Quantcast
“Nerde O Eski Ramazanlar” (mı) Dediniz? – Belgesel Tarih

Dr. Salih EROL
Dr. Salih  EROL
“Nerde O Eski Ramazanlar” (mı) Dediniz?
  • 16 Mayıs 2018 Çarşamba
  • +
  • -
  • Dr. Salih EROL /

Loading

Efendim ma‘lûm-u âlîleriniz olduğu üzere bir mübarek Ramazan ayına daha girmiş bulunuyoruz.

Ramazan orucumuzun ilk günü olan 16 Mayıs 2018 tarihi aynı zamanda 1 Ramazan 1439 tarihi demektir.

Müslümanlar olarak “on bir ayın sultanı” dediğimiz Şehr-i Ramazan’ın bütün İslâm âlemine hayırlı olmasını niyaz ediyorum.

Hemen her Ramazanda halk arasında kullanılan, yaygın bir deyişle başlayalım isterseniz.

Yaşı biraz ilerlemiş amcaların, dedelerin ağzından bu deyişi duymayanımız yoktur herhalde:

Nerdee eski Ramazanlar; nerdee eski bayramlar?” diye söylenmeyen büyüğümüz nerdeyse kalmamıştır hani!

Tabi herkesin kendine göre hatırladığı, ya da yaşadığı bir Ramazan ve bayram zamanı vardır mutlaka.

Peki, yaşayan amcaların, dedelerin bile hatırlamayacağı daha eski zamanlarda Ramazanlar nasıl geçerdi? Bu konuyu bilse bilse tarihçiler bilir!

Biz de bir tarihçi olarak eski belgelerden, eserlerden incelediğimiz kadarıyla eski Ramazanlarımızdan biraz dem vuralım o zaman.

Bir kere hayatımız hep şimdiki insanların Osmanlı hakkındaki peşin algılarını değiştirmeye çalışmakla geçiyor. Mesela algılardan biri de Ramazanla ilgili. Zannediyorlar ki, Osmanlı zamanında herkes camileri dolduruyor; orucu kaçırmıyor….

Araştırmalardan gördüğüm şaşırtıcı gerçek şu ki; Osmanlı’da hiç de öyle sıkı bir dini hayat, sıkı bir Ramazan edası yoktur. Osmanlı yer yer şimdiki toplumumuzdan daha esnektir bu tür konularda.

Mesela bir bakınız, divan şairi Sabit’in yaptığına:

Ramazan gelince öyle bir Ramazaniye yazıyor ki; bu devirde böyle yazsak Ramazana hakaretten içeri tıkar bizi laik devletimiz maazallah!

Şairimiz açıkça “nerden çıktın, bizi sıkboğaz ettin ey Ramazan? Biz daha arkadaşlarla eğleniyorduk, içiyorduk daha” diyor.

Demekle kalmıyor; bunu devlet adamlarına da takdim ediyor. İşte bu Ramazaniyeyi pek beğenen dönemin sadrazamı Baltacı Mehmed Paşa şairimize bol bol ihsanlarda bulunuyor.

1712 yılında vefat eden bu rind-meşreb (şimdikiler bohem mi diyorlar?) şairimiz Sabit’in Ramazaniyesinden bir dizeyi olduğu gibi sunup geçelim başka bir örneğe:

Yevm-i şekk sohbetin sıra sıkarken yarân
Sıkboğaz etti basıp şehr-i ramazan

Sabit Efendi’den kısa bir müddet sonra yaşamış olan Lale Devrinin(1718-1730) ünlü şairi Nedim de Ramazan konusunda canının istediği gibi kalem oynatıyordu. Üstelik bir gün bile kimse onu dini duygulara hakaret etmek gibi modern bir icatla yargılamadı. Bilâkis devrinin devletinde el üstünde tutulan hayat dolu bir şairimizdi Nedim.

Aşağıdaki dize de ondan gelsin:

Bağteten sâbit olup gurre firâşında imam
Hâb içün yatmış iken etti terâvihe kıyâm

Nispeten bir serbestlik ortamında güzel olur her şey. Oruç ta öyle, namaz da öyle. Yani birilerinden çekindiğin için riyâ ile “mış” gibi yaptığımızda dini hayatımız bir riyâkârlık şeklini alıyor. Biliyoruz ki, riyâ en büyük şirktir.

İşte, Osmanlı Devleti ve toplumu çoğu zaman serbest ortamı sunmakla Ramazanın renkli ve güzel geçmesini sağlamış oluyordu. Çok dilli, çok dinli imparatorluk coğrafyasında inançlar karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörü içinde yaşatılıyordu.

Bir Amerikalı Hıristiyan seyyahın (James de Kay) 1831’de ziyaret ettiği Osmanlı İstanbul’unu denizden ilk gördüğü vakit ağzından hayretle şu cümle çıkmıştı:

Hilâlin başkentinde bu kadar çok haç göreceğimi hiç ummazdım”.

Hayretinde haklıydı bu ecnebi seyyah. Çünkü Amerika’da ve Avrupa’da tek bir cami dahi görmemişti/göremezdi.

İşin özeti, bizim Osmanlı bizim şu an olduğumuzdan kat be kat serbest zamanlar yaşamıştır da olayın en ironik tarafı budur bence.

Ancak yine de devlet zaman zaman Ramazan ayında nasıl davranılması gerektiği hakkında kurallar yayımlamıyor da değildi. Devletin resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi okurken karşılaştığım bir haberden bahsetmek istiyorum.

Gazetenin 21 Aralık 1859 tarihli sayısında Ramazan talimatları şöyle sıralanmış:

1) Padişahımızın namaz kıldığı cami cemaati hal ve hareketlerine, oturup- kalkmalarına özellikle dikkat etmelidir. Yakışıksız tavır gösterenler uyarılacaktır.

2) Bulunduğunuz meslek-sanat ve memuriyete uygun, temiz kıyafetler giyiniz!

3) Kadınlar ince elbise giymeyecek; genç ve süslü arabacı ve seyislerin kullandığı arabalara binmeyecektir.

4) Ancak gündüz vakitlerinde alış-verişe çıkabilecek olan kadınların dükkânların içine girmeleri yasaktır. Ne alacaklarsa dükkânın dışında bakıp alabileceklerdir.

5) Kadınlar akşam ezanına yakın vakitlerde ve geceleyin dışarıda gezemeyecektir. Aykırı hareket edenler cezalandırılır.

6) Yatsı vakti camiye gitmeyip, dükkânlarda – kahvelerde görünen olursa ceza alacaklardır.

Bu talimatlar bize ilk başta anlattığımız serbest Osmanlıdan biraz daha farklı, baskıcı bir tablo sunuyorsa da talimatlara pek uyulduğunu sanmayın.

Artık kabuğunu kıran, kadınlı-erkekli sokaklara dökülen halkla Sultan Abdülmecid’le Abdülaziz’in zayıf otoriteleri baş edemezdi.

Devlet de en azından görüntüyü kurtarmak adına hemen her yıl Ramazan başlarında benzer talimatlar yayımlamakla yetinirdi.

Osmanlıdaki Ramazanları en iyi anlatan, yazan kişi kimdir derseniz cevabım hazır:

Ahmet Rasim’den başka kim olabilir azizim!

Onu okumanın keyfi tarifsizdir. Müthiş bir gözlem yeteneği; kuvvetli bir hafıza; kaleminin ustalığı ile birleşince yazdıkları doyumsuz lezzetler sunuyor.

Ramazan Sohbetleri” adlı kitabını hemen her Ramazan kitaplığımdan masama indirir ve tekrar okurum. Bu kitabı ve yazarın diğer bütün kitaplarını okumanızı tavsiye ederim.

Bakın bakalım nasılmış eski İstanbul Ramazanları?

Bundan sonraki satırlar Ahmet Rasim’den aldıklarımdır:

“ ..Ooh, bu Ramazan keyfim keyif. Bizim mahallenin bekçisi pek de güzel davul çalıyor.. Acaba davulsamış mıyım? Davulsamak, susamak, kanıksamak gibi bir şey bence. Hem de Türkoğlu Türk bir kelime: Davulsamak. Davul bize babadan kalmadır; bir de bunun için severim davulu. Selçuklu dedemizden mirastır o. Davulumun ipi kırmızı/ Bu yıl yemedim karpuzu…”

İşte böyle bal gibi akıp gidiyor kaleminden Ramazan sohbetleri Ahmet Rasim merhumun:

Ramazan geldi dayandı
Camiler nura boyandı
İki gözüm geldi yine
Hasretiyle canım yandı

Sancağını açıp geldi
Mağfiretler saçıp geldi
On bir ayın on birini
Aralayıp seçti geldi 

Ramazan bir yeşil direk
O da müminlere gerek
En sonunda bayram olur
Çoluk çocuk sevinecek 

AYASOFYA ilk ibtidası
Evvel kuruldu binası
Orada namaz kılanın
Kabul olur her duası

(Bu son dizede beni bir hüzün kaplar. Çünkü fethin camisi olan Ayasofya’da maalesef namazlar, terâvihler kılınmıyor artık).

Şimdi biz de diyelim Ayasofya hatırasına:

Ah, nerde o eski Ramazanlar; Ayasofya’da kılınan terâvihler?
Ayasofya’nın yeniden ve tam manasıyla ibadete açılması dileklerimizle..

İslâm âlemine hayırlı Ramazanlar!

Dr. Salih EROL

Eğitimci ve Tarih araştırmacısı – yazar. Lisans öğrenimini Balıkesir Necatibey Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliğinde tamamladı. Anadolu Üniversitesinde Tarih bölümünde yüksek lisans ve doktora yaptı. 1998’den beri Bursa’da öğretmenlik yapmaktadır. İkisi Türk Tarih Kurumundan olmak üzere 4 kitabı ve çok sayıda makalesi yayınlandı. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
SALİH EROL

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Tekrarsız Süslemeler

Tekrarsız Süslemeler

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 3 Aralık 2024
Sistematik Hatalar Bahçesi

Sistematik Hatalar Bahçesi

Ekrem Hayri PEKER, 3 Aralık 2024
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024
Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Atilla SAĞIM, 17 Kasım 2024