Yaşadığımız coğrafyanın tüm güzellikleri, tarihi mirasın ilham veren dokusu ve daha birçok farklı özellik, bütün özgünlüğü ile Bursa’da hissedilmektedir. Osmanlı İmparatorluğunun mimari anlamda ilk kaynaklarını da bünyesinde barındıran Bursa, sadece mimari anlamda değil kültürel ve sanatsal anlamda da ilklerin uygulandığı bir şehirdir. Bursa aynı zamanda İslam medeniyetinin değerlerinin Osmanlı elinde yeniden yorumlanarak evrensel değere dönüştürüldüğü bir şehirdir. Bu çalışmamızda, asırlardan beri Müslüman toplumlarda yer alan Mevlid geleneğini Bursa ölçeğinde değerlendirmeye çalışacağız.
Sözlüklerde doğma, doğum anlamına gelen mevlid;[1] edebiyatta Son Peygamber Hz. Muhammed’in hayatından pasajların aktarıldığı, özellikle O’nun doğumunu anlatan mesnevi tarzındaki eserlerdir.[2]
Mevlid merasimlerinin ortaya çıkışının ve artan bir ilgiyle devam etmesinin gerçek sebebi, sahabeden bugüne kadar Müslümanların gönlünde yer tutan çok kuvvetli Rasulullah sevgisi ve bağlılığıdır. Hz. Peygamberin doğum günü olan Rebiülevel ayının on ikinci günü Müslümanların; Mekke’de Rasulullah’ın doğduğu evi, Medine’de mübarek kabrini ziyaret ettikleri bilinmektedir. İbn Cübeyr, Mekke’deki bu ziyaret ve merasimlere bizzat şahit olmuş ve bu münasebetle Hz. Peygamber’in doğduğu evin bütün gün ziyaretçilere açık tutulduğunu anlatmıştır.[3]
İnsan, peygambersiz bir hayattan sakındırılmıştır. Çünkü hayat, peygamber yoksa eksik ve anlamsızdır. Allah, kulunu sevmeye ve günahlarını affetmeye sebep saymıştır peygambere itaati. Peygamber’i sevmek müminler için bir gerekliliktir.[4] “De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, mensup olduğunuz oymak ya da boy, kazanıp (biriktirdiğiniz) mallar, kötüye gitmesinden kaygılandığınız ticaret, hoşlandığınız konutlar size Allah’tan ve O’nun Elçisi’nden ve O’nun yolunda kavga vermekten daha gönül bağlayıcı geliyorsa, bekleyin o zaman Allah iradesini açığa vuruncaya kadar; Ve [bilin ki,] Allah, günaha gömülüp gitmiş bir topluluğa asla hidayet etmez”[5] gibi ayetler ve “Sizden birinize Ben, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe tam iman etmiş olamaz” [6] gibi hadislerde bu sevginin önemine dikkat çekilmiştir.
İslam tarihi peygambere duyulan sevgi ve bağlılığın müstesna örnekleriyle doludur. Hicretin dördüncü yılında gerçekleşen bir olayda Zeyd b. Desinne’nin Ebu Süfyan’a verdiği cevap, peygamber âşıklarına, sevgi ve bağlılığın tezahüründe ilham olmuştur. Zeyd’le birlikte on kişi, Hz. Peygamber tarafından İslam’ı öğretmek üzere görevlendirilir. Ancak yolda iki yüz kişilik silahlı bir grubun saldırısına uğrarlar ve sekizi şehit olur. Sadece Zeyd ve Hubeyb kalır. Onları da Mekke’ye götürüp idam ederler. İdam öncesinde Ebu Süfyan, Zeyd’e sorar: “Senin çoluk çocuğunun yanında olmana karşılık Muhammed’in elimize düşmesini ister misin?” Zeyd “Asla!” der, “Canımı kurtaracağımı bilsem de Rasulullah’ın değil burada öldürülmesine, Medine’de ayağına bir dikenin batmasına bile dayanamam.” Ebu Süfyan bu derin sevgi ve bağlılığa hayret ederek, “Muhammed’in arkadaşları tarafından sevildiği kadar bir başkasının sevildiğini görmedim”[7] demekten kendini alamaz.
Dünyada Hz. Muhammed kadar övülmüş, hayatının her safhası bir edebi türe kaynaklık etmiş başka bir kimse yoktur. O’nun doğumu, büyümesi, evlenmesi, miracı, savaşları, mucizeleri ve vefatı günümüze kadar işlene gelmiştir.[8] Ebu Nuaym’ın Delailü’n Nübüvve adlı eserinde yer alan ve Hz. Amine’nin vefat etmeden önce oğlunun yüzüne bakarak söylediği; “Ey mübarek çocuk! Ey dünyaya bulaşmadan bir konup, sonra uçup giden güvercin (Abdullah)’ın oğlu! …”[9] sözleriyle başlayan bu gelenek; kasideler, naatler, esma-ı Nebi’ler, mucizatlar, gazavat-ı Nebi’ler, hilyeler, ahlaku’n Nebi’ler, hicretu’n Nebi’ler, şefaat-nameler, kırk hadisler, yüz hadisler, bin hadisler,[10] mevlidler, miraciyeler ve regaibiyelerle zenginleşerek bugünlere kadar gelmiştir.
Mevlid Merasimleri
Mevlidin, merasim olarak resmi mahiyet kazanması Fatımîler döneminde gerçekleşmiştir. Fatımîler her sene, hicri yılbaşı olan 1 Muharrem, Aşure Günü, Kurban ve Ramazan bayramları, kandil geceleri, nevruz, Mihrican, Feth-i Haliç gibi gün ve gecelerde resmi merasimler düzenlerlerdi. “Mevalid-i Sitte” dedikleri; Mevlid-i Nebi, Mavlid-i Ali, Mevlid-i Hasan, Mevlid’i Hüseyin, Mevlid-i Fatıma ve Mevlid-i Halife-i Hazır için altı ayrı mevlid merasimi yaparlardı. Şüphesiz bunların içinde en önemli olanı Rebiülevvel ayının on ikinci günü ve gecesinde yapılan mevlid merasimi idi. Halifenin ihtişamını göstermek istediği bu törenlerde çok para harcanırdı. Sadakalar verilir; para, elbise ve mücevherattan oluşan hediyeler alıp verirlerdi. Sarayda yapılan, vaazların verildiği, fener alaylarının düzenlendiği, sadece devletin ileri gelenlerinin ve ulemanın katıldığı bu törenler henüz halk arasında yayılmamıştı. Meşhur rivate göre Mevlidü’n-Nebi merasimleri bugünkü şekliyle ilk defa Erbil Atabeyi Muzafferuddin Gökböri tarafından tertip edilmiştir. Muzafferuddin Gökböri mevlid merasimlerine birçok yenilik kazandırmıştır. Bu yeniliklerden biri de ilk mevlid kitabının onun zamanında ve ona ithaf edilerek yazılmasıdır.[11]
“Hz. Muhammed’in doğumunu anma bayramı”, “Hz. Muhammed’in doğumu menkıbesi” ve Hz. Muhammed’in doğumuna bağlı olarak hayatını, mucizelerini, gazalarını, güzel ahlakını ve vefatını övgü ile anlatan eser anlamına gelen Mevlid’e en geniş anlamını son dönem Osmanlı mutasavvıf ve ilim adamlarından Abdurrahman b. Yakup Çelebi yapmıştır. Ona göre mevlid, konusu ve hikâyeleri bakımından Hz. Peygamberin hayatını konu alan siyer ikliminin bir parçası, Rebiülevvel ayında Müslümanların dünyevi ve uhrevi iyilikler elde etme maksadıyla toplanıp Kur’an okuma, salat ve selam getirme, Hz. Peygamber’in üstünlüğü ile ilgili şiir ve haber nakletme, iyiliklerde bulunma, sevinç gösterileri yapma, yemek ve tatlı yedirmeleridir.[12]
Süleyman Çelebi’nin mevlidine Gülzar-ı Aşk adıyla şerh yazan Hüseyin Vassaf’ın ifadelerinden, Osmanlılarda mevlid geleneğinin Osmangazi döneminden itibaren mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte toplumda kabul görüp yaygınlaşması, 1409’da Süleyman Çelebi’nin “Vesiletü’n Necat”ı yazmasından sonra gerçekleşmiştir.[13]
Süleyman Çelebi’nin Mevlidi
Bursa Ulucami’nin ilk imamı olan Süleyman Çelebi tarafından 1409 yılında kaleme alınan ve altı yüz yıldır okuna gelen “Vesiletü’n Necat” yahut halkın ifadesiyle “Mevlid”, kurucu bir metin olarak yeni bir türün oluşmasını sağlamıştır. Vesiletü’n Necat; Ankara Savaşının beraberinde getirdiği boşlukta, tarihçilerin nitelendirmesiyle her bakımdan fetret dönemi olan bir zamanda, iktidar mücadelelerinin sebep olduğu gergin bir ortamda, insanların inancını, güvenini ve iktisadi zenginliğini tükettiği bir sırada yazılmıştır. Mehdi ve Mesihlik iddialarının sayısının arttığı, İsa Severlik düşüncesinin Bursa’nın dini-sosyal hayatını etkilediği bir dönemde; İranlı bir vaiz’in vaazı sırasında peygamberler arasında fark bulunmadığı, Hz. Peygamberin de Hz. İsa’dan üstün tutulmadığı yolundaki açıklamaları Mevlidin yazılmasını tetiklemiştir. Her bakımdan bir şaheser olan Mevlidin sese ve ahenge bürünmesinin tabii neticesi olarak ortaya büyük bir gelenek çıkmıştır. Musikiye canlılık kazandırdığı gibi şiire de önemli katkılar sağlamıştır. Hayır sahipleri, Mevlidiyle birlik ve dirlik vesilesi olan Süleyman Çelebi’nin gönülleri şenlendiren eserine katkı olsun diye vakıflar kurmuşlar, fakir fukarayı Mevlid metni etrafında toplayıp yedirip içirmişlerdir.[14]
Osmanlı Devletinde “Mevlid Alayı” denen mevlid merasimleri Kanuni Sultan Süleyman zamanında devlet teşrifatında yer almıştır. III. Murat zamanında tamamen resmileşmiştir. Bayram havası içinde icra edilen mevlid kutlamaları 1910’dan itibaren resmi bayram ilan edilse de 1923’te Cumhuriyetin ilanından sonra kaldırılmıştır. Bu tarihten sonra halk arasında yaygınlaşan mevlid, özel ve devlet televizyon kanalları ve radyolarda gerçekleştirilen kandil özel programlarıyla farklı bir boyuta taşınmış, günümüzde ise “Kutlu Doğum Haftası” adıyla çok yönlü etkinliklere dönüşmüştür.[15]
Türk toplumunun mevlit okuma/okutma vesilelerine baktığımızda çok geniş bir alanı kapsadığını söyleyebiliriz. Halkımız önemli olduğunu düşündüğü her eylemini mevlidle süslemektedir. Kutsal geceleri, şehitlerin ruhlarını tazizi, ölümleri, adakları, mahalli şöhret sahiplerinin ruhlarını taziz etmeyi, dini ve içtimai açılış günlerini, hac dönüşlerini, sünnet merasimlerini, okula-okumaya başlamayı, askerliği, evlenmeyi, şükrü, yağmur dualarını, köy veya mezar hayırlarını ve hıdrellezi mevlid okumaya bahane etmektedir.[16]
Süleyman Çelebi’nin yalın halk diliyle yazdığı Mevlid, asırlardır canlılığını kaybetmemiş bir eserdir. Aradan geçen bunca zamana rağmen günümüz insanına da hitap etmektedir. Sadece halk tarafından değil aydın zümrede de alaka görmüş, deyim yerindeyse Türk toplumunun takdirini, saygı ve itibarını kazanmış nadir eserlerden biri olmuştur.[17]
Bursa’da Musiki ve Besteli Mevlid
Osmanlı mimarisinin en güzel örnekleriyle süslü Bursa’da camilerin, musiki nazarıyla bakıldığında birçok sanatı bünyesinde barındırdığı gibi, ses sanatlarına da imkân verdiği akla gelir. Kimliğini Osmanlı elinde bulan ve ona başkentlik yapmış bir şehrin selâtin camilerinden yükselen kıraat ve ezan seslerinin en seçkin ustalar tarafından seslendirilmiş olacağını tahmin etmek zor değildir. Hatta Bursa merkezden köylere kadar uzanan çerçeve içinde Türk kulak zevkini kıraate ve ezana işleyen kuvvetli ve dikkate değer kıraat tarzının geliştirildiğinden bahsetmek yanlış olmayacaktır. Zira Osmanlı döneminde yetişmiş kıraatte usta hafızların önemli bir kısmının bestekâr oldukları da bilinmektedir.[18]
Mevlid’in bizzat Süleyman Çelebi veya Sinâneddin Yusuf tarafından bestelenmiş olabileceği tahmin edilmekle birlikte bu eserin bilinen yegâne bestekârı Bursalı Sekbân’dır. Mevlid’in bu bestesi XIX. yüzyılın sonlarına kadar okunmuş, daha sonra unutulduğundan zamanımıza ulaşamamıştır.[19] “Bursa’da Musiki” adlı eserinde Bursa musikişinaslarından bahseden ve onların hayatları hakkında bilgiler vermeye çalışan Gazimihal, bu musikişinaslar içerisinde özellikle Übeyd Efendi isimli bir mevlidhandan bahseder. Verdiği bilgilere göre Übeyd Efendi, Mevlidi, bestekârı olan Sekban’dan meşk etmiş ve mevlidi okumak hususunda ondan icazet almıştır. Mevlidhan Osman Efendi isimli bir zatın da Übeyd Efendi’den meşk ederek aynı usulde mevlid okumaya devam ettiği söylenmektedir. Günümüzde maalesef besteli mevlid unutulmuş durumdadır. Yazarın verdiği bilgiler göz önünde bulundurulduğunda yakın zamanlara kadar Bursa’da besteli mevlid geleneğinin meşkle devam ettirildiği, Bursa’nın bu konuda bir okul vazifesi gördüğü anlaşılmaktadır. Yine sesinin kuvveti ve genişliği ile meşhur olmuş Bursalı Sarıca-zade Es-Seyyid İbrahim Efendi adında bir zatın küçük yaşlarda tahsile başlayıp, vekâleten Ulucami’de hatiplikte bulunduğu, özellikle “hoş elhanla” Muhammediye ve Mevlid okuduğu ifade edilmiştir. Çelebi Sultan Camii’nde imam ve hatiplik yapan Sultan İmamı Elhac Mustafa Efendi’nin ise Mevlid’i, Osman Efendi’den ve bazı Mevlid ustalarından geçmekle birlikte yegâne ve kendine has nağmelerle süslü bir okuyuş ve eda ile yine kendine has bir üslup geliştirdiği nakledilmektedir. Bütün bu bilgilerden hareketle, kendi modellemesini, sanatını ve klasiklerini oluşturmayı başaran Osmanlı Cami Musikisinin kendine özgü yaklaşım ve yorumlarla Osmanlı-Türk üslubu dediğimiz şahsiyeti kazanmasında Bursa’nın katkısının altını çizmek gerekir.[20]
Maalesef günümüze ulaşmayan bu besteler yerine mevlithanlar, asırlardır kulaktan kulağa yayılan şekliyle mevlidi okumaya çalışmaktadırlar. Bir mevlit merasiminde “Âşirhanlar, mevlithanlar, tevşihhanlar ve duahanlar” olmak üzere dört grup yer almaktadır. Mevlit bahirleri ve genelde uygulanan makamlar şunlardır: Münacaat veya Tevhid Bahri (saba, çargâh, dügâh veya şevkutarab), Nur Bahri (hicaz), Velâdet Bahri (saba, uşşak, hicaz, ısfahan, suznak, mâhur, nişâburek, segâh, nihâvend), Merhaba Bahri (uşşak, pençgah, segâh), Mîrâc Bahri (hüzzam, suzidil, kürdilihicazkâr, eviç, saba, segâh, hicaz), Münacat Bahri (uşşak). Geleneksel mevlit merasimlerinde kasidehanların bahirler arasında kaside okuduğu bilinmekle birlikte, son zamanlarda bahirlerin ortasında da kaside okunduğu gözlemlenmektedir. Bu anlamda dikkat edilmesi gereken husus; kasidelerin güftelerinin, içinde okunduğu bahrin konusuyla alakalı olması gerektiğidir.[21]
Bugün Çargâh-Sabâ, Hicaz-Şehnâz, Rast, Uşşak-Bayâtî, Hüzzam-Segâh, Muhayyer-Tâhir gibi klasikleşmiş bir ana makam sıralaması ile okunmakta olan Mevlîd’de, eski besteli mevlîdin tesiri ve izleri olduğu tartışılmaz. “Salât”lı ve “Hay Hay” terennümlü iki ayrı mevlîd bestesi son zamanlara kadar bilinmekte idi. Koca-Mustafapaşa’daki Sünbülî Âsitânesinde bu ‘Hay Hay’lı mevlîd okunurdu. Hüdâyî Âsitânesi’nde besteli mevlîd okumak adeti vardı. Besteli mevlîd, Mîrâciye gibi ancak çok meraklı mûsıkîşinaslarca öğrenilmiş, halka çok yayılmamıştır. İstanbul’da Besteli mevlîdi bilen kişiler, daha çok tekke mûsıkîşinasları arasından çıkmıştır. Bedevî Şeyhi Ali Baba, Balat Sünbülî dergâhı şeyhi Kemâl Efendi, Hüdâyî Şeyhi Rûşen Efendi, Hüdâyî Zâkirbaşısı Şeyh Mehmed Efendi (Paşa Mehmed), Mustafzâde Ahmed Efendi, bunlardan birkaçıdır. Son devirde Hattat Hâfız Kemâl Batanay da Mevlîd bestelemiştir. Hâfız Sadeddin Kaynak’ın da Mevlîd bestelediğinden bahsedilirse de, ortaya çıkmamıştır.[22]
Edebiyatımızda Mevlid Geleneği
Türk edebiyatında mevlid geleneği, genel kabule göre, Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-Necat adlı mevlidi ile başlar. Bu metnin, kendisinden sonra yazılan bütün mevlitler için bir model oluşturduğu söylenebilir. Dolayısıyla kendinden sonraki mevlid metinlerini hem şekil hem de muhteva açısından etkilediği ifade edilebilir.[23]
Süleyman Çelebi’den önce 14. yüzyılda yaşamış Erzurumlu Mustafa Darir’ in İbn-i İshak’ın “Siretü’n-Nebi” sinden çevirdiği “Tercümetü’d-Darir”i ve Fatih Sultan Mehmed zamanında yaşamış Ahmed’in yazdığı mevlidler dışındakilerin hemen hemen hepsi Süleyman Çelebi’nin mevlidine yazılan nazîrelerdir diyebiliriz. Bunlara örnek olarak da Hamdullah Hamdi ve Şemseddin Sivâsî’nin mevlidleri örnek olarak gösterilebilir.[24] Çağının önünde bir eser olan Tezkire’sinde Lâtîfî’nin belirttiğine göre daha o çağda (XVI. yüzyıl) 100 kadar mevlid yazılmıştır. Bunlar, sadece Latîfî’nin gördükleridir.[25] Şimdiye kadar yapılan araştırmalar sonunda 70’den fazla şaire ait mevlid nüshası tespit edilmiştir. Edebiyatımızda mevlid ve onunla ilgili eserlerin sayısı ise 200 civarındadır. Mevlid nüshaları üzerinde yapılan çalışmalar göstermiştir ki, bunlardan bir kısmı Süleyman Çelebi‟nin eserine aynen benzemekte, bir kısmı bazı motifler yönünden ayrılık göstermekte, geride kalanların tamamı ise farklı bir mahiyet arz etmektedir.[26]
Vesiletü’n-Necat ile diğer mevlidler karşılaştırıldığında, benzerlikler ve farklılıklar ortaya çıkmakta, diğer mevlidlerin Süleyman Çelebi tarafından yazılan Mevlid’in gerisinde kalma sebepleri daha iyi anlaşılmaktadır. 17. yüzyıl şairlerinden Cismî’nin, Süleyman Çelebi’nin mevlidine nazire olarak yazdığı Mevlidi bu konuya güzel bir örnektir. Nazire yazmanın amacı düşünüldüğünde Cismî’nin başarılı olduğunu düşünmek zordur. Cismî’nin Mevlidini Vesiletü’n-Necat ile karşılaştırdığımızda birçok benzerlik olduğu görülmektedir.
Vasıta beyitlerindeki benzerlikler:
Mevlid-i Cismî
Ger bu alem halkı dirse şubh u şam
Medh olunsa haşre dek olmaz tamam
Ger diler isen bula canun safâ
Vir salavât ber-resûl-i Mustafa
Vesiletü’n-Necat
Haşre dek ger dinülürse bu kelâm
Nice haşr ola bu olmaya tamâm
Ger dilersiz bulası oddan necât
Aşk ile derd ile eydün es-selât
Diğer benzerliklerden bazı örnekler:
Mevlid-i Cismî
Dest-gîri Hak ola bir kişinün
(Ebter olmaya şonı her işinün
Cümle âlem yoğ iken ol var idi
Evvel âhir (u) Ganî Cebbar idi
Ol Rebîü’l-evvelün ay nicesi
Toğmuş idi on ikinci gecesi
Vesiletü’n-Necat
Allah adı olsa her işin öni
Hergiz ebter olmaya anın sonı
Cümle alem yoğ iken ol var idi
Yaradılmışdan gani cebbar idi
Ol rebiülevvelin ayı nicesi
On ikinci gice isneyn gicesi[27]
Küçük bazı farklılıkların yanında Vesiletü’n-Necat ile bir çok yönden benzerlikler arzeden mevlidlerden biri de Es’ad Erbili’nin Hz. Fatıma Mevlidi’dir. Hz. Fatıma mevlidi, Hz. Peygamber ile Hz. Fatıma’nın doğumlarının anlatıldığı kısımlar hariç diğer bölümlerde Vesiletü’n-Necat ile paralellikler arz etmektedir. Örneğin Süleyman Çelebi Tevhid ve Münacat kısmına; “Allah adın zikr edelim evvelâ / Vâcib oldur cümle işde her kula / Allah adın her kim ol evvel ana / Her işi asan ide Allah ana” diye başlarken, Esad Erbili hemen aynı ifadelerle; “Evvel Allah adını zikr edelim / Fikr edip eltafına şükr edelim / Her kim Allah dese elbet şâd olur / Şüphesiz virânesi âbâd olur” diye başlar.[28]
Kısacası, yazılan mevlidlerin hiçbiri Çelebi’ninki kadar rağbet görmemiştir. Latifi, kendi dönemine kadar yazılan bütün mevlidleri okuduğunu ancak hiçbirinde Çelebi’nin mevlidindeki sûz u haleti, şevk u harareti görmediğini söyler ve diğer mevlidlerin makbul ve meşhur olmadığını, itibar ve iştihar bulmadığını kaydeder.[29] Bu tespitler mevlid yazılmaması gerektiği anlamına gelmez. Mevlid yazmak şairler arasında bir gelenek olmuştur ve birçok şair peygamber sevgisi ile sözlerini süslemek için mevlid yazmışlardır. Latifî’nin dediği gibi çoğu itibar görmese de, bazıları tekkelerde uzun süre meşk edilmiş ancak halk arasında yaygınlık kazanmamıştır.
Bursa İle Bağlantısı Olan Şairler ve Mevlidleri
Süleyman Çelebi’nin dışında, Bursa ile bir şekilde bağlantısı olan (Bursa’da yaşayan, Bursalı olup da başka şehirlerde ikamet eden veya hayatının bir bölümünde Bursa’da bulunmuş) birçok şair, Vesiletü’n-Necat kadar meşhur olmasa da mevlid geleneğini zenginleştiren eserler yazmışlardır. Bunların en başında İbnü’l Cezerî gelir.
İbnü’l Cezerî
Süleyman Çelebi ile aynı asırda yaşayan ve onunla görüşmüş olması kuvvetle muhtemel olan[30] İbnü’l Cezerî, Yıldırım Bayezid’in; “İstanbul şehri ve surlarının fethi için bir ordu hazırladım. Ben de bu ordunun başında bulunacağım. Benimle birlikte, orduda bulunmağa sabır ve tahammül gösterebilirsen durma gel!” çağrısına “Eğer bana, orduyu cihada hazırlamak ve ülkende Kıra’et İlmi’ni neşretmek iznini verirsen; gelir, seni bile geçerim. Yoksa geldiğim gibi geri dönerim.” şeklinde verdiği cevabını müteakib; Bursa’ya geldi. Şerefine Bursa Ulu Camî’i’nde, Yıldırım Bayezîd Darul-Kurrası açıldı. Bursa’da Abdulmu’min adındaki hatibin evinde: “Nihayetu’l-Berara” isimli eserini bitirdi. Yıldırım Sultan’la birlikte, Osmanlıların İstanbul’u almak için yaptığı ilk İstanbul Muhasarası’na, oradan da Büyük Niğbolu Savaşı’na iştirak ederek, Yıldırım Sultan’ın danışmanlıklarında bulundu. Bursa’da: iki eser kaleme alan İbnü’l Cezeri, Ankara Savaşından sonra Timur’a esir düştü. Timur tarafından Keş şehrine götürülerek müderrisliğe tayin edilen İbnü’l Cezeri, Mevlidü’n-Nebi veya Viladetü’n-Nebi adlı 150 beyitlik eserini yazdı.[31]
Bursalı Eşref-zade Abdülkadir Necib Efendi
1115/1703 tarihinde Eşrefzâde Tekkesi’nde dünyaya gelen Abdülkadir Necib Efendi, zahirî ilimleri tahsilinin ardından babası İzzeddin Efendi’ye intisâb ederek tasavvufî terbiyesini tamamladı. Babasının vefatından sonra hem tekkeye şeyh olmuş, hem de babasının Ulucami’de yürüttüğü tefsir derslerini devam ettirmiştir. Babasının Enîsü’l-Cenân adlı tefsirini, Zübdetü’l-Beyân adıyla üç cilt olarak telhîs etmiş; ayrıca Süleyman Çelebi’nin mevlidine nazire olarak bir Mevlid-i Şerîf kaleme alarak yazdığı mevlidin, özellikle Mevlid kandillerinde tekkede okunmasını sağlamıştır.[32]
Lamii Çelebi
1472 yılında Bursa’da doğmuştur. II. Bayezıd’ın hazine defterdarı Osman Çelebi’nin oğludur. Ünlü Nakkaş Ali’nin torunu olan Lamii Çelebi’nin ailesi Bursa’nın ileri gelenlerindendir.[33] Muradiye Medresesi’nde; Arapça, Farsça; hadis, kelam, tefsir okudu. Talebeliğinde sekiz-on caminin önünden geçerek namaza hep Ulu Cami’ye gelirdi. Daha sonra Muradiye, Emir Sultan ve Yeşil Cami’yi de keşfetti. Bursa’ya; “Ne onun gibi var kûh-i felek-çehr, / Ne Bursa gibi gök altında bir şehr” diye başlayan bir şehrengiz yazdı. Bunun dışında kırk kadar esere Lamii Çelebi imzasını attı. Şeref-ül-İnsan isimli eserinin mukaddimesine kaydettiği kitaplarından biri de Mevlid’ür-Resûl’dür.[34]
Mehmed Şemseddin (Ulusoy) Efendi
Mehmed Şemseddin Efendi, 1866’da Bursa’da doğmuş bir mutasavvıf tarihçidir. Özellikle Bursa şehrinin kültürel hayatıyla ilgilenmiş ve çoğunluğu Bursa’yla ilgili olmak üzere muhtelif konularda yirmiden fazla eser yazmıştır. Çocukluğunda babasının memuriyeti, daha sonraki dönemlerinde de özel sebeplerle İstanbul, Selanik, Limni ve Midilli Adaları başta olmak üzere pek çok yolculuk yapmıştır. Bu yolculuklarda tuttuğu notlarını “Dildâr-ı Şemsî” adıyla seyahatnâme tarzında yazmıştır. Eserlerine kendi adıyla tamamlanan ‘Yâdigâr-ı Şemsî’, ‘Karâr-ı Şemsî’, ‘İftihâr-ı Şemsî’ gibi isimler veren Mehmed Şemseddin Efendi, 20’den fazla eser yazmıştır. Ebrâr-ı Şemsî; Mevlid-i Nebevî, Miraç, Mevlid-i Ali, Mevlid-i Fatıma, Mevlid-i Hüseyin’den ibarettir. Süleyman Çelebi’den beri devam edegelen mevlidcilik geleneğinin bir örneği olan eser 1924 yılında Mısır’da basılmıştır.[35]
Bursalı Kitapçı Mustafa Efendi
Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri adlı eserinde, Latifî’nin tespitine benzer bir ifadeyle;“Osmanlı şairlerinden birçok zat nazire yazma yolu ile Mevlid-i Şerif manzumeleri kaleme almışlarsa da herhalde âmmenin kabulune mazhar olan, Cenab-ı Hakkın arif kulu ve Rasulullah’ın aşıkı Süleyman Dede merhumunkidir” dedikten sonra diğer mevlid şairlerini sayar. Bursalı Kitapçı Mustafa Efendi de bu şairlerden biridir.[36] Ancak Mehmet Tahir’in eserinde bu kişi hakkında başka bir bilgi bulunmamaktadır.
Bursalı Akif Efendi
Bursalı Mehmet Tahir’in Mevlid-i Şerif yazarı olarak andığı isimlerden biri de Bursalı Akif Efendidir.[37] Akif Efendi Emir Sultan Camii’nde imam-hatiplik yapmıştır. Akif Efendi’nin yazdığı mevlidin bugün Bursa’da bilinmemesine rağmen Kastamonu’da kadınlar mevlidi olarak okunmaya devam ettiğini söyleyen Mustafa Kara, Buhara-Bursa-Bosna adlı kitabında Bursalı Akif Efendi’nin Mevlid-i Şerif’inin tam metnini yayınlamıştır.[38]
Kerimî
Süleyman Çelebi’den sonra yazılan mevlidler arasında, Vesiletü’n-Necat’tan etkilenmeyen mevlidlerden biri de Kerîmî’nin İrşâd’ıdır. Latifî, Kerimî için “Bilginler bölüğünden olup, Bursalıdır” der. Kerimî’nin İrşad’ı, şu anda elimizde bulunan en eski mevlid metnidir. Gerek vezni gerekse konusu bakımından Süleyman Çelebi’nin etkisinden uzak kalmıştır. Kerimî eserinde, Süleyman Çelebi’de yetersiz gördüğü manevî mevlidi anlatarak yeni bir eser ortaya koymak istemiştir.[39]
Akşemseddinoğlu Hamdullah Hamdî
Akşemseddin’in oğlu Hamdullah Hamdî, 15. yüzyıl’ın en meşhur şairlerinden biridir. Özellikle onun Yusuf u Züleyha mesnevisi yüzyıllar boyunca bu konuda yazılan en başarılı Türkçe eser olarak takdir görmüştür. Gerek kendi döneminde gerekse daha sonraki dönemlerde hep bir mesnevi şairi olarak görülmüş, mürettep divanı ve bu divanda yer alan şiirleri pek dikkate alınmamıştır. Asıl adı Muhammed Hamdullah olan Hamdî Çelebi 1449-50 yılında bugün Bolu sınırları içinde kalan Göynük’te doğmuştur. Babası; Fatih Sultan Mehmed’in hocalarından ve Hacı Bayram Veli’nin halifelerinden ünlü mutasavvıf Akşemseddin’dir. Bir müddet Bursa’daki Çelebi Sultan Mehmed Medresesinde danişmendlik yapmıştır. Daha sonra, bir rivayete göre, gördüğü bir rüya üzerine medresedeki görevinden ayrılarak Kayseri’ye gitmiştir. Tennuri’den hilafet alan Hamdî daha sonra memleketine dönüp ölümüne kadar burada adeta bir inziva hayatı yaşamış, bu esnada çeşitli eserler yazmıştır. Yazdığı eserler arasında Hz. Muhammed’in doğumundan, mucizelerinden, peygamberliğinden, hicretinden, miracından ve vefatından bahseden “Ahmediyye”adlı mevlidi de bulunmaktadır. Eser bazı kaynaklarda “Muhammediye” bazı kaynaklarda da “Mevlid-i Hamdî” adıyla geçmektedir. Süleyman Çelebi’nin ünlü mevlidi kadar kabul görememiştir. Tarihi kaynaklar eserin, ağır, süslü bir dille ve lirik değil de didaktik bir üslupla yazılmış olduğunu ifade ederler.[40]
Yahya b. Bahşî
Ezine Yaylacık Köyü’nde türbesi bulunan Bahşî Yahya Efendi, Seyyid Emir Buharî (Emir Sultan) Hazretlerinin öğrencilerindendir.[41] Türk edebiyatının XV. yüzyılda yetiştirdiği şairlerden biridir. Kaynaklarda Gönen yahut Tuzla’da doğduğu belirtilmekte, doğum tarihi bilinmemektedir. Dinî ve ilmî sahada kendini iyi yetiştirmiş olan Bahşî, öğreniminin ardından Sultan I. Murad tarafından kurulmuş olan Kızılca Tuzla Medresesi’nde müderrislik görevinde bulunmuştur. Oldukça kuvvetli hafızaya sahip olup Kadı Beyzâvî’nin tefsirini mütalaaya gerek duymadan ezbere okutmuştur. Bahşî, müderrislik görevini takiben tasavvuf yolunda sülukunu tamamlayıp Şeyh Lütfullah Karamânî’den icazetini almış ve Tuzla’da vaazlarıyla halkı irşada çalışmıştır. İlminin derinliği ve vaazlarının tesiri ile kısa zamanda tanınan Bahşî, Lütfullah Efendi’nin Sultan II. Bayezid’in davetine icabetinde Yenişehirli Hacı Halife ile birlikte yanında yer almıştır. Lütfullah Karamânî’nin vefatı üzerine bir ara Bursa Emir Sultan dergâhı postnişinliğine talip olmuşsa da başarılı olamamıştır. Ömrünün sonlarına doğru tarikat çevresindekilerin dünya işlerine meyletmelerinden duyduğu rahatsızlıktan ötürü Gönen’e göçmüş, Yaylacık’ta bizzat kendisinin inşa ettirdiği tekkede irşad faaliyetlerine devam etmiştir. Bahşî’nin vefatına ilişkin kesin bir tarih söyleyebilmek güçtür. XVI. yüzyılın başlarında vefat etmiş olması muhtemeldir. Mevlid-i Nebi’nin yanında, Diban-ı İlahiyat, Menakıb-ı Emir Sultan, Risale-i Envariye, İzharu’l-Esrar gibi on eser bulunmaktadır.[42]
Ahmedî
Eserlerinde Ahmedî mahlasını kullanan müellifin kaynaklarda asıl adı, “İbrahim”, lakabı “Tâceddin”, babasının adı “Hızır” olarak gösterilmektedir. 735/1334-35 yılında doğduğu sanılan Ahmedî’nin doğum yerini tezkire yazarları ve araştırmacılar birbirlerinden aldıkları bilgiler silsilesince Sivas, Germiyan, Amasya, Uşak’ın Sivaslı köyü, Germiyan’ın başkenti Kütahya, Anadolu ve Rum’u gösterirken Tunca Kortantamer, Ahmedî’nin üç şiirine atıfta bulunarak ve Brockelmann’ın, Aşık Paşa ile aynı bölgeden olduğu görüşüne dayanarak Ahmedî’nin Amasyalı olması gerektiğini belirtmektedir. Zamanının seçkin âlimlerinden biri olan Ahmedî’nin doğum yeri gibi, ilk tahsilini de nerede ve nasıl yaptığı tam olarak bilinmemektedir. Fakat tezkire yazarları ve araştırmacılar, Ahmedî’nin bilgisini artırmak ve öğrenimini tamamlamak için Mısır’a gittiği, orada müderris Ekmelüddin el-Bâbârtî (ö. 1384)’den ders aldığı, İslâmî ilimlerden başka tıp ve geometri sahalarında da esaslı bilgiler edindiği ve daha sonra “Devrinin şâir-i pür-ma’ârifi” unvanını alarak Anadolu’ya döndüğü konusunda ittifak halindedirler. Bir Süre Germiyanoğulları’ndan Süleyman Şah’a muallimlik yapmış bir süre de Aydınoğulları’ndan İsa Bey’in hizmetinde bulunmuştur. 1390 yılından sonra Osmanlı şehzadeleri arasında şiire ve şaire karşı çok ilgisi olan Emir Süleyman Çelebi’nin maiyetine girer Timur’un 1402’de Ankara savaşını kazanmasından sonra Ahmedî’nin Timur’la tanıştığı ve ona bir kaside sunduğu sanılmaktadır. Emir Süleyman Çelebi’nin ölümünden sonra Ahmedî, çeşitli şiirlerle Çelebi Sultan Mehmed’in çevresine girmeye çalışmıştır. Genel olarak kaynaklar, Ahmedî’nin 815/1412-13 yılında 80 yaşlarında divan kâtibi görevinde bulunduğu Amasya’da vefat ettiğine ittifak etmektedirler. Ahmedî, Türk edebiyatında en çok İskender’in efsanevi hayatıyla ilgili ve yer yer de başka bilgiler içeren İskendername adlı mesnevisi ile tanınmıştır. Diğer eserleri arasında 1405 veya 1412’de Bursa’da kaleme alınmış olan Mevlid’i bulunmaktadır. İskendername’nin bazı nüshalarında risale halinde, bazı nüshalarında risale halinde yer alan Mevlid, Süleymaniye Kütüphanesinde, Miracnâme ile birlikte risale şeklindedir.[43]
İznikli Selamî Mustafa Efendi
İznikli Selami Mustafa Efendi, Osmanlı Müellifleri arasındaki iki Mustafa Selâmî’den biridir. Diğeri, H. 1228’de ölen İzmirli Selâmî Mustafa Efendidir. Her ikisinin de mevlid yazdığı bildirilir.[44]
Kaynaklarda İznikli olarak zikredilen Selâmî Mustafa’nın doğum yerinin de aynı yer olması kuvvetle muhtemeldir. Şeyh Selamî’ni doğum tarihi hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Ancak 993/1585 senesinde vefat ettiği bilgisinden hareketle, yaklaşık olarak 913-1507/918-1512 yılları arasında doğmuş olabileceğini söylenebilir. Şeyh Mustafa Selâmî’nin tahsilini nerede, nasıl ve hangi medreselerde tamamladığına dair kaynaklarda açıkça bir bilgi verilmemektedir. Ancak Bursalı Mehmet Tahir’in Osmanlı Müellifleri ve Hüseyin Vassaf’ın Sefine-i Evliya eserlerindeki ifadelere göre “tahsil ü sülûktan sonra der-saadete rıhletle…” ifadelerinden hareketle tahsilini İznik’te tamamlamış olması muhtemeldir. Tahsilini tamamladıktan sonra Fatih ve Süleymaniye Camilerinde kürsü şeyhliğinde bulunmuş, daha sonra Şeyh Yavsı Dergâhında posta oturmuştur. Şeyh Mustafa Selâmî’nin 993/1585 tarihinde vefat ettiğinde kaynaklar adeta ittifak etmişlerdir. Selâmî Efendi’nin kaynaklarda dört tane eseri ismen zikredilmektedir ki bunlar: Risâletü’r Reşâd fî Tahkîkı Sebîli’s-Sedâd, Şerh-i Hadîs-i Erba’în, Delâilü’l-Hüdâ ve Mevlid-i Şerif’tir.[45]
Mürid-i Aydınî
Mürid-i Aydınî de, Bursalı Mehmet Tahir’in Osmanlı Müellifleri adlı eserinde Mevlid-i Şerif yazarı olarak andığı isimlerden biridir.[46] Emir Sultan’ın mürîdi olan Mürid-i Aydınî’nin 14-15. yüzyıllarda yaşamış olma ihtimalinin kuvvetle muhtemeldir. Mürîd-i Aydınî ibaresindeki Aydınî nisbetinden Aydınlı olabileceğini söyleyenler olduğu gibi, Manisalı olabileceğini söyleyenler de bulunmaktadır.[47]
Aziz Mahmud Hüdayi
Osmanlı döneminde yetişen tarikat pirlerinden olan Aziz Mahmud Hüdâyî, XVI. yüzyılın son yarısı ile XVII. yüzyılın başlarında yaşamıştır. Yaşadığı dönem içerisinde sekiz padişah devrini idrak etmiştir. Celvetiyye tarîkatının kurucusudur. Tarîkatı, sağlığında ve vefatından sonra İstanbul, Bursa ve Balkanlarda yayılmıştır. Bazı kaynaklarda Sivrihisar’da, bazı kaynaklarda ise Koçhisar’da doğduğu bildirilmektedir. Sivrihisar’da başladığı tahsilini İstanbul’da tamamlamış, hocasıyla birlikte Edirne, Şam ve Mısır’a gitmiş, hocasına naiblik yapmıştır. Mısır dönüşü hocası Bursa Kadılığına atanmış Hüdayî ise Bursa Ferhadiye Medresesine naib tayin edilmiştir. Bursa’ya gelişinin üçüncü yılında hocasının vefat etmesiyle Celvetî şeyhi Muhyiddin Üftade Hazretlerine intisap etmiştir. Üç yılda seyr-i sülûkunu tamamlayarak Sivrihisar’a halife tayin edilmiş, altı aylık irşad görevinden sonra Bursa’ya dönmüştür. Şeyhinin vefatı üzerine Rumeli’ye gitmiş, III. Murad zamanında da İstanbul’a geçmiştir. Hüdâyî 1038 (M.1628)’de Üsküdar’da vefat etmiş ve burada bulunan zaviyesindeki türbeye defnedilmiştir. Bursalı Mehmet Tahir’in Osmanlı Müelliflerinde 23, Mehmet Gülşen’in Külliyât-ı Hazret-i Hüdâyî Mukaddemesi’nde ise 30 eserinin adı kaydedilmektedir.[48] Eserleri arasında iki bölümden meydana gelen “Şemâilu’n-nübüvveti’l-Ahmediyyeti’l-Muhammediyye”’deki Türkçe kısım mensur mevlidi andırmaktadır. Ayrıca, Mirac hâdisesini âyet ve hadîslerin ışığında anlatan Mevlid-i Şerif ve Miraciye adında mensûr küçük bir risâlesi bulunmaktadır. Bursalı Mehmet Tahir ve Mehmet Gülşen eserlerinde Aziz Mahmut Hüdayi’nin “Şemailü’n-Nübüvve” adlı mensur mevlidi olduğundan bahsetmektedirler. Ancak Hüdayi’nin böyle müstakil bir eserine rastlanılmamıştır.[49]
Regaibiyeler, Miraciyeler ve Bursalı Safiye Hanım
Regaibiyeler; Mevlid gibi, Hz. Peygamberle ilgili edebi türlerden biridir. Edebiyat tarihi kaynaklarımızdan bir kısmında bu konuya temas edilmiş olmakla beraber Regaibiyye’nin mahiyeti, edebiyatımızdaki yeri ve önemi, hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır.[50] Salâhî, Arif Süleyman, Üsküdarlı Sâfî, Mehmed Fevzi Efendi gibi isimler bu alanda eserler vermişlerdir.[51] Miraciyeler de Mevlid ve Regaibiyyeler gibi edebi bir türdür. Aslında manzum veya mensur olsun Hz. Peygmber’den bahseden bütün eserler mirâcdan da söz ederler. Naatlerde, Siyer’lerde, Mevlid’lerde, Hilye’lerde mirâc hadisesi mühim bir yer işgal eder.[52]
Regaibiyye ve Miraciyelerin yazılış sebebi bir eserde şöyle ifade edilmektedir: “Hazret-i Salâhi ve Galata Mevlevihanesi şeyhi meşhur Osman Dede ve Üsküdar’da Mustafa Haşim Baba hazeratı bir gün Hz. Nasuhi Asitanesi’nde şeyh Alâeddin Efendi nezdinde hem-sohbet iken: Bir miraciyye yazılsa da, o da manzume-i mevlid-i saadet gibi okunsa, diye izhar-ı temenniyat olunmuş ve bu ise bi’l-ittifak Osman Dede hazretlerinden rica edilmiş, o da bi’l-kabul bir hafta sonra elyevm okunagelen meşhur Mi’raciyye’yi bestesiyle ma’an ikmal ederek hey’et huzurunda okunmuş ve fevk alade istihsan olunmuştur. Ba’dehu bir de regaibiyye yazılsa temennisine karşı bu hizmet de bi’l-ittifak Hazret-i Salâhî’ye tevcih edilmiş ve Hazret-i Salâhî de Regaibiyye’yi yazmış ve okutmuştur”[53]
Ahmedî, İsmail Hakkı Bursevi, Hüseyin Bursavî ve Aziz Mahmut Hüdayi gibi Bursa ile bağlantısı olan isimlerin de miraciye yazdıkları bilinmektedir.
Miraciye konusu ile ilgili dikkat çekici bir davranışı da Bursalı Safiye Hanım ortaya koymuştur. 1888 tarihli vakfiyeye göre, mevlid, Regaib ve Berat kandillerinde mevlid, kadir gecesi hatm-i şerif, Mirac Kandillerinde de miraciye okunacaktır. Vakfiyenin miraciye ile ilgili bölümü bugün hala yaşatılmaktadır. Her sene Mirac kandilinin olduğu günün ikindi namazından sonra Nâyi Osman Dede’nin Miraciyesi (musikişinaslara göre klasik musikimizin en uzun bestesidir) okunmaktadır. Miraciyehanlar İstanbul’dan gelmekte ve görevlerini Mahkeme camiinde (Kız Lisesi karşısında) ifa etmektedirler.[54]
Regaibiyyeler Regaib kandillerinde, Miraciyeler Mirac kandilinde okunmak üzere yazılmış eserlerdir. Ancak bunların içerdiği bilgileri bir şekilde işleyen mevlidler, sadece Hz. Peygamberin doğum yıldönümleri ile mübarek gün ve gecelerde değil, insanların özel anlam yüklediği günlerde de okunan-okutulan metinler olmuştur. Öyle ki, mevlidin her şart ve ortamda okunması kimilerince caiz görülmemiş, dinden olmadığı halde dindenmiş gibi algılanabileceği için “bidattir” diyenler bile olmuştur. Fakat mevlid geleneği bu ve bunun gibi engellemelerden etkilenmemiş, camiler başta olmak üzere, küçüklü büyüklü toplulukların bulunduğu her yerde okunmaya devam etmiştir. Hatta Mehmed Fevzi Efendi gibi şairler, Mevlid okumanın ve dinlemenin caiz olduğuna dair risaleler kaleme almışlardır.[55]
Mevlid’in, Osmanlı-Türk coğrafyasında üslûp ve şahsiyet kazanmasında önemli katkıları olan Bursa’da bu geleneğin yaşatılması noktasında yedi adet vakıf kurulmuştur. Afife Hatun, Hacı Mehmed Ağa (Çavuş), Mehmet karısı (Yunus Hoca Mahallesi’nde), Üryanîzade, Zeyniler, Zağferanlık, Hacı Salih (Reyhan Paşa’da) tarafından kurulan bu vakıflar, kurucuları için belirli aralıklarla Kur’an ve Mevlid okunmasını sağlamışlardır.[56]
Bursa, sadece mevlidler, miraciyeler ve bunların okunmasını sağlamak için kurulan vakıflarla değil, mevlid öncesi ve sonrasında yapılan yardımlaşmalar, dağıtılan şerbetler gibi etkinlikleriyle de mevlid geleneğini zenginleştiren bir şehir olmuştur.
[1] Tdk, Genel Türkçe Sözlük
[2] Wikipedia.org
[3] Osman Çetin, Tarihte ilk Resmi Mevlid Merasimleri, U.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1987, Cilt: 2, Sayı: 2 Sayfa: 74
[4] Al-i İmran, 31
[5] Tevbe, 24
[6] Buhârî, İman: 8; Müslim, İman: 69,70
[7] Sahabeler Ansiklopedisi, Nesil Yayınları
[8] Doç. Dr. Mahmut Kaplan, Divan Şiirinde Hz. Muhammed, Köprü Dergisi, Bahar 2001, sayı 74
[9] sonpeygamber.info, http://www.sonpeygamber.info/annesi-hz-amine-nin-hz-peygamber-e-son-sozleri
[10] Doç. Dr. Mahmut Kaplan, A.g.e.
[11] Osman Çetin, A.g.e. Sayfa: 76
[12] Dr. Adem Efe, Türk Kültüründe Mevlid Geleneği, İslam Araştırmaları Dergisi, Mayıs 2010, Sayı: 1, Sayfa: 21
[13] Dr. Adem Efe, A.g.e. Sayfa: 21
[14] Bilal Kemikli, Bursa Ulucami, Ulucami’de Doğan Şaheser Mevlid ve Süleyman Çelebi, BBB Yayınları, Bursa 2012, Sayfa: 177-17
[15] Dr. Adem Efe, A.g.e., Sayfa: 23
[16] Dr. Adem Efe, A.g.e., Sayfa: 23-26
[17] Dr. Adem Efe, A.g.e., Sayfa: 27
[18] Çetin Erdem Usanmaz, Bursa’da Müzik Geleneği ve TRT Repertuarındaki Bursa Türkülerinin Müzikal Analizi, Sakarya Üniversitesi SBE Yüksek Lisans Tezi, Mayıs 2006, Sayfa: 12
[19] Yrd. Doç. Dr. Nuri Özcan, Türk Dini Mûsikisinde Hz. Muhammed’i Konu Alan Eserler, sonpeygamber.info
[20] Çetin Erdem Usanmaz, A.g.e., Sayfa: 14-15
[21] Doç. Dr. Ahmet Hakkı Turabi, Hz. Peygamber Döneminde Musiki ve Türk Din Musikisi’nde Hz. Peygamber, Diyanet Aylık Dergi Mayıs Eki 2009
[22] Ömer Tuğrul İNANÇER, Osmanlı Tarihinde Dinî Mûsıkî, Mûsikî Mecmuası, Haziran 1999
[23] Necdet Şengün, Hz. Fatıma Mevlidi ve Vesiletü^n-Necat ile Mukayesesi, C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, XII/2, 2008, Sayfa: 435
[24] Salih Zeki Çavdaroğlu, Hicran Dergisi, Nisan 2010, Sayı: 23
[25] M. Fatih Koksal, Röportaj, sonpeygamber.info
[26] Prof. Dr. Hasan Aksoy, Türk Edebiyatında Mevlidler, Türkler (Editörler: Hasan Celal Güzel, Prof. Dr. Kemal Çiçek, Prof. Dr. Salim Koca), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, Cilt : 11, Sayfa: 1458-1460
[27] Sadık Yazar, Cismî ve Mevlidi, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt:1, Sayı: 2, 2008, Sayfa: 448-454
[28] Necdet Şengün, A.g.e., Sayfa: 433
[29] Adem Ceyhan, Süleyman Nahifî’nin Mevlidü’n-Nebi Mesnevisi, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum 2000, Sayı: 14, Sayfa: 90
[30] Prof. Dr. Hasan Aksoy, A.g.e., Sayfa: 1458
[31] Prof. Dr. Ali Osman Yüksel, Altınoluk Dergisi, Haziran 1987, Sayı: 16, Sayfa: 43
[32] Doç Dr. Abdurrezzak Tek, Bursa’da Kadirî Tekkeleri, U.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 19, Sayı: 1, 2010, Sayfa 148
[33] İsmail Cengiz (Hazırlayan), Prusa’dan Bursa’ya, BBB Kültür A.Ş. Yayınları, 4. Baskı, Kasım 2008, Sayfa: 178
[34] Bursalı Şair Lamii Çelebi, http://www.btch.org.tr/page/?p=icerik&q=lamii-celebi&id=112
[35] Yusuf Kabakçı, Bursalı Mutasavvıf Tarihçi Mehmed Şemseddin Efendi ve Seyahatnamesi “Dildâr-ı Şemsî”, U.Ü.İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 17, Sayı: 1, 2008, Sayfa: 263-270
[36] Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, Meral Yayınevi 1975, Cilt: 2 Sayfa 343
[37] Bursalı Mehmet Tahir, A.g.e. Cilt: 2 Sayfa 343
[38] Dr. Mustafa Kara, Buhara-Bursa-Bosna, Şehirler-Sufiler-Tekkeler, Dergâh Yayınları 2012
[39] Hasibe Mazıoğlu, Türk Edebiyatında Mevlid Yazan Şairler, A.Ü. Türkoloji Dergisi, 1974, Cilt: 6, Sayı: 1, Sayfa: 32-33
[40] Ali Emre Özyıldırım (Hazırlayan), Hamdullah Hamdî Divanı, E-Kitap, T. C. Kültür Ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler Ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, Sayfa: 3-8
[41] Yard. Doç. Dr. Aziz Kılınç, G.Ü. Hacı Bektaşi Veli Dergisi, Sayı: 29, Sayfa: 96
[42] Süleyman Eroğlu, Çeşitli Yönleriyle Kerbela, C. Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, Sivas 2010, Cilt: 2, Sayfa: 44-46
[43] Ali Temizel, Ahmedî’nin Bedâyiu’s-Sihr fî Sanayii’s Şi’r İsimli Eserindeki Türkçe ve Farsça Şiiri, S.Ü. Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı: 14, Sayfa: 90-97
[44] Hasibe Mazıoğlu, A.g.e., Sayfa: 55
[45] Yasin Güngör, İznikli Mustafa Selami Efendi’nin Hayatı ve Eserleri, A.Ü. S.B.E. Türk-İslam Edebiyatı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2008, Sayfa: 2-27
[46] Bursalı Mehmet Tahir, A.g.e. Cilt: 2 Sayfa 343
[47] Abdülkadir Dağlar, KILIÇ Atabey (2005). Mürîdî ve Pend-i Ricâl Mesnevîsi (İnceleme-Tenkitli Metin-Dizin), Akademi Kitabevi, İzmir, Turkish Studies (e-journal), Volume 3 Issue 1, Sayfa: 409-410
[48] İklima Gençdoğan, A.Ü. S.B.E, İslam Tarihi ve Sanatları Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2010, Sayfa: 14-31
[49] Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz, Aziz Mahmûd Hüdayi, Hayatı Eserleri Tarikati, Erkam Yayınları.
Ayrıca, Aziz Mahmud Hüdayi’nin Mevlid-i Şerif ve Miraciye Risalesi hakkında bkz: İbrahim Aksu, Aziz Mahmud Hüdâyî Adına Kayıtlı Mevlid-i Şerîf ve Mi’râciye Risâlesi, Tasavvuf Dergisi 2009/2, Sayı: 24, Sayfa 81-96
[50] Mehmet Akkuş, SayfaEdebiyatımızda Regaibiyye ve Salâhî’nin Matlau’l-Fecr’i, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 32, 129-132
[51] Hakan Yekbaş, Klasik Türk Şiirinde Regaibiyye ve Mehmed Fevzi Efendi’nin Regaibiyye’si, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Erzurum 2010, Sayı: 42 Sayfa: 71-77
[52] Mustafa Kara, Mirac Miraciye ve Bursalı Safiye Hatun’un Vakfiyesi, U.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 7, Cilt: 7, 1998, Sayfa: 27
[53] Mehmet Akkuş,A.g.e., Cilt: 32, 132
[54] Mustafa Kara, A.g.e, Sayfa: 30
[55] Hakan Yekbaş, A.g.e. Sayfa: 371-398
[56] Mefail Hızlı, XVIII. Yüzyıl Başlarında Bursa Vakıfları, U.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2000 Cilt: 9, Sayı: 9