Quantcast
Nazım Hikmet, Bursa ve Sinema – Belgesel Tarih

Ekrem Hayri PEKER
Ekrem Hayri  PEKER
Nazım Hikmet, Bursa ve Sinema
  • 06 Mart 2022 Pazar
  • +
  • -
  • Ekrem Hayri PEKER /

Loading

Cumhuriyet Dönemi’nde Sinema

13 yıl süren savaşlar sonrasında Osmanlı’dan kalan toprakların bakiyesi üzerinde yeni bir devlet kuruldu; Türkiye. Bu yeni devlet yönetim biçimi olarak cumhuriyeti seçti. Genç cumhuriyeti kuranlar, İstiklal Harbi öncesindeki harplerin neden kaybedildiğini iyi biliyorlardı!

  • Sanayideki zayıflık,
  • Anadolu’da yol olmayışı,
  • Yeterince doktor ve sıhhiye bulunmayışı,
  • Anadolu’da salgın olan frengi, sıtma, verem, trahom ve şark çıbanı gibi hastalıklar,
  • Eğitimsiz toplum…

Cumhuriyet yöneticileri önce ülkenin ekonomik bağımsızlığını kazandılar. Hızla yabancı şirketleri devleştirdiler. Demiryolu yaptılar. Bataklıklar kurutuldu. Yetiştirilen sağlıkçılar Anadolu’ya yayıldılar. 1929 yılında dünyada başlayan ekonomik krizden sonra devlet sanayi ve ticarete ağırlık koydu ve birbiri ardına fabrikalar açıldı. Bankalar ve kooperatifler kuruldu.

Bu atılımların daha fazlası eğitim ve kültür alanında atıldı. Harf devriminden sonra açılan millet mektepleri, halk odaları, Türk Ocağı ve daha sonra kurulan halkevleri kültürel faaliyetlerin odağı oldular.

Genç cumhuriyet sinema eğitimi için Sovyetler Birliği’ne Muhsin Ertuğrul ve Münire Mint’i gönderdi. Bunların dışında Faruk Kenç, Baha Gelenbevi, Şadan Kamil, Turgut Demirağ ve Çetin Karamanbay sinema eğitimi almak için yurt dışına gittiler. Yeni cumhuriyette daha gelişmiş olan yurdun batısında ve ağırlıklı olarak İstanbul’da toplanmıştı. 1933’te İstanbul’daki sinema sayısı 35’e yükseldi. İkinci Dünya Savaşı yılları doğal olarak salon sayısının artmasına ket vurdu.

Sinema üzerine araştırmalar yapan Nilgün Abisel, Renkli Uyanış dergisine dayanarak 1929 yılında Türkiye’de çoğu küçük olmak üzere toplam 200 sinema salonu olduğunu belirtir. (Abisel: 9)

1 Ocak 1936 tarihli Yeni Adam dergisi ülkemizde 685 sinema salonu olduğunu yazar. Büyük ihtimalle okullar, fabrikalar ve resmî kurumlardaki salonlar da bu sayının içinde olmalı.

Bu salonlarda üç bini sesli, toplam 5300 gösterim yapılmış. Bu sayıya seyyar sinemacıların yaptığı gösteriler dâhil. (Abisel:11)

Nezih Çoş, “Türkiye’de Sinemaların Dağılışı” çalışmasında farklı rakamlar verir. Türkiye’de 1923 yılında 30 kadar sinema salonu vardı (s: 76). 1927 yılında Türkiye’de bulunan sinema yazarı René Maechand “Le Cinéma en Türqie” (Türkiye’de Sinema) adlı yazısında ülkemizde 100 kadar sinema salonu olduğunu yazmıştır (Akademik Sinema, sayı: 2, Ağustos 1969).

1938 yılında sadece İstanbul’da satılan biletin on milyona ulaştığını düşünürsek, sinemanın kendine iyi bir seyirci sağladığını söyleyebiliriz.

Bu gelişmeler yerli film çekimine yansımaz. 1929’da yerli olarak Ankara Postası filmi çekilir. Günümüzde de konuşulan ve birçok ilkin uygulandığı “Aysel Bataklı Damın Kızı” 1935 yılında çekilir.

Film, olumlu olumsuz çok sayıda eleştiri alır. Dönemin yazarlarından İsmail Hakkı Baltaoğlu, “Aysel filminde ilkokul çocukları için faydalı olabilecek çiftçilik ve ekin manzaraları ile 20-30 kere gösterilen inek ve manda sürüleri tahammülü aşan şeylerdir.”

O dönemde yerli sinemanın gelişmesi için çeşitli öneriler dile getirilir. Sedat Simavi’nin çıkardığı 7 Gün dergisi sinema senaryosu olması için “Sinemasevenlere mevzu müsabakası” düzenler.

1928-1938 yılları arasında ülkemizde çekilen 13 filmin tamamı İpek Film yapımıdır.

Doğal olarak gösterilen filmlerin çoğu ABD ve Alman yapımıdır. Daha sonra ülkemize Mısır’dan filmler gelir ve büyük ilgi görür. 1938-1948 yılları arasında Türkiye’de 130 film gösterime girmiştir. Bu on yıllık sürede çekilen Türk filmi sayısı 53’tür (Lüleci: 234). Lüleci, 1929 yılındaki sinema salonu sayısını 128 olarak verir (Lüleci: 129).

Bu dönemde film makineleri ve diğer teknik malzemenin büyük bir kısmı Alman yapımıydı. Daha sonra Sovyetler Birliği’nden gelmiştir.

*

Sinema sadece eğlence değil, aynı zamanda bir eğitim aracıdır. Yeni cumhuriyet bu amaçla Sovyetler Birliği’nden başta tarım ve hayvancılık olmak üzere çok sayıda eğitsel filmler alır. 1932-1940 yılları arasında sinemalar, halkevleri, halk odalarında ve okullarda 8 bin film gösterilir.

Sinemanın önemi devlet yöneticileri tarafından çabuk fark edildi. Balıkesir’de Avukat Müstecaplıoğlu Esat Adil tarafından çıkarılan Savaş gazetesinde (1904-1958) yer alan iki haber buna örnek olarak gösterilebilir.

Savaş Gazetesi 2 Temmuz 1934 Balıkesir

Başvekil İsmet Paşa, sinemacıları dinledi.

Başvekil İsmet Paşa, Sinemacılar heyetini kabul etti. Sinemacıların şikayetlerini dinledi. Dâhiliye Vekâleti’ne müracaatlarını tavsiye etti.

Müstecaplıoğlu Esat Adil

Savaş Gazetesi 20 Ocak 1936

Sinemaların, esas filmle beraber bir de “öğretici film” göstermek zorunda olduğuna ilişkin yasa çıktı. Kanuna göre devlet, halkın teknik bilgilerini yükseltecek filmler getirecek; bunlar sinemalara verilecek, ayrıca gezer makinelerle kasaba ve köylere götürülecektir.

1950 yılında halkevlerinin sayısı 478, halkodalarının sayısı 4322’ye ulaşmıştı (Lüleci: 234).

Edebiyatın her alanında başarılı eserler veren; şair-yazar ve ressam Nazım Hikmet’ten Cumhuriyet’in ilanından sonra hızla büyüyen Türk sinemasının faydalanmaması düşünülemezdi. Sinema sektöründe seslendirme sanatçılarına ücretlerinin hemen ödemesinin Nazım’ın sayesinde olduğu ve bu uygulamanın günümüzde de sürdüğü anlatılır.

Nazım Hikmet İpek Film adına üç kısa film çevirmiştir. Bunlardan birisi Bursa üzerinedir.

Sinema sektörüne büyük yatırım yapan ve İpek Film Şirketi’ni kuran İpekçi ailesi Nazım Hikmet’e senaryolar yazdırmıştır. Nazım Hikmet bu senaryoların çoğunda takma at kullanmıştır. Bursa Hapishanesinden Vanu’ya yazdığı mektupta bunu şöyle ifade eder:

“Senaryoyu ve Karakoyun’un senaryosunu aklımda kaldığına göre dört yüz, ya beş yüz liraya filan almışlardı. Yahut yüz lira daha fazla daha eksin, hasılı böyle bir şey. Benden bu senaryoyu bir sene mi, iki sene ne mi önce İpekçiler aldılar. Ben olsam bu çeşit senaryolara on para vermem ya, yine onlar iyi para verdiler doğrusu. Bizde filimcilik ilerlemiyorsa sosyal sebepler bir yana, sebep ne teknik noksanından ne aktör noksanında, ne rejisör, ne sermaye noksanındadır. Bütün mesele filim çevirmek isteyen sermayedarın kafasında ve çeviren insanın zihniyetinde Amerikan, İngiliz, Fransız filmlerinin örnek tutulmasındadır. Halbuki biz, eldeki teknikle, personelle, parayla hakikaten güzel filmler çevirebilirdik. Yeterki “Türk Janrı” filmin mevcut imkânlarla nasıl olması gerektiği işi üzerinde düşünsün. Biz tabiat manzarası bol, enteriyörü az, realist sanat tarafına önem verilen aktörü az, bizzat mahallinde seçilmiş insanları çok ve cidden edebi değeri olan senaryoları işleyen filmler çevirseydik ve seyirciye böyle çıksaydık, hem filim iş yapardı, çünkü verdiğimiz eseri Amerikan filimleriyle kıyaslamazdı, çünkü tanrı büsbütün başka türlü olurdu ve hem de memlekette filim çevirmek işi ilerlerdi. Her ne hal ise. Hep aynı aldanışa düşüyoruz. Dışarını muazzam tekniğe, bebek kadına, muhteşem palavraya, dekora, baygın gözlü jön prömyeye dayanan ve sahte haşmetiyle göz kamaştıran filmlerini taklide kalkıyoruz, fakat bizde o imkânlar olmadığı için kepazelik oluyor. Halk bunu bir tutuyor, iki tutuyor, sonra artık yutmaz oluyor. Amerikan filmini halka yutturan imkân bizde olmadığına göre, yutturmaktan vaz geçip, samimiyetle, ustalıkla iş yapsak eninde sonunda Amerikan filminin kepazeliğinden bile bir miktar soğutabildik ve bizimileri şimdiye kadar görmediği eserler gibi seyre gelirdi. Bu bahis uzundur. Burda keselim. Amerikadan yeni rejisör gelmiş, Muhsin (Ertuğrul) yeni stüdyoya geçmiş, bunlar hep iyi. Ama asıl dâvâ bu değil. Asıl dâvâ meselâ bana senaryo yazdırırlarken benden ne operet ne melodram ne kepaze sergüzeşt mevzu değil, benden ciddi, realist, ağırbaşlı, ve tek kelimeyle gerekirse altına imzamı koyabileceğim senaryo istemeleridir. Halbuki şimdiye kadar bana yazdırdıkları senaryoların hiçbirinin altına bir milyon lira verseler imzamı koymam ve hatta bunları yazdığımı bile inkara hazırım. (S:28)

Diğer mektubunda ise şunları yazar: “Yeni yerli filmleri bilmiyorum, fakat anlaşılan, dediğiniz gibi Arap filimlerini taklide kadar düştülerse hayyalelfel…” (S:33)

Nazım Hikmet bu mektupları 1945 yıl kışı veya 1946 yılında yazılmış olmalı.

Mısır’da ülkemizden daha gelişmiş bir film sektörü vardı. Mısır’da çevrilen filmler dublajsız olarak Arapça bilenlerin çok olduğu Güney Doğu Anadolu’da ve Çukurova’da oynardı. Daha sonra bu güvenlik sorunu olarak değerlendirildi ve dublajsız Arap filmlerinin gösterilmesi yasaklandı. 1950’lerde ise dublajlı Mısır filmlerinin ülkemizde gösterilmesi yasaklandı.

Nazım’ın Bursa’da sinema öyküsü

Nazım’ın kalemi sinema alanına büyük yatırım yapmış olan İpekçi ailesinin de dikkatini çekmiştir. Nazım Hikmet senaryo yazmış, seslendirme yapmış ve aynı zamanda İpek Film hesabına üç kısa film çekmiştir: Düğün Gecesi / Kanlı Nigar (1933), İstanbul Senfonisi (1934), Bursa Senfonisi (1934). Maalesef bu filmler kayıptır.

Düğün Gecesi/ Kanlı Nigar (1933) İstanbul Senfonisi (1934), Bursa Senfonisi (1934). Maalesef bu filmler kayıptır.

Nazım Hikmet 1937 yılında tek uzun metrajlı filmini çeker, “Güneşe Doğru”. Filmin başrollerinde Arif Dino, Mediha ve Reşit Baran oynamıştır

İpek Film hesabına yazdığı senaryolar: Aysel Bataklı Damın kızı, Söz bir Allah Bir, Düğün Gecesi/Kanlı Nigar, Tosun Paşa, Leblebici Horhor Ağa, Kahveci Güzeli, Balıkçı Güzeli, İstiklal Madalyası ve Kızılırmak Karakoyun.

Dış sahneleri Bursa ve Samsun’daki Yörükler arasında çekilen Kızılırmak Karakoyun iki defa filme alınır. 1947’de Muhsin Ertuğrul ve 1967’de Yılmaz Güney. Nazım Hikmet, takma ad olarak Ercüment Er ve Mümtaz Osman isimlerini kullanmıştır

Nazım Hikmet senaryolarında Ercüment Er ve Mümtaz Osman takma adlarını kullanmıştır.

Nazım Hikmet’in tutuklanıp Bursa’ya gönderilmesi üzerine “Aysel Bataklı Damın kızı” filmi Bursa’nın Çalı nahiyesinde çekilmiştir. Bu film, çekimine özel bir çaba gösterilmiştir. Film, basında büyük bir ilgi görmüştür.

Günümüzde de ses getirmeye devam eden Bataklı Damın Kızı Aysel’e birkaç sayfa ayırdım. Film çekilirken Nazım Hikmet Bursa hapishanesinde kısa süren mahpusluğundaydı. Nazım Hikmet’in tutuklanıp Bursa’ya gönderilmesi üzerine “Aysel Bataklı Damın kızı” filmi Bursa’nın Çalı nahiyesinde çekilmiştir. Bu film, çekimine özel bir çaba gösterilmiştir. Film, basında büyük bir ilgi görmüştür.

Aysel Bataklı Dam’ın Kızı

Bursa’nın Çalı nahiyesinde çekilen ve birçok ilki barındıran bu film ulusal basında geniş yer almıştır. Akşam gazetesi, sinema sayfasında filme geniş bir yer vermiştir. (Gazete haberlerini ek olarak vermeyi uygun buldum.  Bu gazeteleri ileten Mehmet Şakir Ünlü’ye teşekkür ederim.) 1934 yılında İngiltere’de montajı yapılan Aysel, Bataklıdam’ın Kızı filmi, 1935 yılının ocak ayında ülkemizde gösterime girmiştir.

Gazetedeki ilk haber 31 Kanunievvel (Ocak) 1934 tarihini taşıyor. Filmin yakında gösterime gireceğini, yurt dışından filme talep olduğunu gazeteden okuyoruz.

Filmin ilanı

14 Temmuz 1934 tarihli Akşam gazetesinde “Toros tepelerine çıkılacak” haber başlığının altında “Bataklı Damın Kızı”nın çok güzel olmasına çalışılıyor” yazıyor. 16 Temmuz tarihli gazete de filmin hikayesinin ikinci bölümü yer alıyordu.

 Akşam gazetesinde filmle ilgili haberler, gazetenin ağustos ayında da sinema sayfasında yer alır.

Filmin çekimleri 1934 yılında bütün yaz boyu sürdüğünden ekibin İstanbul ve Bursa’dan gelen çok sayıda insan film setini ziyaret etmiştir.

4 Ağustos tarihli gazetede yer alan haberin başlığı “Uludağ’da mühim sahneler çevrildi”. Haberin alt başlığı ise “Bataklı Dam’ın Kızı filminin harici sahneleri bitti, şimdi stüdyoda çalışılacak”. Haberlerde filmden farklı sahnelerin resimleri kullanılmış. 25 Ağustos tarihli Akşam gazetesinin sinema sayfasında ilginç bir haber yer alır. Film çekimi devam ederken bir bakan ziyaretlerine gelir. İktisat Bakanı Celal Bey (Bayar) Çalı köyüne gelip film ekibini ziyaret eder ve bilgi alır.  Bakan film ekibiyle resim çektirir.

Tayyare Sineması’nda oynayan filmi seyreden gazeteci Musa Ateş pek beğenmez. İki noktayı eleştirir. Bunlardan birincisi “Amerikan filmlerine özenilmiş” dediği araba üzerindeki kavgalar ve oyuncuların filmde günlük hayatta olduğu gibi değil, “Tiyatroda” olduğu gibi konuşmaları.

Filmin çekim öyküsü:

Çalı’da çekilen bu filmin öyküsünü Turan Çalay’ın kaleminden okuyalım:

“1934 yılında Türkiye’de ve Bursa’da çekilen ilk sinema filmi olan ve Türkiye’nin ilk köy filmi, ‘AYSEL, Bataklı Damın Kızı’ filmi Çalıköy’de çekildi. Çalı köy halkının yediden yetmişe hepsinin “sinema” ile tanışmaları tam olarak 1934 yılıdır denebilir. Bir sinema filminin de nasıl çekildiğini yakından kendi gözleriyle görmüşlerdir.

Filmin yönetmeni, Muhsin Ertuğrul’du. Cezmi Ar’ın görüntü yönetmenliğini, Nazım Hikmet’in senaristliği yaptığı bu filmde; Hazım Körmükçü, Müfit Kiper, Sami Ayanoğlu, Hadi Ün, Talat Artemel, Cahide Sonku, Sait Köknar, Feriha Tevfik, Cezmi Ar’ın görüntü yönetmenliğini yaptığı ve Behzat Butak, Mahmud Moralı, Nafia Arcan rol aldıkları dram türündeki bu filmde; çocuğundan, gencine, yaşlısına, hatta keçileri, koyunlarıyla, inekleri, öküzleriyle, tozlu yollarıyla, değirmeniyle, çeşmeleriyle, mısır tarlalarıyla, ekin harmanıyla, evleriyle, camisiyle, minaresiyle, dağlarıyla, bataklığı ve mandalarıyla bütün Çalı halkı bu filmde rol aldı.

Filmin ses mühendisi çok önemli bir görev üstleniyordu. Yeşilçam’ın 1960’lı yılara kadar başaramadığını bu filmi çekenler başarıyordu. Bu filmde, dublaj yoktu. Bütün oyuncuların kendi orijinal sesleri vardı. Aynı tiyatro gibi… Sanatçılar rollerinde senaryonun gereği bütün konuşmaları dudaklarını kıpırdatarak değil, gerçek sesleriyle konuşuyorlardı. İşte, bütün bunları Alman ses mühendisi W. Hormenn’e borçluyuz.

Köylüler filmden sonra, çocuklarına Cahide, Feriha ve Talat gibi filmdeki sanatçıların isimleri koymaya başlamışlardır. Çocuğundan gencine, yaşlısına bütün hayvanlarıyla birlikte, tozlu yollarıyla, değirmeniyle, çeşmeleriyle, mısır tarlalarıyla, ekin harmanıyla, sokak ve evleriyle, camisi ve minaresiyle, dağları ve bataklığıyla Çalı köy her şeyiyle bu filmde rol almıştır.

Filmde rol alan köy çocukları

Bugüne kadar gözlerden kaçan ve 1933 yılında Nazım Hikmet’e Bursa Cezaevinde bulunurken, kendisine bir hikâye getirildiği ve bundan İpek Film tarafından bir sinema filmi için senaryo oluşturması istendiği yazılıp söylenmektedir. Buna Lübnanlı henüz 19 yaşlarındaki “Bercavi” adlı gencin de yardımcı olduğu bilinmektedir. Bu hikâye, İsveçli olan dünyaca tanınmış “Selma Lagerlöf” tarafından “Bataklık Kızı” adıyla yayınlanmıştır.

Hasan Cemil (Çambel) bu öyküyü dilimize “Bataklı Damın Kızı” adıyla uyarlamıştır. 1926 yılında Türk Ocakları’nın yayınladığı “Türk Yurdu” dergisinin 4. cildinin 22, 23, 24 ve 25. sayılarında bölüm bölüm yayınlanmıştır. Öyküde geçen bütün kişi adları ve yer adları filimde de kullanılmıştır.

Hasan Cemil, Dünyaca ünlü arkeolog “Halet Çambel”in babasıdır. Askerdir. Almanca’ya vakıftır. Bu hikâyeyi Alman Genel Kurmay Karargahında çalışmıştır. Ülkesine 1917 yılında döndüğünde, Irak Cephesinde savaşmış ve mütareke olduğunda 1918 yılında emekliye ayrılmıştır. Daha sonra, “Yusuf Akçura”nın ölümü üzerine “Türk Tarih Kurumu”nun başkanlığına getirilmiştir.

Türk Yurdu dergisinde 1926 Yılında yayınlanan hikâye, İç Anadolu’da bir sulh hukuk mahkemesinin salonunda başlamaktadır. Filimde ise “Çamlıbel Köyünün” camisinin minaresinden köyün evleri, dağları ve ovası gösterildikten sonra, belli başlı sokakları tanıtılmış ve yalakları taşlardan oyulmuş “lahit parçalarından yapılmış tarihi çeşmeler gösterilmiştir.

Köyün cami minaresinden görünümü

Bu filmin çok kısa iki sahnesi başka mekanlarda çekilmiştir. Bu durum pek bilinmez. Tavuk kümeslerinin bulunduğu sahne “Dikencik Çiftliği”nde çekilmiştir.  (Yakın zamanda kaybettiğimiz ses sanatçısı Burhan Dikencik, “O zaman 11-12 yaşındaydım. Bazı sanatçılar bizim çiftlikte kaldılar, bazı sahnelerde bizim çiftlikte çekildi” demişti-Ekrem Hayri Peker).

Filmde her sokakta karşımıza siyah bir köpek çıkmaktadır

Bu köpek, filmciler nereye gitse onlarla beraber gider, adeta onların maskotu olmuştur. Onun için Bursa’dan francala ekmek bile getirirlermiş. Bütün bir ekmeğin içine bir kalıp peynir koyarlar, yemesi için köpeğin önüne atarlarmış. Zaten filmcilerin peşinden hiç ayrılmayan köy çocukları, bunu görünce, “Hiç o mis gibi ekmek ve bir kalıp peynir köpeğe atılır mı? Bize verseler de yesek” diye hayıflanırlarmış.

Yönetmen Muhsin Ertuğrul çekilecek sahneyi birkaç kez prova ettirir, sonra çekime geçermiş. Eğer, çekim istediği gibi olmaz da o sahneyi yeniden çekmek gerekirse, çok sinirlenir.  “Sizin hiç filmin kaç para olduğundan haberiniz var mı?”. Yine yandı beş lira diye bağırırmış”.

Film için özel türküler bestelenmiş ve bunların güftelerinden bazılarını Nazım Hikmet’in yazdığını düşünmekteyim. Bursa içinde altın kayalar. Ankara’da vuruldum. Taa…Köyüme dek duyuldum. Oy…Oy… gibi türküler, sanki bu film için bestelenmiş gibidir. Bu türküleri, çok güzel oldukları halde, hiç kimse, taş plaklara okumaya cesaret edememiştir. Hala bu güzel türküleri yorumlayacak kimse çıkmadı. Bursa içinde altın kayalar türküsü sanki o yıların köylüsünü anlatmaktadır.

Bu ziyaretçilerden birisi de meşhur opera sanatçısı Semiha Berksoy’dur. Zeliha Berksoy’un annesidir. Film setine gelen ziyaretçiler, birbirleriyle tanışmak için ellerini uzatıp ‘müşerref oldum’ deyip tokalaşıp tanışırlarmış. Aysel/Cahide Sonku çekimlerinin olmadığı zamanlarda, filimde giymiş olduğu kostümüyle köyün bütün sokaklarını tek başına dolaşır, rastladığı köylü kadınlarla sohbet edermiş. Bir gün, Cahide Sonku’nun sokaklarda tek başına dolaştığı bir sırada kendisiyle karşılaşan ve daha önceki tanışma fasıllarını yakından gören köy gençlerinden birisi, Cahide Sonku’ya elini uzatıp: ‘Sizinle “müşerref’ olmak istiyorum demiş”

Yıllar sonra annesini gören çocuk:

Turan Çalay hazin bir öykü anlatır; “1934 yılında İngiltere’de montajı yapılan Aysel, Bataklıdam’ın Kızı filmi, 1935 yılının ocak ayında ülkemizde gösterime girmiştir. Çalı’da herkes bu filmi merak etmektedir. Çünkü, bu filmde bütün köy halkı rol almıştır. Kimi amcasını (Benim amcam; rahmetli “Ahmet Çalay”da bu filmde rol almıştır), kimi, tarlasını, kimisi de evini, kimi mandasını, kimi ineğini, kimi keçisini, kimi koyununu, kimi sokağını ve çeşmesini, kimi de annesini merak etmektedir.

Filmde görülen Aysel’in bebeğinin de Ergun Köknar olduğu söylenmektedir. Babası Sait Köknar bu filmde rol aldığından annesi de bir müddet köyde yaşamıştır.

Filmde; “Aysel abla, Aysel abla’ diyerek harmanda düvenin üzerinde harman süren Cahide Sonku’ya seslenen Emine, o yıllarda 12-13 yaşlarında bir kız çocuğudur. Yıllar sonra Emine evlenir. Bir oğlu olur. Adını Hüseyin koyarlar. Hüseyin henüz iki yaşında bir bebek iken ince hastalıktan yani veremden annesi Emine ölür. Hüseyin ne annesi Emine’nin simasını ne de sesini hatırlar. 1956 yılında film, Bursa sinemalarına yeniden gösterim için gelince, Hüseyin’i de köydeki otobüslerden birisini kiralayıp sinemaya götürürler. “İşte, annen bu” diye söylerler. İlk kez annesini bu filmde görür.

Hüseyin annesini üçüncü kez 1987 yılında film tekrar TV’de oynayınca görür. Bu kez her evde televizyon olduğu için annesini daha iyi görüp seyretmiştir. Hüseyin annesini dördüncü kez 9 Temmuz 2015 yılında “Çalıköy Filmleri Şenliği”nde seyretti. Çok mutlu oldu, zira bu kez annesinin sesini rahatça duydu.

Hüseyin, annesinin sesinin dublaj olduğunu sanmaktaydı. Gösterimden iki gün önce, 7 Temmuz 2015 günü kendisiyle görüştüğümde, filmde annesinin sesinin kendi sesi olduğunu söylediğimde, çok şaşırdı, ‘Ben hep annemin sesinin dublaj olduğunu sanıyordum’ dedi.”

Unutulmaz replik:

“Bu filmin unutulmaz replikleri vardır. Gülsüm, Aysel’e sorar;
-Aysel, sen? Ali’yi seviyor musun?
Aysel cevap verir;
-Sevsem ne olacak ki?
Gülsüm tekrar sorar;
-Aysel, sen? Ali’yi seviyor musun?
Aysel;
-Neden? soruyorsun? Hem, sevsem ne olacak ki?
Gülsüm;
-Anladım ki, o da seni seviyor. Koş.”

Filmdeki İlkler:

-Ülkemizde 1934 Yılında çekilen tek sinema filmi olan ve ilklerin oluşturduğu, “Aysel, Bataklıdam’ın Kızı” 1934 Yılının yaz mevsiminde köyde çekilmiştir.

-Bursa ve Çalı köyünde çekilen ilk filmdir.

-Bu filme Türkiye’nin ilk sesli filmi de diyebiliriz. Filmde dublaj yapılmamıştır. Oyuncular, filmdeki rollerini yerlerine getirirlerken, diğer yandan bir Alman ses mühendisi oynayanların seslerini kaydetmiştir. Filmde bütün oyuncuların sesleri kendi sesleridir.

1929 yılında Cumhuriyet döneminin İlk Türkiye Güzeli olarak seçilen Feriha Tevfik’in ikinci filmidir.

Feriha Tevfik ve Talat Artemel filmin bir sahnesinde

-Cahide Sonku’nun ilk filmidir. Türk sinemasının en güzel aktristlerinden olan Cahide Sonku, rol arkadaşı Talat Artemel’le bu filmden sonra evlenip sekiz yıl evli kalmışlardır.

Talat Artamel’den boşandıktan sonra aslen Bursalı olup ülkemizin en büyük tütün tüccarlarından olan “İhsan Doruk”la evlenmiştir. Cahide Sonku’nun filmdeki başını örttüğü yemeni yeni bir moda yaratmış ve bu yemeni; “Cahide Yemenisi” diye meşhur olmuştur.

-İlk köy filmidir. Şöyle ki; bu filmin tamamı köy ortamında çekilmiştir.

Bu filmde Ülkemizde ilk kez büyük hayvan sürüleri kullanılmış ve sayı olarak bir ilk olup köyün binlerce hayvanı filmde görülmektedir. Daha önce çekilen köy filmleri ya stüdyoda ya da İstanbul’a yakın bir çiftlikte çekiliyordu. Köyün bütün koyunları, keçileri, inekleri, mandaları, at ve eşekleri bu filmde figüran olarak oynamışlardı.

Gözlüklü Çeşmesi’nde su dolduran Cahide Sonku

-Cezmi Ar’ın görüntü yönetmenliği yaptığı bu filmde, türkü ve müziklerini İstanbul Konservatuar Orkestrası yapmıştır. Film için özel türküler bestelenmiştir.

-Soyadı kanunu çıkmadığı için afişlerde sanatçıların sadece isimleri yer alır.

 

KAYNAKÇA:

  • Abisel, Nilgün, Türk Sineması Üzerine Yazılar, Ankara-2005
  • Akkuş, Mine, Bursa Halkevi ve Uludağ Dergisi, Bursa-2011
  • Hikmet, Nazım, Bursa Cezaevi’nden Vâ-nû’ya Mektuplar, İstanbul-1998
  • Lüleci, Yalçın, Erken Cumhuriyet Döneminde Atatürk ve CHP’nin Sinema Politikaları, Türkiye İletişim Araştırmaları Dergisi, 2018, sayı: 31, s, 222-248
  • Özyılmaz, Özge, Türkiye’de Sesli Filme Geçiş, Alternatif Politika, Sinema Özel Sayısı-20
  • Peker, Ekrem Hayri, Bursa’da Sinema, Ankara-2021
  • Scognamillo, Giovoni, Türk Sinema Tarihi Kabalcı Yayınları, İstanbul-2010
  • Yıldırım, Oktay Murat, Mısır Filmlerinin Türk Sineması ve Türkler Üzerine Etkileri, Uluslararası Türk-Arap Müşterek Değerler ve Kültürel Etkileşim Sempozyumu Bildiriler Kitabı, (s: 286-305), 12-15 Mayıs 2013 Amman

Ekrem Hayri PEKER

Kimya mühendisi, araştırmacı, yazar. Bursa Mustafakemalpaşa’da (1954) doğdu. Anadolu Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümü mezunu. TUBİTAK veri tabanına kayıtlı “Teknoloji tabanlı Başlangıç Firmalarına Özel İş Geliştirme” mentörü, C Grubu iş Güvenliği uzmanı olarak Nano kimyasalların tekstil materyallerine uygulamalar konusunda üniversitelerde konferanslar verdi. Yayınlanmış kitaplarından bazıları: "Kuşçubaşı Hacı Sami Bey", "Özbek Mektupları", "Yeşim Taşı - Ön Türkler ve Türk Tarihinden Kesitler", "Kafkasya'dan Anadolu'ya - Zekeriya Efendi". Belgeseltarih.com kurucu ortağı ve yazarıdır. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
Ekrem Hayri Peker

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Tekrarsız Süslemeler

Tekrarsız Süslemeler

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 3 Aralık 2024
Sistematik Hatalar Bahçesi

Sistematik Hatalar Bahçesi

Ekrem Hayri PEKER, 3 Aralık 2024
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024