O Anadolu’dayken Mustafa Kemal’in Evini Bastılar! Kız Kardeşi Makbule Hanım Anlatıyor |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Padişah’ın geri dön emrini dinlemeyip askerlikten istifa etmek zorunda kalan, hakkında verilen idam kararı da padişah tarafından onaylanan asi bir paşa olarak Anadolu’da milli mücadele yürüten önderin, işgal altındaki İstanbul’da yaşayan annesi ve kız kardeşi olmak nasıl bir duygudur?
Mustafa Kemal Atatürk’ün 4 yaş küçük kız kardeşi Makbule Atadan’ın hatıratında, bu duygunun ne olduğuna ilişkin çok net ifadeler görüyoruz.
Mustafa Kemal’in orada olmadığı bilinmesine rağmen eve yapılan baskınlar…
Evin sürekli gözetim altında tutulması…
Ama bir yandan da Mustafa Kemal’in İstanbul’daki arkadaşlarının Zübeyde Hanım ve Makbule’yi koruma-kollama gayretleri..
Makbule Atadan’ın saklı kalmış hatıratı ortaya çıktı. Murat Bardakçı hatıratın kitap olarak baskıya hazırlandığını duyurduğu yazısında bazı alıntıları da kamuoyu ile paylaştı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan’ın adı, bazı bölümleri ilk kez yayınlanan bu hatırat ile yeniden gündeme geldi. Makbule Hanım’ın bazen duygusal ve bazen de çok sert tepkilerini dile getirdiği bu hatırat, o dönemin en üst düzeydeki yöneticilerine ilişkin değerlendirmeleriyle ses getirecek.
Mustafa Kemal’in Anadolu’da milli mücadeleyi yönettiği dönemde, İstanbul’da bulunan annesi Zübeyde Hanım ve 4 yaş küçük kız kardeşi Makbule’nin çektikleri zorluklar genel olarak biliniyor. Çok bilinmeyen detay ise Zübeyde Hanım’ın evinin sık sık baskına uğradığı. Anadolu’da milli mücadele yürüten, askerlikten istifa etmiş, hakkında idam kararı verilmiş bir önderin, işgal altındaki İstanbul’da yaşayan annesi ve kız kardeşi olmak hiç de kolay değildi.
Bu konuyu detaylıca aktaracağım.
Ama önce Makbule Atadan ile ilgili kısa bilgi vermek istiyorum.
Makbule, Mustafa Kemal Atatürk’ün kız kardeşidir. 1885 yılında Selanik’te doğdu.
Annesi Zübeyde Hanım’ın soyu Osmanlı’nın fetih dönemlerinde Balkanların Türkleştirilmesi için bölgeye yerleştirilmiş olan “Konyarlar” diye anılan ve Konya Karaman’dan Rumeli’ye gelen Yörüklerdendir.
Babası Ali Rıza Efendi de aynı şekilde Aydın Söke’den Selanik’e göç etmiş Hafız Ahmet Efendi ve Ayşe Hanım’ın oğluydu ve Manastır ilinin Debre-i bâlâ sancağına bağlı Kocacık nahiyesinde doğmuştu.
Daha önce Fatma, Ahmet ve Ömer adlı kardeşleri ufak yaşlarda ölmüş olan Makbule’den 4 yıl önce doğmuş olan Mustafa, ileride ülkeyi işgalden kurtarıp, Cumhuriyeti ve çağdaş Türkiye inşa eden Mustafa Kemal’di. Makbule’den 4 yıl sonra doğan küçük kardeşi Naciye ise 12 yaşında hayatını kaybedince, ailede sadece Mustafa ile Makbule iki kardeş olarak kalmışlardı.
1912 ve 1913 yıllarında patlak veren Balkan Savaşları sırasında Selanik şehrinin Yunanistan’a geçmesi üzerine birçok Selanikli gibi Makbule Hanım da annesi Zübeyde Hanım ile birlikte İstanbul’a gelmek zorunda kalmıştı.
Mustafa Kemal, Makbule Hanım ve annesi Zübeyde Hanım Beşiktaş Akaretler’deki kiralık eve taşınmışlardı. Bir süre sonra Şişli’deki eve taşındılar. Mustafa Kemal’in Mayıs 1919’da Anadolu’ya geçmesinin ardından güvenlik ve kiranın pahalı gelmesi nedeniyle Akaretler’deki eve geri döneceklerdi.
Mustafa Kemal, Mayıs 1919’da Ordu Müfettişi göreviyle Samsun’a hareket etti. Zübeyde Hanım için hasret ve tedirginlik dolu zor günler yeniden başladı. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışından itibaren bir yıl içinde Erzurum ve Sivas kongreleri toplandı, Ankara’da Meclis açıldı. 11 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal, İstanbul’da toplanan bir Divan-ı Harp tarafından idama mahkum edildi. 24 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal’in idam kararını padişah Vahdettin de onayladı.
Zübeyde Hanım, bu zor günlerde evladının idam fermanından duyduğu sıkıntıyla felç geçirdi.
İşgal kuvvetleri sık sık evi basıyordu. Öyle olmadığını bildikleri halde, sanki Mustafa Kemal orada saklanıyormuş gibi arama yapıyorlardı.
Bazı kaynaklar, “Sarı Ali” diye meşhur bir muhbirin 24 saat Zübeyde hanımın evini gözlediğini, gelip gidenlerin listesini İngilizlere gammazladığını yazıyor.
1955 yılında Milliyet gazetesinde “Makbule Atadan” başlıklı bir yazı dizisi yayınlandı.
Şemsi Belli tarafından kaleme alınan bu yazı dizisi ilk defa 10 Kasım 1955 – 24 Kasım 1955 günleri arasında Milliyet Gazetesi’nde yer aldı, daha sonra 1959’da küçük bir kitap haline getirildi.
Söz konusu yazı dizisi, Makbule Hanım’ın 1955 yılı yazında Ankara Gülhane Hastanesi’nde tedavi görürken şair ve gazeteci Şemsi Belli’ye anlattıklarından oluşmaktadır.
Atatürk’ün çocukluk ve gençlik yılları, kişisel özellikleri ve Makbule Hanım’ın tanık olduğu Atatürk’e ilişkin bazı anılardan söz eden bu röportaj dizisinden, daha sonra kitap halinde yayınlanması nedeniyle sadece tanıtıcı bir bölüm sunmakla yetinmemiz uygun olacaktır.
Makbule Hanım, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gitmek üzere yola çıktığı günleri ve sonrasında yaşananları şöyle anlatıyor.
“…Bir akşam Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçeceğini haber aldık… Ağabeyim bütün arkadaşlarına veda ederken şöyle diyordu:
—Bu geceyi annem ve kardeşimle geçireceğim sabaha kadar… Sizi tekrar ziyarete gelemeyeceğim için kusura bakmayın… Şimdi hepinize veda etmiş olayım!
Arkadaşları gittikten sonra beni çağırdı:
—Makbuş! dedi. Annemin karyolasının karşısına yer sofrası hazırla! Bu gece sizinle biraz dertleşmek istiyorum. Yarın gideceğim. Hayat bu… Belki ölürüm, gelemem; size söyleyeceklerim var…
Annemin karyolasının karşısına yer sofrası hazırladık. Minderleri, yastıkları yerleştirdik. Ağabeyim, annemin karşısına geçti:
— Anneciğim, dedi, burası Selanik gibi değil… Ben gittikten sonra yanılıp da sokaklara çıkmayın! Benim işim büyük. Bu işte muvaffak olabilmem için kalp huzuruyla çalışmam lazım. Beni merak ve endişede bırakmayın. Giderken gözüm arkada kalmasın. Elimi, ayağımı bağlamayın. Memleket için çalışırken sizden yana bir üzüntüye uğramak istemem.
Annem, heyecandan düşüp bayıldı; zaten hasta idi kadıncağız…
Biraz sonra kendine geldiği zaman, oğlunun muvaffak olması için Tanrı’ya dua ediyordu. O gece sabaha kadar uyumadık, konuştuk, dertleştik…
Ertesi gün, araba kapıya dayandı. Annemle ağabeyimin birbirlerine vedası çok hazin oldu. Sarıldılar, öpüştüler… O, annemin ellerini tekrar tekrar öptü, öptü…
Aşağıya kendisini uğurlamak üzere- arkadaşları gelmişti. Adetimiz gereği aşağıda erkekler olduğu için, ben alt kata inmedim.
Ağabeyim merdivenin başına çıktı; gözlerini gözlerime dikti..
— Niçin konuşmuyorsun. Makbuş? dedi.
— Ağabeyim dedim, ne konuşayım.. Muharebeye giderdin bilirdim… Terfi ederek giderdin bilirdim. Bir vazife ile giderdin bilirdim… Fakat bugün ne için gidiyorsun? Benim aklım durdu bu gidişe!
— Evet Makbuş, dedi, merak etme bunu da bilirsin inşallah!
Beni bağrına bastı. Veda etti. Merdivenleri atlayarak aşağı indi. O, arkadaşlarının refakatinde arabasına binip kapıdan uzaklaştığı zaman, biz pencerelere yığılmış, gözyaşı döküyorduk…
Bizi gene annem teselli etti:
—Sen asker kardeşisin! dedi. Ayıp! Ağlanır mı hiç askerin ardından.. Üzüntünü belli etme kimseye.. Misafirlere şerbet ez. Memleketi için giden insan, ölse bile ardından ağlanmaz!
Üç gün, üç gece telefonumuz çalmadı. Ağabeyimin aramızdan ayrılışı o kadar belli oluyordu ki… Üç gün sonra ” Samsun’a ayak bastım, merak etmeyin!” diye telgraf’ gelince, üzüntümüzün yerini coşkun bir sevinç aldı. Öyle sevinçli, öyle mesuttuk ki! Fakat neticenin ne olacağını bilmiyorduk…
Telefonumuz gene çalmaya başladı.. Fakat telefonun zilinde hep bir müjde sesi vardı..
Ağabeyimin Samsun’a çıktığını bizim gibi haber alan diğer arkadaşları bizi tebrik ediyorlar, “Gözünüz aydın!” diyorlardı. Gidiş, o gidiş… Ağabeyim sekiz sene kayboldu.
Beş-on günde bir, onun bir adamı geliyor, kendisi namına bizim hatırımızı soruyor, gidiyordu.
Mevcut parasını giderken bankaya yatırmıştı. Bu para, benim, annemin ve kendisinin mührü ile çekilebiliyordu.
Bize gönderdiği mektuplarda:
— Sakın darlık çekmeyin! diyordu. Bu paraları harcayın, yetişmezse evdeki halıları satın, sıkıntıda kalmayın!
Biz, bazen annemin, bazen benim mührümle bankadaki parayı çekiyor ve kimseye muhtaç olmadan idare ediyorduk. Tam sekiz sene ağabeyimi görmedik.
Bu sekiz sene bize o kadar uzun geldi ki anlatamam! Atatürk Anadolu’ya geçtiği zaman biz gözetim altında idik. Zaten ağabeyimin emri gereğince biz de hiçbir yere çıkmadık; eve kapanıp kaldık.
Ağabeyimin İstanbul’daki arkadaşları ara sıra bizi ziyarete gelirdi. Bunun dışında misafirliğe bile gitmezdik.
Bir gün kapı çalındı. Pencereden baktım, tanımadığım kimseler..
Açmadım. Gene çalındı.
Bu sefer aşağı indim.
Tam onsekiz kişilik bir kalabalık.. Osmanlı hükümetinin adamları..
Kapının dışına çıktım:
—Ne var, ne istiyorsunuz? dedim.
—Evi arayacağız! dediler.
Kızdım:
—Canım, bizim evimizi ne hakla basıyorsunuz? dedim. Annem hasta, felçli… ölüm yatağında… Ben yalnız bir kişiyim!
—Hayır, arayacağız! diye ısrar ettiler.
Kapının önüne çıktım. O zamanlar gazetelerde Mustafa Kemal aleyhinde birçok yazılar çıkıyordu. Onun idamına karar verilmişti.
Her gazete, onu fena bir insan tanıtmak istiyordu.
Bütün bu neşriyat sarayın emri ile yapılıyordu. Birden bunları düşündüm, o anda,
— Evimizi basmaya hakkınız yok! diye bağırdım.
— Kendisini gazetelerde fena bir adam diye tanıttığınız bir insanın evini niçin basıyorsunuz? Mademki ağabeyim fena bir adam, neden ondan bu kadar çekiniyor, kendisine bu kadar ehemmiyet veriyorsunuz? Burası benim evimdir. Bu evi basmaya hakkınız yok!
Kapıdaki kalabalık kendi aralarında konuşup görüşürken, yan taraftan birkaç kişi belirdi. Yanıma yaklaştılar ve kapının aralığında fısıltı halinde:
—Korkmayın! dediler, biz Mustafa Kemal’in adamlarıyız. Evi kimseye bastırmayız. Siz kapıyı kapatıp, çıkın yukarı!
Ağabeyimin adamlarının bizi bu kadar dikkatle takip ve himaye etmeleri beni çok gururlandırdı. Sevinçle yukarı çıktım. Kocama haber verdim. O da çizmelerini giyindi. Yan odaya geçti.
Bu sefer annemin yanına gittim:
—Anne, dedim, endişe etme! Ağabeyimin adamları da etrafta dolaşıyor.. . Hiçbir şey yapamaz kimse! Tekrar aşağı indiğim zaman, kapıdaki kalabalığın dağılmış olduklarını gördüm.”
Tekrar Makbule Hanım’ın hayat öyküsüne dönelim..
Mustafa Kemal Atatürk; ölümünden kısa bir süre önce vasiyetini hazırlatmış ve Makbule Hanım’a “yaşamını onurlu olarak sürdürmek” şartıyla İş Bankası’ndaki payının yıllık gelirlerinden ayda l.000 lira ödenmesini ve hayatta olduğu sürece de Çankaya’daki küçük köşkte oturabileceğini vasiyet etmişti.
Makbule Boysan, özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği ekonomik sıkıntı nedeniyle kendisine bağışlanmış olan bazı bağ evlerini satmak zorunda kalmıştı. Hatta vasiyet gereği İş Bankası’ndan kendisine verilmesi gereken 1.000 liranın da yükseltilmesi için yargıya başvurmuştu.
Makbule Hanım, 1946 yılında eşinden ayrılmıştı. 1947’den itibaren Atatürk’ten yadigâr anlamına gelen “Atadan” soyadını kullanmaya başlamıştı.
Makbule Atadan, 1950 sonrası sağlığının bozulması nedeniyle bir süre İstanbul-Ankara arasında mekik dokudu. Kanser hastalığının ilerlemesi üzerine yeniden Ankara’ya gelen Makbule Atadan, dokuz ay süreyle tedavi görmesine rağmen, bu amansız hastalığın pençesinden kurtulamayarak, Gülhane Askeri Hastanesinde, 18 Ocak 1956’da 71 yaşında vefat etti.
Makbule Atadan’a devlet tarafından 19 Ocak 1956’da resmî tören düzenlenmiş, cenaze törenine Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Meclis Başkanı Refik Koraltan, Başbakan Adnan Menderes, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı İsmet İnönü, bakanlar, milletvekilleri, diğer resmi görevliler, askerî bando ve askerî kıtanın yanı sıra kalabalık bir halk kitlesi de katılmıştı.
Makbule Atadan, son günlerinde ağabeyine ve kendisine ait birçok belge ve eşyayı da Albay Halil Nuri Yurdakul’a vermişti. Bu nedenle çeşitli zamanlarda kendisiyle görüşülmüş ve anlattıkları kaydedilmiştir. Kendisiyle ilk görüşmeyi Selime Seden, 1947 yılında Akın gazetesinde yapmıştı. 1948’de yine Selime Seden tarafından aynı gazetede yeni bir görüşme daha yayımlanmıştı.
1950 yılında Yaşar Yula tarafından Zafer gazetesinde yeni bir görüşmesi yayımlandı. 1953 yılında Yeni İstanbul gazetesinde “Büyük Kardeşim Atatürk” başlıklı uzun bir haber yer aldı.
Son olarak Gülhane Askeri Hastanesinde hasta yatağında gazeteci Mihri Belli’nin sorularına yanıt vermiş ve bunlar da 1955’te ölümünden kısa bir süre önce Milliyet gazetesinde “Ağabeyim Mustafa Kemal” başlığı ile yayımlandı.
Murat Bardakçı’nın yayına hazırladığı hatırat da bu zincire eklenmiş oluyor.