Polemik-10: Müslümanlar Halife Sultan’ın Sözünü Gerçekten de Dinler mi? |
Bugünden geriye baktığımızda, bazı kesimlerin “Halifelik” kurumuna çok çok özel önem atfettiğini görüyoruz. Hatta Cumhuriyet’e giden yolda önce saltanatın sonra da halifeliğin ilgası bu kesimlerde öyle müthiş bir öfkeye yol açmıştır ki, aradan neredeyse bir asır geçmesine karşın Mustafa Kemal’e, laik cumhuriyete karşı kinlerinden birşey kaybetmiş değiller.
Tarihsel sürece bir baksak, Türklere geçene kadarki halifelik kurumunun durumu zaten çok da iç açıcı değil. Hz. Peygamberin vefatının ardından halife olanlardan, yatağında eceliyle ölenlerin sayısı muhtemel ki iki elin parmak sayısını zor bulur. İslam halifeleri tarihi, neredeyse birbirini takip eden siyasi cinayetler tarihi gibidir. Üstelik aynı anda iki halifenin bulunduğu birçok dönem de vardır.
Osmanlı padişahları aslında Yavuz Sultan Selim’den itibaren halife ünvanı da taşıyor olmalarına karşın, bu ünvanı siyaseten kullanma ihtiyacı da pek duymamışlardır.(1)
Osmanlı Devleti adım adım 1. Dünya Savaşı’na sürüklenirken… Padişah Mehmet Reşat halifelik ünvanını ön plana çıkarmayı düşünür.
Peki gerçekten de, 20. Yüzyıl başlarına gelindiğinde, Halifelik önemli bir siyasal ya da dini kurum muydu?
Bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’na girişine dair gelişmeleri özetlerken, bir yandan da “Halifelik” ve “Cihat” gibi kurumlar nasıl işledi, sonuçları ne oldu diye bakalım.
Amiral Souchon komutasında sözde tatbikat için Karadeniz’e açılan Osmanlı Donanması, 29 Ekim 1914 sabahı Rus liman ve gemileriyle temas kurdu. Odesa (Hacıbey), Sivastopol(Akyar), Novorossisk ve Fedosya (Kefe) limanlarını bombaladı. Bir mayın ve 15 askeri nakliye gemisi batırıldı, bir torpidoya ağır hasar verildi. Bir kömür gemisi 3’ü subay 75 personeliyle esir alındı. Novorossisk’te buğday silolarıyla 50 petrol deposu tahrip edildi.(2)
2 Kasım’da Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaş ilan etti.
Alman gemilerinin de Türk bayrağı çekerek katıldığı Osmanlı Donanmasının Karadeniz’de savaş ilan etmeksizin gerçekleştirdiği saldırıya bir cevap verme gereği duyan İngiltere Deniz Bakanlığı, Fransız Hükümeti’nin de onayını alarak, Koramiral Carden’e Çanakkale Boğazı’ndaki dış tahkimatı emrindeki zırhlılarla uzak mesafeden bombalama emrini verdi.
3 Kasım 1914 günü Çanakkale Boğazı’nın batısında görülen dört savaş gemisi, savaş düzeninde ilerledi. Indefatigable ve Indomitable zırhlıları Avrupa yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul bataryalarına ateş açtı. Aynı anda Suffren ve Verite zırhlıları da Kumkale ve Orhaniye bataryalarını ateş altına aldı. 12-13.000 metre mesafeden ateş açan birleşik filoya Türkler de cevap verdi. Müttefik filosu bir saat kadar sonra muharebeyi keserek Saros Körfezi doğrultusunda uzaklaştı.
Seddülbahir ve Ertuğrul tabyalarında toplam kayıp, 5’i şehit 2’si yaralı olmak üzere 7 subay, 66’sı şehit 19’u yaralı olmak üzere 85 erdi. Kumkale ve Orhaniye tabyalarında ise daha az hasar vardı.
“…Bombardımana hedef olan Türk birliklerinin morallerinde
bir sarsıntı görülmedi, birlikler gösterdikleri özverilerden ötürü
Başkomutanlıkça gümüş liyakat madalyasına layık görüldüler.Sonuç olarak Birleşik Filo’nun, Çanakkale Boğazı giriş tahkimatını ilk kez
bombalaması bir sonuç almaktan ziyade, Rusya’dan sonra İngiltere ve Fransa’nın da Osmanlı Devleti’ne karşı savaş başlatma adına başka bir deyişle
savaş ilanı mahiyeti taşıyordu.Daha önceleri Osmanlı donanmasının eğitiminde görev almış bulunan
İngiliz Amirali Lipaus’un, Türkiye’yi vaktinden önce uyaracağı endişesiyle bu
bombardımana karşı çıkmasına rağmen, Churchill’in emriyle yapılan
bu harekât, Türkiye için alınmakta olan önlemlerin
artırılması bakımından gerçekten uyarıcı olmuştur.”(3)
Seddülbahir kalesindeki bir cephaneliğe düşen top mermisi sebebiyle 360 ağır top mermisi ve 11 ton barut infilak etti.
“Bu patlamayla Seddülbahir Kalesi Komutanı Yüzbaşı Şevki
Efendi’nin de aralarında bulunduğu 5 subay (Kale Komutan Muhafızı
Üsteğmen Cevdet Efendi, Takım komutanı Üsteğmen Hasan Pala Efendi,
Takım Komutanı Teğmen Eşref Efendi, Takım Komutanı Teğmen Ali
Rıza Efendi) ve 81 er şehit oldu. Bu şehitlere, “İlk şehitler” denmektedir.”(4)
Osmanlı Devleti derhal İtilaf Devletlerine savaş ilan etti. (11 Kasım 1914)
Osmanlı Padişahı Mehmet Reşat’ın Türk askerinin moralini yükseltmek amacını taşıyan beyannamesi şöyleydi.
“…Orduma ve Donanmama!
Büyük devletler arasında savaş ilan edilmesi üzerine, her zaman
ansızın ve haksız sataşmalara uğrayan devletimiz ve ülkemizin hukukunu,
varlığını fırsatçı düşmanlara karşı gerektiğinde savunabilmemiz için
sizleri silah altına çağırmıştım.Böylece silahlı bir yansızlık içinde yaşarken, Karadeniz Boğazı’na torpil koymak üzere yola çıkan Rus donanması, eğitimle uğraşan donanmamızın bir bölümü üzerine ansızın ateş açtı. Uluslar arası hukuka aykırı olarak bu haksız sataşmanın Rusya tarafından düzeltilmesini beklerken, gerek adı geçen devlet ve gerekse de müttefikleri İngiltere ve Fransa devletleri büyükelçilerini geri çağırarak devletimizle siyasal ilişkilerini kestiler. Daha sonra Rus askerleri doğu sınırımıza saldırdı. Fransa ve İngiltere donanmaları birlikte Çanakkale ve Akabe’yi topa tuttu. Böyle birbirini izleyen haince düşmanlık belirtileri üzerine öteden beri arzu ettiğimiz barışı terk ederek Almanya ve Avusturya-Macaristan devletleriyle birlik olarak meşru hakkımızı savunmak için silaha sarılmak zorunda kaldık.
…
Asker evlatlarım!
Bugün size düşen görev şimdiye kadar dünyada hiçbir orduya
nasip olmamıştır. Bu görevi yerine getirirken bir zamanlar dünyayı titretmiş olan Osmanlı ordularının hayırlı evlatları olduğunuzu gösteriniz ki, din ve devlet düşmanları bir daha kutsal topraklarımıza ayak basmaya, Kabe’yi ve nurla aydınlanmış mezarın bulunduğu mübarek Hicaz topraklarını rahatsız etmeye cesaret edemesin. Dinini, vatanını ve askerlik namusunu silahıyla savunmayı ve padişahı uğrunda ölümü hiçe saymayı bilir, bir Osmanlı Ordu ve Donanması olduğunu düşmana etkili bir biçimde gösteriniz. Hak ve adalet bizde, zulüm ve haksızlık düşmanlarımızda olduğundan düşmanlarımızı kahretmek için Allah’ın kesin adaleti ve Yüce Peygamberimizin manevi yardımı bize destek olacaktır. Bu savaştan geçmişin zararlarını gidermiş şanlı ve sağlam bir devlet olarak çıkacağımıza eminim.
Bugünkü savaşta birlikte hareket ettiğimiz dünyanın en cesur ve
görkemli iki ordusuyla silah arkadaşlığı ettiğinizi unutmayınız.
Şehitlerimiz önceki şehitlere zafer müjdeleri götürsün. Sağ kalanlarınızın
kavgası kutlu ve kılıcı keskin olsun!”(5)
Sultan Mehmet Reşat, Osmanlı Devleti savaşa katıldıktan sonra çok önemli olduğunu düşündüğünü bir kozunu, halifeliği masaya sürmeye karar verdi ve 14 Kasım 1914’te cihat ilan etti.
Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi’nin fetvasına dayanılarak ilan edilen cihad-ı ekber ile Rusya, Fransa, İngiltere devletleriyle müttefiklerinin esareti altında yaşayan bütün dünya Müslümanları ayaklanmaya ve Osmanlı Devleti ile müttefiklerine karşı silah kullanmamaya çağrıldı.
Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Bey de, padişahın cihat çağrısıyla birlikte bir bildiri yayınladı:
“Arkadaşlar!
Sevgili Başkumandanımız, Halife-i Zişan Efendimiz Hazretlerinin
İrade-i Seniyyelerini tebliğ ediyorum.
Allah’ın inayeti, Peygamberimizin imdad-ı ruhaniyesi ve
Padişahımızın hayır duasıyla Ordumuz düşmanlarını kahredecektir.
Bugüne kadar karada ve denizde, zabit ve asker kardeşlerimin gösterdikleri kahramanlıklar düşmanlarımızın perişan olacaklarına en büyük delildir.Ancak her zabit, her asker unutmamalıdır ki harp meydanı fedakârlık meydanıdır. Orada hangi asker daha ileri atılır, hangi asker düşmanın şarapnel ve kurşunlarından yılmayarak ayak direr ve sonuna kadar sebat ederse o asker mutlaka kazanır. Tarih şahittir ki, Osmanlı askerinden fedakâr başka hiçbir asker yoktur. Hepimiz düşünmeliyiz ki, başımızın ucunda Peygamberimizin (ve ecdadımızın) ruhları uçuyor. Şanlı babalarımız, şimdi bizim ne yapacağımıza bakıyor. Eğer onların hakiki evladı olduğumuzu göstermek, bizden sonra geleceklerin lanetlerinden kurtulmak istersek çalışalım.
Zincirler altında inleyen üç yüz milyon İslam ve eski
vatandaşlarımız hep bizim muzafferiyetimize dua ediyor.
Ölümden kimse kurtulamayacaktır. Ne mutlu ileri gidenlere, ne mutlu din
ve vatan yolunda şehit olanlara! İleri!
Daima ileri ki zafer, şan, şehadet, cennet hep ileride ve zillet geridedir.
Mübarek ve mukaddes şehitlerimizin ruhuna Fatiha!”(6)
Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi başkanlığında toplanan Meclis-i Ali-i İlmi tarafından hazırlanan ve altında 29 din âliminin imzası bulunan Cihad-ı Mukaddes Beyannamesi de 23 Kasım’da yayınlandı ve buna ilişkin olarak, beyannamenin bütün İslam ülkelerinde ilan edilmesi için Padişah’ın iradesi çıktı.
Hindistan İngiltere’ye destek vermekteydi. Türkiye’nin Almanlarla birlikte ve İngiltere’ye karşı savaşa girmesi, Hindistan Müslümanlarını zor durumda bıraktı. Almanya ve Osmanlı Devleti, Hint Müslümanlarını İngiltere’ye karşı harekete geçirmeyi ve İngilizleri zora sokmayı planlıyordu ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Umut bağlanan Hint Müslümanları, dini inançlarına saygı gösterileceği vaadinde bulunan İngiltere’den yana tavır almaya karar verdi.
“Hint Müslüman gazeteciler, Ağa Han gibi Müslüman (Şii) liderler
ve diğerleri İngiltere’yi desteklemiş ve Osmanlı’nın savaşının
din savaşı olmadığını söyleyerek Hint Müslümanlarının
savaşa devam etmelerini istemişlerdi.
Sonuçta Çanakkale cephesinde Hint birlikleri Türklere karşı
ve İngiliz saflarında savaşacaklardı!”(7)
Sultan Mehmet Reşat’ın cihat çağrısı genel olarak bir işe yaramamıştı. Cihad-ı ekber, Hintli ve Kuzey Afrikalı Müslümanların, İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin emrinde Çanakkale’de, Irak’ta, Sina’da, Filistin’de, Suriye’de Türklere karşı savaşmalarını da genel olarak engelleyemeyecektir.
Halife’nin cihat çağrısının Hindistan’da reddedilmesinde ve Hintlilerin İngiltere’nin safında Çanakkale’ye kadar gelip Halife’nin ordularına karşı savaşmasında Ağa Han’ın etkisi büyüktü. Tam da yeri gelmişken söylemekte yarar var. Bu bölümde adı geçen Hintli İngiliz Ağa Han, Türkiye’nin gündemine 1920’lerde (ve şaşırtıcı gerekçelerle) bir kez daha gelecektir.
Asıl adı Sultan Sır Muhammed Han olan III. Ağa Han, Şiiliğin İsmailiye mezhebindendir. İngilizler tarafından hizmetlerine karşılık olarak çocuklarına da geçmek üzere dedesine verilen asalet unvanını kullanmış, yine İngilizler tarafından İsmaili Müslümanların İmamı olarak, Birinci Dünya Savaşı’ndaki sadık hizmetleri dolayısıyla mükâfat olarak (protokolde) birinci sıra şef ve 11 pare top atışıyla selamlanma hakkı bahşedilmiştir. Sultan Sir Muhammed Han (III. Ağa Han) cok sonradan yayınlanan anılarında 1900’lü yılların başından itibaren İngiliz Gizli Servisi adına çalıştığını anlatmıştır. Siyonist davasını destekleyen pek az Müslüman’dan biridir. Birinci Dünya Savaşı’nın başında Osmanlı Padişahı’nın yani Müslümanların halifesinin İngiltere ve Fransa’ya karşı cihat ilan etmesine şiddetle karşı çıkar. Irak’ta İngilizlerle savaşan Türk ordusunun askeri planlarını çalmaya çalışır, elde ettiği bilgileri General Allenby’ye ulaştırır.
İşte bu kişi, Şii olmasına rağmen ve ilgisi de bulunmadığı halde Hintli Sünni Müslümanlar adına TBMM’ye mektup yazarak, hilafetin kaldırılmamasını, tam aksine güçlendirilmesini isteyecekti.
Emir Ali ile birlikte Ağa Han’ın yazdığı ve henüz TBMM’nin eline geçmeden halifelik taraftarı gazetelerde yayınlanan bu mektup, bu iki İngiliz memurunun Majesteleri Kraliçe adına oynamaya çalıştığı oyunun bir parçasıydı. İngilizler Anadolu’nun işgali sürecinde olduğu gibi, savaştan sonraki dönemde de kendi kontrolleri altında bulunacak bir Halifeyi tercih ediyorlardı, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ve TBMM Hükümetini değil…
Oysa Hindistan’daki, Kurtuluş Savaşı sırasında da kalbi Türklerle birlikte atan Sünni Müslümanların temsilcisi, Hint Hilafet Konferansı Başkanı Mevlana Şevket Ali’dir. İngiliz memuru Ağa Han’ın bu mektubundan haberdar olur olmaz, Mevlana Şevket Ali de 27 Aralık 1923’te bir mektup yazar, Hint Müslümanların Türkiye’de yeni kurulan cumhuriyet rejimini desteklediğini bildirir.(8)
İngiliz İstihbarat Memuru Ağa Han’ın bu mektubu başka bir gerçeği daha ortaya koyuyor, ki vurgulamadan geçmek olmaz… Kendine tarihçi süsü vermiş kimi yazarlar, halifeliği kaldırdığı için düşman kesildikleri Mustafa Kemal Atatürk’e olan hınçlarını bir türlü alamıyor, “Mustafa Kemal’in İngilizlerle gizli anlaşma yaptığını, İngilizlerin de halifeliğin kaldırılması karşılığı olmak üzere İstanbul’u boşaltıp TBMM ordularına teslim ederek çekildiği” iddiasında bulunuyorlar. Tabii bu iftira ve iddiaların devamında da “halifeliğin kaldırılmasını takiben laiklik ilkesinin Anayasa’ya konmasının işte İngilizlerle yapılan bu anlaşmaya dayandığını” öne sürüyorlar.
Ağa Han’ın mektubu işte bu nedenle önemli… İngilizler’in, “halifeliğin devamı” yönünde mi, “kaldırılması” yönünde mi tavır aldıkları çok net ortaya dökülüyor.
Sadece Mustafa Kemal Atatürk’e düşmanlık olsun diye o yalanları yazanlarda ise tık yok… Aynı yalanları söylemeye devam ediyorlar…
KAYNAKLAR
–Albay Thomazi, “Çanakkale Deniz Savaşı”, ATASE Yayınları, Genelkurmay Basımevi, 1997
–Alptekin Müderrisoğlu, “Sarıkamış Dramı”, Cilt-1, Kastaş Yayınları
–Ali Çimen-Göknur Göğebakan, “Tarihi Değiştiren Savaşlar”, Timaş Yayınevi, 7. Baskı, Nisan 2010
–Tayfun Çavuşoğlu, “Çanakkale 1915 – Yalanlar, İftiralar, Polemikler”, Kastaş Yayınevi, 1. Baskı İstanbul 2014
–Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, Bilgi, 4. Basım, Ekim 2005; “Diriliş – Çanakkale 1915”, Bilgi, 2. Basım, Mart 2008; “1881-1938
DİPNOTLAR
1) Bu makalenin genel derlemesinde kullanılan kaynak, Tayfun Çavuşoğlu, “Çanakkale 1915 – Yalanlar, İftiralar, Polemikler”, Kastaş Yayınevi, 1. Baskı İstanbul 2014
2) Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı’na 29 Ekim 1914’te bu saldırıyla adım attı. 1. Dünya Savaşını Osmanlı açısından sona erdiren Mondros mütarekesi ise tam 4 yıl 1 gün sonra… 30 Ekim 1918’de imzalandı.
3) Albay Thomazi, “Çanakkale Deniz Savaşı”, s.100
4) Albay Thomazi, “Çanakkale Deniz Savaşı”, s.101
5) Alptekin Müderrisoğlu, “Sarıkamış Dramı”, s.12 (İsmail Bilgin, “Çanakkale Savaşı Günlüğü”, s.75)
6) Murat Çulcu, “İkdam Gazetesinde Çanakkale Cephesi-1”, s.84
7) Ali Çimen-Göknur Göğebakan, “Tarihi Değiştiren Savaşlar”, s.286
8) Ağa Han ile ilgili son bölümün özetlenmesinde yararlanılan kaynak: Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.602