Osmanlılar’da İhtisab Kurumunun Menşei, Gelişimi ve Orhan Gâzî’nin Bursa’da Çıkardığı İlk “İhtisab Ḳanunnamesi” |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Kuruluş devri Osmanlı Sosyo-Ekonomik tarihi üzerinde yapılan çalışmalar, kaynak ve belge yetersizliği nedeniyle ne yazık ki oldukça az ve sınırlı sayıdadır. Tarihçilerin çoğu tarafından Osmanlı tarihinin en karanlık dönemi olarak nitelendirilen bu sürece dair, ilk devirlerdeki ticarî, sosyal ve ekonomik faaliyetlere ilişkin birkaç kronikte yer alan küçük atıflar dışında fazla bir veri elde edilemediği için, bu alandaki çalışmalar daha çok Osmanlı klasik çağı ile sınırlı kalmış ve buna bağlı olarak pek çok ticarî kurum ve uygulamanın başlangıcı ve ihdası da tahminî bir yaklaşımla doğrudan XV. yüzyıl ortaları ya da sonlarına odaklandırılmıştır. Bu durumun bir sonucu olarak, kuruluş devri Osmanlı İhtisab faaliyetleri hakkında bugüne kadar kayda değer hiçbir çalışma yapılmamış; Osmanlılar’ın tespit edilebilen en eski İhtisab Kanunları ise II. Bâyezîd’in 907/1502 tarihli Bursa, Edirne ve İstanbul İhtisab Kanunnâmelerinden ibaret kalmıştır.
Bu makalede ʿĀşıḳ Paşa-zāde Tārīḫi’nde Osman Gâzî’nin çıkardığı bildirilen ilk Bāc Ḳānūnu’ndan, II. Bâyezîd’in Bursa İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’ne kadar uzanan süreç ele alınarak, Osmanlılar’da İhtisab kurumunun ortaya çıkış ve ilk gelişim safhaları aydınlatılmaya çalışılacak; Orhan Gâzî’nin Bursa’da çıkardığı, şimdiye dek varlığı bilinmeyen 21 maddelik en eski Osmanlı İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi tanıtılarak, içeriği ve tarihî açıdan önemi mercek altına alınacaktır[1].
Anahtar kelimeler: İhtisab, Bursa, Orhan Gazi, muhtesib, narh, bac.
The Origin and Development of the Municipal Police Department
in the Ottoman State and The first “Law on Municipal Police
Department” Introduced by Orhan Ghazi in Bursa
The studies conducted on the Socioeconomic history of the Ottoman State in its foundation period are unfortunately quite few due to insufficiency of the resources and documents. As no data can be obtained other than the minor quotations found in some chronicles regarding the commercial, social and economic activities in the early phase of Ottoman history which is qualified as the darkest period by most of the researchers, the studies in this area are mostly limited to the classical age of the Ottoman State. Thus the beginnings and formations of many business entities and practices are focused directly on the midst or end of the XVth century through an estimating approach. As a consequence, no significant study concerning the Municipal Police Department activities in the foundation period of the Ottoman State has been carried out so far and the earliest Ottoman Laws on Municipal Police Department determined are the Municipal Laws of Bursa, Edirne and Istanbul dated 907/1502, by Bâyezîd II.
In this article it will be attempted to shed light on the emergence and the primary development phases of the Municipal Police Department in the Ottoman State by discussing the dark period, namely from the first Bac (bazaar tax) and Timar Law reported to have been introduced by Osman Ghazi in the chronicles of Âşık Paşa-zâde, to the Law on Municipal Police Department in Bursa by Bâyezîd II; the content and the historical significance of the earliest Ottoman Law on Municipal Police Department consisting of 21 articles introduced by Orhan Ghazi in Bursa that has been unknown up to now will be analysed after introducing it herein.
Key words: Municipal Police Department, Bursa, Orhan Ghazi, municipal police officer, fixed price, bac.
İktisadî ve ticarî faaliyetleri denetlemek, devlet tarafından tespit edilen belirli miktardaki Bāc ve Narḫ bedellerini tahsil etmek için kurulan “İḥtisāb” kurumunun ortaya çıkışı Hazret-i Muhammed (s.a.v.) zamanında gerçekleşmiş ve ilk kez sahâbenin önde gelenlerinden Hazret-i Ömer (r.a.) Medine’ye, Sa‘îd bin Sa‘îd İbnü’l-Âs (r.a.) ise Mekke’ye Muḥtesib olarak tayin edilmiştir[2]. İhtisab müessesesi Hazret-i Ömer’in halifeliği döneminde kurumsal anlamda büyük bir gelişme göstermiş[3]; Hazret-i Peygamber (s.a.v.)’in bu uygulamasından ilham alan tüm İslâm devletlerinin yöneticileri zamanla fethedilen tüm şehirlere kadılarla birlikte, toplumsal yaşamı düzenleyip kontrol edecek, çarşı ve pazarları denetleyecek muhtesibler de tayin etmişlerdir.
İslâm sosyo-ekonomik tarihinin ilk ve en önemli müesseselerinden biri olarak ortaya çıkan İhtisab kurumu Abbâsîler, Endülüs Emevîleri, Fâtımîler, Eyyûbîler, Selçuklular ve Memlûkler gibi İslâm devletlerinde asırlar boyunca çeşitli kanun ve kriterler çerçevesinde gittikçe gelişerek devam ettiği gibi, Anadolu Selçukluları’ndan sonra doğal olarak, Batı Anadolu ucunda yeni bir Türk-İslâm devleti olarak ortaya çıkan Osmanlılar’a da intikal etmiş ve bu dönemde tarih boyunca ulaşabileceği en olgun ve mükemmel seviyeye erişmiştir[4].
Osmanlı tarihinde İhtisab kurumuna yönelik ilk uygulamaların ve ilk kanun ihdasının kurucu hükümdar Osman Gâzî döneminde Eskişehir’de ortaya çıktığı, devrin görgü şahidlerinin anlatılarına dayanan rivayetlerden açıkça anlaşılmaktadır[5].
Orhan Gâzî’nin imamı İshak Fakih’in oğlu Yahşi Fakih’in Menāḳıb-nāme’sine dayanarak bir Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān yazmış olan Âşık Paşa-zâde, Karacahisar’da Osman Gâzî adına hutbe okunup bölgeye kadı ve subaşı tayin edilince, İslâm devlet geleneği gereği çarşı-pazar işlerini teftiş ve kontrol edecek, esnaf ve tüccardan belli miktarlarda Bāc vergisi alacak bir yetkili atanması konusunun da gündeme getirildiğini; ilkin Örfî kanunlara sıcak bakmayan Osman Gâzî’ye, İhtisab kurumunu ve ahkâmını bilenler tarafından bu verginin İslâm şehirlerinde öteden beri uygulanan bir kanun olduğu söylenmek suretiyle, Germiyan’dan gelen bir kişiye ilk Muḥtesib’lik vazifesinin tevdî edildiğini şu ifadelerle haber vermektedir:
“Ḳāḍī ve su-başı ḳonuldıḳlayın bu ḫalḳ ḳānūn ister oldılar. Germiyān’dan bir kişi geldi, eydür: ‘Bu bāzāruñ bācını baña ṣatuñ!’ dir. Bu ḳavm eyitdiler: ‘Ḫān’a varalum!’ didiler. Ol kişi Ḫān’a vardı, söyledi. ʿOs̱mān Ġāzī eydür: ‘Bāc nedür?’ Ol kişi eydür: ‘Bāzāra her kişi-kim gelse, ben andan aḳça aluram.’ didi. ʿOs̱mān Beg eydür: ‘Senüñ bu bāzār ehlinde alumıñ-mı var ki aḳça alırsun?’ Ol kişi eydür: ‘Ḫān’um bu töredür, cemīʿ-i vilāyetlerde vardur kim, pādişāh olanlar alur.’ ʿOs̱mān Ġāzī eydür: ‘Tañrı-mı buyurdı, yoḳsa begler kendileri-mi itdiler?’ dir[6]. Bu kişi eydür: ‘Töredür Ḫān’um, ezelden ḳalmışdur.’ dir. ʿOs̱mān Ġāzī be-ġāyet ḳaḳıdı, eydür: ‘Bir kişi kim ḳazana, gayrınuñ-mı olur? Onuñ mülkinde benüm ne daḫlüm vardur kim andan aḳça alam? Bire kişi, var git artuḳ bu sözi söyleme, saña ziyānum deger!’ didi. Ve bu ḳavm eyitdiler: ‘Ḫān’um bu bāzārı bekleyenlere ʿādetdür kim bir nesnecük vireler.’ didiler.”[7]
Çağdaş bir görgü şahidi olan Orhan Gâzî’nin imamı İshak Fakih’in anlatılarına dayanan bu sözler, unvan ve statüsü belirtilmemekle birlikte, Osmanlı Devleti’nin henüz kuruluş yıllarında ilk Muḥtesib tayininin ve basit anlamda Bāc’a ilişkin ilk düzenlemenin ne şekilde gerçekleştiğine ilişkin orijinal bilgiler vermektedir.
Bundan sonra müellif, kaynağı olan Yaḫşi Faḳih Menāḳıbı’ndan, Osman Gâzî’nin çarşı-pazar esnafına yönelik çıkardığı ilk Bāc ve Tīmār Ḳānūnu’nu bize aynen şu ifadelerle aktarır:
“Her kişi-kim bāzāra bir yük getüre, ṣata; iki aḳça | virsün ve her kim ki ṣatmasa hīç nesne virmesün… Her kim bu ḳānūnı boza, Allāh Teʿālā anuñ dīnin ve dünyāsın bozsun…
Ve daḫı her kime kim bir tīmār virem, anuñ sebebsüz elinden almayalar ve hem ol öldigi vaḳtda oġlına vireler.
Ve eger küçücek daḫı olursa vireler, ḫidmetkārları sefer vaḳtı olıcaḳ sefere varalar, tā ol sefere yarayınca.
Ve her kim ḳānūn düzerse Allāh Teʿālā andan rāżī olsun!
Ve eger neslümden bir kişi bu ḳānūndan gayrı bir ḳānûn ḳoyacaḳ olursa, idenden ve itdürenden Allāh Teʿālā rāżī olmasun.”[8]
Kurucu hükümdar Osman Gâzî’nin, Eskişehir pazarına gelen esnafın “Ürününü sattığı takdirde 2 akça vermesi, satamadığı takdirde hiç vermemesi” esasına dayanan, basit anlamda Bāc uygulamasına yönelik yukarıdaki ilk kanununu, devletinin kuruluş tarihi olan 699/1300’de yürürlüğe koyduğu[9] bir görgü şahidi olan İshak Fakih’in anlatıları doğrultusunda tespit edilebilmekle birlikte, onun bu kanunu yazılı bir metin halinde kayıt altına aldırıp-aldırmadığını bilemiyoruz. Bununla birlikte yukarıdaki metnin üslûbu ve şekli itibariyle, basit bir yazılı Ḳānūn-nāme metnini çağrıştırdığı söylenebilir[10].
Özellikle onun, bu kısacık Ḳānūn-nāme metninin içinde bile ileride gelecek neslini yeni kanunlar çıkarmaya teşvik eden bir maddeye yer vermesi, kendisinin de o tarihte bu kanunları yazılı olarak çıkarmış olma ihtimalini kuvvetlendirmektedir[11].
Osman Gâzî’nin Karacahisar’da adına hutbe okuttuktan sonra kurdurduğu Eskişehir pazarı ve orada ihdas ettiği ilk Bāc’ın XVI. yüzyıl başlarında hâlâ yürürlükte olduğu, 937/1530 tarihli Sultanönü Sancağı Tahrir kayıtlarından açıkça anlaşılmaktadır.
Bu tahrir kayıtlarından biri, geçmişte Osman Gâzî adına Cuma namazında hutbe okunduğu ve pazar kurulduğu bildirilen Eskişehir’in hâlâ Cuma’sının kılındığına ve pazarının durduğuna işaret etmekte[12]; onu takip eden bir başka kayıt ise, Eskişehir pazarının Bāc’ının alınan öşür ve resmlerle birlikte ulaştığı yıllık toplam miktarı bildirerek, Osman Gâzî tarafından burada iki buçuk asra yakın bir süre önce ihdas edilen Bâc’ın hâlâ alınmaya devam ettiğini göstermektedir[13].
Osman Gâzî’nin çıkardığı Bāc Ḳānūnu’ndan aktardığımız cümleler, Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde, daha ilk yıllarda çarşı-pazar esnafına yönelik basit de olsa birtakım kanunların ihdas edildiğini göstermektedir. Bu bilgiler ışığında Osmanlılar’da Muhtesib tayininin ve İhtisab kurumunun faaliyete geçirilişinin ilk defa Osman Gâzî döneminde gerçekleştiği söylenebilmekle birlikte, -Fâtih’in ele geçmeyen Ḳānūn-nāme’si dışında- bugüne dek Sultan II. Bâyezîd’in Zî’l-hicce 907/Haziran 1502’de çıkardığı Bursa İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’nden daha önceye ait hiçbir İhtisab kanunnâmesi’nin varlığı tespit edilememiştir[14]. Halbuki Osmanlı Devleti’nin bürokratik anlamda asıl kurucusu sayılan Orhan Gâzî’nin, Eskişehir pazarına Muhtesib tayin edip kanun çıkaran babasının: “Her kim ḳānūn düzerse Allāh Teʿālā andan rāżī olsun!” şeklindeki açık teşvikinden hareketle, ticarî ve ziraî yönden oldukça gelişmiş bir şehir olan Bursa’yı fethettikten sonra buradaki esnaf ve ticaret erbabına yönelik daha geniş bir Ḳānūn-nāme çıkarmış olması keyfiyeti, hâl-i hazırda devlet geleneğindeki devamlılık teamülünün bir gereğidir. Zira kurucu hükümdardan Fâtih’e kadar uzandığı bilinen İhtisab kanunlarının bir anda gelişmiş bir form halini alamayacağı, bunların ancak Orhan Gâzî’den II. Murad zamanına kadar uzanan süreçteki Sosyo-ekonomik gelişmenin bir sonucu olarak ortaya çıkacağı izahtan vârestedir.
İşte biz, bu tarihî perspektife tamamen uygun şekilde; Galata Mevlevîhânesi’nden Süleymaniye Kütüphanesi’ne intikal etmiş bir yazmanın başında yer alan Kitāb-ı Ḳānūn-nāme adlı kanunlar mecmuasının[15] içinde, Orhan Gâzî’nin basit ve ibtidaî bir tarzda hazırlanmış ilk İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi ile karşılaştık[16]. Yalnız ticarî alanda değil, genel anlamda Osmanlı Devleti’nin Kuruluş devrinden günümüze intikal etmiş en eski yazılı kanunnâme metni olma özelliğini taşıyan bu küçük Ḳānūn-nāme, mecmuanın kimliği meçhul müellifi tarafından belirtildiğine göre; Sultan II. Selim’in kendisinden önceki tüm Osmanlı örfî kanunlarının bir araya toplanması ve hepsinin yazılarak “bir mücelled defter olması ḫuṣūṣında, ḥükm-i ḳader-tūvān ve fermān-ı ḳażā-cereyān” isdar etmesi üzerine[17], eski Osmanlı arşiv belgeleri arasında bulunarak diğer kanunnâme metinleriyle birlikte 978/1571 yılında kayıt altına alınmıştır[18].
Farklı kanunnâme metinlerini “Faṣl” başlıkları altında bir araya toplayan Ḳānūn-nāme derleyicisi, Orhan Gâzî’nin İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’ni diğerlerinden farklı olarak, içeriğinin ve mahiyetinin ne olduğuna ilişkin hiçbir vurgu yapmaksızın, sadece eserine Ṣūret-i Ḳānūn-nāmeʾ-i Orḫān Beg -Ṭābe S̱erāhu- gibi belirsiz bir başlıkla kaydetmiştir[19]. Görünüşe bakılırsa o, Orhan Gâzî’nin İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’ni ya belgenin orijinalinden, ya şimdi mevcut olmayan çok eski tarihli bir Bursa Şerʿiyye Sicil Defterinden, yahut o devrin muhtesibinin soyundan gelenlerin elinde bulunan bir suret, bir Narḫ defteri veyâ bir Ḳānūn-nāme mecmūʿasından çıkarıp nakletmiştir.
Bosna’lı Koca Nişancı Hüseyin Efendi Bedāyiʿu’l-Veḳāyiʿ adlı eserinde diğer Osmanlı kroniklerinde rastlanmayan önemli bir bilgi naklederek, Sultan Orhan’ın Bursa’yı fethinin ardından devletinin güngörmüş, tecrübe sahibi ileri gelenlerini bir araya topladığını, onlara devletini yöneteceği bir Dîvân tesis edecek başkent kurma konusunu danıştığını, onların ise Orhan Gâzî’ye iktisadî, ticarî ve ziraî yönden gelişmiş bir şehir olmasını gerekçe göstererek Bursa’yı başkent yapmasını tavsiye ettiklerini şu ifadeler ışığında haber vermektedir:
“Ebū’l-meġāzī Sulṭān Orḫān-ı Ġāzī Sulṭān-ı ʿālī-şān olub, rūz be-rūz leşkeri firāvān ve Bāb-ı ʿālī’si merciʿʾ-i ahālī vü eʿālī olmaġla: ‘Dīvān itmek içün bir vāsiʿ mekān ve tenezzeh ü taʿayyüş içün bir şehr-i Firdevs-nişān lāzım olmışdur!’ diyü ʿuḳalā ve aʿyān-ı devleti ile meşveret eyledikde, pīrān-ı rūz-gār-dīdelerden baʿżıları: ‘Benüm devletlü Sulṭān’um! Pādişāhān bir şehristānda mekān ṭutmaḳ gerekdür ki; ol şehrde taḥṣīl-i māl ve hem teshīl-i vücūh-ı maʿīşet-i ʿumūm-ı ricāl mülāḥaẓa olına. Bunlaruñ ḥuṣūli zirāʿat ü ḥirāset ve ticāret ü ṣanāʿat ile olur. Bu taḳdīrce şehr-i behcet-āsāʾ-i Burūsa’da bunlaruñ ahālīsi mevcūd ve müheyyādur. Bir şehr-i muʿaẓẓamdur ki; eṭrāf u eknāfı mezāriʿ ü merāʾiʿ olub, kendüsi bāġ u bostān u gülistān olub, āb-ı zülāl her ḫānelerinde salsāldür. Ekinciler murādları üzere eküp-biçüp maḥṣūl alurlar ve aḳṣā-yı maġrib-zemīn ve memālik-i Frenk’den ve ser-ḥadd-i şarḳīʾ-i Türkistān, tā memleket-i şeb-rengān-ı Zeng, her kes dīnār-ı surḫ-ı maġribī ve derāhim-i ḳamerī ile gelüb ticāret iderler. Ve tuvānā vü dervīş yāz u ḳış ṣafā vü ʿıyş idüb, bī-teşvīş olacak kūşeleri bī-ḥudūd, eyyām-ı ḥārrede ṣovuḳ ṣuları ve hengām-ı şitāda ḳaplucaları olub, bilā-ḫurd u bī-minnet istiḥmām iderler.’ deyüb ve buña meṣābe ol-deñlü evṣāf-ı cemīlesin beyān idüb: ‘Dārü’s-salṭanat olmaġa lāyıḳ ve münāsibdür!’ diyü müttefiḳu’l-kelām oldılar, Sulṭān Orḫān daḫı reʾylerüñ pesend idüp Burūsa şehrini dārü’l-mülk eyledi.”[20]
Bursa’nın fethinin 722/1322 yılı ortalarında gerçekleştiği ve Beg-sarayı’nın aynı yıl içinde faaliyete geçirildiğini gösteren çağdaş kayıtlar[21]; bizi Orhan Gâzî’nin bu Dîvân müzâkeresini fetihten kısa bir süre sonra, 1322 yılı içerisinde, ancak Osman Gâzî’nin Yenişehir’deki sarayının Dîvân-hânesi’nde yapmış olabileceği sonucuna itmektedir.
Tarihî realiteye tamamen uygun şekilde, Bursa’nın başkent oluşunu şehrin merkezî konumu, iç ve dış ticaret açısından yoğunluğu ve sağlık ve tedavi amacıyla yapılan seyahatlerin çokluğuna odaklandıran bu rivayetin; şehrin göze çarpan en önemli yönü olarak ilk sırada ziraat, ticaret ve sanat erbabının burada toplanmış olmasını ön plana çıkarması dikkate değerdir[22]. Rivayete göre Sultan Orhan Bursa’yı fethettiği sırada, şehrin merkezinde bu iktisadî ve ticarî zümrelerin tümünü mevcut ve hazır bir halde bulmuştu. Dolayısıyla iç ve dış ticaret yönünden oldukça gelişmiş böylesine yoğun ve hareketli bir şehrin ticarî faaliyetlerinin belirli şartlar ve standartlar dahilinde düzgün bir şekilde yürütülebilmesi için, daha önceki İslâm devletlerinde de uygulanan kural ve yaptırımlar çerçevesinde, bu faaliyetlerin denetim ve kontrolünü sağlayacak birtakım kanunların ihdas edilmesi zarureti doğmuştur. İşte Orhan Gâzî’yi Bursa’daki esnaf ve sanatkârların üretim ve maddî gelirlerinin teftişine yönelik, elimizdeki İhtisab kanunlarını çıkarmaya sevk eden en önemli etkenin de bu olduğunda şüphe yoktur.
Üzerinde hangi tarihte düzenlendiğine ilişkin herhangi bir ibare bulunmamakla birlikte, içerisinde “dībā” yani “ipek” narhına ilişkin bir maddenin de yer alıyor oluşuna bakılarak[23], Orhan Gâzî’nin bu kadîm Ḳānūn-nāme metnini, ülkesinde ipek ticaretinin iyice yaygınlaştığı ve geliştiği Bursa fethini müteakip, burada Beg-sarayı’nı inşa ettirdiği ve ciddî anlamda ilk Osmanlı bürokrasi sistemini teşekkül ettirdiği 722/1322 yılından sonra çıkardığı tahmin edilebilir.
Osman Gâzî’nin Bāc kanunu yalnız çarşı-pazar esnafına yönelikken, Orhan Gâzî’nin çıkardığı İḥtisāb Ḳānūnları; Bursa gibi büyük bir şehrin ilk kez fethedilmiş olmasının da etkisiyle, umumiyetle aynı Bāc miktarı üzerinden, buradaki yerleşik tüm esnaf ve sanatkârları da içine alacak bir formatta tanzim edilmiştir.
İslâm’ın başlangıcından beri var olan ve Anadolu Selçukluları’na kadar uzanan İhtisab müessesesinin, bu coğrafyanın uç noktasında müstakil bir “Uç Sultanlığı” olarak ortaya çıkan Osmanlı Devleti’nde, XIV. yüzyılın ilk yarısından itibaren bir kurum olarak faaliyet göstermesi ve yürürlükte olması, İslâm devletleri arasındaki süreklilik ve devamlılık ilkesinin açık bir tezahüründen ibarettir. Tarihî açıdan kesinlik arzeden ve tüm İslâm tarihi boyunca süregelen bu teamülün, onu en üstün ve yüksek seviyede temsil eden Osmanlılar’da var olmaması düşünülemezdi[24]. Dolayısıyla umum İslâm coğrafyasının serhaddinde bir uç hükümdarı olan Orhan Gâzî de, kendisinden bekleneceği üzere Emevîler’den Abbâsîler’e, Abbâsîler’den Endülüs Emevîleri’ne, diğer İslâm Devletleri’ne ve nihayet Selçuklular’a intikal eden “İhtisab” müessesesini, İslâm hukukundaki “Hisbe” kuralları ekseninde, ticarî yönden oldukça gelişmiş bir şehir olan Bursa’da basit kanunlar çerçevesinde vaz‘ etmiştir.
Orhan Gâzî İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’nin o asra ait orijinal kanunnâme nüshasından veya suretlerin kaydedildiği eski bir defterden kopyalanmış olması ihtimal dahilindedir[25]. Elimizdeki Ḳānūn-nāme metni, gerek fiziksel özellikleri yönünden XIV. yüzyıl inşa metinlerinin ifade yapısına ve imlâ tarzına, gerekse içeriği yönünden dönemin sosyal ve iktisadî şartlarına tam bir paralellik arz etmektedir.
Dolayısıyla Ḳānūn-nāme’nin orijinal bir metin olup-olmadığını tespit edebilmek için, öncelikle onu imlâ özellikleri ve içeriği bakımından incelememiz gerekecektir.
Orhan Gâzî İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi, gerek XIV. yüzyıl Anadolu Türkçesi’nin klasik özelliklerini taşıyan üslûbu ve dilinin sadeliği, gerekse imlâ hususiyetleri ve içeriği bakımından, devrin şartlarına uygun, oldukça basit ve ibtidaî bir görünüme sahiptir. Ḳānūn-nāme suretinin XVI. yüzyıl sonlarında kopyalandığı ve onu kayda geçiren kâtibin, içindeki XIV. yüzyıla özgü bazı arkaik kelimeleri ve yazım şeklini kendiliğinden bilmesinin mümkün olmadığı düşünüldüğünde, bu kelimelerin ve imlâ hususiyetlerinin belgenin orijinalliğine açık bir delil teşkil ettiği söylenilebilir.
Meselâ Ḳānūn-nāme’nin mevcut metninde, hemen her maddenin sonunda muhtesib tarafından alınacak akça miktarları belirtilirken kullanılan “ala” emir ifadesi, daha çok XV. yüzyılın ikinci yarısından sonra görülen klasik imlâ tarzı ile: آله şeklinde değil de, imlâ tekniğinin henüz sabit bir kalıba oturmadığı XIV. yüzyıl ve öncesine has bir yazım biçimiyle آلا şeklinde yazılmıştır[26]. Bu yazıma paralel olarak, Ḳānūn-nāme’de “ola” emir sözcüğünün de, sonraki asırların ağırlıklı tercih edilen yazım tekniği ile, sadece اوله şeklinde[27] yazılmayıp, Orhan Gâzî ve Murad Hüdâvendigâr dönemi vakfiye ve mülk-nâmelerinin yerleşik yazım stili olan اولا imlâsı ile de yazıldığına şahid olmaktayız[28].
Ayrıca metni düzenleyen kâtibin, Bāc’ı ağırlığına göre tespit edilen tüm ürün ve nesnelerin, XVI. yüzyıl ve sonrasında düzenlenmiş İhtisab kanunnâmelerinde telaffuz edilen klasik şekliyle “yükinden” ziyade, Arapça hisbe kitaplarında geçtiği şekliyle “ḥimlinden” akça alınmasını istemesi ve yine aynı imlâ kapsamında, “taşıyıcılar” anlamındaki Arapça حمله “ḥamele” kelimesinin tercih edilmesi de, Ḳānūn-nāme metninin XIV. yüzyılda, eski Arapça Ḥisbe kitaplarındaki yerleşik üslûbun etkisi altında, ibtidaî bir kanun formatında düzenlendiğini göstermektedir.
Yine sonraki asırlarda sabit ve ortak bir imlâ ile yazılan bazı basit terim ve kelimelerin, ancak XIV. asır nesir örneklerinde rastlanacak bir tarzda iki farklı imlâ ile yazılmış olması da, metnin gerçekten Orhan Gâzî asrına ait olup, kelimelerin imlâsının sabit bir düzene oturmadığı eski Anadolu Türkçesi’nin klasik yazım özelliklerini içeren bir yapıya sahip olduğunun delilidir. Nitekim Ḳānūn-nāme’de, aynı metnin içinde iki farklı biçimde istinsah edildikleri görülen: دمور “demür” / تيمور “tīmür”[29] ve صاتن “ṣātan” / صاتان “ṣātān”[30] kelimelerinin yazılışı bu çifte imlâya ve dolayısıyla metnin gerçekten Orhan Gâzî döneminde kaleme alındığına birer delil teşkil etmektedir[31].
Orhan Gâzî’nin İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi; basit içeriği, Osman Gâzî’nin ihdas ettiği ilk Bāc kanununa muhteva ve formatı bakımından benzerliği ve daha sonraki kanunların temelini teşkil ettiği aşikâr olan yeni basit hükümler de içeren şekliyle, şimdiye kadar ancak Fâtih devrine kadar varlığı tespit edilebilen sonraki İḥtisāb Ḳānūn-nāmeleri’nin aslî nüvesini teşkil etmekte ve bu görünümüyle devrin şartlarına tamamen uygun, vasat bir Ḳānūn-nāme görünümü sergilemektedir. Bu nedenle Ḳānūn-nāme’nin sıhhatine delâlet eden en önemli delillerden ilki; elimizdeki metnin o devrin ticarî prosedürüne uygun ve sonraki İhtisab kanunlarının özünü teşkil edecek tarzda, oldukça kısa ve muhtasar bir metin halinde hazırlanmış olmasıdır.
Âşık Paşa-zâde’nin İshak Fakih’e kadar inen rivayetinde, Osman Gâzî’nin Bāc Ḳānūnu’nda: “Her kişi-kim bāzāra bir yük getüre, ṣata; iki aḳça virsün” hükmünü verdiği görülmüştü[32]. Bu “İki aḳça” Bâc bedeline paralel olarak, Orhan Gâzî’nin de ehl-i hirfet ve dükkânlara genel bir kanunla 3 ayda bir Narḫ ve 2’şer akça Bāc; diğer ticaret erbabına ise sattıkları ürünün yükü başına, yine çoğunlukla 2’şer akça Bāc bedeli tayin etmesi kuşkusuz bir tesadüf değildir. Dolayısıyla Orhan Gâzî’nin Ḳānūn-nāme’sinde babası zamanındaki Bāc miktarına yönelik uygulamayı, aynı miktar üzerinden değiştirmeksizin devam ettirmesi de, Ḳānūn-nāme’nin bir önceki kanunu takiben ve sonrakilere zemin teşkil edecek şekilde çıkarıldığına, içeriği bakımından onun devamı niteliğinde olduğuna delil kabul edilebilir[33].
Osman Gâzî’nin Bāc kanununa benzer bir tarzda, yine Bāc’la ilgili hükümlerin ağırlıkta olduğu Orhan Gâzî İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’nin, bu ilk Osmanlı İhtisab uygulamasının biraz daha genişletilerek, genel çerçevede üretim, işletme ve özellikle şarap ticareti, kalaycıların denetimi ve hamam temizlik standartlarına yönelik basit birkaç hükmün de ilâvesiyle kayda geçirilmiş daha ayrıntılı şekli olduğu peşinen söylenilebilir.
Osmanlılar’daki esnaf ve sanat erbabının isimleri ve onlarla ilgili ticarî terimlerin büyük kısmının, çok az değişikliklerle Anadolu Selçukluları’ndan intikal etmiş olduğu tarihî bir gerçektir[34]. Bu nedenle, Orhan Gâzî’nin İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’nde adları geçen ticarî sınıflara, ürün ve unsurlara yönelik kimi terimlerin, XIV. yüzyıl ve öncesinde eski Anadolu Türkçesi ile yazılmış ve Batı Anadolu’da Farsça kaleme alınmış belge ve eserlerde de kullanıldığı açıkça görülmektedir. Kâşgarlı Mahmûd tarafından XI. yüzyılın ikinci yarısında yazılan Dīvānü Luġāti’t-Türk’te, Ahmed Fakih’in XIII. yüzyılda kaleme aldığı Kitābu Evṣāf-ı Mesācidi’ş-Şerīfe adlı kısa risalede, Orhan Gâzî’nin 761/1360, Murad Hüdâvendigâr’ın 787/1385 ve Yıldırım Bâyezîd’in 802/1400 tarihli Bursa ‘İmâret Vakfiyeleri’nde, Ahmed Eflâkî’nin Menāḳıbü’l-ʿĀrifīn’inde, Kaygusuz Abdal’ın mensur risalelerinde ve Şeyhoğlu Mustafa’nın Kenzü’l-Küberā’sında; Muhtesib[35], narh[36], akça[37], gendüm[38], cânavar[39], çulha[40], arşun[41], mühür[42], dükkân/lar[43], kurşun[44], bakır[45], çölmek[46], çanak[47], kerpîç, kebe[48], hallâç[49], sâbûncı[50], kazan/kazgân[51], demür[52], destci[53], serrâc[54], yancuk[55], çuka[56], ‘abâ[57], çörek[58], ‘ilâc[59], halvâcı[60], palân[61], gazzâz[62], sarrâf[63], penbe[64], ketân[65], hammâm[66], dellâk[67] ve bostân[68] kelimelerinin yer aldığı tespit edilebilmektedir.
Eski Anadolu Türkçesi ile yazılmış eserler arasında, özellikle Orhan Gâzî’nin çağdaşı olup XIV. yüzyılın ikinci yarısı ile XV. yüzyıl başlarında yaşamış olan Kaygusuz Abdal’ın, Delīl-i Büdelā adlı tasavvufî eserinde yaratılışa ilişkin seyrini ilginç ifadelerle tasvir ederken, Ḳānūn-nāme’de adı geçen esnaf gruplarından gazzâz, bezzâz, hallâç, başçı ve demircinin ve ticarî ürünlerden “kerpīç” ve “penbe”nin adlarını açıkça zikrettiği dikkati çekmektedir:
“Ḥażret-i Ḫālıḳ’uñ emri beni bardāḳcınuñ balçuġı gibi devrānuñ çarḫı üzerine ḳoyub dolāb gibi döndürdi; gāh beni bardāḳ yapdı, yine bozdı, gāh kāse düzdi. Gāh sarāylarda kerpīç eyledi, gāhī ayaḳlar altında hīç eyledi. …Gāh ġazzāz eyledi, gāh bezzāz eyledi ve gāh ‘aṭṭār eyledi, gāh penbe atar ḥallāc eyledi. Gāh berber, gāh zerger ve gāh aşcı, gāh başcı; gāh tīmürci/demürci, gāh kömürci eyledi.”[69]
Bunların dışında, penbe (pamuk) ve keten satanlardan “aḳça” yerine alınması emredilen سفج “sifec”in ise, bir vergi ismi ya da para birimi olarak[70], XIV. yüzyıldan sonra pek kullanılmayan arkaik bir kelime örneği teşkil edecek şekilde Ḳānūn-nāme’de zikredilmiş olması kayda değerdir. Ḳānūn-nāme’yi sonradan istinsah eden birinin bu kelimeyi kendiliğinden bilmesinin mümkün olmadığı dikkate alınırsa, bu terim Ḳānūn-nāme’nin o asra ait orijinal bir belge olduğunun da apayrı bir delilidir.
Fatih Sultan Mehmed, II. Bâyezîd ve Yavuz Sultan Selim dönemi İḥtisāb Ḳānūn-nāmeleri’nin içeriği hakkında bize ulaşan bilgi ve metinler, bu kanunnâmelerin, esnaf grupları ve sanat erbabından devlet adına alınan Bāc ve Narḫ miktarlarını belirleyen birtakım kanunlar ve üretim ve işletme kalite standartlarına yönelik tüketiciyi koruma amaçlı bir takım yaptırımlar olmak üzere, iki ana temel üzerine inşa edildiğini göstermektedir. Bunların ilk ve en eski şeklini temsil eden Orhan Gâzî’nin Bursa İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi de aynı şekilde Bāc’a, Narḫ’a ve kalite standartlarına yönelik iki ana çerçeve üzerine kurulmuş olup, bunlardan Bāc ve Narḫ’la ilgili olan kısmı ehl-i hirfetten belirlenen her yeni Narḫ’la birlikte ve dükkân esnafı ile Çulhacılar’dan üç ayda bir, diğer tüccarlardan ise sattıkları her ürün başına belli oranlarda akça alınması; ürün ve işletme standartlarına yönelik olan diğer kısmı ise belli bir şarta bağlı tutulmaksızın, muhtesibin “daḫl itmek” suretiyle esnafı bu yönden kontrolü ile, “gözetmek” ve “ṭutub ḥaḳḳından gelmek” te’kid ifadeleriyle usulsüzlükten men‘i esasına dayalı olarak düzenlenmiştir.
Şimdi bu maddeleri iki ana başlık halinde ayrıntılı olarak ele alacağız.
Orhan Gâzî, Ḳānūn-nāme’sinin ilk maddesinde miktarını belirtmemekle birlikte, muhtesibi “ehl-i ḥirfet” için üç ayda bir, yani her mevsim başı narh tayin etmeye memur etmiş; gerek “ehl-i ḥirfet”ten, gerekse dükkân sahiplerinin her birinden yaptıkları işin türüne ve gelir düzeyine bakılmaksızın, 3 ayda bir Narḫ’la birlikte 2’şer akça, Çulhacılar’dan ise yalnız 1’er akça Bāc alınması gibi basit ve ibtidaî bir usul vaz‘ etmiştir:
“Muḥtesib her üç ayda bir ehl-i ḥirfete narḫ virüb, her narḫda ikişer aḳçasını ala ve her işe muḥtesibüñ daḫli vardur, ṭutub ḥaḳḳından gele.”[71]
“Ve dükkānlaruñ her üç ayda iki aḳçasını ala.”[72]
“Ve her üç ayda çulḥalaruñ tezgāhlarından arşūnların devşürüb birer aḳçasını ala.”[73]
Yukarıda Osman Gâzî’nin Eskişehir pazarında tatbik ettiği ilk Bāc uygulamasında, satılan ürünün çeşidine ve satıcının mesleğine bakılmaksızın, her açılan tezgâhtan 2’şer akça alınması, ürün satılmazsa hiç alınmaması gibi genel bir kanunun yürürlüğe konulduğu görülmüştü. Orhan Gâzî’nin Bursa’yı fethinden sonra ticaret alanlarının genişlemesi ve bu alanlara çeşitli yeni sanat ve meslek gruplarının da eklenmesiyle, her birine 3 ayda bir Narḫ tayin edilmesini istemesine rağmen, Bāc’ın mu‘ayyen bedelini tıpkı babası zamanındaki gibi -yine tüm esnaf ve sanatkâr sınıflarından eşit miktarda alınmak üzere- 2 akçada bıraktığı, yani ehl-i hirfetten ve dükkân işletenlerden 3 ayda bir düzenli olarak 2’şer, Çulhacıların tezgâhlarından da 1’er akça Bāc alındığı; buna göre ilk iki sınıfın Narḫ sırasında ödediği Bāc miktarının yılda 8 akçaya, üçüncü meslek grubunun ödediği oranın ise yılda 4 akçaya tekabül etmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Osman Gâzî ve Orhan Gâzî dönemlerinde çarşı-pazar esnafı ve dükkân sahiplerinden 3 ayda bir ikişer akça olarak tahsil edilen Bāc vergisi, II. Bâyezîd döneminde Narh sisteminin bozulması nedeniyle, muhtesib tarafından günde rastgele olmak üzere yarım, bir ya da iki akça ve kanunen hakları olmadığı halde her cins meyve-sebzeden birer “dest-māl” almak gibi, öncekiyle kıyas edilemeyecek bir meblağa ve düzenli şekilde rüşvet alma boyutlarına ulaşmıştır[74].
Bundan sonra Orhan Gâzî, “ehl-i ḥirfet”e ve dükkân sahiplerine vaz‘ ettiği “iki aḳça” Bāc’ın dışında tuttuğu diğer meslek sahiplerinden, buğday (gendüm) satanlardan yük başına çeyrek akça; tulumculardan tulum, yahnicilerden[75] kazan, hasırcılardan yük ve bezcilerden arşın başına 1’er akça; yine ipekçiler, şarapçılar, kuru balık tacirleri, çeşitli maden ve metal taşıyıcıları, kil mamûlleri yapanlar ve bostan ekenlerden ise yaptıkları her üretim ve getirdikleri her yük başına, ehl-i hirfet ve dükkân esnafından alındığı gibi 2’şer akça Bāc alınmasını emretmiştir.
Orhan Gâzî’nin İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’nde, tıpkı esnaf ve zanaatkâr sınıflarının büyük çoğunluğuna sabit bir Bāc bedeli tayin edildiği gibi; aynı şekilde sebzelerden ve bazı meyvelerden alınacak vergilerin de tümü tek bir çatı altında toplanarak, 20. maddede bostanlar açılıp ürünler toplanmaya başladığı zaman tahsil edilecek olan “ikişer aḳça” Bāc olarak belirlenmiştir:
“Ve her bōstān açılduġı vaḳtın ikişer aḳçasın ala.”[76]
Bursa’da Orhan Gâzî’nin belirlediği bu hüküm de zaman içinde bozulmaya yüz tutmuş ve Pazar esnafının aç gözlülüğü, bostan sahiplerinin ürünlerini yok pahasına ellerinden çıkarmalarına sebebiyet vermiştir. Nitekim Sultan II. Bâyezîd Ḳānūn-nāme’sinde pazarcıların şikâyetine sebep olan hususlardan birinin de; çarşı-pazar esnafının usulsüz bir şekilde bahçe ve bostanlardaki ürünleri kaldırıp dükkânlarına götürerek, muhtesible anlaşıp Bāc’a karşılık rastgele birer Narḫ tayin etmeleri olduğu dikkati çekmektedir[77]. Bu durum, merkezî yönetimi oldukça rahatsız etmiş olmalıdır ki, bu haksızlığın önüne geçmek için Ḳānūn-nāme’de uzun bir yer kaplayacak şekilde, her ürün çeşidine yeniden ayrı ayrı Narḫlar tayin edilmiştir[78].
Sultan Orhan, İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’nin 5. maddesinde koyun ve keçilerin Bāc miktarlarını eşit oranda, her kesimde 4 hayvan başına birer akça, yani hayvan başına nîm (çeyrek) akça olarak tespit etmiş ve buna aynı miktarda alınmak üzere, yerleşik hıristiyan tebaanın tükettiği domuz (cānavar) Bāc’ını da eklemiştir:
“Ve boġazlanan ḳoyundan ve keçiden dördine bir aḳça ala ve cānavardan daḫı keẕālik.”[79]
Orhan Gâzî devrinde koyun, keçi ve gayrimüslimler tarafından kesilen domuzdan tamamen eşit miktarda, kesim başına ¼ yani çeyrek akça alınırken, aradan iki yüz yıla yakın bir süre geçtikten sonra II. Bâyezîd döneminde muhtesib iki akça Bāc almaya başlamış; buna rağmen kesilen hayvanın cinsine ve değerine göre farklı Narḫlar tayin etmesi gerekirken, keçilere de koyun miktarınca Narḫ verdirerek açıkça kanunsuzluk ve usulsüzlük yoluna sapmıştır.
II.Bâyezîd’in Bursa İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’nde yer alan, zamanın muhtesibini yerer nitelikteki şu sözler, aradaki uzun zaman aşımı nedeniyle iki devir arasında ortaya çıkan bu farkı ilginç bir biçimde ortaya koymaktadır:
“Şimdiki-ḥālde her keçi başına muḥtesib iki aḳça alur, ḳoyun narḫına ṣatmaġa rıżā virür; ḳoyun etiyle keçi etini müsülmānlara berāber ṣatub ṣaġır iderler. Her bārī ḳantāralara keçiler tevzīʿ olınsa, muḥtesib oġlanları āşikāre her ḳantāraya girüb, keçileri ṣayub, her keçi başına ikişer aḳça alurlar, ḳoyun narḫına ṣatmaġa icāzet virürler.”[80]
Sultan II. Bâyezîd devrinde, 907/1502’de koyun ve keçiden iki akça Bāc alındığını gösteren bu bilgi, Orhan Gâzî Ḳānūn-nāme’sinin çıkarılışından bir buçuk asrı aşkın bir süre sonra, Bursa’da koyun ve keçilerin Bāc oranının 4 katına yükselmiş olduğunu gözler önüne sermektedir. Öte yandan II. Bâyezîd Ḳānūn-nāme’sinin bir başka yerinde, vaktiyle Fatih’in İḥtisāb Ḳānūnu’nda: “ḳoyun etinüñ narḫı her yıl fuṣūl-ı s̱elās̱ede üç nevʿ üzere” olduğuna[81], yakın zamana kadar Gelibolu’da ise “her ḳoyun başına iskele resmi birer aḳça” alındığına[82] işaret edilmesi, kısa süre öncesine dek Bursa’da 4 ayda bir narh alınıp, Gelibolu’da ise vergi olarak Bursa’daki eski Bāc’ın iki katının alındığını, bu artışın ise zamanla kanunların bozulmasından ve suistimalden kaynaklandığını açıkça göstermektedir. Bu verilere dayanılarak Orhan Gâzî zamanında Bursa’da ilkin yarım akça alınan Koyun Bāc’ının Fâtih devrine kadarki süreçte ancak iki katına kadar çıkmışken, II. Bâyezîd devrinde ilgisizlik ve başıboşluk yüzünden dört katına kadar tırmandığı tespit edilebilir[83].
Bu ticaret erbabının dışında, Orhan Gâzî İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’nde tespit edilip de uzun süre değişmediği anlaşılan yegâne ürün Bāc’ının balık Bāc’ı olduğu ve II. Bâyezîd dönemi Balıkçı esnafının, geçmişteki balık Bāc’ından söz ederken bu ilk Ḳānūn-nāme’deki miktarı açıkça dile getirdikleri dikkati çekmektedir. Sultan Orhan’ın, Ḳānūn-nāme’nin 10. maddesinde: “Ve ḳurı balıḳ yükinden ikişer aḳça ala.”[84] demesine paralel olarak, 907/1502’de balık yükünün eski Bāc bedelinin ne olduğu kendilerine sorulduğunda balıkçılar ve Bursa ileri gelenleri: “Evāyilde bir yük balıġa iki aḳça bāc virdikleri” cevabını vermişlerdir[85].
Sultan Orhan’ın Bursa’da yürürlüğe koyduğu ilk İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’nden, Fâtih’in kayıp olan İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’ne kadar uzanan süreç içerisinde düzenlenmiş İhtisab kanunnâmelerinden hiçbiri ele geçmediği için, kanunlardaki değişiklikleri her konu ve zamana göre safha safha takip ve kontrol edebilme imkânına şimdilik sahip değiliz. Bununla birlikte zamanlar ve şartlar değiştikçe, esnaf ve sanat gruplarına yönelik hükümlerin de daha ayrıntılı ve şümullü bir çizgiye doğru kaydığını tahmin etmek zor değildir. Nitekim XVI. yüzyılın başlarında düzenlenen İhtisab kanunnâmelerinin bu ilk Ḳānūn-nāme ile tenkidi bu gerçeği gözler önüne sermektedir.
Esnaf Sınıfı | Ödeme Şekli | Ödeyeceği Bāc Miktarı | Yıllık Toplam Bāc Bedeli |
Ehl-i Hirfet | Üç ayda bir, her Narḫ’ta | 2 Akça | 8 Akça |
Dükkânlar | |||
Çulhacı Tezgâhları | 1 Akça | 4 Akça |
Ürün Çeşidi | Ödeme Şekli | Ödeyeceği Bāc Miktarı |
Çuka | Himl (yük) başına | 5 Akça |
İpek (Dîbâ) | 2 Akça | |
Kuru Balık | 2 Akça | |
Kurşun, Kalay, Bakır, Demir ve Diğer Madenler | 2’şer Akça | |
Hasır | 1 Akça | |
Buğday (Gendüm) | ¼ (Nîm) Akça | |
Şarap | Kilinder başına | 2 Akça |
Kiremit, Çanak-Çömlek, Tuğla ve Kerpiç | Ocak başına | 2 Akça |
Bostanlar | Bostan başına | 2 Akça |
Tulum | Tulum başına | 1 Akça |
Bez ve Kebe | Arşın başına | 1 Akça |
Haşlanmış Yahni | Kazan başına | 1 Akça |
Koyun, Keçi ve Domuz (Cânavar) | Kesim başına | ¼ (Nîm) Akça |
Pamuk (Penbe) ve Keten | Lidre başına | 1 Mangır (Bakır) Sifec |
Orhan Gâzî’nin Ḳānūn-nāme’de Bāc’la ilgili hükümler dışında, standartlar konusunda da şarapların ağırlıkları bakımından kontrolüne, kalaycıların kalaylamada göstermeleri gereken titizliğe ve hamamların işletme standartlarını tespite yönelik üç madde hariç, üretim ve işletme için gerekli tüm şartları genel ifadeler çerçevesinde bir araya topladığı ve bunların tümünün kontrolünü “her işe muḥtesibin daḫli” olduğu ve şartlara riayet etmeyenlerin “ṭutulup ḥaḳḳından gelinmesi” gibi keskin yaptırımlara yönelik hükümler aracılığıyla sağlamaya çalıştığı dikkati çekmektedir. Özellikle Ḳānūn-nāme’nin son maddesinde: “Ve bu cümleʾi gözedüb ḥaḳḳından gele.” denilmek suretiyle, muhtesibe bu konuda adı geçen tüm esnaf ve ticaret sınıfları hakkında tam bir müdahale ve cezalandırma yetkisi verilmiştir[86]. Herhangi bir ayrıntı taşımayan bu denetim ve yaptırım yetkisiyle ise, genel anlamda herkesçe kabul görmüş rutin üretim ve işletme standartlarına dikkat çekecek ve göze batacak düzeyde aykırı olan durumları teftiş ve usulsüzlüklerden men‘ hakkının kastedilmiş olduğu tahmin edilebilir.
Üretim standartlarına riayetin teftiş ve kontrol edileceği ticarî gruplar, Ḳānūn-nāme’nin bu konuya tahsis edilen 17. maddesinde tek başına ele alınarak, burada muhtesibe haklarında müdahale ve cezalandırma yetkisi verilen “Ehl-i ḥirfet” ve “Dükkān sahipleri”nin hangi sınıflardan ibaret olduğu tek tek isimleriyle zikredilmiştir:
“Ve derzīler ve başcılar ve ḳılıccılar ve ḥallāçlar ve ṣābūncılar ve ḳazāncılar ve demürciler ve naʿl-bandlar ve destciler ve serrāclar ve yancuḳcılar ve dülgerler ve çuḳacılar ve ḳıncılar ve ʿabācılar ve ekmekciler ve çörekciler ve ʿilāccılar ve ḥalvācılar ve ṣābūncılar ve bezciler ve semerciler ve palāncılar ve çerçiler ve igneciler ve tarāḳcılar ve ġazzāzlar ve ṣarrāflar ve bōzācılar, bu cümleye muḥtesib daḫl ider.”[87]
İlk maddede muhtesibe ehl-i hirfete hem Narḫ tayin etme, hem Bāc tahsil etme, hem de her işte kontrol ve müdahale etme yetkisinin verildiği belirtilmiş ve sekizinci maddede dükkân sahipleri de bu kapsama dahil edilmişti. Bu sınıfların hepsine 3 ayda bir Narḫ tayin edilip, tümünden tek bir ortak miktar olan “iki aḳça” Bāc bedelinin talep edileceğini açıkça bildiren Sultan Orhan; burada ise adı geçen 28 sanat ve ticaret erbabının[88] tümüne Muhtesib’in mutlak surette müdahale hakkı bulunduğunu belirterek, işletme ve üretimin kalite standarlarına uygunluğunu kontrol ve usulsüzlüğe müdahale noktasında da ona geniş bir yetki vermiştir.
Bu genel hükümler dışında, İhtisab kurumu tarafından kriterleri açıkça belirtilen üç istisnaî maddeye gelince; bunlardan ilki, Osmanlı topraklarındaki gayr-ı müslim tebaa tarafından üretilip tüketilen şarapların üretim standartlarını tespite yöneliktir. Bu maddede Orhan Gâzî: “Ve şarāb ṣatandan kilinderlerüñ mühürleyüb ikişer aḳçasını ala, eksük ṣatanuñ ḥaḳḳından gele.” demek suretiyle[89]; muhtesibe şarapların tartıldığı kapları kontrol edip inceledikten sonra mühürlemesini ve ölçüde hile yapıp normal miktarın altında satanları hesaba çekmesini emretmektedir.
Hizmet standardını tayin amacıyla konulmuş olan ikinci madde, kalaycıların kapları kalaylarken işlerini titizlikle ve doğru yapmalarını sağlamayı amaçlayan: “Ve ḳalāycı kem ḳalāylasa muḥtesib ḥaḳḳından gele.” maddesidir ki[90]; burada da Orhan Gâzî mesleğini düzgün icra etmeyen kalaycı esnafının muhtesib tarafından tedib edilip cezalandırılmasını istemektedir.
Ḳānūn-nāme’de işletme standartlarını tespit amacıyla çıkarılan üçüncü madde ise, hamamların düzgün faaliyet göstermesi için gerekli olan şartları ve İhtisab kurumu tarafından belirlenmiş temizlik ve hijyen prosedürünü bildirmekte olup, bu konuda vâzedilen hükümler de daha sonraki İhtisab kanunlarında genişletilmiş şeklini gördüğümüz maddelerin daha basit ve ibtidaî bir özetinden ibarettir.
Orhan Gâzî Ḳānūn-nāme’sinin 18. maddesinde tespit edilen hamamlarla ilgili bu işletme standart kanunu şudur:
“Ve ḥammāmlar ıssı ola ve ṣovuḳ ṣuyı daḫı ola ve dellākleri çüst ü çālāk ola. Ustıraları keskün ola ve fotaları pāk ola ve nāṭurlar fotaʾı pāk yuyalar.”[91]
Bursa’nın ilk İḥtisāb Ḳānūnu’na oldukça yalın ifadelerle kaydedilen bu madde, aradan uzun bir zaman geçtikten sonra, 907/1502’de II. Bâyezîd tarafından çıkarılan İstanbul İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’nin 33. maddesinde biraz daha geliştirilerek şu şekle dönüşmüştür:
“Ḥammāmcılar ḥammāmı gözedeler, yunmış ola, ıssı ve ṣovuḳ ṣu ile ārāste ve dellākleri çüst ü çālāk ola ve usturası keskün ola; şöyle ki, usturası altında kimesne zahmet çekmeye ve nāṭur olan fotaları pāk ṭuta, müsülmānlara virdügi fotayı kāfirlere virmeye.”[92]
Sultan II. Bâyezîd’e gelinceye dek ticarî sınıfların ve onlara dair İhtisab hükümlerinin çoğalmasıyla, mevcut maddelerin daha geniş, daha kapsamlı ve açıklayıcı hale getirilmesi zarureti ortaya çıkınca, hamam işletme şartlarına ilişkin madde de genişletilerek “Müslümanlara verilen havlunun kâfirlere verilmemesi” kriterinin ilâvesiyle yukarıdaki şekli almıştır. Orhan Gâzî ile II. Bâyezîd arasındaki uzun devrede, Murad Hüdâvendigâr’dan Fâtih dönemine kadar gerek bu maddenin, gerekse İhtisab’a ilişkin diğer hükümlerin de benzer şekilde gelişime ve değişime uğradığı, Ḳānūn-nāme’deki mevcut maddelere uzun eklentiler ve çok sayıda yeni madde ilâveleri yapıldığı XV. yüzyıl sonları ile XVI. yüzyıl başlarına ait kanunnâme metinlerinin analizinden anlaşılmaktadır.
Nitekim II. Bâyezîd döneminde nisbeten genişletilmiş olduğunu gördüğümüz hamam işletmecilerine ilişkin bu madde, aşağıda görüleceği üzere, Yavuz Sultan Selim tarafından 1520’de çıkarılan İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’nde daha da kapsamlı bir hâle getirilmiştir:
“Ve ḥammāmcılar gözlene; ḥammāmların pāk ve temīz ṭutalar ve ṣuyı muʿtedil ve ḥammām ıssı ola ve dellākleri çüst ü çālāk ola, ustıraları keskün ola, bāş tırāş itmekde kāmil olalar, kimesne zaḥmet çekmeye ve nāṭur olan daḫı fotaları pāk ve temīz ṭuta, kāfire virdükleri fotayı müsülmānlara virmeyeler, kāfir fotalarınuñ ayru ʿalāmeti ola. ʿİnād iderler ise muḥkem ḥaḳḳından geleler.”[93]
Bu üç hükmün birbiriyle kıyası; Orhan Gâzî’nin bu konuda çıkardığı ilk hükmün, aslî şablonu muhafaza edilmek ve sonraki padişahlar döneminde küçük ilâvelerle genişletilmek suretiyle[94], zaman içinde içeriğinin gittikçe geliştirildiğine ve II. Bâyezîd ve Yavuz Sultan Selim tarafından İstanbul ve Edirne gibi büyük şehirlerde hamamlar için belirlenen maddenin aslını teşkil ettiğine açık bir örnektir.
Bununla birlikte, Fâtih Sultan Mehmed ve II. Bâyezîd’in Bursa İhtisab kanunlarında Başçılar’ın ve Saraçlar’ın Narḫ’ına ve Bāc’ına ilişkin herhangi bir hükmün yer almaması[95], II. Bâyezîd kanunlarında bunlar hakkında yeniden hükümler vaz‘ olunması; Orhan Gâzî’nin İḥtisāb Ḳānūnu’nda tespit ettiği bazı hükümlerin ise Fâtih devrine gelinceye dek kısmen değişikliğe uğradığını, aradan geçen uzun zaman zarfında Ḳānūn-nāme’nin bazı maddelerinin hafızalardan silinerek unutulmaya yüz tuttuğunu göstermektedir.
Orhan Gâzî’nin İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi, Osmanlı Müessese ve Medeniyet Tarihi araştırmaları adına, yalnız Osmanlı’nın ilk ihtisab kanununun içerdiği hükümler ve “Narḫ”ın ve “Bāc”ın bu devirde uygulanış şekli açısından değil, Orhan Gâzî’nin şahsında kuruluş devri Osmanlı iktisadî formlarının ne şekilde düzenlendiği ve Ḳānūn-nāme metninde doğrudan “ehl-i ḥirfet” adıyla anılan devrin esnaf ve zanaatkâr gruplarının hangi sınıflardan ibaret olduğunu göstermesi bakımından da kayda değer ve yegâne nitelikte bilgiler içermektedir. Nitekim bu bilgilere dayanarak, Bozacılar’ın Orhan Gâzî zamanından beri Bursa’nın en önde gelen esnafı arasında yer aldığını[96], kese imâlâtçılarının bu dönemde “Yancuḳçılar” adıyla anıldığını[97] ve şarap satanlar hakkındaki maddede muhtesib tarafından mühürlenmesi emredilen كلندر “Kilinder”in eski bir şarap ölçüm kabı[98], لدره “Lidre”nin ise bu devirde bir uzunluk ölçüsü birimi olarak pamukçu, kumaşçı, bezci ve dokumacı esnafı tarafından kullanıldığını[99] tespit edebilmekteyiz.
Bursa’nın fethinden sonra, Orhan Gâzî tarafından Osman Gâzî dönemine nisbetle daha geniş ve kapsamlı bir kurum haline dönüştürülen İhtisab müessesesi, tayin edilen muhtesibler aracılığıyla ticarî faaliyetleri düzenleyen bir birim olarak gittikçe ivme kazanmış ve zamanla yerleşik bir sistem olarak Osmanlı sosyo-ekonomik tarihindeki yerini almıştır.
Nitekim Orhan Gâzî’nin Cemâziye’l-âhir 761/Nisan 1360 tarihli Bursa ‘İmâret Vakfiyesi’nde vakfın hiç kimse tarafından tağyir ve tebdilinin söz konusu olamayacağı belirtilirken: خليفه وسلطان وملك ووزير وقاضى ووالى “Ḫalīfe ve Sulṭān ve melik ve vezīr ve ḳāḍī ve vālī”den sonra, محتسب “Muḥtesib” de bu yasağa riayet etmesi gereken önemli idarî yetkililer arasında sayılmıştır[100]. Bu kayıt İhtisab kurumunun idarî âmiri olan muhtesibin, Orhan Gâzî’nin ölümünden iki yıl önce, varlığı vakfiye metinlerine yansıyacak kadar önemli bir âmir konumuna yükseldiğini ortaya koymaktadır.
Orhan Gâzî devrinde Bursa’da faaliyete geçirilen İhtisab kurumunun, oğlu Murad Hüdâvendigâr ve torunu Yıldırım Bâyezîd devirlerinde de yürürlükte olduğunu gösteren çağdaş kaynak ve belgelere rastlanmaktadır. Gâzî Hüdâvendigâr’ın, babasının 761/1360 tarihli vakfiyesi ile aynı şablon üzerine inşa ettirdiği 787/1385 tarihli Kaplıca ‘İmâret Vakfiyesi’nde, bir önceki vakfiyedekine benzer şekilde, vakfın hükmünü iptalden men edilen yöneticiler: خليفه وملك ووزير وقاض و محتسب “ḫalīfe ve melik ve vezīr ve ḳāḍı ve muḥtesib” şeklinde sıralanmıştır[101]. Ayrıca vakfiyenin sonunda isimleri zikredilen 39 şahid arasında: على بن اسمعيل المحتسب “ʿAlī bin İsmaʿīl el-Muḥtesīb” şeklinde Muhtesib’in ismi de yer almaktadır[102]. Gâzî Hüdâvendigâr’ın Bursa/Kaplıca’daki vakıfları adına düzenlenen bu vakfiyede adı geçen İsma‘îl oğlu ‘Alî’nin, o dönemde Bursa şehrinin muhtesibi olup, 60 yılı aşkın bir süredir Bursa’da mevcut ve yürürlükte olan İhtisab kurumunun o anki temsilcisi konumunda bulunduğu anlaşılmaktadır.
Yıldırım Bâyezîd dönemi devlet adamlarından Paşa Ağa bin Hoca Paşa adına 23 Recep 803/9 Mart 1401’de Kenzü’l-Küberā adında bir siyasetnâme yazmış olan Şeyh-oğlu Mustafa, Nebevî bir Hadis’e dayanarak; kıyamet gününde ikisi ateşe, biri cennete girecek olan kadı sınıflarını tanıtırken, bunlardan cehennemlik olduğu bildirilen ikinci sınıf kadıların medrese, imaret ve dükkânlara rüşvet yoluyla adam tayin etmeye çalışan, esnaf sınıflarına Narḫ konusunda eşit davranmayan kadılar olduğunu belirterek, bu durumun Muḥtesib’in işini zorlaştırdığını şu ifadelerle dile getirmiştir:
“Mescidleri ve medreseleri ve ḫāniḳāhları ve dükkānları ʿilletler-ile ve ġarażlarıla ve rişvetlerile ve ḫidmetlerile nā-ehl kimselere ve müsteʾkileye erzānī ḳılur ve dīn ehline taḳviyyet itmez ve Muḥtesib işini mühmel ḳor ve neʿūzü-Bi’llāh, eger kendünüñ furunı ve ḳaṣṣāb dükkānı ve ṣābūn-ḫānesi ve bezir-ḫānesi veyāḫūd dükkāndār ve baḳḳālıla sermāye virüp ortaḳlaşmış ola, anlaruñ sebebiyle Narḫ’a baḫmaya, bel-ki eksük Narḫ virmege meyelānı ola…”[103]
Şeyh-oğlu Mustafa’nın bu kaydı; Bursa’da İhtisab, Bâc ve Narh’a ilişkin işlemlerin Orhan Gâzî ve Murad Hüdâvendigâr dönemlerinde olduğu gibi, gittikçe gelişerek Yıldırım Bâyezîd döneminde de devam ettiğine ışık tutmaktadır. Narh’ın herkese belirtilen oranda ve eşit miktarda uygulanmasının önemine dikkati çeken müellif, o tarihlerde Bursa ve diğer Osmanlı şehirlerinde yaygın olan esnaf grupları arasında; fırın, kasap, sabunhâne, bezirhâne ve bakkal dükkânlarının da mevcut bulunduğuna işaret etmiştir.
İslâm tarihinde Hz. Muhammed (s.a.v.) döneminden beri varlığını sürdüren İhtisab müessesesi, Anadolu Selçukluları’ndan sonra tarih sahnesine çıkan Osmanlılar’da kurucu hükümdar Osman Gâzî zamanında konulan, pazar esnafından “her yük başına iki aḳça alınması” esasına dayalı Bāc ḳānūnu ile başlamış; oğlu Orhan Gâzî’nin 722/1322’de büyük bir ticaret şehri olan Bursa’yı fethi ve burayı başkent haline getirmesi sonucu çıkardığı ilk yazılı Ḳānūn-nāme ile, umumiyetle önceki Bāc bedeli korunmakla birlikte daha da genişletilip sistemleştirilerek resmî bir statü kazanmıştır. Şimdiye kadar varlığı hiç kimse tarafından bilinmeyen Orhan Gâzî İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’nin günümüze ulaşan yegâne suretinin analizi, Osman Gâzî’nin basit bir tarzda çıkardığı Bāc Ḳānūnu’na ilâveten bu ilk Osmanlı ticarî kanununun, işletme ve kalite standartlarına yönelik basit bazı hükümleri de içerdiğini ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla ilk kez Osman Gâzî devrinde temelleri atılan, Orhan Gâzî döneminde Bursa’nın fethinden ve saltanat makarrı haline getirilmesinden sonra, yazılı kanunların ihdası ile tam teşekküllü bir kurum halini alan ve Murad Hüdâvendigâr ve Yıldırım Bâyezîd’in saltanatları döneminde daha da gelişerek oldukça şümullü ve kapsamlı bir zemine oturtulan İḥtisāb müessesesi ve Bāc/Narḫ sistemi, hiç şüphesiz Çelebi Sultan Mehmed ve II. Murad dönemlerinde Osmanlı coğrafyasının genişlemesi, ticarî yönden daha çok gelişmesi ve devlet sisteminin gitgide olgunluğa erişmesine paralel olarak daha mükemmele doğru bir ilerleme kaydetmiş ve bugün II. Bâyezîd’in Bursa İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’ndeki atıflardan hakkında az-çok bilgi edinebildiğimiz Fâtih Sultan Mehmed devri ile II. Bâyezîd ve Yavuz Sultan Selim dönemi İḥtisāb Ḳānūn-nāmeleri’nin temelini teşkil etmiştir[104].
صورت
قانون نامۀ اورخان بك
ـ طابه ثراه ـ
١ ــ محتسب هر اوچ ايده بر اهل حرفته نرخ ويروب ، هر نرخده ايكيشر اقچه سنى الا وهر ايشه محتسبك دخلى واردر ، طوتب حقندن كله .
٢ ــ وگندم صاتندن حملده نيم اقچه الا .
٣ ــ وچوقه حملندن بش اقچه الا .
٤ ــ وديبادن ، حملندن ايكيشر اقچه الا .
٥ ــ وبوغزلنان قيوندن وگچيدن دردينه بر اقچه الا وجانوردن دخى كذلك .
٦ ــ وهر اوچ آيده چولحه لرك تزگاهلرندن ارشونلرين دوشروب برر اقچه سنى الا.
٧ ــ وشراب صاتندن كلندرلرك مهرليوب ايكيشر اقچه سنى الا ؛ اكسك صاتانك حقندن كله .
٨ ــ ودكانلرك هر اوچ آيده اكي اقچه سنى الا .
٩ ــ وطلوم اچلدوغى زمانده طلوم باشنه بر اقچه الا .
١٠ ــ وقورى بالق يوكندن ايكيشر اقچه الا .
١١ ــ وقرشون وقلاى وباقر وتيمور يوكندن وهر نه كلورسه هر حمله دن ايكيشر اقچه الا .
١٢ ــ وقلايجى كَمْ قلايلاسه محتسب حقندن كله .
١٣ ــ وكرميد وچولمك وچناق وكرپچ وتوغله دوزندن هر اوجاق باشنه ايكيشر اقچه سن الا .
١٤ ــ وحصير يوكندن براقچه الا .
١٥ ــ وبز وكبه صاتلسه ارشونى ايچون بر اقچه سنى الا .
١٦ ــ وقازنده قايناين يحنى ايچون هر قازندن بر اقچه الا .
١٧ ــ ودرزيلر وباشجيلر وقلچ جيلر وحلاچلر وصابونجيلر وقزانجيلر ودمورجيلر ونعلبندلر ودستجيلر وسراجلر وينجقجيلر ودولگرلر وچوقه جيلر وقنجيلر وبچاقجيلر وعباجيلر واكمكجيلر وچوركجيلر وحلاچلر[105] وحلواجيلر وبزجيلر وسمرجيلر وݒالانجيلر وچرچيلر واگنه جيلر وتراقجيلر وغزازلر وصرافلر وبوزاجيلر ، بو جمليه محتسب دخل ايدر .
١٨ ــ وݒنبه وكتان صاتندن لدره باشنه بر منغير سفج الا .
١٩ ــ وحمّاملر اسّى اوله وصووق صويى دخى اولا ودلّاكلرى چست وچالاك اولا ؛ اوستره لرى كسكن اولا وفوته لرى پاك اوله وناطرلر فوتۀ ݒاك يويه لر .
٢٠ ــ وهر بوستان اچلدوغى وقتن ايكيشر اقچه سين الا.
٢١ ــ وبو جملۀ گوزدوب حقندن گله .
-Ṭābe S̱erāhu-
Arşiv Belgeleri:
Kaynak Eserler:
Araştırmalar-İncelemeler:
* Hakan Yılmaz, Araştırmacı-Yazar & Yeniçağ Tarihi Uzmanı
e-posta: [email protected]
Bu makale daha önce Journal of Turkish Studies (Türklük Bilgisi Araştırmaları), Vol. XLIII (December/Aralık 2015), s. 202-236’da yayımlanmıştır.
[1] Kuruluş devri Osmanlı Sosyo-ekonomik tarihini aydınlatmaya yönelik bu makale serimiz, yeni bilgi ve belgelere dayanan Osmanlılar’da Kâtiplik ve Defterdarlık Sisteminin Ortaya Çıkışı, Osmanlı Arşivcilik Tarihinin Kökeni ve Orhan Gâzî’nin Kirmasti’de Kurduğu İlk Osmanlı Arşivi ve Osmanlılar’da ‘Avârız’ın Doğuşu ve İlk Uygulanış Metodu başlıklı makalelerimizle devâm edecektir.
[2] ‘Abdülhayy el-Kettânî, Niẓāmü’l-Ḥükūmeti’n-Nebeviyye, c. I, Beyrut 1971, s. 284 vd.; İbn ‘Abdi’l-Berr, el-İstiʾāb fī Maʿrifeti’l-Aṣḥāb, IV, Mısır 1328, s. 341; Beyza Bilgin, “İslâm’da Muhtesiplik ve Eğitim Yönünden Değeri”, AÜ İFD, XIX (1973), s. 117-118.
[3] İhtisab kurumunun Hazret-i Ömer’in halifeliği döneminde sistemli bir yapıya kavuştuğuna ilişkin delil ve görüşler için, bk. Yusuf Ziya Kavakçı, Hisbe Teşkilâtı, Ankara 1975, s. 42-43.
[4] Bu konuda ayrıntılı bilgi için, bk. Ziya Kazıcı, Osmanlılar’da İhtisab Müessesesi, İstanbul 1987, s. 18-25.
[5] Şimdiye kadar Osmanlı Müessese ve Medeniyet Tarihi araştırmalarında, İhtisab müessesesinin bir kurum olarak daha çok Fatih Sultan Mehmed döneminde ivme kazandığı görüşü kabul edilmişse de, istisnâî bir şekilde yalnız Ziya Kazıcı, Sultan I. Murad’ın vakfiyesinde hem bir idareci, hem de bir şahid olarak Muhtesib’den söz edildiğine dikkati çekmiş (krş. Kazıcı, a.g.e., s. 32); bununla birlikte, Muhtesib’in vazîfe ve salâhiyetlerinin kanunlarla tespitinin ise ancak Fatih döneminde gerçekleştiği ve bunların ileride neşredilecek olan İhtisab kanunnâmelerinin temelini teşkil ettiği tezi işlenmiştir. Krş. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sosyal ve Ekonomik Tarihi, İstanbul 1987, s. 639.
[6] Osman Gâzî’nin bu sözlerinin altında yatan yaklaşımın, yaşadığı dönemde gerçekten hâkim olduğunu kanıtlayacak önemli bir delile sahibiz. Osman Gâzî zamanından beri Osmanlılar’la büyük bir yakınlık içinde olduğu bilinen Orhan Gâzî devri fakih ve müfessirlerinden Muslihuddîn Mustafâ el-Ankaravî’nin, yegâne nüshası şahsî kütüphânemizde bulunan Uṣūl-i Dīn adlı akâ‘id kitabında “Elfāẓ-ı küfr” kapsamında naklettiği şu söz, devrin ulemâsının Türkmen uç yöneticilerinin düşüncelerini gerçekten bu yönde şekillendirdiklerine ışık tutacak niteliktedir: “Mesʾele: Bir işe: ‘Şerʿī degüldür!’ diseler, ol eyitse: ‘Ben onı bunı bilmezem; olagelmişdür, ḳānūndur, iderem!’ dise kāfir olur.” Ankaravî, a.g.e., vr. 80a, st. 5-7. Osman Gâzî’nin kendisine Eskişehir pazarının Bâc’ını teklif eden Germiyanlı’ya Bâc’ın Şer‘î olup-olmadığını sorması ve onun “öteden beri ḳānūn olduğu” şeklindeki cevabı karşısında öfkelenmesi, bu çağdaş kaynaktaki kayda nazaran aslında pek de şaşırtıcı bir durum değildi.
[7] Âşık Paşa-zâde, Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān, Bodleian Library MS Or. Oct. 2448, vr. 31a-32a; ‘Alî Beg, Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān’dan ʿĀşıḳ Paşa-zāde Tārīḫi, İstanbul: Matba‘a’-i ‘Âmire 1332, s. 19. Bu rivayet, kuruluş devri rivayetlerinde ağırlıklı olarak Âşık Paşa-zâde’yi takip eden Neşrî tarafından da tekrarlanmıştır: Ğıhānnümā: Die Altosmanische Chronik des Mevlānā Meḥemmed Neschrī, Band I, T. Menzel nsh., nşr. F. Taeschner, Leipzig 1951, s. 33.
[8] Âşık Paşa-zâde, a.g.e., ‘Âlî Beg nşr. s. 19-20; Neşrî, a.g.e., Menzel nşh., s. 33-34; F. Reşit Unat – M. Altay Köymen nşr., Ankara: TTK Yayınları 1947, s. 110, 112.
[9] Âşık Paşa-zâde, a.g.e., ‘Âlî Beg nşr., s. 19.
[10] Yahşi Fakih Menākıb’ının aslî nüshasını görmüş olan müellif, oradaki rivayeti özetlediği Bāb’ın daha başlığında “ʿOs̱mān Ġāzī’nüñ Ḳānūnı Aḥkāmın Bildürür” demek suretiyle, metindeki maddelerin yazılı bir Ḳānūn’un hükümleri olduğunu hissettirecek önemli bir işaret vermiştir. Âşık Paşa-zâde, a.g.e., Bodleian Library nsh., vr. 31a; ‘Âlî Beg nşr. s. 19. Aynı şekilde, Neşrî’de de yine bunu ön plana çıkaracak şekilde, konu ele alınırken “Ḳānūn-ı ʿOs̱mān” (krş. a.g.e., Menzel nsh., s. 33) ve “Ẕikr-i Ḳānūn-ı ʿOs̱mānī” başlıklarına yer verilmiştir. Krş. a.g.e., Unat – Köymen nşr., I, s. 110, st. 5. Hisbe ahkâmını bildiren kitapların klasik içeriği ve İhtisab sisteminin XIV. yüzyıl başlarında Anadolu’da var olduğunu gösteren tarihî bilgiler (Örneğin, bk. bu makalede, s. 10, dn.: 24), aynı coğrafyada siyasî bir lider olarak ortaya çıkan Osman Gâzî’nin de çağdaşı diğer Anadolu Beylikleri gibi yazılı bir kanun çıkarmasının yadırganacak bir tarafı olmadığını gösterir.
[11] Âşık Paşa-zâde, a.g.e., vr. 31a; ‘Âlî Beg nşr., s. 19.
[12] Eskişehir’in Dulkadir-oğlu Şehsüvâr Beg’in oğlu Kāsım Beg’in tasarrufuna verildiğini gösteren kayıtta, “Ḳażāʾ-i Eski-şehir” başlığı altında şu bilgi verilmektedir: “Ḳaṣabadur, Cumʿa’sı ḳılınur ve bāzārı ṭurur, şehre muttaṣıl ılıcaları daḫı vardur, der-taṣarruf-ı Ḳāsım Beg bin Şeh-süvār Beg-i Ẕü’l-ḳādirī.” BOA, TTD, nr.: 438, s. 223.
[13] باج بازار اسكى شهر وباد هوا ورسم كيل وعشر بوستان ورسم كواره ورسم زهيره وشهر اومان وعشر علاف وعشر باغ وباغچه وچفتلك عشرين” ورسم چفت ومال وقره شهر اومان مع يوه وقاچقون وبيت المال ومال غايب وهيمانه ويوه وقاچقون لواء سلطان اوڭى غير از ناحيۀ بلجك . خانه ׃ ۱۷۲ ، سݒاهى زاده ׃ ٤ ، فى سنه ׃ ١٣٦٨٥ . Ḳaṣabaʾ-i meẕkūr ahālīsi külliyyen ʿavārıż-ı dīvāniyyeden ve tekālīf-i ʿörfiyyeden muʿāf ve müsellem olub, ellerine ḥükm-i şerīf virilmiş.” BOA, a.g.b., nr.: 438, s. 224.
[14] Ö. Lütfi Barkan, “Bazı Büyük Şehirlerde Eşya ve Yiyecek Fiyatlarının Tesbit ve Teftişi Hususlarını Tanzim Eden Kanunlar-1I: Kanunnâme-i İhtisab-ı Bursa (1502)”, Tarih Vesikaları, 2/7 (Haziran 1942), s. 15-40; Kanunname-i İhtisab-ı Bursa, nşr.: M. Yılmaz Arıyörük, Ankara: TSE Yayınları 1995. Barkan, üç seri halinde Sultan II. Bâyezîd’in 907/1502 tarihli İstanbul ve Edirne İhtisab Kanunnâmeleri ile birlikte Bursa İhtisab Kanunları’nı da yayınladığı bu makale dizisinin en başında, neşrettiği kanunnâmelerin mevcut en eski Osmanlı İhtisab kanunları olduğuna işaret ederek şöyle demiştir: “Bu üç kanunnâme, şimdiye kadar bizim gördüğümüz narh defteri kanunları arasında en eskisidir. …Beyazıt II. devrine ait olan ve içinde Fatih devrine ait nizamlardan da bahsedilen İhtisap kanunnâmelerini neşretmekle, Türk Tarihinin bize pek az vesika bırakmış devirlerinden birine ait olan ve bu nevî kanunnâmelerden bizim bildiğimize göre en eskisi bulunan üç vesikayı okuyucularımıza takdim etmiş bulunuyoruz.” Barkan, a.g.m., “I: Kanunnâme-i İhtisab-ı İstanbul-el-Mahrûsa”, Tarih Vesikaları, I/5 (Şubat 1942), s. 327-328. II. Bayezid’in Bursa İhtisab Kanunnâmesi, Türk Standartları Enstitüsü tarafından müstakil olarak yapılan neşrinin kapağında da: “Sultan II. Bayezid Tarafından Yürürlüğe Konulan Dünyanın Bugünkü Manada İlk Standardı” olarak nitelendirilmiştir.
[15] Süleymaniye Ktp. Galata Mevlevîhânesi, nr.: 215/1, vr. 7b-20a.
[16] Krş. Kitāb-ı Ḳānūn-nāme, Süleymaniye Ktp. Galata Mevlevîhânesi, nr.: 215/1, vr. 19b, st. 4-18. Her varağı oldukça geniş 46’şar satırdan meydana gelen mevcut nüshanın 15 satırına kaydedilen Orhan Gâzî İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi, normal ölçütlerdeki orta boy bir yazmada arkalı-önlü 1 varak/2 sayfa, küçük ebattaki bir yazmada ise ortalama 2 varak/3 sayfa tutacak hacimdedir. İstanbul kütüphanelerindeki farklı Ḳānūn-nāme nüshaları üzerinde yaptığımız tüm araştırmalara rağmen, bu Ḳānūn-nāme’nin maalesef ikinci bir suretine rastlayamadık. Bu itibarla, burada ilk kez inceleyip neşredeceğimiz metin, bu kadîm Osmanlı Ḳānūn-nāme’sinin günümüze ulaşabilmiş yegâne istinsâhını teşkil etmektedir.
[17] Ḳānūn-nāme mecmuasının derleyicisi; Besmele, hamdele ve salât ü selâmdan sonra “Ve baʿd” ifadesiyle giriş yaptığı mukaddimede eseri kaleme alış sebebini şöyle açıklar: “Āyīn-i ḳavāʿid-i cihān-bānī ve ḳavānīn-i ʿörfiyyeʿ-i ʿOs̱mānī ki, medār-ı ṣalāḥ-ı ādem ve menāṭ-ı niẓām-ı umūr-ı cumhūr-ı ümemdür; mecmūʿ-ı merḳūm u muḥarrer olub bir mücelled defter olması ḫuṣūṣında ḥükm-i ḳader-tūvān ve fermān-ı ḳażā-cereyān vārid olmağın, imtis̱ālen li’l-emri’l-ʿālī cemʿ olınub, üç bābı müştemil ve her bāb bir faṣl-ı munḳasım ḳılındı.” Kitāb-ı Ḳānūn-nāme, Süleymaniye Ktp. Galata Mevlevîhânesi, nr.: 215/1, vr. 7b, st. 4-8.
[18] Orhan Gâzî’nin kanunnâme sureti, Kitāb-ı Ḳānūn-nāme’nin sondan bir önceki varağında (vr. 19b) bulunmakta olup, onu takip eden son varakta eserin Rebî‘u’l-evvel 978/Ağustos 1570’te tamamlandığını gösteren şu ketebe kaydı yer alır: تمام شد كتاب قانون نامه الواقع ربيع الأول ، سنه ׃ ٩٧٨ , a.g.e., vr. 20a, st. 23-25. Bu ketebenin devamında yer alan: تحريرا فى اا جا ، سنه ׃١٧٩ kaydından, nüshanın yazıldığı tarihten 195 yıl sonra, 11 Cemâziye’l-evvel 1179/26 Ekim 1765’te kopyalandığı anlaşılmaktadır.
[19] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 3-4.
[20] Bosna’lı Koca Nişancı Hüseyin Efendi, Bedāyiʿu’l-Veḳāyiʿ (faksimile metin), I, nşr. A. S. Tveritinovoy, Moskova 1961, vr. 40a-40b (s. 97-98), st. 8-25, 1-4.
[21] Bu kayıtlar için, bk. Hakan Yılmaz, “Bursa Fethine Yönelik Yeni Yaklaşımlar ve Bursa’nın Gerçek Fetih Tarihi”, Şehir & Toplum Dergisi, Marmara Belediyeler Birliği Kültür Yayınları süreli yayını, sy.: II/Haziran 2015, s. 61-73. Ayrıca 2015 yılı Ekim ayında Osmanlı Araştırmaları Kongresi’nde sunduğumuz “Orhan Gâzî’yi Sarayında Ziyâret Etmiş Bir Seyyah/Sûfî: Seyyid Kāsım el-Bağdâdî ve Seyāḥat-nāme’sinin Kuruluş Devri Osmanlı Tarihi Açısından Önemi” başlıklı tebliğe de bakılabilir.
[22] Orhan Gâzî’nin bu rivayette “Dīvān” kurmak için bir saltanat makarrına ihtiyaç duyduğunu belirtmesi ve musâhiblerinin ona bunun için iktisadî ve ekonomik yönden gelişmiş bir yerde bulunmanın şart oduğunu söylemelerine paralel olarak; Osman Gâzî’nin “Bāc” kanunu ile ilgili kıssasının sonunda yer alan şu şiirde de “Sulṭān” olmanın iki temel şartının “alış-veriş” ve “dīvān” olduğuna işaret edilmesi, kuruluş devrinde saltanatın bu iki önemli esasa dayandığı şeklinde bir algının vâr olduğuna ışık tutmaktadır: “Bu resme ḳodı ol ḳānūnı ʿOs̱mān / Ki şākir ola, andan Ġanī Sübḥān / Didi: Sulṭān ki Ḥaḳḳ’dur, milk anuñdur / Anuñdur virmek ü almaġ u dīvān…” Krş. Âşık Paşa-zâde, a.g.e., vr. 32b; ‘Âlî Beg nşr., s. 20. Osman Gâzî’nin adına hutbe okuttuktan sonra, ilk iş olarak Eskişehir yöresinde pazar kurdurmuş olması da bu anlayışla doğrudan alâkalı olmalıdır. Orhan Gâzî’nin Rebî‘u’l-evvel 749/Haziran 1348’de Lala Şâhîn Paşa adına Bursa dîvânında düzenlettiği vakfiyenin şahidleri arasında, 7. sırada “Ḥasan bin Ḥüseyin” adlı bir “tācir”in de yer alıyor oluşu, bu iki temel unsurun birbiriyle bağlantısına tarihî açıdan netlik kazandırmaktadır. Krş. a.g.b., VGMA, nr.: D. 732/59, s. 75.
[23] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 6-7.
[24] Orhan Gâzî’nin çağdaşı olup, coğrafî açıdan ona yakın olan Batı Anadolu beylik topraklarında yazılmış kimi eserlerde, bu dönemde İhtisab kurumunun mevcudiyetine ve şehirlerde Muhtesib’ler tayin edildiğine ilişkin çeşitli atıflara rastlanmaktadır. Meselâ Konya’da yaşamış olmakla birlikte, Aydınoğulları ve Germiyanoğulları beylikleri ile de sıkı bir bağlantı içerisinde bulunan Ahmed Eflâkî Dede’nin 718-754/1318-1357 yılları arasında Frasça olarak yazdığı Menāḳıbü’l-ʿĀrifīn’de: بيا مستانِ بى حد بين ببازار / اگر تو محتسب در احتسابى beytiyle, çarşı-pazarlarda İhtisab kurumunu temsil eden Muhtesib’lerin mevcut olduğuna açıkça işaret edilmiştir. Şemseddîn Ahmed el-Eflâkî, a.g.e., II, haz.: Tahsin Yazıcı, Ankara: TTK yayınları 1980, s. 603, st. 9. Yine aynı eserde, Ulu ‘Ârif Çelebi Sivas şehrine teşrif edince, şehrin ileri gelenleri ile birlikte Muhtesib’in de onu karşıladığı belirtilmektedir. Krş. Eflâkî, a.g.e., II, s. 856, st. 1-3. Bu kayıtlar, Orhan Gâzî döneminde Anadolu’nun doğusundan batısına dek uzanan her beylik ve siyasî yönetim alanında İhtisab kurumunun var olduğunu tarihî açıdan te’yid etmektedir.
[25] Daha önce Barkan tarafından yayınlanan İstanbul, Edirne ve Bursa İhtisab kanunlarının Topkapı Sarayı Müze Kütüphanesi Revan kitaplığındaki iki defterin içine kaydedilen suretleri dışında, sonraki devirlerde az-çok imlâ farklarıyla aslına uygun şekilde mecmualar arasına kopyalanmış istinsahlarının da mevcut olması, Orhan Gâzî’nin İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’nin de mecmuaya aynı yöntemle, Osmanlı inşa geleneğinin klasik bir yansıması olarak kaydedilmiş olduğunu gösterir.
[26] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 5-13, 16, 18. Ḳānūn-nāme’nin tam 16 yerinde muhtesibin alacağı akça miktarlarının, XIV. yüzyıla has bir yazılışla آلا “ala” şeklinde yazılışı, metnin orijinal belgeden ya da ondan dikkatle istinsah edilmiş bir kopyadan kaydedildiğini göstermekle birlikte, yalnız metnin tek bir yerinde, “Bez ve kebe” satışı karşılığında bir akça almasının emredildiği 15. maddede, müstensihin dalgınlığı ya da bâriz müdahalesiyle “ala” emrinin XV. yüzyıldan sonraki imlâ tekniği ile: آله şeklinde yazıldığı dikkati çekmektedir (vr. 19b, st. 12). Bu kıyastan hareketle, müstensihin cüz’î oranda da olsa, bazı kelimelerin imlâsını tashih amacıyla ya da dalgınlıkla tahrif etmiş olabileceği düşünülebilir. Tersi düşünüldüğünde; XVI. yüzyıldan sonra düzenlenmiş kimi Ḳānūn-nāme’lerin satır aralarında, dönemin klasik imlâsının dışında nadiren bu ibtidâî yazıma rastlanması da, kâtip ya da nişâncıların bu ilk kanunnameleri şablon olarak kullanmasından kaynaklanmış olabilir. “Ala” kelimesinin XVI. yüzyılda آله şeklindeki yazımına ilişkin örnekler için, meselâ bk. Yaşar Yücel-Selâmi Pulaha, I. Selim Kānūn-nāmeleri, Ankara: TTK Yayınları 1995, s. 95, st. 13; Recep 926/Haziran 1520 tarihli nüshanın tıpkıbasımı, vr. 12b vb.
[27] “Ola” kelimesinin اوله şeklindeki imlâsı, XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sabit bir yazım tekniği olarak yerleşmekle birlikte (Ör.: Ḳānūn-nāme’-i İḥtisāb-ı Burūsa, TSMK, Revan, nr.: 1935, vr. 46a-52a, 53a, 54a, 55a-59b; Y. Yücel-S. Pulaha, a.g.e., Tveritinova Nüshasının Tıpkıbasımı, vr. 21a-25a arasındaki pek çok yerde, vb.) XIV. yüzyılda düzenlenmiş kimi belgelerde de, diğeri kadar sık olmamakla birlikte bu imlânın zaman zaman kullanılabildiğine şahid oluyoruz. Meselâ, Orhan Gâzî’nin 1 Ramazan 700/15 Mayıs 1301 tarihli Çalıca mülk-nāmesinde yer alan: وقف اوله “vaḳf ola” ifadesi buna örnek olarak gösterilebilir (st. 3).
[28] Her iki yazım şekli de Ḳānūn-nāme’nin hamam işletme standartlarını açıklayan 19. maddesinde karşımıza çıkmakta olup, bu maddenin hamamlar ve dellâklerle ilgili ilk kısmında kelime, XIV. yüzyıldan kalma diğer belgelerde olduğu gibi iki defâ “ اولا ” imlâsıyla yazılmış; giriş cümlesinde ve usturalar ve fotalarla ilgili ikinci kısmında ise, hem o asrın hem daha sonraki yüzyılların klâsik yazım şekliyle, üç kez: اوله tarzında imlâ edilmiştir. Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 16-18. Bu imlâya benzer biçimde, Orhan Gâzî’nin Rebî‘u’l-âhir 749/Temmuz 1348 tarihli beratında da kelimenin, “ و ” harfi düşürülüp, “o” sesinin ötre ile “ ا ” (Elif)’e yüklenmek suretiyle, “ala” kelimesinin yazımını anımsatacak şekilde: الا “ola” imlâsıyla yazıldığı dikkati çekmektedir ( باطل الا وظالم الا “bāṭıl ola ve ẓālim ola”, TSMA, nr.: E. 10789, st. 8-9). Ayrıca Murad Hüdâvendigâr’ın Ahî Mûsâ’ya Orhan Gâzî’nin ölümünden 4 yıl sonra, 767/1366’da verdiği mülk-nâmenin iki yerinde (Krş. TSMA, Sinan Paşa, nr.: 155, st. 15, 31) ve Rebî‘u’l-evvel 787/Nisan 1385’te Edirne’de verdiği başka bir beratın bir yerinde aynı imlâya rastlandığı gibi ( بر دمله قانلرى دمه جان اُولا “bir damla ḳanları deme cān ola” F. von Kraelitz, “İlk ʿOs̱mānlu Pādişāhlarınıñ İṣdār İtmiş Olduḳları Baʿżı Berātlar”, TOEM, V/28, Teşrîn-i Evvel 1330, s. 245, st. 7); yine Aynaroz’da bir keşişe verdiği Şevvâl 788/Kasım 1386 tarihli orijinal berattaki: كِيرُو بَيَاغِلاَيِنْ اُولا “girü bayaġılayın ola” ifadesi de bunun daha başka bir örneğidir.
[29] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 10-13.
[30] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 6, 9.
[31] XIV. yüzyıla has, sabit bir imlâ kalıbına oturmamış bu tür yazım örneklerinden biri de, اقچه سن “aḳçasın” kelimesinin ekinin yazılışında karşımıza çıkmaktadır. Bu kelimenin sonundaki “-sın” eki, Ḳānūn-nāme’de geçtiği hemen her maddede yalnız س “sin” ile ن “nūn” birleştirilerek سن “-sın” şeklinde yazılırken; bostanların narhı ile ilgili 20. maddenin sonunda, araya fazladan “i” sesini verecek bir ﯿ “ye” harfi de ilâve edilerek اقچه سين şeklinde imlâ edilmiştir. Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 18.
[32] Âşık Paşa-zâde, a.g.e., vr. 31a; ‘Alî Beg nşr. s. 19-20.
[33] Âşık Paşa-zâde, a.g.e., vr. 31a; ‘Alî Beg nşr. s. 20. Onun babası tarafından konulan Bāc oranını aradan geçen uzun zaman farkına rağmen değiştirmemesinde, Eskişehir’de uygulanan bu ilk genel kanunnâmenin sonundaki: “Her kim bu ḳānūnı boza, Allāh Teʿālā anuñ dīnin ve dünyāsın bozsun!” te’kid emrinin etkili olduğu düşünülebilir.
[34] Anadolu Selçukluları zamanında mevcut olan meslek grupları ve bunların o dönemin kaynak ve belgelerine dayalı ayrıntılı bir incelemesi için, bk. Erdoğan Merçil, Türkiye Selçukluları’nda Meslekler, TTK, Ankara 2000, s. 13-206.
[35] Orhan Gâzî Vakfiyesi, TİEM, Env. nr.: 2188, vr. 8a, st. 8; Eflâkî, a.g.e., II, s. 603, st. 9, s. 856, st. 3; Şeyh-oğlu Mustafâ, Kenzü’l-Küberā ve Meḥekkü’l-ʿUlemā, Yapı Kredi Sermet Çifter Arş. Ktp., nr.: Y-1087, vr. 111a, st. 10.
[36] Şeyh-oğlu, a.g.e., vr. 43b, st. 7; 111b, st. 3.
[37] Şeyh-oğlu, a.g.e., vr. 43b, st. 7; 101b, st. 4.
[38] Eflâkî, a.g.e., I, 544. Satanlara گندم فروش “Gendüm-füruş” denildiği hakkında, bk. Merçil, a.g.e., s. 49, 199.
[39] Şeyh-oğlu, a.g.e., vr. 17b, st. 9.
[40] Şeyh-oğlu, a.g.e., vr. 36a, st. 9.
[41] Ahmed Fakih, Kitābu Evṣāf-ı Mesācidi’ş-Şerīfe, haz.: Hasibe Mazıoğlu, Ankara: TDK Yayınları 1974, s. 27, 110, beyit: 95; s. 30, 106, beyit: 141; s. 37, 95, beyit: 258.
[42] Eflâkî, a.g.e., II, 707-795; Şeyh-oğlu, a.g.e., vr. 31a, st. 7; 61b, st. 7.
[43] Eflâkî, a.g.e., I, 156, 163, 382, 429-430; II, 594, 710, 855; Şeyh-oğlu, a.g.e., vr. 111a, st. 8; 111b, st. 1-2.
[44] Ahmed Fakih, a.g.e., s. 30, 106, beyit: 141; s. 37, 95, beyit: 258; Şeyh-oğlu, a.g.e., vr. 82a, st. 10.
[45] Şeyh-oğlu, a.g.e., vr. 7a, st. 9-10; 65a, st. 5.
[46] Orhan Gâzî vkf., vr. 14a, st. 1; Lala Şâhîn Paşa vkf., st. 31.
[47] Orhan Gâzî vkf., vr. 14a, st. 1.
[48] Kâşgârlı Mahmûd, Dīvānü Luġāti’t-Türk, Millet Ktp. Ali Emîrî, Arabî, nr.: 4189, vr. 173b, st. 1-3
[49] Eflâkî, a.g.e., I, 151; Merçil, a.g.e., s. 77, 194-195, 210.
[50] Şeyh-oğlu, a.g.e., vr. 111b, st. 1; صابونى Merçil, a.g.e., s. 110, 204.
[51] Orhan Gâzî vkf., vr. 14a, st. 2; Eflâkî, a.g.e., I, 229; II, 727.
[52] Ahmed Fakih, a.g.e., s. 34, 110, beyit: 206, 210-211; s. 34, 100, beyit: 208; s. 36-37, 96-97, beyit: 247, 254; Şeyhoğlu, a.g.e., vr. 65a, st. 6.
[53] Eflâkî, a.g.e., I, 397.
[54] Eflâkî, a.g.e., II, s. 724.
[55] “ يَنجُق ׃ الكِيسَهْ ” Kâşgârlı Mahmûd, a.g.e., vr. 239a, st. 17. Ḳānūn-nāme’de geçen yancuḳcılar, “kese imalâtçıları” anlamına gelmekle birlikte, kelime يَنجُق “Yancıḳ” imlâsıyla: “at zırhı, çuḳāl” anlamında da kullanılmıştır. Şemseddîn Sâmî, Ḳāmūs-ı Türkī, II, Der-Sa‘âdet İkdâm Matba‘ası, İstanbul 1318, s. 1537.
[56] Eflâkî, a.g.e., I, 404, 489; II, 775, 852, 947.
[57] Şeyh-oğlu, a.g.e., vr. 8b, st. 6.
[58] Kâşgârlı Mahmûd, a.g.e., vr. 90b, st. 11; vr. 297a, st. 7.
[59] Şeyh-oğlu, a.g.e., vr. 49b, st. 8-9; vr. 50a, st. 2.
[60] “ دكان حلواٸى ” Eflâkî, a.g.e., I, 263; Orhan Gâzî vakfiyesi, vr. 14a, st. 2 vb.
[61] Eflâkî, a.g.e., I, 263; Şeyh-oğlu, a.g.e., vr. 8b, st. 10.
[62] Eflâkî, a.g.e., II, 894.
[63] Eflâkî, a.g.e., I, 82, 87; II, 618, 827.
[64] Eflâkî, a.g.e., I, 86, 296, II, 618; Kaygusuz Abdâl, Velāyet-nāme, İBB Atatürk Kitaplığı, nr.: K.0723, vr. 18a-19a.
[65] Krş. Yıldırım Bâyezîd Bursa ‘İmâret Vakfiyesi, TİEM, nr.: 2203, st. 165.
[66] Krş. Orhan Gâzî vakfiyesi, vr. 6b, st. 1-6.
[67] Eflâkî, a.g.e., I, 394, II, 1024.
[68] Orhan Gâzî vakfiyesi, vr. 7a, st. 6-9; Eflâkî, a.g.e., II, 746, 774, 886, 902-903; Şeyh-oğlu, a.g.e., vr. 8b, st. 4.
[69] Kaygusuz Abdâl, Delīl-i Büdelā ve Defter-i Āşıḳān ve Sırr-ı Ṣādıḳān ve Ḥayāl-i Nādān, İBB Atatürk Kitaplığı, Yz. nr.: K. 0606, vr. 11b, st. 10-14, vr. 12a, st. 2-5; a.g.e., İBB Atatürk Kitaplığı, Yz. nr.: K. 0167, vr. 10a, st. 17-19, vr. 10b, st. 1-2, 9-11. Bu nüshalarda “Demir” kelimesinin tıpkı Ḳānūn-nāme’deki gibi دمور “Demür” ve تيمور “Tīmür” şeklinde iki farklı imlâ ile yazılmış olması, Ḳānūn-nāme’nin XIV. yüzyılın karakteristik çift yazım özelliklerini taşıdığını aynı terim üzerinden belgeleyen ilginç ve çarpıcı bir örnektir. Bu yazıma paralel şekilde, XIV. yüzyıl Timur sikkelerinde de kimi zaman دمور “Demür”, kimi zaman تيمور “Tīmur” imlâsına rastlanmaktadır. “Demür” kelimesi klasik ve yerleşik şekliyle çok eski asırlardan beri kullanılıyordu.
[70] Buradaki سفج “Sifec” kelimesi, bu dönemde pamuk ve keten işinin büyük ölçüde Bursa’daki gayr-i müslim tüccarların elinde bulunduğunu ve yazım benzerliği nedeniyle bu pazar vergisinin “İspençe” kapsamında tahsil edilmiş olabileceğini akla getirdiği gibi; bu terimin, o dönemdeki bakır alaşımlı (manġīr) yabancı para birimlerinden herhangi birinin, Orhan Gâzî devri Türkmenleri arasındaki telâffuz şeklini temsil ediyor olması da ihtimâl dahilindedir.
[71] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 5-6.
[72] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 9.
[73] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 7-8.
[74] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 18.
[75] Yahni, Osmanlılar’dan önce Anadolu Selçukluları zamanında da sirke, soğan ve baharatla pişirilen bir et yemeğiydi. Krş. Ömer Uzunağaç, Selçuklu Anadolu’sunda Beslenme ve Yemek Kültürü, İstanbul 2015, s. 106.
[76] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 18.
[77] Burada pazarcılara ve şehir halkına eski İhtisab kanunundan sorulunca şöyle dedikleri haber verilmektedir: “Evāʾilde bāzār yirine her cins meyve gelse, şehrlü ve bāzārcı olsun, her kişi murādınca alurdı. Dört-biş yıl vār ola, bāzārcılar ittifāḳ idüb şehre gelen fevāḳīhi ve eṭrāf-ı şehrde olan bāġ u baġça vü bostānları yirlü yirinde götürü-ṭutub, alub meyvelerin dükkānlarına getürüb żabṭ itdükden ṣoñra muḥtesib ittifāḳıyle her birine bir narḫ olınub, getürüb muḥkem sicillāta ḳayd itdürürler, ammā ṭaşrada kendüler murādlarınca ṣatub muḥtesible bitürüşürler.” a.g.e., vr. 45b.
[78] Krş. a.g.e., vr. 46a-49a.
[79] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 7.
[80] Krş. Ḳānūn-nāme’-i İḥtisāb-ı Burūsa, TSMK, Revan, nr.: 1935, vr. 45a, st. 21-26.
[81] “Ehl-i ḫibreleri ve baʿżı aʿyān-ı şehr dāḫı iḥżār olınub, et narḫına müteʿallıḳ olıgelān ḳānūndan suʾāl olınıcaḳ, s̱iḳāt-ı müslimīnden bir niçe mu‘temedün-ʿaleyh kimesneler eyitdiler ki: ‘Ḳadīmü’l-eyyāmdan ḳoyun etinüñ narḫı her yıl fuṣūl-ı s̱elās̱ede üç nevʿ üzere olub…’” a.g.e., vr. 44b, st. 14-17.
[82] “Sābıḳā Gelibolı’da her ḳoyun başına iskele resmi birer aḳça alınurdı, şimdi dörder aḳça ferr alurlar.” a.g.e., vr. 44b, st. 22-23.
[83] Bursa esnafı arasında hayvan kesim oranı olan çeyrek akçaya tekâbül edecek şekilde, yük başına en ucuz Bāc’ın da, Ḳānūn-nāme’nin 2. maddesinde Buğday (Gendüm) satıcılarından tahsil edilmesi emredilmiştir: “Ve gendüm ṣatandan ḥimlde nīm aḳça ala.” Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 6.
[84] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 9-10.
[85] Krş. Ḳānūn-nāme, Revan nsh., vr. 54a, st. 24-26.
[86] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 18.
[87] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 13-16.
[88] Maddede, görünüşte muhtesibin kontrolüne bırakılan 29 meslek erbâbından söz edilmekle birlikte, ṣābūncılar yanlışlıkla iki defa zikredildiğinden, denetlenmesi öngörülen esnaf sayısı aslında 28’dir.
[89] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 8-9.
[90] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 10-11.
[91] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 16-18.
[92] Ö. Lütfi Barkan, “Bazı Büyük Şehirlerde Eşya ve Yiyecek Fiyatlarının Tesbit ve Teftişi Hususlarını Tanzim Eden Kanunlar-1: Kanunnâme-i İhtisab-ı İstanbul-el-Mahrûsa”, Tarih Vesikaları, I/5 (Şubat 1942), s. 338. Yine aynı tarihte Edirne’de çıkarılan İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’nin 22. maddesinde de bu hüküm, pâdişah tarafından daha kısa ve muhtasar bir şekle büründürülerek tekrâr edilmiştir: “Ḥammāmcılar fotaların ġāyetde temīz ṭutalar ve ḥammāmı daḫı yuyalar, pāk ideler. Dellākler usturaların eyü ideler ve kāfire virdükleri fotayı, usturaların müsülmāna virmeyeler.” Barkan, a.g.m., “III: Suret-i Kanunnâme-i İhtisab-ı Edirne”, Tarih Vesikaları, II/9 (Birinci Teşrin 1942), s. 174.
[93] Der-Beyān-ı Ḳānūn-nāmeʾ-i ʿOs̱mānī, Arnavutluk Devlet Arşivi. Belgeler, nr.: 143, belge nr.: 127, vr. 66; Y. Yücel – S. Pulaha, a.g.e., s. 67, 200-201.
[94] Buna açık bir örnek teşkil edecek şekilde, Ḳānūn-nāme’de yer alan “çüst ü çālāk” ve yine sıklıkla kullanılan “ḥaḳḳından gelmek” ifadelerinin, XIV. yüzyıldan XV. yüzyıla geçiş safhasında yazılmış eserlerde klasik birer inşa ifadesi olarak yer aldığı görülmektedir. Krş. Şeyh-oğlu, a.g.e., vr. 69b, st. 9; Kaygusuz Abdal, Velāyet-nāme, vr. 18b, st. 4-5. Bu asrın metinlerinde yerleşik olan bu inşa kalıpları, dilinin sadeliği ve esnaf arasında kolay anlaşılırlığı nedeniyle, hükmü genişletilen sonraki İhtisab kanunnâmelerinde de üslûbu muhâfaza edilerek hemen aynı ifadelerle tekrar edilmiştir.
[95] “Başcılar ehl-i ḫibresiyle iḥżār olınub: ‘Ḳānūn-ı ḳadīm var mıdur, nicedür?’ diyü suʾāl olınduḳda şöyle ẓāhir oldı-ki, ilā yevminā hāẕā başlara narḫ virilmez imiş.”; “Serrāclarda ḳadīmden muḳarrer ḳānūn yoġimiş.” Ḳānūn-nāme, Revan nsh., vr. 51a, st. 13-15; vr. 56a, st. 23. Orhan Gâzî’nin İḥtisāb Ḳānūn-nāme’sinin 17. maddesinde bu iki esnaf grubu, muhtesibin 3 ayda bir Narḫ ve Bāc alacağı Ehl-i ḥirfet zümresine dahil edilmiştir.
[96] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 15. Anadolu Selçukluları ve öncesine dair, bk. Uzunağaç, a.g.e., s. 129-131.
[97] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 14.
[98] Ḳānūn-nāme’de geçen كلندر “Kilinder” terimi “Üstüvāne” ve “Merdāne” isimleriyle de bilinen “Eski bir şarāb ölçüsü”nün ismi olup, Grekçe Κύλινδρος / Kylindros kelimesinden gelmektedir. Krş. Şemseddîn Sâmî, a.g.e., II, كلندر “Kilinder” md., s. 1179. Kalay ve tenekeden imâl edilen Kilinder, 2,1225 lt.’lik bir hacme sahipti. Krş. Walter Hinz, İslâm’da Ölçü Sistemleri, çev.: Acar Sevim, İstanbul 1990, s. 52.
[99] Krş. Ḳānūn-nāme, a.g.e., vr. 19b, st. 16. Ortalama 100 ya da 120 dirhemlik ağırlığa karşılık gelen Lidre, Osmanlılar’dan önce de kullanıldığı bilinen Libbra/Libre’nin Türkçe’ye geçmiş olan adıdır. Krş. Halil İnalcık, “Introduction to Ottoman Metrology”, Turcica, XV, Louvain 1983, s. 321.
[100] Krş. a.g.b., vr. 8a, st. 7-8. Vakfiyenin Türkçe tercümesindeki bu ifadeler, 25 yıl sonra tamâmen aynı formatta düzenlenmiş olan I. Murad’ın Kaplıca ‘İmâret Vakfiyesi’nde de benzer ifadelerle tekrar edilmiş olduğundan, bu kısmın vakfiyenin orijinal Arapça metninde de yer aldığına şüphe yoktur.
[101] BOA, MAD, nr.: 162/5, st. 45-46.
[102] Krş. BOA, MAD, nr.: 162/5, sıra: 26. Vakfiyede ilginç birer veri olarak احمد چاوش “Ahmed Çāvuş” adında bir نواب “Nevvāb”ın, esnaftan حاجى ابراهيم بن حسن “Ḥacı İbrāhīm bin Ḥasan” adlı bir بزاز “Bezzāz”ın ve على بن بكر “ʿAlī bin Bekir” adlı dönemin Bursa نايب “Nāyib”inin de şahidler arasında zikredildiği görülmektedir.
[103] Şeyh-oğlu Mustafâ, a.g.e., vr. 111a-111b, st. 8-4.
[104] İhtisab Kanunnâmelerindeki devamlılık geleneğinin açık bir yansıması olarak, Yavuz Sultan Selim tahta çıkınca 15 Safer 918/2 Mayıs 1512’de Bursa hâkimine şu hükmü göndererek, babası Sultan II. Bâyezîd zamanında Bursa’da yürürlükte olan tüm İhtisab kanunlarının kendi saltanatı zamanında da geçerli olduğunu ilân etmiştir:
صورت الحكم السلطانى السطان بن السلطان السلطان سليم شاه بن السلطان بايزيد خان
ـ طال بقاه ونال مناه ـ
“Aḳżāʾ-i ḳużātü’l-müslimīn, evlā-yı vülāti’l-muvaḥḥidīn, maʿdeni’l-fażl ve’l-yaḳīn, vāris̱-i ʿulūmi’l-enbiyāʾ-i ve’l-mürselīn Mevlānā el-Ḥākim bi-maḥrūseʾ-i Burūsa ـ زيدت فضايله ـ , tevḳīʿ-i refīʿ-i hümāyūn vāṣıl olıcaḳ maʿlūm ola ki; Bundan aḳdem anda olan İḥtisāb’a müteʿallıḳ ve ġayr[ı] ḫuṣūṣlar içün ḳıdveti’s-selāṭīn, ʿumdetü’l-ḥavāḳīn, Ẓıllu’llāhi fī’l-arażīn Sulṭān babam ـ مد الله ظلّه العَالِى ـ zamānında ḥükümler virilmiş idi. İmdi, buyurdum ki ol ḥükümleri muḳarrer bilüb, mūcebince ʿamel idüb icrā itdüresiz. Şöyle bilāsiz, bir dürlü itmeyesiz; vech-i meʾmūr üzere ʿamel idüb ʿalāmet-i şerīfe iʿtimād ḳılasız. تحريرا فى اليوم الخميس عشر فى شهر صفر المظفر ، سنه ׃ ثمان عشرة تسعمائة ، بمقام قسطنطنيه . ” Bursa Şerʿiyye Sicilleri, D. nr.: A.20, vr. 163a/1525. Bu hükmün ilânından bir yıl sonra, 919/1513 tarihli Bursa Şerʿiyye Sicil Defteri’ne bir borç-kefâlet meselesi dolayısıyla düşürülen bir kayıtta: حاليا للمحتسب ببروسه المحروسة ifadesiyle zamanın Bursa muhtesibinin محمد چلبى بن يوسف “Muḥammed Çelebī bin Yūsuf” olduğuna işaret edildiği ve ayrıca bir başka beldenin muhtesibi olanطورمش بن مولانا يعقوب المحتسب “Muḥtesib Ṭurmış bin Mevlānā Yaʿḳūb”un da kefiller arasında zikredildiği dikkati çekmektedir. Krş. Bursa Şerʿiyye Sicilleri, D. nr.: A.23, vr. 1632–a/1528.
[105] نسخه ده ” حلاچلر” كلمه سى مكرراً يازيلمشدر .
[106] Kitāb-ı Ḳānūn-nāme, Süleymaniye Ktp. Galata Mevlevîhânesi, nr.: 215/1, vr. 19b, st. 4-18.