“Eğer Jön Türkler arasında seçilmiş olan sayıca az fakat
mücadelelerinden vazgeçebilmek için ancak hayat sahnesinden
çekilmeleri şart olan bu adamların mukavemeti de kırılacak
olursa rahatça söylenebilir ki, dünya üzerinde bundan sonra büyük
çapta bir Türk imparatorluğunun kurulma imkânları kalmayacaktır.
Çünkü bu nesille beraber Türklerin Asya ve Afrika’da daimi bir
hâkimiyet iddiaları da son bulacaktır. Bundan sonra Türkler için ancak
menfi bir devlet söz konusu olabilir. Bu da ancak bir mucize olacaktır”
Sir Thomas Edward Lavrence
Ve Gerçekleşti.
Meçhule giden bir gemi kalktı limandan. Rota Belliydi belki ama hedefe ulaşmak meçhuldü. Uğurlayanı pek yoktu bu geminin. İstanbul’daki bir deniz acentasının düzenlediği ve Hindistan’ın Bombay limanına gidecek bu ticaret gemisine hükümetin onca teşvikine rağmen tüccarlar teveccüh göstermemişti. Bugünkü gibi yurt dışına mal satmak değil, almak revaçtaydı o zamanda.
Gemiye Endonezya taraflarına giden ve Aden’de başka bir gemiye aktarma olacak bir yolcuyla bey bindiler. Gemiye binmek isteyen üç yolcu da İzmir’den çıkmıştı.
İstanbul’dan yola çıkan gemi İzmir Limanına uğradı, burada bekleyen üç yolcuyu alıp Hindistan’a doğru yola koyuldu.
***
Harbiye Nazırlığı bugünkü İstanbul üniversitesinin bulunduğu yerdeydi. Harbiye nazırı Enver Paşa, Sultan Abdülhamit’in bıraktığı haber alma teşkilatı mirası üzerine kendine bağlı bir teşkilat kurmuştu; Teşkilat- Mahsusa. Teşkilat Birleşmiş Milletler gibiydi. İslam ve Türk dünyasının her tarafından insanlar vardı. Ağırlık Kafkas ve Balkan kökenli Osmanlı vatandaşlarındaydı. Sonraki yıllarda teşkilat yöneticileri içinde devlet başkanı olmuş insanlar vardı.
Teşkilat’ın adı resmi olarak Umur-ı Şarkiye Dairesi’dir. Merkezi, Nuri Osmaniye Caddesi, Şeref Sokak’ta, Tasvir-i Efkar gazetesinin karşısındaki bir binadaydı. Harbiye Nezareti’ne bağlı olarak kurulan teşkilat sadece Enver Paşa’ya bağlıydı.
1914 yılı şubat ayının ilk haftasıydı. Bugün Hukuk Fakültesi olan yerde Bab-ı Seraskeri -Genelkurmay-binası vardı.
Harbiye Nazırı, makam odasındaki şahsa şunları söylüyordu.
-Demek aradan geçen zamana rağmen kanaatini muhafaza ediyorsun Sami Bey. Şimdi bu kanaatini tatbik mevkiine koymak fırsatı elinde olsa aynı teşebbüsü yapar mısın?
Genç adam:
-Benim girişmek istediğim çok geç kalmış bir vazifenin ifasıdır. Elbette hazırım. Şüphe mi ediyorsunuz?
Harbiye Nazırı:
-Büyük bir işin arifesindeyiz. Vatana muazzam bir hizmet edeceksin Allah yardımcınız olsun.
Söylenenlerin aksine dönemin Osmanlı Hükümeti bilerek ve isteyerek bu savaşa girmiştir. Enver Paşa’nın amacı Emperyalistlerin sömürdüğü, işgal altında tuttuğu Türk ve Müslümanları işgalden kurtarmak; Türkistan’ı Anadolu’ya bağlamaktı.
Kuşçubaşı Eşref Bey Sultan Hamit Döneminde Arabistan’a sürgüne gönderilmişti. Burada Sultanın istibdatına karşı mücadeleye başlamıştı. Peşindeki takip güçlerinin baskısında bunalınca Hicaz’daki eylemlere ara verip Hindistan’a gitmiş, Rus yetkilileri atlatıp oradan Doğu Türkistan’a geçmiştir. Hindistan’da Hint istiklal hareketini idare eden liderlerle temaslarda bulunmuştu.
Eşref Bey Doğu Türkistan’daki Rus yönetimin de bulunan bölgelerdeki sosyal, siyasi ve ekonomik yaşamı gözlemleyip oradaki İslamcılar ve Türk milliyetçileriyle temas kurmuştu.
Enver Paşa Hacı Sami Beyden sonra abisi Eşref Beyle görüşerek bir eylem planı oluşturdular.
Bu plana göre:
1)Bir fedai grubu Hindistan üzerinden Türkistan’a geçecek,
2)Bu grup Rus Çarlığına karşı milli ayaklanmalar çıkarılacak,
3)Bu amaçla hücre tipi bir örgütlenme yapılacak.
Bu fedai grubu anavatana götürme işini Eşref Bey üstlenecekti. Önce Hindistan, sonra da Himalayalar aşılıp Kaşgar’a gidilecekti. Bu bölgede Çin Devletinin kontrolü zayıftı. Buradan da Çarlık kontrolündeki topraklara geçilecekti.
Gideceklerin sayısı dikkat çekmemek için az sayıda tutulacaktı. Harekete geçilmeden Teşkilat-ı Mahsusa’nın bölgedeki ajanlarıyla, Hint Hilafet komitesi ve kongre partisinin Müslüman liderleriyle temasa geçildi. Eşref Bey Liege kentinde toplanan Hint İstiklal Komitesinin konferansına katılmıştı. İngilizler tanıyabilirdi, o yüzden dikkatli olmak gerekiyordu.
Eşref ve Hacı Sami bey’ler heyetin beş kişiden ibaret olmasına karar verdiler. Eşref Bey Hindistan’da kalacak Sami beyle beraber mülkiye mezunu Emrullah Bey (daha sonra Erzurum milletvekili, Barkan), Dereli diye anılan Yüzbaşı Adil Hikmet bey, Tatar adıyla çağrılan Hüseyin Bey, Bursalı Gürcü İbrahim Bey (Haklıer).
***
Arabistan’daki takipçilerinden bunalan Eşref Bey arkadaşlarının saklanmasını sağlayıp, Bahreyn’e geçer. Burada bir yıl saklanır, sonrasında Maskat’a oradan tekrar Hindistan’a geçer. Hindistan’da İngilizlere karşı mücadele eden, daha önceden temas kurduğu milliyetçi örgütlerle görüşür. Onlara gerilla mücadelesi ve teşkilatlanma üzerine dersler verir. İsmi ondan önce oralara kadar ulaşmıştır. İngiliz yetkililer için tehlikeli bir misafirdir. Sürekli gözaltında tutulur. Bu temasları ona ileride Teşkilat-ı Mahsusa’nın faaliyetleri için güçlü bir zemin oluşturdu^.
Eşref Bey kılıktan kılığa bürünerek Hindistan’ı ve Türkistan’ı gezdi. İngilizler ve Ruslar padişahın Pan İslamist politikasına karşı teyakkuzda idiler. Sultanın dervişleri, şeyhleri Hindistan’da ve Türkistan’da dolaşıp padişahın propagandasını yapıyorlardı. Eşref Bey Ruslardan da kurtulmayı başarıp, Türkistan’daki Türk milliyetçileri ile temas kurdu. Rus bölgesinden Afganistan’a oradan İran’a geçti. En sonunda Hicaz’a geri döndü. Hicaz’a döndüğünde babasının tutuklandığını öğrenen Eşref Bey Sami Beyle beraber bir grup müfettişi kaçırdı. Babası bırakılınca onları serbest bıraktı. Hicaz iki kardeş için artık tehlikeli olmaya başlamıştı. Takip kuvvetlerinin sayısı ve başlarına konan ödül arttırılmıştır. İki kardeş buradan Mısır’a geçerler.
YOLCULUK
Eşref Bey Hindistan’a Arap atı satmaya giden bir tüccardı. Hacı Sami Bey ve tatar Hüseyin kürk ticareti için Türkistan’a gideceklerdi. Emrullah Bey ve Gürcü İbrahim Bey Basra’ya atanmış maarif memurlarıydı. Yolculuğa çıkmadan heyet Enver Paşa’ya veda etmeye geldiler. Paşa onları gözyaşlarıyla uğurladı.
O günün en hızlı vapuru Karadeniz-Basra hattına verilmişti. Heyet gizlice İzmir’e gitti. Amaç dikkat çekmemekti. Vapur İzmir’den sonra Port Sait’e uğrayacak, Süveyş kanalından geçip Cidde, Hudeyde ve Aden limanlarına uğranılıp oradan da Bombay’a gidilecekti. Yanlarında Kipert’in hazırladığı haritalar ve bölgeyi anlatan kitaplar vardı.
Vapurda fazla yolcu yoktu. Günlerce süren yolculuktan sonra gemi Bombay limanına girdi. Rıhtıma yanaşmadan İngilizler gemiye el koydular. Yolcuları gözaltına aldılar. Gemi Kızıldeniz’deyken Birinci Dünya Savaşı başlamıştı. İngilizler Osmanlıların Hindistan’ı karıştırmasından korkuyorlardı. Hint Müslümanları İngilizlerin yasalarına karşı “Biz İstanbul’daki Halifenin kanunlarına tabiyiz” diye karşı çıkıyorlardı. Heyet yabancıların yaşadığı bölgedeki bir otele yerleştirilerek gözaltında tutulmaya başladılar. Heyetin kaçmaktan başka çaresi yoktu. Beklemeye başladılar.
Oysa İngilizler her şeyden haberdardı. İngiltere’deki Hindistan Bürosundan Hindistan Hükümetine çekilen 15 Ağustos 1914 Tarihli telgrafta “…İki Çerkes, Sami ve Eşref Beyler İngiliz karşıtı Pan-İslam duyguları uyandırmak üzere İzmir’den Hindistan’a hareket edecekler. Oraya Varır varmaz 1864 yabancılar yasasına göre onları tutuklamak üzere yetkilisiniz” deniliyordu. 25 Ağustos 1914 Tarihli bir başka telgrafta ise Pan-İslamizm konusunda yeni bilgiler verilmiştir.
Heyet yabancıların yaşadığı bölgedeki bir otele yerleştirilerek gözaltında tutulmaya başladılar. Heyetin kaçmaktan başka çaresi yoktu. Beklemeye başladılar.
Hint Hilafet komitesi hemen çalışmalara başlamış; bazı görevlileri elde etmişlerdi. Komite üyesi Sait Han heyete haber göndererek on gün içinde kaçıracaklarını bildirmişti. Eşref Bey ve arkadaşları kıyafet değiştirerek kimseye fark edilmeden ayrıldılar. Sait Hanın görevlendirdiği Hint Müslümanlar onları Peşaver üzerinden Keşmir’e doğru üç ayrı koldan ve geceleri tercih ederek yol aldılar. Gandi’nin örgütlediği Kongre Partili Hintliler de yardımcı oluyorlardı.
Eşref Bey heyetten ayrılmıştı. Sait Han Eşref Bey’in Hindistan’da kalmasını sakıncalı bulmuştu. Eşref Bey hemen Arap yarımadasındaki Maskat bölgesine gönderilecekti. Liman gece tenhalaşıyor ve kontroller azalıyordu. Limanın uzak bir köşesinde bir balıkçı motoru hazırdı. Eşref Bey tekneye bindikten sonra dikkat çekmemek için yelkenler açılmış ve limanın ışıkları kaybolduktan sonra teknenin motoru çalıştırılmıştı. Ertesi gece tekne Maskat kıyılarına ulaşmıştı. Yolcusunu bırakan tekne geri döner. Eşref Bey de dostu Maskat Emiri’nin misafiri olur.
Hintliler Sami Bey ve arkadaşlarını Keşmir’in merkezine kadar getirirler. Bundan sonrası daha tehlikeliydi. Kaşgar’a geçmek için Himalaya dağlarını aşıp Pamir yaylasına girecekler buradan da çin ve Rus çarlığı arasında yer alan Küçük Pamir bölgesi tarafsız bölgeydi. Belirli kervan yolları dışındaki yolcular sınır muhafızları tarafından sorgusuz sualsiz kurşuna diziliyordu.
Sınırın öte tarafı için Hintli Müslümanların yapabileceği bir şey yoktu.
PAMİR YAYLASI
Bölge tenha ve susuz steplerden oluşuyordu. Geceleri dondurucuydu. Yiyecek bulma şansı avlanma dışında yoktu, yerleşim yerlerinin sayısı çok azdı. Hacı Sami Bey ve arkadaşları ana yolların yakın yolardan giderek, gayri meskun yerlerden geçerek Küçük Pamir’e ulaşırlar. İngiliz yetkililer, Ruslar’ı kaçaklar konusunda uyarmışlardı. Pamir’e geçmeden önce son kaldıkları yer İngiliz askerlerince basılır. Hacı Sami Bey ve arkadaşları şiddetli yağmurdan faydalanarak İngilizlerden kurtulup Pamir yaylasına geçtiler. Önlerinde uçsuz bucaksız yollar vardır. Küçük Pamir’de onlara göçebe Türkler yardım ederler. Hedef onlar için tehlikesiz olan Kaşgar’a ulaşmaktı.
Küçük Pamir’den Büyük Pamir’e geçen Kaşka Dağı’nda bir Rus müfrezesi karşılarına çıktı. Hacı Sami Bey çatışmaya girmedi. Rus müfreze komutanına evraklarını göstererek yollarını kaybeden tüccar grubu olduklarını söyledi.
Muhafızlar onları büyük Pamir’deki Rus merkezine götürdüler, Rus albayı karşısına çıkardılar. Rus komutan onları gördüğü için memnun kalmamıştı.
Sorgudan onları getiren subaya dönerek:
– Sen bunları yasak bölgede ele geçirdin. Elindeki talimat burada ele geçenleri hemen öldür yazıyor. Bu çapulcuları neden öldürmeyip karşıma getirdin?
Bu esnada Büyük Pamir yaylasının Kırgız Başbuğu Cabbar Binbaşı olayı duyup gelmişti.
Bu geniş sahada yaşayan Kırgız Türkleri göçebe oymaklar halinde yaşıyorlardı. Burada yaşayan Kırgızlarla iyi geçinmek mecburiyetinde olan Ruslar Kırgız aşiret liderlerine bir çeşit muhtariyet tanımışlardı. Bu yörenin sorumlusu da Cabbar Binbaşıydı. Rus komutan olaydan hemen Cabbar Binbaşıyı haberdar etmişti.
Kırgızlar etrafında silahlı muhafızlar bulunmasına rağmen Hacı Sami Bey ve arkadaşlarının yanlarına gelip konuşuyorlar onlara yiyecek getiriyorlardı. Hacı Sami Bey ve arkadaşlarının toplu namaz kılmaları da Kırgızları etkilemişti.
Hacı Sami Bey ve arkadaşları ertesi gün Rus komutanın huzuruna çıkarılır. Komutanın sağında iri yapılı, pos bıyıklı, tipik bir Kırgız oturuyordu. Kıyafeti, belindeki gümüş savatlı hançeri, yere değen kılıcı ile pek heybetli idi. Hacı Sami Bey sorguyu şöyle anlatır:
Bizler içeri girince, yüzümüze dikkatle baktı, arkasındaki Kırgıza yavaşça bazı şeyler söyledi. Komutanın işaretiyle bir Rus subay elindeki kâğıda bakarak sorguya başlar.
“Pamir’de bulunmaktaki amacınız ne? Daha önce buraya gelmiş miydiniz, size kim rehberlik etti. Nereden gelip, nereye gidiyorsunuz. Gideceğiniz son nokta neresiydi”.
Heyettekiler önceden kararlaştırılan cevapları verirler. Kaşgar’a giden tüccarlardı. Oradan Buhara’ya gideceklerdi. Tüm evrakları tamamdı. Tutuklanmalarını anlayamamışlardı. Ticaret serbest değil miydi? Bu cevaplar Cabbar Binbaşı’yı etkilediyse Rus komutan şüphe içindeydi. Söylediklerine inanmadığı belliydi.
Sorgudan sonra tekrar hapsedildikleri çadıra götürüldüler. Bir müddet sonra Cabbar Binbaşı’nın yanına çağırdılar. Çadırdan çıkınca şaşkınlığa kapıldılar. Çadırın etrafındaki Rus askerleri çekip gitmişti. Çadıra girdiklerinde Cabbar Binbaşı onlara yer gösterdi. Yine aynı ciddiyetteydi. Cabbar Binbaşı:
-Nereye gitmek istiyorsunuz diye sordu.
Hacı Sami Bey
-Ticaret için en uygun yer Kaşgar diye cevap verdi.
Cabbar Binbaşı:
-Cümleniz Hotan yoluna çıkarılacaksınız. Selametle gitmeniz için Çin sınırına kadar yanınıza muhafız vereceğim.
KAŞGAR’DA BEKLEYENLER
Abisi Eşref Bey Kaşgar’a ulaştığınızda sizi bulacaklar demişti. Şehre gruplar halinde girip tarihi Darga Bey Hanındaki iki odaya yerleştiler. Dikkat çekmemişlerdi. Kıyafetleri yerel halkın kıyafetleriyle aynıydı. Şehrin büyük bir çoğunluğu Uygur Türküydü. Çinli sayısı çok azdı.
Hana yerleştiklerinden kısa bir süre sonra oturdukları odanın kapısı açılır sarıklı, cübbeli, sakallı, genç bir insan içeri girer ve mükemmel bir İstanbul Türkçesiyle:
-Hoş geldiniz, sefa geldiniz… Nihayet kurtuldunuz. Gözlerimiz yollarda kalmıştı.
Bu gençle beraber yedi-sekiz kişi de aynı samimiyetle kucakladılar. Abisinin sözleri aklına geldi “Siz Kaşgar’a varmaya bakın. Sizden önce oraya gelenler size ulaşacaklar.”
Gelen gençlerin başkanı Ahmet Kemal Doğu Türkistan’da Osmanlı’daki modern okullar açmak, İstanbul Türkçesiyle öğrenim yaptırmak istiyorlardı. Bir grup arkadaşıyla İstanbul’a gelmiş; burada eğitim görmüş, eğitim görürken Türk ocaklarında siyasi faaliyetlerde bulunmuşlardı.
Kaşgar’a gelen bu gençler aşırı softaların muhalefetine rağmen bir öğretmen okulu kurmuşlardı. Yüzlerce gencin öğrenim gördüğü bu okul Rus konsolosunun dikkatini çekmiş; konsolos softa ve mollaların desteğini alarak bu okulu kapattırmaya çalışıyorlardı. Mollalardan tarih ve coğrafya okumak günahtır diye fetva çıkarmışlardı.
Hacı Sami ve arkadaşlarıyla görüşmek için Türkistan’ın her tarafından gençler Kaşgar’a geliyorlardı. Hacı Sami Bey yıllar sonra Türkistan’daki mücadeleyi değerlendirirken şunları söylemişti: “Çinliler ve bilhassa Ruslar Türkistan’daki hâkimiyetlerini sürdürmek için medreselilerde ve mollalardan faydalanmışlardır. Diğer problem ise feodal sistem ve ananeleriydi. Bunları ustaca kullandılar. Bu iki sistem daha sonra Enver Paşa’nın Türkistan Bağımsızlık mücadelesini başarısızlığa uğratmıştı.”
Hacı Sami Bey ve arkadaşları Kaşgar’a ulaştıklarında Osmanlılar savaşa girmişti.
Savaş Rus işgalindeki ve bağlı hanlıklarda yaşayan hakla ağır yükler getirmişti. Hacı Sami Bey bilhassa yedi su bölgesinde yaşayan Kırgızlar arasında örgütleniyordu. Uygun bir zamanda çarlığa karşı isyan başlatacaklardı.
Rus Duma’sı Türkistan’daki toprakların ve suların Çar’ın mülkü olduğunu ilan eden yasayı kabul etmeden Çarlık Hükümeti bu yasayı uygulamaya karar verdi.
Harp ihtiyacı için Türkistan’da üretilen ürünlere el koymuş halka karşılığında para yerine bono verilmişti. Halkın elindeki yiyeceklere et-buğday, kuru meyve ve sebze zorla el konuluyordu. Halkın elindeki silahlar toplanıyor; vermeyenler hemen kurşuna diziliyordu. Bütün bunlara ek olarak harp hediyesi ve harp ihtiyaçları vergisi, altında milyonlarca ruble isteniyordu. Ruslar bu parayı işbirlikçileri vasıtasıyla topluyorlardı. Bütün bu baskılar yetmezmiş gibi bir milyon kişiyi askere almaya karar vermişlerdi. Rus ordularının Alman orduları karşısında gerilmesi ve şanlı Çanakkale Zaferi, Türkistan’da duyulmuştu.
Sami Bey ve arkadaşları Yedisu Kırgızlarının önderleriyle temas ettiler. Sonra onlara katılmak için Kaşgar’dan hareket ettiler. Kaşkar’dan ayrılışlarını memlekete dönme söylentileriyle gizlediler. İçlerindeki asker olmayan tek insan Emrullah Beydi. Onun Afganistan üzerinden Türkiye’ye dönmesi ve faaliyetleri hakkında Enver Paşa’ya bilgi vermesini istediler. Hep beraber ayrıldılar. Emrullah Bey Afganistan yolunu tutarken Sami Bey ve arkadaşları Yedisu Kırgızlarına katıldılar. Yedisu Kırgızlarının Başbuğu Şaptan Batun Han’ın karargâhına yerleştiler. Çevredeki diğer Kırgızları da örgütleyerek mücadeleye hazırladılar.
İlk baskınlarında Rus kuvvetlerinden 170 tüfek ve kırk bin fişek ele geçirdiler. Bu maneviyatla bölgedeki tüm Kırgızlar ayaklandı. Önce telgraf hatları kesildi sonrasında Rus karakolları ve Rusların yerleştirildiği kentler tek tek ele geçirilmeye başlandı. Bu mücadele Fergana vadisindeki baskın hareketini alevlendirdi. Yedisu Kırgızları kuzeyde Kanaat Han, güneyde Şaptan Batun Han’ın oğulları Muhittin ve Hüsamettin Beyin idaresindeydi.
İsyan bütün Türkistan’ı sardı. Peterburg biraz daha gecikilirse bütün Türkistan’ın elden çıkacağını ve bununda Rusya’nın çöküşü olacağı biliyordu. Alman cephesindeki en seçkin birlikler seçilip Kırgızların üstüne yollandı. Yüz bin çadırlık Kırgız isyancılara karşı yüz bin kişilik bir ordu gönderilmişti. Osmanlı zabitlerinin idaresinde Kırgızlar Ekim 1916’dan aralık sonuna kadar direndiler. Kırgızların çoğu Ruslardan ele geçirilmiş derme çatma silahlarına karşı yeri gelen bu kuvvetler son derece yeri ve etkili silahlarla donatılmıştı. Bu kanlı savaş üç ay sürdü.
Kırgızların başarısı bir kısım Kazak, Nayman Boylarını da harekete geçirdi. Her yer Buhara, Fergana, Semarkant, Hive taraflarında isyanlar çıktı. Hive ve Harzem taraflarındaki isyanın başını Türkmen aşiretlerinin hanı Cüneyd Han çekiyordu. Kıpçak, Kazak ve Nayman boylarının liderliğini üstlenen Abdülgaffar Beyin pusuya düşürülerek ölümü isyan hareketini başsız bıraktı.
Kış gelmiş savaşmak güçleşmişti. Sami Bey Kırgızlara Çin’e geçmeyi önerdi. Rus kuvvetleri isyanın merkeze yayılmaması için bir hat yapmışlardı. Rus Komutanı Kropotkin Çinli bir Generali araya sokarak isyancıları teslim almak istedi. Yerel güçler teslim oldu. Hacı Sami Bey ve arkadaşları Çin sınırını aşıp beraberindeki Kırgızlarla beraber Hotan bölgesine geçti.
İsyan erken patlamıştı. Ve en kötüsü teşkilatsız ve lidersizdi. Özbekistan’ın ileri gelenlerin yaptığı toplantılardan netice çıkmamıştı, üstelik ayaklananların büyük bölümü silahsızdı. Rus Hükümetinin gönderdiği Kozakların yaptığı katliam bugün bile unutulmamıştır. İsyan acımasızca bastırıldı. Rus topları ve makineli tüfekleri direnişçileri ezip geçti.
İsyanı bastırma hareketi tam bir katliama dönüşmüştü. İsyana katılan veya katıldığından şüphe edilen tüm köyler kasabalar yakıp yıkılıyor yaşayanlar çoluk çocuk demeden katlediliyordu. İsyancıların mallarına el konulması; yağmanın serbest bırakılması Kozaklara ve yerel Rus yöneticilerine ayrı bir şevk veriyordu. İsyanın bastırılması altı aydan fazla sürdü. 1917 başlarında bastırılan isyanda 700 bin Türk ölmüş; 170 bini Sibirya’ya sürülmüş üç yüz bini de Doğu Türkistan’a kaçmak zorunda kalmıştı. Üstelik isyan hasat mevsiminde başladığı için hasat yapılamamış ve bölgede açlık başlamıştı. Katliamın büyüklüğü olayı o zamanki Rus Duması’na yansımıştı. Sonradan Rus Başbakanı olacak Kerenskiy “Sanki yeni cephe açtık” demişti. Çar göstermelik de olsa bir soruşturma açılmış, bazı görevliler hapisle cezalandırılmış, birkaç görevli asılmıştı.
Türkistan’daki yangının dumanı tüterken Rusya’da Devrim oldu; Şubat 1917 devrimi Çarlık idaresine son vermişti. Başbakanlığı üstlenen Kerenskiy’in savaşı sürdürme kararı yeni bir devrime yol açmış ve şavaşa karşı olan Bolşevikler iktidara gelmişti.
Bu kahramanlar savaşın kaderini değiştirdiler. Ruslar Alman Cephesinden kuvvetlerini çekince cephe çöktü. Ekim devriminin yolu açıldı.
İsyan bastırılınca İbrahim Bey ve arkadaşları Doğu Türkistan’a geçtiler. Çinli yetkililer onları gözaltına aldıysa da silahlarını taşımalarına ve halkla temaslarına izin verdiler. Kahramanlıkları herkeste saygı uyandırmıştı. Rus Konsolosunun baskısı üzerine İbrahim Bey ve arkadaşları muhafızlar eşliğinde Haziran 1919’da Şanghay’a gönderildiler. Kahramanlarımız burada korunaklı bir eve yerleştirildiler. Dünya Medyası, bilhassa ABD ve Alman Basını demeç almak, röpörtaj yapmak ve resim çekmek için her yola başvurdular. Ancak Sami Bey ve arkadaşları hiçbir teklifi kabul etmediler.
Zaman içinde Çinli yetkililer kontrollerini gevşetip kahramanlarımızın halkla, Pekin’deki Türkler ve Müslümanlarla görüşmelerine müsaade ettiler. Önce Çin Devriminin lideri Doktor Sun Yat-Sen Çin İhtilal Ordusuna, daha sonra Koreliler kahramanlarımızdan ordularında görev almalarını istediler. Ancak Osmanlı Devleti ve Japonya’nın dost olduklarını, böyle bir teklifi kabul etmeleri halinde iki devlet arasında problem doğacağını söyleyip reddettiler. Savaş bitince Osmanlı Devleti bir gemi kiralayıp Uzak Doğu’ya gönderdi. Gemi buradaki Osmanlı esirlerini toplayıp İstanbul’a getirdi.
Arif Hikmet Bey, İbrahim Bey ve Tatar Hüseyin 1921 yılında İstanbul’a döndüler. Hacı Sami Bey arkadaşlarından ayrılıp Sibirya üzerinden Rusya’ya kendini bekleyen kaderine doğru yola çıktı. İbrahim Bey Bursa’ya dönünce, Tatar Hüseyin gibi köşesine çekildi. Kuşçubaşı Eşref ve Hacı Sami Beyler 150’likler listesine alınınca siyasetten iyice uzak durdu. Sessizce hayata veda etti.
KAYNAKLAR:
1-Anavatanda Son BEŞ Osmanlı Türkü – Cemal Kutay
2-Medine Müdafii Fahrettin Paşa’nın anıları – Kandemir
3-Sömürgeciliğin ve Pan İslamizm Işığında Türkistan -1856’dan günümüze- Alaaddin Yalçınkaya
4-Kuşçubaşı Hacı Sami Bey – Ekrem Hayri Peker