TAHNİT NEDİR?
Cesedin bozulmaması için çeşitli usullerle ilaçlanıp korunması demektir. Bir başka ifadeyle cesede çürümeyi engelleyici veya geciktirici maddeler kullanarak işlem uygulamaktır. Bu işlem sırasında iç organlar çıkarılmaz. Bu işleme benzer olan fakat uygulamada farklılık gösteren mumyalama tekniğinde ise iç organlar çıkarılır, hiç bozulmamak üzere ceset ilaçlanıp muhafaza altına alınır. Mumyalanan ceset, tahnitlenen cesede göre daha uzun süre korunur. İslam dininde cesedin bir yerden bir yere nakledilebilmesi veya otopsi yapılması için gerekli durumlarda tahnite cevaz verilmiştir.
ÇEŞİTLİ MEDENİYETLERDE VE TÜRKLER’DE TAHNİT
Mısır ve Yunan medeniyetlerinin yanı sıra Afrika, Amerika ve Asya’da ortaya çıkan birçok medeniyette tahnit ve mumyalama işlemi görülmüştür. Orta Asya’da ilk Türk devletini kuran Hunlar’ın önemli kişilerin cesetlerini tahnit edip kurganlara defnettikleri bilinmektedir. Bu uygulama Türkler’de ahiret inancının olduğunun bir göstergesidir.
İslamiyetten önce Orta Asya Türk topluluklarında görülen tahnit ve mumyalama tekniğinin Türklerin İslam Dinini kabul etmelerinden sonra da devam ettiği görülür. Konya’da Alaaddin tepesindeki türbelerde bulunan Selçuklu Sultanlarının cesetleri, Kayseri’de Melik Gazi’nin cesedi, Kemah’ta Melik Mengücek Gazi’nin cesedi, Kastamonu’da Aşıklı Sultan’ın cesedi, Harput’ta Arap Baba’nın cesedi, Çankırı Taş Mescid’in alt katındaki cesetler, Niksar’da Sungur Bey ve Konya’da Sahib Ata türbelerindeki cesedler tahnit dilmiştir. Bu tahnitli cesetler Anadolu Selçuklu Devleti ve beylikler döneminden günümüze ulaşmıştır. Amasya Müzesinde ise İlhanlı döneminden kalan sekiz adet tahnit edilmiş ceset bulunur. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Türkiye’deki müzelerde bulunan bu cesetlere uygulamanın iç organlar çıkarılmadan yapıldığı anlaşılmaktadır.
Konyalı Hekim Hacı Paşa “Şifaü’l-Eskâm ve Devâü’l-Âlâm” adlı eserinde, Anadolu Selçuklu Dönemi’nde yapılan tahnit ve mumyalama işleminin tekniği ile ilgili en net bilgileri verir. Hekim Paşa, bu işlemler sırasında; Ebucehil karpuzu yağı, burak yağı, sarısabır (aloe vera), mirr, akakiya (akasya / harnub-keçi boynuzu) zamkı, ramik (miskle karıştırılan siyah bir madde), kafur, tuz, şap, sirke, gülsuyu, katran, bal vb. ürünlerin kullanıldığını yazar. Mum, soğan, baharat, toprak veya bitki gibi kokuşmayı önleyen ve antiseptik özelliği olan birçok ürünün bu işlem sırasında kullanıldığı anlaşılmaktadır.
OSMANLI’NIN KURULUŞ DÖNEMİNDE TAHNİT
Türklerde binlerce yıldan beri uygulanan tahnit işleminin, Osmanlı’da da uygulandığını görüyoruz. Gerek Selçuklu’da, gerek Anadolu Beylikleri ve Osmanlı’nın ilk döneminde bu uygulamanın gerçekleştirilmiş olması, eski Türk kültür ve geleneğinin devamı olduğunu kanıtlamaktadır.
Tahnit işlemi, Osmanlı döneminde padişahın vasiyet ettiği yere defnedilmesi, savaşta ölen padişahın yurda getirilebilmesi, padişahın vefatı üzerine tahta çıkacak olan şehzadenin gelmesinin beklenmesi vb. nedenlerle uygulanmıştır. Burada yapılan işlem ise dediğimiz gibi bir tahnit işlemidir. Osmanlı’da tahnit işini yapan uzman hekimler vardı. Bunlar vefat eden padişahın cesedini çeşitli malzemeleri kullanarak muhafaza altına alırlar ve kokmasını önlerlerdi.
Osmanlı kuruluş döneminde mezar nakli yapılan veya öldüğü yerden bir başka yere taşınan hanedan üyesi ve padişah mezarları vardır. Buna Savcı Bey olarak bilinen Saru Yatı’nın, Osman Gazi’nin, I.Murad Hüdâvendigâr’ın, Yıldırım Bayezid’in, Çelebi Mehmed’in ve II.Murad’ın tahnit edilip taşınan cesetlerini örnek olarak verebiliriz.
Yükselme döneminde ise bunlara İtalya’da vefat edip Bursa’ya cenazesi getirilen Cem Sultan’ı, Çorlu yakınlarında vefat eden Yavuz Sultan Selim’i ve Macaristan’ın Zigetvar şehrinde vefat edip cenazesi İstanbul’a getirilen Kanuni Sultan Süleyman’ı örnek vermek mümkündür.
OSMANLI HANEDANI ARASINDA İLK TAHNİT EDİLEN KİŞİ
Osmanlı’da hanedan üyeleri arasında ilk tahnit edilen kişi, Ertuğrul Gazi’nin oğlu Saru Yatı (Savcı) Bey olmalıdır.
Saru Yatı (Savcı) Bey, Domaniç’te İnegöl ve Karacahisar tekfurlarının oluşturdukları müttefik Bizans kuvvetine karşı yapılan Domaniç (İkizce) Savaşında (1286 / 1287), Domaniç Beli’nin aşıldığı yerde, Domurköy yakınlarındaki Kandilli çam dibinde şehit düşmüş ve Söğüt’e götürülüp babası Ertuğrul Gazi’nin mezarının yanı başına defnedilmiştir.
Kaynaklar şehit olan Savcı Bey’in Domaniç’ten Söğüt’e nasıl ve hangi vasıtayla nakledildiğini yazmaz. Fakat Aşık Paşazâde, İbn-i Kemal, Neşri, Hoca Sadeddin, Ali Seydi vb. gibi birçok kaynak, Savcı Bey’in Söğüt’e götürülüp babası Ertuğrul Gazi’nin mezarının yanına defnedildiği konusunda ittifak ederler.
Peki bu nakil nasıl olmuş olabilir? Savcı Bey’in şehit olmasının ardından tahnit yapılıp keçelere sarılarak at arabası veya öküz arabası gibi bir ulaşım vasıtasıyla Domaniç-Söğüt arasındaki yayla yollarını da kullanarak nakledilmiş olmalıdır. Normal bir atla 40 km.lik mesafeyi dinlenerek 8 ila 10 saat arasında gitmek mümkündür. Cenazenin en fazla 1 veya 1,5 günlük bir mesafede bulunan Söğüt’e en uygun yayla yolları kullanılarak nakledildiği anlaşılmaktadır.
Yayla yolları üzerinde devasa ağaçlar, ağaçların gölgelediği serin koyaklar, buz gibi akan dereler bulunur. Domaniç köylerinin geneli Yörükler tarafından kurulmuştur. Kadim bir bilgidir; Yörükler bir yere yerleşmeden önce ağacın dalına taze kestikleri bir hayvanın ciğerini asarlarmış. Eğer o ciğer uzun süre bozulmadan durursa, havasının Yörük yaşamına çok uygun olacağını düşünerek oraya yerleşirlermiş. Hatta üzeri bezle örtülü olan ciğer asıldığı ağaç dalında birkaç gün bozulmadan dururmuş. Bu nedenle Domaniç dağları ve iklimi yazın dahi serin ve rutubetsiz olur. Bir başka ifadeyle o günkü şartlar itibarıyla da olsa yayla yolları ve göç yolları kullanılarak Domaniç’ten Söğüt’e cenaze nakletmek imkânsız değildir. Zaten Osmanlı kaynakları da şehit olan Savcı Bey’in cenazesinin Domaniç’ten Söğüt’e nakledildiğini ve babası Ertuğrul Gazi’nin mezarının yanına defnedildiğini yazmışlardır. Kaynaklar bu konuda şüpheye yer bırakmayacak şekilde ittifak halindedirler.
Hatta Osmanlı tarihçisi olan Ali Seydi, 1922 yılında basımı yapılan Devlet-i Osmaniye Tarihi adlı eserinde Ertuğrul’un en büyük oğlu olan Savcı Bey’den bahisle; “ve yine bilâ-ihtilâf kabul idilmiş vekâyi‛dendir ki, Osman Bey birâderinin cenazesini meydân-ı harbde bırakmayub kemâl-i ihtiramla Söğüd’e nakl itdirdi. Bu vekâyi‛ ba‛zı garazkârların isnâdât-ı batılasını cerha kâfidir.”der. Tarihçi Ali Seydi, bu cümlesinde; “bunun ihtilaf olmayan bir konu olduğunu, Osman Gazi’nin biraderi Savcı Bey’in cenazesini harp meydanında bırakmadığını, büyük bir hürmetle Söğüt’e naklettirdiğini, bu durumun da bazı düşman kimselerin batıl isnadlarını yaralamaya, hizaya getirmeye, düzeltmeye yeterli olduğunu” ifade etmiştir.
KURULUŞ DÖNEMİNDE TAHNİT EDİLEN OSMANLI PADİŞAHLARI
Osman Gazi, oğlu Orhan Gazi’nin Bursa kuşatması sırasında vefat etmiş, Söğüt’te Ertuğrul Gazi‘nin mezarının yanına geçici olarak defnedilmiştir. Fakat Osman Gazi, hayatta iken Bursa’daki Gümüşlü kubbenin altına (Saint Elia Manastırına) defnedilmeyi vasiyet ettiğinden, oğlu Orhan Gazi tarafından Söğüt’teki muvakkat (geçici) kabrinden çıkarılıp fethedilmiş olan Bursa’ya götürülmüş ve Tophanedeki bu manastıra defnedilmiştir.
Osmanlı döneminde Sultan I.Murad Hüdâvendigâr’ın I.Kosova savaşı sonrasında savaş meydanını gezerken şehit olmasından sonra cesedi tahnit yapılarak, Kosova’da boğdurulan oğlu Yakub’un cenazesi ile birlikte haftalar süren yolculuktan sonra Bursa’ya getirilip defnedilmiştir.
Ankara savaşını kaybederek Timur’a esir düşen Yıldırım Bayezid, esaretinin sekizinci ayında ölünce Timur’un emri ile cesedi tahnit edilerek önce Akşehir’e sonrasında vasiyeti doğrultusunda Bursa’ya gönderilmiş ve burada defnedilmiştir.
Bizanslı tarihçi Dukas, isyan çıkmasından, düşman devletlerin öğrenmesinden çekinildiğinden ve Amasya’da bulunan Şehzade Murad’ın tahta çıkması için beklenildiğinden dolayı Çelebi Sultan Mehmed’in Edirne’de vefat ettikten sonra ölümünün 40 gün gizlendiğini, iç organlarının çıkarılıp kaldığı odanın zeminine gömüldüğünü, cesedin içinin kamilen yıkanıp temizlendiğini, cesedine kokular sürülüp hayatta imiş gibi yatağa yatırıldığını yazar.
Edirne’de vefat ettikten sonra Bursa’ya getirilip defnedilen II.Murad’ın cesedinin de tahnit edildiğini kaynaklar yazarlar.
Venedikli seyyah Angiolello da Fatih Sultan Mehmed’in saraydan uzakta vefat eden oğlu Mustafa’nın cesedinin açılıp iç uzuvlarının çıkarıldığını, içinin bal ve pişmiş arpa ile doldurulduktan sonra ziftle sıvanmış bir tabuta yerleştirildiğini, iç uzuvlarının ise yıkandıktan sonra tuz dolu bir kutuya konduğunu anlatır.
Fatih Sultan Mehmed, Gebze’de vefat etmiş; cenazesi Şehzâde Bayezid’in gelişine kadar günlerce bekletilmek mecburiyetinde kalınmıştı. Fatih’in 1481 yılında Tekfur Çayırında ölümü üzerine, iki oğlunun tahta çıkma mücadelesinden dolayı cenaze hemen defnedilememişti. On dokuz gün kadar bekletilen cenaze, kokuşmaya yüz tuttuğu için, iç organları çıkartılarak mumyalanmak zorunda kalınmıştır.
Osmanlı kuruluş döneminden sonra yükselme döneminde de tahnit usulünün uygulandığı anlaşılmaktadır. Örneğin; Yavuz Sultan Selim, Edirne’ye giderken Çorlu yakınlarında vefat etmiş, cesedi tahnit edilmiş ve şehzade Süleyman’ın Manisa’dan gelişine kadar da vefatı gizli tutulmuştur. Vefatından bir haftayı geçen bir zaman sonra İstanbul’a getirilip defnedilmiştir. Yine Evliya Çelebi, Kanuni Sultan Süleyman’ın ahşâsının (iç uzuvlarının) çıkarılıp, Zigetvar’a bir yüksek tepede gömüldüğünü; cesedin ise, misk, amber ve tuz ile salamura şeklinde mumyalandığını anlatır. Gelibolulu Âli de cesedin balmumu sıvalı misk ve amber emdirilmiş temiz kumaşla örtülüp götürüldüğünü; ahşâsının ise gizlice Zigetvar’ın karşısına gömüldüğünü söyler.
SONUÇ
Cesedin bozulup kokmaması için yapılan tahnit işlemi, Orta Asya’da yaşamış eski Türkler’de uygulandığı gibi Selçuklu, Anadolu Beylikleri ve Osmanlı döneminde de uygulanmıştır. Osmanlı kaynakları incelendiğinde kuruluş ve yükselme döneminde birçok padişahın çeşitli usullerle tahnit edildiği anlaşılmaktadır. Osmanlı’da hanedan arasında tahnit uygulaması yapılan ilk kişi Ertuğrul Gazi’nin oğlu Saru Yatı (Savcı) Bey olmalıdır.
Kaynakça