Hayat çizgimizi belirleyen nedir derseniz: “Yaradılışımız ve bizim dışımızda gelişen ve bizi etkileyen olaylardır” derim.
“Giresun Gönüllü Alayları” ve Osman Ağa2nın yaptıklarını araştırmaya Selim Erdoğan’ın “SAKARYA Türk Bitti Demeden Bitmez” kitabının ikinci baskısını okuyunca başladım (Ocak 2020, ikinci baskı). Kitapta Giresun Gönüllü alaylarının, 42. ve 47. Alayların Mangal Dağı’ndaki mücadelesini ve Sakarya Savaşı’nın nasıl cereyan ettiğinin ayrıntılarını bu kitaptan öğrendim. Kitabı okuduktan sonra Çanakkale’ye yapılan gezilerin buraya niye yapılmadığına açıkçası şaşırdım.
Önce binbaşı, sonra Yarbay rütbesi verilen ve bazen iki alaya komuta edilen Osman Bey, maalesef bazı çevreler tarafından küçümsenir ve bu “Topal” lakabıyla küçümsenir. Oysa, o topallık babasının bedel ödemesine rağmen topladığı gönüllülerle Balkan Savaşı’na katılan ve Çatalca‘da Bulgarlarla yapılan var olma savaşında üzerlerine atılan bir top mermisinden fırlayan şarapnel parçasının eseridir.
Osman Bey, gönderdiği Giresun uşaklarıyla Mustafa Kemal Paşa’nın güvenliğini sağlamıştır. Kurtuluş Savaşı’nın en kritik günlerinde Giresunlu uşaklar bu görevi layıkıyla yerine getirdiler.
Topal diyerek ağız bükülen, eşkıya derekesine indirilmeye çalışılan Osman Bey’le aslında Mustafa Kemal’e de vurulmak istenmektedir. Öyle ya, eşkıya reisini muhafız yapan bir kurtarıcı (!). Oysa, Ankara’daki hükümet, Osman Bey’e önce binbaşı sonra da yarbay rütbesi vermiştir.
Saray ve Hürriyet ve İtilaf Fırkasının örgütlediği iç isyanlar olmasaydı, İstiklal Harbi Yunanlılar Bursa ve Eskişehir’e gelmeden sona ererdi.
Tüccar ve denizci bir aileden gelen Osman Ağa 1883 yılında doğdu. Varlıklı bir aileden geliyordu. Rüştiye son sınıfa kadar tahsil yapan Osman Ağa, ticaretle uğraştı.
Osmanlı İmparatorluğu’nda 1908 yılındaki II. Meşrutiyet devrimine destek veren Osman Ağa, 1912 yılında patlayan Balkan Savaşı’na babasının Bedel ödemesine rağmen topladığı 65 gönüllü ile katıldı. Kumburgaz’da Bulgarlarla savaşırken bir şarapnel parçası diz kapağına geldi. İyileşti ama dizini kıramadı ve “Topal” lakabı bu savaştan Osman Ağa’ya yadigâr kaldı. Milis yüzbaşı rütbesiyle bu savaştan terhis oldu.
İki yıl sonra patlayan I. Dünya Savaşı’na Giresun’dan topladığı 93 gönüllü ile Yakup Cemil’in müfrezesine katıldı. Müfreze terimi sizi yanıltmasın bu müfrezeler birkaç bin kişiden oluşuyordu. Batum’a ilk girenler arasında Osman Ağa’da vardı. Cephede tifoya yakalanan Osman Ağa Giresun’a döner.
Ruslar, Sarıkamış faciasından sonra Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz’i işgal eden Ruslar, Harşit Çayı’nda durdurulur. Buradaki cephede de Osman Ağa’yı görüyoruz.
Mondros Mütarekesi’nden sonra Giresun’a dönen Osman Ağa Müslüman halkın güvencesi olur. Zira, Ege’ye göz diken Yunan Başbakanı Venizelos, gözü Doğu Karadeniz’e dikmiştir. Burada Pontus adlı bir devlet kurulmasını teşvik eden Venizelos, İngilizlere bu devletin ihtiyacı olan Rumları Rusya’dan getirilmesini önerir. Bu teklif reddedilir. Ermeniler de Trabzon’a gözü dikmişlerdir. Oysa bölgedeki Rum ve Ermeni nüfusun oranı yüzde onu geçmez.
Pontus hareketinin başını Trabzon Metropoliti Hrisantos, Giresun’da ise Metropolit Lavrandros çekiyordu.
Pontusçu Rumlar, Osman Ağa’yı İstanbul’a şikâyet ederler. Hakkında tutuklama kararı çıkartılır. Osman Ağa, politik manevralarla ve Rum Metropolitlere yaptığı baskı ile bu kararı kaldırtmaya muvaffak olur. Bu arada Giresun’daki okula basılan Yunan bayrağını indirtir ve asanı öldürür.
8 Mart 1920’de Giresun’a gelen Yunan bandıralı bir gemiyle Kızılhaç heyeti gelmiştir. Daha önce de bir Fransız savaş gemisi gelmiş, geminin süvarisi bir subayla beraber Giresun’daki Fransız Konsolosuyla beraber şehri gezmişlerdi. Bu ziyaretler, bölgedeki Rumlar arasında heyecan uyandırmıştı.
1920 yılının Nisan ayında Giresun limanına altı İngiliz zırhlısı gelmiş, Osman Ağa’nın müdahalesi ile bazı İngiliz askerlerinin şehri ziyaretine izin verilmiştir.
Karadeniz’de ve Doğu Anadolu’da işgale ve kurulması istenen Ermeni ve Pontus devletlerine karşı bir mücadele ve örgütlenme başlar. Bundan ürken İstanbul hükümeti, asayişi sağlaması için Mustafa Kemal’i Samsun’a gönderir.
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa, bölge hakkında bilgi alır ve kısa bir süre sonra Havsa’ya geçer. Ününü duyduğu Osman Ağa’yı Havsa’ya davet eder. Burada görüşürler. Görüşmeden sonra Pontusçuları “Osman Ağa’ya havale eder”. Mustafa Kemal Paşa, Osman Ağa’nın yanındaki “Giresun uşakları”ndan etkilenir ve ondan özel muhafız ister. Ayrıca Giresun belediye başkanlığını üstlenmesini ister.
Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ve Fransız Devrimi’nin etkisiyle 1800’lerin başından beri Osmanlı Devleti’ndeki gayrimüslimler arasında ayrılıkçı bilgiler yayılır. 1908 yılında ilk Pontus cemiyeti kurulur. Protestan misyonerler ve Merzifon Amerikan Koleji de bu faaliyetlere zemin oluştururlar. Rus Çarlığında yaşayan Rumlar bölgeye çok sayıda silah sokarlar.
Birinci Dünya Savaşı patlayınca bölgedeki Rumlar askere alınmak istenir. Rumların çoğu kaçıp dağa çıkarlar. İsyanın merkezi Samsun’daki Nebiyon Dağı’dır.
Doğu Anadolu’da yapılan Savaşın kırılma noktası “Sarıkamış Harekâtı” olduğunu söylemiştim. Osman Dedemin şehit olduğu bu savaşın sonunda iki ordumuz, 2. Ve 3. Ordu savaşamaz hale gelmiştir. Kimi sözde tarihçilerin belirttiği gibi “Savaşta 90 bin değil, 30-35 bin kişinin şehit olduğu, rakamın abartma olduğu” safsatalarını bir tarafa bırakalım. Harekâttan sonra çıkan tifüs salgını, açlık, soğuk ve hastalıkların yarattığı kayıplar gözden kaçırılmak istenmektedir. Ruslar önce 2. orduya, sonra da 3. Orduya saldırıp mağlup ettiler. Bir ordumuz diğerinin yardımına koşamadı. Sarıkamış faciasından sonra Van yöresindeki Ermeniler isyan ettiler ve Van’ı işgal ettiler.
15 Haziran 1915 tarihinde Ermeni komitacıların eylemleri sonucunda Şebinkarahisar’daki Ermeniler isyan ettiler ve kaleye çekildiler. Ayaklanma günlerce sürdü ve zorlukla bastırıldı.
Yaşananlar “Ermeni Tehciri”ni gündeme getirdi ve ayrı bir facia yaşandı. Bu tehcirden sonra Yetişkin Rumların iç Anadolu’ya gönderilmesi kararı istenilen neticeyi vermedi. Rumların çoğu dağa çıktı. Osmanlı Devleti’nin bu isyanı bastıracak ve bölgede asayişi sağlayacak gücü yoktu.
Bir mucize gerçekleşti ve “Rusya’da Ekim Devrimi” meydana geldi. Çarlık Rusya’sı yıkıldı. Doğu Anadolu ve 1878-79 harbinde Rus Çarlığına bırakılan Elviye-i Selase (Üç Sancak) kurtarıldı.
30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros mütarekesi bölgeye beklenen huzuru getiremedi. Zira 13 Kasım 1918 yılında Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgali gayrimüslim tebaa arasında ayrılıkçı eğilimleri arttırdı. Büyük Ermenistan kurmak isteyenlerin dışında, Yunan başbakanı Venizelos’da bu ayrılıkçıları desteklemesi Karadeniz Bölgesi’ndeki gerginliği arttırdı.
Savaş yılları ve mütareke sonrası Doğu Anadolu kan gölüne dönmüştü. Köy yakmalar, katliamlar doğal hale gelmişti. Müslüman halk, direniş için örgütlenmeye başlamış ve Teşkilat-ı Mahsusa önderliğinde yerel cumhuriyetler kurmaya başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın bölgeye gönderilmesi sebebi aslında Karadeniz ve Doğu Anadolu’da işgal ve paylaşıma karşı direnişi önlemekti.
Rumlar ve Ermeniler bölgeyi aralarında paylaşmışlar, Rumlar istemeye istemeye Trabzon’u Ermenilere bırakmışlardı.
Osman Ağa’nın ne yaptığına anlatan en iyi örnek, 24 Haziran 1919 tarihinde Giresun’u ziyaret eden Amiral Bristol, “Gezdiğim şehirlerin en temiziydi”der. Osman Ağa, Giresun’u kızarıp geçiren Frengi ile mücadele eder. Nüfusun yüzde yirmisi Frengiliydi. Frengi, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’da ellili yılların ortalarına kadar etkisini sürdü.
Osman Ağa, “Amerikan Yardım Teşkilatı” adına Giresun’u ziyaret eden Blanche Norton’dan yardım ister. (Seyrek, Murat, Milis Yarbay Topal Osman Ağa, s, 40)
Osman Ağa’nın faaliyetlerinden Rumlar ve İstanbul Hükümetleri rahatsız olur. İstanbul hükümetleri, bölgeyi gönderdiği vali ve mutasarrıflarla kontrol etmeye çalışırlar. Giresun mutasarrıfı (kaymakam) Bâdi Nedim, Osman Ağa’yı öldürtmek ister ama başarılı olamaz.
1919 yılının şubat ayında Giresun’da Muhafazaiü Hukuk-u Milliye cemiyeti kurulmuştur. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali Anadolu’da büyük bir tepki görmüş, hemen hemen her vilayette bir protesto mitingi düzenlenmiştir. Giresun’da 17 Mayıs 1919 tarihinde bir miting düzenlenmiştir. Mitingden sonra düzenleme komitesi İstanbul’daki işgal devletleri yüksek komiserliklerine birer protesto telgrafı çekilmiştir.
O günlerin havasını şu satırlar sanırım iyi anlatır. Giresun’dan 23 Temmuz ve 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında toplanan Erzurum Kongresi’ne katılan delegeler, Mustafa Kemal Paşa’nın divan başkanı olmasına karşı çıkmaları ironik bir durumdu. Durumdan haberdar olan Osman Ağa’nın tepkisi sert olur. Delegeler, Dr. Ali Duyduk ve Mühendis Hamdi Bey önce İstanbul’a oradan da yurt dışına kaçarlar. İstiklal Harbi bittikten sonra ülkeye dönerler.
Mustafa Kemal Paşa,8 Eylül 1919 tarihinde Harbiye Nezaretine gönderdiği telgrafla askerlikten istifa etmiştir.
Osman Ağa, Kars’ı kurtarmak için taarruza geçen Kazım Karabekir Paşa’ya 300 kişilik bir gönüllü birliği gönderir.
Giresun uşakları dışında nizami bir birlik oluşturmak isteyen Mustafa Kemal Paşa, muhafız bölüğü başına Deli Halit Paşa’yı getirmek ister. Ama Kazım Karabekir Paşa ihtiyaç duyduğu Deli Halit Paşa’yı göndermez. Deli Halit Paşa, gelemez ama gözünü budaktan sakınmayan savaşta kendini kabul ettirmiş disiplinli bir asker ama yeri geldiğinde bir “Komitacı” gibi davranmaktan çekinmeyen Yüzbaşı İsmail hakkı (Tekçe) komutasında 3 çavuş 81 erden oluşan bir birlik gönderir. Böylece bir muhafız bölüğü oluşturulur. Muhafız bölüğü Sakarya Savaşı’nda cephedeki yerini alır.
Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu Anadolu’da savaşmış olan Hüseyin Avni Bey (Alpaslan) mütarekeden sonra İstanbul’a döner. İstanbul’da Karakol Cemiyeti ile temasa geçer. Cemiyetin çabasıyla Giresun Askerlik Şubesi’ne atanır. Osman Ağa’nın beklediği destek gelmiştir.
Kasım 1920’de Ankara’ya gelen Osman Ağa, 11 Kasım’da Mustafa Kemal Paşa’yla görüşür ve yanında getirdiği 15 Giresun uşağından onunu muhafız olarak bırakır.12 Kasım 1920’de Mustafa Kemal Paşa’nın muhafızlığını yapacak “Giresun Maiyet Müfrezesi” kuruldu. Osman Ağa Giresunlu muhafızlara, “Paşa hazretlerinin taht-ı muhafazası, yalnız ve yalnız size aittir Onu her yerde sizler koruyacaksınız. Şayet Paşa hazretlerine en ufacık bir şey olursa kendiniz yok bilin. Hatta ve hatta geride kalanları da”.
Giresun’da Şark Cephesi Kumandanlığına bağlı olarak 19 Aralık 1919 47. Alay, Şubat 1921’de 42.Alay kuruldu. Bu alayların silahları Osman Ağa’nın gayretleriyle Batum’dan getirildi. Fındık yüklü takalar Batum’dan silah ve mermiyle döndüler. Bu amaçla Romanya’ya gidildi, takalarla Giresun’a silah taşındı.
Batı Anadolu’da çıkan isyanlar yetmezmiş gibi Erzincan yöresinde “Koçgiri Ayaklanması” patlak verir. Batı Anadolu’da saray ve İstanbul hükümetleri destekli ayaklanmalar çıkarılmasaydı İstiklal Harbi iki yıl önce, Yunan Ordusu belki de Bursa’yı işgal edemeden biterdi.
Koçgiri İsyanı Batı cephesinden çekilebilecek askeri güç olmadığı için 3.5 ay sürmüştür (6 Mart-17 Haziran 1921). Ankara’nın uzlaşma çabaları, Koçgiri Aşireti liderlerinden Haydar ve Alişan beylerin nahiye müdürlüklerine atanmaları yetersiz kalır. Bölgede faaliyet gösteren “Kürt Teali Cemiyeti” Sevr Antlaşması’nın uygulanması ve bağımsız bir Kürdistan için ayaklanır.
Tarihçilerimizin pek araştırmadığı bir konu, Doğu Anadolu’da ki Kürt aşiretlerinin İstanbul hükümetleri ve İngilizlere destek vermeyip Mustafa Kemal Paşa’ya destek vermeleri. Kürtler, Mustafa Kemal Paşa’nın Muş ve Bitlis yörelerini Rus işgalinden kurtardığını biliyorlardı. Onu tanıyor ve güveniyorlardı.
Koçgiri ayaklanması Merkez Ordusu tarafından şiddetle bastırılır. İsyanın bastırılmasında Giresun alayları önemli bir görev üstlenir.
İsyanın bastırılmasından sonra isyancılarda ganimet olarak ele geçirilen büyükbaş hayvanların Giresun’da satılması olay olur. Bugün üzerinde tartışılan konu o zaman çok normal karşılanıyordu. Gerek isyancılar kendilerine boyun eğmeyen köyleri yakarlardı, hükümet güçleri de isyancı köyleri.
Merkez Ordusu Kumandanı Nurettin Paşa, isyanı bastırırken uyguladığı yöntemler TBMM’nde şiddetle eleştirilir. Eleştirenlerin başında Ali Şükrü Bey geliyordu. Ö. Erden Menteşoğlu, “Giresunlu Fedailerle Konuştum Onlarda Çılgındı” kitabında, “Mecliste kendini savunan Nurettin Paşa’nın Osman Bey’den yardım istediğini, Osman Bey’in meclise gelip Nurettin Paşa’yı savunduğunu” yazar. İsyan bastırıldıktan sonra Giresun Gönüllü Alayları’na Samsun yöresindeki Rum isyanını bastırma görevi verilir.
Yunan ve İngilizlerin isyancı Rumlara destek vermek için bölgeye asker çıkarma ihtimali sürekli Ankara’yı tedirgin etmiştir. Milis Binbaşı Osman Ağa, Rum çeteleri tenkil ede ede, iç bölgelere gitmeyi kabul etmeyen köyleri yakarak Samsun’a ulaşırlar. Nebiyon Dağı’nı üs tutan Rum isyancıları tenkil ederler.
Bu yöredeki Rum isyancıların eylemleri için İçişleri Bakanı Ali Fethi Bey (Okyar) için gensoru verilir. Gizli oturumda çok şiddetli tartışmalar meydana gelir.
İsyanın büyük ölçüde bastırılmasından sonra Giresun Gönüllü Alayları Havsa’ya gelirler. Yol boyunca Rum isyancılar temizlenir.
Havsa’da mola veren Giresun Gönüllü Alayları yürüyerek Ankara’ya gelirler. Ankara’da üç gün dinlendikten sonra trenle Polatlı’ya, Sakarya’ya savaşa gönderilirler. Giresun Gönüllü Alaylarının Sakarya Meydan Muharebesi’nde yaptıklarını daha önce yazdığım iki yazıyı www.belgeseltarih.com sitesinde okuyabilirsiniz. Sayın Selim Erdoğan’ın Sakarya kitabını okumalarını tavsiye ederim.
Rıza Nur, hatıratında Bafra’da bir köye Rumların yaptığı baskını ve katliamı; Osman Bey ve Hüseyin Avni Bey’in müdahalesini anlatır (Seyrek, Murat, Milis Yarbay Topal Osman Ağa, s.95)
Hüseyin Avni (Alpaslan) Bey Sakarya Savaşı’nda şehit oldu.
Bu süreçte Yunan donanmasına ait gemiler Karadeniz’de sık sık boy göstermeye ve limanlarımızı bombalamaya devam ederler. Yunan savaş gemileri 9 Haziran 1921 yılında İnebolu ve 7 Haziran 1922’de Samsun bombardımana uğrar. Bunun üzerine Karadeniz kıyısında yaşayan eli silah tutan Rumların İç Anadolu’ya sevki başladı. İlk kafile 17 Haziran 1921 günü Samsun’dan yola çıktı.
Pontusçuları yargılamak için 1921 yılı ağustos ayında Amasya’da bir İstiklal Mahkemesi kurulur. Mahkeme isyanın ateşi düşünce kapatılır. Mahkeme, 10 Ekim 1921 tarihine kadar yargılama yapar. Bu sürede 174’ü Rum 177 kişi için idam cezası verir. 77 kişi gıyaplarında idam cezasına çarptırılır. 34 kişiye sürgün cezası verilir. (s.118). İdam cezası verilenlerin emval ve Emlakları müsadere edilir. Mahkemenin başkanı Mustafa Necati Beydir.
TBMM’nde 29 Aralık 1921 tarihinde İçişleri Bakanı Ali Fethi Bey hakkında verilen gensoruda Pontus meselesi geniş bir şekilde tartışılmıştır. Görüşmelerde Ali Şükrü Bey, çok sert bir konuşma yapmıştır.
Samsun milletvekilleri yapılan oturumda vilayetlerinde yaşananları dile getirmişlerdir. Milletvekillerinden Emin Bey, yaşananları geniş bir şekilde anlamıştır. Emin Bey, “Nüfus kayıtlarına göre 1914 yılında Samsun Livasında 229.857 Müslüman ve 93.176 Rumun yaşadığını, Jandarma kayıtlarına göre 1914-30 Ekim 1918 tarihleri arasında livada 588 Müslümanın öldürüldüğünü, 760 evin yakıldığını, 110 bin lira para, 906 merkep, 1788 manda, 1337 öküz, 2476 sığır ve 9036 koyun ve 487 atın yanı sıra 180 ton arpa ve mısırın gasp edildiğini Samsun’da dört bin civarında Rum’un eşkıyalık yaptığını söylemiştir (Seyrek, Murat, Milis Yarbay Topal Osman Ağa, s.197-98-99)
Emin Bey, 45 bin kişinin iç bölgelere gönderildiğini, Samsun’da ihtiyar, kadın, çocuk 51 bin kişinin kaldığını, dağlarda silahlı kırk bin kişinin bulunduğunu; Bafra’da Kızılırmak’ın sağındaki 35 köyden sadece 3-4 köyün kaldığını söyler. Emin Bey, Amasya’daki İstiklal mahkemesinde görev yapmıştı.
***
Osman Bey ve Giresun Gönüllü Alayları Büyük Taarruzda da görev alırla 26 Ağustos günü Osman Ağa komutasındaki 47. Alay Afyon Kabaçkıranı Dedesivri’de bulunan Yunan mevzilerine hücum ettiler. 27 Ağustos günü hedeflerindeki tepeleri ele geçirdiler.
Alay, 28 Ağustos günü Dumlupınar’dan Salihli’ye doğru ilerledi. Sırasıyla Manisa, Turgutlu, Akhisar, Kırkağaç, Soma, Ayvalık ve Edremit’i kurtarırlar. Ayvalık’a ilk giren 47. Alaydır.
Ayvalık’ta savaşın acı bir cilvesi yaşanır. Rumların kadın, ihtiyar ve çocukları ayrılır. Yetişkinler amele taburlarına gönderilirler. İki sene sonra Yunanistan’a gönderilen erkeklerin ailelerini bulup kavuşmaları yıllar sürer.
Zaferden sonra yarbay rütbesi ve İstiklal Madalyası ile onurlandırıldı. 21 Aralık 1922’de döndüğü memleketi Giresun’da büyük bir coşku ile karşılandı.
Zaferden sonra yarbay rütbesi ve İstiklal Madalyası ile onurlandırıldı. 21 Aralık 1922’de döndüğü memleketi Giresun’da büyük bir coşku ile karşılandı. Osman Bey, daha sonra Ankara’ya, kaderine doğru yolu çıkar.
Kurtuluş Savaşı yıllarında TBMM’nde gruplaşmalar meydana geldi. Bu gruplaşmaların kökeni Meclis-i Mebusan’a dayanıyordu. Gruplaşmanın başını İttihatçılar ve İttihatçı karşıtları çekiyordu. İttihatçılar, Mustafa Kemal Paşa’yı geçici görüyorlardı. Zamanı geldiğinde onu ekarte etmeyi ve Enver Paşa’yı davet etmeyi düşünüyorlardı. Enver Paşa’nın 4 Ağustos 1922’deki şehadeti bunu değiştirmemişti.
Birbirine karşı olan bu iki grup, Mustafa Kemal Paşa karşıtlığında birleşiyorlardı. Mustafa Kemal Paşa, bu iki gruba karşı Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nu kurdu. Zamanla bu gruba birinci grup, karşıtlarına da ikinci grup adı verildi. Bunların dışında da Başta “Yeşil ordu” grubu olmak üzere çeşitli küçük gruplar da oluştu.
Atatürk karşıtlarının en büyük korkusu Atatürk’ün iktidarı saltanat makamına devretmemesi, iktidarda kalması ve cumhuriyeti ilan etme korkusuydu.
Mustafa Kemal Paşa başkomutanlığı ve özel yetkileri meclisin ısrarı sonucu kabul etmiştir. Sakarya Savaşı’ndan sonra başkomutanlığın uzatılması için gerekli oyu alamadığı zamanlarda olmuştur. Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey (Ulaş) ve arkadaşları cumhuriyetin ilanından sonra cumhurbaşkanı seçilme şartlarına Misak-ı Milli sınırları içinde doğmak ve bir yerde beş yıl ikamet etme şartının eklenmesini istemişlerdi. Doğal olarak Mustafa Kemal Atatürk, bu iki şartı da taşımıyordu.
Mustafa Kemal Paşa, Mecliste daha güçlü olmak ve istediği kararları alabilmek için, I. Grup olarak adlandırılan “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu”nu kurdu. Bu gruba İttihatçıların ve saltanat yanlılarının önde gelenlerini almadı. Karşıtları da ikinci grup olarak örgütlendilerse de içlerinden önderlik yapacak birisi çıkmadığı ve mütecanis olmadıkları için başlangıçtaki güçlerini kaybettiler.
Meclisteki sert tartışmalardan bir örneğini yukarıda vermiştik. İkinci grubun en önemli temsilcilerinden birisi Ali Şükrü Bey’dir (*). 36 yaşında Meclis-i Mebusan’a seçilen Ali Şükrü Bey, çok iyi İngilizce konuşan hitabet yeteneği yüksek, sözünü esirgemeyen bir insandı. Saltanatçı ve hilafetçi olduğunu her zaman dile getirirdi. Rejimin değişmesini asla istemiyordu. Bu yüzden Mustafa Kemal Paşa’yla sık sık karşı karşıya geliyorlardı. İkinci grubun Ankara’da çıkardığı Tan gazetesi ortamı germişti. Gazete tam da Lozan görüşmelerinin en zorlu sürecinde çıkmıştı. Tan, Misak-ı Milli’nin katıksız bir şekilde savunulmasını dile getiriyordu.
Lozan’a karşı çıkanların tezi, Musul’un bu yöntemle kaybedileceğini, durumun “Ya savaş ya da barış” ikilemine girilmesinden hükümeti mesul tutuyorlardı. Ancak öne sürdükleri farklı bir yöntem yoktu. “Heyet değişsin” noktasına kilitlenmişlerdir. Lozan’la ilgili gizli görüşmeler mecliste 67 gün sürmüştür. İşin acı tarafı İngilizler bu tartışmalardan günü gününe haberdar olmuşlardır.
Görüşmeler sırasında Ali Şükrü Bey’le Mustafa Kemal Paşa birbirlerine girecek konuma gelmişlerdi. Oturumu yöneten Ali Fuat Bey (Cebesoy), anılarında o günü şöyle anlatıyordu; “Mustafa Kemal Paşa, Mecliste konuşurken ortam gergindi. O konuşuyor, sözü kesiliyor, o cevaplıyordu. Paşa, sözlerini tamamladıktan sonra, Ali Şükrü Bey’in ‘Ben de söyleyeceğim’ demesi üzerine Gazi Paşa, hiddetli bir tavırla, ‘Bir haftadır söylüyorsunuz, memleketi zarar-dide ediyorsunuz. Maksadınız nedir?’ dedi ve kürsüden inerek elleri cebinde olduğu halde asabi bir şekilde Ali Şükrü Bey’in üzerine yürüdü. Bu arada herkes meclisin ortasında birbirlerine bağırmakta olan mebusların etrafında toplanmıştı. Ali Şükrü Bey, ‘Kimseye ithama hakkınız yok’ diye bağırıyordu…Bu halin biraz daha devamı müessif hadiselere sebep olacaktı. Hatta birbiri aleyhine tabanca vesaire istimaline kadar varacaktı. İntizamı iade maksadıyla meclis emniyet memurlarını çağıramadım. Çünkü müzakereler gizliydi. Ne yapabilirdim? Derhal riyaset çanını her iki tarafın ortasına attım ve şaşkınlıktan istifade ile oturumu kapattım.
Osman Bey, herkesin başının üstünde tuttuğu milli bir kahramandı. İstiklal Harbi bitmiş, barış ufukta görülmüştü. Süreç içinde Giresun uşaklarının memleketlerine geri döneceklerdi. İsmail hakkı Bey’in komuta ettiği Muhafız Alayı Sakarya Savaşında kendini ispatlamıştı.
Trabzon’u bir derebeyi gibi yöneten ve Enver Paşacı Yahya Kaptan (**) 3 Temmuz 1922 tarihinde bir suikasta uğrar. Yahya Kaptan Trabzon’da Enver Paşa lehine mitingler düzenlemiş ve Ankara’ya gelmek için Anadolu’ya geçen TKP lideri Mustafa Suphi (***) ve 15 arkadaşını deniz ortasında öldürmüş, karısını kapatma yapmıştı.
Zavallı kadın birkaç yıl sonra eziyet çekerek ölmüştü.
Yahya Kaptan ve adamlarının Suphi’lerin üzerindeki altın ve parayı zimmetlerine geçirdikleri, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki Rus işgali döneminde de göçmenlerin mülklerine el koydukları iddia ediliyordu.
Yıllar sonra İsmail Hakkı Bey, bu suikastı yanına aldığı iki Giresunlu muhafız ile gerçekleştirdiğini itiraf edecekti.
Ali Şükrü Bey’le Osman Ağa arasında görünürde iyi bir ilişki vardı. Birbirlerini ziyaret ederlerdi. Ancak, Koçgiri İsyanının bastırılmasından sonra mecliste yaşanan tartışmalardan dolayı bir soğukluk yaşanmıştı.
1912-1922 yılları arasındaki her savaşa katılan Osman Ağa, ülkenin nasıl ve ne fedakarlıklarla kurtarıldığını; Sakarya Savaşı’nın nasıl kazanıldığını, savaşa katılan Giresun Gönüllü Alaylarının yüzde doksanının ve yakın mücadele arkadaşı Hüseyin Avni Bey’in şehit olduğunu gözleriyle görmüştü. Kendisi de sayısız kere yaralanmıştı. Büyük Taarruz’da Yunan ordusunun il-ilçe ve köyleri nasıl yakıp yıktığını çok iyi biliyordu.
Osman Ağa, Mustafa Kemal Paşa’nın ve komutanların hangi şartlarda mücadele ettiğini yakinen biliyordu. Kendisine yapılan ağır eleştirilere katlanamıyordu. Savaşı kazanmış Mustafa Kemal Paşa’nın mecliste nasıl sıkıştırıldığına da şahit olmuştu.
Büyük Zafer’den sonra Ankara’da Ayrancı civarında kendisine tahsis edilen “Papaz’ın Bağı” denilen yerde yaşamını sürdürdü. Özel Muhafız Alayı’nın komutanı olarak görevine devam etti.
Gerisi hepimizin bildiği acı hikâye. Ağa, Ali Şükrü Bey’i öldürtür. Osman Ağa’nın hangi saikle bu cinayeti işlediğini bilemiyoruz. Yakın adamları da bu konuda bir beyanda bulunmadılar. Şaşırtıcı olan, Osman Ağa, bu cinayetten ceza almadan kurtulacağını, hesabının sorulmayacağını düşünmesi ve bu eylemi yapmasıdır. Osman Ağa, cinayetten sonra Meclise gider ve cinayet ile ilgili tartışmaları da izler (Seyrek, Murat, Milis Yarbay Topal Osman Ağa, s, 266).
Ali Şükrü Bey, 27 Mart 1923 günü ortadan kaybolmuş, iki gün sonra kaybolduğu kardeşi Şevket (Doruker) Bey tarafından hükümete bildirilmiş, üç gün sonra da cesedi bulunmuştur.
Ali Şükrü Bey’in cesedi, Ankara’nın Mühye köyü civarında bulundu; boğularak öldürüldüğü anlaşıldı. Meclise katillerin meclis kapısı önünde asılarak teşhiri için yasa teklifi verildi. Cinayeti araştırmak üzere kurulan komisyon, Ali Şükrü Bey’i Topal Osman’ın Ankara’da, Papazınbağı’ndaki evinde öldürdüğünü tespit etti. Yardımcısı Mustafa Kaptan, Ali Şükrü Bey’in yemek bahanesiyle Topal Osman’ın Samanpazarı’ndaki evine götürüldüğünü; burada Topal Osman ve sekiz adamı tarafından kementle boğulduğunu itiraf etti. Osman Ağa hakkında yakalama emri çıkarıldı.
Ankara’da ve Mecliste kıyamet kopmuştur. Ankara’nın her tarafı aranır ve Ali Şükrü Bey’in cesedi 1 Nisan’da Çankaya sırtlarında Mühye Köyü civarında bulunur. Cesedin bulunduğu haberini duyan Osman Ağa, köşkteki Giresunlu uşakların kaldığı Çankaya Köşkü civarındaki evine çekilir.
Ali Şükrü Bey’in cesedi bulunduktan sonra Başbakan Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’yı istasyon binasına çağırır. Paşa, eşi Latife beraber Hanım’la gelir. Rauf Bey, gelişmeleri anlatır. Mustafa Kemal Paşa, Osman Ağa’nın yakalanması için İsmail Hakkı Bey’i çağırtır. Gelince olayı anlatır ve köşkün krokisini çizer. Osman Ağa’nın yakalanması için nereden ve ne şekilde hücum etmesi gerektiğini anlatır.
Bir nisanı iki nisana bağlayan gece Muhafız taburu harekete geçer ve bir çatışma yaşanır. Yeni kurulan muhafız birliği tarafından 1 Nisan 1923 gecesi Papazın Bağı’ndaki evinde kıstırılan Topal Osman Ağa ve adamları, bütün gece çatıştı. Topal Osman, yaralı olarak ele geçirildi. Papazın Bağı’ndaki baskından yaralı ele geçirilen Topal Osman Ağa hastaneye kaldırılırken İsmail Hakkı Tekçe’nin emri ile kafası kurşun sıkılarak tutularak ve bilahare Çankaya yakınlarına gömüldü. Çatışmada, Osman Ağa’nın cinayeti işlediğini ihbar eden muhbirin de ve olaya karışanlarında bulunduğu on kişi de çatışmada hayatını kaybeder.
Meclis’te Ali Şükrü Bey’in katilinin yakalanarak Ulus Meydanı’nda idam edilmesi kararı oy birliği ile alınınca ama başından asılması mümkün olamayınca ceset mezardan çıkarılmış, Meclis’in kapısında, ayağından asılmıştır.
Ali Şükrü Bey’in cenazesi Hacı Bayram Camii’nde cenaze namazının ardından Trabzon’a gönderilmiş ve Boztepe’de defnedilmiştir.
Enterne edilen Giresunlu muhafızlar bir süre hapsedilmiştir. Hapiste tutulan Giresunlu muhafızlara Mustafa Kemal Paşa’nın eşi Latife Hanım para yardımında bulunmuştur. Merkez komutanı da Giresunlu muhafızların ihtiyaçlarını karşılamıştır.
Osman Ağa’nın cenazesi, daha sonra kardeşlerinin Atatürk’ten ricası üzerine Giresun’a nakledildi. Osman Ağa’nın cenazesi Çınarlar Camisi’nde kılınan cenaze namazından sonra Giresun Kalesi’ne ve Kurban Dede mezarının yanında defnedildi.
1925 yılında Giresun’u ziyaret eden Kılıç Ali Bey, ziyaret ettiği Osman Bey’in mezarını bakımsız bulur. Ankara döndüğü kendini davet eden Atatürk’e durumu anlatır. Atatürk, Osman Ağa için anıt mezar yapılmasını emreder. Osman Ağa’nın cesedi Giresun Kalesi’nin en yüksek en yüksek tepesinde yaptırılan anıt mezara nakledilmiştir.
Osman Ağa’nın mezarını sadece Kılıç Ali değil, Rize Mebusu sıfatıyla Ankara Mevki Kumandanı Fuat Bey’de ziyaret etmiştir.
Atatürk, hiçbir zaman Osman Ağa’ya suçlu dememiş, sanık ifadesini kullanmıştır. Giresun’dan gelen heyetleri kabul etmiş, onlara Osman Bey’in ailesini sormuştur.
Mustafa Kemal Paşa, 24 Eylül 1924 Cuma günü cumhurbaşkanı sıfatıyla çıktığı yurt gezisinde Giresun’u ziyaret etmiştir. Ziyaretinde Osman Ağa’nın küçük oğlu Mustafa’yı sevmiş, “Maşallah pek büyümüşsün” demiştir. Paşa, “Yavrum baban cumhuriyet şehidi oldu” diye ilave etmiştir.
Şehri ziyaret ederken, Osman Ağa’nın evinin önüne geldiklerinde, yanındakilerden birisi, “Paşam, işte Topal Osman Ağa’nın evi” deyince, “Topal Osman değil, cumhuriyetin banisi Osman Ağa Hazretleri” diye cevap vermiştir. Paşa, daha sonra halkın büyük tezahüratı arasında Hamidiye zırhlısına dönmüştür.
Mustafa Kemal Paşa, 1925 yılında kendini ziyaret eden Giresun heyetini kabulünde “Osman Ağa ve Giresun Gönüllü Alaylarının hizmetlerini dile getirmiştir. Paşa, hitap ettiği Giresunlulara “Afyonkarahisar ve Dumlupınar’da sizin uşaklar vardı” diye hitap etmiştir.
Osman Ağa’nın, Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle Ali Şükrü Bey’i öldürdüğü iddialarının temelinde iki şey yatar. Birincisi Lozan Antlaşması’ndan sonra Mustafa Kemal Paşa ile ters düşen Rıza Nur’un “Hayat ve Hatırat”ım kitabındaki iddialarına dayanır. Oysa Mustafa Kemal Paşa, hayat boyu mücadelesini hukuk temelinde sürdürmüştür. Kongre ve meclislerde kendine karşı çoğu haksızca olan en ağır eleştirileri sabırla göğüs germiştir.
Milli Mücadelede kendini başkumandan ilan etmemiş ve meclis başkanı olarak kalmıştır. Başkumandanlığa meclisin ısrarıyla gelmiştir. Meclisin bu cinayetle ilgili bir şüphesi olsaydı, meclis başkanlığında onu hiçbir kuvvet tutamazdı.
İkinci husus ise Mustafa Kemal Paşa ve çevresinin Osman Ağa’yı hiç suçlamaması ve anıt mezar yaptırmasıdır. Şundan eminim ki, Osman Ağa’nın ailesi ihtiyaç sahibi olsaydı Mustafa Kemal Atatürk, Osman Bey’in ailesine “Vatana Hizmet” tertibinden maaş bağlardı.
*
Esas gündeme getirilmesi gereken “Giresun, Anadolu’da işgale uğramayıp ta gönüllü alay çıkaran tek il” olmasıdır. Bu tarihte ender rastlanılan bir durumdur. Buna Mustafa Kemal Paşa’nın muhafızlığını yapan “Giresun Maiyet Müfrezesi” kurulmasını da ekleyebiliriz. Atatürk Milli Mücadele yıllarında sağ kaldıysa bunu Giresun uşaklarına borçluyuz.
KAYNAKÇA:
(*) Ali Şükrü Bey, Trabzonlu olup 1884 yılında Beşikdüzü’ne bağlı Denizli köyünde doğmuştur.. Aileleri mahallen “Reisoğulları” namıyla meşhurdur.
Heybeliada’da bulunan Bahriye Mektebi’nde öğrenim gördü. Okulu 1904 yılından tamamladı ve bahriye erkan-ı harp subayı oldu. 1909 yılında kurulan Donanma-yı Osmanî Muavenet-i Milliye Cemiyeti’nin kurucularından birisi oldu ve bir süre ikinci başkanlık görevini üstlendi. Cemiyetin Osmanlı donanması için almak istediği nakliye gemilerini almak üzere Liverpool’a gönderildiğinde eğitimini tamamladı ve çok iyi düzeyde İngilizce öğrendi. İngiltere’de bulunduğu dönemde Türkiye aleyhine yapılan propagandalara karşı çalıştı; Liverpool Times gazetesinde çeşitli makaleleri yayımlandı.
Yüzbaşı rütbesinde iken askerlikten istifa edip siyasete atılmıştır. İstanbul’un işgalinden sonra Meclis-i Mebusan’ın kendini feshetmesi üzerine Ankara’ya giderek ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Trabzon milletvekili olarak girdi. Ali Şükrü Bey, TBMM’ye girişinden hemen sonra, halkın Millî Mücadele’ye inandırılması ve düşman propagandalarının etkisiz hale getirilmesi amacıyla meclis tarafından oluşturulan İrşad Encümeni’ne katıldı ve bu encümenin bir üyesi olarak civar illeri gezdi. Muhafazakâr bir yapıda olan Ali Şükrü Bey mecliste, Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğindeki Birinci Grup’a muhalif milletvekillerinin toplandığı İkinci Grup’un liderlerinden biri oldu. 28 Nisan 1920’de içki yasağı konusunda meclise yasa teklifi verdi ve yasalaşması için büyük çaba sarf etti.
İkinci grubun görüşlerini açıklamak ve yaymak üzere Mustafa Kemal Paşa’nın Hâkimiyet-i Milliye gazetesine karşı Tan gazetesini yayımlamaya başladı. 68 sayı çıkabilen gazetenin hemen hemen tüm başyazılarını Ali Şükrü Bey yazdı. Lozan görüşmelerinden sonra yapılan meclis oturumlarında; İsmet Paşa’nın hariciyeci olmadığı için Lozan’da acemice işler yaptığını ve TBMM’nin kendisine verdiği yetki sınırlarının dışına çıkarak müzakereleri sürdürdüğünü savundu. Lozan’da devam eden müzakerelerin durumu hakkında TBMM’ye açıklanan resmi bilgiler ile dış kaynaklı haberler arasında çelişkileri dile getirdi. 27 Mart 1923 günü ortadan kayboldu, iki gün sonra kardeşi Şevket (Doruker) Bey tarafından hükümete bildirilmiş, üç gün sonra da cesedi bulunmuştur. Cinayeti araştırmak üzere kurulan komisyon, Ali Şükrü Bey’i Topal Osman’ın Ankara’da, Papazınbağı’ndaki evinde öldürdüğünü tespit etti.
Hükümet, olayın failinin Gazi Milis Yarbay Topal Osman Ağa olduğuna hükmetmiş ve Ağa’yı tutuklamak üzere hareket geçmiştir. Nihayetinde Osman Ağa, yaralı bir şekilde tevkif edilmiş bir halde iken öldürülmüştür. Meclis’in idam kararı sebebiyle Ulus Meydanı’nda başı olmadan ayaklarından asılmıştır. Ali Şükrü Bey’in cenazesi Hacı Bayram Camii’nde cenaze namazının ardından Trabzon’a gönderilmiş ve Boztepe’de defnedilmiştir.
Ali Şükrü Bey, 27 Mart’ta ortadan kaybolmuş; 3 gün sonra kardeşi aranması için Bakanlar Kurulu’na başvurmuştu. Ali Şükrü Bey’in cesedi, Ankara’nın Mühye köyü civarında bulundu; boğularak öldürüldüğü anlaşıldı. Meclise katillerin meclis kapısı önünde asılarak teşhiri için yasa teklifi verildi. Teslim olmayı kabul etmeyen Topal Osman, 1 Nisan’ı 2 Nisan’a bağlayan gece Muhafız Taburu jandarmaları ile kendi adamları arasında yaşanan çatışmada yaralı olarak ele geçirildi. Başından vurularak öldürüldü ve başı kesilerek defnedildi.
(**) Erzurum Kongresi’nden beri Mustafa Kemal Paşa’ya tavır alan Trabzon’daki bir kısım Müdafaa-i Hukukçunun içerisinde Trabzon Kayıkçılar Kahyası Yahya Kaptan da vardır. Kayıkçılar Kahyası Yahya Kaptan, Trabzon’da adeta hükümet içinde hükümet gibiydi. Maiyetinde çok sayıda adamı olan Kahya, limana giren gemilerden Müdafaa-i Hukuk adına vergi alıyordu. Kahya’nın başına buyruk bu hareketlerini onaylamayan Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa bir yazısında “İskele Hükümeti” tabirini kullanmıştır. Kahya, işi o derece ileri götürmüştür ki, hiçbir otorite ona söz geçiremez olmuştur.
Hatta öyle ki, Enver Paşa’dan aldığı talimatla, görünüşte Milli Mücadele’ye katılmak üzere Osman Ağa’ya nazire olarak, tahliye ettirdiği mahkumlardan ve asker firarilerinden oluşan bir tabur kurdurmuştur. Enver Paşa’nın gerçek amacı ise, “Ali” takma adıyla bu taburun başına geçerek, Albay Deli Halit’in fırkasına dayanarak, bir darbeyle Mustafa Kemal’i devirip, başkumandanlığı ele geçirmekti.
1921 yılının ocak ayında TBMM’nin çağrılısı olarak Ankara’ya doğru yola çıkan Suphi ve arkadaşlarının Türkiye’ye gelmesi İttihatçıları ve saltanatçıları rahatsız eder. Doğu Cephesi Komutanlığı kendilerine koruma vermeyerek, Kars ve Erzurum’da linç girişimlerine uğramalarına ilgisiz kalırlar. Mustafa Suphi ve arkadaşları Kazım Karabekir Paşa tarafından Erzurum’dan Trabzon’a yönlendirilirler. 1921 yılının 28 Ocağı’nı 29’a bağlayan gecesi 14 yoldaşı ile birlikte Trabzon’dan Sovyetler’e getri gönderilmek üzere 15 kişiyi bir tekneye bindirirler. Karadenizli Suphi teknenin ahşap aksamlı olduğunu (uzun yol teknesi olmadığını) görünce başlarına gelecekleri anlar, karşı koymaya kalkarlarsa da Yahya’nın zorbaları baskın gelir. Tekne denize açılır, katiller arkadan başka bir tekneyle yetişerek hepsini kurşunlayıp, süngüleyip denize atarlar. Saldırıdan sadece Mustafa Suphi’nin karısı Meryem sağ olarak kurtulabilmiştir. Ankara ölümleri deniz kazası diye açıklar.
Bu işi yapmakla görevli olanlar kayıkçılar kahyası Yahya ve çetesidir. Yahya heyettekilerin silahlarını, para, saat ve diğer kıymetli eşyalarını alır, Kahya’nın, otorite tanımaz başına buyruk bu tavırları, gizli faaliyetleri, hayli uzun yazılarla ayrıntılı bir şekilde Ankara’ya rapor edilmektedir. Cinayetin baş sorumlularından Yahya Kahya, bölgede yaptığı yolsuzluklar ve Enver Paşa’yı ülkeye sokma planları yüzünden daha sonradan Sivas’ta ağır ceza mahkemesinde yargılansa da, suçsuz bulunup salıverildi. Bunun üzerine Yahya Kahya’nın özellikle dost meclislerinde “Sanki bütün işlerde, ben tek başıma mı idim? Daha üstüme varırlarsa, her şeyi olduğu gibi ortaya dökerim.” minvalli sözler söylemesi sonrası Yahya Kahya, Muhafız Bölüğü Kumandanı İsmail Hakkı Tekçe ve yanındaki Giresunlu muhafızlar tarafından öldürüldü.
(***) Mustafa Suphi, 1883 Giresun doğumludur. Mustafa Suphi, İdadi’yi Erzurum’da okumuş, İstanbul’daki hukuk öğreniminden 1908 yılında Paris’e gitti. Sorbonne Siyasal Bilimler Fakültesi’nden mezun oldu.
Bu dönem Suphi, 1910 yılında “Türkiye’de tarım kredilerinin örgütlenmesi” isimli bir tez yazar ve bu tezi özet olarak “Ekonomi ve Sosyal Enstitüleri Bürosu Bülteni” dergisinde yayınlanır. Eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul’a döner. Burada Tanin, Servet-i Fünun ve Hak gazetelerine yazılar yazar; Ticaret Mekteb-i Alisi’nde, Darülmuallimin-i Aliye ve Mekteb-i Sultani’de hukuk ve iktisat dersleri verir.
İttihat ve Terakki Fırkası’nın 1911 yılındaki genel kongresine Anadolu delegesi olarak katılır. İttihatçılıktan kopuşu bu kongreden sonra başlar ve 1912 Ağustos’unda partiden tamamen ayrılır ve fırkaya muhalefet etmeye başlar. 1912 yılında Ahmet Ferit’in başkanlığında kurulan ve kurucuları arasında Yusuf Akçura’nın da bulunduğu Millî Meşrutiyet Fırkasının kurucuları arasında yer alır.
Suphi, muhaliflere karşı 1913 yılının sonlarında başlayan sürgün furyasından nasibini alır ve Sinop’a sürülür.
Sinop’taki Rus konsolos yardımcısı V. Ciudiçi ‘nin yardımıyla bir grup arkadaşı ile birlikte bir tekne ile Rusya’ya kaçtı. Bakü’ye gitmek üzere Sivastopol’dan ayrıldı. Suphi bu dönemlerde Osmanlı’ya dönük çeşitli faaliyetlerde bulunur. Osmanlı’nın yaklaşan savaşa girmesine karşı çıktı. Savaş başladıktan sonra Rus hükûmeti bütün Türk vatandaşlarını gözaltına altına aldı. 22 Ekim 1914’de 975 savaş esiri çeşitli işlerde çalıştırılacakları Kaluga’ya gönderildi. Buradan Urallar’a sürüldüler. Mustafa Suphi, Urallar’da 1915 yılında Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi (Bolşevik) üyesi oldu.
Şubat Devrimi ile serbest kalan Suphi, Ekim Devrimi’nden sonra Moskova’ya gider. Stalin’in de onayıyla Narkomants’a bağlı Müskom (Müslüman Komiserliği) altında bir Türk Şubesi teşkil eder ve bunun yayın organı olarak Yeni Dünya’yı çıkarır.
Bu dönemde Kırım ve Odessa’daki, Rusya kökenli ya da savaş esiri Türkler arasında çalışma yapan Suphi,Kızılordu içinde örgütlenen Türk savaş esirlerinden bir birlik ile Rus İç Savaşına katılır.
10 Eylül 1920’de 15 bölgeden gelen 75 delegenin katılımı ile 10-16 Eylül 1920 tarihleri arasında Türkiye İştirakiyun Teşkilatı 1. Kongresi toplanmış, bu kongrede Rusya’daki ve Türkiye’deki tüm teşkilatların birleştirilmesi kararı alınmış ve Türkiye Komünist Fırkası kurulmuştur.
Sovyet hükûmeti tarafından güvenilen ve Anadolu’daki komünist hareketin gelecekteki lideri olarak görülen Suphi, partinin aldığı karar doğrultusunda Anadolu’ya geçme ve Türkiye’deki komünist harekete yön verme kararını alır. Bu kapsamda işgale karşı Anadolu’da savaşmak üzere Sovyetler Birliği’nde bulunan Türk askerlerden bir Bolşevik Tabur oluştur ve Anadolu’daki Kuvâ-yi Milliye hareketi komutanlığının emrine verilir. Ancak bu değişik birliklere dağıtılır.
1921 yılının ocak ayında TBMM’nin çağrılısı olarak Ankara’ya doğru yola çıkan Suphi ve arkadaşlarının Türkiye’de siyasi kargaşa çıkartmak istediğinden şüphelenen TBMM ve Doğu Cephesi Komutanlığı kendilerine koruma vermeyerek, Kars ve Erzurum’da linç girişimlerine uğramalarına ilgisiz kalırlar.
1921 yılının 28 Ocağı’nı 29’a bağlayan gecesi 14 yoldaşı ile birlikte Trabzon’dan Sovyetler’e geri gönderilmek için bindirildikleri teknede Kayıkçılar Kahyası Yahya Kahya tarafından öldürüldüler. Daha sonra bindikleri tekne de batırılmış ve kimsenin cansız bedeni bulunamamıştır. Saldırıdan sadece Mustafa Suphi’nin karısı Meryem sağ olarak kurtulabilmiştir. O da Yahya tarafından önce seks kölesi yapılmış daha sonra ise bölgenin zenginlerinden Nemlizade Ragıp Bey’e satılmıştır. Kadın birkaç yıl sonra ölmüştür.