Osmanlı ilk Dönemlerinde Neden Batıya Yöneldi? |
Osmanlının İlk döneminde doğuya değil de neden batıya yöneldiği konusunu benim için hep merak konusu olmuştur. Konuyu Anadolu Selçuklulardan itibaren ele almaya çalışacağım.
Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın 1077 yılında İznik komutanı olarak Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurmasından itibaren İznik’te yerleşik Türklerin hizmetleri artık tahta oturan Bizans imparatorları ve imparatorluk tahtı üzerinde hak iddia edenler için vazgeçilmez hale gelmiştir. Türkler Bizanslıların iç karışıklıklarından yararlanmışlar ve Bizanslılar Türklerin Boğaz kıyılarına kadar gelip yerleşmelerini kabul etmişlerdir. Böylece Rum, Ermeni gibi yerli milletlere mensup olan insanlar da Bizans’ın tüm baskılarından kurtulmuş, Türkler Bizanslılar tarafından müttefik olarak kullanılmıştır. Selçuklu hanedanına mensup olmayan Çaka Bey bile 1080 yılının başlarına kadar Bizans ordusunda paralı asker olarak görev yapmıştır. Çaka Bey de Rum tebaasına gereken ilgiyi göstermiş ve göz diktiği Avrupa yakasına geçmeyi planlamıştır. Diğer taraftan Çaka Bey’i öldürten Türklerin yasal hükümdarı olarak kabul edilen Kılıç Arslan ile İmparator arasında bir anlaşma imzalanmıştır. (1)
Yıllar boyu Bizanslılar ile Anadolu Selçuklular arasında iç içe yaşam devam etmiş, Selçuklular, Konstantiniye’de Hristiyan prensler gibi kabul görmüşler, Selçuklu sultanı Bizans yardımını Anadolu’da rakiplerine karşı kullanmıştır. Zaman zaman da çarpışmışlar ve II. Kılıç Arslan bir seferinde Trakya’ya kadar uzanmış, Anadolu’nun bazı illerinde şehir yöneticileri zorba Bizans İmparatoru’nu tanımayarak imparatordan bağımsız olarak Türklerle çok iyi ilişkiler kurarak küçük devletler kurmuşlardır. (1)
Nitekim Anadolu’da Türkiye Selçuklularından önce görülmekte olan yağma, çapul ve başıbozukluğun yerini, hürriyet, adâlet ve güvenlik almaya başlamıştır. Anadolu’da yaşayan Hristiyan toplumların Selçukluların gelişlerinden önce çok sıkıntı çektikleri bilinmektedir. Anadolu Hristiyanlarının Türkiye Selçukluları devrinde Bizans dönemine göre daha mutlu bir yaşayışa, daha geniş bir din özgürlüğüne sahip oldukları, Batılılar tarafından da belirtilmiştir. Selçukluların yalnız devlet kurdukları devirde değil, Moğolların istilâsı zamanlarında bile, Süryani ve Ermenilerin, daha sonra da Rumların, Bizans yönetimine karşı Türklere yardım ettikleri, özellikle Bizans İmparatorluğunu savunmayıp, Bizans ordusunda iken savaş meydanlarını toplu olarak terk ettikleri Hristiyan kaynaklarınca da doğrulanmaktadır. Selçuklu Devleti istikrarlı bir yönetime kavuştuktan sonra, Selçukluların idaresinde birçok büyük şehrin vücut bulması mümkün olmuş ve böylece Müslümanlarla Gayr-i Müslimler birlikte yaşamaya başlamışlardır. (2)
Türklerle Rumlar arasında ilginç bir kültür alışverişi başlamış, çoğunlukla anneleri Hristiyan olan, Hristiyan kadınlarla evli olan ve kaçak olarak Hristiyan imparatora sığınan Türk sultanları Bizans taklitçileri olarak görülmüşlerdir. Örneğin, Selçuklunun 2.başkenti Konya’da İznik’teki imparatorla irtibat halinde olan bir patriğin yerleşmesine izin verilmiştir. Osmanlıda olduğu gibi Anadolu Selçuklu Sultanları da Hristiyanlarla evlilik yapmışlar. II. İzzettin Keykavus ellerini kilisenin kutsal suyu ile yıkamış, kendisine hediye edilen muskayı taşımış ve Müslümanlar domuz etinin tadına bakmışlardır. (1)
Ortak bir düşmanın ilerlemesiyle Türk-Bizans ilişkileri daha da güçlenmiştir.
Anadolu’da 13. yüzyılda, kendilerine kışlak bulmak, vadilere inmek isteyen Türkmen grupları ile yerleşik Rum halkı ve Bizans hisarları arasındaki çatışma sürekli bir savaşa dönüşmüştür. Orta Anadolu steplerinden Malatya’ya kadar tüm ülkeden Uç bölgesine (Müslüman sınır bölgesi) sürekli bir nüfus akını olmuş (3), örneğin Rumların hâkim olduğu sınırların doğusundaki bölgelerde yaylalarda toplanan yoğun Türkmen göçebeler, kışlak arayışında Gediz ve Menderes vadilerine inmek zorunda kalmışlardır. Bizans idaresi, vadi girişlerinde hisarlar yaparak göçebelerin tarım bölgelerine mevsimlik istilasını önlemeye çalışmış, bu yüzden çıkan çatışmalar giderek büyümüştür.
13.Yüzyılın ortalarında Türklerin büyük çoğunluğu Moğolların hükmü ve hizmeti altına girmiştir. (1)
1277’de Anadolu İlhanlı devletinin bir eyaleti olarak tamamen Moğol kontrolüne girmiştir (İnalcık, 2000: 227).
Selçuklu gücünün çökmesi Anadolu’da yerleşik ve ona bağlı bütün Türk boyların yok olduğu anlamına gelmemiş, aksine, Moğol hükümdarlığı altında Oğuz boyundan birçok Türk, şehirlerde, kalelerde ve illerde hüküm sürmüştür (1).
Anadolu’da Türklerin sadece “korkak” boyları Moğol baskısına boyun eğmiş, yiğit Türkler ise dağlara sığınmışlardı. Türkler Menderes kıyılarından Miletos’a kadar Bizanslıları birçok yerde mağlup etmişler, Türkler adaları ele geçirmişlerdir. Dağlardan inmiş olan Güneyli Türkler, emirlerin ve beylerin emri altına girmişler. Bu emirlerden biri Alişir olup Moğol hanı büyük Kazan Han’ın ölümünden sonra Alaşehir’i almayı başarmıştır. Tripolis (Buldan), Konya ve Antiochetta (Yalvaç/Isparta), Karaman, Ermenek, Alaşehir, Aksaray gibi onun yönetimi altında idi. Merkezleri olan Karaman Şehrine göre Karamanlılar denmiştir. Türk Teke beyi Antalya Limanı’nı ve yakınında birkaç yeri ele geçirmiştir. Sakarya Nehri’nin güneyinde, merkezi Kütahya olan Ankara ve Amasya krallılarının yerine Germiyanoğulları, Likya sahillerinin kuzeyinde eski Karya Uygarlığının bulunduğu yerler Menteşe Bey’in yönetiminde idi. Alanya’da Alanya Beyi, Ayasuluk adı verilen Efes Şehrini Sasan Bey, İzmir Şehri ve Balat dolayları (B. Menderes vadisi) Aydın Beyi’ne aitti. Manisa Saruhan Bey tarafından zapt edilmiş ve Edremit, Balıkesir, Mahran ve Kızılca Karesi Bey’i tarafından ilhak edilmiştir. Umur Bey hanedanlığının yerine daha sonra başka bir Türk hanedanı olan Osman Bey geçmiştir (1)
Ertuğrul oğlu Osman Bey’in ataları, Türkmen olup, Oğuz boyundan gelmişler ve Farsça ve Rum gelenekleriyle henüz tanışmamış göçebe Türklerdi. Moğol akınlarıyla birlikte Türkistan topraklarından ayrılmış ve Yukarı Fırat’a yerleşmişlerdir. Ertuğrul Bey, Türkmenlerin Lideri Alaeddin’in komutanlarından biri idi .Türkmen lideri Alaeddin’e Moğollara karşı 400 Türkmen’i ile yaptığı yardımlar sonucunda her güçlü komutan gibi kendisine ödül olarak Söğüt verilmiş ve Ertuğrul Bey’in adamları Bizans’ın vergi memurlarının baskısı altında ezilen zengin, ama çaresiz köylülerin yaşadığı Marmara Denizi’nin ve İstanbul Boğazının Anadolu tarafında ganimet toplamaya başlamışlardır (1).
Osman Bey, kimi Hristiyan ileri gelenleri ile ve özellikle Bilecik tekfuru ile dostça ilişkiler kurmuş, ancak Aynegöl (İnegöl) tekfuru gibi başka Hristiyan tekfurlar da Osman Bey’e güven duymamışlardır (4)
Osman Bey’in halkı sürüleriyle Söğüt ve Domaniç-Dağı arasında yaylak-kışlığa gidip gelirken İnegöl ovasında tarım topraklarını çiğnemiş ve bu yüzden İnegöl Tekvuru ile çatışma çıkmıştır. Bu suretle yaylak-kışlak göçü yapan bir Türkmen grubuyla yerleşik Rum halkı ve Bizans hisar muhafız güçleri arasındaki çatışma ve durum sürekli bir savaşa dönüşmüştür. Bu mücadelede Türkmen ve Rum güç dengesi, Türkmenler tarafında idi, çünkü Bizans bu mücadelede temelde ücretli askerlere güvenmek ve onlara hazineden sürekli para yetiştirmek zorunda olduğu halde, alp/gazi önderler yanlarına sadece kutsal gaza ve ganimet için gönüllü gelen sayısız Türkmen savaşçısı bulmakta idiler. Bir yanda ücretli askere para bulmaya çalışan fakirleşmiş bir imparator (Ki, askerlerin bir kısmı geçim kapısı arayan, yerini yurdunu, aşiretini bırakmış Türkmenlerden oluşuyordu.), öbür yanda sınırda ganimet arayan ve başarılı alp/gazilerin emrinde koşan binlerce Türkmen. (3)
Osmanlı’nın beylik döneminden itibaren yüzü hep batıya dönük olmuştur. Beyliğin kurucusu Osman Gazi, Türk Beylikleri ile mücadeleden kaçınmış ve sınırlarını Bizans topraklarına doğru genişletmiştir. Zaten Türkler anavatanları olan Orta Asya’dan çıktıktan sonra hep batıya göç etmişlerdir.
Osman Bey tarafından Bizanslı Bilecik (Belokoma) hâkimi öldürülüp kalesi zapt edilmiş, Bizanslıların elindeki Karacahisar ve Yarhisar alınmış ve ardından İnegöl’ün (Angelokoma) Bizans valisi Söğüt’ten ilerleyen fatihlerden kaçmış, Köprühisar Türklerin eline geçmiş, Yenişehir Kalesi de ele geçirilmiş, küçük Osmanlı Beyliği’nin başkenti buraya taşınmıştır. Komşu bölgeler (Bursa komutanı ve Teke’nin Müslüman Beyinin yardımıyla) Osman beye karşı ayaklandıklarında Uluabad’a ((Lapodion) kadar takip edilmişler. Akhisar (Pamukova) ve Geyve komutanlarının kaleleri Bizans adına muhafaza etme çabaları sonuç vermemiştir. (1, 4)
Karacahisar’ın fethi (1288) Osman Gazi’nin beyliğe gelişinde kesin bir dönüm noktası olarak belirtilir. Eskişehir’e 7 km. mesafede tepe üzerinde iyi sağlamlaştırılmış bu kale Karacahisar tekfurunun elinde olup, bu tekfur Bilecik tekfurundan sonra en büyük tekfur sayılıyordu. Osman Bey’in bu fethi Selçuk Sultanı II. Gıyaseddin Mes’üd tarafından iyi karşılanmış ve kendisine sancak beyliği alametlerini göndermiştir. (5)
Hastalanan Osman Bey başkentte kalmaya devam ettiğinde bile gaziler yeni yerler fethetmeye devam etmiştir. (1).
Bapheus (Koyunhisar) (1302) ve Dimbos (Erdoğanköy) (1303) zaferlerinden sonra Osman Bey, Bizans karşısında kendisini oldukça güçlü hissetmiştir. Osman bey, bu tarihten sonra Bizans’a bağlı eyaletler tarafından yerleşik bir komşu kabul edilmiş, Kastamonu ve Anadolu’nun başka taraflarından gaza ve ganimet için akın akın bayrağı altına gelen yoldaşlarla ordusu, sefer zamanında beş bin kişiye varmıştır. Osman Gazi’nin Bapheus’tan (1302) sonraki Sakarya seferleri (1304, 1305) İstanbul’da paniğe sebep olmuştur. (1,5).
Halil İnalcık, (yerli Rum halkından alarak) Osmanlı halk kroniğinin İzmit körfezi kıyısındaki zengin ve kalabalık bölgenin Osmanlı akınları sırasında nasıl harap olup ıssızlaştığını canlı bir biçimde anlattığını aktarmaktadır (1).
XIV. yüzyılın seherinde, Türk ve Bizans kaynaklarının karşılaştırılmasında ortaya çıkan görünüş şu şekildedir: Moğollardan kaçan ve Anadolu yaylasının kentli halkınca da itilip reddedilen Türkmenler, yeni otlakların içinde, Selçuk devletinin batı sınırında yığılmışlar, koyunlarını besleyecek şeyler bulmuşlar ve hemen yakınlarındaki Bizans kent merkezlerinde ürünlerini sergileme ve azık-gereçlerini de oralardan tamamlama olanağı sağlamışlardır. Müslümanlarla Hristiyanlar pazarlarda dirsek dirseğedirler. Bizans toprakları üzerinde bulunan Hristiyanlaşmış Türkler de bu bir arada yaşamayı kolaylaştırmıştır (4).
Tüm akınlarının amacı, Osmanlı hükümdarlığını Anadolu’nun tamamına yaymaktı. Bizans’ın Müslümanlar tarafından fethedilme tehlikesinin ilk belirtileri de görülmeye başlanmıştı. İznik’in Osman Bey tarafından tekrar kuşatılması neticesinde, Bizans birlikleri zor durumda kalmışlardır.
Sicilya’dan gelen ve Bizans’ın hizmetinde bulunan paralı asker Katalan Roger öldürüldüğünde Konya’dan Söğüt’e kadar tüm Türkler için zafer anı gelmişti. Bu hadiseden sonra Bizans’ın düşmanı haline gelen Katalanlar ile Osmanlılar arasında ittifak kurulmuştur. Katalanlar, yanına Türkleri ve Anadolu Selçuklu sultanı II. İzzettin’in Türkopollerini alarak Avrupa’da Bizans’a ait arazilerin çoğunu gördükten sonra ganimet toplamışlardır (1).
Daha sonra Bizanslıların oluşturduğu ittifaklar Türklerin Avrupa macerasına son vermiş, ancak Osmanlılar Avrupa akınına bizzat katılmamışlardı, çünkü bu disiplinli Türklerin kendi evlerinde yapacakları daha önemli işleri vardı (1).
Diğer taraftan Prof. Dr. Feridun Emecen, Bu akınlara Osman Bey’in bölgesinden Türklerin de katılmaya başladığını belirtmektedir (6).
Nıcolae Jorga’nın Osmanlı İmparator Tarihi adlı kitabında belirtildiğine göre Osmanlıya uzun zamandır yüklü vergi ödeyen Bursa şehri artık iyice yaşlanan ve ölümcül hasta olan Osman Bey’in oğlu Orhan Bey tarafından aylarca süren kuşatmadan sonra ele geçirilmiştir (1). Dr. Yaşar Demir’in Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu ve Bizans- Avrupa Ekseninde Cereyan Eden Münasebetler adlı makalesinde de Bursa tekfurunun Osmanlıya vergi ödediği belirtilmiştir.
Diğer taraftan Bursa’nın Orhan Bey tarafından ele geçiriliş tarihi ile ilgili olarak tarihçiler arasında bir fikir birliği olmayıp, Bursa’nın alınış tarihi konusunda farklı görüşler (1322,1324 ve 1326) mevcuttur.
Osman Bey, Bursa’yı Anadolu topraklarının başkenti olarak görmüş, Osman Bey şehirdeki ailelerin genç oğullarının şehirden gitmesine izin vermeyerek, ailelerinin de kalan bölümünün gitmesini engellemiştir. (1).
Osman Bey’in 1326 yılında ölümü üzerine babasına ait tüm eyaletler hükümdarlığının yükünü çeken Orhan Bey’e miras kalmış ve temkinli, mantıklı ve soğukkanlı olması nedeniyle düzensiz birliklerin gelip geçen liderleri tarafından yapılan akınlara katılmamıştır (1).
Bizans İmparatoru Orhan Bey’in cezasını vermek ve gücünü bizzat ilan etmek için Anadolu’ya geçmiş, ilk kez Osmanlılar, eski Moğol ve yeni Bizans düzenlerinden oluşan savaş sanatı sergilemişlerdir (1).
1331 yılında İznik alınmıştır.
Tarihçi İrene Beldiceanu tarafından, Orhan Bey’in, Karesi Beyliği’ni bölen uyuşmazlıklardan da yararlanarak onu topraklarına katmış olduğu bildirilmektedir.
Osmanlıların Umuroğullarıyla entegrasyonu Üsküdar’a kadar olan yerlerin hızla fethedilmesini sağlamış ve 1334’ten itibaren Karesi mülkünde baş gösteren iç karışıklıklar, 1345’te bu beylik topraklarının Orhan Gazi oğlu Süleyman Paşa’nın liderliğinde doğrudan yönetilmesini beraberinde getirmiştir. Aynı tarihlerde Aydınoğlu Umur Bey’in şehit olması, Osmanlıları Rumeli’ye yerleşmek konusunda hırslandırmıştır. Orhan Bey, Bizans’ın içinde bulunduğu siyasi müşkülattan, Umur Bey ile ortak bir hareket tarzı benimseyip İmparator Kantakuzenos’u destekleyerek yararlanırken, bir yandan da oğlu Süleyman Paşa emrindeki kuvvetlerle Gelibolu Yarımadası’na geçmiş ve doğal felaketlerin de yardımıyla Balkanlarda hızlı bir yayılmanın önü açılmıştır. Burada Karesi valilerinin de Osmanlı bayrağı altındaki faaliyetlerinin büyük bir önemi vardı. Rumeli’de uç sisteminin giderek ilerilere atlaması sonucu Osmanlı uç beyleri büyük bir ihtişam ve zenginlik kazanmışlardır. Aslında Batı Anadolu bölgesinde kurulmuş olan ve birbirleriyle çoğu defa müttefik olarak hareket edebilen Türkmen beylikleri, aynı inanış ve değerler sisteminin hâkim olduğu bir dünyayı oluşturmuşlardır. Devlete adını veren Osman Gazi’nin yaşadığı dönemde en azından “eşitlerin arasında birinci” konumda olduğunu düşündürecek yeterli deliller mevcuttur. Osman Gazi ve Umur Bey’in güçlerini birleştirip emri altındaki gazilerle Bithynia’yı adım adım ele geçirirlerken, Karia bölgesinde Kır Bey oğlu Menteşe Bey ve damadı Sasan Bey, Sublaion üzerindeki tahkimatın zayıflamasından yararlanarak Rodos’u hedef yapmışlardır (7).
1350 yılına gelindiğinde bölgedeki durumu tahrir defterlerindeki Türk köyleri ve vakfa bağlı zaviye-tekke kayıtlarından saptamak mümkün olmaktadır. İlk Osmanlılar bu dönemde birçok kamu hizmetini vakfa bağlandığından, yerleşme üzerinde vakıf kayıtları aydınlatıcıdır. Yine bu dönemde vakıflar dini görevdeki fakih (fıkıh bilgini) ve zaviye şeyhlerine aittir. Zaviyeler erken dönemde yerleşmede ve yollarda güvenlik konularında birinci derecede hizmet görmüşlerdir. Fethedilen bölgelerde Osmanlı yerleşmesi, kolonizasyon süreci böyle işlemiştir (5).
Osmanlı Beyliği’ni kuran unsurların 1220’lerden itibaren Moğolların önünden kaçarak Anadolu’ya ulaşan kitleler arasında yer aldığı, Osmanlı tarih geleneğinin üzerinde ittifak ettikleri bir husustur (8). Doğdukları ülkeden, Anadolu’nun sınır boylarına doğru gelmek durumunda kalan Osmanlılar ve yandaşları başlardan beri iki gücün kıskacı içindedirler: Moğollarla Bizanslılar (4).
Beyliğin doğu sınırı üzerinde tehdit hep vardır. Başlarda, Bizanslıların İlhan nezdinde yakındıkları ölçüde, Osmanlılar Moğolların cezalandırıcı seferlerinden korkmuş olsalar gerek. Ancak, her şeye karşın bir Hamidoğulları ya da Eşrefoğulları beyleri kadar tehlikede değillerdir. 1335 tarihinden sonra İlhanlı Devletinin yıkılışı tehlikeyi uzaklaştırmaz, XV. yüzyılda Timur ve Uzun Hasan’a kadar, onların mirasçıları ya da kendilerini böyle görenler, Osmanlılar üzerinde baskıyı sürdürmüşlerdir (4).
1235’te Moğol üstünlüğünün Anadolu Selçuklu Devleti tarafından tanınması ile başlayan süreç, 1243’teki Kösedağ Savaşı’nda Anadolu’nun Moğollar tarafından istilası ile devam etmiştir (İnalcık, 2000: 227).
Latinler, Katolik inancı adına Bizanslılara yardımlarını geciktirmişler, Bizanslılar Ortodoks inancı adına, onların önerilerini reddetmişler ve türbanı Papalık tacına yeğlemişler ve Osmanlılar da Müslümanlık inancı adına Bizans topraklarına saldırmışlardır (4).
İsabetli göç politikası, yani sürekli doğudan gelen Türkmen göçleriyle nüfusunun ve askeri gücünün artması ile fethedilen yerlerde Türkleştirme politikasının izlenmesi de Osmanlının yüzünü batıya çevirmesinde etkili olmuştur.
Buna Osmanlı Devlet adamlarının yetenekli olmasını da eklemek durumundayız.
Mesela, Osman Bey’in merhametli ve adil bir hükümdar olup, sadece Müslümanları gözetmemiş, Hristiyan halkın da korumasını üstlenerek bölgede kendisine büyük bir güven duyulmasını sağlamıştır. Zaten beylikler döneminde hisar dışı arazide savunmasız kalan Rum köylüye karşı izlenen politika hoş tutup kendi tarafına kazanma politikasıdır. Anadolu ve Balkanlarda Osmanlı fetihlerinin hızla gerçekleşmesinden başlıca bu politika sorumludur. Fatihler çok geçmeden, toprağı işleyecek, vergi kaynaklarını sürdürecek yerli tarımcı nüfusu himaye etmek gereğini anlamışlardır. (1,3)
Diğer taraftan gazilerin Hristiyan kadınlarla evlenmek için büyük arzu duyduklarına ilişkin bir çok kayıt bulunduğunu, ve İznik fethinde Orhan’ın gazilerinin Rumların terk edilmiş evlerini ve dul Rum kadınlarla evlenmeye teşvik ettiğini, Bizans kaynaklarının özellikle fethin ilk zamanlarında Türk nüfusunun azınlıkta olduğu dönemde, bu gibi evliliklere geniş ölçüde rastlanıldığını belirttiklerini, toplumun her kesiminde rastlanılan bu evlenmelerin yine tarihçi Speros Vyronis tarafından Rumların Müslüman toplumu ile kaynaşmasında çok önemli bir rol oynadığının belirtildiğini, yine Halil İnalcık’tan öğrenmekteyiz. Orhan’ın adamları İznik’in fethinde Rumların terk edilmiş evlerini ve dul kadınlarını sahiplenmişlerdir (Ek: 1).
Osmanlı Beyliği’nin hızla gelişmesinde unutulmaması gereken bir unsur da Bizans’ın siyasi ve askeri bakımdan içinde bulunduğu zayıf durumdur. Taht kavgaları nedeniyle merkezi otorite güç yitirmiş ve merkeze uzak tekfurluklar neredeyse bağımsız birimler olarak ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz, Bizans’ın olduğu kadar, tüm Balkanların içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve dolayısıyla siyasal karmaşa da (Mesela, Ortodoks Bizans ile Katolik Batı Avrupa arasında siyasal gerginliğin doruğa tırmanması) Osmanlıların ilerlemesini kolaylaştıracaktır.
Tarihçi Nicolae Jorga tarafından Türklerin, Bizans İmparatorluğu aleyhine yayılma politikalarında en büyük payın o dönem beylerinden en büyüğü olarak İzmirli Umur Bey’e ithaf edilmesinin gerektiği düşünülmektedir. 1332 yılında Semadirek adası sularında belirmiş ve kısa bir zaman sonra Avrupa sahillerine çıkmıştır.
Umur Bey, deneyimli birliklerine Avrupa’da isyancı Arnavutlara karşı savaşmak üzere Bizans hizmetine girme izni veriyor, bu Türk birlikleri Teselya bölgesinde görülüyorlar. Adriyatik Denizi’ndeki Epidamnus’a kadar geliyorlar.
Orhan Bey ise, Bizans’ın sadık ve itaatkâr bir taraftarı haline gelmiyor. O, önce İzmit’i almak ve daha sonra İstanbul’da Umur Bey’den daha farklı bir biçimde kabul edilmek istemiştir.
Orhan Bey, Karesi Beyliği’nden ödünç aldığı güçlü bir filo ile Marmara Denizi’ne çıkarak Anadoluhisarı’nı alarak gerek Asya gerekse Avrupa yakasında ileride yapacağı seferler için destek noktaları oluşturmak ve köylüleri köle yapıp evlerini talan etmek ve böylece imparatoru dehşete düşürmek istemiştir. Bizans’a düşman olan Galata’daki Cenevizliler de yardım etmeyi vaat etmişler, İzmit savaş hilesi ve barışçıl yollarla alınmış, İznik ve Bursa’da olduğu gibi kiliselerin çoğu Hristiyanların elinden alınarak yakınlarına imaretler ve medreseler kurulmuştur (1).
14.yüzyılda Bizans için bir kere kaybedilen bir yerin tekrar kazanılması düşünülemezdi. Kantakuzenos’un (VI.Ionnes) imparator olmasından sonra imparatorluğun kapıları, başta Türkler olmak üzere bütün yabancılara açılmıştı (1).
Türklerin 1342 yılında imparatorluk içerisindeki karmaşalara katkısı çok yüksek olmuştur. İzmir ve Efes’ten gelen seçkin savaşçıların Avrupa’ya çıktığı söylenir. Dostları Kantakuzenos için savaşmaya gelmişler. Türklerin bir kısmı Bizanslılarla dost, bir kısmı savaşmak üzere iken Orhan Bey barış imzalamış, ama yardım sözü vermemiştir (1,4).
Bu arada Umur Bey, İzmir zaferinin yılı olan 1345 yılında Saruhan Beyliği’nin de eşliğinde tekrar Avrupa’ya çıkmış İstanbul’un eşsiz güzelliğini görmüştür. Umur Bey, Rodop Dağları’nın geçitlerine doğru hareket ederek Bulgarlara karşı zafer kazanmış ve bu Türklerin Bulgarlara karşı kazandıkları ilk zafer olmuştur (1).
1348 yılında Aydınoğulları ile Kutsal İttifak (Haçlılar) arasında yeniden savaş çıkmış ve İzmir’i kaybetmiş olan Umur Bey, İzmir’e büyük bir hırsla saldırmış ve hayatını kaybetmiştir. Kendisinden sonrakiler o zamana kadar yürütülen politikayı devam ettirecek gücü kendilerinde bulamamıştır. Bu arada Osmanlı birlikleri Çanakkale boğazını geçmeye başlamıştır (1,4).
Umur Bey, kahramanca yapılan savaşlara rağmen babasından kendisine kalan Aydın ilinin sınırlarını genişletememiş, İzmir gibi en değerli varlığı elinden alınmış, kardeşinin yeteneksizliği gerileme dönemini ve Aydınoğullarının batışını hızlandırmış ve çok yavaş ilerleyen Osmanlılar tarafından fethedilmeyi beklemeye başlamıştır (1).
Aydın, Saruhan ve Karesi beylikleri Bizans’a destek için söz konusu edilemediğinden (1) artık, Türklerin yardımına ihtiyacı olan Bizanslılar kalan tek Türk Bey’i Orhan Bey’e başvurabilirlerdi. VI. Ionnes, Orhan Bey’i ikinci bir Umur Bey haline getirmek için Bursa’daki yaşı hayli ilerlemiş Orhan Bey’e kızını vermiş. Orhan Bey, son Karesioğullarını ortadan kaldırmış. Bizanslılar ile dostluklar kurulmuştur (4). Makedonya toprakları için Bizanslar adına müdahale edilmiş, Venedikliler ile Cenevizliler Orhan Bey’e avantajlı teklifler sunmuşlar, Sırplar da büyük saygı gösterilerinde bulunmuşlar. Osmanlılar, korunması için haraç ödenen Trakya’ya geçmişler. Mora sahillerine kadar gitmişlerdir (1).
Orhan Bey’le yapılan barış anlaşması, Bizans’a zarar vermiş, iç savaşlar tekrar başlamış, sınırları iyice daralan Bizans, üç bölüme ayrılmış, Orhan Bey, gerçek ve yasal imparator olan kayınpederini (VI. Ioannes) tanımıştır. Çıkan iç savaşın ilk yılında, Orhan Bey Avrupa’ya Türk Birliklerini göndermiş, sonunda VI. Ioannes’in eline düşen Edirne’ye yerleştirilmişler, böylece Osmanlılar ilk kez daha sonra Avrupa’da, Rumeli’de başkentleri olacak şehre ayak basmışlar, Trakya’da misafir olan Türkler, çadırlarında sanki Anadolu’daymış gibi yaşamışlardır (1).
Bizans’ın Osmanlı ile kurulan ittifakın en büyük avantajı imparatorluğunun Anadolu’da kalan son yerlerinin Türk akınlarına karşı artık güvencede olması idi. Bu yerler İstanbul’un karşısında bulanan Ereğli ve İtalyan denizcilerin Samastro dedikleri Amasya idi. Bizans İmparatoru III. Andronikos ve Karesioğlu Demirhan Bey 1328 yılında bu sahillerdeki Bizans kasabalarına akın yapılmamasını içeren bir anlaşmayı Pegae’de (Biga) imzalamışlardır.
1345’te alındığı kabul edilen Karesi Beyliği’nin ilhakı ile de Osmanlılar Rumeli arazisi ile karşı karşıya gelmişlerdir (4).
Rumeli’ye geçiş, Bizans İmparatoru olan Kantakuzenos’un (VI. Ioannes), Orhan Bey’den yardım istemesiyle başlamıştır. Kantakuzen’e Osmanlı Devleti’nin hükümdarı Orhan beyle anlaşmasını Aydınoğlu Gazi Umur Bey önermiştir. Osmanlının bu yardımların karşılığı olarak Bizanslılar tarafından 1353’te Gelibolu Yarımadasındaki Çimpe Kalesi verilmiş ve böylece Osmanlılar, Rumeli’deki ilk topraklarını kazanmışlardır. İç sorunlarını halletmiş olması ve düzenli fetih metotları nedeniyle Osmanlı, Balkanlar’daki genişlemede fazla zorluk çekmemiştir (4).
751 tarihli (11 Mart 1350 – 27 Şubat 1351) tahrir defterinden bir parça, Orhan’ı İlhanlılara karşı borçlu şefler arasında gösteriyor (4,9). Ancak, Osmanlılar her türlü etkiden ancak XIV. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak kurtulabilmişler (4).
Diğer Türkmen beylerine göre biraz daha iç bölgede yer alan Karamanlılar, Selçuklu ve İlhanlılarla mücadele ederken batıdaki Türkmenler (Sahipata ve Germiyan gibi) Afyon ve Kütahya civarlarında zafer üstüne zafer kazanmaktaydı. Örneğin, Bozcaada Türklerin eline geçtiği gibi, Rodos, Sakız, Sisam adaları da onlar tarafından tehdit ediliyordu. Hatta Ege denizinin güneyindeki adalar Türklere vergi dahi veriyorlardı. Eğer Karamanlılar belirtilen devletler ile mücadeleye girmemiş olsaydı, belki de Osmanlılar günümüzde bilinen o muhteşem devletini kuramayacaktı. (10)
1352 yılından sonra Türk fetihleri Bizans’ta büyük paniğe sebep olmuştur.
1354 yılında meydana gelen deprem de Osmanlının Trakya’ya yerleşmesinde etkili olmuştur. Deprem sonrasında Gelibolu ve çevresindeki diğer kaleleri ele geçirerek (1,4), tamir etmiş ve Karesi bölgesinden getirilen Türkler buralara yerleştirilmiştir. Böylece, Gelibolu ve Bizans’ın başkenti arasında bulunan her köy ve kasaba yavaş yavaş Türklerle doldurulmuştur (1). Orhan Bey’in büyük oğlu için Süleyman için Gelibolu’da bir saray yaptırılmıştır. Türklere köle olmaktan kurtulmak için birçok Hristiyan köylü İstanbul’a kaçmış, İstanbul’da yerleşik insanların hem bu saldırılardan hem de depremden dolayı cesaretleri kırılmış, uyuşmuş gibi olmuşlardır. Ancak, Süleyman’a göre Bizans başkentine yürüme zamanı gelmediğinden kısa bir süre sonra savaşçılar tarafından Bulgar topraklarına yönelmişlerdir (1).
Orhan Gazi’nin ve büyük oğlu Süleyman’ın (avda) ölümü üzerine sultanın bir diğer oğlu olan Murad, Trakya fatihi ve Türklerin Avrupa’ya geçişlerinin öncüsü olarak ön plana çıkmıştır. Saltanatının hemen başında Bizanslılara saldırmıştır. I. Murad, muhtemelen Çanakkale Boğazı’nda kurulan beylikteki temsilcileri Lala Şahin ve atak Hacı İlbey sayesinde yapılan ilk fetih dalgasında Hristiyan İstanbul’un sırtında bir dizi Rum Limanı ve şehirler kazanmıştır. İstanbul’dan Edirne’ye giden ticaret yolu üzerinde bulunan Lüleburgaz Büyük dükalığı fethedilmiş, Türkler yerleştirilmiş, Osmanlılar ayrıca boydan boya zengin otlaklara sahip güzel ve verimli ovaları da zapt etmişler; ormanların bulunmayışı, Türkleri, Bizans’ın elinde kalan yerlerde yaşayanların saldırısından korumuştur. Edirne kalesinin fethiyle Osmanlıların Avrupa’daki eyaleti olan Rumeli bir dairenin içine alınmış ve Gelibolu, liman olarak ve Anadolu’daki Türklerin sürekli geçişleri için kullanılmıştır. (1).
Akınlar sürmüş, Türk toprakları Gelibolu Yarımadası ve Meriç havzası tarafından oluşturulan üçgenle sınırlı kalmamıştır. Sınır eyaletlerini yöneten beyler tek başlarına bağımsız hareket edebilmişlerdir. Edirne fethedilince Rumeli’ye açılan bir kapı haline getirilmiştir (1).
Edirne alındıktan sonra gidilen her yerde imparatorluğun idaresi artık neredeyse hiç hissedilmemiş, yerleşim birimleri kendi kaderlerine bırakılmışlardı. Görülen Anadolu’nun fethinden önceki duruma benzer durumlardı ve burada da her zamanki yöntemleri kullanarak Osmanlılar kısa zamanda istedikleri başarıları elde ettiler (1).
Bulgar Devlet iyi yönetilmediğinden güçlü Filibe kenti alındı. Şehir, eski Rum karakterini taşımaya devam etti, Türkler artık tarımla uğraşmaya başladıklarından Saruhan Beyliği’nden gelen Türkler buraya yerleştirildi. Tunca Nehri kenarında bulunan ve Osmanlılar için bir nevi sınır beyliği oluşturan Yunanistan’ın orta Makedonya bölgesinde bir şehir olan Karaferye fethedilen yerlere dahil edildi. Aynı zamanda güneyde uç beyliği kuruldu, Gümülcine Osmanlı topraklarına katıldı (1).
Doğunun savunması artık yorulmuş olan İtalyan Cumhuriyetlerinin yerine Papaya düşüyordu. Ancak, Osmanlıların ne kadar tehlikeli olduğu anlaşılamıyordu. 1363 yılında Papa V. Urban Türklere karşı yeni bir “kutsal savaşın” açıldığını ilan etti. 1 Temmuz 1366 tarihinde, bu sefer Trakya topraklarının işgalcileri olarak Osmanlılara karşı kutsal savaş ilan edildi. Batıdan gelen Hristiyanlar Osmanlının Bizans ve İtalyan örneklerine göre oluşturulmuş filoya sahip olmamaları nedeniyle Gelibolu Limanı’na rahatlıkla girdiler. Gelibolu’nun Rumlara geri verildiği tarih olan 14 Haziran 1367 tarihine kadar Osmanlıların Avrupa’daki bu en büyük limanında Latinler, İtalyanlar, Fransızlar, Almanlar ve İngilizler yaşamışlardır. Bu arada I. Murad bir Bulgar ile evlenerek Bulgar’la evlilik bağı kurmuştur (1).
Haçlı Seferi’nin Papası olan V. Urban 1370 yılında ölünce, doğuda Hristiyanların Latinlerin silahları ve kendileri ile Rumlar arasında bir din birliği sayesinde yapılacak yeni fetihlere dair umutları da Papa ile birlikte mezara gitmiştir (1).
Bizanslılardan son alınan yer ise Siroz (Serez) sancağı idi. Türklerin eline geçmiş olan Gümülcine’den Selanik’e ve Siroz’a iki ticaret yolu gidiyordu. Selanik 1387 yılında ele geçirilmiştir. (1).
Türk tehlikesini bertaraf etmek için Sırplarla Bizanslılar arasında bir iş birliği bile söz konusu değildi. Zira Rumlar, Sırplardan nefret ediyor ve korkuyorlardı. Slav komşularına karşı Osmanlıları desteklemeyi yeğliyorlardı. Türklerin Meriç köprüsünde Çirmen kasabası yakınlarında ani bir baskınla gerçekleştirdikleri bu baskına “Sırpların mağlup olduğu yer” anlamında “Sırp Sındığı” denildi (1).
Türk akınları, Çimen Muharebesi’nden ve I. Murad’ın Avrupa’ya gelişinden hemen sonra Bulgarlara karşı daha iyi bir sınır belirlemek için kuzeye yönelmiş, 1372 yılı itibariyle Tunca bölgesinin tamamı (güneyde-Yunanistan’da Kızılağaç Yenicesi, Kuzeyde-Bulgaristan’da Yanbolu şehri) artık Türklerin eline geçmiştir. 1330 yılında Bulgaristan’ın en batısında bulunan ve Sırpların ve Bulgarların komşu Köstendil’in prensi Türk hükümdarlığını kabul etmiştir. (1).
I.Murad’ın desteği ile Bizans imparatoru olan IV. Andronikos Gelibolu’yu Osmanlıya yeniden vermiş, Osmanlılar artık yerlerinden atılamayacak duruma gelmiş ve 1376 yılından başlamak üzere Avrupa’da yeniden istedikleri gibi dolaşabilecek ve bölgenin tek hükümdarı olmak amacıyla yayılıp duracaklardır. Güçlü yerel beyler de Osmanlı’ya bağımlı duruma gelmişlerdir (10).
Papa XI. Gregor’un ölümünden sonra 1378 yılında doğudan soyutlanma başlamış ve Papalık, tehlike altındaki Batı’nın savunması için Haçlı Seferi düzenlenme kapasitesini yitirmiştir. Bu dönemde bütün sınırlara saldıran Türkler güçlü ve tek bir savunma yerine Frankların, Bulgar Sırpların ve çökmekte olan Bizanslıların kendi aralarında anlaşamayan ve zayıf direnci ile karşı karşıya kalmışlardır. Osmanlılar Karadeniz’e kadar tüm Rumeli bölgesini ele geçirmişler, Anadolu’dan getirilen Müslümanlar yeni kazanılan yerlerin birçoğuna yerleştirilerek, topraklar çiftlikler halinde sultanın sipahileri arasında bölüştürmüşlerdir. Türkler bundan sonra Rum İmparatoru’nun elinde kalan son eyaletlere yönelmişlerdir (11).
Sultan I. Murad kendini neredeyse tamamen Avrupa’daki davaya ayırmıştı. Türklerin yaptığı seferler fetih amaçlı idi ve özellikle güçlü Venedikliler olmak üzere her türlü İtalyan’la düşmanca temaslara sebep olacak deniz kıyılarını değil, sadece iç bölgelerindeki en önemli kaleleri topraklarına katmışlardı. Avrupa’da Türklerin müttefikleri de artmaya başlamıştı.
Artık tehdit, Anadolu’dan geliyordu, dengenin rakibi Osmanlı yararına değişmesini kabul edemeyen Karamanoğlu Alaeddin, hasmına kaşı savaşa girdi. I. Murad, Konya ovasında kazandığı zaferle durumunu güçlendirdi. Kosova zaferi sayesinde Bayezit, Balkanlarda iyiden iyiye oturmuş bir imparatorluğa mirasçı olmuştur (11).
I.Bayezit’in 1391 yılında Çandarlı beyliğine son vermesine ve diğer beyliklerin de yanına geçmesine rağmen Kadı Burhaneddin ve Karamanoğlu Alaeddin kendisine karşı çıktıkları sürece, Osmanlı iktidarı Küçük Asya’da yerli yerine oturmuş sayılmazdı. Bayezit Anadolu’da uğraşırken uç beyleri Avrupa’daki Türk etkisini güçlendirmişler, Osmanlılar, yerel beyleri tımar vererek kendilerine çekmişlerdir. Böylece Osmanlı idaresi ülkede oturmaktadır ve kadılar, sancak beyi, sipahi yerlerini almışlardır (11).
Osmanlı taşra idaresinde sancak temel birimken, 1361’den sonra özellikle Rumeli’de fetihlerin artması, sancakların üzerinde de bir kontrolün tesisini zaruri kılmış ve 1. Murad lalası Şahin Paşa’yı ilk olarak Rumeli’ye beylerbeyi tayin etmiştir. Böylece eyalet bir üst örgütlenmeden çok bir kontrolcü ve koordinatör fonksiyonlu bir birim olarak doğmuştur (12).
1393 yılında Bulgaristan’ın başkenti Tırnova işgal edildikten sonra Tuna bölgesi de Türklerin denetimine geçip, Çar da Osmanlı vasili olmuştur. Bayezit birçok vasiline karşı gücünü ortaya koymanın zorunlu olduğunu düşünmüş ve Mora despotu Theodoros biraz direnmekle birlikte bütün prensler durumu kabullenmiş, ancak Bayezit iktidarını saydırmış olsa da bu durum Bizans’ın baş eğmesinin sonu idi. Bayezit, 1394 ilkbaharından başlayarak Konstantinopolis’i kuşatmaya gitmiştir. (11).
1395 yılında Dobruca Türklerin eline geçmiş ve ilk Katolik devlet Macaristan’la Bayezit’in toprakları arasında hiçbir tampon devlet kalmamıştı. I. Bayezit zamanında Konstantinopolis tekrar kuşatılmış, ancak görkemli surları ve savunucuların inatçı yiğitliğini alt edecek araçlara henüz sahip olunmadığı için ve Timur’un Anadolu’ya doğru geldiği haberi alınınca kuşatma bırakılmıştır (11).
I.Bayezid’in tahta çıktığı andan itibaren Anadolu’da o güne kadar çoğunlukla tesadüfen ve kısmen eyalet yöneticilerin, hatta basit sipahilerin atılganlıkları ile büyütülen devlete kesin ve güvenli sınırlar kazandırma kararı alınmıştır (1).
Türk akıncılar 1400 yılı sonbahar aylarında Banat’ın (Günümüzde Macaristan, Romanya ve Sırbistan içinde kalan bir bölgedir) yakınlarına kadar gelmişlerdir (1).
1401 yılının sonlarında Avrupa’da Trakya, Makedonya, Tesalya, Doruca Bulgaristan Osmanlıların dorudan denetimi altındadır (11).
1402–1403 yılları fetret yılları olup, bu dönemde Yıldırım Bayezid’in beş oğlundan dördü arasındaki taht kavgaları nedeniyle bunalım dönemidir. Zaten yazımızın amacı da Osmanlı’nın ilk döneminde gerçekleşen Rumeli’ye geçişin nedenlerinin araştırılması olduğundan böylece Osmanlı’nın ilk 100 yılı dönemi incelenmeye çalışılmıştır.
S O N U Ç
Yukarıda anlattığımız bu yüz yıllık süreci yani Osmanlının ilk dönemlerinde batıya yönelmesinin nedenlerini özetleyecek olursak;
1-Kayı aşiretinin, sonraki adıyla Osmanlı Beyliği’nin, diğer beyliklerden farklı olarak bir devlete ve imparatorluğa dönüşmesini öncelikle kuruluş dönemindeki iki özelliği ile açıklamak mümkündür; Gaza geleneği ve İsabetli göç politikaları.
Dolayısıyla ünlü tarihçi Paul Wittek’in de belirttiği gibi gaza (ya da kutsal savaş) Osmanlı’nın bir “raison d’etre”i (varlık nedeni) olmuştur. Osmanlılar, Bizans’la sürekli cihat halinde kalarak, Türkmenlerin de büyük desteğini kazanmıştır.
Öte yandan, Türkmen ve Rum güç dengesi, Türkmenler tarafındadır. Bizans bu mücadelede temelde ücretli askerlere güvenmek ve onlara hazineden sürekli para yetiştirmek zorunda olduğu halde, alp/gazi önderler yanlarına sadece kutsal gaza ve ganimet için gönüllü gelen sayısız Türkmen savaşçısı bulmakta idiler.
Osmanlı’nın gücü sıkı Moğol düzeninden ve disiplininden kaynaklanmış, bu güç akıncıların ganimet arzuları, tüm Türk halklarının yıllık savaş hırsı ve tımarlarını gittikçe genişleten sipahilerin müteşebbis ruhu ile daha da artmıştır. Sancak beylerine fethedilen şehirlerin verilmesi, Osmanlı hanedanı mensuplarının zekâsı dayanaklığı ve devlet işlerindeki yetenekleri bu savaşçı topluluğunun yabancı halkları yenmelerine, ilhak etmelerine ve sömürmelerine yardımcı olmuştur.
Orta Anadolu steplerinden Malatya’ya kadar tüm ülkeden uç bölgesine (Müslüman sınır bölgesi) sürekli bir nüfus akını olmuş, örneğin, Anadolu’dan getirilen Müslümanlar yeni kazanılan yerlerin birçoğuna yerleştirilerek, topraklar çiftlikler halinde sultanın sipahileri arasında bölüştürülmüş ve Türkler Rum İmparatoru’nun elinde kalan son eyaletlere yönelmişlerdir.
2-Osmanlının Trakya’ya yönelmesindeki sebeplerden biri de Anadolu’daki Moğol hakimiyetidir. 13. Yüzyılın ortalarında Türklerin büyük çoğunluğu da artık Moğolların hükmü ve hizmeti altına girmiştir. 1277’de Anadolu İlhanlı devletinin bir eyaleti olarak tamamen Moğol kontrolü altındadır. Bazı kaynaklarda Orhan İlhanlılara karşı borçlu şefler arasında gösterilmiştir. XV. yüzyıla kadar Moğolların mirasçıları ya da kendilerini böyle görenler, Osmanlılar üzerindeki bakıyı sürdürmüşlerdir.
Diğer taraftan Karamanlılar Moğollar ve mirasçıları ile mücadeleye girmemiş olsaydı, belki de Osmanlılar günümüzde bilinen o muhteşem devletini kuramayacağı tarihçi Prof. Dr. Osman Turan tarafından dile getirilmektedir. Germiyanoğulları ve Karamanlılar İlhanlılara karşı koruma sağlarken, Osmanlılar Germiyanoğulları ve Karamanoğulları beyliklerine rağmen doğuya gidemezlerdi. Diğer taraftan Çandarlı Beyliği var olduğu sürece de Osmanlı iktidarı Küçük Asya’da yerli yerine oturmuş sayılmazdı.
3-Anadolu Beyliklerinin güçlerini birleştirmelerini de diğer önemli bir faktör olarak sayabiliriz. Osmanlıların Umuroğullarıyla entegrasyonu Üsküdar’a kadar olan yerlerin hızla fethedilmesini sağlamıştır. Orhan Bey, Bizans’ın içinde bulunduğu siyasi müşkülattan, Umur Bey ile ortak bir hareket tarzı benimseyip İmparator Kantakuzenos’u destekleyerek yararlanırken, bir yandan da oğlu Süleyman Paşa emrindeki kuvvetlerle Gelibolu Yarımadası’na geçiş yapıyor ve doğal felaketlerin de yardımıyla Balkanlarda hızlı bir yayılmanın önü açmış oluyordu. Burada Karesi beyliğinin de Osmanlı bayrağı altındaki faaliyetlerinin büyük bir önemi vardı. Osman Gazi ve Umur Bey güçlerini birleştirip emri altındaki gazilerle Bithynia’yı adım adım ele geçirirlerken, Karia bölgesinde Kır Bey oğlu Menteşe Bey ve damadı Sasan Bey’in, Sublaion üzerindeki tahkimatın zayıflamasından yararlanarak Rodos’u hedef yapmışlardır.
4-Zaviyeler erken dönemde Osmanlının yerleşmesinde ve yollarda güvenlik konularında birinci derecede hizmet görmüşler, zaviye etrafında güvenle oturan ve hizmet görenler zamanla çoğalıp köy durumuna gelmişler ve fethedilen bölgelerde Osmanlı yerleşmesinde, kolonizasyon süreci böyle işlemiştir.
5-Bölünmüş bir Hristiyan dünyaya karşı, Osman’la Orhan, tarihin sahnesine yükselip çıkmak için, tarihi, zekayı ve askeri yetenekleri birleştirmeyi bilmişlerdir. Osmanlı Devlet adamlarının yetenekli olması da önemli bir etkendir.
6-Osmanlı Hıristiyan halkın da korumasını üstlenerek bölgede kendisine büyük bir güven duyulmasını sağlamıştır. Zaten Beylikler döneminde hisar dışı arazide savunmasız kalan Rum köylüye karşı izlenen politika hoş tutup kendi tarafına kazanma politikasıdır. Anadolu ve Balkanlarda Osmanlı fetihlerinin hızla gerçekleşmesinden başlıca bu politika sorumludur.
Gazilerin Hristiyan kadınlarla evlenmeleri de Rumların Müslüman toplumu ile kaynaşmasında çok önemli bir rol oynadığının belirtildiğini, Halil İnalcık’tan öğrenmekteyiz.
7-Umur Bey, İzmir zaferinin yılı olan 1345 yılında Saruhan Beyliği’nin de eşliğinde tekrar Avrupa’ya çıkıyor. İstanbul’un eşsiz güzelliğini görüyor. 1345’te alındığı kabul edilen Karesi Beyliği’nin ilhakı ile de Osmanlılar Rumeli arazisi ile karşı karşıya gelmişlerdir. Bu arada Osmanlı birlikleri Çanakkale boğazını geçmeye başlamışlardır.
Rumeli’ye geçiş, Bizans İmparatoru olan Kantakuzenos’un, Orhan Bey’den yardım istemesiyle başlamış, Osmanlının bu yardımlarının karşılığı olarak Bizanslılar tarafından 1353’te Gelibolu Yarımadasındaki Çimpe Kalesi verilmiş ve böylece Osmanlılar, Rumeli’deki ilk topraklarını kazanmışlardır. İç sorunlarını halletmiş olması ve düzenli fetih metotları nedeniyle Osmanlı, Balkanlar’daki genişlemede fazla zorluk çekmemiştir.
1352 yılından sonra Türk fetihleri Bizans’ta büyük paniğe sebep olmuştur.
8-1354 yılında meydana gelen deprem de Osmanlının Trakya’ya yerleşmesinde etkili olmuştur. Deprem sonrasında Gelibolu ve çevresindeki diğer kaleleri ele geçirerek, tamir etmiş ve Karesi bölgesinden getirilen Türkler buralara yerleştirilmiştir.
9-1361’den sonra özellikle Rumeli’de fetihlerin artması, sancakların üzerinde de bir kontrolün tesisini zaruri kılmış ve 1. Murad döneminde Rumeli’ye beylerbeyi tayin edilerek eyalet sistemi kurulmuştur.
10-Doğuda Hristiyanların Latinlerin silahları ve kendileri ile Rumlar arasında bir din birliği sayesinde yapılacak yeni fetihlere dair umutlar da sönmüş, Papa XI. Gregor’un ölümünden sonra ise 1378 yılında doğudan soyutlanma başlamış ve Papalık, tehlike altındaki Batı’nın savunması için Haçlı Seferi düzenlenme kapasitesini yitirmiştir. Türk tehlikesini bertaraf etmek için Sırplarla Bizanslılar arasında bir iş birliği bile söz konusu olmamıştır. Zira Rumlar, Sırplardan nefret edip, korktuklarından, Slav komşularına karşı Osmanlıları desteklemeyi yeğlemişlerdir.
KAYNAKLAR: