Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
GİRİŞ
Millet kavramıyla ilgili yapılan tariflere baktığımızda tarifi yapan fikir adamlarının hareket noktalarının birbirinden farklı olduğunu görürüz. Milleti oluşturan amillerin ırk ve dil olduğunu kabul edenler olduğu gibi, yaşanılan coğrafyanın millet oluşumunda en büyük etken olduğunu ileri sürenler de vardır. Bu görüşleri değerlendirdiğimizde dünyadaki tüm milletleri kapsayacak bir millet tarifi olmadığı fikrine varabiliriz. Ancak şunu da eklemeliyiz ki milletlerin tarifi konusunda farklı noktalardan hareket etseler de tüm fikir adamları tarihsel süreçte millet kavramının çok önemli olduğunu kabul eder.
Türk milleti hangi millettir ve Türk Milletini oluşturan amiller nelerdir? Bu sorulara verilen cevaplarda bazı farklar olsa da[1] üzerinde uzlaşma oluşmuş bazı noktalardan hareketle şöyle bir tarif yapabiliriz: Türk Milleti, Türk dilinin geliştirip şekillendirdiği, tarihsel sürecin pekçok ortak duyguyla yoğurup besleyerek toplumsal bütünlük duygusu etrafında birleştirdiği insanların oluşturmuş olduğu bir milletin adıdır.
Eski Çin kaynaklarında Hiyung-Nu[2] adıyla anılan milletin, Türk Milletinin tarihteki en eski devleti olan Hunlar olduğu kabul edilmiş bir gerçeklik olduğuna göre Türk Milleti; binlerce yıllık bir geçmişe sahip, günümüz dünyasında geniş bir coğrafyaya yayılmış, farklı coğrafyalarda farklı lehçeleri konuşan, özgün bir dil ve köklü bir tarihe mensup insanların oluşturmuş olduğu millettir.
Milliyet fikrinin; dil, kültür, ırk, inanç, ortak tarih mirası ve ortak istikbal fikri…gibi etkenlerin bir araya gelmesiyle oluşan, sosyal yönü yanında siyasal yöne de sahip bir kavram olduğunu da eklemeliyiz. Dünya milletlerinin günümüzde gelmiş olduğu en ileri siyasal aşama budur. Bu aşamaya gelebilmek için her millet çok önemli tarihi tecrübelerden geçmiştir. Şimdi Türk Milletinin siyasal alanda geçirmiş olduğu tecrübelerin önemli olanlarından biri-Türkçülük-hakkında bazı değerlendirmelerde bulunalım.
Her devletin siyasal, sosyal yapısının kendi döneminin özel şartları içinde oluştuğu gerçeğinden hareket edersek bu durumun Osmanlı İmparatorluğu için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Üç kıtada toprakları bulunan çok uluslu ve çok inançlı Osmanlı İmparatorluğunun sosyal yapısına baktığımız zaman oluşturmuş olduğu millet sisteminin bugün bizim anladığımız millet algısından ve pratiğinden tamamen farklı bir mahiyet taşıdığını görürüz. Bu yapı ‘’dini-toplumsal’’[3] bir yapıdır.
Henüz Kuruluş dönemindeyken Osmanlılar çok uluslu bir yapıya kavuşmuş, kuruluş dönemi tamamlandıktan ve İstanbul fethedildikten sonra ise hem nüfus hem kimlik bakımından Osmanlı Devleti önemli bir değişim geçirmiştir. Millet sisteminin II. Mehmet döneminde İstanbul’un fethinden sonra ortaya çıktığı söylenebilir. Bunun Osmanlı Devleti’nin iç dinamikleriyle ilgisi olduğu gibi Bizans dönemi uygulamalarıyla da yakından ilgisi olduğu anlaşılıyor.
Bizans Devleti, XV. Yüzyılda artık oldukça zayıflamış, varlığını devam ettirebilmek için Venedik, Ceneviz ve ticarete söz sahibi olabilecek diğer kesimlere çeşitli ayrıcalıklar tanımıştı. İstanbul fethinden sonraki süreçte Osmanlı Devleti’nin Venediklilerle imzaladığı barış anlaşmasında da benzer hükümler vardır.[4] II. Mehmet’in ticaret kanalıyla uygulamaya başladığı bu özel statünün zamanla sosyal ve dinsel alanı da kuşatacak bir şekil aldığı söylenebilir. İmparatorluk bünyesinde yaşayan Gayr-ı Müslüm kesim kendi dini liderleri vasıtasıyla özel bir statü kazanmış, Müslüman halk ise etnik kökenine bakılmaksızın ayrı bir millet halini almıştır.
Bir bakıma II. Mehmet, Gennadios II’yi (Georgios Scholarios) Ortodoksların ruhani lideri -Patrik- olarak atamak suretiyle Ortodoksların hamisi olmuş, Ermeniler için de benzer bir tasarrufta bulunmuştur. Böylece II. Mehmet hem Müslümanların hem Hıristiyanların başı olmuş, kendisi; farklı din, mezhep ve dilden insanları yöneten, hepsinin başı olan, hepsini inanç merkezli birer millet olarak kabul eden ve hepsinin üstündeki bir temsilci olmuştur.
1.Mehmet’le başlayan bu süreç Musevilerin de imparatorluk bünyesine dahil olmasıyla; Müslüman, Musevi, Ermeni, Rum Milleti şeklinde bir yapı kazanmıştır. Görüldüğü gibi burada etnik bir vurgu değil dinsel temelli bir ayrım vardır. Müslüman milletinin durumunu en iyi anlatan örnek Şeyhülislamın (Meşihat makamı) varlığıdır. Şeyhülislamlar, tıpkı Gennadios II ya da Hovakim gibi padişah tarafından atanan kişilerdir.[5]Bu nedenle etnik kimliği öne alan bir yaklaşımın belirtileri ancak XIX. Yüzyılda ortaya çıkabilecektir. Nihayet XX. Yüzyılda Atatürk önderliğinde milli bir devlet kurulabilecek ve millet sözü giderek yabancı unsurları kapsamayan Anadolu halkı için kullanılan bir kavram olacaktır.[6]
İnsan topluluklarının bir anda millet kimliği kazamadığına yukarıda değinmiştik. Millet kavramının da kısa tarihsel süreçlerde siyasal bir mahiyet almayacağı ortadadır. Türk Milleti fikri de Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde hâkim uygulama olan ve din merkezli millet anlayışından dolayı gelişememiştir. Ancak Tanzimat döneminde yaşanan değişimden İmparatorluğun asli unsuru olan Türkler de etkilendi. Tanzimat genel hatlarıyla Osmanlı Devleti’nde yapılan birçok düzenleme ve batı medeniyetiyle teması ifade eder.[7]
Bu temastan önce Müslüman Millet-özellikle Türkler- kendini Gayr-ı Müslimlerle asla bir tutmazdı. Ancak değişen yeni şartlar ve eşitlik vurgusu tüm kesimlerde bir kimlik sorgulamasının kapısını biraz daha aralamıştır. Osmanlı Devleti’nin batılılaşma çabaları sadece teknik alanda kalmamış, batılı fikirler de-milliyetçilik fikri de-bilinmeye, tanınmaya, tartışılmaya başlanmıştır. Bu fikirler en son Türkler arasında tartışılmıştır. Bunun en önemli nedeni ise İmparatorluğun kurucu unsuru olan Türklerin milliyet fikrini seslendirmeleri halinde devletin dağılacağına olan inançları, tüm olumsuz ve yıkıcı etkiler karşısında bile sonuna kadar imparatorluğu bir arada tutma eğilimleridir.
Tanzimat Fermanı ile başlayan süreçte; başta hukuk, ekonomi ve eğitim alanları olmak üzere geniş bir alanı kapsayan batılılaşma girişimlerinin bir sonucu olarak yeni okullar kuruldu. Bu okullardan ve Osmanlı Devleti’nin batıyı daha sağlıklı anlama amacının bir yansıması olarak açılmış olan tercüme odasından yetişmiş bürokrat ve aydınlar batı kökenli fikirleri 1860’lardan itibaren dillendirmeye başladılar. Bu fikirlerin özünü anayasaya dayalı meşruti bir yönetim oluşturuyordu.1865 yılında Namık Kemal, Mustafa Fazıl Paşa, Agah Efendi, Ayetullah Bey ve Mehmet Bey İttifak-ı Hamiyet adıyla bir gizli cemiyet kurmuş, bu cemiyet sonradan Yeni Osmanlılar adını almıştır.[9]
Reşit Paşa’nın temellendirdiği, Ali ve Fuat Paşaların devam ettirdiği Tanzimat hareketinin genel karakteristiği vatandaşlara hürriyet vermekten ziyade ana hedef olan devleti kurtarmaya yönelik olmasıydı. Yeni Osmanlılar ise işte buna muhalefet ediyor, vatandaşlara daha geniş bir hürriyet verilmesi suretiyle anayasalı bir meşrutiyet ilanı ile devletin kurtulacağına inanıyorlardı. Onların istedikleri hürriyet batılılaşma hareketleriyle beraber aynı zamanda Tanzimat döneminin bir eksiği olan ahlaki değerler zeminini de oluşturacaktı.
Çünkü Yeni Osmanlılara göre siyasal demokrasi İslam felsefesine aykırı değil bilakis uygundu[10] Özellikle Şinasi’nin basın kanalıyla Türkçe konusundaki hassasiyetini ortaya koyan yazıları sonraki süreçlere bir model oluşturmuş ve yeni bir bakış açısı getirmiştir. Ancak yazdıklarına bakılırsa bu hassasiyetin siyasi bir hassasiyet olmadığını anlamak zor değildir.
XIX. Yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde -ömrü kısa olsa da- Osmanlı Devleti Meşruti bir yönetime geçmiştir. Mithat Paşa ve Yeni Osmanlıların etkinliği, dönemin tarihsel koşulları ve V. Murad’ın tahttan indirilme süreci düşünüldüğünde yeni Padişah II. Abdülhamid’in meşrutiyeti ilan etmekten başka çaresi kalmadığı anlaşılıyor. Anayasa taslağını ve özellikle kendi yetkileriyle ilgili hükümleri dikkatle incelediğini, elden geldiğince kendi haklarını-Padişah hakları- korumaya çalıştığını söylemek mümkündür.[11]
Bu ortamda Kanun-ı Esasi 23 Aralık 1876’da ilan edilmiş, Osmanlı Tarihinde yeni bir dönem başlamıştır.[12] Asıl inceleme konumuz Kanun-ı Esasi değildir ancak bu anayasada konumuzla ilgili hayati önem taşıyan iki maddeyi olduğu gibi alıyoruz. Bunlar: 8. ve 18. maddelerdir.119 maddeden oluşan Kanun-ı Esasi’nin 8. Maddesi:
“Devlet-i Osmaniye’nin tabiiyetinde bulunan efradın cümlesine herhangi din ve mezhepten olursa olsun bilaistisna Osmanlı tabir olunur ve Osmanlı sıfatı kanunen muayyen olan ahvale göre istihsal ve izaa edilir’’ diyor.18. maddesi ise:
‘’Tebaa-i Osmaniye’nin hidemat-ı devlette istihdam olmak için Devletin lisan-ı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır’’ ifadeleri yer alıyor.[13]
Anayasa hükümleri dikkatle incelendiğinde-özellikle yukarıya aldığımız 8. Madde özelinden yola çıkarsak- devletin herhangi bir milliyete vurgu yapmadığı görülür. Bunun nedeni açık olarak Osmanlı İmparatorluğun bir arada tutulma gayretidir. Aynı şekilde 18. Maddesini değerlendirdiğimizde ise Türkçenin en azından resmi devlet dili olduğu vurgusunu görüyoruz. Bu bizi Türk vurgusunun siyasi bir devlet mantığı şeklinde olmasa bile etkin bir kavram olarak XIX. Yüzyıl sonlarında Osmanlı anayasasında kendine yer bulduğu sonucuna götürmektedir.
Yukarıda ortaya koymaya çalıştığımız tablo içinde XIX. Yüzyıla gelindiğinde bazı önemli etkenlerin Türkçülüğe zemin hazırladığını söyleyebiliriz. Bunlar;
Milliyetçilik akımının tüm dünyada Fransız Devriminden sonra yayılmaya başladığı fikri genel bir kabuldür. Çok doğaldır ki bu durum en başta çok uluslu imparatorluklara zarar vermiştir. Çok uluslu bir yapıya sahip olan Osmanlı İmparatorluğunda da bu akımın Gayr-ı Müslim azınlıklardan başlayarak sonrasındaki süreçte Gayr-ı Türk, Müslüman milletlerin de bağımsızlık isteği ile sonuçlanan bir süreç başlatmıştır. Bu durumun doğal olarak artık imparatorluğun Türk unsuru üzerinde de bir duyarlılık geliştirdiğini söylemek mümkündür.1897 Türk-Yunan savaşının getirdiği ruh haliyle Mehmet Emin’in (Yurdakul), kendisinin bir Türk olduğunu büyük bir övünçle dile getirmesi buna güzel bir örnektir.[15]
İmparatorluktan kopan ve bağımsız hale gelen yeni devletlerin kuruluşu da buna benzer bir etki uyandırmıştır. Öyle ki 1829 Edirne Antlaşması ile başlayan süreçte Yunanistan başta olmak üzere pek çok yeni devletin bağımsız olması, Sırbistan, Karadağ ve Romanya’nın kuruluşu Türk unsurda yeni bir sorgulamaya gidilmesine zemin hazırlamıştır.[16]Özellikle XIX. Yüzyıl sonlarında Ermenilerin Hınçak ve Taşnaksütyun ihtilal örgütlerini kurmaları (ilki 1887 yılında, ikincisi ise 1890 yılında kurulmuştur.[17]) O dönemde hâkim fikri eğilimler üzerinde büyük etki yapmıştır. Bu durumda Osmanlı Devletinde hem etnik hem kültürel hem de siyasal anlamda Türk kimliği kendini göstermeye başlayacaktır.[18]
Yeni Osmanlılar döneminde millet kavramı hiç kuşkusuz Osmanlı Milleti anlamında kullanılmaktaydı. Ancak Yeni Osmanlıların Türkçe konusunda önemli bir hassasiyeti olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle Ziya Paşa’nın Şiir ve İnşa adlı makalesi buna en güzel örnektir.[19]Ziya Paşa’nın ifadelerini bir durum tespiti saymak ve kullandığı Türk ifadesinin siyasi bir yönü olmadığını, kültürel bir anlam taşıdığını söylemek yerinde olur. Ancak kültürel anlamda da Türkçülüğün ilk net izlerini Ahmet Vefik Paşa’da aramak yerinde olacaktır. Onun Lehçe-i Osmani ’sine yazmış olduğu önsözünden, Türk diline sadece Osmanlı coğrafyasıyla sınırlı bakmadığı anlaşılıyor. Lehçe-i Osmani’nin önsözünde şöyle diyor Ahmet Vefik Paşa: ‘’Türk dilleri içinde en önce yayılan Oğuz şubesi Tataristan ve Türkistan’ı bir zaman Bahr-ı Şarki’ den Macaristan’a kadar kavrayıp hala ‘Guz’ dili denir. Onun yenisi olan Türkmen dili İran ve Suriye’yi kaplayıp Anadolu’ya inmiş, zamanla lehçe-i Osmani’yi meydana getirmiştir.’’[20]Ahmet Vefik Paşa’nın bu eserde aslı Arapça ve Farsça olmayan kelimeleri olanlardan ayırarak yazdığını hatırlamak onun Türk diline verdiği önem ve değer açısından bize bir ipucu verecektir. Ahmet Vefik Paşa ayrıca Ebulgazi Bahadır Han’ın meşhur Şecere-i Türki adlı eserini de Çağatay lehçesinden Osmanlı lehçesine çeviren kişidir.
Dil alanından tarih alanına geçtiğimizde ilk örnek olarak karşımıza Mustafa Celalettin Paşa[21] çıkmaktadır. Onun yazdığı Les Turcs Enciens Et Modernes adlı eser Türk Milliyetçiliğinin çarpıcı bir örneğidir. Bu eserde Paşa özetle; insanlığın medeni yükselişinde Türklerin oynadıkları büyük rolü ortaya koymaya çalışır ve Türklerin tarihsel önemiyle ilgili örnekler verir.[22]
Türkçülüğe zemin hazırlayan etmenler arasında yer alan önemli etmenlerden biri de oryantalistlerin etkisidir. Şinasi oryantalist Silvestre De Sacy’ nin dostluğunu kazanmış, Mustafa Celalettin Paşa yazdığı eserde De Guignes’in eserinden yararlanmıştır. Ayrıca Vambery, Radloff ve Leon Cahun ’un eserleri Türklük fikrinin güçlenmesine büyük katkı yapmıştır.[23]Türkçülüğün ikinci devresi diye adlandırabileceğimiz 1865 sonrası süreçte Süleyman Paşa[24], Ahmet Midhat Efendi ve Ahmet Cevdet Paşa sayılabilecek önemli isimler arasındadır.
Bu bölümde Türkçülüğün doğuşu, gelişimi ve yeni Türk devletine eserleri ile etki eden ünlü kişilerle ilgili kısa bir bilgi verilmeye çalışılacaktır.
XIX. Yüzyılın son çeyreğinde artık Türkçülük dil, edebiyat ve tarih çalışmalarında belli bir olgunluğa erişmişti. Her ne kadar II. Abdülhamid siyasi olarak milliyetçi yaklaşımların tam tersi bir görüşü benimsemiş ve bu yönde politika üretmeyi tercih etmiş olsa da Osmanlı İmparatorluğunun dışında-Rusya’da ortaya çıkan- iki önemli ismin etkisini yok edememiştir. Bu iki isim; Mirza Fethali Ahundof (Ahunzade Mirza Feth Ali) ve Gaspıralı İsmail-İsmail Gaspirinski’dir.[44] Mirza Fethali’ nin tamamen Türk şivesini kullanarak yazmış olduğu komediler kısa sürede dikkatleri üzerine çekmiştir. Ahunzade’ nin 1863 yılında İstanbul’a geldiğindeKeçecizade Fuat Paşa ile görüştüğü de bilinmektedir. Mirza Fethali’ nin önemi ilk Türkçe tiyatro eseri yazarak bu konuda bir çığır açmış olmasıdır. Gaspıralı İsmail ise; Dilde, fikirde ve işde birlik sloganını ilk kullanan kişidir. Onun çıkarmış olduğu Tercüman gazetesini Anadolu Türklerinin de anlaması Osmanlı sınırlarında yaşayan Türkçülerin XX. Yüzyıl başlarında Osmanlı sınırlarını da aşan yeni hedefler koymasına yardım etmiştir.[45]
Birçok farklı kaynaktan beslenen Türkçülük XX. Yüzyıla girildiği sıralarda siyasi alanda olmasa da dilde, edebiyatta, tarih çalışmalarında başlamıştı.1889 tarihinde kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde ağırlıklı olarak Osmanlıcılık fikri hakimdi. Yine de bu yapı Şükrü Hanioğlu’na göre; içinde birçok farklı siyasi düşünceyi taşıyan insanları bir araya getiren bir gayr-ı memnunlar cemiyetiydi.[46]Selanik’te çıkan Genç Kalemler Dergisi’ni buna örnek verebiliriz. XX. Yüzyıla bu şartlarda girilmiş ve bu yüzyılda birikmiş muhalefetin de etkisiyle II. Abdülhamid, meşrutiyeti tekrar ilan etmek zorunda kalmıştır. II. Abdülhamid’i meşrutiyeti tekrar ilan etmek zorunda bırakan nedenleri ise şöyle sıralayabiliriz.
*Orduda, özellikle üçüncü orduda, genç subayların inkılap konusundaki kararlı tutumu
*Makedonya’nın Osmanlı Devleti’nin elinden gideceği düşüncesinin yerleşmesi ve büyük devletlerin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmasına duyulan tepki
* Bulgar, Sırp, Yunan çete ve komitalarının faaliyetleri
*Yurdun birçok yerinde çıkan isyanlar ve Türk gençlerinin hiç bitmeyen seferberlik hali
*İttihat Ve Terakki’nin yürütmüş olduğu etkili muhalefet
*II. Abdülhamid’in baskı idaresine duyulan tepki ve yönetim tarafından yurdun dört bir yanına sürülen insanların bulundukları yerlerde halkı bilinçlendirmeleri[47]
20. Yüzyıl başlarında Osmanlı siyaset ve fikir dünyasındaki değişimin hızını belki de en iyi anlatan durum 1904 yılında Yusuf Akçura tarafından ileri sürülen ve en yakın arkadaşları tarafından bile reddedilen fikirlerin henüz on yıl geçmeden büyük bir kitle tarafından kabul görmesidir. Kendisi Kazan Türklerinden olan Yusuf Akçura 1904 yılında Kahire’de Ali Kemelin çıkarmakta olduğu Türk dergisine gönderdiği bir makalede Türk Milliyetçiliğini ilk kez Osmanlı toplumunun gündemine getirmişti. Ancak makaleyi kendi yayımlayan Ali Kemal bile sonraki sayıda tek kurtuluş yolunun Osmanlıcılık olduğunu vurguluyordu. Tam burada bir tespit yapmak bu iki farklı bakışın nedenini, Osmanlı Türkleriyle Rusya’dan gelen Türklerin olayları değerlendirme farklarını, anlamada bize yardımcı olur.
Rusya’dan gelen Türkler Çarlık Rusya’sına karşı milliyetçi düşünceleri savunmuşlardı ancak Osmanlı Türklerinin karşısında düşman bir güç değil kendi kurdukları devlet vardı. Bu durum aynı amaç etrafında toplansalar da önemli bir yöntem farkının ortaya çıkmasının belki de en önemli nedeniydi. Türkiye Türkleri için XX. Yüzyıl kadar Türkçü düşünce dil ve kültür alanında olabilir ancak siyaset alanında olamazdı. Çünkü Türkçülüğün siyaset alanına sarkması demek, imparatorluğun bizzat Türkler tarafından yıkılması demekti. Bu iki bakış arasındaki farkın ortadan kalkması için Balkan Savaşlarının yaşanması gerekiyordu.
Balkan Savaşları ile yaşanan tarifsiz acılar ve büyük göç dalgası imparatorluk bünyesinde yaşayan herkesin, özellikle Türkçülerin, duyarlılığını kamçıladı. Deyim yerindeyse şok etkisi yarattı. Arap ve Arnavut milliyetçiliğinin yükselişi de Yusuf Akçura’nın tezini çok daha güçlü bir şekilde kamuoyunun önüne getirmişti. İttihat Ve Terakki içinde yer alan Türkçüler artık Türkçülük fikrini siyasal alanda gür bir şekilde seslendirmeye başladı. II. Meşrutiyet sonrası süreçte gelen özgürlük ortamında Türkçülük fikrini işleyen basın araçları ve kuruluşlar geniş kitleler tarafından ilgiyle izlenmeye başladı.
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın II. Meşrutiyet devri Türkçülüğün somut örgütlenişinde en önemli devirdir. Bu döneme kadar geçen süreçte yukarıda da kısmen değinildiği gibi milliyet esası üzerine cemiyet kurmanın II. Abdülhamid devri genel siyaseti düşünüldüğünde ne denli zor olduğu görülür. Ancak bununla beraber başka milletlerin veya Müslüman olup Türk olmayan kesimlerin farklı adlarla da olsa kurmuş oldukları milli cemiyetleri vardı. II. Meşrutiyet sonrası süreçte Türkçülük fikri etrafında oluşan önemli cemiyetler şunlardır.
Bu cemiyet Türkiye’de Türk Milliyetçiliğini esas alarak kurulmuş olan ilk cemiyettir. Kuruluş Nizamnamesine göre Türk Derneği’nin kuruluş tarihi 12 Kanun-ı Evvel 1324(25 Aralık 1908) tarihidir. Nizamnamenin ikinci maddesine göre cemiyetin amacı özetle şöyleydi: Bütün Türklerin geçmişteki ve bugünkü durumlarını öğrenmek ve öğretmek; Türkçenin açık, sade, güzel ve ilmi bir dil olması için çalışmak. Türk Derneği tarafından bastırılmış olan ilanlardan dernek çalışmalarına katkı sağlayan isimler hakkında da bilgi sahibi olabiliriz. Mekteb-i Mülkiye toplantısı kayıtlarında; Ahmet Midhat Efendi, Emrullah Efendi, Necip Asım Bey, Bursalı Tahir Bey, Korkmazoğlu Celal Bey, Veled Çelebi, Akçuraoğlu Yusuf, Boyacıyan Agop Efendi, Tarihçi Arif Bey, Akyiğitoğlu Musa Bey, Fuad Raif Bey, Rıza Tevfik Bey ve Ahmed Ferit Beyin isimleri yer almaktadır.Dernek kayıtlarından 63 kişinin üyelik aidatı ödediği anlaşılıyor.Üye olmaksızın nakdi yardımda bulunan isimler arasında dikkat çeken iki kişi ise Sait Halim Paşa ve Halit Ziya Beydir.Ağaoğlu Ahmet Bey ve Köprülüzade Fuad Bey de derneğe ilk üye olan isimler arasındaydı. Bu dernek, üyelerinin İstanbul dışı görevlere atanması ve faal üyelerinin dernek toplantılarına katılamaması nedeniyle kısa ömürlü ancak Türkçülük adına bıraktığı etki büyük olmuştur.
Türk Yurdu Cemiyetinin kuruluş bildirgesinin hükümete ulaştığı tarih 18 Ağustos 1327(1911) tarihidir. Türk Yurdu mecmuasının ilk nüshası 1911 yılı sonlarında yayınlanmıştır. Kuruluş nizamnamesine göre cemiyetin amacı Türk çocukları için bir pansiyon açmak ve Türklerin seviyesini eğitim ve bilinçlendirme yöntemiyle yükseltmekti. Bu amaca hizmet etmesi için bir gazete çıkarmak da cemiyetin amaçları arasında yer alıyordu. Nizamnamenin 4. Maddesinde Türk Yurdu Cemiyetinin kurucuları yer alır. Burada isimleri geçen kişiler; Mehmet Emin, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinzade Ali, Doktor Akil Muhtar ve Akçuraoğlu Yusuf şeklindedir. 1911 yılında Yusuf Akçura tarafından ileri sürülen ve cemiyet tarafından küçük değişikliklerle kabul edilen 7 maddelik programın ana ilkeleri özetle şöyledir:
*Yazılar sade ve halkın anlayabileceği tarzda yazılacaktır.
*Türklük idealine uygun yazılar yayınlanacaktır.
*Yalnız Anadolu ile ilgili değil, Türkistan hakkında da yazılar yazılacaktır.
*Cemiyet, hiçbir siyasi partiye taraf olmayacak, Türk unsurun menfaatlerini savunacaktır.
*Yayınlar, Türk milli ruhunun gelişmesine katkı sağlayacak nitelikte olacaktır.
*Risale, uluslar arası siyasette Türk dünyasının menfaatlerini savunacaktır.[50]
Türk Ocağı, Türk Yurdu’nun yayın hayatına başlamasından birkaç ay sonra doğmuştur. Kuruluş Nizamnamesinin birinci maddesine göre 12 Mart 1328 (1912) tarihini gösterse de Yusuf Akçura bu tarihten daha önce fiilen çalışmaların başladığını kendisine gönderilen bir mektubu kanıt göstererek ileri sürer.[52] Nizamnamenin ikinci maddesi cemiyetin amacını ortaya koyar. Buna göre: Türklerin milli eğitim bakımından seviyelerinin yükseltilmesi, ekonomik olarak ilerlemelerinin sağlanması, Türk dilinin gelişmesi için çalışmalar yapılması cemiyetin amaçları arasında yer alır. Kurucuları ise Mehmed Emin Bey, Ahmet Ferit Bey, Ağaoğlu Ahmet Bey ve Doktor Fuad Sabit Beydir.
1908 devriminden sonra oluşan özgürlük ortamında yayın hayatına giren Hüsn-ü şiir adlı derginin dördüncü sayısından sonra bu dergiyi çıkaran ekip Genç Kalemler adıyla anılmaya başlandı. Devrimin mimarı olan İttihat Ve Terakki Cemiyeti basının önemini iyi kavramış olacak ki hem kendi propagandasını yapmak için yayın organları çıkarmış hem de direk kendi yayın organı olmayan gazete ve dergileri destekleme siyaseti izlemiştir.[54] Yusuf Akçura, İttihat Ve Terakki Cemiyetinin Genç kalemlerle ilgisini farklı bir açıdan ele alır. Ona göre İttihatçılar her fikrin kendi bünyelerinden çıktığı görüntüsü vermeye çalışmışlardır. Bu çalışmaların bir sonucu olarak özellikle Türk Ocağının kuruluşundan sonra Genç Kalemlerin desteklendiği ve Türkçülük fikrinin bu dergide işlendiğini ifade eder.[55] Esasen Kazım Nami’nin dördüncü sayıdaki makalesine bakıldığında Osmanlıcanın özünün kesinlikle Türkçe olduğu fikri dile getirilmekle beraber Türkçeden Arapça ve Farsça kelimelerin atılması fikrinin bulunmadığı görülür. Genç Kalemlerin asıl üzerinde durdukları nokta halkın anlayabileceği bir dil kullanılması gerekliliğidir.
Yüzyıllarca ihmal edilmiş fakat içinde büyük bir hazine barındıran Türk Dilinin tekrar keşfedilmesi ve işlevsel hale getirilmesi fikrinden hareket eder Genç Kalemler. Ali Canip, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp başta olmak üzere sonradan bu mecmuada yazan pek çok yazar bu fikri esas alarak yazdıkları yazılarla dergiyi Türkçülük düşüncesinin önemli bir yayın organı haline getirdiler.
Yeni lisan kavramı Genç Kalemlerin en çok üzerinde durduğu kavram olmuştur. Özellikle Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’in bu alanda etkisi büyük olmuştur. Burada yalnızca kullanılan lisanın yeni olduğu fikri de anlaşılmamalıdır. İşlenen konular da yenidir. Örneğin Ömer Seyfettin’in, Bir Çocuk Aleko ’da; Gayr-ı Müslimlere yapılan iyiliklerin iki kat sevap sayılacağını anlatan bir imamın karşısına Türklerden nefret etmeyi aşılayan bir papaz koyarak yeni bir dil kullanmanın çok ötesinde yeni bir fikir verme ve yeni bir bilinç oluşturma amacı taşıdığına şahit oluruz. Başını Vermeyen Şehit hikâyesinde ise Balkan Savaşlarının ve I. Dünya Savaşının neden olduğu büyük psikolojik yıkımı telafi etme amacıyla üretilmiş olan mitolojik kahramanlar görürüz. Ömer Seyfettin’in, yukarıya aldığımız iki örnekten de anlaşılacağı gibi milli bir uyanış zemini oluşmasında etkisi büyük olmuştur. Ziya Gökalp ise sadece Genç Kalemler kadrosunda yer alan bir düşünür değil aynı zamanda Türkçülüğün kuramsal fikir babasıdır. Bu nedenle onunla ilgili ayrı bir başlık açmak yerinde olacaktır.
1876 yılında Diyarbakır’da doğan Ziya Gökalp Dr. Abdullah Cevdet aracılığıyla Jön Türklerin fikirlerinden haberdar oldu. Öğrenim görmek için geldiği İstanbul’da İttihat Ve Terakki’ye girdi. Devrimci çalışmaları nedeniyle 1897 yılında tutuklanarak tekrar Diyarbakır’a gönderildi.[56] II. Meşrutiyetin ilanından sonra yapılan kongreye Diyarbakır temsilcisi olarak katıldı ve merkez komitesine seçilerek 1918 yılına kadar bu görevde kaldı. Türkçülüğün ideolojik altyapısını kuran kişi olarak kabul edilir.
Yaşamı kısa olsa da (Mart 1876- Ekim 1924) düşünceleri XX. Yüzyıl Türkiye’sine damga vurmuştur.[57] Ziya Gökalp’in sahneye çıkışının İttihat Ve Terakkinin 1909 yılında Selanik’te yapmış olduğu kongre olduğunu söyleyebiliriz. Verdiği konferanslarla ve yazdığı yazılarla taraflı tarafsız herkesin dikkate aldığı bir kişi olmuştur. İşlediği konuları sanat, kültür ve geleneklerden seçen Ziya Gökalp milliyetçilik ile ilgili örnekleri bizzat tarihten ve toplumbiliminden almıştır. Eğitimin mutlaka milli bir karakter taşıması gerektiğini düşünen ve savunan Gökalp, ırkçılığı ise kesinlikle reddederek toplumsal bilince dayalı bir milliyetçilik anlayışını savunmuştur.[58]
Türkçülük fikrini temellendirerek somut ve güncel durumda nasıl uygulanacağının da örneklerini veren Gökalp’in fikirlerini özet halde tanımak yararlı olacaktır. Çünkü Ziya Gökalp’in fikirleri sadece kendi fikirleri değil, Türkçülüğün kendi dönemine kadar olan aşamasının bir bilimsel disiplin içinde düzeltilmiş halidir. Ayrıca o öldükten sonra da Cumhuriyeti kuran kadro, onun düşüncelerinden etkilenmeye devam etmişlerdir. Ziya Gökalp’in; Yedisi kendi hayattayken basılan dokuz düzyazı kitabı ve altı tane de şiir kitabı vardır. Yüzlerce konferans verdiği, gazete ve dergilerde yazılar yazdığı da düşünülürse ne denli üretken bir fikir adamı olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.
Yazdığı eserlerden biri olan Türkçülüğün Esasları adlı kitap, onun Türkçülükle ilgili fikirlerinin bir özeti niteliği taşır. Burada Gökalp;
*Türkçülüğün Tarihi adlı ilk bölümde Türkçülük fikrinin ilk önce Avrupa’da ilgi uyandırdığını, sonra da bu fikrin Osmanlı Devleti’ne yansıdığını ifade eder.
*Türkçülük nedir? Sorusuna yanıt aradığı bölümün hemen başında bu soruya cevap vererek cevabı ilgili bölümde açar. Ziya Gökalp’in verdiği cevap ‘Türkçülük, Türk Milletini yükseltmektir’’ şeklindedir.
*Türkçülük ve Turancılık başlıklı bölümde bu iki kavramı birbirinden ayırarak ayakları yere basan bir milliyetçiliği de temellendirmiş olur.
*Hars ile medeniyet kavramlarını işleyen Gökalp, Hars kavramının millete ait olduğunu, medeniyetin ise uluslararası bir anlam taşıdığını ifade ederek Türk harsı ile ilgili bir bilinçlenmenin önemine vurgu yapar.
*Ziya Gökalp, siyasi zümrelerin bir toplumdaki en önemli grup olduğu vurgusunu yaptıktan sonra siyasetin meslek ve aile ile ilgili konularda da baskın güç olduğunu söyler.
*Türkçülüğün her alanındaki temel görüşlerini ise kitabının üçüncü bölümünde sosyolojik yaklaşımlar ve örneklerle zenginleştirerek sunar. Bu konu başlıklarını şöyle sıralayabiliriz: Ahlaki, Dini, İktisadi, Siyasi ve Felsefi Türkçülük.[59]
Osmanlı İmparatorluğu hiç kuşku yok ki dünya tarihinde en çok iz bırakan devletlerden biridir. Anadolu’da XIV. Yüzyıl başlarında şartların müsait olması ve devleti kuran kadronun bu şartları çok iyi değerlendirmesi, kısa sürede devleti bir İmparatorluk haline getirmiştir. İmparatorluğu tesis etmiş olan Türkler, devlet zayıflayınca ıslahat yapma eğilimine girişmiş ancak bağımsız bir Türkçülük fikri geliştirmemişlerdir. Bunun en önemli nedeninin, bu fikrin asıl bünyeye zarar vereceğine olan inançtan kaynaklandığını söylemek mümkündür. Ancak Osmanlı sisteminin artık sağlıklı işlemediğinin net olarak görüldüğü XIX. Yüzyılda milliyetçilik akımlarının etkisi ve Avrupa ile temasa geçen Türklerde de yeni bir sorgulama ortaya çıktığı söylenebilir. Deyim yerindeyse Osmanlı tarihi boyunca büyük ölçüde öz kültürün-Türklük- başka üst kimliklerle-Osmanlılık- örtülmüş olmasına bir tepki olarak dil ve edebiyat alnında başlayıp tarih incelemeleriyle devam eden bir özü arama ve öze dönüş çabası başlamıştır. Bu çabanın bir ileri safhada siyasi alana geçmesi kaçınılmazdı. Nitekim XX. Yüzyıl başlarındaki büyük yıkımlar artık Türkçülüğün güç kazanması sonucunu doğurmuş ve peş peşe Türkçü dernekler ve yayın organları kurulmuştur. Hasta Adamın son savaşını da kaybetmesiyle tarihsel şartlar Milli esasa dayalı bir devlet kurmaktan başka çare kalmadığını göstermiştir. Sonuçta yalnız başarılı bir asker değil aynı zamanda büyük bir siyasi deha olan Mustafa Kemal Atatürk’ün önderlik ettiği kadro büyük oranda çürümüş bu yapıdan çağdaş bir zemine oturan, milli bir devlet çıkarmayı başarmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması kuşkusuz Türkçülük fikrinin başarıya ulaştığının da somut bir kanıtı sayılabilir.
KAYNAKÇA
DİPNOTLAR:
*Nevşehir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi
[1] Milletin tarifi konusunda birçok farklı fikir var. Biz değerlendirmemizde Hilmi Ziya Ülken’in tanımını alıyoruz. Ülken’e göre; Milliyet, ne yalnız maziye, ne toprağa ne dile bağlanabilir. Hatta bunların toplamına bile bağlanamaz.Milliyet, bunlara dayanan duyuş ve hissediş halidir. Tanımın ayrıntıları için bkz: Hilmi Ziya Ülken, Millet Ve Tarih Şuuru, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2008, s.64;
Ayrıca geniş bilgi için bkz: Cevdet Küçük, ‘’Osmanlı İmparatorluğu’nda ‘’Millet Sistemi’’ Ve Tanzimat’’ Editörler: Halil İnalcık-Mehmet Seyitdanlıoğlu, Tanzimat, Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011, s.544-556
[2] İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, İstanbul 2005, s.51
[3] Kemal H. Karpat, Osmanlı’da Değişim, Modernleşme Ve Uluslaşma, İmge Kitabevi, İstanbul, 2006, s.112
[4] Osmanlı Devleti 26 Ocak 1479 tarihinde Venedik’le bir barış antlaşması yapmıştır. Anlaşmaya göre Venedikliler Osmanlılardan bir takım ayrıcalıklar kazanmıştır. İstanbul’da bir elçi bulundurma hakkı ve ticari birtakım kazançlar sağlamışlardır. Anlaşmanın metni ve geniş bilgi için bkz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II.Cilt, TTK Yayınları, 1983, s.124-125
[5] Kemal H. Karpat, a.g.e. s.120.
[6] Cevdet Küçük,’’ Osmanlı İmparatorluğunda ‘Millet Sistemi’ Ve Tanzimat’’, Editörler: Halil İnalcık-Mehmet Seyitdanlıoğlu, Tanzimat, Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011, s. 543-555
[7] Halil İnalcık, ‘’Tanzimat nedir?’’ Editörler: Halil İnalcık-Mehmet Seyitdanlıoğlu, Tanzimat, Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011 S.31
[8] Yeni Osmanlılar tabiri jeunes Turcs karşılığı olarak cemiyetin kendisine vermiş olduğu bir isimdir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ebuzziya Tevfik, Yeni Osmanlılar-İmparatorluğun Son Dönemindeki Genç Türkler-, Pegasus Yayınları, İstanbul 2006; Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2012, s.282;
Ayrıca bkz.Tanzimat-I, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınevi, İhsan Sungu, Tanzimat Ve Yeni Osmanlılar;
[9] Şakir Batmaz, ‘’Yeni Osmanlılar Cemiyeti’’, Editörler: Şakir Batmaz, Serdar Sakin, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Öteki Adam Yayınları, İstanbul 2012, s.29)
[10] Şerif Mardin, ‘’19. Yüzyılda Düşünce akımları Ve Osmanlı Devleti’’, Türk Modernleşmesi, Der: Mümtaz’er Türköne-Tunçay Birkan, İletişim Yayınları, İstanbul,1991, s,87-89; Şakir Batmaz, ‘’Yeni Osmanlılar Cemiyeti’’, Editörler: Şakir Batmaz, Serdar Sakin, Türkiye Cumhuriyeti TarihiÖteki Adam Yayınları, İstanbul 2012, s.30;
Yeni Osmanlıların Paris’te yayınladıkları, yurda gizlice soktukları neşriyattan çıkarılabilecek sonuçlar ve Meşrutiyet konusundaki en yalın görüşlerini içeren 6 maddelik programları için bkz: Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, TTK Basımevi, Ankara 1983, cilt: VIII, s.210
[11] Ahmet Oğuz, Birinci Meşrutiyet Kanun-ı Esasi Ve Meclis-i Mebusan, Grafiker Yayınları, Ankara 2010, s.77
[12]Kanun-ı Esasi’nin tam metni için bkz: Cemal Kutay, Türkiye istiklal Ve Hürriyet Mücadelesi Tarihi,
Alioğlu Yayınevi, İstanbul 1981, s.5907-5921;Sadeleştirilmiş günümüz Türkçesi için bkz.Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, TTK Basımevi, Ankara 1983, cilt: VIII, s.222-227
[13] Cemal Kutay, a.g.e. s.5908
[14] Enver Ziya Karal, a.g.e. cilt VII, s.288
[15] Bernard Lewıs, Modern Türkiye’nin Doğuşu, 6. Baskı, TTK 1996, s.341
[16] Milliyetçilik hareketlerinin Osmanlı İmparatorluğu’nda yayılmaya başlaması ve batılı devletlerin bundaki etkisi ile ilgili detaylı bilgi için bkz. Enver Ziya Karal, a.g.e. V. Cilt, s.102-122
[17]Bu ihtilal örgütlerin eylemlerinin neden olduğu psikolojik ortam ve İttihat Ve Terakki Cemiyeti politikaları ile ilişkisi hakkında bkz. Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, İş Bankası Yayınlar, İstanbul 2009, s.47-48
[18] Ayşe Hür, ‘’Türk Milli Kimliğinin Kurucu Unsuru Olarak Ermeni Tabusu’’, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, İletişim Yayınları, Cilt: 9, İstanbul 2009, s.1123
[19] Şiir Ve İnşa, 1868 yılından başlamak üzere Ziya Paşa’nın eleştirdiği Divan Edebiyatı ile ilgili eleştirilerinin özlü bir toplamı olup en önemlilerindendir. Makalede Ziya Paşanın eleştirilerine katılan, bulduğu kanıtları destekleyen çok ciddi bir kesim olmuştur. Bu makale için bkz: Bernard Lewıs, a.g.e. s.425
[20] Yusuf Akçura, Türkçülük ‘Türkçülüğün Tarihi Gelişim’, Özdemir Yayınevi, İstanbul 1978, s.49;
Ayrıca Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Haz: Mehmet Kaplan, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1976, s.5
[21] Mustafa Celalettin Paşa,1848 ihtilallerine katıldığından dolayı vatanını terk etmek zorunda kalmış Leh asilzadelerinden Costantin Borzecki’dir.1826’da doğmuş, klasik ve dini bir eğitim görmüş, 22 yaşındayken ülkesi Polonya’nın kurtarılması amacıyla başlayan 1848 ihtilallerine katılmıştır. İhtilalin başarıya ulaşamaması üzerine tıpkı kendi durumunda olan Macar mülteciler gibi Osmanlı Devleti’ne sığınmıştır. Osmanlı Devleti, özellikle haritacılıktaki ustalığı nedeniyle kendisine yüzbaşılık payesi vermiştir.1875 Karadağ savaşı sırasında karnından aldığı bir yara nedeniyle hayatını kaybetmiştir.
[22]İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Alkım Yayınevi, İstanbul 2005, s.70
[23] Macaristanlı Vambery 1861 yılında meşhur Asya seyahatine çıkmış,3 yıl kadar dolaştıktan sonra İstanbul üzerinden Londra’ya geçmiştir. İngilizce ve Macarca yayınlanan eserleri ve Türkçülük akımına etkileri hakkında bkz: Yusuf Akçura, a.g.e. s.63
[24] Süleyman Paşa, 1838’de doğmuştur. Abdülaziz döneminde askeri okullar nazırlığı yapan Paşa, Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye üyeliğinde ve askeri okullar nazırlığı sırasında Türkçülüğün eğitim alanında yayılmasında etkili olmuştur. Askeri okullar nazırının yalnızca Harp okulları değil bunlara öğrenci yetiştiren Askeri İdadi ve Askeri Rüştiyelerin de başı olduğu hesaba katılırsa önemi daha da iyi anlaşılır. Süleyman Paşa’nın bu okullarda okutulmak üzere yazdırdığı kitaplardan ikisi-Sarf-ı Türki ve Tarih-i Alem-Türkçülük bilincinin uyanmasında etkili olmuştur. Detaylı bilgi için bkz: Yusuf Akçura, a.g.e. s.70-71
[25] Rasim Ekşi, Türk’e Ruh Verenler, 02.09.2011 tarihli Yeniçağ gazetesi
[26] Yusuf Akçura, a.g.e., s.48
[27] Fuat Paşa’nın kendisi için, ‘’Ahmet Vefik Efendi binek taşı büyüklüğünde bir pırlantadır. Ne ziynete yarar ve ne de kaldırıma konur’’ dediği Ahmet Vefik Paşa hakkında bkz. Enver Ziya Karal, a.g.e.c:VIII, s.280-284
[28]Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, haz.Hakkı Tarık Us,40. İnikad,18 Mayıs 1877,s.31;İlber Ortaylı, a.g.e., s.71
[29] Enver Ziya Karal a.g.e. c:VII, s.294
[30]Vambery’nin gezisi ve Macaristanda Türkoloji çalışmalarına katkı sağlayan diğer isimlerle ilgili detaylı bilgi için bkz:http://www.orkun.com.tr. 46. Sayı, Tarih boyunca Türkçülük
[31] Yusuf Akçura, a.g.e. s.67
[32] Askeri okullar nazırı Süleyman Paşanın çalışmaları, devlet adamlığı, son dönem Osmanlı Devleti’ndeki etkinliği ile ilgili bkz:Enver Ziya Karal, a.g.e. c:VIII, s.212-214
[33] Geçiş döneminde önemli bir kavram olan Millet-i Hakime ifadesi ve Ahmet Midhat Efendi ilişkisi için bkz:
Fahri Yetim, ‘’II. Meşrutiyet Döneminde Türkçülüğe Geçişte Kapsayıcı Formül ‘’Millet-i Hakime’’ Düşüncesi Ve Etkileri’’,SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık 2008, sayı 18, s.71-8; Ahmet Midhat Efendi halka yakın bir dil kullanmıştır. Onun Türkçe ile ilgili görüş ve tasarrufları önemli etkiler yapmıştır. Ünlü Türkçülerden Necip Asım ve Veled Çelebi onun konağında yetişmişlerdir.1908 yılında verdiği Türklüğe dair adlı konferansında tam bir Türkçü aydın portresi çizer. İlgili konferans ve Ahmet Midhat Efendi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: Muharrem Dayanç, ‘’Ahmet Midhat Efendi’nin Türklüğe Dair İsimli Önemli Bir Konferansı’’ Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 8 (1); Ayrıca bkz: Ebuzziya Tevfik, a.g.e. s.692
[34] Ahmet Cevdet Paşa’nın tamamen muhafazakâr olmadığı, Türk dilinde sadeleşmeyi savunduğu tezi için bkz: İlber Ortaylı, Avrupa ve Biz, Turhan Kitabevi, Ankara 2007, s.57; Osmanlı Devleti’nde oynadığı hayati rol için bkz: Niyazi Berkes, a.g.e. s.220-226; Ahmet Cevdet Paşa 27 Mart 1822 tarihinde günümüzde Bulgaristan sınırlarında kalmış olan Lofça kasabasında doğdu.17 yaşında İstanbul’a gelerek Fatih medresesinde eğitim aldı.1850’de Meclis-i Maarif-i Umumiye ve Daru’l Muallimin müdürü oldu. Daha sonra Encümen-i Daniş’e üye seçildi.1855 yılında vakanüvis oldu. Ancak onun en önemli çalışması mecelledir.Ahmet Cevdet Paşa’nın Maruzat adlı eseri konumuzla ilgilidir. Maruzat adlı eserinde şöyle diyor: “Herkesin anlayacağı surette bir risale yazıp Takvimü’l Edvar tesniye ettim ve Lisan-ı Türki ilim lisanı olamaz diyenlere lisanımızın herşeye kabil olduğunu ve bu lisan ile her fenden güzel eserler yazılabileceğini tasdik ettirdim.’’ Ayrıntılı bilgi için bkz: http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/744/9531.pdf
[35] Lewis, a.g.e. s.346
[36] Şemseddin Sami’nin Türk Dili ve Türk Edebiyatı hakkındaki görüşleri için bkz: Etem Çalık, Şemsedddin Sami Ve Medeniyyet-i İslamiyye, İnsan Yayınları, İstanbul 1996, s.73-85
[37] Necip Asım’ın Türk Diline katkısı ile ilgili bkz: Karal, a.g.e. c:VIII, s.558
[38] Ayrıntılı bilgi için bkz: Necip Asım, ‘’Veled Çalebi Hazretleri’’, Türk Yurdu, Cilt VII, s.15; Türk Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi, C XX, Ankara, 1972
[39] Lewis, a.g.e. s.347
[40] Mehmet Emin Yurdakul hakkında kısa ve özlü bilgi için bkz: Cumhuriyet Ansiklopedisi 1923-2000, Yayın Kurulu: Hasan Ersel, Ahmet Kuyaş, Ahmet Oktay, Mete Tunçay, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2003, Cil 2, s.60; Ayrıca bkz. Lewis, a.g.e. s. 341; Karal, a.g.e. Cilt VIII, s.558
[41]Cumhuriyet Ansiklopedisi 1923-2000, Yayın Kurulu: Hasan Ersel, Ahmet Kuyaş, Ahmet Oktay, Mete Tunçay, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2003 Cilt I, s.119
[42] Yusuf Akçura’nın ilk dönemlerdeki fikirleri ve oynadığı rolle ilgili bkz: Berkes, a.g.e. s.399;Ayrıca kendi yazmış olduğu fikirlerinin bir özeti olan şu kitaba bakılabilir. Türkçülük, Türk Kültür Yayınını, Özdemir Basımevi, İstanbul 1978; Hayatı ve yapmış olduğu görevlerle ilgili Ahmad, a.g.e. s.202
[43] Ahmet Ağaoğlu ile ilgili Paris günleri ve Cemalettin Efgani bağlantılarını da tahlil eden özlü bir çalışma için bkz: Yusuf Akçura, Türkçülük, Türk Kültür Yayınını, Özdemir Basımevi, İstanbul 1978 s.189-208
[44] Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Haz: Mehmet Kaplan, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1976, s.5
[45] Ziya Gökalp, a.g.e. s.5
[46] İttihat Ve Terakki Cemiyetinin üyeleri, komiteleri, bunlara üye olanların profilleri vekendi içlerindeki tartışmalar oldukça detaylı olarak öğrenebilmek için bkz: M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak ‘Osmanlı İttihad Ve Terakki Cemiyeti’ ve ‘Jön Türklük’, Cilt: I(1889-1902), İletişim Yayınları
[47] Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Ankara 1976, s.20
[48] Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, Cilt: II, Kısım IV, TTK Basımevi, Ankara 1991, s.400-401.
[49] Stanford Shaw-Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu Ve Modern Türkiye, Cilt: 2, E Yayınları, İstanbul 2006, s. 346
[50] Bayur, a.g.e. s.401-405; Stanford Shaw-Ezel Kural Shaw a.g.e.,s.346
[51] Türk Ocağının kuruluş ve kurucuları ile ilgili detaylı bilgi için bkz: İlhan Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik Hareketleri, Toker Yayınları, ? 1977, s.49
[52] ‘’Efendimiz, Türk ırkının maarif ve mekteplerine hizmet ederek, ictimai geleceğini temin emeliyle toplanmış 190 tıbbiyeli namına zat-ı alilerine müracaat eyliyoruz…’’ Diye başlayan mektubun mektup ve ayrıntısı için bkz: Yusuf Akçura, Türkçülük-Türkçülüğün Tarihi Gelişimi-, Özdemir Basımevi, İstanbul 1978, s.215-216.
[53] Hüsn-ü Şiir ergisinin 9. Sayıda Genç Kalemler adına dönüşmesi ile ilgili detaylı bilgi, kurucuları ve yayın politikası ile ilgili olarak bkz: Necmettin Sefercioğlu, Türkçü Dergiler, Türk Ocakları Ankara Şubesi Yayınları, Ankara 2008, s,5
[54] Cemiyetin 1908 Devrimi öncesinde basın yayın organlarını nasıl kullandığı ile ilgili olarak bkz: Bayur,a.g.e. s.64-81
[55] Yusuf Akçura, a.g.e. s.221
[56] Ahmad, a.g.e. s.223
[57] Hali İnalcık,Makaleler I, Doğu Batı Yayınları, Ankara 2006, s.91
[58] Stanford Shaw-Ezel Kural Shaw a.g.e.,s.346
[59]Türkçülüğün neredeyse tüm temel ilkelerinin ortaya konduğu bu eser için bkz: Gökalp, a.g.e., 1-181; Ziya Gökalp’in fikirleri ile ilgil değerlendirmeler için bkz: Yusuf Akçura, Türkçülük ‘Türkçülüğün Tarihi Gelişimi’, Özdemir Yayınevi, İstanbul 1978; Hikmet Tanyu, Ziya Gökalp Ve Türk Milliyetçiliği, Toprak Yayınları, İstanbul, 1962; Karal, a.g.e . Cilt: VII, s.288-297