Gökbey Uluç: “Artık Göktürkçe bir simgeyi kullanmak
suç değil! Göktürk damgalarını herhangi biri yazıp
kullanabilir. İsteyen kurum belirtkesi yapar,
isteyen süs yapıp evine, arabasına asar.”
Erzurum Atatürk Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Cengiz Alyılmaz, kullandığı belirtke (logo) nedeniyle Türk Dili Derneği’ni mahkemeye verdi. Alyılmaz’ın iddiası, derneğin kullanmış olduğu belirtkenin kendisine ait bir çizim olduğu, patentini aldığı ve derneğin bunu izinsiz kullanarak suç işlediğiydi. Yani Alyılmaz, Göktürkçe’nin “keçi tamgasının” kendi çizimi olduğunu ve kendisinden izin alınmadan kullanılamıyacağını savunuyordu.
Yaklaşık bir yıl süren soruşturma sonucunda, Göktürkçe’nin kamunun malı olduğuna Prof. Dr. Cengiz Alyılmaz’ın iddasının haksız olduğuna hükmedildi.
Dava, Göktürkçe için neden önemliydi?
Kurultay.net’teki haberde Göktürkçe’deki tamgalardan birinin patentini alınabiliyorsa, bu durumda diğer tamgaların da patentinin alınabilmesinin önü açıldığı belirtildi. Bunun neticesinde en basitinden, Göktürk alfabesi üzerinde araştırma yapılması, yazı yazılması gibi en basit işlemler bile patent sahibi kişilerin iznine tabi olacaktı. Emsal teşkil edecek bu davanın, savunması da gayet açıktı: “Bu, Latin alfabesindeki “A harfi”nin patentini almakla eşdeğerdir. Böylece bir daha kim “A” yazmak isterse patent sahibinden izin almak durumunda kalacaktır.”
“O tamga, Kağan’ın mührü sayılıyor”
Karar.com’daki Ziyahan Albeniz imzalı yazıda da, yazıttaki tamganın Kağan’ın mührü anlamına geldiğini şu ifadelerle anlatılıyor:
“…Keçi sembolü Orhun Yazıtları’ndan biri olan Kül Tigin anıtının doğu yüzünde yer alan bir sembol. Ulaşılamaz yerlere ulaşmayı, yüceliği sembolize ediyor. ‘Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olan Kağan’ın mührü olarak kabul ediliyor. 732 yılı olarak tarihlenen bu anıttaki keçi sembolü Türk kültür ve tarihi açısından epey önemli. Nitekim Moğolistan’dan Kazakistan’a kadar Türki Cumhuriyet’lerin neredeyse hepsinde bu sembole rastlamak mümkün.
Kazakistan’ın tedavülde olan 1000 Tenge parasında, Moğolistan’da bulunan bir kütüphanenin kapısında, 2016 yılında Türk Kültür Akademisi’nin düzenlediği bir forumun afişinde de bu keçi sembolü var. Hatta daha ilginç bir bilgi vereyim, 2016 yılında Merkez Bankası tarafından basılan 2.5 TL değerindeki Orhun Anıtları hatıra parasında da bu sembolü görebilmek mümkün.”
Ziyahan Albeniz, davacı durumdaki Prof. Dr. Cengiz Alyılmaz’ın bu sembolün Türk kültür ve medeniyeti açısından taşıdığı değeri Orkun Dergisi’nin Mart 2001’de (sayı 37) yayınlanan yazısında anlattığını da belirtiyor. Alyılmaz yazısında, “Dağ keçisi/ Teke damgası, Türk Dünyasının en eski ve ortak damgalarından biridir…. Türk miletinin var olduğu, ulaştığı her yerde dağ keçisi damgasının izine rastlamak mümkündür” ifadesine de yer veriyor.
Prof.Dr. Cengiz Alyılmaz, 2012 yılında kurduğu online bir dergi olan ve Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim sözcüklerinin baş harflerinden oluşan Teke dergisinin logosu olarak da Teke ismi ve sembolünden müteşekkil kompozisyonu seçip, bu logonun patent başvurusunu da 2012 yılında yapmıştı.
2015 yılında Gökbey Uluç ve arkadaşları tarafından kurulan Türk Dili Derneği (TDD) de dernek logosunda aynı tamgaya yer verince, Prof.Dr. Alyılmaz’ın sembolün patentinin kendisine ait olduğu iddiasıyla karşılaşmış ve merakla okuyacağınız bu patent davası ortaya çıkmıştı.
Gökbey Uluç, davanın aşamalarını anlattı
Türk Dili Derneği Başkanı Gökbey Uluç, derneğin web sitesindeki yazısında davanın gelişimini şöyle anlattı:
“Aynı zamanda Türk Dil Kurumunun Bilim Kurulu Üyesi olan Prof. Dr. Cengiz Alyılmaz’ın, 2016 yılında Türk Dili Derneğinin Yönetim Kurulu’ndan bana ve Mehmet Yusuf Tekeli’ye açtığı ceza davasından 4 yıl sonra beraat ettik! Kazanan yalnızca biz değil, Türk Dili’dir! Şöyle ki:
Beraat yargısı üç gün önce 17/12/2020’de kesinleşti. Türk Dili Derneği olarak kendi aramızda sevinçle karşıladığımız bu sonucu kamuoyuna bildirmek için bu mutluluğu özümsemeye, olanları tartıp değerlendirmeye ve hukuki sürecin işleyişini öğrenmeye çaba gösterdik. Avukatımız Muran İnan’dan da olur alarak savaşım verdiğimiz bu süreci herkese övünçle duyurmak isteriz.
Cengiz Alyılmaz ile Temmuz 2015’ten bu yana bir dizi dava ile uğraşmaktayız. Öyle ki bir süre sonra durumu kişiselleştirerek, bana ayrı davalar açarak beni yıldırma çalışmasına da girişti. Toplumsal paylaşım ağlarında yazdığım yazıları inceledi, inceletti. Tümcelerim içinden cımbızla sözcükleri çekerek kendisine hakaret ettiğimi öne sürüp bana tazminat ve ceza davası açtı. Bu iki dava da kendi içinde başka davalara bölündü. Yeri geldi kendim de mahkemeyi mahkemeye verip ilginç deyimler yaşadım. İşin bu kanadında Cengiz Alyılmaz beni yıpratmak için elinden geleni yaptı. Bu yüzden Türk diliyle neredeyse hiçbir ilgisi olmayan bu davaları şu an açıklamam ve ayrıntıya girmem yersiz olur. Belki ileride tüm süreci bir anı olarak yazmaya başladığımda değinirim. Gel gelelim işin Türk dilini ilgilendiren bölümüne…
2015 yılında dernek üyelerimizden Mehmet Yusuf Tekeli, çıkarmak istediğimiz Damga dergisine yazı göndererek katkıda bulunmaları için birçok bilgeye ulatı (eposta) göndererek iletişime geçti. Bu kişilerden biri de o dönem Erzurum Atatürk Üniversitesinde görevli olan Prof. Dr. Cengiz Alyılmaz idi. Böylece tüm süreç de o günlerde başladı. Alyılmaz, derneğimizin belirtkesini (logosunu) görünce Tekeli’ye yanıt olarak derneğimizin belirtkesini değişmemizi çünkü söz konusu simgenin kendisi üzerine patentli olduğunu yazmış. Tekeli, bu durumu bana bildirdiğinde Alyılmaz’a ulatı yazarak patent belgesini göndermesini istedim; iletti. Dernek yönetimi olarak kendi aramızda düşündük, taşındık. Kamunun ortak bir simgesi olmasından dolayı 732 yılında dikilen Gültekin yazıtının en üstünde geçen keçi/teke/ök/öke damgasını kullanmaktan caymayacağımızı kendisine bildirdik. Bu arada yazışmalar artık ulatı üzerinden değil, noterler üzerinden belirli tutarlar karşılığında ihtarnâmeler ile yapılmaya döndü. Böylece Alyılmaz hukuki süreci başlatmaya koyuldu ve bizi 2015 yılında Erzurum 3. Asliye Hukuk Mahkemesine dava ederek Göktürkler döneminde Türk Kağanlığı’nın başı Bilge Kağan’ın kardeşi Gültekin için diktirdiği anıttaki Göktürkçe metinler arasında bulunan simgeyi kullandığımız için 10.000 TL (on bin TL) tazminat isteminde bulundu.
Erzurum’da açılan bu hukuk davası için derneğimizi savunmak adına yönetim kurulunca adıma yetki verildi. Dernek olarak davayla ilgili yazışmaları ve savunmayı yapmak benim görevim olunca tüm kâğıtlarda adım geçmeye başladı. Böylece Alyılmaz, tüm savını (iddiasını) benim üzerime yönlendirdi, durumu kişiselleştirdi ve yıpratma sürecini işletti. Bir süre sonra kamuoyunca benimle Alyılmaz arasındaki kişisel husumet olarak bile algılanmaya başladı. Öyle ki bir noktaya gelindiğinde kendimi yapayalnız hissetmeye başladım. Belki de dernek içinde davada yetkili kişi olarak yalnızca bana değil, tüm yönetim kuruluna yetki verilseydi durum böyle olmazdı. Ancak o dönemdeki koşullarımızı göz önüne aldığımızda Erzurum’daki bir davaya İstanbul’dan 10 kişinin gitmesi, orada konaklaması, yemesi içmesi ve dönmesi için ortaya çıkacak masrafı karşılayacak gücümüz olmadığı görülür. Tek betlik (sayfalık) noter ihtarnâmesi bile kendi başına önemli bir maliyetken kişi sayısının artması bunu kişi sayısınca katlayacaktı. Öte yandan biz, ilk duruşmada kazanacağımıza da pek inançlı idik.
Bilenler bilir, hukuk davası ayrıdır, ceza davası ayrı. İşte biz de o günlerde ikisinin ayrı ayrı anlamları olduğunu öğrendik. Alyılmaz, bize hukuk davası açmıştı. Bunun yanında bir de savcılığa şikâyette bulunarak ceza almamızı istemiş. Erzurum’daki savcılık yetkisizlik yargısıyla İstanbul Bakırköy’deki savcılığa yönlendirmiş. Böylece Yenibosna’daki karakoldan beni ve Tekeli’yi çağırarak savunmalarımız istendi. 2016 yılında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı Fikri ve Sınai Haklar Soruşturma Bürosundaki bu soruşturma, bilirkişi tutanağı ile Koğuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar çıkararak bizi haklı buldu. Söz konusu bu yargıyı Erzurum 3. Asliye Hukuk Mahkemesine göndersek de mahkeme bu yargıyı göz ardı ederek patentli bir simgeyi kullandığımız için derneğimizi kısmî tazminata mahkûm etti.”
Dava bir üst mahkemeye gidiyor
“Erzurum’daki bu sonuç bizleri çok üzmüşken bir de Bakırköy’den gelen tebliğ bizi derinden yaraladı. Alyılmaz, Erzurum’daki yargı sonucunu öne sürerek Bakırköy’de alınan “kovuşturmaya yer yoktur” yargısının hükmünü üst mahkemeye bozdurtmuş ve davanın daha kapsamlı görülmesi için Bakırköy Fikrî ve Sınaî Haklar Ceza Mahkemesinde dava açılmasının önünü açmış. İşte, bugünlerde beraat ettiğimiz ve 2 yıl hapis cezası alma durumumuz olan dava da böylece başlamış oldu.
Prof. Dr. Cengiz Alyılmaz ile 5 yıl, 5 aydır Göktürkçe bir simge/damga için uğraş içindeyiz. İş, yalnızca mahkeme salonlarında, koridorlarda ya da kalemlerde sürmedi. Akademik çevreye de doğal olarak taşan bu konuda bölünmeler de yaşanmadı değil. Göktürkçe bir damganın (harfin) patentlenip patentlenemeyeceği tartışıldı. Alyılmaz’ı haklı bulanlar da az değil. Bize, “Başka simge mi yok? Siz de bırakın canım, aa!” diye yönlendirmeler de az yapılmadı. Bizim amacımız, kamunun ortak bir değerinin herkesçe özgürce kullanabilmesidir. Atalarımızın bıraktığı mirasın hepimizce eşit düzeyde paylaşılabilmesidir. Bu yüzden bir kişinin kendi üzerine alarak bu mirasta tek başına hak iddia etmesine karşı çıktık. Bu yüzden haklı davamızdan dönmedik. Ne yazık ki bu süreçte Alyılmaz’ın yanında bulunarak ondan yarar sağlamak için onu savunanlar da oldu. Yeri gelmişken bu kişilere sormak isterim. Elinize ne geçti? Bile bile bir yanlışı savunarak bize cephe aldınız da elinize ne geçti? Yine Alyılmaz’ın bu tutumunu yerdiği, yanlış yaptığını, haksız olduğunu dile getirdiği halde bizi bu süreçte ortaya çıkarak savunmayanları da gördük. Doğrudan açık biçimde yanımızda olduğunu gösteren bilgelerimize ise bir kez daha esenlik dilerim.
Erzurum 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin gerekçeli yargısı elimize ulaşınca istinafa başvurarak Yargıtay’a itiraz ettik. Bu süre içinde ceza mahkemesindeki duruşmalarımız da sürüyordu. Çünkü Bakırköy’deki Ceza Mahkemesi Erzurum’daki mahkemenin kesinleşmiş sonucunu bekletici mesele yapmıştı. 2018 yılında Yargıtay sonuçlandı. Söz konusu simgenin Göktürkler döneminde demeli 1300 yıl önce kullanıldığının belirtilmesine karşın bugün Cengiz Alyılmaz’a ait olmasından ve bizim de bunu kullanmamızdan dolayı tazminat ödememiz gerektiğine hükmedilmişti. Alyılmaz, bu sonucu göstererek 2019’da bu kez Erzurum İcra Dairesine başvurada bulunarak söz konusu tazminatın temini için derneğimizi icraya vermişti. İşler hiç de istediğimiz gibi gitmedi. İcrada avukat ücreti, tahsil harcı gibi birçok masraf vardı. İki hafta içinde ödenmesi gerektiği ve aksi durumda haciz edileceğini de açıkça yazıyordu. Dernek olarak söz konusu tutarı biriktirmek için oraya buraya koşuşturmaya, ödeme gücü olmayanlar için eksik tutarı denkleştirmeye çalıştık. İcra dosyasını bir biçimde kapattık.”
“Bu süreçte yok yıprandık ama yılmadık”
“Ne yazık ki bu süre içinde derneğimiz gerçekten yıpranmaya da başladı. Alyılmaz, bizi yıprattı ama yıldıramadı! Hapis cezasıyla yargılanmamızı istemesinin ve ceza davasına dek olayın büyümesinin açıklaması başka nasıl yapılabilir? Öyle de oldu açıkçası. 2015’ten 2019’a gelene değin birçok kişi dernekten ayrıldı. Mahkeme süreçleri gözlerini ürkütmüştü. Hele bir de icra dairesinin iki hafta içinde para yatırılmasını istediği ödeme emrinin gelmesiyle tam bir karmaşa yaşandı. Bir yandan kopmalar yaşanırken bir yandan da dernek içinde sıkı bağ kuruluyordu. Derneğin çekirdek takımında birlik gücünün daha da arttığını yazmak isterim. Tüm bunlar yaşanırken biz de İstanbul’daki okullarda Göktürkçe eğitimlerimizde doruğa çıkmış, 18.000 öğrenciye ata yazımızı tanıtmış, Yıldız Teknik Üniversitesinde 3 kez dönemlik öğrenekler düzenleyerek belgeler sunmuş idik. Oysa bizi en çok üzen, Erzurum’da verilen yargı ile derneğimizin belirtkesini değişmek zorunda oluşumuzdur. 21 Nisan 2019’da belirtkede bulunan kırmızı zemin üzerindeki Göktürkçe simgeyi çıkartarak düz kırmızı bir kutuyu derneğin simgesi olarak onayladık.
Yargı sürecinde elimizden geleni hiç sakınmadık. Yargıtay, Erzurum’daki sonucu onamıştı ancak biz buna da itirazda bulunduk. Böylece dosya yeniden işleme alındı, dava sonucunun kesinleşmesi beklemeye kaldı. Dolayısıyla ceza mahkemesi de her duruşmada ertelenir oldu.”
“Türk Patent ve Marka Kurumunun yazısı ile gidişat değişti”
“Bu sırada denenmemiş bir neni denemek istedim. Alyılmaz’ın en güçlü olduğu ve mahkemede bizim elimizi kolumuzu bağlayan patent belgesi üzerine odaklandım. Sonrasında Nisan 2019’da Türk Patent ve Marka Kurumuna bilgi edinme yasası gereği bir dilekçe yazdım. Gültekin yazıtının görselini de ekleyerek söz konusu simgenin patentini almak istediğimi, bunun olanaklı olup olmadığını, değilse de hangi kurala, yasaya göre olamadığını bildirmelerini istedim. TPMK’den gelen yazılı bildiride tarihî simgelerin tescil edilemeyeceği, başvurulsa da reddedileceğini yazılı idi. Artık elimizde güçlü bir resmî dayanak vardı.
2020’de Yargıtay, düzeltme isteğimizi reddetti. Bize de yargıya itiraz ettiğimiz için bir de idari para cezası verdi. Böylece ceza davasının da önü açıldı.
Ara celseler olduktan sonra 19.10.2020’de karar duruşması yapıldı. Tüm kanıtlar, bilirkişi tutanakları, Erzurum’daki yargı da içinde olmakla tüm belgeler değerlendirilerek bize beraat hükmü verildi. Duruşma sırasında hüküm yüzümüze okunurken yaşadığımız buşku anlatılacak türden değil. Ardınca gerekçeli yargı yazıldı. İddia makamından itiraz da gelmeyince 17.12.2020’de yargı kesinleşti. Artık Göktürkçe bir simgeyi kullanmak suç değil! Göktürk damgalarını herhangi biri yazıp kullanabilir. İsteyen kurum belirtkesi yapar, isteyen süs yapıp evine, arabasına asar.
Bir biçimde 5 yıl 5 ay süren davalarda artık denge değişti. Savunan tarafta bundan sonra biz değil, Alyılmaz olacak. Öyle ya da böyle avukat vekaletleri, dosya masrafları, tazminatlar, idari para cezaları, ceza harçları, yol masrafları gibi kaba hesapla cebimizden çıkan 50.000₺’nin geri ödenmesi için tüm hukuki hakkımızı kullanacağız.
Gültekin yazıtının üstünde bulunan teke/keçi simgesi mahkeme yargısıyla artık kamu malı olarak tasdiklenmiştir. Türk Dili Derneği olarak biz de eski belirtkemize geri döneceğiz. Alyılmaz’ın TEKE dergisinde, Valeh Hacılar Vakfında ya da herhangi bir yerde kişisel markası olarak kullandığı simge bundan böyle tüm ulusça kullanılabilecek.
Utkumuz kutlu olsun. Kazanan Türk dilidir.”
Gökbey Uluç
Türk Dili Derneği Başkanı