LONDRA – Erdoğan’ın Davos’ta yaptığını izler izlemez yanımdaki arkadaşa, ‘yeni liberal Arap aydınların düşman listesine biri daha eklendi’ demiştim. Zira Ahmedinejad, Hizbullah, Hamas, Irak direnişi ve Chavez’i kapsayan listeye Erdoğan da katıldı. Yeni liberaller bu düşüncemi boşa çıkarmadılar ve Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanı Peres’e yönelik öfkesinin fırsatçı etkenlerini aramaya başladılar. Bazıları Erdoğan’ın seçim hedeflerinden dem vurdu. Bir kısmı dar parti çıkarları ve çekişmelerine işaret etti. Üçüncü bir kesim kendi çıkarları doğrultusunda, Türkiye’nin bölgenin jandarması rolünü oynamasını amaçlayan Amerikan komplosundan bahsetti. Bu kimselerle ilgilenmiyorum. Zira onlar Allah’ın kalplerini mühürlediği kör ve sağır kimselerdir. Sadece şu veya bu gazetenin ödediği küçük maddi çıkarlarından başka bir şeyden anlamazlar. Beni üzen Amerikan projesinde yer almayan onurlu insanların, bu iddiaların bir kısmını tekrarlaması.
Yıllar önce bir grup yaramaz çocuğun etrafında toplandığı ve yaraladıkları bir kediyi fark etmiştim. Darbelerin nerden geldiğini bilmez bir vaziyette, direnme gücü göstermeyip kaderine teslim olmuştu. Çocukları uzaklaştırdım ve yaralarını tedavi etmek amacıyla sokaktan eve getirmek için yaklaştım. Yalnız az önce bütün darbelere teslim olan kedi, kendisine yardım için uzanan eli tırmalayarak korkusunu ifade ediyordu. Birkaç kez tekrarladım ancak aynı saldırganlıkla hareket ediyordu. Çocukların eliyle acıyı tatması sonrası kendisine yardım için uzanan bir dost elini ayırmasının zorluğunu düşündüm ve kendi haline bırakarak yoluma devam ettim.
Doğal olarak ne Araplar bu kedidir ve ne de Türkler destek olmak için uzanan el. Uluslararası ilişkilerin bu örnekle basitleştirilmesi mümkün değil. Fakat bir vizyona sahip olmayan, nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilmeyen insan, bu kedi gibi hareket eder. Çünkü dostu düşmandan ayıramayan insan, korkulu ve gergin haldedir. Kendisine uzanan her eli, düşman eli sanır.
İTTİHAT VE TERAKKİ BATI İCADI
Bu yüzden içimizden bazıları, Batı’nın Osmanlı devletini parçalamasının bir asır kadar ardından uzanan Türk elini, bu devletin mezalimliklerini hatırlatmak için feryatla karşıladı ve tarihi dönemleri birbirine karıştırdı. Zira Cemal Paşa, Osmanlı devleti tarihinin temsilcisi haline geldi. Oysa tarihi az biraz bilen sıradan biri, Cemal Paşanın mensubu olduğu ve 1909 yılında iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki Cemiyetinin Osmanlı devletine karşı Batı’nın bir icadı olduğunun farkındadır.
Bazıları sorumluluğu Osmanlı devletine yüklemek için 1.Dünya savaşında yaşanan açlığı gündeme getirdi. Oysa bütün dünya çetin bir savaşa girmişti. Sonra bölge ve dünya tarihinde önemli rol oynamış bir ülkenin konumunu böylesine bir basitlikle tartışmak mümkün mü? Araplar ile Türkler arasındaki ilişki, sömüren ve sömürülen ilişkisine kadar indirilebilir mi? Oysa Erdoğan, Osmanlı torunu olduğunu ifade etme cesaretinde bulunan ilk Türk başbakanıdır. Kendisinden öncekiler Osmanlı devletinden uzak durdular. Doksanlı yıllarda bir Türk bakanın şu açıklamasını not etmiştim: ’ Bizler Osmanlı devletinin varisleri değiliz. Osmanlı devletinden ayrılıp bağımsız olan son devletiz.’ Tıpkı Yeltsin’in Sovyetler Birliğinden kendini uzak tutması ve Rusya’nın Sovyetler Birliğindeki ayrılıp bağımsız olan son devlet olduğunu açıklaması gibi…
ARAP VE TÜRKLER SİYAM İKİZİ GİBİ
Araplar ve Türkler siyam ikizleri gibidir. Ortak tarihleri bin yıla uzanır. Aralarındaki ilişki ise Ukrayna ile Rusya arasındaki ilişkiden daha derindir. Fakat Batı, 1. Dünya Savaşı sonunda her ikisini ayırmak için amansız bir operasyonda bulundu ve bu operasyon iki milleti, minimum düzeyde yaşam sürdürmek için Batı’nın gıda ve oksijen tüplerine ihtiyaç duyan kötürüm iki millete çevirdi.
OSMANLI OLARAK MODERNLEŞSEK, DAHA İYİ OLMAZ MIYDI?
1917 yılında, Araplar ile Türkler arasındaki kopukluğu haklı çıkaracak ikna edici tek iç sebep Batı’nın, büyük parçaları yutulması kolay küçük parçalara bölme eğilimidir. Yolsuzluk ve yöneticilerin zulmüne dair bütün söylenenleri kabul etsek dahi, iktidar sorununu bir iç sorun ve çözümünü de Osmanlı içinde görme imkanımız yok muydu? Bu devletin geri kalmışlığıyla ilgili konuşmalara gelince; parçalanmak modernleşmenin şartı mı? İlişki kurulması imkansız kırılgan küçük birimlere bölünmek yerine büyük nüfusla birlikte geniş Osmanlı atmosferi içinde modernleşme kavgasına girmek daha güzel olmaz mıydı? Osmanlı devletinde kötü yönetimden yolsuzluğa ve iktidarı kötüye kullanmaya kadar bahsi geçen bütün sorunların, bağımsız ve kendi kaynaklarına iyi şekilde egemen olan büyük bir devlet içinde düzeltilmesi mümkün.
FRANSA-ALMANYA İLİŞKİSİ ÖRNEK OLMALI
Her halükarda Batı’nın gözetiminde 1917 yılında olanlar oldu. Ancak Türkler, devletin merkezi ve kurumları ellerinde olduğu için kendi işlerini idare edebildiler. Tarihi şartlar sebebiyle Batı, modern Türk devletinin Sovyetler Birliği’nin önünde set olması için yeniden rehabilite edilimesini kabul etti, ancak buna karşın kendi Arap-İslam coğrafyasından tamamen izole etti. Hal böyleyken Arapların akıbeti Türklerin akıbetiyle ölçülemeyecek derecede daha kötüydü. Zira Batı, Araplara vaat ettiği ulus devletin üçte birini dahi vermedi. Onları parçaladı ve Siyonist oluşumu kalplerine ekti.
Araplar Osmanlı devletinin yıkılmasından en fazla zarar görenlerdir ve Arap siyasileri Batıyla işbirliği yaparak bu devletin yıkılması için en fazla çaba sarf edenlerdir. Üstat Muin Beşur 1. Dünya Savaşı sonrası Arapların durumunu, hareket halindeki Türk lokomotifinden kopan tren vagonlarına benzetiyor. Vagonlar raylara atılmış vaziyette kalırken, lokomotif yoluna devam etti.
Tarih geri gelmez ve geri getirmek girişimi boşunadır. Fakat buna karşın bozulmalar düzeltilebilir, dayatılan zorlamalara karşı çıkılabilir. Araplar ile Türkler arasında 1917’den bu yana yaşananlar, dayatılan zorlama bir süreç olup Arap ve Türk milletlerinin çıkarlarıyla hiçbir ilişkisi yoktur. Bu süreç komşular arasında yoğun ilişkiyi öngören hayatın mantığına aykırıdır.
1997 yılında bir gazeteci, Necmettin Erbakan’a Suriye ile Irak’la hayal ettiği ilişkinin şeklini sormuş ve Erbakan, ‘Fransızlar ile Almanlar arasında şimdiki ilişki gibi bir ilişki’ şeklinde yanıt vermişti. Almanya ile Fransa yaş ve kuruyu yakan bitirici savaşlara girdiler, ancak bugün aralarında AB sancağı altında birlik düzenine varan bir eşgüdümlü ilişki söz konusu. Ortada bireylerin, kültürün, malların ve sermayenin dolaşımına açık sınırlar var. İşte istediğimiz bu. Peki bu birliktelik onlara reva da neden bize haram? Siyaseti bir yana bırakın ve Erdoğan’ın davranışını istediğiniz gibi açıklayın. Ancak Erdoğan’ın izole edilmesi çağrısı yapanlara bir sorumuz var: Acaba Anadolu’daki ihtiyar bir kadının kalbinin Kudüs için atmasını engelleme imkanının var mı? Şayet bunu yapabilirseniz, bizler izolasyon yolunda arkanızdan gitmeye hazırız.”
* Londra’da Arapça yayımlanan El Arap gazetesi, 19 Şubat 2009, Arapçadan çeviri: HALİL ÇELİK
14 Mayıs 2009