mapusanelerde ışığıydı hürriyetimin
ekmeğimin katığıydı sürgünde
her biten akşamdaydı, her başlıyan günde:
ulu kurtuluş düşü memleketimin.
Aziz Nesin’in dediği gibi dünyanın en iyi tanıdığı 3 Türkünden biridir Nazım… Aziz Çalışlar ise “Nazım Hikmet’ten önce Türkiye’de bilimsel maddeci sanat anlayışı ve düşüncesi var olmadığı gibi, bu anlayışta bir sanat yaratıcılığı doğrultusu da var olmamıştır” der. Şairdir, yazardır, bir ressamdır, yönetmendir, senaristtir, velhasıl büyük bir sanat emekçisidir Nazım Hikmet. 1938’de cezaevine girmesiyle yasaklanıp ortadan kaldırılmış olan şiirleri ancak ölümünden 2 yıl sonra 1965’te yeniden ortaya çıkartılabilmiştir. Dün O’nu vatan haini ilan edenler günümüzde sahip çıkarak meydanlarda şiirlerini okumakta, broşürlerde O’nun şiirlerini kullanmaktadır. Fakat bazı ırkçı, tutucu kesimleri bir yana bırakırsak bu duyarlılıkta kişilerin ne kadar samimi oldukları bilinmez ama ünlü şairin mezarı hala memleketinden, Türkiye’den uzakta…
* * *
Yurt dışına çıkışıyla başlayan özlemini çağrıştıran sürgünü ne kadar uzak ise o kadar sembolüdür Nazım Hikmet’in Türkiye’deki yaşamında da; vatanında, yalıtılmışlık, yalnızlık, kavgadan koparma uğraşının O’nun gibi nice aydın için zorunlu adresi “Bursa”… Bithynia’lılarca 4. YY’da kurulan 8 bin yıllık kent 6 Nisan 1326’ya, Osmanlı’nın zaptına kadar birçok uygarlığa ev sahipliği yaparak geçip giden nice kavimlerin kültürlerinden izler almış, bu yüzden bir “göçmen şehri” olarak da anılmıştır.
Osmanlı devleti nüfus hareketliliklerini dengelemek siyaseti güdüp Bursa civarını adeta sürgünler diyarına çevirmişti. Anadolu’da Hıristiyan, Yahudi yabancı kim varsa buraya toplanmış, yetmemiş dışardan gelenlere burası adres gösterilmiş, Orhan zamanında önce Ermeniler ve Yahudiler ile başlayan iskân sonra Fatih Sultan Mehmet döneminde Rumlar, İkinci Beyazıt zamanında yine İspanya’daki Yahudilerin (Sefaradlar) gelmesiyle sürdürülmüştü. 1461’de İstanbul’da Ermeni Patrikhanesi kurulduktan sonra Bursa Metropoliti Patrik olarak seçildiğinde 19. Yy başında da Doğu’dan Bursa’ya yoğun olarak tekrar bir Ermeni göçü başlamış hatta Vali Hacı İzzet Paşa tarafından çıkartılan ve Bursa’nın ilk gazetesi sayılan “Hüdavendigar” kısmen Ermenice yayınlanmıştır. Tanzimat döneminde Kırım’dan göçenler, Kafkaslardan gelenler, Balkan göçü derken Rumeli insanına göçmenlik, göçmene de Bursa adeta yazgısı olmuştur…
Osmanlı’nın ilk başkenti olan Bursa, imparatorluk dönemlerinde kültürel ve sinai etkinliğini sürdürdü. Ancak 19.Yy’a gelindiğinde göçmen kenti kimliğiyle eski başkentlik günlerini çok gerilerde bırakmış, güzel yapılarla oluşan sokak dokularının ve yeşilin her tonunun sahibi olan Bursa artık bir sürgünler kentine dönüşmüştür. Adli sürgünler yanında siyasal suçlarla Bursa’ya gönderilen aydınlar özellikle Osmanlı’nın son döneminde ön plana da çıkmaktadır. Bu dönemde Bursa’ya sürgün edilen ünlü isimler arasında Sultan Abdülaziz döneminde Maliye Bakanlığı ve Eğitim Bakanlığı yapan Mehmet Nevres Paşa, Abdülhamit döneminde Süleyman Nazif, Gazi Osman Paşa’nın ikinci oğlu Damat Kemaleddin Paşa, ünlü hafiye başı Fehim Paşa, Mevlanazade Rıfat gibi sürgünler yer alıyordu. Atatürk’ün Bursa’da doğan manevi kızı pilot Sabiha Gökçen de İkinci Abdülhamit tarafından Bursa’ya sürgün gönderilen vilayet başkatibi Hafız Mustafa İzzet’in kızıdır…
Bursa, Cumhuriyet döneminde de sürgün yeri oldu. Aziz Nesin, Türkiye’ye Amerikan yardımını içeren Truman Doktrini aleyhinde yazdığı, ancak yayınlayamadığı bir yazı nedeniyle 1947’de 10 ay hapis, 3 ay 10 gün sürgün cezasına çarptırılmıştı…
Sürgünlerin hemen hepsi birkaç yabancı dili bilir çağının değerli aydınlarıydı. Türk edebiyatının tarihi de sürgünlerle doludur. Namık Kemal’den Mehmet Akif’e, Refik Halit’ten Halide Edip’e, Ziya Gökalp’ten Nazım Hikmet’e kadar birçok şair ve yazar, ya gönüllü ya da zorunlu olarak sürgüne gitmişlerdi. 12 Eylül sonrasıysa yurt dışına çıkanların sayısı on binlerin arasında az değildir. Edebiyat dünyamızdan Nazım Hikmet’le beraber Agah Efendi, Süleyman Nazif, Ahmet Paşa, Orhan Kemal ve Aziz Nesin’in adları “Bursa Sürgünleri” arasında geçer.
Fatih’in oğlu “sürgün doğmuş şehzade” Cem Sultan da bir taht kavgası uğruna terki diyar ettiği ülkesine ancak ölümünden sonra Bursa’da kavuşturulmuş ünlü sürgünlerdendir. İyi bir şair olan Cem sanki ünlü sürgünlere tesadüf olan 13 yıllık bir esaret sonu trajik diye tanımlanabilecek yaşamında ölüme 1481’de sultanlığını ilan ettiği sürgünlerle anılan bu kentte gömülerek bağlanır. Edebiyat dünyasındaki etkisiyle onun genç hayatında hem sürgünün, hem Bursa’nın yeri bambaşkadır…
Bursa’nın Muradiye semtindeki gömütlerden başka bir tanesi de ünlü Bursa sürgünlerinden birisine aittir. Bu kişi Fatih’in muhasipliği mertebesine erişmiş, fakat komplo neticesinde hapse giren Ahmet Paşa’dan başkası değildir. Bir devlet adamı ve devrinin en şöhretli şairi Ahmet Paşa kasidesiyle kendini padişaha affettirmiş ve Bursa’ya sürgün edilmiştir. Bu kentte sancak beyi olan Ahmet Paşa 1497’de ölünce Bursa’da yaptırdığı medresenin civarına gömülmüştür.
Şinasi ile birlikte 1860’da ilk Türk gazetesi Tercüman-ı Ahvâl’i çıkartan Agah Efendi de Bursa sürgünlerindendir. İkinci Abdülhamit’in baskıcı yönetimine karşı demokrasi savaşı veren aydınlardan birisi olan Agah Efendi Bursa’ya 1877’de sürgün edilmiştir. Aynı dönemde, İkinci Abdülhamit’in hışmına uğrayıp Bursa’ya sürgün edilen aydınlardan bir başkası da Süleyman Nazif idi. 1897’de tanınmış ozan, edebiyatçı ve siyaset adamı olarak sürgün edildiği Bursa’da, Erzurum’dan sonra Anadolu’da kurulmuş ikinci matbaanın (Matbaa-i Vilâyet) başına geçip bu görevini 1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edildikten sonra Diyarbakır’a vali atanıncaya kadar sürdürmüştür…
* * *
Nazım da yaşamından çalınmış tam 10 yılı cezaevinde yaşayarak sürgündür bu kentte. 1940’ın sonunda siyatiği nedeniyle Çankırı’daki cezaevinden Bursa’ya gönderilen komünizm propagandasından tutuklu Nazım’ın ününün kulaktan kulağa yayılıp efsaneye dönüştüğü hapishane “Bursa Kalesi” diye de anılmaktadır. Bir şiirinde ününü anarak “Memleket toprağındadır kökü / Bedrettin gibi taşır yükü / yatar Bursa kalesinde” diyecektir. Bu kentte, bu cezaevi avlusundan bu hapishane pencerelerinden izleyecektir meşhur Uludağ’ını da:
Yedi yıldır Uludağ’la göz göze bakışır dururuz
Ne o kımıldanır yerinden, ne de ben
Lakin birbirimizi yakından tanırız
Gerçekten yaşayan her şey gibi
Kızmasını ve gülmesini bilir
Bazan,
Hele kışın, hele geceleri,
Hele rüzgar kıbleden estiği zaman
Osmanlı’nın eline geçmeden önce İznik’in gölgesinde sönük tekfurlukken yoğun göçlerle büyümesiyle geçmişteki kasvetinden, dinginlikten şimdi iz kalmayan Bursa’da paylaşılmayan güzellikler hala yüce dağın eteğinde kurulmuş şekilde gizlenmektedir: Eskimeyen ve daima saklı kalanlardan birisi Bursa’yla özdeşleşmiş lodosun aydınlatıp parlattığı yılın muayyen zamanlarında kentin her yanından görülebilen karlı ve dumanlı zirve… Ve hem ulu dağın eteklerini hem şehrin muhtelif yerlerini kaplayan çoğu yüzlerce yıllık ulu çınarlardır…
Memleketimi seviyorum :
Çınarlarında kolan vurdum, hapisanelerinde yattım.
Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı
memleketimin şarkıları ve tütünü gibi
Ünlü hikayecimiz Orhan Kemal 1939’da “Maksim Gorki ve Nazım Hikmet kitapları okumak”, “yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana muharrik” suçundan yargılanıp 5 yıla hüküm giymiş Kayseri ve Adana’daki cezaevlerinden sonra Bursa cezaevine gönderilmişti. 1940 yılı kışında Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le tanışan Orhan Kemal Nazım Usta’yla tanışma anını anılarında şöyle dile getirir:
Müdürün oda kapısında çevik bir gıcırtı, kapı açıldı. Nefesimi kesmiş, gözlerimi kısmışım… Bir heykel sükunu içinde, azametli bir mermer heykel bekliyorum… Bir an yüz yüze geliyoruz, sonra göz göze… Mavi mavi gülüyordu. Bu gülüş muhakkak ki bir çocuğu hatırlatıyor… Temiz, taze, sıhhatli ve dost! Bir lahza şaşkın, bekledi. Galiba ne yapması lazım geldiğini ölçtü, yahut tanış bir yüz arandı… Sonra gözüne Necati ilişti herhalde, ona doğru yürümeğe hazırlanırken, Necati ona koştu ve beni tanıttı. El sıkıştık. Ayaklarının topuklarını, hazır oldaki bir er gibi birleştirerek, kendisini teşrifata zorladığı aşikâr bir tarzda ciddileşmeye çalışarak “Ben Nazım Hikmet” dedi…
Nazım Usta, Orhan Kemal’in bir hikayeci olarak yetişmesini istedi. Orhan Kemal’in sanat anlayışının belirginleşmesinde bu tanışma bir dönüm noktası olmuştu. Nazım Hikmet’ten Fransızca, felsefe ve siyaset dersleri alan Orhan Kemal toplumcu görüşlerinden etkilenerek şiir yerine roman ve öykü yazmaya yöneldi…
Döneminin en büyük âlimlerinden Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin de ünlü Bursa sürgünlerinden birisi sayılabilir. “Şeyh Bedrettin Vâridât” isimli kitabında İsmet Zeki Eyuboğlu İznik sürgünü Şeyh Bedrettin’in yaşamında önemli bir evre olarak görür bu sürgünü. Sultan İkinci Beyazıt’ın ölümü sonrası oğulları aralarında taht kavgasına düşmüşlerdir. Musa Çelebi Edirne’yi alınca Bedrettin’in aktif siyasi hayatı da başlar. Şeyh Bedrettin Musa Çelebi tarafından kazaskerliğe tayin edilmiştir. Musa Çelebi onun etkisiyle yöredeki varsıl beylere soğuk davranır. Diğer kardeş Çelebi Mehmet Bizans’ın yardımıyla bütün kardeşlerini yenerek Osmanlı İmparatorluğunun başına geçince Şeyh Bedrettin’e iyi gözle bakmaz. Bedrettin’e aylık 1000 akçe ulufe (maaş) bağlanıp ailesi ile birlikte 1413’te İznik’e sürgün edilir. Fakat Bedrettin bunu kabullenmez. Siyasi teşkilatlanmayı sağlamak üzere harekete geçip müritlerinden kendi gibi toprak ve malların müşterek hale getirilmesi, özel mülkiyetin kaldırılması görüşünü savunan Börklüce Mustafa’yla (Dede Sultan) Torlak Kemal’i Aydın ile Saruhan’a göndererek geniş bir bağlılar kitlesiyle isyan hareketine başlar. Taraftarları zorlu bir savaştan sonra yenilince Deliorman’a geçen Bedrettin bazı kişilerce bir tertiple yakalanarak götürüldüğü Serez’de bir fetvayla idam edilmiştir. “Varsıllık tek başına yaratılamaz. Toplum içinde toplum sayesinde kazanılır” diyen Şeyh Bedrettin’in sosyal reformcu görüşleri J.J.Rousseau gibi Fransız aydınlarının düşüncelerinde de yansır. Voltaire gibi dünyanın önemli düşünürlerinin ilgisini çekerken 1938 Harp Okulu olayında Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevinde okuyup etkilendiği bir kitapla daha sonra suçlanmasına yol açan ünlü şiire esin kaynağı da olur. Şeyh Bedrettin’in hayatına ilişkin Bursa Cezaevi kitaplığında okudukları Nazım’ı derinden etkilemişti. Bursa’daki ilk hapisliği sırasında yazmaya başladığı yarin yanağından gayri her yerde ve her şeyde ortak olunmasını öğütleyen destandan 1936 Haziran’ında dergilerde yayınlanmaya başlayan parçalar yıl sonunda kitap olarak yayınlanıp harp okulu öğrencilerinin dikkatini çekince N. Hikmet’e yeniden cezaevi yolu görünür. 28 yıllık mahkumiyet kararıyla 1938’den 1951’e kadar süren tutsaklıkta 6 yüzyıl önce Anadolu’da sosyalist bir düzen kurmak için müritleriyle savaşan Bedrettin’le yolları yüzyıllar sonra Bursa’da kesişmiştir…
* * *
Yoldaşlar ölürsem o günden önce yani
öyle gibi de görünüyor
Anadolu da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse
tepemde bir de çınar olursa
taş maş ta istemez hani
27 Nisan 1953, Barviha Sanatoryumu
Gölün kıyısına kurulduktan sonra iktidarların tanıdığı ayrıcalıklar sayesinde faaliyetlerini sürdürüp çevrecilerden haklı tepki gören tekelle adı sık sık duyulan İznik bu kez Müşküle Köyü’ndeki bir olayla gündeme geliyor. “Muhtara ‘deli’ protestosu” manşetli bir haber yıllar önce efsaneye dönüşmüş birçok aydının sürekli ziyaret ettiği solculuğuyla ünlü köyü yeniden gündeme getiriyor. İznik ilçesine 20 km. uzaklıktaki 500 haneli köyün meydanındaki kahvehane gazetecilerin akınına uğramış. Üzümüyle de meşhur Bursa’nın İznik ilçesine bağlı Müşküle’de Muhtar’a tepki gösteren azalar ve yedek azaların tümü istifa edince, kaymakam aza seçimine gidilmesine karar veriyor…
Müşküle Köyü, İznik Gölü’nün güney sahilini çevreleyen Katırlı dağlarının yamacında, İznik Gölü’ne bakan bir tepe üzerinde kurulmuş, köyün birçok yerinden göl rahatlıkla görülebiliyor. Bursa-İznik karayoluna 2 km.’lik yolla bağlı Müşküle ilçe merkezine 22 km., Bursa’ya 75 km. uzaklıkta. İznik Gölü’nden köye sulama için proje hazırlanıyor ve zeytinliklere su çekiliyor. Elde edilen gelir muhtarlık kasasına giriyor. Muhtar sulamadan belli bir su parası topladığını iddia ediyor. Ancak köylüler “kahvede sadece birkaç kişinin ödediği paranın toplamı o kadar. Geriye kalan paraların durumu belli değil” diyor ve muhtarın iddialarına tepki olarak köyün delilerini aza seçiyor. Müşkülelilerin bir seçimle Türkiye’nin kara mizahını sergileyen tepkisi bu defa tam bir Aziz Nesinlik öykü… Tabii köy heyetine delileri seçen köylünün hedefi, muhtarı devreden çıkartıp köyde kurulacak kooperatifle geliri bütün köye paylaştırmak…
Sinema oyuncusu Halil Ergün’ün baba ocağı olan Müşküle Köyü Türkiye’nin yüzde 90’ının ‘evet’ oyu verdiği sözde referandumda 1982 Anayasası’na yüzde 90 “hayır” oyu çıkmasıyla da ünlü. Köy aynı zamanda ikisi de Nazım Hikmet’le Bursa Cezaevi’nde tanışan TİP kurucularından ve eski yöneticilerinden Fevzi Kavuk ile şair İsmail Başaran’ın köyü.
Köy gerçeğini duygu yüklü bir söyleyişle aktaran şair İsmail Başaran şiire adli sebeple girdiği cezaevinde başlamış. Kendi köyüyle ilgili duyarlılıklara ağırlık vermiş. Yön, Edebiyat 76, Güney Sanat ve Edebiyat 81 gibi dergilere yazmış, bir de şiir kitabı yayınlanmış: “Buğday Direniyor”. Hep Müşküle’de yaşayan şair 1989’da ölmüştür. Nazım Hikmet’le cezaevinde iki buçuk yıl kalan İsmail Başaran “Nazım herkesin sorunuyla ilgilenirdi. Birisi hastalansa idareyi harekete geçirir tedavi edilmesini sağlardı.” demişti. Nazım’dan etkilenen şair köyüne döndükten sonra ondan öğrendiklerini burada herkese anlatmış. “Vasiyet” adlı şiirde “Anadolu da bir köy mezarlığına gömün beni” diyen Nazım’ın isteğini yerine getirmek için Fevzi Kavuk’la birlikte Nazım’ın anısına köye bir çınar fidanı ekmişler. “Nazım Çınarı” olarak bilinen ve bir kez yakılıp bir kez de sökülen çınar 12 Eylül askeri darbesinden sonra tekrar kesilmiş…
Bursa Cezaevinde Nazım’ın yetiştirdiği mahkumlardan birisi de ressam İbrahim Balaban’dır. İbrahim Balaban 1921 yılında Bursa’nın Seçköy’ünde doğmuştur. Balaban ilk kez doğduğu köyde gördüğü şekillerle, odaların duvarlarındaki nakışlarla tanışmış sanatla. Sadece doğduğu köyün 3 yıllık ilkokulunda eğitim görmüş. İsmail Başaran gibi adli bir suçla düşmüş mahpusa. 16 yaşındaymış düştüğünde ve köyünden ilk çıkışı olmuş bu. İlk resimlerini renkli kalemlerle zeytinyağına batırarak yaparmış. Sonra Nazım’dan boyalar almış, tekniğini geliştirmiş.
Yaşamının bir bölümü 1942 ile 1945 ve 1948 ile 1950 yılları arasında iki kez girdiği Bursa Cezaevi’nde geçmiş. Kendinden 20 yaş büyük ustasıyla tanıştığında Balaban’ın da hayatla sanata bakışı değişmiş. Dostlukları dışarıda da sürmüş. Şairin 1941’de Bursa Cezaevi’nde yazmaya başladığı “Memleketimden İnsan Manzaraları” adlı ünlü eserde köylü ressam Ali olmuş. Yaptığı bir tablosundan etkilenip şu dizeleri yazmış Nazım Usta:
İşte seyreyle gözüm, işte insan
Dağın, taşın, kurdun efendisi.
İşte poturunda yamalar,
İşte karasaban,
İşte sağrılarında kederli, korkunç oyuklarıyla öküzleri
* * *
Yıllar sonra Nazım Usta’nın Bursa Hapishanesi’nde geçirdiği dönem “Mavi Gözlü Dev” filmiyle beyaz perdeye aktarıldı. Yıkılıp adliye sarayına dönüştürülen Bursa Hapishanesi İstanbul Beykoz’da kurulan bir platoda yeniden yaratıldı. Nazım’ın kaldığı hapishane odası ise yine ozan tarafından 1944 yılında yapılmış bir yağlıboya tablodan esinlenerek hazırlandı.
Bizi esir ettiler
Bizi hapse attılar
Beni duvarların içinde
Seni duvarların dışında
diyerek uğruna adayıp savunduğu düşüncelerle ödünsüz sürdürdüğü yaşamı halkından ve yurdundan uzakta noktalansa da yazdıklarıyla her zaman paylaşılacak ve yaşanacak duyguların; aşkın, kavganın ve hasretin şairi olacaktır Nazım.
Dünyanın en büyük 10 şairi arasında da gösterilen şairimiz için Jean-Paul Sartre ölümünden sonra “ölüm onun ilk ve son uykusu oldu” demişti. Büyük usta sevenlerinin gönlüne kurduğu tahtla hiç kuşkusuz sonsuza kadar yaşayacaktır.
TAMER UYSAL
Olay Gazetesi Bursa’da Yaşam Haziran 2007 Sayfa 204-209