Bir sabah elime kumandayı alıp, kanalları gezmeye başladım. TRT’nin bir kanalında, kültürel azınlıklar için yayın yapan kanalda durdum. Kanalda yayınlanan müzik programında Boşnakça, Makedonca şarkıları, Arapça ve Gürcüce şarkılar izledi. Kimi folk, kimi pop türüydü. Sonra yaşlı bir adam bir akordeon eşliğinde Adigece hüzünlü bir şarkı söylemeye başladı. Çerkesya’dan zorla göç ettirilen halkların acı ağıtıydı bu:
“Ana vatanımızı terk ediyoruz. Belirsiz bir geleceğe yolculuğumuz.
Bizi orada ne bekliyor bilmiyoruz.”
Rus Çarlığı’nın bitmez tükenmez saldırıları dağınık Adıge/Çerkes boylarını tüketir. İngiliz seyyahlarının güzelliklerini öve öve bitiremediği pamuk, pirinç, buğday tarlaları ekilemez oldu. Kabardeylerin ünü sınırları aşan meyve bahçeleri yok edildi. Çarlığın uyguladığı ambargo dış ticareti önlemişti, halkları tüketmişti. Mahvolan ekonominin, savaşların yorduğu halkı veba salgınları da iyice tüketir.
Direnişin önderlerinden Şeyh Şamil’in Çeçenistan merkezli direniş kıtlık yüzünden sona ermiş, Kafkas kartalı teslim olmak mecburiyetinde kalmış; Çarın başkenti Petersburg’a götürülmüştü. Gürcistan krallığı hile ile çarlığa katılmış(1808); Orta ve Doğu Kafkasya’da direniş sona ermişti. Geride direnmeyi sürdüren Batı Kafkasya halkları; Şapsığ, Abzah, Natukoy ve Ubıhlar kalmıştı.
Çarlık halkların sadece boyun eğmesini istemiyordu, uyguladığı kölelik sistemini de kabul ettirmek istiyordu. Çarlık özgür yurttaş istemiyordu. Asilzadeler, memurlar ve toprağa bağlı toprakla alınıp satılan serfler. Çar özgür yurttaş, özgür köylü istemiyordu.
Adigeler’e sunulan seçenekler şöyleydi.
– Köle olmak,
– Sibirya’ya sürülmek
– Osmanlı topraklarına göç etmek
Yaklaşık 1.5 milyon Adige Osmanlı topraklarına göç etmek için anayurtlarından ayrılmaya zorlandılar. Yaklaşık üçte biri kıyıda, üçte biri yollarda, onları taşıyan gemilerde ölüler. Ölenler denize atılır. Adigeler onlarca yıl deniz balığı yemediler. Balıklar, onlara ölen akrabalarını hatırlatırdı. Arnavutluk’tan, Ürdün çöllerine dağıtıldılar. Gözü Osmanlı topraklarında olan Rus Çarlığı toplu göçe Adigelerin sınır boylarına yerleştirilmemeleri ve bir bölgeye toplu yerleştirilmemeleri şartıyla izin vermiştir. Yerleştirildikleri bölgelerdeki bataklıkların yarattığı sıtma ve diğer hastalıklar göçmenleri kırar.
Göç edenler uzun bir süre derme çatma evlerde kaldılar. Anavatana dönecekleri günün hayaliyle yaşadılar. Osmanlı’nın Ruslarla yaptığı her savaşa gönüllü birliklerle katıldılar, ama heyhat. Osmanlı’nın yenilgilerini paylaştılar. Ama anavatana dönme umudu yitirilmedi.
Doksan üç harbi, Balkan Harbi, Cihan harbi birbirini izler. Osmanlı sürekli küçülür, sadece Anadolu’ya sığınır. Adigeler’in bir kısmı Arnavutluk’ta, Makedonya’da, Suriye’de, İsrail’de, Mısır’da, Ürdün’de kalırlar.
Sovyet devriminden sonra Kafkasya’da kalan bir avuç Adige özgürlüğe kavuşur. Ancak kurdukları Kuzey Kafkas Cumhuriyeti yıkılır, yerine Rusya Federasyonu’na bağlı birkaç özerk cumhuriyet oluşturulur.
Anadolu’yu merkez tutan bir avuç insan cihan savaşının galipleriyle savaşarak ülkeyi kurtarıp, Cumhuriyeti ilan ederler. Cumhuriyet’i kuran Mustafa Kemal Paşa Sovyetler’le ebedi dostluk anlaşması imzalar, dostluk ilişkileri geliştirir. Bu olumlu hava İsmet Paşa’nın iktidara gelmesiyle sona erer. Dostluk anlaşması iptal edilir. Sonrasında NATO’ya girilince araya aşılmaz düşmanlık duvarı dikilir.
* * *
İkinci şarkıyı Çerkesya’daki Adıgey Muhtar Cumhuriyet’inden genç bir erkek şarkıcı söylüyor. Kendi yurdunda azınlık durumuna düşmüş bu insanlar kendi folklorlarına sığınmış.
Şarkıcı çok eski bir şarkıyı seslendiriyordu; “Nexayların Kızı”. Şarkıcı aşık olduğu ama kendine de pek yüz vermeyen kıza sesleniyordu; “Nexayların kızı ben özgürüm, kimseye bağlı değilim diyor. Oysa ona tek layık olan erkek benim, diğer erkekler kılıçla öldürülmeye değmeyecek derecede zavallılar. Babası başlık olarak 300 yüz altın istiyor. Sana sadece ben yaraşırım.”
Annem, anne tarafından soyunun Sapsığ Prensi Kalubatyukua’ya kadar uzandığını söylerdi. O yıllarda önemsememiştim anlattıklarını, yirmili-otuzlu yaşlardaydım. Yaş olarak o yıllarda başka şeylere öncelik veriyordum. Sonraki yıllarda Kafkasya’yı ziyaret eden seyyahların anılarında, bazı tarihi romanlarda bu prensin ismine rastlayınca şaşırmıştım.
Öykümüz tarihin büyüklüğü bakımından ilk soykırım öyküsüydü.
Bu şarkı bana Anayurdu her ne sebeple olursa olsun terk etmenin ne kadar zor olduğunu bir kere daha hissettirdi. İster yaşadığın topraklarından sürül, ister daha iyi yaşam şartları için kendin göç. Zordur başka kültürlerde, dışarılarda yaşam… O nedenle bizde; Cumhuriyet’in kurulduğu yıllardan bu yana ister kendi isteğiyle vatandaşlıktan çıkan, ister askerlik yapmadığı için vatandaşlıktan çıkarılan Rum, Ermeni ve Yahudi vatandaşlarımızı tekrar ülkemize davet edelim. Değişik kültürler zenginliktir. Ülkemizi daha da geliştirir. Anadolulu, İstanbullu, Gökçeadalı … İnsanların özlemlerini dindirelim, acılarını azaltalım, yaralarını saralım.
Kimya mühendisi, araştırmacı, yazar.
Bursa Mustafakemalpaşa’da (1954) doğdu. Anadolu Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümü mezunu.
TUBİTAK veri tabanına kayıtlı “Teknoloji tabanlı Başlangıç Firmalarına Özel İş Geliştirme” mentörü, C Grubu iş Güvenliği uzmanı olarak Nano kimyasalların tekstil materyallerine uygulamalar konusunda üniversitelerde konferanslar verdi.
Yayınlanmış kitaplarından bazıları:
"Kuşçubaşı Hacı Sami Bey",
"Özbek Mektupları",
"Yeşim Taşı - Ön Türkler ve Türk Tarihinden Kesitler",
"Kafkasya'dan Anadolu'ya - Zekeriya Efendi".
Belgeseltarih.com kurucu ortağı ve yazarıdır.
E-Posta: [email protected]