetici olup; “kara-han” adını alabilir.

İffet ve haya konusunda ise fazla titizliği olmayan Antik Yunan düşüncesi ile iffet ve haya konusunda çok hassas olan Türk düşünce ve inanç sistemi; kavramları seçmesindeki verdiği önemde de farklılık arz eder.

Aristo ve Eflâtun’dan etkilenmiş İslâm filozofları bile faziletleri tarif ederken onların tekrarından ziyade orjinal katkılarla görünürler. Hikmeti anlatırken marifetullah’tan, adaleti anlatırken dindarlıktan, şecaati anlatırken cihat, sabır, şükür, tevekkülden, iffeti anlatırken utanma, kanaat, vb.den söz ederler. Eğitim ve çocuk yetiştirme metotları da çok farklıdır (4).

Eflâtun’un kanunlarında ideal devlet, gerçeğe yaklaşmıştır. Farabi’nin de bu kitap üzerine bir çalışması vardır (18). Devlet kitabının aksine Eflâtun burada şairlere, koruyuculara, aile hayatına ve kişisel mülkiyete yer vermeye başlar. Aile kurumu, İslâm filozoflarında ve KB’de güçlüdür. Sokrat, Platon, Aristo ve İslam filozoflarında görülen saadet KB’de de mahiyet ve derece farkları sergiler. Kut’un özellikleri göz önüne alındığında bu belirginleşir.

KB’de faydalı olmak kavramı Utilitarian felsefecilerden S. Mill, Yusuf’a yaklaştırılabilir. Bentham’a göre cemiyetin faydasını daha çok öne çıkaran S. Mill’in görüşleri düşünürümüze benzerlik gösterir (2,37).

KB’deki törenin evrensel olması ve Kant’ın evrensel ahlâk yasası iki düşünürün birbirine yaklaştığı noktalardır. Fakat ahlâktan yola çıkarak Tanrı anlayışına ulaşan Kant; Balasagun’lu Yusuf’la bu noktada farklı çizgi ve istikamet izlemektedirler. Yusuf’da çıkış noktasında Tanrı, insan ve ahlâk bütünlük içindedir.

Kant’ın ahlâklılıkla mutluluğun birleşme hali (En yüksek iyi) KB’nin yabancısı değildir. Kant’ın bu önermesinin gerçekleşmesi Tanrı ‘nın varlığına ve ölümsüzlüğe bağlıdır. Yusuf’da da başından beri Tanrı ve sonsuz hayat sürekli vurgulanır. Kant’ın ahlâk yasasının evrenselliğine bağlı olarak; uygun davranış vazife kavramını beraberinde getirmektedir. KB’de en büyük vazife ahlâk yasasına bilgi ile ulaşmada gizlidir. Edgü (iyilik) nün gerçekleşmesi burada da vazifedir.

Vazife (hizmet-tapuk) ibadet derecesinde alınır. Vazifenin gerçekleşmesi için insanm töreyi bilmesi gerekir.

Topugka eng aşnu törü bilgü öz

Yime kılk kılınçlı sözi sözke tüz (KB.3997)

Vazife (hizmet) Tanrı ve Töre arasında önemli bir ilişkiyi de göstermektedir.

Kant’ın “gayeler krallığı” diğer ahlâk felsefecileri gibi devlet ve ahlâk kavramlarını birbirine yaklaştırır. İdeal devlet, KB’de Kut’a bağlıdır. Kut ise Gün-doğdu dur. Töre=Ay- toldı ise ondan ışık alır. Oğuz Han’ın oğullarından birinin Kün, birinin Ay isimlerini alması Türklerdeki “cihan devleti” kavramının mahiyetini açıklamaktadır.

Kant fazilet ile saadet arasında zaruri bir bağ görmez. KB’de ise fazilet ve saadet birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Çünkü faziletin olmadığı yerden saadet kaçar. Tesadüf yoktur.

Kant’ın pratik akla sahip insanı hürdür. KB’de hür insan “uyanık gönüle” sahip insandır. (KB.4828.b)

Kant ve Gazali Tanrı’nın varlığını bir bilgi meselesi olarak almazlar. KB’de ögdülmiş’in şahsında bilgi, odgırmışda irfan temsil edilmektedir. Tanrı’ya yürüyüşte farklılık var gibi görülmektedir. Halbulki Tanrı ‘ya giden yollar “canlıların nefes adeti” kadar fazladır. Böyle olunca Tanrı’nın varlığına ister bilgi ister aşkın bir şekilde yaklaşılsın sonuç değişmeyecektir.

Konfiçyus’un insanların hayat ve hareketleri değişen ahvale göre değil, ebedi ahlâk kanununa, üniversal nizamına göre düzenlenmektedir. Ahlâk ve ruhi gelişmenin yolu ilimdir. Tanrı ‘nın en yüksek emri, diğer insanlara karşı sevgi ve merhamettir. Vazife kanunu ne kadar yüksek ne kadar kutsi bir kanundur. Bu Kanun göğe kadar yükselir. Vazife kanunu herkes için birdir. En yüksek makam sahibi gibi en mütevazi ve en meçhul insan dahi vazife ile mükelleftir. Akıl, insanların beşeri vazifelerini yapabilmeleri için Tanrı’nın insan ruhunda yerleştirdiği kanundur gibi sözleriyle KB’deki kavramlar arasında benzerlikler ortaya koymaktadır. Sadri Maksudi Arsal’a göre “Konfiçyus’un ileri sürdüğü ahlâki felsefe Türklerin millî ahlâkından uzak bir felsefe değildir” (43).

Arsal, muhtemelen Chou hanedanı ile ilgih bilgiler sebebiyle böyle bir hükme varmıştır. Fakat bu ifadeler ile Çince bir eserin “Türk ahval ve hususiyatına” “Türk bakış ve görüşüne uydurulmuş bir tercümesi”dir, denemez. Çünkü KB, orjinal bir eserdir. Yusuf’un Türkçe kavramları seçmesindeki hassasiyet, Türk mitolojisinden, folklor ve ananelerinden faydalanması ve İslâmı iyi bilmesi ifademizi desteklemektedir.

Yusuf’un şark ve garb felsefelerine vakıf olması, kültürlü, aydın bir düşünür vasfı onun özgün bir eser yazmış olmasına engel değildir. Tam tersine eserin özgünlüğünün güvenilirliğini arttırmaktadır.

KB’in Hint-İran tesirinde kalmış olduğunu öne süren yazarlarda vardır. “Şehname ve Kabusname” ‘yi örnek aldığı söylendiyse de itibar edilmemiştir. Çünki “Şehname” devlet ve siyaset kitabı değil efsanevi tarihle ilgilidir. “Kabusname” ilişkisi ise mümkün olamaz. Çünkü Kabusname tipik bir nasihatname’dir. KB’den daha sonra yazılmıştır.

“Kelile ve Dimne” ‘nin ise bir masallar dergisi olmasıyla KB’e örnek teşkil etmesi söz konusu değildir. Hint – İran devlet ve kanun anlayışı, Türk töresinden çok farklıdır. Sınıfsız, kölesiz bir toplum olan Türk toplumundan, bahsedilen Hint toplumu kast sistemi ile farklılık arz etmektedir. Miladî 448 yılında Atilla nezdine giden Bizans elçilik heyetine dahil kâtip Priskes, Hun başkentinde karşılaştığı bir Yunanlının şu sözlerini nakleder. “441-442 Viminacium’da Hunlara esir düştüm. Şimdi bir Hun kadını ile evliyim. Çocuklarım var. Hayatımdan memnunum. Burada savaş zamanları dışında herkes hürdür. Kimse kimseyi rahatsız etmez.”

Hindistan’daki “Kast” sistemi eski Yunan’daki “Köleci” toplum bütüncül-ideal Türk Kültürü ile benzerlik arz edemez. Kut’un bey veya halktan birine verilmesi her zaman mümkündür. Çalışan, hak edene Tanrı’nın lütfudur. Kafesoğlu’na göre eski Türkçede “köle” kelimesi de mevcut değildir (43).

Yusuf, İslam dünyasının düşünürlerinden ise en çok Maturudi’ye yaklaşır. Maturudi’nin mutlak ve göreli ahlâki değerler kavramında mutlak olanı; objektif değerleri, akıl ile kavranılanı açıklar. Göreli kavramlar ise Tanrı’dan gelir. Akla göre izafi olan bu değerler Vahiy ile mutlaklık kazanır. “Öge” “Kut” ve “Töre” kavramları arasındaki ilişki Yusuf un ahlâki değerlere bakışını Maturudi çizgisinde gösterir.

Maturudi’deki akıl ve vahiy uyumu KB’de ög ve kutun töreye hizmet uyumunda belirginleşir. Töre, Törütgen Tanrı ‘dan gelir. Kut ışığını Tanrı ‘dan alır ve oğlu ög (Akıl)’da yine töreye hizmet eder. Bunlar arasında bir çekişme değil ahenkli bir ilişki vardır (28,65).

  1.   SONUÇ

Türk kültüründe, köklü bir yapıya sahip olan ahlâk değerlerimiz, Kutadgu Bilig çalışmalarıyla bir kez daha ortaya konmuştur. Türk Kültürünün değişim safhalarında ahlâk anlayışımız aynı özü taşımıştır.

“Türk Kültür Sistemi”nin karakteristik yapısını ortaya koyan ahlâki kurallar yeni tarihi belgelerle güçlenecektir. Hayat tarzımızı şekillendiren ahlâki değerler sosyal, ekonomik ve siyasi yapımızın sağlam temellere oturtulmasında katkıda bulunacaktır. Kültürel kriz dönemlerinden olan günümüze sunacağımız her orjinal eser “Millî Hayat” ve “İnsanlık” gerçeğimizi düzenleyecektir. Orhun Abidelerinde “Bilge Hakanlar imiş. Cesur Hakanlar imiş. Buyrukları yine bilge imiş, cesur imiş” sözleri ile KB’de “Ey hükümdar;

Adaletle iş gör. Zulüm etme, Tanrı ‘ya kulluk et.

Gafil olma, dikkatli ol. Uyanık dur.

Heves ve öfke anında sabret” tavsiyeleri devlet ahlâkının olması gereken vasıflarından biridir. KB üzerine yaptığımız bu kısa gezintinin ileride nice araştırmacılar tarafından defalarca uzun uzadıya yapılması arzumuzdur.

Her milletde olduğu gibi Türk milletinde de ahlâk konusunda nice eserler verilmiştir. Kutadgu Bilig öncesi ve sonrası birçok eser bilinmektedir. Öncesi bilinen Türk-İslam felsefecilerin eserlerinde gözlenebilir. Sonrasında birkaç eser ismi vermek gerekirse:

Atabet-ül Hakayik (12. yy) gerçeklerin eşiği ismindeki ahlâk ve nasihat kitabı olan eser Edip Ahmet tarafından hazırlanmıştır. Kutadgu Bilig’i birçok konuda örnek alır.

“Mutluluk yolu bilgi ile bulunur

Cahillik yıkanmakla temizlenmeyen kirdir.” (29) gibi öğütler vardır. Bu eserde yabancı kelime oranı %20′ye kadar çıkmıştır. Kutadgu Bilig’de ise yabancı kelime %4 kadardır.

Ahlâk-ı Adudiye (1355): Farabi, İbni Miskeveyh gibi filozoflann görüşlerinin tekrarıdır (9).

Ahlâk-ı Alâi (1572) Türkçe bir ahlâk kitabıdır. Kendinden sonra birçok Türkçe kitaba kaynak olmuştur. Aristo, Farabi, İbni Miskeveyh, Gazali, Tusi gibi düşünürlerden etkilenmiştir. (53)

Ahlâk-ı Cehli (1502); Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın isteği üzerine yazılmıştır. Eflatun, Aristo, Farabi, Gazzali’den etkilenmiştir. Tusi’nin Ahlâk-ı Naşiri (1274) adlı esrinin kopyası denebilir.

Ahlâk-ı Muhsuni (1506): Hüseyin Baykara’nın oğlu adına kaleme alınmıştır. (9)

Bu tip eserlerin sayısını daha da çoğaltmak mümkündür. Osmanlı son dönemi ve Cumhuriyet yıllarında ahlâk konusunda birçok gayret görmekteyiz. Bunlardan en önemlileri: Ziya Gökalp’ın çalışmaları (80) Mehmet Ali Ayni’nin Türk Ahlakçıları araştırması, Z. Fahri Fındıkoğlu’nun İş ve Düşünce Planında Türk töresinin yapısını incelemiş (59) Hilmi Ziya Ülken’in Aşk ahlâkı (83) güçlü denemelerdir.

Araştırmacıların bu konuyu daha da zenginleştireceğini düşünmekteyiz. Fakat Türk-İslam dünyasında ahlâk ve fazilet üzerine çalışmalar daha ziyade Tasavvuf ekolüne mensup insanların biyografilerinde ve eserlerinde çok canlı örneklerle görülebilirler.

Batı dünyasında filozof “Hikmeti seven kişi” iken Türk-İslâm dünyasında Bilge arif kişi bizzat bilgi ile hikmetle özdeşleşmiş insandır. İl-bilge hatun. Bilge Kağan, Bilge Tonyukuk gibi sözler İslâm öncesi çağlardan beri bu kavramın bizdeki yorumunu gösterir.

Kur’an’ın ve İslâm’ın terminolojilerinde ilme’l yakin, ayne’l yakin ve Hakke’l yakin kavramları ise, insana sunulan çizginin başlangıç ve nihayetsizliğini göstermektedir. Ahlâk, insan olmanın asgari şartlarını hazırlar. Daha sonra bu insan Tanrı ‘da yok ve onunla Hakikat olmanın seyrini tamamlar.

Ego’nun (nefsin) geçirmiş olduğu evreleri işleyip sonunda kâmil bir noktada karar kılınası ahlâkın Türk-İslâm dünyasında sevgi, hizmet, irfan çizgisindeki olgunluk merhalelerini göstermektedir.

Kutadgu Bilig, Türk düşüncesinin yeniden bir oluşum geçirdiği dönemde engin irfanımızın bir çok iklimde kanat açmasıdır. O, Türke özgü; faziletin, bilgeliğin, doğruluğun, saadetin anahtar kitabıdır. Biz Kutadgu Bilig “tenggizinde” kısa bir gezinti yaptık. Dileyen daha derinlere dalan, dalgıç misali inciler çıkarır, o incilerde tüm güzellerin göğsünde bir gerdanlık gibi parlar. Bu gerdanlık da “kut”dur. Kutadgu Bilig’deki erdem (fazilet ve edep), Bilig (bilgi), ög (akıl), uku (anlayış), Kut’un incilerinden bir kaçıdır.

Sözün sonunu Yusuf’a bırakalım. O, Kutadgu Bilig’de eserini okuyanı, kutadsın (kutlu kılsın), tutsun elin (22,7) demektedir.

KAYNAKLAR DİZİNİ

1     ABDULLAH, M. A.: Ghazalı & Kant, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, (1992)

2     AKARSU, B.: Ahlâk Öğretileri, 3. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul, (1982)

3     AKSOY, Ö.A., DİLCİN, D., Tarama Sözlüğü, I-VI, Sayı 212, Türk Dil Kurumu Yayınlan, Ankara, (1972)

4     AKYÜZ, Y.:Türk Eğitim Tarihi, 5. Baskı, Kültür Koleji Yayınlan, (1994)

5     ARAT, R.R.: Kutadgu Bilig ve Türklük Bilgisi, Türk Kültürü, 98,2-22, (1970)

6     ARAT, R.R.: Kutadgu Bilig, İslam Ansiklopedisi, Cih 6, 1038-1047, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, (1977)

7     ARAT, R.R.: Kutadgu Bilig (Neşre Hazırlayan: K. ERASLAN, O. SERTKAYA, N. YÜCE) İndeks, III. Cih TKAE, İstanbul, (1979)

8     ARİSTOTELES: Nicomakhos’a Etik (Çev. S. Babur), H. Ü. Yayınlan, Ankara, (1988)

9     AYDIN, M.: İslam Felsefesi, İslam Ansiklopedisi, 2,10-14, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul (1979)

10     AYDIN, M., Kant ve Çağdaş İngiliz Felsefesinde Tanrı-Ahlâk İlişkisi, Ümran Yayınlan, Ankara, (1981)

11     AYDIN, M.; Din Felsefesi, 4. Basta, Selçuk Yayınlan, İstanbul, (1994)

12     AYNİ, MA.; İslam Tasavvuf Tarihi, (Sadeleştiren: H.R. YANANLI), Akabe Yayınları, İstanbul, (1985)

13     BANARLI, N. S.: Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, 3,230-240, Devlet Kitabları (1971)

14     BAŞER, S.: Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre, Kültür Bakanlığı Yayınlan, Ankara, (1990)

15     BAŞER, S.; Gök Tanrı’nın Sıfatlarına Esmaül-Hüsna Açısından Bataş, Seyran Yayınlan, İstanbul, (1991)

16     BAŞER, S.: Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre’den Sevgi Toplumuna, Seyran Yayınları, İstanbul, (1995)

17     BAYRAKÇI, H.: Türk Kültürünün Sosyal İdealleri, Gerçek, 5, 40-74, (1976)

18     BAYRAKLI, B.: Farabi’de Devlet Felsefesi, Doğuş Yayınları, İstanbul, (1983)

19     BİCE, H.: İşaret Taşlan, 1. Basta, Köklem Yayınlan, Ankara, (1992)

20     BİNARK., N.; Kutadgu Bilig’de Evlenme, Aile ve Çocuk Terbiyesi, Türk Kültürü, 98, 106-110, (1970)

21     BOLAY, S.H.: Aristo Metafiziği ile Gazali Metafiziğinin Karşılaştırılması, 1. Basta, Kültür Bakanlığı, Ankara, (1976)

22     CAFEROĞLU, A.: Türk Dili Tarihi, 3. Basta, I-II. Cüt, Enderun Kitabevi, İstanbul, (1984)

23     CÜCELOĞLU, D. İnsan ve Davranışı, 4. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul, (1993)

24     ÇAĞATAY, S.: Kutadgu Bilig’de Ögdilmış, Türk Kültürü, 98, 27-43, (1970)

25     ÇAĞATAY, N.; Ahilik Nedir, Kültür Bakanlığı, Ankara, (1990)

26     ÇAĞRICI, M.: Ahlâk, İslam Ansiklopedisi, 2,1-9, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul, (1979)

27     DİLAÇAR, A.: Kutadgu Bilig İncelemesi, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu, Ankara (1988)

28     ECER, V.: Türk Din Bilgim Maturudi, Ankara, (1978)

29     EDİP AHMET: Atebetül-Hakayık (Çev.: R.R. ARAT) Türk Dil Kurumu Yayınlan, Ankara, (1992)

30     EFLATUN: Devlet (Çev.: S. EYÜBOĞLU, M.A. CİMCOZ) 3. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul, (1975)

31     ERGİN. M.: Orhun Abideleri, 3. Baskı, Boğaziçi Yayınlan, İstanbul, (1975)

32     FIĞLALI, ER.: Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, 6. Baskı, Selçuk Yayınlan, İstanbul, (1993)

33     GÖKBERK, M.: Felsefenin Evrimi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, (1979)

34     GUENON, R.: Doğu ve Batı (Çev: F. ARSLAN), Yeryüzü Yayınları, İstanbul, (1980)

35     GÜLENSOY, T.: Kutadgu Bilig’den Hikmetler, Türk Kültürü, 98,89-105, (1970)

36     GÜNGÖR, E.: Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, Ötüken Neşriyat, İstanbul, (1995)

37     GURİZ, A.: Faydacı Teoriye Göre Ahlâk ve Hukuk, 184, Ankara Ün. Yayınlan

38     HANÇERLİOĞLU, O.: Düşünce Tarihi, 3. Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul, (1977)

39     HANÇERLİOĞLU, O.: Felsefe Sözlüğü, 6. Basta, Remzi Kitabevi, İstanbul, (1982)

40     İNAN. A.: Yusuf Has Hacib ve Eseri Kutadgu Bilig Üzerine Notlar, Türk Kültürü, 98.44-58(1970)

41     İMAMI GAZALİ: İslam Ahlakı, (Çev: A. NURİ), 7. Baskı, Sinan Yayınevi, İstanbul, (1975)

42     KAFESOĞLU, İ.: Eski Türk Dini, 2. Basta, Kültür Bakanlığı, Ankara, (1980)

43     KAFESOĞLU, İ.: Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki yeri, 1. Baskı, Kültür Bakanlığı, İstanbul, (1980)

44     KAFESOĞLU, İ.: Türk Millî Kültürü, 5. Basta, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, (1988)

45     KANT, I.: Pratik Usun Eleştirisi (Çev: İZ. Eyüpoğlu), 2. Basım, Say Yayınları, İstanbul, (1994)

46     KARA, M.: Bir Başka Açıdan Kutadgu Bilig, 1. Baskı, Birleşik Yayınları, Ankara, (1990)

47     KARAMANLIOĞLU, A. F.: Kutadgu Bilig’in Diline ve Adına Dair, Türk Kültürü, 98,59-63 (1970)

48     KAŞGARLI MAHMUT; Divanı Lügat-il Türk (Çev: B. ATALAY) I,II,III,IV. Cilt, Türk Dil Kurumu Yayınlan, Ankara, (1985)

49     KEKLİK, N.: Felsefe, Çağrı Yayınları, İstanbul, (1978)

50     KEZER, A.: Türk ve Batı Kültüründe Siyaset Kavramı, 1. Baskı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara, (1987)

51     KILIÇ, S.: R. GUENON’u Anmak, İlim ve Sanat, 18, 40-42, (1988)

52     KILIÇ, R.: Ahlâkın Dini Temeli, 1. Baskı, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, (1992)

53     KINALIZADE, A.E.: Devlet ve Aile Ahlâkı, (Hazırlayan: A. KAHRAMAN), Tercüman 1001 Temel Eser, Tarihsiz

54     KINALIZADE, A.E.: Ahlâk (Ahlâk-ı Alâ’i), (Hazırlayan: H. ALGÜL), Tercüman 1001 Temel Eser, Tarihsiz

55     KONFUÇYÜS: Konuşmalar (Çeviren: M. N. ÖZERDİM), 3. Baskı, Devlet Kitapları, Ankara, (1973)

56     KÖPRÜLÜ, M.F.: Türk Edebiyatı Tarihi, 2. Baskı, Ötüken Kitabevi, İstanbul, (1980)

57     KURGAN, Ş.: Divan-ı Lügat-it Türk Üzerine, Türk Dil, Cilt XXVII, Sayı 253, 60-80, (1972)

58     KURTKAN, A.: Türk Milletinin Manevi Değerleri, Orkun Yayınevi, İstanbul, (1984)

59     KURTKAN, A.: Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, 1. Baskı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul, (1987)

60     KÜÇÜK, H.: Türk İslam Sosyal Düşünce Yapısı, Fatih Yayınevi, İstanbul, (1980)

61     KÜLEKÇİ, N.: Yusuf Has Hacip ve Kutadgu Bilig, Toker Yayınları, İstanbul, (1980)

62     LALANDE, A.: Kısa Gerekçeli Pratik Ahlâk, (Çeviren: M. C. DEĞİRMENCİOĞLU), 1. Baskı, Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul, (1995)

63     ÖGEL, B.: Türklerde Devlet Anlayışı, 1. Baskı, Başbakanlık Basımevi, Ankara, (1982)

64     ÖGEL, B.: Türk Mitolojisi, I. Cilt, Türk Tarih Kurumu, Ankara, (1989)

65     öze AN, H.: Maturidi’de Dini Çoğulculuk, İFAV, İstanbul, (1995)

66     ÖZDENÖREN, R.: Kavramlar Üzerine Genellemeler, İlim ve Sanat, 9, 16-24, (1986)

67     ÖZTÜRK, Y.N.: Din ve Fıtrat, Yeni Boyut, İstanbul, (1990)

68     PAKSÜT, F.: Platon ve Platon Sonrası, 1. Baskı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara, (1982)

69     PAUND, E.: Konfüçyüs (Çev. A. Yücel), Bürde Yayınları, İstanbul, (1981)

70     POYRAZ, H.: Dil ve Ahlâk, 1. Basım, Vadi Yayınlan, Ankara, (1995)

71     RUSSEL, B.: Bati Felsefesi Tarihi (Çeviren: M. SENCER), 1. Basım, 1. Cilt, Bilgi Yayınevi, Ankara, (1972)

72    RUSSEL, B.; Batı Felsefesi Tarihi (Çeviren: M. SENCER), 2. Basım, 3. Cilt, Bilgi Yayınevi, Ankara, (1973)

73    RAHMİ, M.: Küçük Felsefe Tarihi (Sadeleştiren: Ö. TOLGAY), İnsan Yayınlan, İstanbul, (1995)

74    SCOGNAMILLO, G.: Batının İnanç Temelleri, 1. Baskı, Dergah Yayınlan, İstanbul, (1976)

75    Sorokin, P.A.: Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri, (Çeviren: M. TUNCAY), Bilgi Yayınevi, Ankara, (1972)

76    ŞEHSUVAROĞLU, B.N.: Tıbbı Deontoloji (Yayma Hazırlayan: A. TERZİOĞLU), 2. Baskı, Bayda Yayınlan, İstanbul, (1986)

77    TANYU, H., Türklerde Tek Tanrı İnancı, 2. Baskı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, (1986)

78    TOGAN, Z. V.: Oğuz Destanı, Ahmet Sait Matbaası, İstanbul, (1972)

79    TOPÇU, N.: Felsefe, Sümer Matbaası, İstanbul, (1971)

80    TUNCAY, H.: Zıya GÖKALP, 3. Baskı, Toker Yayınları, İstanbul, (1978)

81    TÜRKDOĞAN, O.: Türk Tarihinin Sosyolojisi, Turan Yayıncılık, İstanbul, (1986)

82    ÜLKEN, H.Z.: İslam Felsefesi, 2. Baskı, Selçuk Yayınları, Ankara, (1967)

83    ÜLKEN, H.Z.: Aşk Ahlâkı, 4. Baskı, Ülken Yayınları, İstanbul, (1981)

84    ÜLKÜTAŞIR, M. Ş.: Yusuf Has Hacip ve Kutadgu Bilig Üzerine Küçük Bir Araştırma, Türk Kültürü, 98, 23-26, (1970)

85    YAMAN, A.: Türk Kültürü’nün Ahlaki Değerleri, Gerçek, 5, 75-95, (1976)

86    YAMAN, K.: Türk Kültürü’nün Felsefi Temelleri, Gerçek, 5, 7-39, (1976)

87    YAKIT, I.: Batı Düşüncesi ve Mevlana, Ötüken Yayınevi, İstanbul, (1993)

88    YUSUF, H.H.: Kutadgu Bilig (Çeviren: R.R. ARAT), 2. Baskı, II. Cilt, Türk Tarih Kurumu, Ankara, (1974)

89    YUSUF, H.H.: Kutadgu Bilig (Çeviren: R.R. ARAT), I. Cilt, 3. Baskı, Türk Dil Kurumu Yayınlan, Ankara, (1991)

 

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN

Hilmi Özden, 1959 yılında dünyaya geldi. Konya ve Eskişehir’de İlk ve Orta öğrenime devam etti. Yüksek Öğrenimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde tamamladıktan sonra, iki yıl mecburi hizmet ve on altı ay askerlik görevlerini takiben Sağlık Ocaklarında, Köy Hizmetleri 14. Bölge Müdürlüğünde tabip olarak çalıştı. 1995 yılında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalında Prof. Dr. Gürsel ORTUĞ ve Prof. Dr. Nedim ÜNAL danışmanlıklarında“Omurganın Torakal Bölümü’nde Medulla Spinalis Çaplarının Manyetik Rezonans Tekniği İle Ölçümü ve Değerlendirilmesi”isimli tezi tamamlayarak Anatomi doktoru ünvanı aldı. 2005 yılında ESOGÜ tarafından Nottingham Üniversitesine gönderildi ve Dr. Lopa Leach’in yanında angiogenesis üzerine çalıştı. Yurt içinde sıçan ve farelerde transplantasyon, embriyonik kök hücre ve mikrocerrahi üzerine çalışmalar yapan ekiplerde görev aldı. 2013 yılında, Eskişehir Türk Dünyası Başkenti Ajansı Danışma Kurulunda ESOGÜ temsilcisi oldu. Şu anda ESTÜDAM (ESOGÜ Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi) müdürü olarak da görev yapmaktadır. Anatomi sahasında yurt içi ve yurt dışı çalışmaları bulunan yazar ESOGÜ Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim dalında öğretim üyesidir. Evli ve iki çocuk babasıdır. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
hilmi özden

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Tekrarsız Süslemeler

Tekrarsız Süslemeler

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 3 Aralık 2024
Sistematik Hatalar Bahçesi

Sistematik Hatalar Bahçesi

Ekrem Hayri PEKER, 3 Aralık 2024
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024