Quantcast
Osmanlı “Kayı” Menşeinin Yeni Tarihî ve Nümizmatik Kanıtları   – Belgesel Tarih

Hakan YILMAZ
Hakan  YILMAZ
Osmanlı “Kayı” Menşeinin Yeni Tarihî ve Nümizmatik Kanıtları  
  • 11 Ocak 2024 Perşembe
  • +
  • -
  • Hakan YILMAZ /

Loading

Sultan II. Murad döneminde*  siyasî sebeplerle kurgulandığı öne sürülen Osmanlılar’ın “Kayı” menşeine yönelik spekülatif görüşler, ilk kez ünlü Avusturyalı tarihçi Paul Wittek tarafından ortaya atılmıştır. 1938 yılında Londra’da sunduğu bir dizi konferansta Osmanlı Kuruluş meselelerini ele alan Wittek[1], “gazâ”nın Osmanlılar’ı yükselten en önemli “itici güç” olduğunu ortaya koyarken ne kadar objektif ve samimi ise, onların “Oğuz” ve “Kayı” menşe’lerini mantıksız gerekçelerle “siyâsî sebepler”e bağlamaya çalışırken de o derece bilimsellikten uzak ve samimiyetsizdir. “Gazâ” tezini literatürel ve epigrafik kanıtlarla destekleyen  Wittek, Kayı meselesinde nedense aynı âlî-cenaplığı gösterememiş; bilimsel bir kanıt yerine Moğol hakimiyetini ön plâna çıkararak, “Ḳayı” rivayetlerinin II. Murad devrinde Yazıcı-zâde Ali tarafından diğer Oğuz toplulukları ve Moğollar’a karşı uydurulmuş “siyâsî bir üstünlük iddiası” olduğu, Osmanlı kroniklerinde Oğuz’un büyük oğlu “Gün Hân”a ve “Gök Hân”a ulaşan iki çelişkili soy zinciri bulunduğu, XV. yüzyıla kadar ortada böyle bir iddia yokken, Oğuz ve Kayı geleneğine yönelik “romantik” bir akım başlatılarak paralar ve silahlar üzerine “Kayı” damgaları vurulduğu görüşünü vâz etmiştir[2]. Ne var ki meseleyi çözümlemekten çok daha da karmaşık bir hâle sokan bu keyfî yaklaşım, ciddî hiçbir tarihî delile isnad edilmeden ortaya atıldığı için bize göre bilimsel açıdan herhangi bir anlam ve önem ifâde etmemektedir.

Tarihî normların dışına çıkılarak ortaya atılmış bu sun‘î iddiaya ilk ve en önemli tepki Mehmed Fuad Köprülü’den gelmiş; müteveffâ tarihçi Osmanlı kuruluş coğrafyası dahil Batı Anadolu’da “Kayı” ismini taşıyan sayısız yerleşim noktasının Kayılar’ın bu bölgelere yerleştiklerini ispat ettiğini gözler önüne sermiştir[3]. Wittek’in “üstünlük iddası” hipotezinin tam aksine, Köprülü’ye göre Osmanlılar bu menşei sonradan uydurmuş olsalardı, “XV. asır başlarında Anadolu’da henüz kabile an’anelerini saklıyan göçebe kabileler” böyle bir şeye inanmazlardı[4].

Wittek’in spekülasyondan başka hiçbir anlam ifade etmeyen çürük ve mesnedsiz iddiasına karşı, bilimsel açıdan tamamen doğru ve tutarlı bir yöntem izleyen Fuad Köprülü’nün topografik-toponomik verilere yönelik ilginç temellendirmesi de zamanla haklı veya haksız birtakım itirazlara sebebiyet vermiştir. R. Paul Lindner ve Cemal Kafadar, Osmanlı coğrafyasındaki bu yer adlarının ilgili noktalara Osmanlılar’dan önce mi, yoksa Osmanlılar tarafından mı verildiği konusunun bilinmediğini, dolayısıyla böyesi bir savunma şeklinin Kayı rivâyetlerini doğrulamaya yetmeyeceğini ifade etmişlerdir[5]. Biz, XIII. asrın ilk çeyreğinden öncesine dek bu alanın Bizans hâkimiyeti altında kaldığını, dolayısıyla bölgedeki “Kayı” yer adlarının da bu tarihten önce verilmiş olmasının imkân dahilinde bulunmadığını çağdaş kaynaklardan aktardığımız delillerle ispat etmiş; Osmanlı kuruluş coğrafyasında rastlanan bu isimlerin 622/1225’te Söğüt-Domaniç-Karacahisar aralığını fetheden Gündüz Alp ile oğlu Ertuğrul Gâzî tarafından verildiğine çağdaş Eyyûbî bürokrat İbn Nazîf el-Hamevî’nin kayıtları ve onunla aynı tarihe işâret eden Bayburtlu Za’îm Osmân’ın rivâyeti ışığında açıklık getirmiştik[6].

Osmanlılar’ı گوك خان “Gök Ḫān” soyundan gelmiş gösteren münferit birkaç rivayetin “Kayı” menşeini asılsız kıldığı, onların Kayı-oğulları’ndan sayılabilmeleri için گون خان “Gün Ḫān”ın soyundan gelmeleri gerektiği iddiasına gelince; گوك “Gök” ile گون “Gün” isimleri arasındaki yegâne farkı her ikisinin sonundaki ك “kef” ve ن “nûn” harflerinin teşkil ettiği, bu iki harfin yazım şekillerinin ise aşırı derecede birbirine benzediği dikkate alındığında; bu yanılsamanın Oġuz-nāme nüshalarından گون “Gün” ismini aktaran müstensihlerin, kelimenin sonundaki ن “nûn” harfini -ortasındaki nokta ile birlikte- ك “kef” harfi sanıp گوك “Gök” şeklinde imlâ etmelerinden kaynaklandığı kolaylıkla anlaşılır[7].

Halil İnalcık’ın son zamanlarında gündeme getirdiği: “Osmanlılar’ın Kayı menşeinin siyasî bir üstünlük iddiası olduğu” savunusu[8] Wittek’in eski iddiasının açık bir tekrarı olmaktan öteye geçemediği gibi; bunun tam aksine “Osmanlılar’ın Kayı boyundan olduklarına” dair ortaya konulan birkaç cılız yorumun ise temel dayanak noktası, yine Köprülü’nün zaten bilinen toponomik ve topografik kanıtlarından başka bir şey değildir. Kayı menşei rivayetlerini tarihî bir zemine oturtmak amacıyla girişilen, ancak basit bir tekrardan öteye geçemeyen bu iyi niyetli çabalar sırasında, Wittek’ten beri tartışmanın ana odak noktası “Osmanlılar’ın kendilerini Kayı’dan göstermelerinin siyâsî bir üstünlük iddiası olduğu” teorisi iken, son zamanlarda “Osmanlılar kendilerini Kayı’dan gösteriyorlarsa zaten Kayı’dandır” şeklinde yapılan sözde savunma hamleleri, tartışmayı bilimsel normların dışına çıkararak basitleştirmek ve iddiacıların yüzeysel seviyesine indirgemekten başka bir anlam ifâde etmemektedir. Bu noktada yapılması gereken şey; rivayetleri “uydurma” sayan spekülatif görüşlere karşı bunun aksini söyleyip kenara çekilmek değil, bu rivayetlerin doğruluğunu çağdaş kanıtlar ışığında tespit edip muhâlif tüm varsayımları literatürden bütünüyle izâle etmektir.

Bunlardan başka son zamanlarda, Köprülü’nün Kayı menşeini tenkit amaçlı bir yazı dizisinde onun en önemli dayanak noktaları olan topografik ve toponomik kanıtlardan hiç söz edilmeyip, Osmanlı rivayetlerine yönelik kalıplaşmış iddialar uzun uzun tekrar edildikten sonra, özetle Wittek’in “Gök Han”ı referans gösteren rivayet ve diğer iddiaları ekseninde Kayı menşeinin “efsane” olduğu ve bu sözde “efsane”nin “Diğer beylikler ve Moğollar’a karşı siyasî üstünlük amacıyla uydurulduğu” görüşü yinelenmiştir. Köprülü’nün kabileler arasındaki etnik bilince dayanan haklı itirazının, XV. yüzyıl Anadolu’sundaki göçebelerin şu veya bu yoldaki Osmanlı iddiasına nasıl bir “tepki” verdiklerini gösteren bir veriye sahip olunmadığı gerekçesiyle basitleştirilmek istenildiği bu karşıt tezde; Köprülü’nün bu savunusunda bir “iç tutarsızlık” olduğu öne sürülerek, boy yapılarının çözüldüğü ve göçebelerin gittikçe marjinalleştiği bir dünyada Osmanlı hânedanının böyle göçebe bir kamuoyunu “neden dikkate alacağı” sorusu yöneltilirken; buna karşı savunulan Wittek tezinin de yine aynı ortamda, aynı kavmî unsurların etno-siyâsî “tepki”leri ve Osmanlılar tarafından bu yönden “dikkate alınmaları” temeli üzerine  kurgulandığı, büyük bir “dikkat tutulması” sonucu göz ardı edilmiştir. Osmanlılar “boy yapılarının çözüldüğü” o dönemde artık bu Türkmen kamuoyunu “dikkate almıyor”larsa; “dikkate almadıkları” aynı kamuoyuna kendilerine sahte bir “boy” uydurup “soyca üstün olduklarını” hangi makul sebep ve  gerekçeyle ispatlamaya çalışacaklardı?

Wittek ve takipçilerinin bu iddiâlarının temelinde, aslında işin daha en başında gözden kaçırılan çok önemli bir tutarsızlık ve anlamsızlık vardır: Osmanlı hânedânı hâl-i hazırda hiçbir şekilde unutulması mümkün olmayan kendi gerçek “soy” ve “boy”larını durup dururken nasıl olmuş da “unutmuş” (!) ve kendilerine sonradan sahte bir “boy” aramaya muhtaç olmuştur? Dahası; onların hangi soydan geldiklerini bilmediklerini ve asılsız bir “boy” iddiâsı ile soylarını “yüceltmek” istediklerini doğrulayacak acaba tek bir tarihî ve ilmî kanıt mevcut mudur? Spekülatif yorumlarını peşinen tarihî bir gerçekmiş gibi sunmaya çalışanların buna kalkışmadan önce bu kritik sorulara açıklık getirmeleri gerekir. Niyet ve amaç ne olursa olsun, tarihî herhangi bir veriye dayanmadan mesnedsiz görüşler öne sürüp durmanın o meselenin çözümüne hiçbir katkı sağlamayacağı ve bunun bir sonu olmadığı, istismâra açık böylesi bir tutumun târihin tahrifinden başka hiçbir işe yaramayacağı şüphe götürmez bir gerçektir.

Osmanlılar’ın “Kayı” Menşeini Doğrulayan Çağdaş ve Çağdaş-Öncesi Tarihî Kanıtlar:

Osmanlılar’ın Kayı menşeinin II. Murad devrinde uydurulmuş “siyâsî bir üstünlük iddiası” olduğu tezi gerçekten doğru mudur; yoksa bu menşei kanıtlayacak II. Murad dönemi öncesine ait çağdaş belge ve materyaller de mevcut mudur? Bu soruya cevap verebilmek için klasik iddia ve tartışmalar döngüsünden kurtulup yeni çağdaş bulgular üzerine eğilmemiz gerekecektir.

Yakın zamana kadar Osmanlılar’ın Kayı menşeini doğrulayan en bariz ve belirgin kanıtlar, Köprülü’nün ana dayanak noktasını teşkil eden Osmanlı kuruluş coğrafyasındaki topografik ve toponomik adlandırmalardan ibaret kalmıştı. Ne var ki birkaç yıl önce kuruluş devri ve öncesine ait çağdaş kaynaklar, belgeler ve eski topografik eserlere yönelik tasvirler üzerinde yaptığımız ayrıntılı inceleme sonucu, bu konudaki tarihî kanıtların sadece bu sahadaki toponomik verilerden ibaret olmadığı net bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Osmanlı hânedânının “Oğuz” ve “Kayı” menşeinin siyasî bir üstünlük iddiası olarak ortaya atıldığını öne süren ünlü Avusturyalı tarihçi Paul Wittek (1894-1978).

Mâhan-Horasan ve Cend bölgesindeki yetmiş bin Oğuz’dan “elli biñ” kadarının Cengiz istilâsı nedeniyle Doğu Anadolu’ya göç ettikleri 617/1220 yılından[9] kuruluş asrına kadar uzanan bu çağdaş tarihî kanıtlar; Osmanlılar’ın ataları ve bizzat Osmanlılar zamanına ait bulgular olmak üzere iki kısma ayrılır:

Osmanlılar’ın atalarının Kayı boyuna mensubiyetini ortaya koyan en önemli çağdaş kanıtlar, bizzat ünlü seyyah Evliyâ Çelebi’nin onların ilk yerleşim alanları olan Ahlat’taki ilginç tespit ve izlenimlerine dayanır.

Osmanlılar’ın atalarının mezarlarının yer aldığı Ahlat’taki tarihî Kayı Mezarlığı.

Bunlar arasında özellikle onun Ahlat’ta karşılaştığı جامع امير قاي “Ḳayı Emīri Cāmiʿi” ve bu kadîm eserin duvarlarının dış yüzünden dürbünle okuyup aktardığı, Cüveynî’nin Tārīḫ-i Cihān-güşā’sında anlatılan “Buḳa”nın Moğollar’a karşı duruş, hapsediliş ve göç hikâyesine[10] işaret eden satırlar, “Osmanlılar’ın Kayı boyundan geldiği” gerçeğini Bayâtî’nin Oġuz-nāme’den aktardığı gerçek bir “ata”nın orijinal mâcerasına eşdeğer bir çizgide gözler önüne serer. Bayâtî, bir “Kayı Silsile-nâmesi” niteliğindeki Cām-ı Cem-Āyīn adlı eserinde, Cüveynî’nin çağdaş satırlarında تراكمه … هر چند كه عدد مرد ايشان زيادت از هفتاد هزار بود “yetmiş binden ziyāde Türkmān merd”in lideri olduğunu belirttiği قلاوز ودليل سلطان بود نام او بوقا “Sulṭān’ın ḳulavuz ve rehberi olan ‘Buḳā’”nın, Cengiz Hân’ın oğlu Tuli Hân’ın Horasan-Merv akınları sırasında Moğol istilâsına karşı direnmesi, ancak merkezî yönetimin baskısı nedeniyle geri çekilmesi ve ardından göç etmesi safhalarını[11] قزل بوغا “Ḳızıl Boġa” biyografisinde tamamen aynı doğrultuda aktarır, hatta onun göç ettiği yerin “Ahlāṭ” olduğunu da açıkça vurgular[12]. Evliyâ’nın XIII. yüzyılda Ahlat’ta inşa edilen جامع امير قاي Ḳayı Emīri Cāmiʿi’nin duvarında Oğuz lisânı ile yazılmış olduğunu gördüğü بُغَہْ “Boġa”nın “uruş/ceng” girişimi ve göç etme hikâyesi de tamamen aynıdır[13]; onun burada okuduğu hatlar arasında özellikle “Boġa”ya hitâben: “Bizüm Ḳayı gibidür!” denildiğini gösteren cümle[14], Bayâtî’nin Oġuz-nāme’sindeki “Ḳayı” menşeini doğrulayan, ancak günümüzde artık mevcut olmayan çağdaş çok önemli bir topografik kanıttır.

XI.-XIV. yüzyıl Oġuz-nāme nüshalarından aktarılan “Ḳayı tamġası” örnekleri (Soldan sağa): Ebu’l-Gâzî Bahâdur Hân, Şecereʾ-i Terākime, Taşkent Özbek Bilimler Akademisi Doğu Yzm. Enst., nr.: 171, vr. 34b; Kâşgârlı Mahmûd, Dīvānü Luġāti’t-Türk, Millet Ktp. Ali Emîrî, Arabî, nr.: 4189, vr. 20b; [1] Yazıcı-zâde ‘Alî, Oġuz-nāme (Selçuḳ-nāme), TSMK, Revan, nr.: 1391, vr. 11a.

 

Mâhân’dan göçüp Ahlat’a yerleşen ataların Kayı boyundan olduklarını belgeleyen bir başka topografik kanıt; Ḳızıl Boġa’nın oğlu قَيْرپَا آلپ باَيْ “Ḳayr’Apa Alp-Bāy” (Ḳaya Alp/Ḳayır Ḫān) ve emirlerinin Evliyâ Çelebi tarafından Ahlat’ta ziyaret edilen kabirlerinin[15] günümüzde “Kayı Mezarlığı” adını taşıyan bölgede yer almasıdır. Nitekim bugün bölge halkı arasında “Osmanlılar’ın atası Gündüz Alp’in mezarı” diye meşhur olan[16], ancak ünlü seyyahın yazdıklarından gerçekte Akkoyunlular’ın atası ملك كُونْدُز “Melik Gündüz”e ait olduğu anlaşılan[17] mezarın, onun tarifine göre Osmanlı ata kabirlerine çok yakın olması, Ahlat’a yerleşen Kayılar’a ait bu mezarlarda yatan kadîm ataların Kayı boyundan olduklarını açıkça ortaya koymaktadır.

Kuruluş devrinden kalma bizzat Osmanlılar’a ait çağdaş kanıtlara gelince; bunların ilki ve en önemlisi, Osman Gâzî’nin merhum İbrahim Artuk tarafından yayımlanmış olan tarihsiz sikkesinin[18] üzerinde tespit ettiğimiz Kayı damgasıdır[19]. Gerilmiş bir yayı temsil eden “Ѵ” harfi şeklinde tasarlanmış bu damga, Osmanlılar’ın “Kayı” menşeini “siyâsî bir teori” durumuna düşürmeye çalışan iddiâların tam aksine,  devletin kurucusunun da bu boya mensubiyetinin farkında olduğunu, hatta bu farkındalığın izlerini bastırdığı sikkelere kadar yansıtmış bulunduğunu belgeleyen çağdaş maddî bir kanıttır. Bu Kayı damgası Osman Gâzî’nin yakın zamanda tespit ettiğimiz, Artuk sikkesinden daha önce istiklâl ve biat zamanlarında bastırdığı 699/700 tarihli kayıp ikinci ve 700/1300-1301 tarihli üçüncü sikkelerinin[20] ön yüzlerinde de benzer bir tasarımla karşımıza çıkmaktadır.

Hânedânın “Kayı” kökenini doğrulayan diğer bir kanıt ise, Fuad Köprülü’nün yukarıda işaret ettiğimiz Osmanlı kuruluş coğrafyasında yer alan “Kayı” ve ondan mülhem olan sayısız yer adlarıdır ki; daha önce çağdaş kaynaklar ve Bayburtlu Za‘îm ‘Osmân rivâyetinden 622/1225’te Domaniç-Söğüt-Karacahisar havzasının fethinden sonra Gündüz Alp ve oğlu Ertuğrul Gâzî tarafından konulduğunu kesin olarak tespit ettiğimiz bu otantik yer adları da, basit gerekçe ve sıradan bahânelerle çürütülmesi mümkün olmayan o döneme ait çok ciddî toponomik kanıtlardır.

Osmanlılar’ın Kayı kökenini topografik ve toponomik delillerle kanıtlayan büyük Türk tarihçi ve fikir adamı Mehmed Fuad Köprülü (1890-1966).

Kayı Damgalarının Aktarıldığı Aslî Kaynaklar

Oğuzlar’ın kadîm tarihî gemişleri, soy ve gelenekleri, önderlerinin yaşam hikâyeleri ve siyasî-askerî faaliyetleri… gibi konuları içine alan en eski ve en ayrıntılı Türk kaynağı, ilk şeklinin ne zaman yazıldığı tam olarak bilinmeyen Oġuz-nāme’dir. Literatürde uzun süre sözlü geleneğin XV. yüzyılda yazıya çevrilmesi sonucu ortaya çıktığı sanılan bu kadîm eseri, XIII.-XIV. yüzyıl müverrihlerinden İbnü’d-Devâdârî’nin 710/1310’da tamamladığı Kitābu Dürerü’t-Tīcān adlı eserinde, asırlardan beri:كتاباً يسمُونهُ ” اُغزنما ” يتداولونَهُ بَينَهُم  “Türkler’in aralarında dolaştırıp durdukları ‘Oġuz-nümā’ adlı kitap” şeklinde nitelendirmesi[21], içindeki bilgilerin XIII. asır ve daha öncesinde de sözlü olarak değil, bir kitap formatında intikal edegeldiğini kesinleştirir[22].

Oğuz Hân’ın “Boz-oḳlar” kolunu teşkil eden كون خان “Gün Ḫān”, آى خان “Ay Ḫān”, يلدوز خان “Yılduz ( يولدوز / Yulduz) Ḫān” ile, “Üç-oḳlar” kolunu temsil eden كوك خان “Gök Ḫān”, طاق خان “Ṭāḳ ( تاغ “Tāġ” = Dağ) Ḫān” ve دينكيز خان “Dingiz ( تنكز “Tengiz” = Deniz) Ḫān” adlı altı oğlundan doğma dörder torununun isimleriyle anılan yirmi dört Oğuz boyunun adları, anlamları, “süñük”leri, ongun/kuşları ve تمغا “tamġa”larının şekillerine ilişkin mevcut bilgiler de, farklı Oġuz-nāme nüshalarından derlenerek yazılmış eski birkaç Türk ve Moğol kaynağına dayanır[23]. Bu kaynakların tümünün aslını ve dayanağını teşkil eden eserler ise Kâşgarlı Mahmûd’un Dīvānü Luġāti’t-Türk’ü, Reşîdüddîn Fazlu’llâh Hemedânî’nin Cāmiʿu’t-Tevārīḫ’i, Yazıcı-zâde ‘Alî’nin Selçuḳ-nāme’sinin kaynağı olan Oġuz-nāme ve Ebu’l-Gâzî Bahâdur Hân’ın Şecereʾ-i Terākime’sidir. Yazıcı-zâde’nin ifadesine göre Oğuz Hân’ın bu torunları arasında “Gün Ḫān oġlanları ki, dükeli oġlanlaruñ ulusı” idi ve bunların da “Evvel”i قايى “Ḳayı” olup, isminin mânâsı “Muḥkem” (sert, güçlü ve kuvvetli) idi[24].

Evliyâ Çelebi’nin Ahlat’taki eski “Ḳayı Emīri Cāmiʿi”nin duvarından okuyup aktardığı satırlar. Seyāḥat-nāme, IV, TSMK, Bağdat Köşkü, nr.: 305, vr. 239b, st. 34-36.

XII. yüzyıla kadarki Oğuz siyasî tarihine ilişkin ilginç bilgiler içeren Oġuz-nāme kaynaklı bu eserlerde, boyların diğer tüm özellikleri hakkında ortak bilgiler verilmişse de تمغا “tamġa”ların şekilleri birbirlerinden az ya da çok farklarla resmedilmiştir. Bu farklılığın başlıca nedeni; Türkmen toplulukları arasında bu damgaların silâhlar, şahsî eşyalar, yazılı kaynaklar, mağara ve taşlar üzerine işlenen sürekli aktif/akışkan bir figür olması ve bu çok kullanımın doğal bir sonucu olarak mizanpajının bozularak zaman içinde değişime uğramasıdır. Biri çekilmiş üç “ok” ve bir “yay” (= I Ƴ I ) ya da sadece iki “ok” bir “yay” (= I Ѵ I), veya tek başına ovalimsi ya da sivri köşeli bir “yay” (= Ʋ & Ѵ ) olmak üzere birbirine yakın üç farklı şekilde tasarlanan bu damgaların ilk tasvir zamanları, bahsedilen kaynaklardaki Oġuz-nāme metinlerinin nihâyete erdiği tarihlere bakılarak kolaylıkla tespit edilebilir.

Nitekim Kâşgarlı Mahmud’un meşhur Luġat’ini 477/1077’de yazması, onun Kayı damgasını diğer damgalarla birlikte bu tarihten daha önce yazılmış bir Oġuz-nāme’den aktardığını net olarak gösterdiği gibi; Yazıcı-zâde ‘Alî’nin naklettiği damgaların da metnin genel içeriğinden Akkoyunlu Devleti’nin kurulduğu coğrafyada, en geç XIV. yüzyıl sonlarında derlenmiş bir Oġuz-nāme nüshasından alındığı kendini açıkça hissettirir.

Bu iki Oġuz-nāme derlemesinin dışında kalan Reşîdüddîn’in 706/1306 tarihli Cāmiʿu’t-Tevārīḫ’inin Oğuz Faslı[25] ve geç bir dönemde Ebu’l-Gâzî Bahâdur Han tarafından yeniden vâz edilen Şecereʾ-i Terākime’nin dayandığı aslî kaynağın ise ortak başka bir Oġuz-nāme[26] nüshası olduğu merhum Zeki Velidî Togan tarafından tespit edilmiştir[27]. Müşterek bir “Oğuz Târîhi”nin farklı iki versiyonunu temsil eden bu iki metnin tamamlanış safhalarından; bu aslî kaynağın Reşidüddîn’in kullandığı ilk şeklinin XI. yüzyıl nihâyetinde yazıldığı, bu metnin kısmî değişikliklerle güncel olayların da ilave edildiği Şecere’ye kaynak olan ikinci şeklinin ise XII. yüzyıl ortalarında tamamlandığı analitik bir yaklaşımla ortaya konulabilir[28].

Bu tespitlerimizden hareketle; Kayı damgalarının yer aldığı Oġuz-nāme ya da ona dayanılarak yazılmış dört ana kaynaktan üçünün Osmanlılar’dan çok önce, Selçuklular’ın tarih sahnesine çıkış ve yükseliş zamanlarında, kalan diğerinin ise en geç Osmanlı kuruluş asrında kaleme alındığı söylenilebilir.

Moğol tarihçi Cüveynî’nin Merv/Mâhân’daki Türkmen lideri Buḳa’nın direniş mâcerâsına giriş yaptığı kısım. Tārīḫ-i Cihān-güşā, Bibliothèque Nationale, Supp. Persian, nr.: 205, vr. 33a, st. 23-25.

Osmanlı “Kayı” Menşeinin Çağdaş Nümizmatik Kanıtları

Osmanlı hânedânının Kayı menşeini doğrulayan en önemli çağdaş kanıtların Osman Gâzî’nin sikkelerindeki “Kayı” damgaları olduğu yukarıda belirtilmişti. İbrahim Artuk’un kırk yıl önce yayımladığı târihsiz sikkenin çözümlemesinde atladığı en önemli nokta olan, ön yüzün sağ tarafındaki “Ѵ” işaretinin bir “Kayı” damgası olduğunu bundan dokuz yıl önce yayımlanan bir makalemizde açıkça göstermiştik[29].

Hüseyin Gilânî Silsile-nāme’sinde yer alan “Sulṭān ʿOs̱mān Ġāzī” tasviri.
Österreichische Nationalbibliothek, nr.: A.F. 17/141, vr. 29a.

Söğüt’teki sikke tasarımcısının eliyle basit ortak bir kalıptan çıkarılan ve darp yer ve tarihleri dışında önemli bir fark taşımayan Osman Gâzî’nin ilk iki sikkesinin Kelime-i Tevhîd ve Hulefâ-i Râşidîn (Dört Halîfe)’nin adlarının bulunduğu ön yüzlerindeki: ايده الله “Eyyedehū’llāh” = “Allâh onu te’yid etsin!” duâ ifâdesinin sağ tarafında, سگود “Sögüd” ve يڭيشار “Yeñi-şār” (Yenişehir) darp yerlerinin hemen üst kısmında Şecereʾ-i Terākimede görülen XII. yüzyıl ortalarından kalma Kayı damgası[30] ters olarak, “Ʋ” harfine benzeyen kalın birer “Ѵ” simgesi şeklinde yer almıştır[31]. Bu eğreti damga figürleri Osman’ın daha sonra bastırdığı, Artuk tarafından yayımlanan tarihsiz son sikkesinin ikinci bir hakkâk tarafından farklı bir hatla tasarlanan ön yüzünde de, -nisbeten daha düzgün ve Şecere’dekine daha yakın bir mizanpajla-, yine: ايده الله “Eyyedehū’llāh” duâ satırının sağ tarafına konumlandırılmıştır.

Osman Gâzî’nin sağ alt köşesinde “V” şeklindeki Kayı damgasının yer aldığı, 699-700/1300-1301’de Söğüt ve Yenişehir’de darp ettirdiği İstiklâl dönemi sikkeleri (solda, ortada) ve tarihsiz sikkesinin (sağda) ön yüzleri.

 

Sikkelerinde babası Osman Gâzî’nin yay şeklindeki damgasının yanı sıra, iki ok bir yay biçimindeki Kayı damgasını da kullanan ikinci Osmanlı Sultânı Orhan Gâzî. Seyyid Lokman, Ḳıyāfetü’l-İnsāniyye fī Şemāʾili’l-ʿOs̱māniyye, TSMK, Hazine, nr.: 1563, vr. 29a.

Osmanlılar’ın Kayı menşeini simgeleyen “Ѵ” şeklindeki bu damga; kurucu Sultân’ın oğlu Orhan Gâzî’nin cülûsunu tâkiben 724/1324’te Bursa’da bastırdığı, bir yüzünde ارخان بن عثمان “Orḫān bin ʿOs̱mān” ve diğer yüzünde yan yana üç adet ارخان “Orḫān” ismi bulunan bir sikke[32] ile, onunla aynı kategoriye girmekle birlikte iki yüzünde üçer kez ارخان “Orḫān” ismi ya da çeşitli duâ ibâreleri yer alan daha farklı metinlerle tasarlanmış türlerinin[33] hepsinde ve aynı şekilde bir yüzünde yalnız ارخان “Orḫān”, diğer yüzünde Kelime’-i Tevhîd ve Dört Halîfe’nin adları yazan farklı bir sikke örneğinde ortak alt satırdaki خلد الله ملكه “Ḫallede’llāhu mülkehū” duâ ibâresinin sağ tarafına konumlandırılırken[34]; Sultan Orhan’ın ön yüzüne ارخان ابن عثمان “Orḫān ibn ʿOs̱mān” ismi darp olunmuş bir “mangır”ında[35] ise direkt bu ismin altına hizâlanmıştır.

Orhan Gâzî’nin bilinen tek mangırının alt kenarında bulunan “V” biçimindeki Kayı damgası ve stampajı. Anadolu Nümismatik Bülteni/Anatolian Numismatic Bulletin, sy.: VIII, s. 6.

Osman Gâzî’den vârisi Orhan’a tevârüs eden “Ѵ” şeklindeki bu damga, onun üç yıl sonra, 727/1327’de yine Bursa’da bastırdığı ارخان بن عثمان “Orḫān bin ʿOs̱mān” mizanpajlı ve “Ш” (= 3) siyâkat rakamlı başka bir sikkesinin arka yüzünün alt satırına da aynen geçirilirken[36]; bu tip sikkelerden iki nâdir örneğe ise onun tüm sikkelerinden çok daha farklı ve epeyce tanıdık bir tasarımla işlenmiştir. Osman Gâzî sikkelerinin keşfinden önce literatürde uzun süre “İlk Osmanlı sikkesi” olarak bilinen, Orhan Gâzî’nin 727/1327’de bastırdığı akçanın[37] ve onun ikinci bir örneğinin[38] arka yüzlerinin üst kısmına, Kâşgarlı Mahmud’un Dīvānü Luġāti’t-Türk’ünde yer alan “I Ѵ I” şeklindeki قَيِغ “Ḳayıġ” damgası[39] çok net ve belirgin bir biçimde yerleştirilmiştir.

Orhan Gâzî’nin üst kısmına “I V I” şeklindeki Kayı damgasının işlendiği 727/1327 tarihli akçasının arka yüzü, Yapı Kredi Koll., 1 gr., 18 mm. (solda) ve aynı damganın sola yatık olarak konumlandırıldığı oğlu Murad Hüdâvendigâr’a ait sikkenin ön ve arka yüzleri, İzmir Arkeoloji Müzesi, Kâmil Eron Anadolu Sikkeleri Koleksiyonu, Env. nr.: 1551 (sağda).

Yıldırım Bâyezîd’in 792/1390’da bastırdığı sikkesinin arka yüzünde, orta şeridin sağ tarafına konumlandırılan “V” şeklindeki Kayı damgası. Konya Etnografya Müzesi, Env. nr.: 360/42.
Çelebi Sultan Mehmed’in 806/1403’te Ankara’da Timur’la ortak bastırdığı sikkede, ön yüzün orta satırının sağ tarafına sağa yatık şekilde darp ettirdiği Kayı damgası. Özel Koleksiyon, 1,25 gr., 15 mm.

İlk kez merhum İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve Fahriye Arık gibi tarihçilerin dikkatini çeken bu damganın o zamanlar yegâne fiziksel objesi, iki ok arasında bulunan ve Osman Gâzî’nin sikkelerinde de yer alan “Ѵ” şeklindeki yay figüründen ibaret olarak gösterilmiş[40]; sağdaki iç çerçevenin üzerine ve sol tarafa yalın bir şekilde konumlandırılan iki “ok” figürü ilginç bir şekilde fark edilmemiştir[41]. Sikkenin üzerindeki bu figür “Ѵ” şeklindeki damganın çıkarıldığı Oġuz-nāme’nin yanı sıra, Kâşgarlı Mahmud’un Luġāt’ındaki اُغُزْ “Oġuz” maddesine kaynak olan Oġuz-nāme nüshalarının da Sultan Orhan döneminde saray erkânı ve eli kalem tutan elit çevrelerce bilindiğine kesin bir kanıt teşkil etmektedir.

II. Murad devrinden önce sikkelerinde farklı “Kayı” damgaları kullanan ilk beş Osmanlı pâdişâhı (Sağdan sola): Osman Gâzî, Orhan Gâzî, Murad Hüdâvendigâr, Yıldırım Bâyezîd ve Çelebi Sultan Mehmed. Seyyid Şerîf Mehmed, Miftāḥu Cifrü’l-Cāmiʿ, TSMK, Bağdad, nr.: 373’teki minyatürden ayrıntı.

Orhan Gâzî’den sonra oğlu Murad Hüdâvendigâr’ın bazı sikkelerinde de onun sikkelerindekine benzer Kayı damgalarının yer aldığı dikkati çeker. Bu sikkelerin çoğunda damganın biçimi, Osman Gâzî’den beri  süregelen mizanpaja uygun bir tarzda “Ѵ” yay ikonu şeklinde tasvir edilirken[42], Sultan Murad’ın ön yüzünde: مراد بن اورخان  “Murād bin Orḫān” ismi ve arka yüzünde iki ayrı satır hâlinde خلد ملكه “Ḫullide mülkehū” duâ ifadesi bulunan tarihsiz diğer bir sikkesinde ise: ملكه “mülkehū” ibâresinin sağ tarafına, bu kez sola yatık olarak “I Ƴ I” şeklinde istif edilmiştir[43]. Kâşgarlı’nın resmettiği Kayı damgasındaki “Yay”ın altına kısa bir de kuyruğun eklenmesiyle, Yazıcı-zâde’nin Oġuz-nāme’sindeki “I Ƴ I” şekline çok yakın bir görünüm kazanan ve mevcut Kayı damgalarının bilinen en meşhur ve yaygın şeklini yansıtan bu sembol, ilk Osmanlı padişahlarının zamanla değişime uğrayan farklı Oġuz-nāme nüshalarındaki tüm Kayı damgalarından haberdar olduklarının da açık bir göstergesidir.

4.Murad’dan önceki ilk beş padişahın sikkelerinde yer alan Kayı damgaları (Soldan sağa): 1-2-3- Osman Gâzî’nin istiklâl dönemi sikkeleri ve tarihsiz sikkesi, 4. Orhan Gâzî’nin 727/1327 tarihli akçası, 5. Murad Hüdâvendigâr’ın tarihsiz sikkesi, 6. Yıldırım Bâyezîd’in 792 (1390) tarihli sikkesi ve 7. Çelebi Sultan Mehmed’in 806/1402’de bastırdığı sikke üzerindeki damgalar.

Osmanlı sultanlarının “Kayı” mensubiyetlerinden haberdar olduklarını gösteren damgalara Yıldırım Bâyezîd’in cülûsundan bir yıl sonra, 792/1390 yılında bastırdığı çok sayıda sikke örneğinde de açıkça rastlanır. Ön yüzünde بايزيد بن مراد “Bāyezīd bin Murād” ve arka yüzünde خلد ملكه ـ ٧٩٢ “Ḫullide mülkehū – 792” metinleri bulunan bu sikkelerin arka kenarının ortasından geçen yatay çizginin sağ tarafında Osman Gâzî’nin ilk sikkelerindeki “Ʋ” harfini anımsatan “Ѵ” biçimindeki Kayı damgasının bir benzeri yer alır[44]. İlk üç padişah dönemine ait kısa monografilerin ve Oġuz-nāme rivâyetlerinin derlenip kroniğe dönüştürülmeye, Osmanlı hânedan tarihlerinin literatüre henüz yeni yeni girmeye başladığı bu dönemde[45], Yıldırım Bâyezîd’in baba ve dedesinin kullandıkları damgaları bırakıp Oġuz-nāme’lerde rastladığı pek çok damga arasından özellikle kurucu hükümdarın kullandığı ilk damgayı seçmesi; onun geçmişle hâl-i hazırı bütünleştirip uygulamada devamlılık idealini yerleştirme ve sâbit bir şekle dönüştürme çabasının izlerini taşır.

II. Murad’ın Edirne’de bastırdığı, ön yüzünde Kayı damgası bulunan bir mangır örneği.
İzmir Arkeoloji Müzesi, Kâmil Eron Anadolu Sikkeleri Koleksiyonu, Env. nr.: 1650.

Osmanlı’yı bir cihan devletine dönüştürme girişiminin Timur vak‘ası yüzünden sekteye uğramasını müteâkip, sonunda tahtı tek başına ele geçirmeyi başaran Çelebi Sultan Mehmed’in de bu Fetret döneminde, Timur’la müşterek bastırdığı ٨٠٦ 806/1403 tarihli bir sikkesi[46] ve tarihli ya da tarihsiz olarak kestirdiği mangırlarına[47], -babası Yıldırım’ın iz ve tercihini tâkiben- Osman Gâzî sikkelerinde yer alan “Ѵ” şeklindeki damgayı etnik bir simge olarak darp ettirdiği dikkati çeker. Onun klasik geleneğe uygun bir formatta, sikke ve mangırlarının ön yüzüne bastırdığı bu Kayı damgası, merhum babasının taklit ettiği istiklâl ve biat zamanlarına ait ilk kuruluş sikkelerinin değil, Artuk’un yayımladığı tarihsiz sikkenin formatına daha yakın karakteristik özellikler taşımaktadır.

II. Murad’ın atıyla seyir hâlinde iken uzun bir sırığın ucundaki hedefe ok atışı.
Seyyid Lokman, Hüner-nāme, I, TSMK, Hazine, nr.: 1523, vr. 138b.

Bundan sonra II. Murad’ın Wittek’in iddialarına konu olan “I Ƴ I” şeklindeki Kayı damgası, -kuşkusuz atalarının yukarıdaki sikkelerinden ilhamla- Yazıcı-zâde’nin kaynağı olan Oġuz-nāme’den alınarak[48], onun Bursa ve Edirne’de bastırdığı, her iki yüzünde de iç içe geçmiş simetrik مراد “Murād” isimleri yer alan mangırlarının alt kısımlarına çok büyük ve belirgin bir şekilde darp edilmiş[49]; ayrıca bu damga silâhlar ve değerli eşyaların da üzerine işlenerek, Yazıcı-zâde’nin “şimdiki bigi ṭop unudulmamış” olduğunu belirtip Osman Gâzî devrinde nisbeten var olduğuna dikkati çektiği[50] kavmî gelenek sağlam ve esaslı bir şekilde yeniden ihyâ edilmiştir.

Yukarıda ortaya koyduğumuz yeni çağdaş tarihî ve nümizmatik kanıtlar, Wittek ve takipçilerinin delilsiz ve mesnedsiz bir şekilde ortaya attıkları “Kayı menşeinin II. Murad devrinde siyasî bir üstünlük iddası olarak ortaya çıktığı” hipotezini kökünden yıkıp izâle ederek, Osmanlılar’ın Kayı menşeinin Anadolu’ya göç ve Ahlat’a yerleşim zamanlarından beri yaptıkları mimarî eserlere isim olarak verildiğini ve hatta mâbedlerin duvarları üzerine işlendiğini; Türk tarihinde devamlılık geleneğinin açık bir yansıması olarak, -başta kurucu hükümdar Osman Gâzî olmak üzere- ilk beş hükümdar tarafından da çok iyi bilindiği anlaşılan bu etnik vurguyu onların, farklı Oġuz-nāme nüshalarından çıkarılmış Kayı damgalarını sikkeleri üzerine darp ettirmek sûretiyle resmen ibrâz ettiklerini kesinleştirir.

Bu sağlam çağdaş kanıtlardan sonra Osmanlılar’ın Kayı menşeinin artık basit ve hayâlî kurgularla “uydurma” olduğunun hiçbir şekilde iddia edilemeyeceği, edilmek istense bile bunun tarihî açıdan hiçbir tutarlılık ve önem arz etmeyeceği izahtan vârestedir.

* Bu makale daha önce Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, LXVIII/402 (Temmuz 2020), s. 26-33’de yayımlanmıştır.

 

Dipnotlar:

[1] Paul Wittek, The Rise of the Ottoman Empire, Royal Asiatic Society Monographs, vol.: 23, London 1938; a.mlf., Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu, çev.: Fahriye Arık, Şirket-i Mürettibiye Basımevi, İstanbul 1947.

[2] Krş. P. Wittek, a.g.e, p. 11-13; Fahriye Arık nşr., s. 17-19.

[3] Bu konuya dâir, bk. Hakan Yılmaz, “Mehmed Fuad Köprülü’nün Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu ile İlgili Tezlerine İlişkin Yeni Bir Değerlendirme”, SKAD/JSCS, II/4 (Ekim 2016), s. 19-60.

[4] M. Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, haz.: O. Köprülü, Akçağ Yayınları, Ankara 2009, s. 94.

[5] Krş. R. Paul Lindner, Osmanlı Tarihöncesi, trc.: Ayda Arel, Kitap Yayınevi, İstanbul 2008, s. 32-34; C. Kafadar, İki Cihan Âresinde: Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, çev.: C. Çıkın-M. Öz, Birleşik Yayınevi, Ankara 2010, s. 250, dipnot: 3.

[6] Krş. H. Yılmaz, “Mehmed Fuad Köprülü’nün…”, a.g.d., s. 49-56.

[7] Yuvarlak yazılan ن “nun” harfinin sağ alt kıvrımının, küçücük bir kalem oynaması ile köşeli bir şekle dönüştüğünde kolaylıkla ك “kef” harfi şeklinde algılanıp, گون “Gün”ü گوك “Gök” olarak okutacağı aşikârdır.

[8] Krş. Halil İnalcık, Has-Bağçede ‘Ayş u Tarab: Nedîmler Şâîrler Mutrîbler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011, s. 195-213; a.mlf., Söyleşiler ve Konuşmalar, I, haz.: Birsen Çınar, Profil Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 32-33, vb.

[9] Bu târih ve rakam, Yıldırım Bâyezid döneminde yazılmış çok eski bir kronik metninde, kısa bir süre önce yegâne nüshasını tespit ettiğimiz Yahşi Fakih Menāḳıb-nāme’sinin özet metninde, Hamzavî’nin kroniği ekseninde yazılmış Anonim Tevārīḫ’lerde, bu kaynakları takip eden Oruç Beg/Anonim nüsha örnekleri ile daha sonra yazılmış pek çok Osmanlı kroniğinde ortak ifadelerle tekrarlanır.

[10] ‘Alâeddîn Atâ Melik Cüveynî, Tārīḫ-i Cihān-güşā, I, Bibliothèque Nationale, Supp. Persian, no. 205, vr. 33a-37b.

[11] Cüveynî, a.g.e., I, vr. 34a, st. 24 / vr. 34b, st. 9.

[12] Hasan b. Mahmud el-Bayâtî, Cām-ı Cem-Ᾱyīn, Millet Ktp. Ali Emîrî, Tarih, nr.: 203, vr. 18a, st. 4-13 / vr. 18b, st. 1-9; Bayâtî, Cām-ı Cem-Ᾱyīn, nşr.: ‘Alî Emîrî, Der-Sa‘âdet Kader Matba‘ası, İstanbul 1331, s. 39-40.

[13] Evliyâ Çelebi, Seyāḥat-nāme, IV, TSMK, Bağdat Köşkü, nr.: 305, vr. 239b, st. 25-36 / vr. 240a, st. 1. Bu konuya dair ayrıntılı bilgi “Kızıl Boğa” hakkında yayına hazırladığımız makalede verilecektir.

[14] Evliyâ Çelebi, a.g.e., IV, vr. 239b, st. 35.

[15] Evliyâ Çelebi, a.g.e., IV, vr. 241a.

[16] Krş. Haşim Şahin, “Bir Kuruluş Muammâsı: Ertuğrul Gazi’nin babası Süleyman Şah mı, Gündüz Alp mi?”, Bursa Günlüğü, sy.: 7 (Eylül-Ekim-Kasım 2019), s. 22-27. Haşim Şahin tarafından kısa bir süre önce fotoğrafı yayımlanan ve şâhidesinin yarısından fazlası kırık olan bu mezarın, Osmanlı atalarının burada yattığını öteden beri bilen çevre halkı tarafından -bu bilgiden hareketle- Ertuğrul’un babası Gündüz’e atfedildiği anlaşılmaktadır. Enverî’nin Düstūr-nāme’sinde verdiği Sultan Orhan devri râvîlerine kadar inen bilgiler ve onlara paralel olan Osmanlı rivayetlerine göre, Gündüz Alp üç yıl beylik yaptıktan sonra Söğüt’te vefat edip Bilecik yakınlarındaki Ḳızıl-Sarāy köyüne defnedilmişti. Krş. Enverî, Düstūr-nāme, Paris Bibliotheque Nationale, Turc, nr.: 250, vr. 99b, st. 18 – vr. 100a, st. 1-2; Karamânî Mehmed Paşa, Tevārīḫu’s-Selāṭīni’l-ʿOs̱māniyye, Süleymaniye Ktp. Ayasofya, nr.: 3204, vr. 2a, st. 6-7.

[17] Krş. Evliyâ Çelebi, a.g.e., IV, vr. 241a, st. 21.

[18] İbrahim Artuk, “Osmanlı Beyliği’nin Kurucusu Osman Gazi’ye Ait Sikke”, Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi (1071-1920): ‘Birinci Uluslararası Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kongresi’ (11-13 Temmuz 1977) Tebliğleri, ed.: O. Okyar – H. İnalcık, Ankara: Hacettepe Üniversitesi, 1980, s. 27-33.

[19] Ayrıntılı bilgi için, bk. Hakan Yılmaz, “Osman Gâzî’nin Bastırdığı Sikkeler ve Ona Atfedilen Yeni Bir Sikke Hakkında”, HAİD, XVIII/211 (Nisan 2011), s. 45-46.

[20] Sikkeler için, bk. Hakan Yılmaz, “Osman Gâzî’nin Kayıp İkinci Sikkesi ve Osmanlı Kuruluş Tartışmalarına Etkisi”, Âb-ı Hayât’ı Aramak: Gönül Tekin’e Armağan, haz.: Ozan Kolbaş-Orçun Üçer, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2018, s. 763-788; a.mlf., “Osman Gâzî’nin 700/1300-1301’de Yenişehir’de Bastırdığı Üçüncü Sikkesi”, Vak‘anüvis Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, IV, Söğüt Özel Sayısı (Aralık 2019), s. 81-120.

[21] Ebûbekir İbnü’d-Devâdârî, Kitābu Dürerü’t-Tīcān ve Ġurerü Tevārīḫi’z-Zamān, Süleymâniye Ktp. Dâmâd İbrâhîm, nr.: 913, vr. 202a, st. 16-17.

[22] Bu konuda, bk. Hakan Yılmaz, “Kuruluş Devri Osmanlı Tarih Yazıcılığında Oġuz-nāme’lerin Etkisi ve Bilinen En Eski Osmanlı Kroniği/1”, HAİD, XX/230 (Kasım 2012), s. 41-43.

[23] Yazıcı-zâde ‘Alî, Oġuz-nāme (Selçuḳ-nāme), TSMK, Revan, nr.: 1391, vr. 11a-13b; Ebû’l-Gâzî Bahâdur Hân, Şecereʾ-i Terākime, Taşkent Özbek Bilimler Akademisi Doğu Yzm. Enst., nr.: 171, vr. 31a-35b.

[24] Yazıcı-zâde ‘Alî, a.g.e., vr. 11a, st. 6-9. Krş. Ebû’l-Gâzî Bahâdur Hân, a.g.e., vr. 31b, st. 2-5. Şecere’de de Ḳayı Ḫān’dan: “Gün Ḫān’nıng uluġ (ulu) oġlı, atı (adı) Ḳayı Ḫān…” şeklinde söz edilir (vr. 31b, st. 7).

[25] Reşîdüddîn Fazlu’llâh Hemedânî, Cāmiʿu’t-Tevārīḫ, TSMK, Hazine, nr.: 1653, vr. 375b-391a; Cāmiʿu’t-Tevārīḫ (Tārīḫ-i Oġūz), tashîh: Muhammed Rûşen, Mîrâs-ı Mektûb, Tahran 1384/2005; Zeki Velidî Togan, Oğuz Destanı: Reşideddin Oğuznâmesi Tercüme ve Tahlili, II. Baskı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1982.

[26] Eserin giriş kısmında Ebu’l-Gâzî Bahâdur Hân, bir gün Türkmen önde gelenlerinin toplanıp huzûruna gelerek: “Bizning içimizde Oġuz-nāme köp (çok)ṭurur ammā hīç yaḫşısı (düzgünü) yoḳ, barçası ġalaṭ (karmaşık) ve birisi birisıġa muvāfıḳ irmes (uygun düşmez). Her ḳaysısı bir türlük ve bir dürüst (düzgün) iʿtibār ḳılġu dek (doğru) tārīḫ bolsa irdi (olsa idi) yaḫşı bolur (iyi olur) irdi.” demeleri üzerine, mevcut Oġuz-nāme’lerin içinden en doğrusunu seçerek Şecere’yi kaleme aldığını açıkça belirtir (Ebû’l-Gâzî Bahâdur Hân, Şecereʾ-i Terākime, vr. 65b, st. 11-14).

[27] Z. V. Togan, a.g.e., s. 121-144.

[28] Bu konuya Osmanlılar’ın ataları ile ilgili yazı dizimizde daha ayrıntılı bir şekilde değinilecektir.

[29] Krş. H. Yılmaz, “Osman Gâzî’nin Bastırdığı Sikkeler…”, a.g.d., s. 45-46. Sikke üzerinde tespit ettiğimiz bu Kayı damgası bilâhare tüm nümizmatik ve akademik çevrelerce kabul görmüştür. Bununla ilgili olarak, ayrıca bk. H. Yılmaz, “Osman Gâzî’nin Kayıp İkinci Sikkesi…”, a.g.e., s. 773-774.

[30] Krş. Ebû’l-Gâzî Bahâdur Hân, a.g.e., vr. 34b, st. 8-9.

[31] Krş. H. Yılmaz, “Osman Gâzî’nin Kayıp İkinci Sikkesi…”, a.g.e., s. 780-781.

[32] İzmir Arkeoloji Müzesi, Şevkullah Bal Anadolu Sikkeleri Koleksiyonu, Env. nr.: 444, 0,94 gr., 20 mm. Bursa’nın fethi ve Orhan Gâzî’nin cülûs tarihini ayrıntılı olarak içeren bu sikkenin tarihî önemi hakkında, şimdilik bk. Hakan Yılmaz, “Yeni Târihî Bulgular Işığında Bursa’nın Fetih Süreci: Bursa ve Çevresi Ne Zaman Fethedildi?”, Bursa Günlüğü, Sy.: 8 (Aralık 2019-Şubat 2020), s. 30-31.

[33] Sikkenin aynı ana mizanpajla, fakat biri diğerinden ayrı metinler içerecek şekilde tasarlanmış dört farklı örneği için, bk. Rolf Ehlert, Umlaufgeld im Osmanischen Reich, Band I: von den Anfagen bis Selim I, Heidelberg 2014, p. 34-35.

[34] Krş. Ehlert, a.g.e., I, p. 44.

[35] 0,60 gr., 14,7 x 15,6 mm. Kâzım Karakoç, “Orhan Gazi’nin Bugüne Kadar Bilinmeyen Eşsiz Bir Mangırı”, Anadolu Nümismatik Bülteni/Anatolian Numismatic Bulletin, sy.: VIII (Aralık 2008), s. 3-6.

[36] Eltee Coll., Künker: 231-9001, 0,772 gr.; R. Ehlert, a.g.e., p. 31.

[37] Yapı Kredi Bankası Nümizmatik Koll., 1 gr., 18 mm.

[38] İzmir Arkeoloji Müzesi, Ş.B., Env. nr.: 1584, 1,02 gr., 20 mm.

[39] Kâşgârlı Mahmûd, Dīvānü Luġāti’t-Türk, Millet Ktp. Ali Emîrî, Arabî, nr.: 4189, vr. 20b, st. 7-8.

[40] Krş. Fahriye Arık, “Oğuz Boyları ve Osman Oğulları Şeceresi”, Paul Wittek: Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu içinde, s. 72-73; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, VIII. baskı, TTK yayınları, Ankara 2003, s. 125-126.

[41] Osmanlılar’ın Oğuz ve Kayı menşeini konu alan kısa bir makalemizde bu “Kayı” damgasını, sikkeyi yeterince incelemeden -Arık ve Uzunçarşılı’nın okuyuş ve çizimlerini takiben- biz de, ortasında yer alan “Ѵ” şeklindeki yay figüründen ibaret göstermiştik: krş. H. Yılmaz, “Osmanlı Hânedânı Oğuz Soyundan, Kayı Boyundandır!”, HAİD, XVII/193 (Ekim 2009), s. 39-41.

[42] Örneğin, bk. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü, İskender Targaç Collectus Nummus (Anadolu Darplı Sikkeler) Koleksiyonu, Env. nr.: 2068, 2071, 2072.

[43] İzmir Arkeoloji Müzesi, Kâmil Eron Anadolu Sikkeleri Koleksiyonu, Env. nr.: 1551.

[44] Konya Etnografya Müzesi, Env. nr.: 360/42; İzmir Arkeoloji Müzesi, Ş.B. Env. nr.: 6, 7, 222, 988, 989, 1888, 1889, 2144, vb.

[45] Bu konuya dair yakında önemli bir makale neşredeceğiz.

[46] Engüriyye/Ankara’da bastırılan ve Avrupa’da özel bir koleksiyonda yer alan bu sikke 1,25 gr. ağırlığında, 15 mm. çapındadır.

[47] Meselâ, bk. Bora Etker Koll., nr.: 100, 2,60 gr., 15 mm.; Tübingen Unv. Coll., Inv. nr.: 303, 15 mm., vb.

[48] Krş. Yazıcı-zâde ‘Alî, a.g.e., vr. 11a, st. 6-9. Yazıcı-zâde’nin Oġuz-nāme’den naklen aktardığı bu damganın ortasındaki “Yay” figürünün, daha sonra Sultan Murad’ın sikkelerine de geçecek şekliyle, diğer damgalardan farklı olarak bir “hilâl” şeklinde resmedildiği dikkati çeker.

[49] Bursa’da darp edilenler için, bk. İzmir Ark. Müz., Ş.B., Env. nr.: 1436, 2,69 gr., 18 mm.; Env. nr.: 2,51 gr., 18 mm.; K. Eron Anadolu Sikkeleri Koleksiyonu, Env. nr.: 1985; Edirne’de basılanlar için, bk. İzmir Ark. Müz., Ş.B., Env. nr.: 1060, 2,83 gr., 16 mm.; Env. nr.: 2022, 3,01 gr., 17 mm.; K. Eron, Env. nr.: 1650, vb.

[50] Yazıcı-zâde ‘Alî, a.g.e., vr. 11a, st. 6-9.

Hakan YILMAZ

Hakan YILMAZ / Araştırmacı-Yazar & Yeniçağ Tarihi Uzmanı 21 Şubat 1977’de İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde dünyaya geldi. Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı’nda başladığı Yüksek Lisans (Master) eğitimini “İbn Kemâl (Kemâl Paşa-zâde): Tārīḫ-i İbn Kemāl / VI. Defter (İnceleme-Transkripsiyon-Tıpkıbasım)” başlıklı teziyle tamamladı. Kuruluş devri Osmanlı tarihi ve Yeniçağ tarihi ile ilgili yeni bulgular ve bilimsel tartışmalara yönelik makaleleri 2004 yılından beri farklı akademik ve popüler dergilerde yayımlanmakta olup, uzmanlık alanı ile ilgili farklı sahalarda araştırma ve çalışmalarını sürdürmektedir. e-posta: [email protected] | [email protected] | [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
Hakan Yılmaz

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Tekrarsız Süslemeler

Tekrarsız Süslemeler

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 3 Aralık 2024
Sistematik Hatalar Bahçesi

Sistematik Hatalar Bahçesi

Ekrem Hayri PEKER, 3 Aralık 2024
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024
Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Atilla SAĞIM, 17 Kasım 2024