Quantcast
Osmanlı Devleti’nin Bürokratik Anlamda Asıl Kurucusu: Orhan Gâzî – Belgesel Tarih

Hakan YILMAZ
Hakan  YILMAZ
Osmanlı Devleti’nin Bürokratik Anlamda Asıl Kurucusu: Orhan Gâzî
  • 12 Mart 2022 Cumartesi
  • +
  • -
  • Hakan YILMAZ /

Loading

“Bu dūdmān-ı şerīfüñ içinde fet ü fütū içün iʿlāʾ-i aʿlām-ı İslām idenlerüñ
ser-çeşmesi Sulṭānü’l-ġuzāt ve’l-mücāhidīn Ḥażret-i ʿO­­mān Ḫān-ı Ġāzī’dür;
ammā übūt-ı istiḳrārına bāʿi ve devām-ı istidāmetine sebeb,
Ley-i mücāhidān Ḥażret-i Orḫān ān’dur.”
(Behiştî, Vāridāt-ı Sübḥānī ve Fütūḥāt-ı ʿOs̱mānī, es-Sifrü’l-Evvel,
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Ktp. Şevket Rado Yzm., nr.: 293, vr. 84b, st. 7-10)

Orhan Gâzî Bursa’nın fethinden sonra, henüz babası Osman Gâzî’nin sağlığında Osmanlı uç beyliğini tam teşekküllü bir devlet olmaya götürecek ilk ve en önemli adımları atan Osmanlı sultânı olduğu için, bürokratik anlamda Osmanlı Devleti’nin asıl kurucusu sayılır.* Yakın zamâna kadar Âşık Paşa-zâde’nin kısa ve belirsiz kayıtlarıyla sınırlı kalan Sultan Orhan’ın devletleşme yönündeki bu ilk girişimlerinin mâhiyet ve niteliği, son zamanlarda ortaya çıkan çağdaş yeni bulgular ışığında aydınlanmaya başlamış ve Osmanlı kroniklerinde yer alan belirsiz atıflar tarihî açıdan kesinlik ve belirginlik kazanmıştır.

Bu araştırmamızda; Osman Gâzî’nin direktifiyle Orhan Gâzî tarafından idârî, kurumsal, ticârî ve askerî alanlarda çıkarılan ilk Osmanlı kānunları, Bursa Beg-sarayı’nda Salṭanat Dīvānı’nın kurulması, vezâret, nişâncılık ve defterdarlık sistemlerinin oluşturulması, aralarında İzmit bölgesiyle alâkalı olan 749/1348 tarihli “Pambucaḳ-deresi” ve 754/1353 tarihli “Aḳ-pıñar Çiftliği” bitilerinin de bulunduğu pek çok bölge adına verilmiş mülk-nâme ve vakfiyelerin, bir defterdâr nezâretinde mufassal defterlere aktarılması, Beg-sarayı’ndaki Ḫızāneʾ-i ʿĀmire’de ve Sadâret kazâsı Kirmasti’de ilk Osmanlı Arşivleri’nin kurulması ve Muhâsebe işlemlerinde “Siyāḳat yazı ve raḳamları”nın kullanılmaya başlaması… gibi faaliyetleri kanıtlayan yeni belgeler ışığında, Osmanlılar’da devletleşme ve bürokrasinin doğuşu konusu geniş bir çerçevede ele alınacaktır.

İleride bir cihan devletine dönüşecek olan Osmanlı Devleti’nin kānun, kurum ve müesseselerinin ilk temellerini attığı için Osmanlı Devleti’nin bürokratik anlamda asıl kurucusu sayılan Orhan Gâzî’yi, bu tarihî gerçeği temsilen elinde “küre / kızıl elma” ile gösteren bir minyatür. Sultan I. Ahmed Albümü, TSMK, nr.: B.408, vr. 7a.

Giriş:

İslâm medeniyet târihinde, İslâm’ın temel prensipleri doğrultusunda uygulanan “Şer‘î” kānunların yanı sıra; mülkî-iktisâdî birtakım vergiler ve ayrıntıya ilişkin muâmelâtı içeren “Örfî” kānunların da ihdâsı ile, bürokrasinin teşekkülüne yönelik ilk adımlar Hulefâ’-i Râşidîn ve Emevîler zamânında atılmış; Abbâsîler döneminde özellikle kurumsallaşma faaliyetleri epeyce ivme kazanmış ve Selçuklu, Memlûk, İlhanlı gibi sonraki İslâm devletleri zamânında çok daha gelişmiş bir sistem hâlini almıştı. İslâm devlet geleneğinin vazgeçilmez unsurları niteliğindeki bu kānunlarla; dinî, idârî, iktisâdî sistemler ve bunları temsil eden kurumların, Anadolu Selçuklu coğrafyasının uç noktasında zuhûr eden ve Harzem diyârından beri Türk-İslâm idârî, siyâsî ve ekonomik teâmüllerini iyi bilen Osmanlılar’a intikâl etmemesi düşünülemezdi.

Bu büyük tarihî gerçek alenen ortada iken, Osmanlı Devleti’nin yıkılışını tâkip eden süreçte bilim çevrelerinde Avrupa merkezli tezlere odaklı yeni bir yönelim ve “medeniyetin yegâne temsilcisinin Avrupa olduğu” yönünde aşırı abartılı siyâsî bir eğilimin ortaya çıkması, bunun verdiği rahatlığı fırsat bilen pek çok batılı araştırmacıyı istismar amaçlı yeni bir iddiâyı dillerine dolamaya sevk etmiş; XIV. yüzyılın başlarına kadar yedi asır boyu süregelen İslâm devlet geleneğine bağlı tüm kurum ve normların Osmanlılar’a temsilcisi olduğu Türk-İslâm medeniyetinden değil de “Bizans’tan intikâl ettiği” yönünde; dıştan oldukça ilginç ve dikkat çekici gözüken, gerçekte ise içi boş ve siyâsî amaçlara hizmet eden, spekülatif ve eğreti bir “Osmanlı bürokrasi târihi” inşâ edilmek istenmiştir. Devletler ve medeniyetler arasında az-çok etkileşim olabileceği olgusunu çarpıtmaya yönelik bu asılsız iddiâ, neyse ki o dönemde başta Mehmed Fuad Köprülü olmak üzere, ünlü Türk bilim adamlarının ortaya koydukları tartışmasız deliller ışığında literatürden tamâmen temizlenmiştir[1].

Bu gibi taraflı iddiâların bertaraf edilişi sırasında yapılan tetkik ve incelemeler sonucu; Osmanlı kuruluş döneminden günümüze intikâl etmiş az sayıdaki mülk-nâmeler, vakfiyeler, defterler, bunların sûretleri ve sonraki tahrirlerde kadîm belgelerin içeriklerine yapılan bâriz göndermeler, dönem üzerinde tarafsız çalışan modern araştırmacıları ortak bir çizgide; ilk Osmanlı bürokratik ve ticârî-mâlî müesseselerinin Selçuklular’ın ve İlhanlılar’ın gelişmiş siyâsî ve ekonomik sistemlerini tâkiben kurulduğu düşüncesinde birleşmeye sevk etmiştir[2].

Türk tarih ve medeniyetinin bir bütün olduğu ve her yeni devletin bir önceki devletin devâmı niteliğinde bulunduğu tarihî gerçeğine dayanan bu görüş, teorik anlamda Osmanlı bürokratik sisteminin menşeini güçlü ve isâbetli bir tespitle ortaya koymakla birlikte, bir asrı aşkın süredir yürütülen akademik çalışmalarda Kuruluş devri Osmanlı bürokrasisi, kānûn-nâmeleri, ticârî teâmülleri ve saray protokolünün mâhiyet ve nitelikleri hakkında -geç dönem Ḳānūn-nāme’leri, ʿĀşıḳ Paşa-zāde Tārīḫi ve kroniklerdeki belirsiz birkaç atıf dışında- somut hiçbir veri elde edilememiş; bu yüzden kuruluş devri Osmanlı bürokrasisi, devlet teşkilâtı ve sosyo-ekonomik târihi üzerinde yapılan analiz ve tespitler, yalnızca dönemin diğer siyâsî teşekkülleriyle yapılmış basit kıyaslamalara dayalı karşılaştırmalardan öteye geçememiştir.

Yakın zamâna kadar birbirinin tekrârı niteliğinde yayınlanmış bu gibi yüzeysel çalışmalarla sınırlı kalan ve dâimâ klasik bir çerçevede ele alınan bu mesele, neyse ki son birkaç yıldır Orhan Gâzî dönemine ait ortaya çıkan yeni kaynaklar, geri plânda kalmış mühim çağdaş vesîkalar ve ilk Osmanlı ticârî kānunlarına ilişkin önemli bulgular sâyesinde aydınlanmaya, bu karanlık dönem üzerindeki sis bulutları ciddî ölçüde dağılmaya ve ilk Osmanlı devlet ve bürokrasi sisteminin yapısına ilişkin nitelikli ve ayrıntılı bilgiler ortaya çıkmaya başlamıştır.

Hükümdarlığı döneminde Bithynia topraklarının tamâmına yakınını fetheden ve oğlu Orhan’a idârî, ticârî ve umûmî alanlarda kānunlar yapmasını vasiyet eden Osmanlı Devleti’nin siyâsî ve askerî mânâda kurucusu Osman Gâzî’nin bir minyatürü. Levnî, Kebīr Muṣavver Silsile-nāme, TSMK, III. Ahmed, nr.: 3109, vr. 1b.

Osmanlı bürokrasisinin başlangıcı ve buna bağlı olarak ilk Osmanlı kānun ve kurumlarının inşâsı hakkında Orhan Gâzî dönemine ait tüm yeni bulguları özetleyen bu araştırmada; Osman Gâzî’nin âhir ömründe oğlu Şehzâde Orhan, vezîri Alâeddîn Paşa ve Çandarlı Kara Halil aracılığıyla çıkardığı ilk Osmanlı kānunlarının türleri, nitelikleri ve içerikleri hakkında, ilk kez yeni kaynak ve belgelere dayalı ayrıntılı bilimsel bir perspektif inşâ edilmekle kalmayıp; Salṭanat Dīvānı, Vezāret, Nişāncılık, Defterdārlıḳ ve Defter-ḫāne (Arşiv) ihdâsının yanı sıra, iktisâdî bir şifreleme formülü olarak Selçuklu-İlhanlı bürokrasisinde öteden beri kullanılan “Siyāḳat” rakamlarının da[3] Osmanlılar’da ilk kez bu süreçte, Çandarlı Hayreddîn Paşa’nın Orhan Gâzî’yi teşvîki sonucu kullanılmaya başladığı yeni bir belge ışığında ortaya konulacaktır.

 

Osman Gâzî’nin Oğlu Orhan Gâzî’ye Siyâsî Alanda Çıkarmasını Emrettiği İlk Kurumsal, Ticârî ve İdârî Kānunlar:

İlk Osmanlı kānûn-nâme örneklerinin kısa bir süre öncesine kadar Fātiḥ Ḳānūn-nāmesi ve bu döneme ait umûmî kānûn-nâme parçalarıyla sınırlı kalması, pek çok araştırmacıyı Osmanlılar’da bürokratikleşmenin başlangıç safhalarını ya büsbütün reddetmeye, ya da en erken Fâtih devrinde yâhut daha geç dönemlerde aramaya sevk etmiştir. Oysa ki bir devlet sistemini inşâ etmek, halkı ve reâyâyı disiplinize edip yönetebilmek; siyâsî, sosyal ve ticârî hayâtı düzenleyip devletin mu‘ayyen gelirlerini kontrol altında tutarak, bu sistemin sürdürülebilirliğini sağlayabilmek için devletin kuruluşu ve idâmesi açısından en önemli kriter ve temel yapı taşı olan “ḳānūn-nāme”lerin, Osmanlılar’da iki buçuk asır boyunca askıda kalmış olması imkân dâhilinde olmadığı gibi, mantıken de mümkün değildir.

Nitekim bu yanlış anlayışı açıkça reddedecek şekilde Fâtih Sultan Mehmed, çıkardığı Teşkīlāt Ḳānūn-nāmesi’nin daha ilk satırlarında: “Bu ḳānūn, bu Ḳānūn-nāme atam ve dedem ḳānūnıdur ve benüm daḫı ḳānūnımdur; evlād-ı kirāmum neslen baʿde-neslin bunuñla ʿāmil olalar!” diyerek[4], Ḳānūn-nāme’sinde yer alan hükümlerin ataları tarafından çıkarılmış kadîm kānunlarla, kendisinin ilâve edip genişlettiği yeni yasalardan meydana geldiğine işâret etmiştir.

Bu kadîm kānunları bir araya toplayıp birleştiren Leysî-zâde Tevkı‘î Mehmed Ḳānūn-nāme’nin giriş kısmına yazdığı dîbâcede, tâdil edilen eski kānunlar hakkında Fâtih’in “Atam ve dedem ḳānūnıdur” sözüyle neyi kastettiğine açıklık getirerek, bu kānunların tedvîn edilmemiş yazılı kānun parçlarından ibâret olduğunu açıkça belirtmiş; bunlardan bir kısmını Sultân’ın bizzat kendi ifâdeleri doğrultusunda tanzim ederek üzerlerine yeni hükümler eklediğini haber vermiştir:

“Sābıḳā ecdād-ı ʿiẓāmları zamānında olan Ḳavānīn-i mażbūṭa defter olunmayup, eksük olan yirlerin daḫı kendüleri reʾy-i münīr-i velāyet-teʾs̱īrleri ile tekmīl buyurup, Dīvān-ı hümāyūn’da ebedü’l-ābād maʿlūmün-bihī olmaḳ içün bir Ḳānūn-nāme taḥrīr olınmaḳ lāzım gelmegin, bu ʿabd-i ḥaḳīr fermān-ı celīlleri üzere naẓm u inşāʾ idüp, her kes müfīd olmaḳ içün ıṣṭılāḥ u ʿibāretden ferāġat olınup, lisān-ı Pādişāh-ı gerdūn-vaḳārdan naḳl-ile yazılup ve üç bāb üzere ḳılındı.”[5]

Leysî-zâde Mehmed burada Fâtih’in, atalarının kendi zamanlarında çıkardıkları “Ḳavānīn-i mażbūṭa”; yâni “Zaptedilmiş yazılı kānunlar”ın toplanarak defter hâline getirilmesini istediğini ve hâl-i hazırda vâr olan bu kānunlara kendi lisânından ilâveler yaparak eksiklerini tamamlama yoluna gittiğini belirtmekle, Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminden beri farklı alanlarda parçalar hâlinde küçük yazılı kānunlar tertip edildiğini, ancak bunların o âna kadar bir araya toplanarak büyük Ḳānūn-nāme hâline getirilmediğini net bir ifâdeyle te’yid etmiştir. Fâtih’in Ḳānūn-nāme’sindeki bu bâriz atıflar, ilk Osmanlı sultanları tarafından Kuruluş devrinde küçük ölçekte de olsa yazılı kānunlar çıkarıldığına açık ve kesin bir kanıt teşkil etmektedir.

Nitekim çağdaş kaynaklar ve onlara atıfta bulunan bâzı nâdir kroniklerden tespit ettiğimize göre; Sultan Orhan 719/1319 yılı sonunda Nikris’ten muzdarip olan babasının yerine “ḳāʾim-maḳām” olduktan sonra, 720/1320 yılı başlarında hem siyâsî ve askerî anlamda Ḳānūn-ı ʿO­­mānī’nin ilk maddelerini ihdas etmiş; hem “Dīvān-ı hümāyūn”, “Ḫazīneʾ-i Evraḳ” gibi kurumları te’sis, protokole ilişkin kānunları tedvîn ve “Vezīr-i aʿẓam”lık, “Defterdārlık”, “Şeyḫü’l-İslām”lık ile diğer bürokratik sınıfları ard arda teşekkül ettirmiş; hem de 722/1322’de Bursa’nın fethini müteâkip çıkardığı ilk Osmanlı Ticârî Kānunları ile tüccar, esnaf ve sanatkârların (Ehl-i ḥirfet) muayyen Narh zamanlarını, ödeyecekleri sâbit “Bāc” miktarlarını ve işletmelerin üretim standartlarını ayrıntılı olarak tespit etmişti.

Ünlü İran’lı târihçi Gıyâseddîn Hvândmîr (ö. 941/1535) Ḥabībü’s-Siyer fī Aḫbār-ı Efrādi’l-Beşer adını taşıyan dünyâ târihinin Osmanlılar’la ilgili kısmına dercettiği, Yıldırım Bâyezîd döneminde yazılmış eski bir kronikten[6] naklen; Osman Gâzî’nin saltanatının son yıllarında, henüz Bursa kuşatması devâm ederken hastalığının şiddetlenmesi üzerine, devlet erkânını yanına çağırtarak onlara oğlu Orhan’ı halef tâyin ettiğini bildirdiğini ve vergiler, saltanat uygulamaları ve halkın disiplinli şekilde yönetimini sağlayacak yasalardan oluşan bir “Ḳānūn-ı ʿO­­mānī” çıkarmalarını emrettiğini gösteren şu ilginç satırları bizlere aktarır:

عثمان بمرض موت گرفتار شده ، … وخاطر بر حلول واقعه نا گز بر قرار داده امرا واركان دولت را طلب نمود ووصيت فرمود كه ؛ بعد از فوت وى پسرش اورْخان را … بود پادشاه دانند ورسوم وقوانين سلطنت وقواعد مملكت مقرر نمود تا غايت سلاطين روم بآن قوانين قيام نموده وآن را  قانون عثمانى نام نهاده از آن تجاوز نمى فرمايند ومبالغه نمود كه در تضييق وتنقيص كفار برسا …

“ʿOs̱­­mān maraż-ı mevte (ölüm hastalığına) giriftār olunca, [bu] vāḳıʿa zihninde öne çıkarak, ümerāsını ve devleti erkānını yanına çağırtıp onlara şöyle vaṣiyyet buyurdu ki; Kendisi öldükten sonra… oğlu Orḫān’ı pādişāh eylesinler. Rüsūm (vergi)ler ve Salṭanat ḳānūnları ile Memleket ḳāʿideleri (yasaları) mukarrer kılınsın; tā ki böylece ḳānūnlar koymada Rūm (Anadolu) sulṭanlarının erişebileceği zirveye ulaşılmış olsun. Burṣā küffārı köşeye sıkıştırılıp bastırıldığı sırada, hiç kimse onun fermānına tecāvüz edip taşkınlık göstermesin diye ‘Ḳānūn-ı ʿO­­mānī’ nāmı ile şimdiden onun temeli kurulsun.”[7]

XIV. asrın son çeyreğinde kaleme alınmış bir Osmanlı kroniğinden Farsça’ya çevrilerek aktarılan bu mühim satırlar, Osman Gâzî’nin nikris hastalığı nedeniyle oğlu Orhan’ı yerine bir “ḳāʾim-maḳām” olarak bıraktığı sırada çıkarmasını vasiyet ettiği ilk Siyâsî kānûnlar ve bunların hangi alanlarda çıkarıldıklarına dâir önemli ayrıntılara ışık tutmaktadır. Buna göre bizzat kurucu hükümdârın emriyle ihdâs olunan ilk Osmanlı kānunları, tıpkı sonraki Osmanlı idârî, hukûkî ve ticârî kānun normları gibi; Rüsūm (Vergi) Kānûnları, Teşkilât Kānûn-nâmesi ve Umûmî Kānûnlar olmak üzere üç alanda çıkarılmıştır.

Kroniğin, Osman Gâzî’nin ümerâsından ve devlet erkânından قانون عثمانى “Ḳānūn-ı ʿOmānī”yi Bursa’nın son muhâsarası öncesi, re‘âyâ arasında nizam ve intizâmı sağlamak amacıyla çıkarmalarını istediğine ilişkin verdiği önemli ayrıntı, buradaki üçüncü sınıf kānunların Orhan Gâzî’nin ilk Ḳānūn-nāme’si içinde epeyce önemli bir yer tuttuğunu ortaya koyduğu gibi; Osmanlılar’da bürokrasinin ortaya çıkış zamânı konusunda da yeni ve önemli bilgilerin kapısını aralamaktadır.

Osman Gâzî saltanatının son yıllarında… Paolo Veronese Okulu (XVI. yy.), 68,7×54 cm., Münih Bayerische Staatsgemäldesammlungen, Alte Pinakotek, nr.: 2242.

Çağdaş kaynak ve belgelerde belirtildiği ve Neşrî’nin Kitāb-ı Cihān-nümā’sında kesin ifâdelerle bildirdiği üzere, Bursa kalesi 722/1322 yılı Nisan ayının ilk günlerinde Osmanlı topraklarına katılmıştı[8]. Hvândmîr’in yukarıda verdiği bilgileri doğrulayacak şekilde; Osman Gâzî’nin oğlu Orhan’a bu tâlimatları, onu yerine kâim-makām olarak atadığı 720/1320 yılı başlarında verdiği[9]; dolayısıyla Osmanlılar’da bürokratikleşme ve sistemli bir devlet yönetimine geçişin ilkin 720/1320 yılında başlayıp 722/1322 yılında nihâyete erdiği Kuruluş devrinde yazılmış kimi Osmanlı tarihî takvimleri ve onlara dayanılarak yazılmış kroniklerdeki önemli atıflardan anlaşılmaktadır.

XVI. yüzyıl Osmanlı müverrihlerinden Behiştî Ahmed Çelebi, Vāridāt-ı Sübānī ve Fütūāt-ı ʿOs̱mānī adlı kroniğinin Osman Gâzî dönemine tahsis ettiği ilk cildinde, Sultan Osman’ın son yıllarında oğlu Orhan’a “ḫidmet-i salṭanat”ın kaçınılmaz bir gerekliliği olarak idârî ve ticârî alanlarda kānunlar çıkarması ve her iki alanda çıkaracağı kānunları yürürlüğe koyarken dikkat etmesi gereken noktaları bildirmek üzere şöyle dediğini haber vermektedir:

“Şerʿa muḫālif ʿörf ü bidʿatlar iḥdās̱ itmeyesin ve: ‘Sābıḳā ānūn olagelmişdür!’ diyü vaż‘-ı nā-meşrūʿı ibḳā itmeyesin ki, pādişāhlar ḳānūnı Allāh emrinden muḳaddem degül. Ve bāzāra gelenden, yükin ṣatandan bāzār bekleyenler içün hemān iki aḳça alasın. Ve bir sipāhīnüñ tīmārını günāh-ı fāḥiş olmayınca alup āḫara virmeyesin | ve ölicek tīmārını yarar oġlı varısa aña bildürasin; eger oġlancuġı olup eşmege ḳādir degül ise ḫidmetin ādemlerine itdüresin, ol ḫidmete yarayınca ve ʿulūfecilerden olıcaḳ oġlı varısa yirine yazasız. …Ve sen-daḫı bu naṣīḥatleri neslen baʿde-neslin īṣāl idesin ki, aʿḳābumuz ve aḥḳābumuz bu Ḳānūn-ile ʿāmil olalar. Ḳanḳısı bu ḳānūnı taġyīr idüp bu resmi bozarsa, Ḥaḳḳ Teʿālā binā-yı vücūdın bozup āḫara ide…”[10]

Nitekim Yıldırım döneminde yazılmış yukarıdaki kroniği veyâ Behiştî’nin aslî kaynağını kullandığı aşikâr olan Kemâl Paşa-zâde, Tārīḫ-i İbn Kemāl’in ilk defterinde yukarıdaki tezimize kesinlik kazandıracak şekilde, Osman Gâzî’nin oğlu Orhan’a ilk “Siyāset Ḳānūnları”nı yapma emrini onu yerine atadıktan kısa bir süre sonra, 720/1320 yılında verdiğine açıkça işâret ederek: Tārīḫ-i hicretüñ yidi yüz yigirmisinde ferzend-i ercümendi Orḫān Beg’e cihān-gīrlük şimşīrini teslīm eylemişdi; umūr-ı cumhūruñ maḳālīdin eline virüp, āyīn-i riyāseti ve ḳavānīn-i siyāseti aña taʿlīm itmiş-idi.” der[11]. Müellif burada, Sultan Osman’ın kānun işlerini ta‘lîm amacıyla oğlu Orhan’a söylediği sözlerle Behiştî’nin naklettiği yukarıdaki vasiyetine işâret etmiş; devâmına eklediği Bursa kuşatmasının hâlâ sürdüğünü gösteren tasvirleriyle ise, ortak bir kronoloji çizgisinde mevcut kānunların Bursa’nın gerçek fetih târihi olan 722/1322’den önce çıkarıldığını te’yid etmiştir.

Osman Gâzî’nin oğlu Orhan’a “Öteden beri kānundur” diye Şer‘î kānunlara muhâlif kānunlar ihdâs etmemesini emrettiği vasiyeti. Behiştî, Vāridāt-ı Sübḥānī ve Fütūḥāt-ı ʿOs̱mānī, es-Sifrü’l-Evvel, İstanbul Arş. Enst. Ktp. Şevket Rado, nr.: 293/1, vr. 93a, st. 12-16.

Behiştî’nin bu rivâyetinde diğer Osmanlı kroniklerinde rastlanmayan, Osman Gâzî’nin Şehzâde Orhan’a “Sābıḳā ānūn olagelmişdür diyü vaż‘-ı nā-meşrūʿı ibḳā itme”mesini vasiyet ettiğini gösteren kaydı; Orhan Gâzî’nin imamı İshak Fakih’in gözlemlerinden 699/1300 yılında gerçekleştiğini öğrendiğimiz meşhur “Bāc” vak‘ası sâyesinde ayrıntı ve belirginlik kazanır. Osmanlı Devleti’nin ilk ticârî kānununun henüz kuruluş yıllarında tespit edildiğini gösteren bu rivâyete göre; Osman Gâzî Eskişehir pazarı “Bāc”ının kendisine verilmesini isteyen bir Germiyanlı’ya: “Bu Tañrı buyru ġı ve Peyġamber ḳavli midür, yoḳsa bunı her ilüñ pādişāhı kendü-mi iḥdās̱ ider?” diye sormuş[12]“Töredür Ḫān’um, ezelden ḳalmışdur!” cevâbını verince de gazaplanıp üstüne yürüyerek: “Bre kişi! Var git artuḳ bu sözi baña söyleme kim saña ziyānum deger!” demek sûretiyle, Şer‘e muhâlif gördüğü bu teklife karşı sert bir biçimde tavrını koymuştur[13]. Behiştî’nin bu rivâyeti özetle; Osman Gâzî’nin 719/1319 yılı sonlarında yerine velî-‘ahd tâyin ettiği oğlu Orhan’a 720/1320 yılı başında Siyâset kānunlarının ve bürokrasinin temellerini attırırken, kendi saltanatı zamânında uyguladığı bu temel ilkeyi sultanlığı boyunca idâme ettirmesini, o güne dek yürürlükte olan bu gibi kānunların mevcut  şekliyle muhâfazasına ve tatbikine titizlikle riâyet etmesini vasiyet ettiğini ortaya koymaktadır.

Osman Gâzî ve Orhan Gâzî dönemlerinde “Ḳānūn” kelimesinin uç Türkmenleri tarafından bilindiğine; tıpkı sonraki devirlerde olduğu gibi, kuruluşu tâkip eden bu dönemde de “Şer‘î” hükümlerin yanı sıra “Örfî” kānunların da icrâ edildiğine, hattâ bu örfî yasaların “Öteden beri ḳānūndur” denilerek Şer‘î hükümlerin önüne geçirilemeyeceği ilkesine inceden inceye riâyet edildiğine işâret eden bu rivâyet, Osman Gâzî ve Orhan Gâzî dönemlerinde yaşamış bir görgü şâhidinin bizzat o dönemden bize intikâl eden kayıtları ışığında kesinlik kazanır. Orhan Gâzî’yi babası Osman Beg zamânından beri yakından tanıyan[14], hattâ 731/1330 yılında önce Sultan Orhan ile oğlu Gâzî Süleyman Paşa ve bilâhare diğer oğlu Şehzâde Murad adına tefsirler yazmış olan Muslihuddîn Fakih (ö. 761/1360’tan sonra), yegâne nüshası şahsî kütüphânemizde bulunan Risāleʾ-i Uṣūl-i Dīn adlı akâid risâlesinin[15] “Elfāẓ-ı Küfr” bölümünde Osman Gâzî’nin oğlu Orhan’a vasiyetinde telkin ettiği temel ilkeyi aynen tekrâr ederek şöyle demiştir:

“Mesʾele: Bir işe: ‘Şerʿī degüldür!’ diseler, ol eyitse: ‘Ben onı bunı bilmezem; olagilmişdür, ḳānūndur, iderem!’ dise kāfir olur.”[16]

Bu çağdaş kayıt قانون “Ḳānūn” kelimesinin bürokratik bir terim olarak, Orhan Gâzî devri Osmanlı ulemâsı, ümerâsı ve halkı tarafından bilindiğini kesinleştirdiği gibi; dönemin ‘Örfî kānûnlarının o âna dek “ola-gelmiş” eski Örfî kānunların devâmı niteliğinde icrâ edildiğine ve Türkmen uç toplumun zihninde bu bilincin mevcûdiyetine de apaçık bir delil teşkil etmektedir[17]. Şu hâlde Behiştî’nin de muhtemelen çağdaş eski bir kaynaktan naklettiği ve Muslihuddîn’in o asırdan bize ulaşan kaydının bir tekrârı niteliğindeki: “Pādişāhlar ḳānūnı Allāh emrinden muḳaddem degül” prensibinin, Osman Gâzî’nin o dönemdeki gerçek bakış açısını ve kuruluş döneminin orijinal bürokratik algısını yansıttığında şüphe yoktur.

Osman Gâzî ve Şehzâde Orhan zamânında “Ḳānūn” kelimesinin bilindiğine, Türkmenler arasında Örfî kānunların öteden beri süregeldiği ve Şer‘î kānunların önüne geçemeyeceği bilincinin mevcûdiyetine ışık tutan Muslihuddîn Fakih’in çağdaş kayıtları. Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed, Risāleʾ-i Uṣūl-i Dīn, vr. 80a, st. 5-7.

Dolayısıyla Orhan Gâzî döneminden günümüze intikâl etmiş bu çağdaş kaynaktaki açık kayıtlar ve terminolojik vurgular, Osman Gâzî’nin son yıllarında Orhan Gâzî tarafından Osmanlı uç coğrafyasında kānunlar yapıldığı yönündeki tüm bilgilerin tarihî bir gerçeği yansıttığına; bu kānunlar inşâ edilirken, bu kroniklerde belirtildiği üzere Osmanlı coğrafyasında kurucu hükümdar ve ulemâsı arasında gerçekten “Örfî kānunların Şer‘î kānunlardan üstün tutulamayacağı” anlayışının hakim olduğuna açık ve kesin bir kanıt teşkil etmektedir.

  1. Sultan Orhan’ın Bursa Beg-Sarayı’nda Uyguladığı İlk Teşkīlāt Ḳānūnları:

İlk Osmanlı kānunlarının Orhan Gâzî döneminde çıkarıldığını vurgulayan Hvândmîr’in yukarıdaki kaydında belirtildiği üzere; bu kānunların bir kısmının Saray protokolünü tespite yönelik Teşkilât kānûnları olduğu, bu kadîm Ḳānūn-nāme’yi gördüğünde şüphe olmayan XVII. yüzyıl Osmanlı müverrihlerinden Bostan-zâde Yahyâ Efendi’nin Tuḥfetü’l-Aḥbāb’ına aktardığı bilgiler ışığında belirginlik kazanır. Bu bilgiler kesin resmî belgelerle desteklenmediğinde, kimi zaman kaynağı belirsiz birer rivâyet olduğu şüphesine kapı aralamaktadır. Ne var ki, mevcut Osmanlı kaynaklarında yer almayan ya da nâdir rastlanan bu kayıtlardan bazılarının, resmî birer belge niteliğindeki Ḳānūn-nāme’ler ve Vakıf/Tahrir defterlerindeki atıflarla bire-bir örtüştüğünü gösteren açık kanıtlar, Yahyâ Efendi’nin bu konuda tamamen güvenilir bilgiler verdiğini doğrulamakta; müellifin bu bilgileri doğrudan o dönemde tedvîn edilmiş Ḳānūn-nāmeʾi Orḫānī’den ya da onlara atıfta bulunan çağdaş kaynaklardan aktardığını ortaya koymaktadır.

Meselâ müellif, kuruluş devrinde ilk “defterdār” ve “yalıñuz olmasun diyü rūz-nāme ve muḳāṭaʿacı” tâyininin Sultan Orhan’ın hükmüyle gerçekleştiğini[18], hattâ onun “Defterdār olanuñ eks̱eri ẓālimdür diyü, ʿarżı oḳurken anlara ḫitāb buyurma”mayı prensip edindiğini[19] belirttikten sonra: “Nite-kim şimdi daḫı ‘Ḳānūn-ı ʿOmānī’ eylecedür.” demek sûretiyle[20], bunların bizzat Orhan Gâzî’nin çıkardığı ilk Teşkīlāt Ḳānūn-nāmesi’nde yer aldığına ve bu hükümlerin kendi yaşadığı XVII. yüzyılın başlarında hâlâ cârî olduğuna işâret etmiştir. Ayrıca “Ḫazīne’yi ve ṭaşra kāġıd ve defterler ṭuran Ḫazīne’yi kendü mühürleriyle mühürlemek” ve: “Ḫarāc ve Aʿşār-ı Şerʿiyye aḳçalarını ki, Beytü’l-māl’dür, ṭaşra Ḫazîne’ye ḳodur”mak gibi muâmelâta yönelik uygulamaları ilk ihdas edenin de Sultan Orhan olduğunu söyleyerek[21], yukarıdaki kānun hükümlerine bu iki mühim kriteri de dâhil etmiştir. Dolayısıyla Bostan-zâde Yahyâ’nın eserinde verdiği bu nâdir bilgiler ışığında, Fātiḥ Ḳānūn-nāmesi’nde biraz genişletilmiş şekillerini gördüğümüz; “Mālımuñ vekīli defterdārumdur ve ol nāẓırdur.” şeklindeki kānunun[22] ve: “Mühr-i şerīf’üm Vezīr-i aʿẓamda dursun; Ḫazīnem ve Defter-ḫānem mühürlenmek ve açılmaḳ lāzım gelse, defterdārlarımuñ ḥużūrında açılsun ve ḳapansun ve Ḫazīneme dāḫil olan aḳça, defterdārlarum emri ile dāḫil ve ḫāric olsun.”[23] gibi hükümlerin ilk şeklinin Sultan Orhan tarafından ihdâs edilip, Bursa Beg-sarayı’nda düzenlenen Osmanlılar’ın ilk Teşkīlāt Ḳānūn-nāmesi’nde yer aldığı ve zaman içinde kısmen değişikliğe uğradığı[24] sarâhatle tespit edilebilir.

Yine müellifin Orhan Gâzî hakkında: Ḥażret-i Risālet-penāh ḫalḳla maʿan | yimek yimişlerdürdiyü pādişāhlar gibi müstaḳılen ṭaʿām ekl itmezler idi.[25] şeklinde verdiği bilgiyi de Fâtih, Ḳānūn-nāme’sinde: “Cenāb-ı şerīf’üm ile kimesne ṭaʿām yimek ānūnum degüldür, meger ki ehl [ü] ʿıyālden ola. Ecdād-ı ʿiẓāmum vüzerāsıyle yirler imiş; ben refʿ itmişümdür.” hükmüyle bizzat kendisi doğrulamıştır[26]. Fâtih’in “Ecdād-ı ʿiẓāmum” ifâdesiyle yaptığı meçhûl göndermede kastettiği “büyük atası”nın Orhan Gâzî; “Sultân’ın sarayda vezirleriyle birlikte yemek yemesi” kānûnunun ise “Orḫān Beg Ḳānūnu” olduğu, Bostan-zâde Yahyâ’nın muhtemelen eski bir “Ḳānūn-nāme” parçasından aktardığı bu bilgiler ışığında meydana çıkmaktadır.

Bostan-zâde’nin verdiği bu bilgilerle, Fâtih’in Teşkîlât Ḳānūn-nāmesindeki Defterdârlık, Hazîne ve Sultân’ın yemek yeme protokolü ile ilgili uygulamaları başlatan “Ecdād-ı ʿiẓām”ının Orhan Gâzî olduğunu gösteren atıflarının tenkidi; bu dönemde çıkarılan Orḫān Beg Ḳānūn-nāmesi’nde Saray protokol ve uygulamalarına yönelik hükümlerin de mevcut bulunduğunu ortaya koymakta ve Hvândmîr’in aslî kaynağında bu konuda verilen orijinal bilgileri doğrulamaktadır. Buna göre Sultan Orhan’ın ilk Teşkilât kānununda, Bursa Beg-Sarayı’nda Sünnet’e ittibâ amacıyla vezirlerle ve halkla birlikte yemek yemek kānun iken, Fâtih Sultan Mehmed büyük atası Orhan’dan babası II. Murad’a kadar beş pâdişah zamânında cârî olan bu eski kānunu yürürlükten kaldırarak, pâdişâhın “ehl ü ʿıyāl”i dışında hiç kimseyle yemek yemeyeceği yönündeki kānunu çıkarmıştır.

Orhan Gâzî’nin imamı İshak Fakih’in, oğlu Yahşi Fakih tarafından derlenen izlenimlerini özetleyen Âşık Paşa-zâde, kroniğinde Orhan Gâzî’nin saltanatı zamânında bir “Dīvān”ı ve kıyâfetle ilgili uygulamalara yönelik bâzı kānunları bulunduğuna ilişkin önemli, fakat içeriği belirsiz bâzı atıflara yer vermiştir. Nitekim onun, Sultan Orhan’ın Dîvân’ına “Burma dülbend” sarılarak gelindiğine dâir satır arasına sıkıştırdığı şu ilginç bilgi, bu ilk Osmanlı “Dīvān”ında uygulanan resmî kıyâfet protokolünün içeriğine dâir verilmiş nâdir bir ayrıntı niteliğindedir:

“Burma dülbend Sulṭān Orḫān zamānında taṣnīf olundı. Dīvān’a gelicek, beglerüñ Burma dülbendi olmasa taʿyīb iderlerdi-kim: Dīvāna geldüñ, anı burma dülbendüñ? dirlerdi. …Dīvān’da Burma dülbend giyerlerdi, ḳaçan-kim sefere gitseler Börk giyerler idi ve Börk’üñ altına Şeb-külāh giyerlerdi.”[27]

O asrın bir görgü şâhidinin izlenimlerini yansıtan bu satırlar, Bursa Saray ümerâsı ve devlet erkânının “Dīvān”a çıkarken “Burma dülbend” ve sefer zamânı “Şeb-külāh” üzerine “Börk” giymelerinin de Orhan Gâzî’nin teşkilât kānunlarından biri olduğuna açıklık getirmektedir[28].

Âşık Paşa-zâde ve Bostan-zâde Yahyâ Efendi’nin verdikleri bu mühim ayrıntılar, Orhan Gâzî’nin ilk Saray kānunları içinde yer alan iki ayrı hükmün muhtevâsına açıklık getirerek, bu yasal uygulamaların ilk kez Orhan Gâzî’nin Bursa Beg-Sarayı’nda uyguladığı Teşkīlāt Ḳānūn-nāmesi’nde yer aldığına ışık tutmaktadır.

Klasik bürokrasi geleneğine mutâbık şekilde, Fatih dönemine kadar gelen eski Sultanlar bu kānunları -aslını muhâfaza etmek sûretiyle- gittikçe genişleterek daha ayrıntılı birer norm seviyesine taşımışlar; Fâtih ise çıkardığı yeni kānunlarla ilk kez Sultan Orhan’ın Bursa Saray Dîvânı’nda tanzim ettirdiği bu kadîm kānunları kısmen yürürlükten kaldırmış ve bizzat kendisinin de işâret ettiği üzere, çıkardığı son Ḳānūn-nāmeʾ-i Āl-i ʿOs̱mānı ilk defâ değil, yeniden düzenleyerek öncekinden daha tam ve şümullü bir seviyeye ulaştırmıştır.

  1. Orhan Gâzî’nin Çıkardığı İlk Ticârî Kānunlar (Bursa İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi):

İshak Fakîh geleneğinde, Osman Gâzî’nin istiklâl sonrası Eskişehir Pazarı esnafından “ikişer aḳça” Bâc alınması kānununu yürürlüğe koyduğunu ve Behiştî’nin de orijinal bir kaynaktan aktardığı vasiyet metninde yine onun, esnaf ve tüccarlar hakkında oğlu Orhan’dan: “Bazāra gelenden, -yükin ṣatandan- bazār bekleyenler içün hemān iki aḳça alasın!” şeklinde, eski “Bāc” ahkâm ve miktârını sürdürmesine yönelik bir istekte bulunduğunu görmüştük[29]. Fâtih Sultan Mehmed dönemine dek Osmanlı Devleti’nde ticârî kānunlar çıkarılmadığı yanlış ve mantıksız anlayışını kökünden yıkacak şekilde, kısa bir süre önce bir Ḳānūn-nāme Mecmû‘ası arasında rastlayıp bilim dünyâsına tanıttığımız, Orhan Gâzî tarafından Bursa’da çıkarılmış yirmi bir maddelik kadîm İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi sûreti[30]; sonraki kānunların nüvesini teşkil edecek basit ve ibtidâî görünümü ile eski İslâm devletlerinden beri süregelen ve diğer Türkmen beyliklerinde de tedvîn edilen ticarî kānunların, bekleneceği üzere Osmanlılar’da da Orhan Gâzî devrinden beri mevcut ve yürürlükte olduğunu çağdaş kesin bir belge olarak ortaya çıkarmaya yetmiştir[31].

İlk Osmanlı ticârî kānunu olan Orhan Beg’in yirmi bir maddelik İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi sûreti. Kitāb-ı Ḳānūn-nāme, Süleymaniye Ktp. Galata Mevlevîhânesi, nr.: 215/1, vr. 19b, st. 4-18.

Orhan Gâzî’nin Bursa’nın fethini müteâkip 722/1322 yılında çıkardığı anlaşılan قانون نامهٔ اورخان بكْ ـ طابه ثراه ـ Ḳānūn-nāmeʾ-i Orḫān Beg -ṭābe erāhū-” başlıklı[32] bu ilk ticârî Ḳānūn-nāmede, gerçekten de Osman Gâzî’nin vasiyetine uygun şekilde: اهل حرفت “ehl-i ḥirfet” ve دكانلر “dükkānlar”dan alınacak “Bâc” miktârının genel çerçevede ايكيشر اقچه “ikişer aḳça” olarak belirlenmiş olması, İshak Fakih’in bu konudaki rivâyetini doğrulayan çağdaş kesin bir kanıt niteliğindedir. Bu akça miktarı, yukarıda pek çok örnekle belgelediğimiz tarihî zemine uygun bir çizgide; gerek bu Ḳānūn-nāmenin, gerekse onun çıkarılışına dayanak teşkil eden yukarıdaki vasiyetin tarihî gerçekliğine de kanıt sayılabilecek bir uyum sergilemektedir.

Sonraki İhtisāb Ḳānūn-nāmeleri’nde yer alan bâzı meşhur maddelerin nüvesini içeren, bugüne kadar tespit edilebilmiş en eski Osmanlı yazılı kānûnu niteliğindeki Orḫān Beg İhtisāb Ḳānūn-nāmesi’nde, Bursa’daki ehl-i hirfet ve dükkânların ödeyeceği “Bāc” miktarlarını belirleyen maddelerin yanı sıra, ilk defa şarap satıcıları, kalaycılar ve hamam işletmecilerinin işletim ve üretim standardını tespite yönelik birtakım kriterlere de yer verilmiştir[33]. Ḳānūn-nāme’de Bursa muhtesibinin “ehl-i ḥirfet” ve “dükkān” sâhiplerinden, sattıkları yükün ağırlığına, uzunluğuna ve ölçeğine göre yarım ilâ beş akça arasında “Bāc” alması uygun bulunurken[34], yukarıda gösterdiğimiz üzere, genel çerçevede Osman Gazi’nin belirlediği “ikişer aḳça” Bâc bedeli korunmuş[35]; ayrıca كلندر “kilinder”, لدره “lidre” gibi ölçü birimleri[36] ve منغِر “manġır”ın o dönemdeki varlığı[37] ile birlikte, Sultan Orhan’ın ilk, babası Osman Gâzî’nin son zamanlarında Bursa esnafının hangi sınıflardan ibâret olduğu da önemli birer tarihî veri olarak ortaya konulmuştur[38].

Orhan Gâzî döneminden günümüze intikâl etmiş yegâne mangır örneği. 14,7×15,6 mm. İsmail Doyuk Özel Koleksiyonu, nr.: 205.

Orhan Gâzî’nin üslûbu ve içeriği itibâriyle XIV. yüzyıla has özellikler taşıyan İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’nde, esnaf ve sanatkârlardan alınacak olan “Bâc” oranları, muayyen birer vergi şeklinde, üç ayda bir alınan her “Narḫ”ta; “Ehl-i ḥirfet” ile “Dükkānlar”dan 2’şer, “Çulḥacılar”dan 1’er akça; “ḥiml” (yük) başına “Çuḳacılar”dan 5 akça, “Dībācılar” (İpekçiler), “Ḳuru balıḳ” tâcirleri ve “Ḳurşūn, ḳalāy, baḳır, tīmür/demür” ile diğer mâdenlerden 2’şer akça, “Ḥaṣır”dan 1 akça; aynı şekilde “Şarāb” satanlardan “kilinder”, “Kiremīd, Çanāḳ-Çölmek, Kerpīc ve Tūġla” satanlardan “ocāḳ”, “Bōstāncılar”dan “bōstān” başına 2’şer akça; “Ṭulūmcular”dan “ṭulūm”, “Bez ve kebe” esnafından “arşūn”, “Yaḥnī”cilerden “ḳazān” başına 1’er akça; “Gendüm” (Buğday)cılardan “ḥiml”, “Ḳoyun, keçi ve cānavar (domuz) kesenlerden “boġazlama” başına “nīm” ( ¼ / çeyrek) akça ve “Penbe (Pamuk) ve Ketān” satanlardan ise “lidre” başına 1’er “manġır sifec” olmak üzere tespit olunmuştur.

  1. Orhân Gâzî’nin Umûmî Ḳānūn-nāmesi:

720/1320 yılı başlarında ilk Osmanlı kānunlarını ihdâs eden Orhan Gâzî’nin, düzenlediği bu kānunlar arasında memleketin nizâmına yönelik umûmî bir Ḳānūn-nāmenin de yer aldığı Hvândmîr’in kronik metninde belirtilmişti. Orhan Gâzî dönemi görgü şâhidlerine kadar indiği aşikâr olan aynı asrın ortalarında yazılmış başkaca kroniklerden aktarılan bâzı çağdaş rivâyetler, bizlere Yıldırım Kroniği’nden aktarılan bu bilgiyi doğrulayacak ve tarihî zemîne oturmasını sağlayacak önemli ipuçları sunmaktadır.

Meselâ Sultan Orhan’ın halka yönelik genel kānunlar çıkardığı bilgisini te’yid edecek ve tarihî açıdan kesinleştirecek şekilde; İznik medresesi müderrisi Dâvud-ı Kayserî’nin (ö. 1350 civârı) 1330-1340’larda Rumeli fâtihi Gâzî Süleyman Paşa adına yazdığı el-İtḥāfu’s-Süleymānī fī’l-ʿAhdi’l-Orḫānī adlı çağdaş risâlede, zamânın pâdişâhı Orhan Gâzî: ممهّد قواعدُ اْلامنْ والامَان ، مربّى ارباب اْلفضل واْلعرفان السّلطان اُورخان “Emniyet ve güven bahşeden yasaların düzenleyicisi, fażîlet ve ʿirfān erbābının yol göstericisi es-Sulṭān Orḫān” unvanlarıyla anılmıştır[39]. Bu, yukarıdaki tüm rivâyetleri tasdik edecek şekilde, halka yönelik ilk umûmî Osmanlı Ḳānūn-nāmesini Sultan Orhan’ın çıkardığının ve bu kānunları çıkarırken ulemâdan vezîr-i a‘zam Alâeddîn Paşa ve Çandarlı Kara Halil… gibi isimlerin onun emri ve direktifi doğrultusunda yasal birtakım düzenlemeler yaptıklarının o asırdan kalma kesin târihî bir kanıtıdır.

Orhan Gâzî’yi çağdaş tarihî kayıtlara uygun şekilde 724/1324’teki cülûs töreninde Vezîr-i a’zam (Alâeddîn Paşa), Şeyhü’l-İslâm ve daha önce ihdâs ettiği kızıl ve ak börk giymiş asker ve devlet adamları ile bir arada gösteren bir minyatür. ‘Alî Çelebi, Hüner-nâme,I,TSMK, Hazîne, nr.:1523, vr.62a

XVI. yüzyıl Osmanlı müverrihlerinden Celâl-zâde Sâlih Çelebi de, kuruluş devrine ait bilinmeyen pek çok kaynağa dayanarak yazdığı Ḥadīḳatü’s-Selāṭīn adlı eserinde, Orhan Gâzî’nin vefâtından hemen sonra yazıldığı anlaşılan Menāḳıb-ı Orḫānī adlı çağdaş kronikten aktardığı şu satırlarda; Orhan Gâzî’nin siyâsî otoritesini Bursa’da çıkardığı kānun ve fermanlarla halk ve re‘âyâ arasına keskin bir şekilde nüfûz ettirdiğine işâret etmiş ve buna bir örnek olarak, Orhan Gâzî ve Dîvân erkânı tarafından Bursa ve çevresindeki dilencilere uygulanan ilk “yasāġ-ı Sulṭānī”nin içeriğine dâir önemli bilgiler vermiştir:

“ʿUluvv-i himmeti bir mertebedeyidi ki, memleketinde aṣlā bir faḳīr melūm |44b ve sāʾil maḥrūm olduġın istemezdi. [40]علوّ الهمة من الٳيمان Keẕālik, vezīrleri ve begleri-aġaları da ġālī-ḳadr u ʿālī-himmetlerdi. [41]الناس على دين ملوكهم Çün, fermānı her yirde āteş gibi sārī ve ṣu gibi nāfiẕ ü cārīyidi. Her biri fermānın yirine iletmekde bād-ı vezāndan tīz ü sebük-ḫīz idi. Eger taḫt-gāhında veyā ġayrı memleketi içinde bir sāʾil görüp işitseler, kendüye ʿarż itmeyince olmazlarıdı. Emr iderdi; Ḫazīne’den ve yanlarından aña ol-ḳadar ṣadaḳa iderleridi ki, ẕelīl ü āc ve bī-kisve vü tāc-iken kimseye iḥtiyācı ḳalmazdı. Ammā muḥkem ‘yasāḳ’ iderleridi ki, min-baʿd sāḳ-ı ẕülli dāmına çeküp suʾāl dilin ṭuta.”[42]

Çağdaş bir kaynaktan aktarılan bu mühim satırlar, sonraki asırlarda Osmanlı pâdişahları tarafından tanzim edilen umûmî kānûn-nâmelerdeki “cāmiʿ ve şehr içinde sāʾil ve cüzām ṭāʾifesin yürütmeme” yönüdeki meşhur “Yasāġ-ı Sulṭānī”nin[43] ilk kez Orhan Gâzî döneminde Bursa’da uygulandığına ilişkin bilinmeyen tarihî bir gerçeği gün yüzüne çıkarmaktadır. Dolayısıyla Sultan Orhan’ın ʿUmūmī Ḳānūn-nāme’sindeki mu‘âmelâttan bize intikâl etmiş yegâne bilgi kırıntısını içeren bu muâsır kayıt, ihdâs olunan ilk Ḳānūn-nāmeʾ-i ʿOmānī’nin türlerini özetleyen Hvândmîr’in kadîm rivâyetini doğrulayacak şekilde; Orhan Gâzî’nin yaşadığı asırda re‘âyâya yönelik birtakım kānunlar da te’sis edip, bunların ticârî ve kurumsal alanlarda çıkardığı diğer kānunlara benzer şekilde, sonraki asırlarda düzenlenen meşhur klasik kānunların da çekirdeğini teşkil ettiğini ortaya koymaktadır[44].

Orhan Gâzî’nin Çıkardığı İlk Osmanlı Askerî Kānunları:

Bu genel içerikli sivil kānunlara ilâveten Orhan Gâzî’nin, bir kısmı Tîmâr sistemi kapsamında olmak üzere, -bekleneceği üzere- askerî alanda da bâzı kānunlar çıkardığı, Âşık Paşa-zâde’nin İshak Fakih’ten naklen aktardığı Osman Gâzî’nin “Tīmār ḳānūnu”na yönelik satırları[45] ve geç dönem Osmanlı kānûn-nâme ve kroniklerinde yer alan bâzı atıflardan anlaşılmaktadır[46].

Osman Gâzî’nin bürokratikleşmeyi vâz edip kānunlar yapan ilk ilk vezîri Alâeddîn Paşa’yı oğlu Alâeddîn Beg’le karıştıran Osmanlı kroniklerinde, onun şehzâdelikten vezirliğe geçiş hikâyesi; babası Osman Gâzî’nin ölümünden sonra Orhan Gâzî’nin pâdişah olmayı reddeden kardeşine vezirlik teklif etmesi, onun ise sosyo-ekonomik ve askerî alanlarda kānunlar tertip etmesi rivâyetiyle makûl bir zemine oturtulmak istenmiştir. Oysa Hüseyin Hüsâmeddîn’in vakfiyelerindeki çelişkili unvanlar ve vezâretin başlangıç zamânına ilişkin tartışmasız kanıtlar ışığında isâbetle gösterdiği üzere, ulemâ sınıfından gelme bir şahıs olan Alâeddîn Paşa Şehzâde Alâeddîn Beg’den tamâmen farklı bir kimsedir[47].

Kroniklerde Alâeddîn Beg’in Orhan Gâzî’ye telkin ettiği belirtilen ilk Askerî kānunlar; kendisine ve hâssa askerlerine Ak börk giydirip diğerlerine kızıl börk giydirmesi[48] ve müslüman olmayan reâyâdan devşirilen çocukların Osmanlı kānun ve erkânı üzere yetiştirilerek bürokratik ve askerî kademelerde istihdâm edilmesinden[49] ibârettir. Orhan’ın bürokrasiyi inşâ ettiği sırada babasının hayatta olduğu bilgisini gözden kaçıran umum müverrihler, sonraki devirlerin hükümdarlık anlayışının da etkisiyle; bir şehzâdenin babasının yerine tahta cülûs edebilmesi için önceki Sultân’ın mutlakâ ölmesi gerektiği mantığından hareketle, bu Askerî kānunların ihdâsını da Orhan’ın mutlak hükümdarlığı zamânına erteleme yanılgısı içine düşmüşlerdir.

Rumeli fâtihi Gâzî Süleyman Paşa XV. yüzyıl ortalarında çizilmiş olan yegâne minyatüründe, başında altın üsküflü dik börküyle, Beg-sarayı’nda burma sarık sarmış ve ak-kırmızı börk giymiş devlet erkânının huzûrunda babası Orhan Gâzî’ye hediye sunuyor. Venice, Biblioteca Nazionale Marciana, Cod. Or. 57, fol. 234a.

Orhan Gâzî’yi tahta geçişinden hemen sonra ziyâret eden Seyyid Kāsım el-Bağdâdî’nin[50] (1223-1350), 1324 yılı Haziran’ında Beg-sarayı’na geldiğinde “ʿAlāʾe’d-dīn Paşa” yerine “İbrāhīm Paşa” adında başka bir Vezîr-i a‘zam’la karşılaşması[51], Sultan Orhan’ın cülûsundan kısa bir süre sonra babasının eski Vezîr’ini görevden aldığına kesin bir kanıt teşkil etmektedir. Şu hâlde Orhan’ın babasının emriyle, onun son yıllarında Alâeddîn Paşa ile birlikte gerçekleştirdiği ilk bürokratik atılımların, 720/1320 yılı başlarından en geç 723/1323 yılı sonlarına kadar devam etmesi gerektiği Bağdâdî’nin bu çağdaş izlenimlerinden sarâhatle tespit edilebilir.

Yukarıdaki çağdaş kayıtlara göre 723/1323 yılından sonra çıkarılması mümkün gözükmeyen ilk Osmanlı Askerî Kānunu’nun içeriğine gelince; Sultân’ın ve hâssa askerlerinin ak börk, diğer askerlerin kızıl börk giymesi kānununun ihdâsı, kroniklerde kimi zaman Osman Gâzî’ye, kimi zaman oğlu Şehzâde Orhan’a atfedilmiş ve o tarihte çoktan vefât etmiş bulunan Hacı Bektâş-ı Velî’nin teşvîkiyle gerçekleştirilmiş gibi gösterilmiştir[52]. Bu rivâyetlerdeki müzmin çelişkiler silsilesi, konu ile ilgili sağlam ve güvenilir bâzı kayıtlar ve o dönemin nâdir kaynaklarında yer alan belirleyici kanıtlar ışığında çözümlenebilir.

Nitekim bizim daha önce başka bir makâlemizde Bursa ve İznik kuşatmaları devâm ederken, Orhan’ın Bursa muhâsarasını iyice şiddetlendirdiği bir sırada yazıldığını delilleriyle gösterdiğimiz[53]; Hacı Bektâş-ı Velî Velāyet-nāme’sinin “Bāb”larından birinin içine özeti aktarılan Tārīḫ-i ʿOs̱mān adlı eski kronikte[54], Hacı Bektaş’ın Sulucakaraöyük’te Osman Gâzî’ye börk giydirmesi kıssası menkabevî bir üslûpla metne monte edilmekle birlikte, Osman’ın Sultan olup Bithynia’yı fethinden sonra, Bursa kuşatma altında iken Has askerlerle taşradan gelenlerin bilinmesi için “kızıl börk-ak börk” ihdâsının aslî kaynaktan yeniden aktarılmış olması[55] kayda değerdir. Bursa’nın fethine duyduğu yoğun ilgiyi sık sık açığa vuran kronik yazarı, bu “Börk giyme” kıssasını aktardıktan hemen sonra, Orhan’a atıfla: Āl-i ʿOs̱mānın “öñinden ṣoñı gür geldi”ğine dikkati çeker ve bundan sonra kronik metni, o âna kadar “İznīḳ’e, Burūsa’ya degin” ilerleyip geciken tüm “fetlerin de bir an önce gerçekleşmesi temennisiyle sona erer[56].

Çağdaş bir görgü şâhidinin anlatılarına dayandığı aşikâr olan bu kronikte, başlangıçta çok karmaşık ve belirsiz gibi gözüken bu bilgi örüntüsü, aslında “Börk”le ilgili çözümlenemeyen muammâyı güvenilir bir biçimde çözümlememize yarayacak çok önemli ipuçları içerir. Her şeyden önce “Börk”ün ihdâsının, Osman hayatta olmakla birlikte artık oğlu Orhan’ın da beylik sahasında göründüğü ve Bursa kuşatmasını sürdürdüğü bir zamâna rastlaması; kimi Ḳānūn-nāme’lerdeki resmî atıflarla örtü şecek[57], yukarıdaki bağımsız tespitlerimizle kronolojik anlamda aynı noktada birleşecek ve sonraki kroniklerde yer alan “Orhan’ın cülûsu” ifâdesine açıklık getirecek şekilde, “Börk”lerle ilgili kānunun Osman Gâzî hayatta iken, ona vekâlet eden oğlu Orhan ve vezîri Alâeddîn Paşa tarafından Bursa fethinden daha önce çıkarıldığının açık bir kanıtıdır. Nitekim Âşık Paşa-zâde’nin: “Ḥacı Bekdāş Āl-i ʿOs̱mān neslinden kimseyle muṣāḥabet itmedi”ği ve “Aḳ börk ḫōd Orḫān-ı Ġāzī zamānında Bilecük’de ẓāhir oldı”ğu yönündeki açıklamaları da[58], yukarıdaki çağdaş rivâyetlerle birleşecek şekilde بورك “Börk”ü Orhan’ın daha 722/1322’de Bursa’yı feth edip kendisine “taht-gâh” edinmeden önce, 720-722/1320-1322 aralığında, babasına vekâleten Bilecik çevresinde kâim-makâm olduğu sırada çıkardığını bir başka açıdan doğrulamaktadır. Yaygın gelenek Orhan’ın bu zaman aralığındaki statü ve siyâsî pozisyonunun arka plânını çözümleyemediği için, hâdiseyi onun mutlak anlamda cülûsu zamânına odaklandırmış; ileride “Devşirme” usûlünü ihdâs edecek olan Orhan’ın vezîri “Ḥacı Bektāş Paşa[59] isim benzerliğinden dolayı “Ḥacı Bektāş-ı Velī” yaptığı gibi, bürokratik kurumları dört yıl önce inşâ etmiş olan Sultan Osman’ın vezîri “ʿAlāʾe’d-dīn Paşa”yı da, cülûstan sonra boşta kalan diğer şehzâdesi “‘ʿAlāʾe’d-dīn Beg” yapmıştır.

Börk ihdâsı ve kullanımına ilişkin Askerî kānunun gerçekten de bu zaman aralığında çıkarıldığı, Osman Gâzî ve oğlu Orhan’ı yakından tanıyan bir görgü şâhidinin çağdaş kayıtları ışığında tarihî açıdan kesinlik kazanır. Osman Gâzî’nin yakın akrabâlarından olan, akınlarda gâzîlere imamlık yapan ve onları coşturmak için Asr-ı Sa‘âdet’e yönelik “ġazavāt-nāme”ler yazan Tursun Fakih, Cumhūr-nāme adını taşıyan manzum gazavât-nâmesinde “Börk”ün kendi yaşadığı Osman Gâzî asrında ve Orhan’ın ilk zamanlarında vâr olduğunu; kendisinin ve çağdaşı Türkmen gâzîlerin dillerinde ve zihinlerinde yerleşik bulunduğunu açıkça gösterecek şekilde şöyle der:

“Naʿra urup her biri çaġırdılar
Tekbīr idüp ḳılıç urup ḳırdılar
Ḳırḳ kişiden biri ḳurtuldı hemān
Ḳaçdı vardı Cumhūr’a ḳıldı fiġān
Börküni urdı yire eydür: İy şāh!
Ḳanı ḳırḳ kişi ḳamu oldı tebāh?..”[60]

Tursun Fakih İslâm’ın ilk asrında Arap Yarımadası’nda kullanılmayan بورك “Börk”ü o asra taşıyarak kurguladığı bu dizelerinde; aslında bilinçaltında var olan ve gâzîlerce de mâlûm olduğu âşikar bulunan, kendi zamânındaki Türkmen askerî başlığını tasvir etmiştir.

Ertuğrul Gâzî’nin son zamanlarında, Osman Gâzî uç emirliğine yükseldiği sırada Karacahisar’a kadı nasb edilişinden 689/1290’da olgun bir yaşta olduğu anlaşılan Tursun Fakih’in[61], kaynaklarda nihâî olarak Osman’ın son, Orhan’ın ilk yıllarında fetvâ makâmında bulunduğunun belirtilmesi[62] ve 1320’lerin ortalarından itibâren bir daha varlığından hiç söz edilmemesi, Börk’ün ihdâsının hakikaten Osman Gâzî henüz sağ iken gerçekleştiğini ve onun yukarıdaki dizeleri en geç Orhan’ın cülûsundan birkaç yıl sonra nazm ettiğini netleştirir. Bu da ortak bir çizgide, ilk Osmanlı Askerî kānunlarının da diğer kānunlarla birlikte 1320-1323 yılları  arasında, Osman Gâzî’nin direktifi ve Şehzâde Orhan’ın girişimi sonucu çıkarılmış olduğunu  te’yid eder. “Börk” ihdâsını Hacı Bektâş-ı Velî’ye odaklandıran diğer rivâyete gelince; Âşık Paşa-zâde’nin, Bektâşîler’in Aḳ Börk’ü giymesine sebep olan kimsenin Orhan zamânında gazâya gelen “Abdāl Mūsā” olduğu bilgisini[63] referans alan müverrihler; gazâda yeniçeriler gibi börk giyen Abdal Mûsâ’nın, Vilāyet-nāme’sinde öne çıkan Aydın-oğlu Gâzî Umur Beg’e kırmızı börk giydirmesi hâdisesini de[64] doğrudan onun çağdaşı olan ve daha ön plâna çıkan Osmanlı sultânı Orhan Gâzî’ye atfetmişlerdir[65]. Keçeden yapılma üsküflü “Dik (ṭoġrı) börk” ise 749/1348 yılından sonra, ilk kez Rumeli fâtihi Gazî Süleymân Paşa tarafından îcâd edilmiş ve giyilmiştir[66]. Kimi kroniklerdeki atıflardan anlaşıldığına göre; Sultan Orhan’ın çıkardığı bu Askerî kānunlara yine Rumeli’nin fethinden sonra, batı uçlarında devâm eden Osmanlı akınları için “Anaṭolı’da yaya yazmaḳ” hükmü de eklenecektir[67].

Orhan’ın Alâeddîn Paşa’nın teşvîkiyle ihdâs ettiği üçüncü askerî kānun olarak gösterilen[68] “Devşirme usûlü”nün Osmanlılar’da ilk kez değil, geçmiş İslâm devletlerinden beri süregelen bir yöntem olarak uygulandığı Mehmed Fuad Köprülü tarafından uzun yıllar önce bilimsel kanıtlar ışığında ispat edildiğinden[69]; Orhan Gâzî’nin oğlu Gâzî Süleyman Paşa öncülüğünde “ikişer aḳçaʾ-i ʿOmānī” yevmiyye ile istihdâm edilen “Etrāk” askerine mukâbil olarak, yine “ikişer aḳça” ‘ulûfe ile seçilmiş bin kadar “evlād-ı küffār”ın alınması ile başlayıp, vezir “Ḥacı Bektāş Paşa”nın önerisiyle yürürlüğe konan bu “Ḳānūn”un da[70], diğerleri gibi eski Türk-İslâm askerî kānun ve kâidelerini tâkiben çıkarılmış olduğu şüphesizdir.

Bursa Beg-Sarayı’nın İnşâsı ve “Salṭanat Dīvānı”nın Teşekkülü:

Orhan Gâzî babasının sağlığında 1322 Nisan’ında Bursa’yı fethettikten sonra, Bithynia Krallığı zamânında “İç Kale” mevkiinde inşâ edilen ve bilâhare Bizans tekfurlarına intikâl eden Saray ana binâlarını tüm müştemilâtıyla yeniden ta‘dil ve inşâ ettirerek tam teşekküllü bir İslâm sarayı çizgisine taşımış; iki yılı aşkın bir süre önce Yenişehir Sarayı’nda bürokrasi ve devletleşme yönünde atmaya başladığı ilk adımlar böylece zirvesine ve aslî hedefine ulaşmıştır. Daha önce başka bir çalışmamızda Sultan Orhan dönemi kaynak ve belgelerine dayanarak, ana hatlarıyla; İç avlu, Taḫt odası, Dīvān, İç ve Dış Ḫazīne, Ḥarem dâiresi, Saray Mescidi, Hekīm-ḫāne, Maṭbaḫ-ḫāne, Ṭabl-ḫāne, Segbān çiftliği, Ḫāṣ aḫırlar ve Saray ḥamamı olmak üzere on iki bölümünden meydana geldiğini gösterdiğimiz Bursa Beg Sarayı’nın birimleri[71] arasında, bürokratikleşmenin tâyin ve tespiti noktasında kuşkusuz en önemlisi ve dikkate değer olanı Dīvān’dır.

XV. yy. ortalarında çizilmiş çok eski bir minyatürde Sultan Orhan, Bursa Beg-Sarayı’nda beyaz “Burma dülbend” giymiş bir devlet adamı ve askerî zümreye mensup kırmızı ve ak “Börk”ler giymiş diğer ümerâ ile birlikte askerî bir Dîvân toplantısında. Ahmedî, İskender-nāme, Petersburg Russian Academy of Sicences, Institute of Oriental Manuscripts, Ms. C-133, vr. 249b.
Orhan Gâzî’nin tam teşekküllü bir Türk-İslâm sarayı olarak inşâ ettirdiği Bursa Beg-sarayı’nın XIX. yüzyılın ilk yarısındaki görünüşü. Château de Brousse / Asie Mineure, 1846.

Yakın zamâna kadar Âşık Paşa-zâde’nin yukarıda işâret ettiğimiz yegâne kaydı dışında mevcûdiyetini kanıtlayacak başka hiçbir bilgiye rastlanmayan Bursa Saray Dîvânı’nın varlığı hakkında, birkaç yıl önce ilim âlemine tanıttığımız Seyyid Kāsım el-Bâğdâdî’nin Seyāḥat-nāme’sinde yer alan çağdaş kayıtlar[72] önemli bir delil teşkil etmekte ve bu erken dönemde “Dīvān”ın ديوان السلطنة “Salṭanat Dīvānı” adıyla anıldığına açıklık getirmektedir. Bağdâdî, 1324 yılı Haziran’ında (Cemâziye’l-âhir 724) yüz beş yaşında iken iki oğluyla Bursa Sarayı’na geldiğinde Orhan Gâzî tarafından burada misâfir edilmiş; 656/1258’de Abbâsî hilâfetinin yok oluşundan o âna kadar, yetmiş yıla yakın bir süre yaşadığı tüm olayları ona burada hikâye etmiş; Sultan Orhan’ın 724/1324’teki Teşrîfât protokolünün bir gereği olarak وزير الأعظم “Vezīrü’l-aʿẓam” ile شيخ الإسلام “Şeyḫü’l-İslām” da “Dīvān” dâiresinin giriş kapısında ayakta bekleyerek onlara refâkat etmişlerdir[73].

İlhanlı devlet teşkilâtı örnek alınarak inşâ edilen[74] Bursa Saray Dîvânı’nın, 1324’teki “Salṭanat Dīvānı” adını uzun yıllar taşımaya devâm ettiği, resmî birer belge olan vakfiyelerde yer alan önemli atıflardan tespit edilebilir. Nitekim bu tasvire paralel şekilde, 749/1348 tarihli Lala Şâhîn Paşa vakfiyesinde buradaki “salanat” hükmünün Sultân’a bağlanmasıyla ortaya çıkan: الديوان سلطان “ed-Dīvān-ı Sulṭān” tâbiri[75] her iki ortak adı tarihî gerçeklik noktasında birleştirmekte ve Sultan Orhan’ın kurduğu ilk Dīvānın tam yirmi dört yıl boyunca Dīvānü’s-Salana / Dīvān-ı Sulṭān” isimleriyle anıldığını belgelemektedir. Kānunların ihdâsı sırasında vurgulanan “Şer‘e muhâlif kānun yapmama” kriterine paralel şekilde, 763/1362’de Orhan Gâzî’nin vefâtından iki ay önce düzenlenen Mihaliç Beg vakfiyesinde de bu Dīvān”, kâideleri yönüyle Şer‘î hükümlerin esas alındığı ve uygulandığı bir makam olduğu belirtilmek üzere: ديوان القضاء المنيف المصطفوى “Dīvānü’l-ḳażāʾi’l-münīfi’l-Muṣṭafavī” mufassal ismiyle tavsif edilmiştir[76]. Dîvân sisteminin Ḳānūn-nāme’lerdeki temel şartla aynı kriter üzerine oturtulduğu dikkate alındığında, bu tespitlerden hareketle Osmanlılar’ın kurumsallaşma sürecine geçişlerinde, temel prensip olarak “Şer‘î hükümlere riâyetin önde tutulmasını” esas aldıkları sarâhatle söylenilebilir.

Seyyid Kāsım ve oğullarının Taht Odası’ndan kalkıp kendisi karşılayan Orhan Gâzî tarafından bizzat Salṭanat Dīvānı’nda misâfir edilişleri, Orhan Gâzî’nin Bursa Sarayı’ndaki ilk Teşrīfāt Ḳānūn-nāmesi’nde misâfir ve elçilerin Dîvân’da ağırlanmasının ve Vezîr-i a‘zam ve Şeyhü’l-İslâm’ın onlara muvâfakat etmesinin kānun olduğunu belgeleyecek çağdaş önemli birer kanıt niteliğindedir. Bu uygulama, Fâtih tarafından ilkin Edirne Sarayı’nda bir “ʿArż Odası”nın     inşâsı[77] ve bilâhare Topkapı Sarayı’nda da bir “ʿArż Odası” yapılmasının kānunlaştırılması[78] ile daha da genişletilerek, zamanla elçi ve misafirlerin Dîvân’ın yanı sıra ‘Arz Odası’nda da ağırlanması üsûlü yerleşmiştir. Teşrîfât protokolünün gelişimi ile ilgili bu son kānun, Orhan Gâzî’nin İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi’nin de sonraki pâdişahlar tarafından geliştirilip genişletişmesiyle bir arada değerlendirildiğinde; Leysî-zâde’nin “Dībāce”sinde müphem kalan, Fâtih’in kadîm kānunlardaki “eksük yirler”i ne şekilde “tekmīl” ettiği meselesine tam anlamıyla açıklık getirmektedir.

Sultan Orhan’ın Bursa Saray Dîvânı’nda uyguladığı Teşrîfât Kānûnu’nun bir gereği olarak, Kalu-Yaven (Kalo-Ioannes)’in ziyâreti sırasında Vezîr-i a‘zam ve Şeyhü’l-İslâm’ı onlara refâkat ederken gösteren minyatür. Hüner-nāme, I, TSMK, Hazîne, nr.: 1523, vr. 72a.

Sultan Orhan’ın 722/1322’de gelişmiş bir bürokrasi organı olarak kurduğu ديوان السلطنة “Salṭanat Dīvānı”, sonraki pâdişahlar döneminde protokol ve işleyiş prosedürü açısından büyük ölçüde gelişim ve değişime uğrayacak; nihâyet Fâtih devrinde görev ve yetkilerinin önemli bir  kısmı tekrar gözden geçirilip yeniden tanzim edilerek, daha sonraki dönemlerde “Dīvān-ı Hümāyūn” klasik ismiyle anılır olacaktır.

Vezâret ve Nişâncılık Sisteminin Kuruluşuna Delil Olan Belgeler ve Çağdaş İzlenimler:

Vezîr’in İslâm hükümdarı için birinci derecede elzem ve gerekli oluşunun bâzı Hadîs’lerde açıkça vurgulanması ve buna bağlı olarak Vezâret makâmının ilk İslâm devletlerinden Osmanlılar’a dek kesintisiz bir şekilde uzanması; hâl-i hazırda Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında da bu makâmın -çok basit bir şekilde de olsa- ihdâs edilmiş olmasının lüzum ve gerekliliğini kuvvetle hissettirir[79]. Nitekim Hüseyin Hüsâmeddîn Bey Osmanlı vezirleri hakkında kaleme aldığı, şimdi nerede olduğunu tespit edemediğimiz Dīvān-ı Vezāret isimli eserinde “700 tārīḫinden 929 senesi Şaʿbān’ına” dek gelen vezirlerden söz ettiğine dikkati çeker ve resmî “ḳuyūda naẓaran” 700/1301’de vezir olduğuna işâret edilen ilk kişinin ismini de zikrederek: “Benim tetebbuʿātıma göre ilk vezīr-i ʿOs̱mānī Kemāle’d-dīn Meḥmed Paşa’dır.” der[80]. Literatürde Osman Gâzî’nin resmî anlamda ilk vezîri olarak bilinen Alâeddîn Paşa, Hüseyin Hüsâmeddîn’in ifâdesine göre kuruluş yıllarındaki bu kadîm vezir Kemâleddîn Paşa’nın oğludur[81]. Nitekim Ramazân 723 / Eylül 1323 târihli Asparuça Hâtûn Vakfiyesi’nde Alâeddîn Paşa Osman Gâzî’nin vezîri olarak gösterilmiş ve: وزير مكرم ، ناظم امور الامم ، مدار صلاح العالم ، راكب خيول العز والاقبال ، صاحب زبول مجد والاجلال ، مدبر امور السلطنة … “Vezīr-i mükerrem, Nāẓım-ı umūri’l-ümem, Medār-ı ṣalāḥi’l-ʿālem, Rākibü ḫuyūli’l-ʿizz ve’l-iḳbāl, Ṣāḥib-i zebūli mecd ve’l-iclāl, Müdebbirü umūri’s-salṭanat…” gibi yüksek vezâret unvanlarıyla tavsif edilmiştir[82]. Buradaki مدبر امور السلطنة “Müdebbirü umūri’s-salṭanat” ifâdesi[83], Osmanlı kroniklerinde Şehzâde Alâeddîn Beg’le karıştırılan Vezîr-i a‘zam Alâeddîn Paşa’nın bu kaynaklarda belirtildiği üzere “Salṭanat işlerini düzenleyip”, bürokrasiyi Osman Gâzî henüz hayatta iken 723/1323 yılından önce inşâ ettiğinin tarihî delilidir ve farklı kaynaklardan aktardığımız yukarıdaki tüm rivâyetleri resmî bir belge olarak tasdik etmektedir.

Orhan Gâzî’yi Bursa Sarayı’nda ziyâret eden sûfî gezgin Seyyid Kāsım el-Bağdâdî’nin, 1324 yılı Haziran ayında Orhan Gâzî’nin Dīvān’ında Şeyhü’l-İslâm’la birlikte وزير الاعظم  “Vezīrü’l-aʿẓam” unvânını taşıyan “İbrāhīm Paşa” adlı bir devlet adamıyla karşılaştığından söz etmiştik[84]. Bir Osmanlı kroniğinde yer alan, Alâeddîn Paşa’nın toplam “üç sene” vezirlik makâmında kaldığına ilişkin kayıt[85], Orhan’ın babasının yerine vekâleten geçtiği 720/1320 yılından beri vezir olduğu anlaşılan Alâeddîn Paşa’nın, 723/1323 yılı sonlarında Osman Gâzî’nin ölümünden hemen sonra, gerçekten vezâretten azl edilerek yerine İbrâhîm Paşa’nın geçtiğini ortak bir bilgi ışığında te’yid etmektedir.

Nişâncılığa gelince; 1324’de Orhan Gâzî’nin sarayına giren Seyyid Kāsım’ın, Orhan’ın ricâsı üzerine kendisine hediye ettiği “vaḳfiyye”nin bizzat Vezîr-i a‘zamı tarafından düzenlendiğine ve Sultan Orhan’ın belge üzerine tuğrasını kendi kalemiyle çektiğine dair önemli bir atıfta bulunması[86], Fātiḥ Ḳānūn-nāmesi’nde “nişāncı”nın mertebesinin “vezāret” ve “beylerbeyilik” olabileceği veyâ “nişāncı”ya “her vezīrin yardım etmesi” kānunlarının[87] Orhan Gâzî zamânında ihdas edilip, o zamandan beri yürürlükte olduğunun açık bir delilidir.

Sonraki vakfiyelerin çoğu üzerinde tuğra bulunmamasına karşın, kadîm Selçuklu devlet geleneğine uygun şekilde Orhan Gâzî devrinde vakfiyeler üzerine Sultân’ın kendi eliyle tuğra çekmesinin bir “İnşâ’ kānûnu” olduğunu gösteren bu dönemden kalma önemli bir belge vardır ki, o da Seyyid Kāsım’ın buraya gelişinden sadece üç ay önce, 724 Rebî‘u’l-evvel’i/1324 Mart’ında Sultan Orhan’ın Harem ağası Tavâşî Şerefüddîn Mukbil adına düzenlenen Mekece Vakfiyesi’dir[88]. Bu vakfiyenin üzerinde, Seyyid Kāsım’ın kendi vakfiyesi üzerine çekildiğini bildirdiği, Anadolu Selçuklu sultanlarınınkine eşdeğer ve el ile çekildiği aşikâr olan basit ve yalın bir tuğranın bulunması, ilk Osmanlılar’ın temel inşâ kānunları husûsunda da “Selçuklu inşâ protokolünü tâkip ettikleri” yönündeki tezleri kesin olarak doğrulamakta ve Seyyid Kāsım’ın bir görgü şâhidi olarak Bursa sarayından bize aktardığı canlı izlenimlerinin dönemin gerçek inşâ kriterlerini yansıttığına ilişkin yeni bir delil sunmaktadır.

Orhan Gâzî’nin cülûsundan hemen sonra, Rebî‘u’l-evvel 724 / Mart 1324’te Harem Ağası Şerefüddîn Mukbil adına Bursa Beg-sarayı’nda düzenletip üzerine tuğrasını çektiği Farsça Mekece Vakfiyesi. İBB Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, Fr. nr.: 10.

Bu çağdaş belgelere göre, Orhan Gâzî devrinde vakfiyeler üzerine Sultân’ın kendi eliyle tuğra çekmesi kānun iken, bu usûlün daha sonra, muhtemelen Yıldırım Bâyezîd döneminde tamâmen terk edildiği söylenilebilir.

Defterdarlığın İhdâsı, Siyâkat ve Arşiv Uygulamalarının Ortaya Çıkışı:

Osmanlılar’da defterdarlığın bürokratik bir sınıf olarak ortaya çıkışı meselesi, Osmanlı Sosyo-Ekonomik Târihi üzerinde çalışan araştırmacılar arasında en çok tartışılan ve bugüne kadar hâlâ belirsizliğini koruyan müphem noktalardan biri olmuştur. Kimi târihçiler vakıf ve tahrir defterlerindeki Osman Gâzî ve Orhan Gâzî’ye ilişkin açık atıflardan hareketle, defterdarlığın bu dönemlerde ortaya çıkmış olması gerektiğini savunurken[89]; kimileri Orhan zamânında mâlî sistemin bir teşkilât kuracak kadar gelişmediği varsayımını benimseyerek[90], en erken I. Murad döneminde başlayabileceği yönünde tahmin yürütmüş[91]; bâzıları ise II. Murad dönemi vakfiyelerinde rastlanan “Defterdār / Defterī” gibi unvanlara dayanarak, defterdarlığın kesin olarak XV. yüzyıla târihlendiğini, kroniklerdeki atıflara nazaran başlangıcının ise XIV. asrın sonları olabileceğini öne sürmüştür[92].

Orhan Gâzî devri resmî belgelerini gördüğünde şüphe olmayan Bostan-zâde Yahyâ Efendi, bu dönemin bürokratik gelişmeleri hakkında önemli bilgiler içerdiğini belirttiğimiz Tuḥfetü’l-Aḥbāb’ında: “İbtidā defterdār naṣb itmek Sulṭān Orḫān itmişdür ve yalıñuz olmasun diyü Rūz-nāme ve Muḳāṭaʿacı naṣb itmek daḫı anlardan olmışdur.[93] diyerek, ilk Defterdâr, Rûz-nâmeci ve Mukâta‘acı nasbının bu dönemde gerçekleştiğini, hattâ Sultan Orhan’ın halka ve re‘âyâya zulmettiğini fark ettiği bir Defterdâr’ın elini bile kestirdiğini açıkça ifâde eder[94]. Nitekim dönemin kesin tarihî veriler içeren resmî belgelerindeki bâzı önemli atıflar, müellifin bu nâdir kayıtlarını te’yid ve tasdik eder. Orhan Gâzî’nin Lala Şâhin Paşa ve diğer vakıf sâhiplerine verdiği tüm vakıfların 749/1348’den önce bir الدفتر الديوان “Dīvān Defteri”nde toplandığını Vezîr-i a‘zam Lala Şâhîn Paşa’nın bu tarihte düzenlenen vakfiyesinden kesin olarak bilmekteyiz[95]. Üstelik vakfiyede الدفتر الحاقانى Ḥāḳānī Defter” olarak anılan bu defterin fiziksel durumunu niteleyen: حرّر وفصّل “ḥurrire ve fuṣṣile” ifâdesi[96], kuruluş vakıflarının kayıt altında tutulduğu bu Evḳāf Defteri’nin mücmel olmayıp, mufassal bir tahrir defteri olduğuna da açıklık getirmektedir.

Rebî‘u’l-evvel 749 / Haziran 1348’de düzenlenen Lala Şâhîn Paşa Vakfiyesi’nde, vakıf kayıtlarının daha önce Sultân Orhan’ın Kirmasti’yi de içine alan “Ḥāḳānī Dīvān Defteri”ne yazıldığına işâret eden ifâdeler. VGMA, nr.: D.732/59, s. 75, st. 28-30, 47.

Vakıf sistemi gibi Tîmâr sisteminin de Osman Gâzî tarafından “ḳānūn”laştırıldığına ilişkin yukarıda naklettiğimiz satırlar, Şehzâde Orhan’ın bürokrasiyi inşâ etmeye başladığı aynı târihlerde Tîmâr işlemlerinin de yürürlükte olduğuna dâir apaçık bir ipucu vermektedir. Nitekim Orhan Gâzî’nin imamı İshak Fakih’e dayanan gelenekte, Güney Sakarya/Bolu hattı boyunca sıralanan Lefke (Leukai/Osmaneli), Mekece, Aḳ-ḥiṣār (Metabole/Paşalar), Geyve, Ṭaraḳlı ve Leblebüci-ḥiṣār kale ve beldelerinin Osmanlı yönetimine bağlandıktan sonra, bir aydan artucaḳ ol vilāyetde beklenip, muṭīʿ olan yirleri tīmār erine verdiklerine ilişkin verilen önemli bilgi[97], Güney Sakarya’da vakfiye ve mülk-nâmelerin ilk kez 1303 Haziran-Temmuz ayları arasında dağıtıldığına[98] ışık tuttuğu gibi; Kara Çelebi-zâde Abdülazîz Efendi’nin Ravżatü’l-Ebrār’da bu beldelerin kaydedildiği tahrir defterinin فى حدود سنه عشرين “fī ḥudūd-ı sene ʿişrīn”de kayda geçirildiğine yönelik orijinal atfı[99] da, reâyâya timar verilen bu bölgelerin ilk defâ bir Defter’e kaydedilmesi işleminin bu tarihten on altı buçuk yıl sonra, “720/1320 senesi hudûdunda” gerçekleştiğini gösterir. Bu ise, ilk kānunların ihdâs zamanı olarak da zikredilen bu târihteki ortaklığın bir tesâdüf olmadığını; bu kronolojik ayniyetin, Şehzâde Orhan’ın İbn Kemâl’de ve Tarihî Takvimler’de işâret edilen 719/1319 yılı sonlarında tahta oturmasını tâkiben, 720/1320 yılı başlarında bürokratik kurum ve uygulamaları başlatmasından kaynaklandığını bir başka açıdan te’yid etmektedir.

Osman Gâzî’nin direktifiyle tutulduğunda şüphe olmayan bu tahrir defterlerinden sorumlu defterdarların, bu dönemden itibâren muhâsebe kayıtlarını tutarken ilk kez Siyâkat yazı ve rakamlarını da kullandıkları, varlığını yeni tespit ettiğimiz çok önemli bir belgeden; Bostan-zâde’nin daha önce aktardığımız kayıtlarında işâret ettiği üzere, bu ve benzeri defterlerin Evraḳ Ḫazīnesi’nde ve vezârete mahsus özel bir Defter-ḫāne’de saklandığı ise, Evkâf Tahrîr Defterleri’nde yer alan bâzı mühim ipuçlarından tespit edilebilmektedir.

  1. Osmanlılar’da Siyāḳat’in Başlangıç Zamânına Işık Tutan Yeni Bir Belge:

Osmanlılar’ın devlet bürokrasisini inşâ ederken defter tutma işlemlerinde Selçuklu ve özellikle İlhanlı uygulamalarını tâkip ettiklerinde[100] şüphe olmamakla birlikte, her iki devlet tarafından kulanıldığı bilinen Siyâkat yazısının Osmanlı inşâ literatürüne ilk kez ne zaman girdiği[101] konusunda hiçbir somut bulgu elde edilememiş; nihâyet birkaç yıl önce, Çelebi Sultan Mehmed’in lalası Abdülvâsi Çelebi’nin 817/1415’te tamamladığı Ḫalīl-nāme adlı mesnevînin “Ceng-nāme” kısmındaki bâzı beyitleri esas alan eş zamanlı iki çalışmada[102], “kātib”ler zümresi içinde muhâsebe kalemlerinde görev yapan “muḥāsib”lerin ve “Siyāḳat ehli” nin de zikredildiği[103] tespit edilerek, Siyāḳat’in en erken XIV. yüzyıl sonu ilâ XV. yüzyıl başları arasında Osmanlı bürokrasisinde yer aldığı yönünde ortak bir perspektif inşâ edilmiştir. Burada neşredeceğimiz önemli belge, Osman Gâzî ve Sultan Orhan zamanlarında ilk bürokratik adımları atan iki meşhur isimden biri olan Çandarlı Kara Halîl’in, bu dönemde Defterdarlık kurumunun teşekkülünde mühim bir rol oynadığını ve Siyāḳat yazısının da ilk kez bu süreçte uygulandığını te’yid ederek, bu târihi bilinenden bir asır kadar daha geriye götürecektir.

Daha önce III. Mustafakemalpaşa (Kirmasti) Sempozyumu’nda sunduğumuz bir bildiride, Lala Şâhîn Paşa vakfiyesinde Sultan Orhan’ın Dīvān Defteri’ne atıfta bulunan Bursa kadısı Defterdar Ḫalīl bin Meḥmed’in, isim benzerliğinden dolayı babasının adı “ʿAlī” olan Çandarlı Halil’le karıştırıldığını; İl-yazıcı Halîl Beg’in ise gerçekte uzun bir ömür sürerek, II. Murad devrinin başlarına kadar Batı Anadolu’nun tamamını içine alan geniş bir alanda, çok uzun bir dönem defter tahriri yaptığını tespit etmiştik[104]. Bu bildiriden sonra, Çandarlı İbrahim Paşa vakfiyesinin Şevket Rado yazmaları arasında rastladığımız yeni bir nüshasının sonunda, Çandarlı vezir ailesinin Hayreddîn Paşa’dan İbrâhîm Paşa’ya kadarki meşhur aile temsilcilerinin soy ağacını gösteren çok önemli bir Şecere ile karşılaştık[105]. Uzunçarşılı’nın hazırladığı monografide yer almayan, Çandarlı Halil Hayreddîn Paşa’dan başlayarak Çandarlı aile zincirinin önde gelen fertlerinin biyografilerini, isimlerinin yanlarına eklenmiş küçük bilgi öbekleri ile tanıtan bu Şecere’de; XVI. yüzyılın en meşhur biyografik kaynakları dâhil sonraki hiçbir kaynakta izine rastlanmayan ve içeriğinden kuruluş devrine kadar indiği açıkça anlaşılan nâdir kayıtlar yer almaktadır.

Soy Şeceresi’nin başındaki “Ḫayrü’d-dīn Paşa”ya ait ilk biyografi metninde, yukarıda sıraladığımız çağdaş kaynak ve belgelere paralel olarak; Osmanlılar’da Defterdārlık, Ḳāḍī-ʿaskerlik, Vezīr-i aʿẓamlık ve Şeyḫü’l-İslām’lık ya da Müftī’likle birlikte, Siyāḳat yazı ve rakamlarının da yine Osman Gâzî hayatta iken oğlu Orhan zamânında uygulandığına dâir son derece mühim bilgiler yer almakta; bu ise dönemin tarihî seyrine uygun şekilde, hem farklı belgelerde karşımıza çıkan bu ortak verilerin, hem de onlara eşdeğer çizgideki bu belgenin çağdaş tarihî verilere dayandığına kesin bir kanıt sağlamaktadır.

Çandarlılar’ın ilk atası Kara Halîl Hayreddîn Paşa’nın Şecere’nin en başına yerleştirilen biyografisine ilişkin bu kısa bilgi notu aynen şöyledir:

“Ḫayrü’d-dīn Paşa:     Sulṭān ʿOs̱mān-ı Ġāzī ve Sulṭān Orḫān zamānında ẓuhūra gelüp, otuz iki sene Defterdār ve hem Ḳāḍī-ʿasker ve Müftī ve hem Vezīr-i aʿẓam olup, Erḳām’ı peydā idüp, İznīḳ’i, Eynegöl’i ve Yār-ḥiṣār’ı bile fetḥ idüp ḥālā İznīḳ’de medfūndur.”[106]

Bu dikkate değer kayıt, Osman Gâzî’nin son yıllarında, Şehzâde Orhan öncülüğünde gerçekleşen bürokratikleşmenin neredeyse tüm safhalarını gözler önüne sermekte; defterdarlığın başlangıç zamânını Orhan Gâzî’ye odaklandıran araştırmacıların tezlerini haklı çıkarmakla kalmayıp, yeni ve önemli bir bilgi olarak  ارقام “Erḳām = Raḳamlar” terimiyle işâret edilen “Siyāḳat Raḳamları”nın da ilk kez bu dönemde kullanılmaya başladığını belgelemektedir. Defterdarlığın isminin ve işlevinin belirlenmesinde İlhanlı inşâ yöntemlerini tâkip ettiklerinde tüm araştırmacıların hemfikir oldukları ilk Osmanlı sultanlarının, XIV. yüzyılda her iki devlet tarafından muhâsebe işlemlerinde sâbit bir şifreleme yöntemi olarak kullanılan Siyāḳat’ten ve Siyāḳat Erḳāmı (Rakamları)’ndan habersiz kalmaları, defterdarlığın sistematik bir zemine oturduğu bu süreçte onu kullanmamaları zâten düşünülemezdi.

Osman Gâzî ve Orhan Gâzî’nin müşterek hükümdarlığı zamânında tarih sahnesine çıkan Çandarlı Kara Halil’in defterdarlık, kâdî-‘askerlik, müftîlik ve vezîr-i a‘zamlık yaptığını; İlhanlılar’ı tâkiben defterdarlığı kurduğu sırada onlardan Siyâkat rakamlarını da aldığını gösteren Şecere kaydı.İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Ktp. Şevket Rado Yzm., nr.: 391, vr. 29b.

Kadîm İslâm bürokrasisini ve İlhanlı muhâsebe sistemine göre mâlî verilerin defterlere zapt ve kayıt usullerini iyi bildiği anlaşılan Halîl Hayreddîn Paşa’nın[107], Ḥisāb (Matematik) ilmi’ne derin vukûfiyetiyle, Osman Gâzî’nin son dönemlerinde bürokrasinin temellerini atan Şehzâde Orhan’a bu konularda da rehberlik ettiği[108]; daha XIV. yüzyılın ilk  çeyreğinde kurulduğu kesinleşen “Defterdārlık” müessesesinin yanı sıra, Siyāḳat esâsına dayalı “Muḥāsebe ḳalemleri”ni de teşekkül ettirdiği[109] bu belge ışığında ortaya çıkmaktadır.

Bugüne kadar mantıkî açıdan tüm belirginliğine rağmen, hakkında herhangi bir belgeye rastlanmadığı için sadece bir tahminden ibâret kalan bu husus, şimdi ortaya çıkan Çandarlı Soy Şeceresi’ndeki bu ilginç atıf sâyesinde tarihî açıdan kesinlik kazanmıştır. Daha önce XV. yüzyılın başlarına kadar indiği tespit edilen Siyāḳat’in ve Muḥāsebe ḳalemlerinin, bir asra yakın bir süre önce Bursa’da Orhan ve vezirleri tarafından kurulan eski sistem ve uygulamaların bir devâmı niteliğinde olduğu bu belgeden açıkça anlaşılmaktadır[110].

  1. Bursa Beg-Sarayı ve Kirmasti’de Kurulan İlk Osmanlı Arşivleri:

Osmanlılar’ın bürokrasiyi inşâ ederken vakıf ve tahrir defterlerinin tutulması kadar, korunması ve daha sonraki kuşaklara aktarılması konusunda da Selçuklu ve İlhanlı arşiv uygulamalarını takip etmeleri gerekeceği[111] izahtan vârestedir. Çünkü Orhan Gâzî tarafından Sakarya/Akyazı’da: شيخ عزّالدين اسمعيل واتاسى ابراهيم شيخ “Şeyḫ ʿİzze’d-dīn İsmaʿīl ve atası İbrāhīm Şeyḫ”e verilen Ramazân 700/Mayıs 1301 târihli Çalıca Ḳaryesi mülk-nâmesi, Beg-sarayı Harem Ağası Tavâşî شرف الدين مقبل “Şerefü’d-dīn Muḳbil” adına düzenlenen 724/1324 tarihli Farsça Mekece vakfiyesi, İzmit’teki Panbucaḳ-deresi’nin فرزند “Ferzend” (Şerefu’llāh bin Orḫān Beg[112])’e temlîki için tanzim edilen 749/1348 tarihli mülk-nâme ve yine İzmit Taşköprü’de حمزه فقيه“Ḥamza Faḳīh”e tevdî‘ edilen 754/1353 târihli Aḳ-pıñar Çiftligi beratı… gibi biti ve mülk-nâmelerle[113], Gâzî Süleyman Paşa’nın İznik Ḥacı Ḳara-oġlān Zāviyesi için 761/1360 yılında tertip edilen vakfiyesi[114]… gibi belgelerin uzun zaman korunarak, önemli bir kısmının orijinal şekilleriyle günümüze kadar ulaşması, Osmanlılar’da bu dönemden beri iyi bir arşivcilik sisteminin mevcut bulunduğuna tek başına delâlet edecek niteliktedir. Kaldı ki Bostan-zâde Yahyâ Efendi, yine Orhan Gâzî’ye atıfla Bursa Beg-Sarayı’nda böyle bir sistemin başından beri vâr olduğuna: “Ṭaşra kāġıd ve defterler ṭuran azīneyi kendi mühürlemek bunlardan olmışdur.” cümlesiyle işâret etmiştir[115].

İşte bu konuyu tarihî açıdan tamâmen netleştirecek şekilde, Lala Şâhin Paşa’nın yukarıda sözü edilen vakıf belgesinin, Orhan Gâzî tarafından düzenlendiği 749/1348 yılından beri Beg-sarayı’ndaki Evraḳ Ḫazīnesi’nde saklandığı, 928/1521 târihli Evḳāf Defteri’nde yer alan, bu vakfiye ve ahfâdına verilen tecdîd vakıf-nâmelerine ilişkin: “Ḳadīmü’z-zamāndan vaḳfiyyet üzere taṣarruf iderlerimiş; vaḳfiyyeleri Ḫızāneʾ-i ʿĀmire’de imiş.” kaydından[116] açıkça anlaşılmaktadır.

Osmanlılar’da Orhan Gâzî zamanından beri bir Evrak Hazînesi’nin vâr olduğuna ışık tutan bu kayıt, Vezîr-i a‘zam Lala Şâhîn Paşa’nın vezâret üssü olan Kirmasti’de, sûretlerin saklandığı ikinci bir arşivin mevcut olduğunu gösteren diğer bir belge ışığında daha da büyük bir netlik ve ivme kazanır.

Lala Şâhîn Paşa ve ahfâdının vakfiyelerinin Orhan Gâzî zamânından beri Bursa Evrak Hazînesi’nde saklandığına ilişkin tahrir kaydı. BOA, TAD, nr.: 453, vr. 32a.

Ḫüdāvendigār Livāsı’nın güney yönünde, Orhan Gâzî zamânında Kara Mihal’den satın alınmış Balıkesir’e tâbî bir köyün, Çelebi Mehmed zamânında vârislerine intikâli probleminin geçmişe dönülerek çözülebilmesi için, defterdara: “Kirmāsti’den ṣūret-i Defter ʿarż itdi”klerine dâir yaptığı önemli atıf[117], Sultan Orhan devrinde Lala Şâhîn Paşa’nın vezâreti döneminden beri Kirmasti (Mustafakemalpaşa)’daki külliyesinde defter ve belge sûretlerini saklandığı ikinci bir Defter-ḫāne/Arşiv’in daha mevcut olduğunu; bu dönemde Osmanlılar’da arşivcilik kurumunun oldukça gelişkin ve yerleşik bir zemine oturduğunu tarihî açıdan kesinleştirir. Vezîr’in Abbâsîler zamânından beri, mühim devlet evrâkının birer sûretini halîfeye devretmek üzere kendi özel arşivinde sakladığını gösteren tarihî kayıtlar[118], bu sistemin de Osmanlılar’a İlhanlılar aracılığıyla geçmiş kadîm İslâm bürokratik uygulamalarından biri olduğunu yeterince ispat etmektedir. Dolayısıyla bu önemli belgeler gerek vakıf, gerekse timar tevcîhine yönelik bu defterlerin bir Defterdâr nezâretinde 719/1319’dan beri tutulduğuna ve asıllarının 722/1322 sonlarından beri Bursa Beg Sarayı Ḫızāneʾ-i ʿĀmire’sinde; sûretlerinin ise, bilâhare 1340’larda Kirmasti’de kurulan Vezâret Arşivi’nde saklandığına tanıklık ederek, Osmanlı Defter-ḫāne ve arşiv sisteminin başlangıç safhalarına önemli ölçüde açıklık getirmektedir[119]. Nitekim Lala Şâhîn Paşa’nın torunu olan Mevlânâ Yusuf Kirmastî[120] Fâtih devrinde “İl-yazıcı” tâyin edildiğinde, kadîm vakıf kayıtlarını atasının Kirmasti Vezâret Defter-hânesi’nde topladığı bu sûretler üzerinden tespit ve kontrol ederek, sonraki tahrirlerde دفتر كرماستى Kirmāstī Defteri adıyla anılan 859/1455 târihli Vaḳıf Defteri’ni meydana getirecektir.

Sonuç:

Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile ilgili tartışmaların iyice harâretlendiği, klasik tarihî bilgilerin Avrupa odaklı siyâsî ve spekülatif tezlerin gölgesinde bırakılmak istendiği XIX. yüzyılın sonlarında, asırlar boyu devâm edegelen İslâm devlet medeniyetinin en güçlü temsilcisi olan Osmanlı Devleti’nin birim ve kurumları aslî menşeinden koparılarak Bizans’a bağlanmaya çalışılmış; Osmanlı kroniklerinde devletleşmenin Orhan Gâzî döneminde başladığını gösteren belirsiz kayıtların ise çağdaş târihî kanıtları ortaya konulamadığından, devlet kurumlarının bu dönemde ortaya çıktığı meselesine dâimâ kuşkuyla yaklaşılmıştır.

Kuruluş devrinden günümüze ulaşan az sayıdaki yeni belge ve kaynağın ayrıntılı tenkidi bile, Osmanlılar’da ilk bürokratik adımların gerçekten henüz kurucu hükümdar Osman Gâzî’nin sağlığında, tahtı oğlu Orhan’a bıraktığı 719/1319 yılı sonu & 720/1320 yılı başlarında atıldığını ortaya çıkarmaya yetmektedir. Bu geçiş döneminde “Siyâsî” alanda kadîm İslâm bürokratik uygulamalarını tâkiben; Saray teşkilâtına dâir kurumsal, esnaf ve sanatkârlara yönelik ticârî ve halkın idâresine odaklı umûmî kānunlar çıkarıldığı gibi; “Askerî” alanda da Tīmār uygulamasının faaliyete geçirilişi, Askerî üniforma başlıklarının tespiti, asker ocak ve birliklerinin tasnîfi gibi konularda uzun asırlar devâm edecek sağlam ve köklü bir sistemin yürürlüğe konulduğu teşhis edilebilmektedir.

Orhan Gâzî 722/1322’de Bursa’nın fethini müteâkip buradaki Tekfur sarayını gelişkin İslâmî bir saray seviyesine yükseltmiş, Vezîr-i mükerrem Alâeddîn Paşa ve Çandarlı Kara Halîl gibi tecrübeli ulemânın yardımlarıyla, uzun yıllar “Salṭanat/Sulṭān Dīvānı” adıyla anılacak olan “Dīvān” kurumunu teşekkül ettirmekle kalmayıp; Vezīr-i aʿẓamlık, Nişāncılık, Defterdārlık ve Arşiv (Defter-ḫāne) gibi uygulamaların yanı sıra, iktisâdî bir şifreleme formülü olan “Siyāḳat raḳamları”nı da İlhanlılar’dan alıp Osmanlı Muhâsebe kalemlerine aktarmayı ihmâl etmemişti. Târihî kayıtlar geçmiş İslâm devletlerinde olduğu gibi, bu dönemde de saltanat yurdu Bursa’da, saray içinde bir “Merkez Arşivi” ve sadâret kazâsı Kirmasti’de sûretlerin saklandığı bir “Vezâret Arşivi” olmak üzere iki arşiv birimi bulunduğunu göstermektedir.

Çağdaş kaynaklarda bu düzenlemelerin çoğunun Bursa fethi öncesinde, 720/1320’den itibâren başlayıp, şehrin fethi ve sarayın faaliyete geçişinden sonra daha da ivme kazandığına işâret edilmesi; Osmanlılar’da bürokratikleşmeye yönelik ilk düzenlemelerin 720-724/1320-1324 yılları arasında gerçekleştiğini netleştirerek, yukarıda sentezlediğimiz tüm kaynakları aynı ortak noktada birleşmekte ve bu, birbirinden bağımsız farklı kaynaklara dayanan tüm bu rivâyetlerin tarihî bir gerçeği temsil ettiğine tanıklık etmektedir.

Bu çağdaş kaynaklar, belgeler ve resmî kayıtların tenkidinden yola çıkılarak, Osmanlılar’da ilk devlet sistemi ve bürokrasinin; kadîm İslâm medeniyetinin en gelişmiş bürokratik sistem ve kurumlarını tümüyle içine alacak şekilde daha Osman Gâzî’nin sağlığında, 1320-1324 yılları arasında Şehzâde Orhan tarafından yürürlüğe konulduğu kesin olarak tespit edilebilir.

 

EK-I

Orhan Gâzî’nin 720-723/1320-1323 Yılları Arasında Çıkardığı İlk Osmanlı Siyâsî Kānunları (Ḳānūn-nāmeʾ-i Orḫānī)

Tablo-1

Sultan Orhan’ın Bursa Beg Sarayı’nda Tanzim Olunan İlk Teşkîlât Kānunları

Kānun
Madde Sıralaması
KānunKaynakÇıkarıldığı Yıl & Zaman Aralığı
1Defterdār nasb edilmesi, yalıñuz olmasın diyü Rūz-nāme ve Muḳāṭaʿacı dahi nasb edilmesiTuḥfetü’l-Aḥbāb, Bayezid Devlet Ktp. Yzm. Genel, nr.: 5005, vr. 9b-11b.720-723 /

1320-1323

2Sultân’ın ʿarżı oḳurken Defterdâr’a ḫitāb buyurmaması
3Ḫazīne’nin ve ṭaşra kāġıd ve defterler ṭuran Ḫazīne’nin Sultân’ın kendi mührüyle mühürlenmesi
4Ḫarāc ve Aʿşār-ı Şerʿiyye aḳçalarının (Beytü’l-māl) ṭaşra Ḫazîne’ye ḳonulması
5Sultân’ın ṭaʿāmı müstaḳılen ekl etmeyip, ḫalḳla maʿan yemesi
6Dīvān’a gelecek beglerin Burma Dülbend giymeleriÂşık Paşa-zâde, Tevārīḫ,

Âlî Beg, s. 40.

7Ḳaçan-kim sefere gitseler Börk giymeleri ve Börk’ün altına Şeb-külāh giymeleri
8Misâfir ve elçilerin Salṭanat Dīvānı’nda ağırlanmasıSeyyid Kāsım el- Bağdâdî, Seyāḥat-nāme (Rulo nüsha)
9Vezīrü’l-aʿẓam ve Şeyḫü’l-İslām’ın Dīvān’da misâfir ve elçiye mukâbele etmede Sulṭān’a refâkat etmeleri
10Sulṭān ’ın ṭuġrā-yı şerīf’ini ḳalemiyle kendisinin çekmesi
11Nişâncıya  Vezīrü’l-aʿẓam ve her vezīrin yardım etmeleri

 

Tablo-2

Orhan Gâzî’nin Çıkardığı İlk Ticârî Kānunlar & Bursa İḥtisāb Ḳānūn-nāmesi

(Ḳānūn-nāmeʾ-i Orḫān Beg)

Kānun Madde No.:KānunKaynakÇıkarıldığı Yıl & Zaman Aralığı
1“Muḥtesib her üç ayda bir ehl-i ḥirfete narḫ virüp, her narḫda ikişer aḳçasını ala ve her işe muḥtesibüñ daḫli vardur, ṭutup ḥaḳḳından gele.Kitāb-ı Ḳānūn-nāme, Süleymâniye Ktp. Galata Mevlevîhânesi, nr.: 215/1, vr. 19b, st. 4-18.722-724 / 1322-1324
2Ve gendüm ṣatandan ḥimlde nīm aḳça ala.
3Ve çuḳa ḥimlinden beş aḳça ala.
4Ve dībādan, ḥimlinden ikişer aḳça ala.
5Ve boġazlanan ḳoyundan ve keçiden dördine bir aḳça ala ve cānavardan daḫı keẕālik
6Ve her üç ayda çulḥalaruñ tezgāhlarından arşūnların devşürüp birer aḳçasını ala.
7Ve şarāb ṣatandan kilinderlerüñ mühürleyüp ikişer aḳçasını ala, eksük ṣatanuñ ḥaḳḳından gele.
8Ve dükkānlaruñ her üç ayda iki aḳçasını ala.
9Ve ṭulūm açılduġı zamānda ṭulūm başına bir aḳça ala.
10Ve ḳurı balıḳ yükinden ikişer aḳça ala.
11Ve ḳurşūn ve ḳalāy ve baḳır ve tīmür yükinden ve her ne gelürse her ḥameleden ikişer aḳça ala.
12Ve ḳalāycı kem ḳalāylasa muḥtesib ḥaḳḳından gele.
13Ve kiremīd ve çölmek ve çanāḳ ve kerpīc ve tūġla düzenden her ocāḳ başına ikişer aḳçasın ala.
14Ve ḥaṣır yükinden bir aḳça ala.
15Ve bez ve kebe ṣatılsa arşūnı içün bir aḳçasını ala.
16Ve ḳazānda ḳaynayan yaḥnī içün her ḳazāndan bir aḳça ala.
17Ve derzīler ve başcılar ve ḳılıçcılar ve ḥallāçlar ve ṣābūncılar ve ḳazāncılar ve demürciler ve naʿl-bandlar ve destciler ve serrāclar ve yancuḳcılar ve dülgerler ve çuḳacılar ve ḳıncılar ve ʿabācılar ve ekmekciler ve çörekciler ve ʿilāccılar ve ḥalvācılar ve ṣābūncılar ve bezciler ve semerciler ve palāncılar ve çerçiler ve igneciler ve tarāḳcılar ve ġazzāzlar ve ṣarrāflar ve bōzācılar, bu cümleye muḥtesib daḫl ider.
18Ve penbe ve ketān ṣatandan lidre başına bir manġır sifec ala.
19Ve ḥammāmlar ıssı ola ve ṣovuḳ ṣuyı daḫı ola ve dellākleri çüst ü çālāk ola. Ustıraları keskün ola ve fotaları pāk ola ve nāṭurlar fotaʾı pāk yuyalar.
20Ve her bōstān açılduġı vaḳtın ikişer aḳçasın ala.
21Ve bu cümleʾi gözedüp ḥaḳḳından gele.”

 

Tablo-3

Sultan Orhan’ın Halka Yönelik İlk Umûmî Ḳānūn-nāmesi

Kānun Madde SıralamasıKānunKaynakÇıkarıldığı Yıl & Zaman Aralığı
1Memleket-i ‘Osmânî’de  aṣlā bir faḳīr melūm ve sāʾil maḥrūm olmamak, taḫt-gāhında veyā ġayrı memleketi içinde bir sāʾil görülüp işitilse Sultân’a  ʿarż olunmakḤadīḳatü’s-Selāṭīn, TTK Kütüphânesi, nr.: 21, vr. 44a, st. 13 / vr. 44b, st. 10722/1322
2Vezīrler, begler ve aġalar ẕelīl ü āc ve bī-kisve vü tāc kimselere Ḫazīne’den ve yanlarından ṣadaḳa etmek
3Sâ’ilin iḥtiyācı karşılandıktan sonra min-baʿd sāḳ-ı ẕülli dāmına çeküp suʾāl dilin ṭutması (dilenmeyi terk etmesi)

 

 

EK-II

Orhan Gâzî’nin Çıkardığı İlk Osmanlı Askerî Kānunları

 

Tablo-4

[Ḳavānīn-i ʿAskeriyyeʾ-i Orḫānī]*

Kānun Madde SıralamasıKānunKaynakÇıkarıldığı Yıl & Zaman Aralığı
1“Her kime kim bir tīmār virem, anuñ sebepsüz elinden almayalar.”Âşık Paşa-zâde, Tevārīḫ,

Âlî Beg, s. 20.

720-722 /

1320-1322

2“Ve hem ol öldigi vaḳtda oġlına vireler.”
3“Ve eger küçücek daḫı olursa vireler, ḫiẕmetkārları sefer vaḳtı olıcaḳ sefere varalar, tā ol sefere yarayınca.”
4“Ve her kim ḳānūn düzerse Allāh Teʿālā andan rāżī olsun ve eger neslümden bir kişi bu ḳānūndan ġayrı bir ḳānūn ḳoyacaḳ olursa, idenden ve itdürenden Allāh Teʿālā rāżī olmasun.”
5Sultân’ın ve müteʿallıḳ ḳullarının gazâlarda beyaz keçeden “Aḳ Börk” giymesi, yabandan gelen kimselerin kırmızı keçeden “Ḳızıl Börk” giymeleriʿOs̱mān Tārīḫi, Ankara Millî Ktp. Yz. A-8597, vr. 151b.
6Gücü yeter ġāzīlerin dīn düşmanlarına heybetli ve salābetli görünmek için Börk üzerine bir miḳdār altın üsküf ḳoymaları
7Anaṭolı’da yaya yazmaḳF. Giese Anonim,  s. 14.749/1348’den Sonra
8Gazâlarda Dik (Ṭoġrı) Börk giyilmesiḲavānīn-i Yeñi-çeriyān-ı Dergāh-ı ʿĀlī,  İBB Atatürk Kitaplığı,

Yz. nr.: O.97, vr. 26a–27a.

9Atlı yanınca ḳalʿalar üzerine piyāde konulması ve ḳalʿalar fetḥine atlının nefʿi olmadığından, ḥiṣārı muḥāṣara eylemeye piyādeler gönderilmesi
10“Evvelā yigitler Etrāk’den cüvānān ve gürbüz ü çālāk intiḫāb olınup, żamīmeʾ-i sipāh-ı ẓafer-penāh ḳılına.”
11“İkişer | aḳçaʾ-i ʿOs̱mānī ki, rubʿ dirhem-i Şerʿī’dür, taʿyīn olın”a.
12“Eyyām-ı sefer-i ẓafer-encām olup muʿāvenet buyurılduḳda günlükleri ḳaṭʿ olınup, her biri vaṭanında zirāʿate meşġūl olup, rüsūm-ı Dīvāniyye’den ḫalāṣ olalar.”
13“Ve bunlara on-başı ve yüz-başı taʿyīn olınup, ‘piyāde’ nāmı ile iştihār bul”alar.
14“Evlād-ı küffārdan yarār merdāneʾ-i kār-ı zār iḫtiyār olın”a.
15“Ve anlara ikişer aḳça ile ʿulūfe taʿyīn eyle”yeler.

 

KAYNAKÇA

Kitaplar:

  • Abdurrahman Güzel, Abdal Mûsâ Velâyetnâmesi (Vilāyet-nāmeʾ-i Abdāl Mūsā), TTK Yayınları, Ankara, 1999.
  • Abdülvâsi‘ Çelebi, Ḫalīl-nāme, nşr.: Ayhan Güldaş, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2003.
  • Âşık Paşa-zâde, Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān’dan ʿĀşıḳ Paşa-zāde Tārīḫi, ‘Âlî Beg neşri, Matba‘a’-i ‘Âmire, İstanbul, 1332.
  • Bedrî’-i Dilşâd, Murād-nāme, Ankara Millî Ktp. Yz. nr.: FB-470/1.
  • Behiştî Ahmed Çelebi, Vāridāt-ı Sübḥānī ve Fütūḥāt-ı ʿOs̱mānī, es-Sifrü’l-Evvel, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Ktp. Şevket Rado, nr.: 293/1.
  • Bosna’lı Koca Nişâncı Hüseyin Efendi, Bedāyiʿü’l-Veḳāyiʿ, I (Tıpkıbasım / Leningrad Asya Müzesi nsh.), haz.: Anna S. Tveritinova, Fihrist ve index: Y. A. Petrosyan, İnstitut Narodov Azii (Asya Halkları Enstitüsü), Moskova, 1961.
  • Bosna’lı Koca Nişâncı Hüseyin Efendi, Bedāyiʿü’l-Veḳāyiʿ, II (Tıpkıbasım / Leningrad Asya Müzesi nsh.), haz.: Anna S. Tveritinova, Fihrist ve index: Y. A. Petrosyan, İnstitut Narodov Azii (Asya Halkları Enstitüsü), Moskova, 1961.
  • Bostan-zâde Yahyâ Efendi, Tuḥfetü’l-Aḥbāb, Bayezid Devlet Kütüphanesi, Yzm. Genel, nr.: 5005.
  • Bostan-zâde Yahyâ Efendi, Tuḥfetü’l-Aḥbāb (Tārīh-i Ṣāf), Terakkî Matba‘ası, cüz‘: I, İstanbul, 1287.
  • Celâl-zâde Sâlih Çelebi, Ḥadīḳatü’s-Selāṭīn, TTK Ktp., nr.: 21.
  • Celâl-zâde Sâlih Çelebi, Ḥadīḳatü’s-Selāṭīn, : Yüksel – H. İ. Delice, TTK Yayınları, Ankara, 2013.
  • Dâvûd-ı Kayserî, el-İtḥāfu’s-Süleymānī fī’l-ʿAhdi’l-Orḫānī, Millet Ktp. Ali Emîrî, Arabî, nr.: 2173.
  • Emecen, Feridun, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluş ve Yükseliş Tarihi (1300-1600), İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2015.
  • Giese, Friedrich, Die Altosmanischen Anonymen Chroniken, Breslau, 1922.
  • Giese, Friedrich. Die Altosmanische Chronik des ‘Āšiḳ Pašazāde, Otto Harrasowitz, Leipzig, 1929.
  • Hoca Sa‘deddîn Efendi, Tācü’t-Tevārīḫ, Bibliothèque Nationale, Supp. Turc, nr.: 69.
  • Hvândmîr, Gıyâseddîn, Tārīḫ-i Ḥabībü’s-Siyer fī Aḫbār-ı Efrād-ı Beşer, (I-III), III, nşr.: Muhammed Debîr-i Siyâkî, Kitâb-fürûş-ı Hayyâm, Tahran, 1362/1983.
  • İbn Kemâl, Tārīḫ-i İbn Kemāl, Defter, Millet Ktp., Ali Emîrî, Târih, nr.: 25.
  • İbn Kemâl, Tārīḫ-i İbn Kemāl, Defter, Nûruosmâniye Ktp., Ali Emîrî, Târih, nr.: 3078.
  • İbn Kemâl, Tārīḫ-i İbn Kemāl, Defter, Bibliotheque Nationale, Supp. Turc, nr.: 157/1, vr. 1b-44a.
  • İbn Kemâl, Tevârih-i Âl-i Osman, Defter, nşr.: Şerafettin Turan, TTK Yayınları, Ankara, 1970.
  • İbn Kemâl, Tevârih-i Âl-i Osman, Defter, nşr.: Şerafettin Turan, TTK Yayınları, Ankara, 1983.
  • Kara Çelebi-zâde Abdülazîz Efendi, Ravżatü’l-Ebrār, Bulak Matba‘ası, Mısır, 1248.
  • Ḳavānīn-i Yeñi-çeriyān-ı Dergāh-ı ʿĀlī, İBB Atatürk Kitaplığı, Yz. nr.: O.97.
  • Kemâl, Selāṭīn-nāme, İÜ Ktp. TY, nr.: 331.
  • Köprülü, Mehmed Fuad, Tarih Araştırmaları, I, Akçağ Yayınları, Ankara, 2006.
  • Köprülü, Mehmed Fuad, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu,: Orhan Köprülü (V. baskı), Akçağ Yayınları, Ankara, 2009.
  • Köprülü, Mehmed Fuad, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri,: Orhan F. Köprülü, Alfa Yayınları, İstanbul, 2014.
  • Köprülü, Mehmed Fuad, Anadolu’da İslâmiyet,: Hasan Aksakal, Alfa Yayınları, İstanbul, 2017.
  • Mecdî Mehmed Efendi, Ḥadāʾiḳu’ş-Şaḳāʾiḳ (Şaḳāyıḳ-ı Nuʿmāniyye Tercemesi), Dârü’t-Tıbâ‘ati’l-‘Âmire, İstanbul, 1269/1853.
  • Mehmed Neşrî, Kitāb-ı Cihān-nümā, I, haz.: F. R. Unat-M. Altay Köymen, TTK Yayınları, Ankara, 1949.
  • Muhtasar “ʿOs̱mān Tārīḫi” (Mensur), Velāyet-nāmeʾ-i Ḥācı Bektāş-ı Velī içinde, Ankara Millî Ktp. Yz. A-8597.
  • Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed el-Ankaravî, Risāleʾ-i Uṣūl-i Dīn, bizdeki yazma, 16 varak.
  • Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed, Tefsīr-i Sūretü’l-Mülk, İÜ Ktp. TY, nr.: 7.
  • Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed, Tefsīr-i Sūretü’l-Mülk, Süleymâniye Ktp. Hafîd Efendi, nr.: 479.
  • Özcan, Abdülkadir, Fatih Sultan Mehmed: Kānunnâme-i Âl-i Osman, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2003.
  • Rifat Osman, Dr., Edirne Sarayı,: A. Süheyl Ünver (II. baskı), TTK Yayınları, Ankara, 1989.
  • Sulṭān Orḫān Zamānında Ẓuhūr İden Ḥācı Bektāş-ı Velī’nüñ Tafṣīl-i Aḥvāli, Yapı Kredi Sermet Çifter Arş. Ktp. Yz. nr.: 927/4.
  • Süleymân el-Kefevî, Ketāʾibü’l-Aʿlāmü’l-Aḫyār min Fuḳahāʾ-i Meẕhebi’n-Nuʿmānü’l-Muḫtār, Süleymaniye Ktp. Âşir Efendi, nr.: 263.
  • Togan, Zeki Velidî, Umûmî Türk Tarihine Giriş, İstanbul: İÜ Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1946.
  • Tursun Fakih, Cumhūr-nāme / Ġazavāt-ı Baḥr-i ‘Ummān ve Sandūk, Yapı Kredi Sermet Çifter Arş. Ktp. nr.: 978.
  • Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, I, TTK Yayınları, Ankara, 1947.
  • Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devlet Teşkilâtına Medhal, (IV. Baskı), TTK Yayınları, Ankara, 1988.
  • Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, (III. baskı), TTK Yayınları, Ankara, 1988.
  • Yücel, Yaşar – Selâmi Pulaha, Selim I. Kānunnāmeleri, TTK Yayınları, Ankara, 1995.
  • Zahîrüddîn en-Nîsâbûrî, Selçūḳ-nāme, Edirne Selimiye Yazmalar Ktp. nr.: 2314.

Makaleler:

  • Afyoncu, Erhan, “Defter Emîni”, DİA, IX, s. 91-93.
  • Afyoncu, Erhan, “Defterhâne”, DİA, IX, s. 100-104.
  • Eyice, Semavi, “Arz Odası”, DİA, III, s. 445-446.
  • Fazlıoğlu, İhsan, “İznik’te Ne Oldu? Osmanlı İlmî Hayatının Teşekkülü ve Dâvud-ı Kayserî”, Nazariyat İslâm Felsefe ve Bilim Tarihi Araştırmaları Dergisi, IV/1 (Ekim 2017), s. 1-68.
  • Hüseyin Hüsâmeddîn (Yaşar), “Ḳoca Meḥmed Paşa”, I, TOEM, VII/37 (Nisan 1332), s. 43-49.
  • Hüseyin Hüsâmeddîn (Yaşar), “ʿAlāʾe’d-dīn Beg”, TOEM, XIV/5(82) (Eylül 1340), s. 307-318.
  • Hüseyin Hüsâmeddîn (Yaşar), “ʿAlāʾe’d-dīn Beg”, TOEM, XIV/6(83) (Teşrīn-i s̱ānī 1340), s. 380-384.
  • Hüseyin Hüsâmeddîn (Yaşar), “ʿAlāʾe’d-dīn Beg”, TOEM, XV/8(85) (Mart 1341), s. 128-133.
  • Hüseyin Hüsâmeddîn (Yaşar), “ʿAlāʾe’d-dīn Beg”, TOEM, XV/9(86) (Mayıs 1341), s. 200-210.
  • Hüseyin Hüsâmeddîn (Yaşar), “Orḫān Beg’iñ Vaḳfiyyesi”, TOEM (TTEM), XVI/17 (94), Türk Tārīḫi Encümeni, İstanbul, 1926, s. 284-301.
  • İnalcık, Halil, “Türk Tarihinde Türe (Törü) ve Yasa Geleneği”, Doğu Batı Makaleler, I, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2009 (IV. Baskı), s. 68-90.
  • Karakoç, Kâzım, “Orhan Gazi’nin Bugüne Kadar Bilinmeyen Eşsiz Bir Mangırı”, Anadolu Nümismatik Bülteni/Anatolian Numismatic Bulletin, sy.: VIII (Aralık 2008), s. 3-6.
  • Kütükoğlu, Mübâhat S., “Defterdar”, DİA, IX, s. 94-96.
  • Mehmed Ârif, Ḳānūn-nāmeʾ-i Āl-i ʿOs̱mān, TOEM ilâvesi, Ahmed İhsân ve Şürekâsı Matba‘ası, İstanbul, 1330.
  • “ʿOs̱mānlı Ḳānūn-nāmeleri”, Millī Tetebbuʿlar Mecmūʿası, I/2 (1331/1915), Ās̱ār-ı İslāmiyye ve Milliyye Tedḳīḳ Encümeni, İstanbul, s. 305-348.
  • Özel, Ahmet, “Kirmastî”, DİA, XXVI, s. 67-68.
  • Serin, Muhittin, “Siyâkat”, DİA, XXXVII, s. 291-292.
  • Togan, Zeki Velidî, “Moğollar Devrinde Anadolu’nun İktisadî Vaziyeti”, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, 1 (1931), s. 1-42.
  • “Vezir”, İA, XIII, s. 309-314.
  • Yılmaz, Hakan, “Dâvûd-ı Kayserî’nin, Orhan Gâzî’nin Oğlu Süleymân Paşa’ya İthâf Ettiği Eseri: el-İthâfu’s-Süleymânî fî’l-‘Ahdi’l-Orhânî”, HAİD, XIX/198 (Mart 2010), s. 42-44.
  • Yılmaz, Hakan, “Orhan Gâzî Tuğralarının Fizikî Şekli ve Muhtevâsı Üzerine”, HAİD, XIX/227 (Ağustos 2012), s. 44-45.
  • Yılmaz, Hakan, “Kuruluş Devri Osmanlı Târih Yazıcılığında ‘Oğuz-nâme’lerin Etkisi ve Bilinen En Eski Osmanlı Kroniği”, I, HAİD, XX/230 (Kasım 2012), s. 43-45.
  • Yılmaz, Hakan. “Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed’in Akâ‘id ve Kelâm İlimlerine Dâir Yeni Bir Risâlesi”, I, HAİD,,XX/235 (Nisan 2013), s. 42-45.
  • Yılmaz, Hakan. “Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed’in Akâ‘id ve Kelâm İlimlerine Dâir Yeni Bir Risâlesi”, II, XX/236 (Mayıs 2013), s. 45-46.
  • Yılmaz, Hakan. “Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed’in Akâ‘id ve Kelâm İlimlerine Dâir Yeni Bir Risâlesi”, III, XX/237 (Haziran 2013), s. 43-44.
  • Yılmaz, Hakan, “Bursa Fethine Yönelik Yeni Yaklaşımlar ve Bursa’nın Gerçek Fetih Tarihi”, Şehir & Toplum, : II (Haziran 2015), s. 64-66.
  • Yılmaz, Hakan, “Osmanlılar’da İhtisab Kurumunun Menşei, Gelişimi ve Orhan Gâzî’nin Bursa’da Çıkardığı İlk ‘İhtisāb Ḳānūn-nāmesi’ ”, JTS/TUBA, XLIII (Aralık 2015), s. 201-236.
  • Yılmaz, Hakan, “Halîl-nâme Yazarı Abdülvâsi Çelebi’nin Edirne’deki Vakfına İlişkin Bir Belge”, Şehir&Toplum,: III (Aralık 2015), s. 98-105.
  • Yılmaz, Hakan, “Yeni Kaynaklara Göre Bursa Beg-sarayı’nın Yapılış Tarihi ve Orhan Gâzî Döneminde İnşâ Edilen İlk Bölümleri”, TAÇ Mimarlık Arkeoloji Kültür Sanat Dergisi,: VII (Sonbahar-Kış/2015-2016), s. 54-65.
  • Yılmaz, Hakan, “Orhan Gâzî’nin Oğulları ve 749/1348 Tarihli Beratı Üzerine Yeni Tespitler”, I, HAİD, XXII/264 (Eylül 2015), s. 46.
  • Yılmaz, Hakan, “Orhan Gâzî’nin Oğulları ve 749/1348 Tarihli Beratı Üzerine Yeni Tespitler”, II, HAİD, XXII/266 (Kasım 2015), s. 46-47.
  • Yılmaz, Hakan, “Orhan Gâzî’nin Oğulları ve 749/1348 Tarihli Beratı Üzerine Yeni Tespitler”, III, HAİD, XXII/268 (Ocak 2016), s. 45-46.
  • Yılmaz, Hakan, “Orhan Gâzî’nin Oğulları ve 749/1348 Tarihli Beratı Üzerine Yeni Tespitler”, IV, HAİD, XXII/269 (Şubat 2016), s. 44-45.
  • Yılmaz, Hakan. “Osmanlı Bürokrasi Târihinin İlk ve En Önemli Müesseselerinden Biri: Orhan Gâzî Tarafından Kirmasti’de Kurulan İlk Osmanlı Arşivi / First and One of the Most Important Bodies of Ottoman Bureaucracy History; First Ottoman Archive Founded in Kirmasti by Orhan Gazi”, Uluslararası Mustafakemalpaşa Sempozyumu (13-14-15 Mayıs 2016), (I-II), I, s. 369-389.
  • Yılmaz, Hakan, “Orhan Gâzî’yi Sarayında Ziyâret Etmiş bir Seyyah/Sûfî: Seyyid Kāsım el- Bağdâdî ve Seyāḥat-nāme’sinin Kuruluş Devri Osmanlı Tarihi Açısından Önemi”, Osmanlı’da Yönetim ve Savaş,: M. Yaşar Ertaş-Hacer Kılıçaslan, Mahya Yayınları & OSAMER, İstanbul, 2017, s. 17-39.
  • Yılmaz, Hakan, “Çağdaş Kaynak ve Belgeler Işığında Sakarya’nın Fethi ve Fethin Bilinmeyen Târihi”, Uluslararası Sakarya Sempozyumu Özet Kitabı, Sakarya Üniversitesi: OSAMER & Sakarya Büyükşehir Belediyesi, Sakarya, 23-25 Kasım 2017, s. 122.

Tezler:

  • Danuu, Ankhbayar, İlhanlı Devleti’nde Vezaret, AÜ SBE Tarih (Ortaçağ) Anabilim Dalı Doktora Tezi, Ankara, 2016.
  • Günalan, Rıfat, Yüzyılda Bâb-ı Defterî Teşkilâtı ve Maliye Ahkâm Defterleri, MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Bilgi ve Belge Yönetimi Anabilim Dalı Doktora Tezi, İstanbul, 2015.

Arşiv Belgeleri:

  • BOA, TAD,: 453.
  • TADB (TKGMA), TTD,: EV.580.
  • Asparuça Hâtûn Vakfiyesi (723/323), Bursa Şerʿiye Sicilleri, Ankara Millî Ktp., nr.: 4121, vr. 81b-82a.
  • Çandarlı Soy Şeceresi, İstanbul Araştırmaları Enst. Ktp. Şevket Rado Yzm., nr.: 391, vr. 29b-30a.
  • İznik Hacı Kara-oğlan Zâviyesi Vakfiyesi (761/1360), TSMA, nr.: E-7792.
  • Ḳānūn-nāmeʾ-i Orḫān Beg -ṭābe s̱erāhū-, Kitāb-ı Ḳānūn-nāme, Süleymaniye Ktp. Galata Mevlevîhânesi, nr.: 215/1, vr. 19b.
  • Lala Şâhîn Paşa Vakfiyesi (749/1348), VGMA, Defter: 732/59, s. 75-76.
  • Mekece Vakfiyesi (724/1324), İBB Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, Fr. nr.: 10.
  • Mihalîç Beg Vakfiyesi (763/1362), VGMA, Defter: 732/61, s. 77.

DİPNOTLAR

* Bu metin daha önce V. Kocaeli Sempozyumu’nda bildiri olarak sunulmuş ve bilâhare çıkan bildiri kitabının ilk cildinde aynı başlıkla yayımlanmıştır: Hakan Yılmaz, “Osmanlı Devleti’nin Bürokratik Anlamda Asıl Kurucusu: ‘Orhan Gâzî’ ”, Uluslararası Orhan Gazi ve Kocaeli Tarihi-Kültürü Sempozyumu / V, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı Yayınları, Kocaeli 2019, I, 357-389. Orhan Gâzî’nin ilk kez bu bildiri metninde ortaya koyduğumuz “aslî kuruculuk” yönüne ilişkin özgün tespitlerimizi “Orhan Bey Osmanlı Devletinin Gerçek Kurucusu muydu?” benzer başlığı altında; 1320-1322-1324 tarihlerine odaklı kronolojik tespitlerimizle  birlikte hiçbir kaynak ve referans göstermeksizin intihâle kalkışma girişimi için, bk. F. Emecen, “Orhan Bey Osmanlı Devletinin Gerçek Kurucusu muydu?”, Boydan Devlete Osmanlı: Söğüt’ten İstanbul’a Sempoyzum Bildirileri içinde, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, Ekim 2020, s. 134-143; Emecen, İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası, İstanbul: Kapı Yayınları, Eylül 2021, s. 113-123; Özellikle: s. 119-121.

[1] Özellikle Mehmed Fuad Köprülü’nün Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri adlı eseri, bu asılsız iddiâlara karşı Osmanlılar’ın her alanda kadîm İslâm devlet geleneğini izlediğini kanıtlayan müstakil bir kaynak niteliğindedir.

[2] Meselâ, bk. Zeki Velidî Togan, “Moğollar Devrinde Anadolu’nun İktisadî Vaziyeti”, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, 1 (1931), s. 1-42; M. Fuad Köprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri, haz.: Orhan F. Köprülü, Alfa Yayınları, İstanbul, 2014, s. 33-194; Köprülü, Tarih Araştırmaları, I, Akçağ Yayınları, Ankara, 2006, s. 99-100, 105-106; Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, haz.: Orhan Köprülü (V. baskı), Akçağ Yayınları, Ankara, 2009, s. 49; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, TTK Yayınları, Ankara, 1947, s. 162, 501, 504, 507, 516; Erhan Afyoncu, “Defter Emîni”, DİA, IX, s. 91; Mübâhat Kütükoğlu, “Defterdar”, DİA, IX, s. 94; Rıfat Günalan, XVI. Yüzyılda Bâb-ı Defterî Teşkilâtı ve Maliye Ahkâm Defterleri, MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Bilgi ve Belge Yönetimi Anabilim Dalı Doktora Tezi, İstanbul, 2015, s. 15-16.

[3] Krş. Ankhbayar Danuu, İlhanlı Devleti’nde Vezaret, AÜ SBE Tarih (Ortaçağ) Anabilim Dalı Doktora Tezi, Ankara, 2016, s. 226, 303-304, 315; Muhittin Serin, “Siyâkat”, DİA, XXXVII, s. 291-292.

[4] Mehmed Ârif, Ḳānūn-nāmeʾ-i Āl-i ʿOs̱mān, TOEM ilâvesi, Ahmed İhsân ve Şürekâsı Matba‘ası, İstanbul, 1330, s. 9; Bosna’lı Koca Nişâncı Hüseyin Efendi, Bedāyiʿü’l-Veḳāyiʿ, II (Tıpkıbasım / Leningrad Asya Müzesi nsh.), haz.: Anna S. Tveritinova, Fihrist ve index: Y. A. Petrosyan, İnstitut Narodov Azii (Asya Halkları Enstitüsü),  Moskova, 1961, vr. 277b, st. 20-21; Abdülkadir Özcan, Fatih Sultan Mehmed: Kānunnâme-i Âl-i Osman, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2003, s. 3.

[5] Mehmed Ârif, Ḳānūn-nāme, s. 10; Bosna’lı Koca Nişâncı Hüseyin Efendi, Bedāyiʿü’l-Veḳāyiʿ, II, s. 277b, st. 1-6; Özcan, Kānunnâme, s. 4.

[6] Gıyâseddîn Hvândmîr, bâbın ana başlığında: بيان سلطنت بنى عثمان بن داود و ذكر مجملى از احوال ايشان تا وقتى كه كوكب اقبال ايلدرم بايزيد ifâdelerini kullanarak, yararlandığı aslî kaynağın hâl-i hazırda ümitlerin kendisine bağlandığı, yaşayan bir hükümdâr hakkında kullanılabilecek olan كوكب اقبال “kevkeb-i iḳbāl” unvânıyla andığı Yıldırım zamânına kadarki Osmanlı târihini içine aldığını açıkça dile getirdiği gibi; esere giriş yaptığı ilk cümlede de: از مسافران بلدان روم ومستحفظان احوال ان مرزوبوم راقم اين سطور چنان معلوم نموده كه … = “Rūm beldelerine sefer eden ve o memleketin aḥvālini iyi bilenlerin yazdıkları şu saṭırlardan maʿlūm oldu ki…” demek sûretiyle, metnini aktardığı kısa kroniğin yazılı bir kaynak olduğunu sarâhatle belirtmiştir (Hvândmîr, Tārīḫ-i Ḥabībü’s-Siyer fī Aḫbār-ı Efrād-ı Beşer, nşr.: Muhammed Debîr-i Siyâkî, III/3, Kitâb-fürûş-ı Hayyâm, Tahran, 1362/1983, s. 487). Buradaki “ راقم اين سطور ” ifâdesine dikkat etmeyen Fuad Köprülü, Hvândmîr’in bu bilgileri “yazılı bir kaynaktan öğenmediği”ni iddiâ etmekle büyük bir yanılgı örneği sergilemiştir. Krş. Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, s. 186, dn. 237.

[7] Hvândmîr, Ḥabībü’s-Siyer, III/3, s. 489.

[8] Bursa’nın fetih tarihini bilinenden dört yıl daha geriye götüren bu çağdaş kayıtlar için, bk. Hakan Yılmaz, “Bursa Fethine Yönelik Yeni Yaklaşımlar ve Bursa’nın Gerçek Fetih Tarihi”, Şehir&Toplum, sy.: II (Haziran 2015), s. 64-66.

[9] Orhan Gâzî’nin babası hayatta iken bürokrasiye yönelik ilk atılımları gerçekleştirdiği zamânı da içine alan, Osman Gâzî’nin vefâtına kadar geçen üç yıllık süre (720-723/1320-1323), çağdaş göz tanığı İshak Fakih rivâyetini izleyen Âşık Paşa-zâde tarafından şöyle dile getirilmiştir: “Atası vefātından ṣoñra otuz sekiz yıl ḫuṭbesi oḳundı; üç yıl daḫı atası ḥayātında ḥükm-i ḥükūmet, virmek-almaḳ Orḫān’uñ idi.” (Âşık Paşa-zâde, Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān’dan ʿĀşıḳ Paşa-zāde Tārīḫi, ‘Âlî Beg neşri, Matba‘a’-i ‘Âmire, İstanbul, 1332, s. 218; Friedrich Giese, Die Altosmanische Chronik des ‘Āšiḳ Pašazāde, Otto Harrasowitz, Leipzig, 1929, s. 203) Bu târihler toplandığında, bizlere yine çağdaş bir kaynak olan Menāḳıb-ı Orḫānī’deki ḳırḳ bir yıl”lık toplam saltanat süresini vermektedir. Krş. Celâl-zâde Sâlih Çelebi, Ḥadīḳatü’s-Selāṭīn, TTK Ktp., nr.: 21, vr. 43b-44a; H. Yüksel – H. İ. Delice nşr., TTK Yayınları, Ankara, 2013, s. 48. Ne var ki Osman Gazi’nin oğluna bu tâlimatları: بمرض موت گرفتار شده “ölüm hastalığına tutulduğunda” vermiş olduğu bilgisi (Hvândmîr, Ḥabībü’s-Siyer, III/3, s. 489) Osmanlı müverrihleri tarafından yanlış anlaşılmış; Osman Gâzî’nin 1320’den 1323’e kadar üç yıl devam edecek ve sonunda vefâtına sebebiyet verecek müzmin hastalığı sırasında, ona tefvîz ettiği emir ve vasiyetlerini sanki ölüm döşeğinde, son nefesini vermek üzereyken telkin etmiş gibi yansıtmışlardır.

[10] Behiştî Ahmed Çelebi, Vāridāt-ı Sübānī ve Fütūāt-ı ʿOs̱mānī, es-Sifrü’l-Evvel, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Ktp. Şevket Rado, nr.: 293/1, vr. 93a, st. 12-16; vr. 93b, st. 1-3, 7-9.

[11] İbn Kemâl, Tārīḫ-i İbn Kemāl, I. Defter, Millet Ktp., Ali Emîrî, Târih, nr.: 25, vr. 84b, st. 1-4; Ş. Turan nşr. TTK Yayınları, Ankara, 1970, s. 190.

[12] Mehmed Neşrî, Kitāb-ı Cihān-nümā, I, haz.: F. R. Unat-M. Altay Köymen, TTK Yayınları, Ankara, 1949, s. 110.

[13] Âşık Paşa-zâde, Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān, ‘Âlî Beg neşri, s. 19; F. Giese neşri, s. 21.

[14] Müellif, 731/1330 yılında Orhan Gâzî ve oğlu Süleyman Paşa adına yazdığı Mülk Sûresi Tefsîri’nin mukaddimesinde: “Bu duʿācılar kemteri, yazuḳlular bedteri, Raḥmān Tañrı’dan raḥmet umıcı, el-vāıḳ bi’ṣ-Ṣamed Muṣṭafā bin Muḥammed – غفر الله له ولوالديه واجرى الخير على يديه – diledi kim, ḳadīm muḥabbetin ve dostluḳ māẕẕesin Ḫüdāvendigār içün ve Ḫüdāvendigār-zāde, mālik-i riḳābi’l-ümem, menbaʿu’l-cūd ve’l-kerem, ṣāḥibü’s-seyf ve’l-ḳalem, el-müşārun-ileyh bi’l-feżāyilü’r-rūḥāniyyeti ve’l-ḥaṣāyilü’l-melākiyyeti fī aḳṭāri’l-ʿālem, fe-ẓāhirehū ḥüsn ve bāṭınehū taḳī ve ruʾyetehū emīn ve ṭalʿatehū henī, Sulṭānü’l-ġuzāt ve’l-mücāhidīn, Celālü’l-milleti ve’d-dīn Süleymān Beg bin Orḫān Beg bin ʿOmān Beg el-maḥṣūṣ bi-ʿināyeti Rabbü’l-ʿālemīn – ابد الله دولتهما ونصر جندهما – ʿālī ḥażretina ʿarż eyleye… diyerek, Orhan Gâzî ve şehzâdesi ile arasındaki dostluk ve yakınlığın kurucu ata Osman Gâzî zamânından beri süregeldiğine açıkça işâret etmiştir (Muslihuddîn Fakih, Tefsīr-i Sūretü’l-Mülk, İÜ Ktp. TY, nr.: 7, vr. 1b-2a; Süleymâniye Ktp. Hafîd Efendi, nr.: 479, vr. 107b). Aktardığımız metin, Tefsīr’in bu iki nüshasının edisyon kritiğini yansıtmaktadır.

[15] Bu risâle ve kuruluş dönemi tartışmaları açısından önemi hakkında, bk. Hakan Yılmaz, “Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed’in Akâ‘id ve Kelâm İlimlerine Dâir Yeni Bir Risâlesi”, I, Hakikat AİD,,XX/235 (Nisan 2013), s. 42-45; II, XX/236 (Mayıs 2013), s. 45-46; III, XX/237 (Haziran 2013), s. 43-44.

[16] Krş. Muslihuddîn Mustafâ bin Mehmed el-Ankaravî, Risāleʾ-i Uṣūl-i Dīn, vr. 80a, st. 5-7.

[17] Nitekim Mehmed Fuad Köprülü, Osmanlılar tarafından icrâ edilen ilk kānunların geçmiş İslâm medeniyetleriyle, özellikle Selçuklular’ın çıkardıkları kānunların bir devâmı niteliğinde olduğunu Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri adlı eserinde uzun uzadıya, kesin deliller ışığında gösterdiği gibi; bir başka çalışmasında da bu kānunların intikâl ve idâmesinin nasıl gerçekleştiğini şu ifâdelerle dile getirmiştir: “Anadolu Selçuklularının muhtelif devirlerinde, bu türlü kānunların mevcud olması, hatta, Büyük Selçuklular’da mevcud birtakım kānunların XII.-XIII. asırlarda Anadolu’da da tatbik edilmesi pek tabiidir.” (Köprülü, Tarih Araştırmaları, I, s. 97). Onun bu konudaki tüm tezlerinin doğruluğu, doğrudan Orhan dönemine ait çağdaş bir kaynaktan aktardığımız yukarıdaki kayıt sâyesinde kesinlik kazanmaktadır. Nitekim Hvândmîr’in muâsır kronikten naklettiği vasiyet metninde de, Osman Gâzî’nin: تا غايت سلاطين روم بآن قوانين قيام نموده “Tā ki böylece ḳānūnlar koymada Rūm (Anadolu) sulṭanlarının erişebileceği zirveye ulaşılmış olsun.” sözü ile (Ḥabībü’s-Siyer, III/3, s. 489), kānunların bu süreklilik ve zaman içinde gelişim işlevine açık bir gönderme yapılmıştır.

[18] Bostan-zâde Yahyâ Efendi, Tuḥfetü’l-Aḥbāb, Bayezid Devlet Kütüphanesi, Yzm. Genel, nr.: 5005, vr. 10b, st. 14-16; Matbû‘ nüsha: Tārīh-i Ṣāf adıyla, Terakkî Matba‘ası, İstanbul, 1287, cüz‘: I, s. 21.

[19] Bostan-zâde Yahyâ, Tuḥfetü’l-Aḥbāb, vr. 10b, st. 16-17; Matbû‘ nüsha, I, s. 21.

[20] Bostan-zâde Yahyâ, Tuḥfetü’l-Aḥbāb, vr. 10b, st. 17-18; Matbû‘ nüsha, I, s. 21.

[21] Bostan-zâde Yahyâ, Tuḥfetü’l-Aḥbāb, vr. 11b, st. 3-6; Matbû‘ nüsha, I, s. 22-23.

[22] Mehmed Ârif, Ḳānūn-nāme, s. 10; Bosna’lı Hüseyin Efendi, Bedāyiʿü’l-Veḳāyiʿ II, s. 277b, st. 24; Özcan, Kānunnâme, s. 5.

[23] Mehmed Ârif, Ḳānūn-nāme, s. 27-28; Bosna’lı Hüseyin Efendi, Bedāyiʿü’l-Veḳāyiʿ II, s. 281b, 14-17; Özcan, Kānunnâme, s. 18.

[24] Nitekim Sultan Orhan’ın ilk Ḳānūn-nāmede, tıpkı tuğra çekme usûlü gibi bizzat kendisinin gerçekleştirdiği Mal ve Evrak Hazînesi’ni mühürleme işlemi, Fâtih tarafından yukarıdaki kānunla vekâleten Vezîr-i a‘zam’a devredildiği gibi; aynı şekilde İç ve Dış Hazîne’ye konulacak ya da hâriç tutulacak akçaların tâkibi işi de yine onun tarafından Defterdâr’ın emir ve kontrolüne tevdî edilmiştir.

[25] Bostân-zâde Yahyâ, Tuḥfetü’l-Aḥbāb, vr. 9b-10a, st. 19-1; Matbû‘ nüsha, I, s. 19.

[26] Krş. Mehmed Ârif, Ḳānūn-nāme, s. 27; Bosnalı Hüseyin Efendi, Bedāyiʿü’l-Veḳāyiʿ, II, vr. 281b, st. 6-7; Özcan, Kānunnâme, s. 17.

[27] Âşık Paşa-zâde, Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān, ‘Âlî Beg nşr., s. 40; Giese nşr., s. 38.

[28] Orhan Gâzî’nin sarık ve kaftan konusunda yaptığı ilk kānûnî düzenlemeler ve bunların Fâtih ile daha sonraki pâdişahlar zamânında yeniden ne şekilde tanzim edildiğine dâir, bk. Bosna’lı Hüseyin Efendi, Bedāyiʿü’l-Veḳāyiʿ, I, vr. 44a, st. 21; vr. 44b, st. 5.

[29] Behiştî Ahmed Çelebi, Vāridāt-ı Sübānī, es-Sifrü’l-Evvel, vr. 93a, st. 15-16.

[30] Süleymâniye Ktp. Galata Mevlevîhânesi Yzm., nr.: 215/1, vr. 19b, st. 4-18’de kayıtlı bulunan bu Ḳānūn-nāme ve tarihî önemi hakkında, bk. Hakan Yılmaz, “Osmanlılar’da İhtisab Kurumunun Menşei, Gelişimi ve Orhan Gâzî’nin Bursa’da Çıkardığı İlk ‘İhtisāb Ḳānūn-nāmesi’ ”, JTS/TUBA, Vol. XLIII (Aralık 2015), s. 201-236. Geniş hacimli olmayıp kısa bir formatta hazırlanmış olan bu muhtasar Ḳānūn-nāme sûreti, yukarıdaki tespitlerimize göre Sultan Orhan’ın 720/1320’den sonra toplam üç alanda çıkardığı çok sayıdaki perâkende kānun parçalarından biridir ve Fatih’in “ecdād-ı ʿiẓāmları zamānında olan Ḳavānīn-i mażbūṭa”nın “defter olunma”mış müstakil ilk versiyonundan bize ulaşan ticârî vergilerle ilgili yegâne örneği teşkil etmektedir.

[31] Halil İnalcık, çağdaş kesin kanıtlara dayanan buradaki tespitlerimize paralel şekilde, Türk yasa ve kānun geleneğini bir bütün hâlinde ele aldığı çalışmasında (“Türk Tarihinde Türe (Törü) ve Yasa Geleneği”, Doğu Batı Makaleler, I, IV. Baskı, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2009), Osmanlılar’da ilk Örfî vergi esaslarının İlhanlılar’ı tâkiben Orhan döneminde ortaya çıkması gerektiğini isâbetli bir tahminle dile getirmiştir (s. 82-84). Onun ortada herhangi bir tarihî veri yokken, sadece tahmin yoluyla ulaştığı bu tespit, Orhan Gâzî’nin İhtisāb Ḳānūn-nāmesi’nin keşfi sâyesinde tarihî açıdan tamâmen kesinleşmiştir.

[32] “Ḳānūn-nāmeʾ-i Orḫān Beg -ṭābe s̱erāhū-”, Kitāb-ı Ḳānūn-nāme, vr. 19b, st. 5; Yılmaz, “Osmanlılar’da İhtisab Kurumunun…”, s. 207-208.

[33] Krş. Ḳānūn-nāme’-i Orḫān Beg, vr. 19b, st. 8, 10-11, 17-18; Yılmaz, “Osmanlılar’da İhtisab Kurumunun…”, s. 221-224.

[34] Krş. Ḳānūn-nāme’-i Orḫān Beg, vr. 19b, st. 5-18; Yılmaz, “Osmanlılar’da İhtisab Kurumunun…”, s. 216-221.

[35] Krş. Ḳānūn-nāme’-i Orḫān Beg, vr. 19b, st. 5, 8-11, 18; Yılmaz, “Osmanlılar’da İhtisab Kurumunun…”, s. 216-218.

[36] Krş. Ḳānūn-nāme’-i Orḫān Beg, vr. 19b, st. 8, 16; Yılmaz, “Osmanlılar’da İhtisab Kurumunun…”, s. 225.

[37] Krş. Ḳānūn-nāme’-i Orḫān Beg, vr. 19b, st. 16; Yılmaz, “Osmanlılar’da İhtisab Kurumunun…”, s. 216, dn.: 70. Nitekim Orhan Gâzî’nin İhtisāb Ḳānūn-nāmesini neşrettiğimiz makâlemizden yedi yıl önce, nümismatik araştırmalar sonucu Orhan Gâzî’ye ait 0,60 gr. ağırlığında ve 14,7 x 15,6 mm. çapında; ön yüzünde اورخان ابن عثمان “Orḫān ibn ʿOmān” ve “V” şeklinde Kayı damgası, arka yüzünde ise sekiz yapraklı nakış figürü bulunan bir “mangır”ın bulunmuş olması (Krş. Kâzım Karakoç, “Orhan Gazi’nin Bugüne Kadar Bilinmeyen Eşsiz Bir Mangırı”, Anadolu Nümismatik Bülteni/Anatolian Numismatic Bulletin, sy.: VIII (Aralık 2008), s. 3-6), bu dönemde Mangır’ın Osmanlı topraklarında ve çağdaşı devletlerde tedâvülde olup bilindiğini ortaya koymakta; bu sûrette başka bir açıdan Ḳānūn-nāme’nin orijinalliğine ve Osmanlı Sosyo-Ekonomik târihi açısından önemine ışık tutmaktadır.

[38] Bursa’nın fethinden sonra burada faaliyet gösteren Ehl-i ḥirfet ve diğer esnaf grupları, Ḳānūn-nāmeʾ-i Orḫān Beg’in 17. maddesinde açıkça belirtildiği üzere; derzīler ve başcılar ve ḳılıccılar ve ḥallāçlar ve ṣābūncılar ve ḳazāncılar ve demürciler ve naʿl-bandlar ve destciler ve serrāclar ve yancuḳcılar ve dülgerler ve çuḳacılar ve ḳıncılar ve ʿabācılar ve ekmekciler ve çörekciler ve ʿilāccılar ve ḥalvācılar ve ṣābūncılar (mükerrer!) ve bezciler ve semerciler ve palāncılar ve çerçiler ve igneciler ve tarāḳcılar ve ġazzāzlar ve ṣarrāflar ve bozacılar” olmak üzere, muḥtesibin daḫle yetkili bulunduğu toplam yirmi sekiz zümreden ibâretti (Ḳānūn-nāme’-i Orḫān Beg, vr. 19b, st. 13-16).

[39] Dâvûd-ı Kayserî, el-İtḥāfu’s-Süleymānī fī’l-ʿAhdi’l-Orḫānī, Millet Ktp. Ali Emîrî, Arabî, nr.: 2173, vr. 3a, st. 4-5.

[40] “Himmetin yüksekliği îmândandır.”

[41] “İnsanlar hükümdarlarının dîni üzeredirler.”

[42] Celâl-zâde Sâlih Çelebi, Ḥadīḳatü’s-Selāṭīn, TTK Kütüphânesi, nr.: 21, vr. 44a, st. 13 / vr. 44b, st. 10; Hasan Yüksel – H. İbrahim Delice nşr., TTK Yayınları, Ankara, 2013, s. 48-49.

[43] Meselâ, bk. Yaşar Yücel-Selâmi Pulaha, Selim I. Kānunnāmeleri, TTK Yayınları, Ankara, 1995, s. 67, 201.

[44] Menāḳıb-ı Orḫānī’den aktarılan yukarıdaki parçaya konu olan “yasāḳ”ın, Sultan Orhan’ın taḫt-gāhında veyā ġayrı memleketi içinde cârî olduğu atfına paralel şekilde, idârî anlamdaki Ḳānūn-nāmeʾ-i ʿOs̱mānī’nin Orhan Gâzî tarafından fethedilen her memlekette yürürlüğe konulduğuna, Kemâl Paşa-zâde’nin “II. Defter”inde Karasi beyliğinin fethini anlattığı kısmın sonuna eklediği şu cümlede de açık bir gönderme vardır: “Balıkesīr’de ve Berġama’da ve Edremüd’de ve Mānyās’da āyīn-i ẓulm ve bidʿat-ı müteġallebe kesr olup, esās-ı ‘Ḳānūn-ı ʿOs̱mānī’ uruldı; ḫıyām-ı ḥimāyet-i Sulṭānī ʿamūd-ı ʿināyet-i Yezdānī ile ḳıyām bulup, ʿāmmeʾ-i enām üzerine sāyebān-ı ʿadl-i Orḫānī ḳuruldı.” İbn Kemâl, Tārīḫ-i İbn Kemāl, II. Defter, Nûruosmâniye Ktp., Ali Emîrî, Târih, nr.: 3078, vr. 51a, st. 26-27 – vr. 51b, st. 1; Ş. Turan nşr., TTK Yayınları, Ankara, 1983, s. 83.

[45] Nitekim “Bāc” rivâyetinde Osman Gâzî’nin aynı gün “Tīmār”a ilişkin muhtasar bir takım “ḳānūn”lar da vaz‘ ettiği, İshak Fakih rivâyetinde Sultân’ın bizzat kendi dilinden şu ifâdelerle nakledilmiştir: Her kime kim bir tīmār virem, anuñ sebepsüz elinden almayalar ve hem ol öldigi vaḳtda oġlına vireler. Ve eger küçücek daḫı olursa vireler, ḫiẕmetkārları sefer vaḳtı olıcaḳ sefere varalar, tā ol sefere yarayınca. Ve her kim ḳānūn düzerse Allāh Teʿālā andan rāżī olsun ve eger neslümden bir kişi bu ḳānūndan ġayrı bir ḳānūn ḳoyacaḳ olursa, idenden ve itdürenden Allāh Teʿālā rāżī olmasun!..” Âşık Paşa-zâde, Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān, ‘Alî Beg nşr. s. 20; F. Giese neşri, s. 21. Bu Tīmār Ḳānūnu’nun tıpatıp aynı kriterler çerçevesinde daha önce Sultan I. Alâeddîn Keykubâd tarafından belirlenip, o zamandan itibâren Anadolu Selçukluları’nda da cârî olduğu hakkında, bk. F. Köprülü, Bizans Müesseselerinin.., s. 100-103. Nitekim ünlü Selçuklu müverrihi Zahîrüddîn en-Nîsâbûrî’nin Selçūḳ-nāme’sinin genişletilmiş Türkçe nüshasında: “Sulṭān ʿAlāʾü’d-dīn pādişāh olıcaḳ devlet-i Selçūḳiyye’i tecdīd ve ḳavāʿid-i salṭanatı temhīd itdi, ḳulūb-ı ḫalḳa heybet ṣaldı ve cemīʿ-i begler aña muṭīʿ oldı; mülki vüsʿat buldı ve ḫalḳ-ı ʿālem iṭāʿat ḳıldı.” denilerek, onun bu Ḳānūn-nāme’sinin devlet âyîn ve erkânı ile ilgili teşkilât ve halkla ilgili umûmî kānunlara yönelik hükümleri de içine aldığına işâret edilmiştir (Zahîrüddîn en-Nîsâbûrî, Selçūḳ-nāme, Edirne Selimiye Yazmalar Ktp. nr.: 2314, vr. 78a, st. 14-16).

[46] Ḳānūn-nāmeʾ-i Cedīd’de belirtildiği üzere, askerî alanda çıkarılan ilk kānun aslında Orhan Gâzî’den daha önce, 701/1301-1302’de gâzî aile fertleri ve nökerlerine tîmâr tevcihlerini vaz‘ eden Osman Gâzî’ye aitti: Ḳānūn-ı ʿOs̱mānī’de ibtidā tevzīʿ-i menāsıb iden ʿOs̱mān-ı Ġāzī’dür, fī sene 701 (1301-1302); ḳānūndur.” (“ʿOs̱mānlı Ḳānūn-nāmeleri”, Millī Tetebbuʿlar Mecmūʿası, I/2 (1331/1915), Ās̱ār-ı İslāmiyye ve Milliyye Tedḳīḳ Encümeni, İstanbul, s. 311). Mehmed Fuad Köprülü, çağdaş kanıtlar ışığında geçmiş tüm İslâm devletlerinde vâr olan Tîmâr siteminin Osmanlılar’a Bizans’tan değil, Selçuklular ve Anadolu Selçukluları’ndan geçtiğini delilleriyle göstermiş (krş. Köprülü, Bizans Müesseselerinin…, s. 85-101); İ. Hakkı Uzunçarşılı da sağlam bilimsel kanıtlara dayanan bu tespitlerinde ona muvâfakat etmiştir (Osmanlı Tarihi, I, s. 504 vd.). Feridun Emecen erken dönemdeki bu Tîmâr tevcihleri ile, daha Osman Gâzî devrinde “basit sayılabilecek bir askerî bürokrasinin temellerinin atılmış” olduğunu isâbetle belirtmiştir (Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluş ve Yükseliş Tarihi (1300-1600), İş Bankası Kültür Yay., İstanbul, 2015, s. 32).

[47] Hüseyin Hüsâmeddîn (Yaşar), “Ḳoca Meḥmed Paşa”, I, TOEM, VII/37 (Nisan 1332), s. 43-45; “ʿAlāʾe’d-dīn Beg”, TOEM, XIV/5(82) (Eylül 1340), s. 307-318; XIV/6(83) (Teşrīn-i s̱ānī 1340), s. 380-384; XV/8(85) (Mart 1341), s. 128-133; XV/9(86) (Mayıs 1341), s. 200-210.

[48] Âşık Paşa-zâde’nin ta‘dil ettiği, İshak Fakih’in anlatılarına dayanan rivâyetin aslında Alâeddîn Paşa’nın vezâret teklifini reddetmesi, daha sonraki kroniklere aksi yönde geçecek bir hikâye eşliğinde şöyle sunulmuştur: “ʿAlāʾü’d-dīn eydür: ‘Gel ḳardaş! Atamuzuñ duʿāsı ve himmeti senüñledür. Anuñ-çün-kim kendü zamānında ʿaskeri saña ḳoşmış idi, imdi çobānluḳ daḫı senüñdür!’ didi ve hem bu ʿazīzler daḫı bunı ḳabūl itdiler. Orḫān-ı Ġāzī eyitdi: “İmdi sen baña Paşa ol!” didi, ʿAlāʾü’d-dīn ḳabūl itmedi, eyitdi: “Kite ovasında ‘Fodra’ dirler bir köy vardur, anı baña vir!” didi, Orḫān ḳabūl itdi, ol köyi aña virdi.” (Âşık Paşa-zâde, Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān, ‘Âlî Beg nşr., s. 36-37; F. Giese nşr., s. 34-35) Burada “ʿAlāʾü’d-dīn Beg”in vezâreti ve “Paşa”lığı reddettiği açıkça dile getirildiği hâlde, metnin başka bir yerinde o -isim benzerliği nedeniyle-, daha önce Osman Gâzî’nin sağlığında Orhan’la berâber Askerî bürokrasiyi inşâ eden ilk vezîr “ʿAlāʾü’d-dīn Paşa” ile aynı şahısmış gibi gösterilmiştir: “Orḫān-ı Ġāzī’ye ʿAlāʾü’d-dīn Paşa eydür: ‘Ḫān’um, el-ḥamdü Li’llāh kim seni pādişāh gördüm. İmdi, senüñ daḫı birlük leşkerüñ yevmen fe-yevmen ziyāde olsa gerekdür. İmdi senüñ daḫı leşkerine bir nişān ḳoyalum kim, ġayrı leşkerde olmasun.’ didi. Orḫān-ı Ġāzī eydür: ‘Ḳardaş, her ne-kim sen eydürsen ben anı ḳabūl iderin!’ didi. Ol eyitdi: ‘İmdi eṭrāfdaki beglerüñ börkleri ḳızıldur, senüñ aḳ olsun…’” (Âşık Paşa-zâde, Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān, ‘Âlî Beg, s. 39-40; F. Giese, s. 37)

[49] Krş. Bostan-zâde Yahyâ Efendi, Tuḥfetü’l-Aḥbāb, vr. 10a, st. 14-19.

[50] Seyyid Kāsım el-Bağdâdî ve Sultan Orhan’la ilgili izlenimleri hakkında, bk. Hakan Yılmaz, “Orhan Gâzî’yi Sarayında Ziyâret Etmiş bir Seyyah/Sûfî: Seyyid Kāsım el- Bağdâdî ve Seyāḥat-nāme’sinin Kuruluş Devri Osmanlı Tarihi Açısından Önemi”, Osmanlı’da Yönetim ve Savaş, ed.: M. Yaşar Ertaş-Hacer Kılıçaslan, Mahya Yayınları & OSAMER, İstanbul, 2017, s. 17-39.

[51] Yılmaz, “Orhan Gâzî’yi Sarayında Ziyâret Etmiş Bir Seyyâh & Sûfî…”, s. 28-29.

[52] Kronolojik açıdan tüm tutarsızlığına rağmen, Orhan Gâzî’nin babasına vekâleti döneminde çıkardığı “börk” kānununun Hacı Bektaş Velî’ye nisbet edilişi, zamanla Hacı Bektaş’ın yanlış olarak Orhan döneminde yaşamış bir kimse olduğu anlayışının yerleşmesine sebebiyet vermiştir. Nitekim Hacı Bektaş’a ait kısa Menāḳıb metinlerinden birinin bizzat Sulṭān Orḫān Zamānında Ẓuhūr İden Ḥācı Bektāş-ı Velī’nüñ Tafṣīl-i Aḥvāli adını taşıyor oluşu (Yapı Kredi Sermet Çifter Arş. Ktp. Yz. nr.: 927/4) bu bâriz hatânın ne kadar sıklıkla tekrarlandığına tanıklık etmektedir.

[53] Krş. Hakan Yılmaz, “Kuruluş Devri Osmanlı Târih Yazıcılığında ‘Oğuz-nâme’lerin Etkisi ve Bilinen En Eski Osmanlı Kroniği”, I, Hakikat AİD, XX/230 (Kasım 2012), s. 43-45.

[54] Bu kronik hakkında şimdilik, bk. Yılmaz, “Kuruluş Devri Osmanlı Târih Yazıcılığında…”, I, s. 43-45.

[55] ʿOs̱mān Tārīḫi’nin mensur özetinin son kısmında bu konuda aynen şöyle denilmektedir: ʿOs̱mān Beg leşkerler cemʿ eyledi, kendüye tābiʿ ḳullarına başındaki kisve gibi idüb geyürdi; ammā baʿżı güci yiter ġanīler anuñ üzerine bir miḳdār altun üsküf ḳoydılar, yaʿnī dìn düşmanlarına heybetlü ve ṣalābetlü görinsünler, kāfire ʿasker çeküp ġazāya başlasunlar ki, ʿālem eṭrāfında meşhūr olsun. Kì, ġazādan ṣafālu olanlar işidüp her cānibden ʿOs̱mān Beg’üñ ḳatına geldiler, ol kisveʾi başlarına urdılar, ʿasker çoġaldı getdi, ḫalḳı ve yabāndan gelenler bir-biri mā-beyninde farḳ olınmaz oldı. Bu ḥāli ʿOs̱mān Beg’e iʿlām eylediler, buyurdılar ki: “Yabāndan gelān kimesneler kisvelerinüñ kiçesini ḳırmuzı renge boyasunlar!” Emir buyurdılar, vardılar yabāndan gelenlere, börnglerinüñ kiçesini ḳırmuzı boyadılar; kendüye müteʿallıḳ olan ḳullar başlarına cümle beyāż kiçe kisve geydiler, anuñla maʿlūm ve muʿayyen oldı. (Ankara Millî Ktp. Yz. A-8597, vr. 151b, st. 12-22). II. Bâyezid dönemi müverrihlerinden Kemâl, Selāṭīn-nāme’sinde ʿOs̱mān Tārīḫi’nden bu rivâyeti nazma dönüştürüp aynen aktararak, Börk ihdâsının Osman Gâzî zamânında gerçekleştiği bilgisini aynen tekrâr etmiştir (İÜ Ktp. TY, nr.: 331, vr. 18b-20a).

[56] Bk. ʿOs̱mān Tārīḫi, vr. 151b, st. 24-25; vr. 152a, st. 1-3.

[57] Sultan I. Ahmed döneminde çıkarılan ve kadîm askerî kānunları bünyesinde toplayan Ḳavānīn-i Yeñi-çeriyān-ı Dergāh-ı ʿĀlī’de, Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşundan önce askere ilk “Börk” giydirenin Osman Gâzî olduğu şu cümlelerle te’yid edilmiştir: “Bu ṭāʾifenüñ geydügi kisveʾi Ḥacı Bektāş-ı Velī geymişdür. ʿOs̱mān-ı Ġāzī-kim, cedd-i ʿiẓām-ı ʿOs̱māniyān’dur, anlara ḳılıç ḳuşanduḳda kisveʾ-i meẕkūr ile ḳuşatmışdur ve lākin yeñi-çeri cemʿ olunmadın vefāt eylemişdür.” (Ḳavānīn-i Yeñi-çeriyān-ı Dergāh-ı ʿĀlī, İBB Atatürk Kitaplığı, Yz. nr.: O.97, vr. 27a, st. 6-8)

[58] ‘Âlî Beg neşri, s. 205; 37; Giese nşr., s. 201; 40.

[59] Ḳavānīn-i Yeñi-çeriyān’da kim olduğu bilinmeyen bu vezîr Hacı Bektaş Paşa’nın, 749/1348’den sonra Devşirme kānununu ihdâs eden ilk Osmanlı devlet adamı olduğuna işâret edilerek şöyle denilmektedir: “Erkān-ı devlet ile meşveret buyurup, Ḥacı Bektāş Paşa nām bir vezīrüñ reʾyi ile böyle iḫtiyār olundı-ki; min baʿd evlād-ı küffārdan yarār merdāneʾ-i kār-ı zār iḫtiyār olınup, şeref-i İslām ile teşrīf olundı.” (Ḳavānīn-i Yeñi-çeriyān, vr. 26b, st. 6-8).

[60] Tursun Fakih, Cumhūr-nāme / Ġazavāt-ı Baḥr-i ‘Ummān ve Ṣandūḳ, Yapı Kredi Sermet Çifter Arş. Ktp. nr.: 978, vr. 151b, st. 24-25; vr. 152a, st. 1-3.

[61] Âşık Paşa-zâde, Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān, ‘Âlî Beg neşri, s. 18; F. Giese nşr., s. 20-21.

[62] Süleymân el-Kefevî, Ketāʾibü’l-Aʿlāmü’l-Aḫyār min Fuḳahāʾ-i Meẕhebi’n-Nuʿmānü’l-Muḫtār, Süleymaniye Ktp. Âşir Efendi, nr.: 263, vr. 421a; Yılmaz, “Osman Gâzî’yi Sarayında Ziyâret Etmiş Bir Seyyâh & Sûfî…”, s. 30-31.

[63] Âşık Paşa-zâde, Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān, ‘Âlî Beg neşri, s. 205; F. Giese nşr., s. 201.

[64] Abdurrahman Güzel, Abdāl Mūsā Velāyet-nāmesi (Vilāyet-nāmeʾ-i Abdāl Mūsā), Yazma nüsha, vr. 15a; TTK Yayını, Ankara, 1999, s. 148.

[65] Orhan Gâzî’nin bu süreçte gerçekleştirdiği ilk askerî sınıflandırma ve kıyâfet protokolünün Fatih zamânında uğradığı büyük gelişim ve değişim için, bk. Bosna’lı Hüseyin Efendi, Bedāyiʿü’l-Veḳāyiʿ, I, vr. 43b, st. 23; vr. 45b, st. 9.

[66] “Kisveʾ-i meẕkūrdan ḥālā Çorvacılar geydügi ‘Ṭoġrı Börk’ kim vardur, Ġāzī Süleymān Paşa Ḥażretleri daḫı giyüp, Behiştī-maʿād Ġāzī Sulṭān Murād Ḫān zamānında şüyūʿ bulup; tekālifāt-ı külāh düzme-birle tezyīn olup, Keşf-i Selāṭīn-i erbāb-ı temkīn olup ve baʿżı seferlerde Şāhān-ı ʿOs̱mānī bu üsküfi ‘Tāc-ı Sulṭānī’ iderler idi.” (Ḳavānīn-i Yeñi-çeriyān, vr. 27a, st. 11-16) Osmanlı kroniklerinde yer alan kayıtlardan, bu “Dik börk”ün Osmanlı sultanları tarafından XV. yüzyılın ortalarına kadar bi’l-fiil kullanıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Kemâl Paşa-zâde Tārīḫ-i İbn Kemāl’in VI. Defter’inde Sultan II. Murâd’ın Varna Savaşı’na, Orhan Gâzî zamânında çıkarılmış resmî askerî başlık olan “Dik börk”le çıktığına işâret ederek: “Resm-i ḳadīm-i ʿOs̱mānī üzerine Mihr-i sipihr-i salṭanat Dik Börk’le altun üsküf giyerdi.” der (Tārīḫ-i İbn Kemāl, VI. Defter, Bibliotheque Nationale, Supp. Turc, nr.: 157/1, vr. 10a, st. 13-14).

[67] “Ve Anaṭolı’da yaya yazmaḳ Orḫān zamānından ḳaldı.” Friedrich Giese, Die Altosmanischen Anonymen Chroniken, Breslau, 1922, s. 14. Burada yayanın “Anadolu’dan” yazıldığına yapılan vurgu, bu uygulamanın Orhan’ın son zamanlarında, Rumeli’nin fethinden sonra; 1348-1359 sürecinde akınlar hâlâ devâm ederken çıkarıldığına kesin bir kanıt teşkil eder.

[68] Krş. Bostan-zâde Yahyâ Efendi, Tuḥfetü’l-Aḥbāb, vr. 10a, st. 19 / vr. 10b, st. 1-13; Matbû‘ nüsha, s. 20-21. Bu kānunların ihdâsı sırasında, Dâvûd-ı Kayserî’nin vefâtından sonra (750/1349) İznik Medresesi müderrisliğine getirilen Alâeddîn Alî Esved’in (ö. 800/1397) re’yine mürâcaat edildiğini gösteren rivâyetler (krş. Mecdî Mehmed Efendi, Ḥadāʾiḳu’ş-Şaḳāʾiḳ (Şaḳāyıḳ-ı Nuʿmāniyye Tercemesi), Dârü’t-Tıbâ‘ati’l-‘Âmire, İstanbul, 1269/1853, s. 30, vb.) Hoca Sa‘deddîn Efendi gibi geç dönem müverrihlerini, yine isim ayniyetinden dolayı “Devşirme” usûlünü de Şehzâde Alâeddîn Beg’in çıkardığı yönünde bâriz bir yanılgıya sürüklemiştir. Krş. Hoca Sa‘deddîn Efendi, Tācü’t-Tevārīḫ, Bibliothèque Nationale, Supp. Turc, nr.: 69, vr. 15b, st. 8-27 / vr. 16a, st. 1-4.

[69] Krş. Köprülü, Bizans Müesseselerinin…, s. 114-118.

[70] Nitekim Ḳavānīn-i Yeñi-çeriyān-ı Dergāh-ı ʿĀlī’de, Orhan Gâzî’nin büyük oğlu Gâzî Süleyman Paşa zamânında Bilecik kadısı Çandarlı Kara Halil tarafından çıkarılan “orduya Türkler’den asker yazma” kānunundan sonra, Osmanlılar’da Devşirme ihdâsının temelini hazırlayan bu kānunun da Hacı Bektaş Paşa tarafından teklif olunduğu ayrıntılı bilgiler eşliğinde şöyle dile getirilmiştir: “Yeñi-çeri yoldâşlaruñ muḳaddemā kāfir evlādından cemʿ olınması Fātiḥ-i Bolayır Süleymān Paşa zamānında vāḳıʿ olmışdur. Ol zamānda Bilecük kāḍīsı olan Mevlānā Ḳara Ḫalīl ile meşveret idüp: ‘Atlı yanınca ḳalʿalar üzerine piyāde  lāzımdur ve ḳalʿalar fetḥine atlunuñ çendān nefʿi olmayup, ḥiṣārı muḥāṣara eylemege atludan piyāde enfaʿdur.’ diyü efkār-ı iṣābet-medārları bu vechile ḳarār buldı-ki: “Evvelā yigitler Etrāk’den cüvānān ve gürbüz ü çālāk intiḫāb olınup, żamīmeʾ-i sipāh-ı ẓafer-penāh ḳılına.’ Bu fehm-i celīl Mevlānā Ḳara Ḫalīl’e tefvīż olınup, Mevlānā-yı mezbūr daḫı ḫiẕmetde istiḳāmet-i tāmm ve kemāl-i istiḳāmet üzere ḳıyām ve kemāl-i saʿy ü ihtimām idüp, dilāver cüvānlar ve rūz-ı maṣāfda şīr-i jiyānlar cemʿ eyleyüp, ikişer | aḳçaʾ-i ʿOs̱mānī ki, rubʿ dirhem-i Şerʿī’dür, taʿyīn olundı-ki, eyyām-ı sefer-i ẓafer-encām olup muʿāvenet buyurılduḳda günlükleri ḳaṭʿ olınup, her biri vaṭanında zirāʿate meşġūl olup, rüsūm-ı Dīvāniyye’den ḫalāṣ olalar. Ve bunlara on-başı ve yüz-başı taʿyīn olınup, ‘piyāde’ nāmı ile iştihār buldılar. Lākin bu ṭāʾife varduḳlarınca ziyāde olup, sefer-i ẓafer-eerde fesāda irtikāblarından Şāh-ı ʿālī-cāh āgāh olduḳda, erkān-ı devlet ile meşveret buyurup, Ḥacı Bektāş Paşa nām bir vezīrüñ reʾyi ile böyle iḫtiyār olundı-ki; min baʿd evlād-ı küffārdan yarār merdāneʾ-i kār-ı zār iḫtiyār olınup, şeref-i İslām ile teşrīf olundı-ki, vesīleʾ-i taḥṣīl-i dünyā vü dīn, vedīʿaʾ-i tesḫīr-i ḳılāʿ-i müşrikīn ola. Ol zamānda olan ʿulemā vü fużelādan vāḳıʿ olanlar ile meşveret idüp, vilāyet ḳāḍīlarına ādem gönderüp, biñ miḳdārı kimseʾi evlād-ı küffārdan cemʿ idüp aʿvān u enṣārda da münselik eyleyeler. Ve anlara ikişer aḳça ile ʿulūfe taʿyīn eylediler.” (Ḳavānīn-i Yeñi-çeriyān, vr. 26a, st. 14-23; vr. 26b, st. 1-13).

[71] Bk. Hakan Yılmaz, “Yeni Kaynaklara Göre Bursa Beg-sarayı’nın Yapılış Tarihi ve Orhan Gâzî Döneminde İnşâ Edilen İlk Bölümleri”, TAÇ Mimarlık Arkeoloji Kültür Sanat Dergisi, sy.: VII (Sonbahar-Kış/2015-2016), s. 54-65. Muslihuddîn Fakîh’in Risāle’sinde Saltanat sâhibi “Begler”in “cümle meṣāliḥini kedḫuẕālarına ıṣmarla”dığından yakınması (Risāleʾ-i Uṣūl-i Dīn, vr. 81a, st. 8); Orhan’ın sarayında Sultân’ın ve ümerânın her birinin daha bu erken dönemde “ketḫudā”ları bulunduğuna; Neşrî’nin Mevlânâ Ayâs’tan işittiği: “Ben Orḫān’uñ rikābdārına buluşdum; pīr kişiyidi.” sözü ise ilâveten onun bir “rikābdār”ı bulunduğuna ışık tutmaktadır (Neşrî, Kitāb-ı Cihān-nümā, I, s. 60).

[72] Bu kayıtlar için, bk. Yılmaz, “Orhan Gâzî’yi Sarayında Ziyâret Etmiş bir Seyyah/Sûfî…”, s. 17-39.

[73] Yılmaz, “Orhan Gâzî’yi Sarayında Ziyâret Etmiş bir Seyyah/Sûfî…”, s. 28, 32, 35-36. Uzak bir bölgeden Bursa Beg-Sarayı’na ziyârete gelen Bağdâdî’nin burada Sultan Orhan ve saray erkânı tarafından karşılanma şekline ilişkin verdiği mühim ayrıntılar, Orhan Gâzî’nin birkaç yıl önce çıkardığı Teşkīlāt Ḳānūn-nāmesi’nde uygulanan Saray Teşrîfât kānunları hakkında nitelikli ve ayrıntılı bilgiler edinmemizi sağlar.

[74] İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, (III. baskı), TTK Yayınları, Ankara, 1988, s. 1; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, s. 501. Müellif burada Osmanlılar’ın başlangıçta yarım asır kadar İlhanlı Dîvân Teşkilâtı’nı örnek aldıklarını belirtir.

[75] VGMA, Defter: 732/59, s. 75, st. 30.

[76] VGMA, Defter: 732/61, s. 77, st. 6.

[77] Krş. Dr. Rifat Osman, Edirne Sarayı, haz.: A. Süheyl Ünver (II. baskı), TTK Yayınları, Ankara, 1989, s. 67-68; Semavi Eyice, “Arz Odası”, DİA, III, s. 445-446.

[78] “Evvelā bir ʿarż odası yapılsun; Cenāb-ı şerīfüm pes-i perdede oturup, haftada dört gün vüzerām ve ḳāḍī-ʿaskerlerüm ve defterdārlarum rikāb-ı hümāyūnıma ʿarża girsünler…” Bosna’lı Hüseyin Efendi, Bedāyiʿü’l-Veḳāyiʿ, vr. 280b, st. 21-23; M. Ârif, Ḳānūn-nāme, s. 23; Özcan nşr., s. 15. Fâtih’in tıpkı Edirne Sarayı gibi Topkapı Sarayı’nda da bir Arz odası yapılmasını emreden bu ifâdeleri, Dîvân’da elçi ve misâfir ağırlama geleneğini yerleşik bir uygulama çizgisine taşıyarak, daha sonraki devirlerin klasik bürokratik teâmüllerinin zeminini hazırlamıştır.

[79] Vezâretin İslâm hükümdârı için mutlak anlamda lüzûmuna işâret eden Hadîs aynen şöyledir: ﺍﺫﺍ ﺍﺭﺍﺪ ﺍلله بالأمير خيرا جعل له وزير صدق ؛ ان نسي ذكره وان ذكر اعانه . واذا اراد به غير ذلك جعل له وزير سوء ؛ ان نسي لم يذكره وان ذكر لم يعنه  Allāh bir emīrin ḫayrını murād ederse ona ṣıddīḳ bir vezīr ihsân eder; ona unutunca hatırlatır, hatırlatmakla yardım eder. Allāh bir emīrin ḫayrını dilemezse ona kötü bir vezīr musallat eder; ona unuttuğunu hatırlatmaz, hatırlatmadığı için de ona hiçbir yardımı dokunmaz.” Ebû Dâvud, Ḫarāc, IV/2932; Nesâî, Beyʿat, XXXIII/7,159. Bedrî’-i Dilşâd’ın 831/1427 yılı gibi erken bir târihte tamamlayıp Sultan II. Murâd’a sunduğu Murād-nāme’sinde bu Hadîs’e özel bir bâb ayırmış olması, bu Hadîs’in kuruluş devrinden beri Osmanlı sultanları üzerinde süregelen etkisinin açık bir göstergesidir (Krş. Bedrî’-i Dilşâd, Murād-nāme, Ankara Millî Ktp. Yz. nr.: FB-470/1, vr. 28b, st. 12-17; vr. 29a, st. 1-17).

[80] Hüseyin Hüsâmeddîn (Yaşar), “Orḫān Beg’iñ Vaḳfiyyesi”, TOEM (TTEM), XVI/17 (94), Türk Tārīḫi Encümeni, İstanbul, 1926, s. 298.

[81] Hüseyin Hüsâmeddîn, “Ḳoca Meḥmed Paşa”, I, s. 298.

[82] Bursa Şerʿiye Sicilleri, Ankara Millî Ktp., nr.: 4121, vr. 81b, st. 12-13.

[83] Bursa Şerʿiye Sicilleri, vr. 81b, st. 13.

[84] Krş. Yılmaz, “Orhan Gâzî’yi Sarayında Ziyâret Etmiş Bir Seyyâh & Sûfî…”, s. 21, 27-36.

[85] Alâeddîn Paşa’nın vezâret dönemi, ahfâdı ve vakıfları hakkında kaynak ve belgelere dayalı ayrıntılı bilgi, ilk Osmanlı vezirleri hakkında kaleme alacağımız başka bir çalışmamızda verilecektir.

[86] Bk. Yılmaz, “Orhan Gâzî’yi Sarayında Ziyâret Etmiş Bir Seyyâh & Sûfî…”, s. 28-29, 34, 36.

[87] Bosnalı Hüseyin, Bedāyiʿü’l-Veḳāyiʿ, II, vr. 278a, st. 22-23 / vr. 279a, st. 17; M. Ârif, Ḳānūn-nāme, s. 13, 16; A. Özcan, Kānunnâme, s. 6, 9.

[88] İBB Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, Fr. nr.: 10.

[89] Meselâ, bk. Afyoncu, “Defterhâne”, DİA, IX, s. 100; Hakan Yılmaz, “Orhan Gâzî Tuğralarının Fizikî Şekli ve Muhtevâsı Üzerine”, Hakikat AİD, XIX/227 (Ağustos 2012), s. 44-45; Emecen, Osmanlı İmparatorluğunun…, s. 32.

[90] Krş. Köprülü, Bizans Müesseselerinin.., s. 63-66; Kütükoğlu, “Defterdar”, DİA, IX, s. 95; Günalan, XVI. Yüzyılda Bâb-ı Defterî Teşkilâtı…, s. 15-17.

[91] Kütükoğlu, “Defterdar”, DİA, IX, s. 95.

[92] Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, s. 326.

[93] Bostan-zâde Yahyâ Efendi, Tuḥfetü’l-Aḥbāb, vr. 10b, st. 14-16; Matbû‘ nüsha, s. 21.

[94] “Ḳullarına ʿulūfe virür iken, bir-iki meskūb filori ile bir-iki delikli aḳça ẓuhūr itdükde, defterdāra: “Bu delikli filori ve aça nedür?” didikde: “Pādişāh’um! Aʿşār ve cizyeden ḥāṣıl olan māldandur!” diyü cevāb virüp; “Ḫayır! Bunlar reʿāyānuñ evlādı başından, iplige ṭaılmış altunlardan alınmışdur!” diyü tecessüs itdüklerinde ḥaḳīḳat-i ḥāl Sulṭān Orḫān didügi üzere olmış, alan kimesnenüñ elini kesmişdür.” Bostan-zâde Yahyâ Efendi, Tuḥfetü’l-Aḥbāb, vr. 11b, st. 12-18; Matbû‘ nüsha, s. 23.

[95] VGMA, nr.: D.732/59, s. 75, st. 30-33.

[96] VGMA, nr.: D.732/59, s. 75, st. 47.

[97] Âşık Paşa-zâde, Tevārīḫ-i Āl-i ʿOs̱mān, ‘Âli Beg neşri, s. 24; Giese neşri, s. 25.

[98] Bu târih için, bk. Hakan Yılmaz, “Çağdaş Kaynak ve Belgeler Işığında Sakarya’nın Fethi ve Fethin Bilinmeyen Târihi”, Uluslararası Sakarya Sempozyumu Özet Kitabı, Sakarya Üniversitesi: OSAMER & Sakarya Büyükşehir Belediyesi, Sakarya, 23-25 Kasım 2017, s. 122. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu müteâkip, ilk Tîmâr kānununun üçüncü yılında gerçekleştirilen bu Vakıf ve Tîmâr tahrîrinin, kâtip tarafından ikişer kopya halinde hazırlanan vakfıye ve beratların birer sûretinin alınıp saklanması yöntemiyle yürütüldüğü anlaşılmaktadır.

[99] Kara Çelebi-zâde Abdülazîz Efendi, Ravżatü’l-Ebrār, Bulak Matba‘ası, Mısır, 1248, s. 341.

[100] Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve…, s. 325; Togan, “Moğollar Devrinde…”, s. 1-42; Köprülü, Bizans Müesseselerinin.., s. 142-143.

[101] Literatürde tahminî bir yaklaşımla Siyāḳat’in Emevîler’den Selçuklular’a, Selçuklular üzerinden ise İlhanlılar aracılığıyla Osmanlılar’a geçtiği kabul edilmiştir. Krş. Serin, “Siyâkat”, DİA, XXXVII, s. 292.

[102] Krş. Emecen, Osmanlı İmparatorluğunun…, s. 111-112; Hakan Yılmaz, “Halîl-nâme Yazarı Abdülvâsi Çelebi’nin Edirne’deki Vakfına İlişkin Bir Belge”, Şehir & Toplum, sy.: III (Aralık 2015), s. 103. Aynı zamanlarda peş peşe yayınlanan bu iki çalışmadan ilkinde Feridun Emecen, Abdülvâsî Çelebi’nin söz konusu mısrâlarında geçen “kâtib, siyâkat ve muhâsib” gibi kelimelerden hareketle, Fetret devrinde Osmanlılar’da mevcut olduğu anlaşılan bu gibi merkezî bürokratik uygulamaların, “Yıldırım döneminden itibaren yerleşmiş olması gerektiği” yönünde görüş belirttiği gibi (s. 112); biz de benzer bir çizgide kaleme aldığımız ikinci çalışmada bu mühim dizeleri: “XV. yüzyıl başlarında tahrir ve defter tutma işlemlerinin sistemli bir şekilde yürütüldüğüne ilişkin yegâne atıf” olarak nitelendirmiştik (s. 103).

[103] Abdülvâsi‘ Çelebi, Ḫalīl-nāme, nşr.: Ayhan Güldaş, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2003, s. 274:

“Develer dürlü dürlü at u ḳātır                                Şu ḥadde geldi kim ṭoldı defātir

Ki her bir yirde üş bir kişi kātib                               Siyāḳat işleri cümle muḥāsib

Ḳomışlardı yazarlar gice-gündüz            Alurlar geleni biñ biñ ü yüz yüz…” (Beyit: 1891-1893)

[104] Krş. Hakan Yılmaz, “Osmanlı Bürokrasi Târihinin İlk ve En Önemli Müesseselerinden Biri: Orhan Gâzî Tarafından Kirmasti’de Kurulan İlk Osmanlı Arşivi / First and One of the Most Important Bodies of Ottoman Bureaucracy History; First Ottoman Archive Founded in Kirmasti by Orhan Gazi”, III. Uluslararası Mustafakemalpaşa Sempozyumu (13-14-15 Mayıs 2016), I, s. 378-380.

[105] İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Ktp. Şevket Rado Yzm., nr.: 391, vr. 29b-30a.

[106] İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Ktp. Şevket Rado Yzm., nr.: 391, vr. 29b.

[107] Onun farklı ilim sahalarında üstün bir vukûfiyete sâhip olduğunu, hattâ başkalarına da yol gösterecek konumda bulunduğunu Kemâl, manzum Selāṭīn-nāme’sindeki şu dizelerinde sarâhatle dile getirmiştir:

“Bir er var idi ol iḳlīmde kāmil                      Yoġıdı ancılayın anda fāżıl

Ol ʿilm-ile cihānı dutmışıdı                             Ki her fendi ʿilmden urunmışıdı

Ḫalīl-i Hind’e irişdi ismi anuñ                       Oyıdı ehl-i ʿilmi ol zamānuñ

Cihān barmaġına olmışdı ḫātem                   Ebū ʿAlī Sīnā’dan ol urur dem

Özi ʿilm ile ṭolu idi ġāyet                                                O yir ḫalḳı ḳılurlardı riʿāyet

Ki bir sözin iki itmezler idi                              Aña denmeden iş itmezler idi…

… Ḫalīl Paşa olur ol şaḫṣuñ adı                   Zamān destin dutup virdi murādı

Anı özine vezīr eyledi Şāh                                               Anuñla gice-gündüz oldı hem-rāh…”

(Kemâl, Selāṭīn-nāme, vr. 22b). Bu dizeleri bir sonraki bâbda “Bursa fethi”nin tâkip etmesi (vr. 22b-23b), Halîl Paşa’nın geniş ilmiyle yürüttüğü bu faaliyetleri, önceki verilere paralel şekilde 720-722/1320-1322 yılları arasına yerleştirir. Bu dönemde Bilecik kadısı olan Kara Halil’in “vezīr”liğine yapılan gönderme, hikâyesini birkaç beyit önce “fakir”liğinden başlatıp bir bütün hâlinde nazmeden müellifin, kuşkusuz onun hâl-i hazırda bulunduğu görevi değil, ileride Şehzâde Murad’ın cülûsunu müteâkip ulaşacağı mertebeyi gösterme amacına yöneliktir. Taşköprî-zâde Kemâleddîn Efendi onun bürokrasi konusunda yaptığı bu düzenlemelere: “Eşkāl-i umūr-ı cumhūr-ı ʿālemiyān anuñ himmetiyle ḫayli ṣūret bulur idi.” cümlesiyle işaret eder (Mecdî, Ḥadāʾiḳu’ş-Şeḳāʾiḳ, s. 31).

[108] Bu dönem Osmanlı ulemâ ve müderrislerinin yalnız Şer‘î ilimler değil, matematik, geometri, astronomi, felsefe ve edebiyat gibi pozitif ve sosyal bilimlerle, bunların alt sahaları hakkında da ileri düzeyde bilgi sâhibi oldukları, İznik Gâzî Süleyman Paşa Medresesi’nin ilk müderrisi olan Dâvud-ı Kayserî’nin (ö. 750/1350), Orhan Gâzî’nin bu ilimlere meraklı olan büyük oğlu Gâzî Süleyman Paşa adına yazdığı el-İtḥāfu’s-Süleymānī fī’l-ʿAhdi’l-Orḫānī adlı muhtasar Arapça eserinden kuşkusuz bir biçimde tespit edilebilir (krş. Millet Ktp. Ali Emîrî, Arabî, nr.: 2173). Daha önce Zeki Velidî Togan bu mühim eserin varlığına açıkça işâret etmiş (Umûmî Türk Tarihine Giriş, İÜ Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1946, s. 372) ve onu tâkiben Mehmed Fuad Köprülü, Kayserî’nin “ulûm-i muhtelifeden bâhis” bu risâlesinin, Beyazıt’taki “Kütüphâne-i umûmî, 288 numara”da bir nüshasının bulunduğunu açıkça belirtmişse de (Anadolu’da İslâmiyet, haz.: Hasan Aksakal, Alfa Yayınları, İstanbul, 2017, s. 74, dn.: 16), her iki müellifin bu atıflarından ve müteâkiben Köprülü’nün vefâtından sonra nüsha esrârengiz bir şekilde ortadan kaybolmuştur. Ali Emîrî Efendi’nin, kütüphanesinde mevcut bulunan şimdiki yegâne nüshayı, Togan ve Köprülü’nün işâret ettikleri bu aslî nüshadan istinsah ettirmiş olduğunda şüphe yoktur. İlk Osmanlı medresesinde okutulan ilimlerin türlerine ve niteliklerine ışık tutan bu küçük risâlenin Osmanlı kuruluş devri ve Orhan Gâzî döneminin tartışmalı meselelerini aydınlatmadaki önemine dâir, bk. Hakan Yılmaz, “Dâvûd-ı Kayserî’nin, Orhan Gâzî’nin Oğlu Süleymân Paşa’ya İthâf Ettiği Eseri: el-İthâfu’s-Süleymânî fî’l-‘Ahdi’l-Orhânî”, Hakikat AİD, XIX/198 (Mart 2010), s. 42-44; Feridun Emecen, Osmanlı İmparatorluğunun…,s. 48. Daha önce eserin varlığına birkaç bildiri ve makalesinde kısaca işâret eden, ancak tarihî açıdan önemine hiç değinmeyen Fazlıoğlu, son çalışmasında nisbeten bu konu üzerine de eğilmiş ve ayrıca risâlenin Arapça metnini de neşretmiştir: İhsan Fazlıoğlu, “İznik’te Ne Oldu? Osmanlı İlmî Hayatının Teşekkülü ve Dâvud-ı Kayserî”, Nazariyat İslâm Felsefe ve Bilim Tarihi Araştırmaları Dergisi, IV/1 (Ekim 2017), s. 26-28; 50-68.

[109] Şeceredeki bu kayıtlar, خليل بك “Ḫalīl Beg” adıyla anılan Bilecik kadısı Halîl bin Mehmed’in Çandarlı Kara Halîl’le karıştırılmasının ana sebebinin; isimlerinin aynı oluşunun yanı sıra, “Defterdarlık” ve “Muhâsebe” konusundaki ilk adımların da onun tarafından atılması olduğunu göstermekte ve bu karışıklığın epeyce erken dönemlerden beri süregeldiğine açıklık getirmektedir.

[110] Orhan Gâzî ve onu tâkip eden diğer Osmanlı sultanları zamânında, kuruluş devri boyunca kâtiplik ve defterdarlığın gelişimine dâir yeni ve önemli tespitleri içine alan bilgilere, bu konuda kaleme alacağımız müstakil bir makalede daha geniş bir şekilde yer verilecektir.

[111] Krş. İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devlet Teşkilâtına Medhal, (IV. Baskı), TTK Yayınları, Ankara, 1988, s. 89, 241-243; Erhan Afyoncu, “Defterhâne”, DİA, IX, s. 100.

[112] Şimdiye kadar kim olduğu çözülemeyen bu mülk-nâmedeki “Ferzend”in, Orhan Gâzî’nin büyük oğlu Şerefu’llāh Beg olduğunu gösteren çağdaş kanıtlar için, bk. Hakan Yılmaz, “Orhan Gâzî’nin Oğulları ve 749/1348 Tarihli Beratı Üzerine Yeni Tespitler”, I, Hakikat AİD, XXII/264 (Eylül 2015), s. 46; II, Hakikat AİD, XXII/266 (Kasım 2015), s. 46-47; III, Hakikat AİD, XXII/268 (Ocak 2016), s. 45-46; IV, Hakikat AİD, XXII/269 (Şubat 2016), s. 44-45.

[113] Bu biti ve mülk-nâmelerin toplu özetleri için, bk. Yılmaz, “Orhan Gâzî Tuğralarının Fizikî Şekilleri ve…”, s. 44-45. Hayli muhtasar olmakla birlikte, bu makâle; Osmanlılar’da “tuğra”nın ve basit anlamda nişâncılığın, kuruluştan bir yıl sonra küçük ve ibtidâî bir sûrette de olsa mevcut olduğunu kesinleştirmekte ve bu müessesenin bürokrasinin inşasından hemen sonra, Sultan Orhan’ın ilk cülûs yılından oğlu Süleyman Paşa’nın Rumeli akınları zamânına kadarki gelişim sürecini tâkibe imkân verecek genel bir perspektif çizmektedir.

[114] TSMA, nr.: E-7792.

[115] Bostan-zâde Yahyâ Efendi, Tuḥfetü’l-Aḥbāb, vr. 11b, st. 3-6; Matbû‘ nüsha, s. 23.

[116] BOA, TAD, nr.: 453, vr. 32a.

[117] TADB (TKGMA), TTD, nr.: EV. 580, vr. 144a.

[118] Krş. “Vezir”, İA, XIII, s. 310; Ankhbayar Danuu, İlhanlı Devleti’nde Vezaret, s. 8.

[119] Fuad Köprülü, Muhâsebe ve Tapu defterlerinin Osmanlılar’dan önce de aslının “merkezî idare arşivi”nde, diğer bir kopyasının ise “ait olduğu idârî-mâlî mıntıkanın merkezinde saklandığı”nı açıkça belirtmiş ve Abbâsîler’den Anadolu Selçukluları’na kadarki tüm İslâm ve Türk-İslâm devletlerinde bu gibi arşivlerin mevcut olduğu bilgisinin muhtelif kaynaklarda yer aldığına işâret etmiştir. Ayrıntılı bilgi için, bk. Tarih Araştırmaları, I, s. 95-96, dn.: 71.

[120] Onun hakkında, bk. Ahmet Özel, “Kirmastî”, DİA, XXVI, s. 67-68. Kirmastî’nin Lala Şâhîn Paşa’nın soyundan geldiğini gösteren önemli tarihî kayıtlar ve bilimsel değerlendirmesi için, bk. Yılmaz, “Osmanlı Bürokrasi Tarihinin…”, s. 373-374, 386.

* Orhan Gâzî’nin imamı İshak Fakih’in nakline göre bu kānunların daha önce Osman Gâzî tarafından 699/1300’de çıkarılan ilk dört maddesinin, klasik Osmanlı kānun-nâme tedvîn usûlü ve onun vasiyeti gereği Sultan Orhan’ın çıkardığı bu ilk Ḳānūn-nāmeye de intikâl etmiş olduğu metnin içinde gösterilmiştir.

Hakan YILMAZ

Hakan YILMAZ / Araştırmacı-Yazar & Yeniçağ Tarihi Uzmanı 21 Şubat 1977’de İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde dünyaya geldi. Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı’nda başladığı Yüksek Lisans (Master) eğitimini “İbn Kemâl (Kemâl Paşa-zâde): Tārīḫ-i İbn Kemāl / VI. Defter (İnceleme-Transkripsiyon-Tıpkıbasım)” başlıklı teziyle tamamladı. Kuruluş devri Osmanlı tarihi ve Yeniçağ tarihi ile ilgili yeni bulgular ve bilimsel tartışmalara yönelik makaleleri 2004 yılından beri farklı akademik ve popüler dergilerde yayımlanmakta olup, uzmanlık alanı ile ilgili farklı sahalarda araştırma ve çalışmalarını sürdürmektedir. e-posta: [email protected] | [email protected] | [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
Hakan Yılmaz

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Tekrarsız Süslemeler

Tekrarsız Süslemeler

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 3 Aralık 2024
Sistematik Hatalar Bahçesi

Sistematik Hatalar Bahçesi

Ekrem Hayri PEKER, 3 Aralık 2024
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024