Quantcast
Osmanlının kitapla imtihanı – Belgesel Tarih

Osmanlının kitapla imtihanı

Osmanlının kitapla imtihanı

Loading

Alfabe değişince anneler artık çocuklarına Keloğlan masalı anlatamadı mı? Ninni okumadı mı? İnsanlar türkü, zeybek söyleyip dinlemediler mi? Bektaşi fıkralarının anlatılması sona mı erdi? Karacaoğlan, Pir Sultan, Yunus şiirleri hafızalardan mı silindi? İşte Cemil Meriçlerle uyuşamadığım asıl nokta bu. Bütün bu kültürel miras, masallar, söylenceler, türküler zaten harflerden münezzehti. Aslında halkın din (İslam) kültürü bilgisi de kitabi değildi. O da kulaktan dolmaydı.

Gazete Duvar’daki ilkyazımıza olumlu olumsuz bir dizi eleştiri geldi. Bu eleştirilerden biri cahillik mefhumu üzerineydi. Baştan söyleyeyim, okuma-yazma bilmemek bir insanı cahil yapmaz. Önceden de söylediğim üzere cahillik insanın veya toplulukların kendileri için gerekli ve faydalı olanla olmayan arasında ayrımları yapamamasıdır. Mesela okuma-yazması olmayan bir balıkçıya bundan dolayı cahil diyemeyiz; ama tuttuğu balığın özelliklerini bilmiyorsa, rüzgârları, akıntıları, dalgaları vb. okuyamıyorsa herhalde o zaman bu balıkçıya ‘cahil’ denilebilir. Bu açıdan “Osmanlı halkının da zaten yüzde 1’i okuyabiliyordu” derken biz burada yüzde 99 cahildi demiyoruz. Zira Anadolu ve Rumeli insanı bilgiyi kitaptan değil kulaktan öğrenmekteydi. Halk kültürünün zenginliği semaiydi. Bir anlatıcının masalını dinlerdi, meddahları ve Karagözleri izlerdi, Şahname öykülerini, Köroğlu’nun, Karacoğlan’ın, Bayburtlu Zihni’nin Erzurumlu Emrah’ın yüzlerce şiirini, Hoca Nasreddin fıkralarından yüzlercesini ezberden bilebilirdi. Gazeteler dahi çok yakın zamanlara kadar köy kahvesinde, okula başlamış bir velet tarafından kahvede toplananlara okunur; halk gazete okumaz ‘dinlerdi’.

Bu nedenle Arap veya Latin harflerini bilmemesinden yola çıkarak ‘işte halk da zaten cahildi’ diyenlerden değiliz. Ama halkın bilgi edinme geleneği yazıdan beslenmiyordu. Zaten Harf Devrimine halkın tepkisiz kalmasının sebeplerinden biri de buydu. Tepki duyan kesimler o günlerde bir avuç gelenekçi ve nostaljik aydından ibaretti. Harf Devrimi karşıtları geniş yığınların neden bu ciddi sosyolojik olaya tepkisiz kaldığını yeterince irdelemiyorlar. Bu durumu genellikle Tek Parti’nin baskıcı siyasetinin doğrudan bir sonucu olarak kabul edip geçiştirmeyi tercih etmekteler. Ben ise burada farklı bir düşüncedeyim. Bana göre Osmanlıdan bu yana bu ülkenin insanı kitap, yazı, okuma mefhumları ile ilgisiz olduğu için harf devrimine de tepki vermedi.

HARF DEVRİMİ KARŞITLIĞI DA BİR TÜR ELİTİZM

Eleştirilerin en önemlilerinden biri de harf devriminin okuma-yazma kolaylığıyla ilgili bir girişim olmadığı bunun eski medeniyet ve kültür dairemizden koparak yeni bir medeniyete geçiş maksadı ile yapıldığı yönündeydi. Daha da özet ifade ile bazı okurlarımız harflerin İslam merkezli medeniyetten Batıyı referans alan yeni bir medeniyet inşa etme maksadıyla değiştirildiğini düşünmekteler.  Aslında bir noktaya kadar ben de öyle düşünmekteyim. Harf Devriminin asıl amacı okuma-yazmada yaşanan zorluklar değildi elbette. Zaten okuma-yazmadaki zorluklara alfabe değişimini neden olarak göstermedik; halkın geniş kesimleri okuma-yazma bilmediği için harf devriminden sanıldığı kadar negatif etkilenmedi demiştik. Şimdi benim anladığım kadarıyla medeniyet kopuşu meselesine duyarlı okur, kültürümüzün temelindeki yazı dışı unsurları ve halk kültürünü es geçiyor gibi… Sadece kitapların ve yazının değişimi ile medeniyetin de değiştiğini düşünüyor. Buradan da medeniyet denilirken elitlerin kültürünün baz alındığını anlıyoruz. Yani ancak yazıyla aktarılabilen kültürü kast ediyorlar. Onlar için kültür sadece sarayın dili ve yazısı… Alfabe değişince anneler artık çocuklarına Keloğlan masalı anlatamadı mı? Ninni okumadı mı? İnsanlar türkü, zeybek söyleyip dinlemediler mi? Bektaşi fıkralarının anlatılması sona mı erdi? Karacaoğlan, Pir Sultan, Yunus şiirleri hafızalardan mı silindi? İşte Cemil Meriçlerle uyuşamadığım asıl nokta bu. Bütün bu kültürel miras, masallar, söylenceler, türküler zaten harflerden münezzehti. Aslında halkın din (İslam) kültürü bilgisi de kitabi değildi. O da kulaktan dolmaydı. İnsanlar ilmihal alıp okumuyordu, okuyandan dinliyordu. Harfler değişince kültürümüz gitti diye hayıflananlar aslında gizli bir elitizm içinde olduklarını pek düşünmüyorlar sanırım.

Öte yandan kitap kültürünün yerleşmemesinin negatif sonuçlarını kabul etmeliyiz. Neticede semai öğrenilen bilginin ve sözlü kültürün sınırlılıkları var. Teknik ve bilimi bir yana bırakalım. Müzikte de kayda geçirme yaygın olmadığından, çok sayıda beste kaybolup gitti. Örneğin Itri’nin bin eser bestelediği söylenir. Ama notaya alınmadıklarından bugün sadece 40 tanesini biliyoruz. Dinlemeye dayalı kültür aktarımının acı bir sonucu… Polonya kökenli Ali Ufki (Wojciech Bobowski) ve Eflaklı Dimitri Kantemir yazıya dayalı bir kültür içinde yetiştiklerinden, Osmanlı müziğinin bu şekilde unutulup yitmesine engel olarak yüzlerce besteyi notaya alıp kayda geçirmişlerdir

İBRAHİM MÜTEFERRİKA’NIN ELİNDE KALAN KİTAPLAR 

Anadolu Rumeli köylüsünün kitabi kültüre uzak durduğunu söyledik, ama Osmanlı elitleri ve kentlileri de aslında pek okumuyorlardı. 1724-1748 yılına ait terekeleri (miras defterleri) inceleyen Orlin Sabev,  tüm İstanbul’da, evinde üçten (3) fazla kitabı olan 346 kişi saptamıştır. İstanbul’un nüfusunun bu dönemde 600.000 kişi civarında olduğu tahmin edildiğinde trajik bir sayı bu…  İbrahim Müteferrika’nın da bastığı 13.000 kadar kitabın büyük bölümü elinde kalmıştı. Ki aslında bunlar halkın ilgi duyacağı düşünülen Türk-İslâm tarihinin temel kaynaklarıydılar. Buna rağmen yıllar boyunca bu kitaplar Müteferrika’nın evinde satılacakları günü beklediler. Evet, daha harf devrimine 200 yıl varken Müteferrika’nın kitapları da kütüphanelerdeki tuğlalar gibi öylece mahzun kalakalmışlardı yani. Herhalde başarısız satış kariyeri yüzünden ailesiyle pek hoş zamanlar geçirmemiştir. Müteferrika’nın elinde kalan binlerce kitabın en sonunda Vatikan’dan gelen koleksiyoncularca satın alınıp götürüldüğü biliyoruz.

Müteferrika’nın ölümünden (1747) sonraki 40 sene boyunca Osmanlı Devleti’nde yalnız bir (1) kitap basılmıştı: İkinci baskısı yapılan Van Kulu Lügatı (1000 adet). Ardından Osmanlı standartlarına göre matbu faaliyette “hummalı bir canlanma” görülmüş ve 1783-1802 yılları arasında on dokuz (19) kitap basılmıştı. Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında bunlar da trajik rakamlardır. Zira matbaanın icat edildiği tarih ile (1455) 1500 yılı arasında Avrupa’da tam 13 milyon kitap basılmıştı. Bu dönemde Avrupa’nın toplam nüfusu 100 milyon kadardı. Osmanlı nüfusu tahmini olarak bu dönemde 12 milyon kadardı. Yani mukabele olarak bu oran Osmanlıda 1.5 milyon kitaba denk gelmekteydi.

ARAPÇA YAZI YANLIŞLIKLA İPE GÖTÜRÜYORDU

Bazı okurlarımız “iyi ama bu değişiklik halkı pozitif olarak da etkilemedi” diye itiraz etmiş. O konudan emin değilim. Yeni harfleri bugünkü internet ve cep telefonunun yarattığı kolaylıklarla mukayese edebiliriz. Sonuçta günümüzde kimse mektup yazıp göndermiyor. Osmanlı yazısı matbaacılara da sorun çıkarıyordu. Arapça harfler başta ortada ve sonda değiştiği için zaten kalabalık bir hurufat dökümü kullanılıyordu. Bazı Arapça harfler yanına gelenlerle birleştiği için bu durum hurufat dökümünün yükünü arttırıyordu. Örneğin birçok hece için de sonda başta ortada ayrı kalıp gerekiyordu: kef (ﻛﻒ), kes (ﻛﺲ), kem (ﻛﻡ), keş (ﻛﺶ), kel ( ﻛﻞ),ker (ﻛﺮ), ka (ﻛﺎ), keb (ﻛﺐ), kez (ﻛﺬ) gibi… Sonuçta ortaya 600-700 arası kalıp çıkmaktaydı. Bu da matbu çalışmalar için zorluk çıkarmaktaydı. Bizim kuşak bu kalıpların dizilip basıldığı yerel gazetelere yetişti. Gazetede çırak olarak çalışan arkadaşım Fil Şenol’u kurşun kalıpları tek tek dizerken izlerdim. Ama yeni kuşaklar bu zorluklara şahit olmadılar. Eski harflerle bir gazete veya kitap, bildiri dizilirken Latin alfabesinde kullanılandan 20 kat zaman ve emek harcanmaktaydı. Osmanlı yazısı sadece matbaada değil o dönemde en önemli iletişim aracı olan telgrafta da sorunlara yol açıyordu. Telgraflarda kullanılan Mors alfabesinin Osmanlı yazı sistemine uydurulması zor bir işti.

Bazı okurlarımız yazının değişimi ile ilgili çalışmaların zaten Osmanlı döneminde başladığını hatırlatmış. Bu konuya değinecektim. Bilindiği üzere Arap yazısında sadece u,i,æ sesleri bulunmaktadır. Onlar da çoğu yerde kullanılmaz. Sesli harfler kullanılmadığı için de kelimenin nasıl okunduğu biraz da cümlenin gelişinden belli olur. Birçok kelime ortak harflerle yazılır. Mesela köz, koz, göz, güz aynı şekilde yazılabilir. Ya da borç anlamındaki deyn ile inanç anlamındaki din aynı harflerle(دين)   yazılır. Hangisinden bahsedildiğini cümlenin bütününden anlayabiliriz. Aslında yanlış okumalarla ilgili fıkralar ve menkıbeler Araplar arasında da anlatıla gelmektedir. Mesela önceleri Araplar yazıda nokta kullanmazken Halife Ömer Mısır valisine mektup gönderiyor. Vali mektupta yazanı okuyamıyor, şu adamı kabul (قبل) edin mi yoksa şu adamı katledin (قتل) mi yazdığını anlayamıyor. Bir nokta hatası sebebiyle zavallı adam neredeyse canından olacakken sonunda kabul edin denildiği anlaşılıyor. Tarihten dramatik bir misal.

HARF DEVRİMİNDEN ÖNCE DE YAZIDA REFORM GİRİŞİMLERİ OLDU

Bu zorlukların önüne geçmek için Araplar önce yazıya noktalar sonra da harekeler eklediler. 19. yüzyılda Osmanlı aydınları da o, u, ı gibi Arapçada olmayan seslerin alfabeye eklenmesini önermişti. Şinasî ayrıca noktalama işaretleri kullanarak cümlenin nerede başlayıp nerede bittiğinin net biçimde anlaşılmasını sağlamıştır. Hoca Tahsin Efendi, Arapça yazının soldan sağa yazılması gibi uygulanması mümkün olmayan bir öneride bulunmuştu. İlk kez 1862’de Münif Paşa, Arap yazısının okuma yazmanın ilerlemesini engellediğini iddia etmişti.

Okuma kolaylığı için I. Dünya Savaşı esnasında Arap harflerinin ayrı ayrı yazıldığı ve vokallerin eklendiği yeni bir yazı sistemi Huruf-u Munfasıla (Enveriyye alfabesi) denendi.  Özellikle orduda bu alfabe kullanıldı. Bütün bunlar Arap yazısını tamamen ortadan kaldırmadan yapılan radikal sayılamayacak reformlardı. Ama bazı yayın organları örneğin Bebe Ruhi’nin 1898’de kendi adına çıkardığı mizah dergisinde ve 1900’de yayınlanan Dolap dergisinde Türkçe diyaloglar artık Latin harfleriyle basılmaya başlanmıştı. Yine Osmanlının ilk mizah dergisi olan Diyojen’de de Latin harfli Türkçe kullanılmaktaydı.

Başka bir okurumuz da harf devriminin o dönemde tüm Müslüman-Türk coğrafyasında tartışılan bir konu olduğunu hatırlatmış. Evet, bu da doğru… Azerbaycan göçmeni Fethali Ahundzade (1811-1875) Arap yazısının terakkiye (ilerlemeye) engel olduğunu, kaldırılması gerektiğini, eğer kaldırılmayacaksa da seslilerin de dâhil edildiği yeni bir biçime bürünmesi gerektiğini savunmuştu. Aslında onun düşüncesi Türkiye’de olmasa bile Irak Türkmenleri arasında kabul görmüştür. Irak Türkmenleri bugün tam da böyle bir Arap yazısı kullanmaktadırlar. Latin yazısına geçen ilk Müslüman ulus Arnavutlar oldu. 1911’den itibaren Arnavutlar Arap yazısını terk ederek Latin alfabesi kullanmaya başladılar ve İttihad Terakki Cemiyeti içinde yer alan Arnavutların büyük bölümü de bu girişimi onayladı. Ardından Sovyet etkisi altındaki Azerbaycan ve Orta Asya Cumhuriyetleri birbiri ardına Latin alfabesine geçtiler. Azerbaycan’ın 1926’da Latin yazısına geçişi Türkiye’deki alfabe tartışmalarını ateşledi. Sovyet Özbekistan’ı da aynı yolu izledi. Yani Arap harflerinin terki salt ‘Kemalist bir proje’ değildi. Bolşevikler de bu konuda Kemalistlerle benzer düşünceleri savunuyorlardı. Türkiye’de Latin yazısı kabul edilince onlar bu sefer Sovyet Türklerini Kiril alfabesini benimsemeye zorladılar. Ancak her halükârda Bolşevikler de Sovyet Müslümanları arasında okuma-yazma seferberliğini Arap yazısını ilga etmekle eş zamanlı yürütmüşlerdir.

Kaynak: Gazete Duvar 04 Aralık Pazar 2022
https://www.gazeteduvar.com.tr/osmanlinin-kitapla-imtihani-makale-1591918

Ulaş Töre Sivrioğlu Kimdir?
1980 yılında Gönen’de doğdu. Ege Üniversitesi’nde arkeoloji bölümünden mezun oldu. Arkeoloji alanında yüksek lisans ve tarih alanında doktora eğitimi aldı. Türkiye’nin çeşitli illerinde ve İran, Özbekistan, Afganistan gibi ülkelerde kazı ve araştırma projelerine katıldı. İran, Bizans, Osmanlı/İslam sanatı ve arkeolojisi üzerine çeşitli araştırmaları yayınlanmıştır. Arkeoloji ve tarih temalı atölyeler yapmaya devam etmektedir.

YAZAR HAKKINDA

Haber Merkezi Haber Merkezi Belgeseltarih.com sitemizde konuk yazarlara da yer veriyoruz. Yayınlanmasını istediğiniz ve mümkün olduğunca akademik dille kaleme alınmş tarih konulu yazılarınızla ilgili olarak, iletişim sayfamızdaki form vasıtasıyla bizimle bağlantı kurabilirsiniz. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024
Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Atilla SAĞIM, 17 Kasım 2024
Romanlarda Sosyal ve Kültürel Yaşam

Romanlarda Sosyal ve Kültürel Yaşam

Emel ÖRGÜN, 2 Kasım 2024
“İki Kasım 1943” Karaçay Sürgünü

“İki Kasım 1943” Karaçay Sürgünü

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 2 Kasım 2024
Bir Zamanlar Kültürpark

Bir Zamanlar Kültürpark

Haber Merkezi, 2 Kasım 2024
Söğütlülü Destancı Aşık Ali Şahin

Söğütlülü Destancı Aşık Ali Şahin

Haber Merkezi, 2 Kasım 2024
“Cumhuriyet Türküsü”

“Cumhuriyet Türküsü”

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 26 Ekim 2024
Kefir’deki Vatan Yahut Kefir’in Kökeni

Kefir’deki Vatan Yahut Kefir’in Kökeni

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 26 Ekim 2024
Söylev’in Okunuşunun 97. Yılı

Söylev’in Okunuşunun 97. Yılı

Nevin BALTA, 16 Ekim 2024
Çanakkale Cephesi’nde siperde olmak!

Çanakkale Cephesi’nde siperde olmak!

Tayfun ÇAVUŞOĞLU, 6 Ekim 2024