Osmanlı Devleti’nde Âsâr-ı Atîka İlgisi: Miletopolis Örneği |
19.yüzyılın ilk çeyreğinde Avrupalı arkeologların Osmanlı coğrafyasındaki eski medeniyetleri araştırma gezileri ile başlayan âsâr-ı atîka yani eski eserlere olan ilgi, yüzyıl sürecinde giderek artış göstermiştir. Batılı araştırmacıların genel izlenimine göre Osmanlı ülkesinde insanlar eski eserlere değer vermiyor, onları taş ve kireçten ibaret görüp, kırıp parçalayarak zarar veriyorlardı. Fakat sanılanın aksine Batı’da uygulandığı şekliyle tam bir korumacılık örneği görülmese de Osmanlı Devleti’nin eski eserlere önem verdiği, bunları korumak için elinden geleni yaptığı bilinmektedir. Bu yazıda 19. yüzyılın son çeyreğine ait üç belge ile devletin âsâr-ı atîkaya olan ilgisi Miletopolis antik kenti örneği çerçevesinde incelenecektir.
Batılı araştırmacıların Osmanlı ülkesinde eski eserlere değer verilmemesinden kastettikleri, o dönemde inşa edilen yapılarda, eski medeniyetlerden kalan yapı parçalarının kullanılmasıdır. Bu uygulamaya devşirme malzeme kullanımı adı verilmektedir ve örneklerine sadece Osmanlı döneminde rastlanılan bir uygulama değildir. Roma İmparatorluğu döneminde dahi ele geçirilen bölgelerde üstünlük göstergesi olarak, yeni inşa edilen yapılarda önceki medeniyetlere ait mimari malzemelerin kullanıldığı bilinmektedir. İslâm devletlerinde de mimari eserlerde bu türden uygulamaların yapıldığı görülmektedir.[1]
Osmanlı Devleti’nde eski eserleri korumaya yönelik ilk uygulama Sultan Abdülmecit döneminde Fethi Ahmet Paşa’nın teşvikleriyle, 1846 senesinde Yalova’da bulunan Bizans dönemi eserlerinin İstanbul’daki Tophane-i Âmire cephanesi olarak kullanılan Aya İrini Kilisesi’ne nakledilmesiyle başlamıştır. [2] 1869 senesinde yayımlanan Âsâr-ı Atîka Nizamnâmesi ile eski eserlerin idâresi Maarif Nezaretine verilmiş ve eserlerin sergileneceği bir müze kurulmasına karar verilmiştir.[3] 1846 senesinden beri Aya İrini’ye nakledilen eski eserler 1869 senesinde, Müze-i Hümâyûn adı ile sergilenmeye başlamıştır. 1871 senesinde kapatılan Müze-i Hümâyûn, 1872 senesinde Ahmet Vefik Paşa’nın Maarif Nâzırı olduğu dönemde tekrar açılmıştır. Aya İrini’nin eserlerin sergilenmesine uygun olmaması nedeniyle 1876-1880 arası burada bulunan eski eserler, Topkapı Sarayı’nın Çinili Köşk’üne taşınmıştır. 1881 senesinde müze yönetimine Osman Hamdi Bey getirilmiştir; Osman Hamdi Bey’in etkin çalışmaları, müzeye gelen eserlerin sayısında büyük artışa yol açmıştır. Çinili Köşk’ün müze olarak yetmemesi üzerine Osman Hamdi Bey ilk olarak Şark Eserleri Müze binasını inşâ ettirmiştir. Bu binanın da ihtiyacı karşılamaması üzerine ise 1891 senesinde bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi binası inşâ edilmeye başlamıştır.[4] Miletopolis Antik Kenti
Miletopolis antik kentinin, bugün Bursa’nın Mustafakemalpaşa İlçesi sınırlarında bulunan ve Melde Bayırı adı verilen bölgede bulunduğu pek çok araştırmacı tarafından kabul edilmektedir. MÖ. 7. yüzyılda kurulduğu tahmin edilen kentin kurucusu Miletos’tur. Miletopolis ile ilgili ilk tespitler 19. yüzyılın ilk yarısında William J. Hamilton’un(1842) araştırmaları ile başlamış, Georges Perrot, Edmond Guillaume(1872) ve Artur Munro(1894) ile devam etmiştir.[5] Araştırmacılar çeşitli şekillerle toprak altından çıkarılmış olan eserlerin kaçak kazılarla ortaya çıktığını düşünmekle birlikte, esasen o dönemde kaçak kazı yapma amacından ziyade tarımsal arazinin kullanımı esnasında veya yeni bir yapı inşâ edilirken bu eserlerin ortaya çıkarıldığı tahmin edilmektedir.
Bu makalenin yazılma fikri Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan ve Kirmasti Kazası[6] dâhilinde çıkarılan eski eserlerle ilgili üç belgeden hareketle ortaya çıkmıştır. 4 Şubat 1893 tarihli ilk belgeye göre Kirmasti’de inşâ edilen yol için, Melde Bayırı adı verilen bölgeden taş çıkarılması esnasında, üç parça şişe ve topraktan mâmul küçük bir kız resmi ile baş tarafları kırık dört parça çömlek bulunduğu belirtilmiştir. Eserlerin bulunduğu alanın bir mezar olduğu ve bulunan eserlerin bir sandığa konularak Kirmasti Kaymakamlığı tarafından Hudâvendigâr Vilâyeti Maarif Müdürlüğü’ne gönderildiği bildirilmektedir.[7]
30 Mayıs 1895 tarihli ikinci belgeye göre ise Kirmasti Kazası Kavaklı Köyü sınırlarında bulunan Melde adı verilen bölgede iki adet heykel ve yine Kirmasti Kazası’nın Sincan Nâhiyesi dâhilinde Tekfur Çiftliği bölgesinden eski bir mezarın çıkarıldığı bildirilmektedir.. Çıkarılan bu eserlerden iki adet heykel İstanbul’da Müze-i Hümâyûn’a gönderilirken, lahit ise Bursa Mekteb-i İdâdîsi’ne sevk edilmiştir. Çıkarılan bu eserlerin fotoğraflarının çekildiği ve bu fotoğrafların Hudâvendigâr Vilâyeti Maarif Müdürlüğü’ne gönderildiği de aynı belgede belirtilmiştir.[8] Mayıs 1895 tarihli bu belgede görüldüğü üzere, Tekfur Çiftliği bölgesinden çıkarılan lahit, Bursa Mekteb-i İdâdîsi’ne yani Bursa Erkek Lisesi’ne gönderilmiştir. Bu dönemde Müze-i Hümâyûn’un birer şubesinin Bursa ve Konya’da açılması fikirleri olmakla birlikte, Bursa Erkek Lisesi dâhilinde kurulan müze 1904 tarihlidir. 1904 senesinde Müze-i Hümâyûn’un Bursa şubesi açılana kadar, Bursa ve çevresinden çıkan eserlerin bir kısmının Bursa Mekteb-i İdâdîsi bahçesinde muhafaza edildiği anlaşılmaktadır.
İnceleyeceğimiz son belge 8 Ekim 1895 tarihlidir. Bu belgeye göre Kirmasti Kazası’nın Sincan Nâhiyesi’ne dâhil olan ve yeni kurulan Karaorman Köyü sınırlarında bulunan Tekfur Çiftliği bölgesinde köy ahalisinin cami inşaatı için taş çıkardığı mahalde 1,5 metre uzunluğunda ve 0,5 metre genişliğinde mermerden mâmul resimli bir mezar buldukları belirtilmektedir. Lahit bulunur bulunmaz Kirmasti Kaymakamlığı’na bilgi verilmiş, Kaymakamlık ise Hudâvendigâr Vilâyeti Maarif Müdürlüğü’ne durumu bildirmiştir. Maarif Müdürlüğü’nün lahit hakkında detaylı bilgi istemesi üzerine, lahdin tüm yüzeylerinde bulunan resimler detaylı bir şekilde açıklanmıştır. Belgedeki açıklamalara göre lahdin bir yüzündeki resimler üç kısımda bulunmaktadır. Birinci kısımda kucağında çocuk oturan bir kadın ve yanında iki adam, ikinci kısımda kucağında çocuğuyla birlikte ayakta duran bir kadın ve yanında bir adam, üçüncü kısmında ayakta duran bir kadın ve karşısında ayaklarını uzatarak oturan bir adam bulunmaktadır. Lahdin diğer bir yüzünde ise ayakta duran bir kadın ve elleri kadın tarafından tutulan çocuk ve çocuğun arkasında bir adam, diğer bir yüzünde ise bir adet süvari şövalye ve arkasında esmer bir çocuk bulunmaktadır.[9]
Görüldüğü üzere lahdin tasviri oldukça detaylı bir şekilde yapılmıştır. Hudâvendigâr Vilâyeti Maarif Müdürlüğü’ne gönderilen detaylı bilgiler neticesinde, eserlerin çıkarıldığı alanın haritada işaretlenmesi istenmiştir. Fakat eserlerin nereye nakledileceğine ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır.
Sonuç
İncelediğimiz üç belgeden elde ettiğimiz bilgilere göre Osmanlı Devleti’nin eski eserlere tamamen ilgisiz olduğu ve bunun yerli halk tarafından tahrip edilerek yok edildiği düşüncesinin tamamen doğru olmadığı görülmektedir. Elbette bu değerlendirmeyi genellemek oldukça zor olacaktır. Fakat devlet eski eserlere zarar gelmemesi için elinden geleni yapmakta, müzeler kurarak eserlerin belirli merkezde toplanmasını ve korunmasını sağlamaktadır.
Devletin yanında toplumun da bu konuda tamamen bilinçsiz olduğunu söylemek doğru değildir. Bazı dini sembollere ve insan figürlerine yönelik tahrip edici işlemler uygulandığı bilinmekle birlikte, eski medeniyetlerin bulunduğu coğrafyalarda kurulmuş olan pek çok köy gezildiğinde, köy meydanında yahut çeşitli bölgelerinde bu medeniyetlere ait eski eser parçalarının toplandığı görülmektedir. Onları yok etmek yerine köy meydanında sergilemeyi seçmeleri, toplumun eski eserlere olan bakış açısının topyekûn olumsuz değerlendirilemeyeceğini göstermektedir.
[1] Gönül Öney, “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Antik Devir Malzemesi”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Anadolu Dergisi, S.18, 1968, s. 26
[2] Gürsoy Şahin, “Avrupalıların Osmanlı Ülkesindeki Eski Eserlerle İlgili İzlenimleri ve Osmanlı Müzeciliği”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, C.26, S.42, 2007, s.110
[3] Hüseyin Karaduman, “Belgelerle İlk Türk Âsâr-ı Atîka Nizamnâmesi”, Belgeler, C. XXV, S. 29, 2004, s.73
[4] Şahin, a.g.m., ss.116-118
[5] İbrahim Hakan Mert, “Kirmasti Bölgesinin Arkeolojik Önemi”, Mustafakemalpaşa (Kirmasti) Sempozyumu Bildirileri, Bursa: Mustafakemalpaşa Belediyesi Yayınları, 2011 s.213
[6] Bugün Bursa’ya bağlı Mustafakemalpaşa İlçesi
[7] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Maarif Nezâreti Mektûbî Kalemi, 160/43, 17 Receb 1310
[8] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Maarif Nezâreti Mektûbî Kalemi, 266/9, 05 Zilhicce 1312
[9] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Maarif Nezâreti Mektûbî Kalemi, 287/5, 18 Rabiü’l-ahire 1313