Öklid’ten Nasireddin Tusi’ye, Tusi’den Uluğ Bey’e Bilim |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Şirince, Ege Bölgemizde ”şirince” bir köy.Tarihle yaşayan Selçuk İlçemizin 8 kilometre uzağında; acıların çokça yaşandığı bir mübadele köyü. Şimdilerde acılar, yerini turizmin o renkli yanına bırakmış.
Sözünü etmek istediğim Şirince değil; Şirince’nin içinde, Şirince’den de şirin, yapay bir köy. Yani köy içinde bir köy… Nesin Matematik Köyü…
Şirince girişinden hemen sola dönünce, anlaşılması zor üç yol görürsünüz. Bu üç yoldan en dar ve en köylü yol!, sizi Nesin Matematik Köyü’ne götürür. Ama sanmayın ki harika bir asfaltta yol alacağınızı ya da hiç değilse parke bir yol olacağını…
Tam aksi, toprak ve iki aracın geçmesine olanak vermeyen daracık bir yol. Sanki bu köye öyle kolay gelinmez, burada her şey “kent içinde şatafat yoktur” mesajını veriyor gibidir. Köyü bulup aracınızı bir yerlere park edersiniz-Bu Köy’e genellikle insanlar Şirince’den bir km yolu yürüyerek gelirler-Bu bize ders oldu.
Köy’e girişte sizi muhtarlık binası, çeşitli sanat yapıtları yontular ve Köy’e katkı koyanların büyükçe bir liste de isimleri yazılı tabelası karşılar. Tarihi bir Köy zannedilecek Köy’ün tarihi ise aslında çok yenidir (K.T:2007). Düşünce mimarı Ali Nesin, şimdilik orada dersler vermektedir. Köy’ün uygulama mimarı Sevan Nişanyan ise hapistedir. Gerekçe ise- aşağı yukarı, Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu’na aykırı davranmaktır. Bu mimar, Şirince’yi dünyaya armağan etmiş şimdi cezasını çekmektedir. Nişanyan, Matematik Köyü’nün karşısındaki kayalara sembolik, mitolojik, mezar anıtını yapmış- Dahası, bu anıt mezar içinde yargılanmaktaymış.
Şimdi gelelim sadede: Bizim Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) bu Matematik Köyü’ne bir süredir takmış vaziyette… Hiç işi gücü yokmuş, sanki üstlerine vazifeymiş gibi Bilimsel Dergi çıkarıp bunu uluslararası geçerliği olan bir şekle sokarak, bilim dünyasına katkı yapma sevdasına düşmüş. Altı ayda bir çıkan bu dergi, yedinci sayısına ulaşmış; Bu derginin omurgasını oluşturan bilim insanları ise böyle zamanlarda Matematik Köyü gibi yerlerde aydınlatma söyleşileri yapar olmuşlar. Bunun için de, 16-19 Nisan 2015 tarihinde, Şirince’de EMO 2. Akademik Kamp’ı yapmaya karar vermişler. Kampa, EMO tarafından, 36 üniversiteden 52 yüksek lisans ve doktora öğrencisi (20 Kadın, 32 Erkek) davet edilmiş. Ayrıca 11 farklı üniversiteden 14 değerli öğretim üyesini de unutmayalım. 4 gün süren sabah saat 09.00’dan, akşam saat 22.00’lara kadar süren seminer ve ders programı düzenlediler. Yüksek düzeyde ve genç beyinlerin, o doyumsuz, güzel sorularla bilgi edinmenin doruğuna ulaştığı bu programa katılmak benim için de ayrıcalıktı.
“Bu yıl yapılan akademik kampın konusu, “Görüntü İşlemede İleri Uygulamalar ve Son Gelişmeler” idi.
İsteyenin EMO kanalı ile katılabileceği bu etkinliğe, EMO Bursa Şubesi’ni arayarak bende dahil oldum.
Önce Köy’ün atmosferinden, sonra etkinlik kapsamında düzenlenen söyleşilerden inanılmaz etkilendim. Köy’ün içinde katkılarla yapılan üniteler, misafir ağırlama koğuşları; ama ille de kütüphane- aynı zamanda konferans salonu.
Protesto kulesi’nin en tepesine çıkıp Şirince’yi ve vadiyi seyretmek doyumsuz güzel, doğal olarak yetiştirilmiş ağaç ve bitki zenginliği… Gencecik lise öğrencilerinin Köy içinde özgüvenle dolaşmaları; kendi istekleri ile heyecanla Ali Nesin’in matematik derslerini izlemeleri, sürekli sorular sormaları çok etkileyiciydi…
Bunlar bir yana bizim aydınlatma platformunda neler oldu? Bir kısmını yazmak istiyorum. Bir kısmını diyorum çünkü, bu dört gün süren etkinliğin tamamını buraya sığdırmak, benim entelektüel dağarcığımla mümkün olmayabilir Onun için algılayabildiğim kadarını yazacağım. İşin kolayına kaçıp kendimi saklamak için de konuyu biraz da mizahi yolla anlatacağım ki anlamadıklarım anlaşılmasın.
Programın başında EMO, Kamp ve Bilimsel Dergi’ye ilişkin bilgileri EMO Yönetim Kurulu Başkanımız Hüseyin Yeşil ve Meslek İçi Sürekli Eğitim Merkezi (MİSEM) Komisyonu Başkanı Orhan Örücü verdi. “Bu tanıtım bilimsel değildi tabii; bildiğimiz EMO tanıtımına yönelikti.…”
Programda 14 seçkin akademisyenin olduğunu söylemiştik. Bunlar kendi alanlarında yetkin kişilerdi. Onları öğrenciler can kulağı ile dinleyerek sorular sordular salondaki akademik seviyeyi görünce biraz komplekse kapılmadım dersem yalan olur.
Ben diğerlerinden özür dileyerek, izlediğim, anlamaya çalıştığım, programdaki birkaç bilimsel sunumdan söz edeceğim:
“Bilim, Mühendislik ve Öğretim Kurumları” başlığı altında EMO Bilimsel Dergi Baş Editörü Prof. Dr. Hamit Serbest yaptığı sunumda, bilimin nasıl yapılması gerektiğini, bilimde naklin değil aklın önemini vurguladıktan sonra, inançlı insanların da bilim yapabileceğini yalnız, inançla bilimin ayrı düşünülmesini, aklın egemen olmasını bize bir güzel anlattı.
Serbest, öğretim kurumlarındaki gerileme ve yozlaşmayı örneklerle anlattı ki, dersi dinleyenler geldikleri üniversitelerde bunu yaşadıkları için en az Hoca kadar konuya örnekler verdiler. Sorular ve cevaplar insanın canını acıtacak kadar Türkiye’deki eğitimin kalitesinin durumunu gözler önüne seriyordu. ”Eski dostlar bu sunumu izlerken içimizden, 40 yıl önce devri Süleyman’a haksızlık ettiklerini düşündüler mi acaba?”
Etkinliğin ilk günü programı kapsamında Prof. Dr. Tayfun Akgül tarafından öğleden önce, “Bilim Etiği” öğleden sonra ise “Yüzsüz Yüz tanıma” başlığı altında sunumlar gerçekleştirildi.
Akgül, Bilim Etiği’ni anlatmaya başladığında ben, Türkiye de bilimin nasıl yapıldığını anlatacağını sandım. O ise nasıl yapılmadığını, koca üniversitelerde intihal yapmak için “ nasıl bilimsel yollar” bulunduğunu anlattı.
Hatta intihal ” bilimsel hırsızlık” yoluyla kişilerin, Türkiye’de önce profesör sonra, dekan, rektör, becerikli veya yandaş isen nasıl YÖK Başkanlığı’na kadar uzanabileceğini; sizin anlayacağınız bilim hırsızlarının Türkiye’de makbul kişiler olduğunu örnekler vererek anlattı.
Tayfun Akgül’ün öğleden sonraki sunumunda ise, gerçekten bilimsel metotlarla insanların ilk bakışta tanınamayacak fotoğraflarından nasıl tanınabileceği incelendi.- Benim Hoca’dan buradaki beklentim: bir önceki sunumunda bahsettiği yüzsüz intihalcilerin kobay olarak kullanacağı yönünde idi; ama o bütün nezaketi ile bizim tanımadığımız örnekler seçmişti.
Tayfun Hoca’nın ikinci bir şapkası daha var; o şöhreti sınırları çok aşmış bir karikatür sanatçısı. EMO yayınlarından çıkan “Fenni Karikatürler” kitabında da o sözünü edilen tiplerden bolca bulunuyor.
Akademik Kamp’ın bu bölümü çok merak uyandırdığı için katılımcıların yanında sunum yapacak diğer akademisyenlerde bu bölümü izledi.
Konu başlığı, “Öklid’ten Nasireddin Tusi’ye, Tusi’den Uluğ Bey’e Bilim” olan sunum Prof. Dr. Atilla Bir tarafından gerçekleştirildi. Bir, İstanbul Teknik Üniversitesi’nden (İTÜ) emekli, asıl işi elektrik- elektronik ama şimdilerde İstanbul Üniversitesi’nde, Bilim Tarihi dersleri veriyor.
Öncelikle söylemeliyim ki, beni en çok şaşırtan ve bilgi eksikliğimi besleyen Prof. Dr. Atilla Bir Hoca’nın “Öklid’ten Nasireddin Tusi’ye, Tusi’den Uluğ Bey’e Bilim’’ konulu sunumu oldu. Hoca bu konulara hobi olarak başlamış ama dünya çapında uzmanlaşmış.
Sunumdan önce görüştüğümüz için kendisi bana, “Sunum başlamadan sana büyük sürprizim var” dedi. Sürpriz daha sonra anlaşıldı. Döneminin en büyük alimlerinden Kadızade-i Rumi Bursalı ve Bursa’da ilim yapmış. Hoca sunumuna başlarken bizi şaşırttı. Bir, “Biliyor musunuz İslam Tarihi’nde çok büyük bilim adamları ve bunların çok eserleri vardır; Arapça ve çok azı Farsça yazılan bu eserlerin sahiplerinin yüzde sekseni Türk asıllıdır” dedi.
Hoppala! Ben işte bunu bilmiyordum. Dikkatimi daha fazla verdim. Sonra Atilla Bir, başladı bunların yazdıklarını ve bilime yaptıklarını saymaya. Önce, Hoca işi biraz geriye sardı. Büyük İskender’in dünyayı fethetmek için yola çıktığını sonunda ise genç yaşta fetih yollarında ölünce, döneminden sonra, fethettiği ülkelerin parçalandığını ve bunun dünyada köklü değişikliklere neden olduğunu vurguladı. Helenistik Çağ’ın bunun sonucu olduğunu ve bunun bizim coğrafyamızda da sonuçları olduğunu söylüyordu. Bilimsel düşüncenin ilk kez (M.Ö: 330-30) yıllarında Helenistik Dönem’de ortaya çıktığına işaret eden Bir, bu dönemde şehirlerde okul, kütüphane, tiyatro, tapınaklar ve spor tesisleri kurulduğunu belirti. Sunumdan, Helenistik Çağ’da bilim insanlarının etnik kökenlerinin sorulmadığı anlaşılıyor.
İskender sonrasında (M.Ö: 300) Anadolu’da birçok devlet ve medeniyet ortaya çıkıyor. İşte hepimizin yakından bildiği büyük matematikçi, Öklid (M.Ö: 330- 275) bu dönemde yaşıyor. Öklid’in birçok hipotez ve ispatının yanında, daha sonra bulunan bir yapıtta bu dahinin 2. Kitap, 6 öneri (a+b)2-(2a+b).b+a2 ilişkisinin kanıtı gösteriliyor.
Aynı çağda, İskenderiyeli Heron ise (M.S:10-70) bugünkü bilimin öncüsü oluyor ve günümüze 13 kitabı ulaşıyor Bunlardan günümüze ışık tutan 3 kitap mekanik ile ilgili olduğu, ayrıca ‘Pnömatik Çalışmaları ve Heron Çeşmesi’ de anılmaya değer görülüyor.
Buhar motoru dediğimiz şeyin işleyiş mantığı ilk kez Heron tarafından ortaya konuluyor. Dahası var ki, Otomatik kapılar, robot mekanizmaları, para otomatları Heron’un çalışmalarıdır.
Üçgen alanı hesaplamak için HERON Formülü:
Aynı dönemde Eratosthenes (M.Ö: 276-196) oturduğu yerde % 1,6 hata ile dünyanın çevresini buluyor. Bu arada dünyanın tam küre olduğunu da düşünüyor. Günümüzde Dünya’nın düz olduğunu iddia eden İslam alimlerine M.Ö. ki yıllardan bir ispat.
Antik Yunan’da, Batlamyus, Menelaus, gibi bilginler evrenin sırlarını bilim yoluyla çözmeye çalışıyorlar.
Helenistik Çağ’ın başlattığı bilgi çağı, İslam coğrafyasında da etkisini gösteriyor,
(1201-1274) Nasireddin Tusi tarih sahnesinde yerini alarak dünyanın tanınmış bilginlerinden biri oluyor. “Kelam, Felsefe, Hadis ve Matematik” çalışmaları olan Tusibir dönem meşhur Alamut Kalesi’nde saklanarak çalışmalarını yürütüyor.
Ünlü Maraga Rasathanesi’ni kuran Tusi’nin burada da dört yüz bin kitabı bulunduğu söyleniyor.
Timur’un torunu Uluğ Bey ise (1393-1449), hükümdarlığı döneminde hem ülkeyi yönetiyor, hem de matematik ve gök bilimleriyle uğraşıyor.
Uluğ Bey Rasathanesi’nde devasa bir ekvatoryal güneş saati bulunmaktadır(1417). -Şimdilerde İTÜ’de bu saatin aynısı inşa edilmiştir- (Tasarım:M.Erkök, M.Barutçu, A.Bir).
Gelelim Kadızade-i Rumi’ye (1364-1436). Bursa Kadısı Mehmet Çelebi’nin oğlu olan Kadızade-i Rumi, Bursa’da gördüğü eğitimden sonra, matematik ve astronomi öğrenmek için Horasan’a gidiyor. Semerkant’daki Rasathane’de çalışıyor. Astronomi ile ilgili birçok eseri bulunan Bursalı bu hemşerimizin Türbesi Semerkant ’da yer alıyor.
Aynı dönemde Uluğ Bey’in Kuşcusu olan Ali Kuşcu (bu adı oradan gelir) yukarda adı geçen bilginlerden ders alıyor. Fatih Dönemi’nde gelip Ayasofya Medresesi’nde müderris oluyor ve birçok esere imza atıyor. Fatih Camii’nde restore edilen güneş saatini onundur. Ayrıca astronomi ile ilgili birçok eseri bulunmaktadır.
1575 yılında kurulan Osmanlı bilgini Takiyuddin tarafından kurulan gözlem evini bilmeyenimiz, duymayanımız yoktur. Yine bu rasathane kurulduktan kısa bir süre sonra III. Murat tarafından topa tutularak yıkıldığı unutulacak gibi değildir.
Şimdi kısaca yazdıklarımızı ve yazamadığımız, Hocamızın ifadesi ile % 80 Türk olan diğer bilim insanlarına baktığımızda Bunların çoğu Osmanlı içinde “Tasavvuf, Fıkıh, Kelam” gibi şeyler öğrenirken; Astronomi, Matematik gibi pozitif bilimleri öğrenmek için Semerkant’a gidiyor. Çoğunun türbeleri de orada bulunuyor. O zaman da insanın aklına şu soru geliyor,“Demek ki Osmanlı da pozitif bilim yapılmazdı ve aydınlanma Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını mı bekledi?”
Gelelim Matematik Köyü’nün yaratıcısı Ali Nesin’in matematik sunumuna. Etkinliğin ikinci günü Nesin’i Köy’ün girişinde ilk gördüğümde; mitolojideki heykeller gibi sakallı, yürüyen bir heykeldi sanki. Adeta zıplayarak yürüyordu. Sunum akşam saat 20.00’da başladı. O yan taraftaki derslikten, liselilere verdiği dersten çıkarak geldi.
Karikatüre çok uygun yapısı ve davranışları olduğu için Tayfun Akgül Hoca her an onu karikatürleştiriyor.
Ali Nesin’in sunumunun ana başlığı “Mühendisler ve Matematik; Sayı Ne Demektir” olunca, “Eyvah kırk yıl önce öğrendiklerimizden bir de imtihan edilirsek” diye düşünürken, Ali Nesin belki otuz metrelik kara tahtanın-bu tahta yeşildi önündeki kutudan beyaz tebeşirleri ve silgiyi kaptı; raylı tahtayı ortada birleştirdi ve hızla bize dönüp,:“Dersimiz 2×2 kaç eder bunu ispat etmeye çalışacağız” demez mi!…
“Bunu bilemeyecek ne var” demeye kalmadan. Dersimiz başladı.” X=0, 1=2 ? , 2=Sn, Sn=sonsuz, x(0,1,2) ne oluyoruz?” Kocaman bir daire; dairede üst küme, alt küme v.s. tanımlamalar 1,2,3… teorem, aksiyom v.s… şimdi ispat… İspat çok önemli ispat olmadan olmaz…
Bu arada Ali Hoca 30 metrelik tahtanın bir ucundan bir ucuna uçarak geliyor, sanki zaman geçerse ispatı kaçıracak gibi hareket ediyor. Bir ara bize dönerek bir soru sordu. O kadar “sivri kişi” değişik cevaplar verdi.
Belli ki yeteri kadar tatmin olmamıştı. “Alt küme, alt küme diyor…” Önce sol kolunu hızla döndürmeye başladı. Eyvah yana uçacak sandım!. Daha sonra iki kolunu birden pervane gibi döndürmeye başlayınca bu sefer havalanacak sandım!. Bu arada “üst küme alt küme, ispat” diyor. Kurduğu denklemde bulduğu yanlışı düzeltip, “İşte ispatı görüyorsunuz 2×2=4 müş” diyor. Bu sonuca 30 metrelik tahtayı iki kez doldurduktan sonra varıyor. Gömleği pantolonundan çıkmış ter içinde kalmış bir şekilde ispatını adeta bizimle beraber kutluyor.
Ders bitince aklıma bir gün önce Takıyeddin Bin Ma’rufun’un Padişaha gök bilimlerini inandırmakla ilgili zorluğu geldi. Acaba Takiyeddin‘e “2×2 kaçtır deseydik nasıl cevap verirdi” diye aklımdan geçirdim.
Sonra da düşündüm ki; Ali Nesin’in durumu Takiyuddin Bin Ma’ruftan iyi değil.
Böylesi bir etkinlikte emeği geçenlere ve katılımcılara en içten dileklerimle teşekkür ediyorum.
*Mümin Ceyhan, Elektrik Mühendisi (Bursa 20 Nisan 2015)
…
Not: Kampa neden katılmak istediğini anlatan bir katılımcının düşüncelerini paylaşmadan edemeyeceğim.
“Katıldığım 1. Sinyal ve Görüntü İşlemede Son Gelişmeler Kamp’ı, benim için çok büyük bir dönüm noktası oldu. Amerika’dan döneli 1 sene olmuştu ve özel bir Şirkette Ar&Ge mühendisi olarak çalışmaktaydım. Kamp’da katıldığım konuşmalar, tanıştığım hocalar ve arkadaşlar sayesinde okula yeniden dönmem gerektiğini ve ancak daha çok öğrenerek ve araştırarak mutlu olabileceğimi fark ettim. Ardından işten ayrıldım ve Boğaziçi Üniversitesi’nde yüksek lisansa başladım. Şu anda sevdiğim bir konu üzerinde çalışıyorum ve eskisinden çok daha mutluyum. Düzenlenen birinci kampa katılmasaydım, ne bu kararı verecek cesareti kendimde bulabilir, ne de hala görüştüğüm arkadaşlarıma sahip olabilirdim. Bunun yanı sıra, şu anda fMRI üzerine bir projede çalıştığım ve tezimi de bu konu üzerine yapmak istediğim için, bu akademik kampta katılacağım konuşmaların bana çok büyük bir fayda sağlayacağını düşünüyorum.’’