Osmanlı’yı Padişahlar mı İdare Etti? |
Başlığın size şaşırtıcı geldiğini biliyorum. Ama Sultan I. Ahmet döneminde (1603-1617) kardeş katli uygulamasına son verildi. Şehzadelerin en yaşlısı akıllı olmak kaydıyla tahta geçecekti. Bu kararla birlikte şehzadelerin sancağa gitmesi olayına son verildi. Şehzadeler odalarına hapsedildi.
Daha sonra bazen 30-40 yıl kafeste kalmış, ülkeyi ve dünyaya bilmeyen, yakınındakiler haricinde devlet yöneticilerini tanımayan sultanlar görünürde ülkeyi yönetti. Allahtan Sultan I. Ahmet’in nikâhlı eşi Kösem Sultan ve Turhan Sultan gibi güçlü kadınlar perde arkasından da olsa devleti yönettiler.
Sultan Ahmet’ten sonra iktidar ordu destekli ulemanın eline geçti. Osmanlı Devleti’ni fiilen ulema ve yeniçeri ocağının üst düzey yöneticileri yönetti.
Padişah III. Mehmet (1595-1603). Kanuni’den 30 yıl sonra sefere çıkan son padişahtır. Aynı zamanda sancaktan gelen son padişah. Osmanlı’da vergi ve devlet sisteminin bozulması, başta Rüstem Paşa olmak üzere padişah damatlarına verilen ve vergisi mültezimlerle toplanan araziler tımar sistemini bozmuştur. Devrin Osmanlı tarihçileri Rüstem Paşa’ya verilen topraklarla 50-60 bin kişilik ordu besleneceğini yazmışlardır. 1561 tarihinde öldüğünde korkunç bir servet bırakmış ve imparatorlukta rüşvet ve kayırmacılık olağan hale gelmiştir.
Osmanlının büyümesini vergi düzeni ve yetenekli olanların yükselmesi sağlamıştı. Vergi ve liyakat sistemi bozulunca doğal olarak her şey tepetaklak oldu. Daha Kanuni Sultan Süleyman döneminde kadılık, sancak beyliği, eyalet valiliği başta olmak üzere tüm makamlar satılmaya başladı. Bunu Bağdatlı Ruhi (Ölümü:1605) bir şiirinde Terkibendinin 11. bendinde şöyle dile getirmiştir:
“Zıkıymet olunca nidelim cah-ü celâli
Yuf anı satan duna hiridarına hem yuf
Arif ki ola müdbir-ü nadan ola mukbil
İkbaline yuf alemin idbarına hem yuf
Çün oldu haram ehl-i haka dünye vü ukba
Cehdeyle ne ukba ola hatırda ne dünya”
Türkçesi:
“Para ile temin edilecek olunca rütbeyi ve büyüklüğü ne yapalım?
Onu satan alçağa da satın alana da yuh olsun
İrfan sahibi düşkün ve cahil itibarda olduktan sonra,
Dünyanın talihine de talihsizliğine de yuh olsun.
Mademki doğrulara dünya ve ahret haram olmuştur,
O halde dünyayı da ahireti de unut gitsin”
*
Vergi sisteminin bozulması, Türkmenlerden kale muhafızlıklarının alınması gibi sebeplerle Anadolu’da isyanlar çıkmıştır.
1519’daki Şeyh Celâl isyanının bastırılmasından sonra 1525 yılında büyük bir isyan çıkmıştır. İçel Sancağındaki vergi memurlarının davranışları neden olmuştur. O çevrede büyük saygı gören Baba Zünnun köylülerin başına geçerek ayaklanma çıkardı. Çıkan ayaklanma 1526 yılında bastırıldı. Anadolu’da artan mali sıkıntılar yanında yeni düzenlemelerden memnun olmayan Türkmen gruplarının destek verdiği Kalender Çelebi İsyanı, 1526 Mohaç Seferi sırasında patlak verdi. İsyan Orta Anadolu’da süratle yayıldı. 1527 yılında sadrazam Pargalı İbrahim Paşa komutasındaki Osmanlı güçleri tarafından, 1527’de Kalender’in öldürülmesiyle isyan bastırıldı.
Dulkadıroğlu Beyliği’nin başındaki Şehsuvaroğlu Ali Bey’in idamı (1515-1522) Türkmen aşiretlerinin isyana destek vermelerine sebep olmuştu. İsyandan sonra tedbir olarak çok sayıda Bektaşi dedesi idam edilmiştir.
Osmanlı Devleti aynı anda Avusturya ve İran’la savaşmamıştır. Ancak kifayetsiz yöneticiler aynı anda hem Avusturya hem İran’la savaşa girdiler. Bu savaşlar Osmanlı İmparatorluğu ve Kırım Hanlığının çöküş sürecini başlatmıştır.
Osmanlı yönetimi Kırım’ın güçlenmesi istenmemiştir. Altınordu topraklarını ele geçirmek isteyen Kırım hanları bir sebep bulunarak tahttan uzaklaştırılmıştır. Kırım’ın top ve tüfek sahibi güçlü bir orduya sahip istenmemiştir. Doğal olarak BARUT kullanan Moskova Knezliği teker teker Kazan, Astrahan, Nogay ve Kırım hanlıklarını ele geçirmiştir.
1593-1606 arasında Avusturya ile savaşılırken 1578-1590 ve 1603-1618 yılları arasında iki kez İran’la savaşılmıştır.
1590-1618 yılları arasında yaklaşık 30 yıl süren savaşlar Osmanlı devletinin mali gücünü, ekonomisini ve insan kaynağı için tam anlamıyla yıkım olmuştur. Anadolu’da o yıkımın izleri günümüze kadar gelmiştir. Doğal olarak İran’dan gelen ipek kervanları gelmez oldu ve kervan yolu üzerindeki şehirler ekonomik yönden çöktü.
Padişah III. Mehmet’in padişahlığı sırasında (1595-1603) devşirme sistemini bozduğu ve çocukların sünnetinde milleti eğlendiren çalgıcıları ve çeşitli esnafı orduya kaydettiğini ve ocağın bozulmaya başladığı tarih kitaplarında yazılıdır. Yeniçeri ocağına kaydolan esnaf vergi ödemediği için böyle bir talep gelmiş olabilir ama süren savaşlarda ordu ve sivil halk korkunç zayiat vermişti. Zinkeisen, İran’la yapılan savaşlarda bir milyon kişinin öldüğünü yazmıştır. Rakam belki biraz abartılı olabilir ancak çok büyük can kaybı olduğu kesindir. Sürekli savaşlar devşirme sisteminin sonunu getirmiştir. Müslümanlar sürekli askere alınması sonucu imparatorluğun nüfus yapısı değişmiştir. Müslüman nüfus hızla azalmıştır.
Savaşlar ekonomiye ve tımar sistemine büyük bir darbe indirmiş ve Anadolu’da isyanlar başlamıştır.
İSYANLAR VE CELALİ İSYANLARI
Ekonomik tarihçiliğimiz maalesef çok zayıftır. Prof. Dr. Mustafa Akdağ bu konuda muhteşem bir çalışma yapmıştır.
Osmanlı tarihçileri Osmanlı Devlet düzenini bir CENNET olarak düşündükleri için isyanların nedenini araştırmaktan kaçınmışlar onun yerine dönemin vakanüvislerinin yazdıkları asılsız iddiaları tekrar yazmışlardır.
Anadolu’da ilk büyük Celali Hareketleri, medrese öğrencilerinin (suhte ya da softa) hareketi olarak ortaya çıktı. Medrese öğrencileri ve medrese bitirip iş bulamayanlar Yozgat, Amasya, Adıyaman, Sivas ve Malatya yörelerinde büyük ayaklanmalar başlattılar. Bu ayaklanmalar tarihe Suhte ayaklanmaları olarak geçti. Bu arada Osmanlı Devleti’nin yerel yöneticileri, güç kullanarak halktan vergi toplamaya başladılar.
Yerel yöneticilerin zulmü merkezi hükûmet tarafından önü alınamaz duruma gelince, III. Murat (1574-1595), III. Mehmet (1595-1603) ve I. Ahmet (1603-1617) soygunlara, yöneticilere ve memurlara karşı köylülerin silahla mücadele etmesini isteyen fermanlar çıkardılar.
16.yüzyılda Anadolu’da önemli bir nüfus artışı olmuş, fakat tarım alanlardaki artış buna cevap verememişti. Bu nüfus artışı Anadolu’da yersiz yurtsuz bir kalabalığın meydana gelmesine yol açtı. Toprakların yetmemesi sonucu çiftbozan olan bu gruplar için devlet ve beylerin kapısında “kapı halkı” olmak tek çıkar yoldu. Bunların bazıları sınır kalelerine azap, yeniçeri, donanmada levent ve gönüllü de olabiliyorlardı. İş bulamayıp boşta kalanlarsa “garip-yiğit” adları altında çoğunluğu teşkil ediyordu. Bunların bir kısmı medreselere giriyor, ancak çoğu istihdam edilemedikleri için imaretlerin etrafında başıboş gruplar oluşturuyorlardı. II. Selim devrinde başıboş kalabalık gruplar eşkıyalığa başladılar.
Bunun üzerine henüz büyümemiş bu tehlikeye karşı mahallinde müdafaa tedbirleri düşünüldü. Köylüler arasından seçilen bir yiğitbaşı ile onun idaresinde köy delikanlılarından meydana gelen otuz kırk kişilik yerel koruma birliklerinin kurulmasını teşvik etti. Ancak daha sonraları yiğitbaşılar bile bölükleriyle beraber Celali olmaya başladılar.
1598’de Sivas ve Maraş bölgesinde çıkan Karayazıcı Ayaklanması, Celali hareketlerinin niteliğini değiştirdi. Sekban askerlerinin komutanıyken ayaklanan Karayazıcı’ya, dirlikleri ellerinden alınan sipahiler, topraklarını terk eden köylüler, işsiz kalan sekbanlar, yönetimden hoşnut olmayan beyler ve paşalar da katıldı. 20 bin kişilik bir ayaklanmacı ordusunu yöneten Karayazıcı, büyük kentlere bile baskınlar düzenleyip çekiliyordu. Karayazıcı üzerine gönderilen Osmanlı ordusu karşısında Tokat’a çekildi ve 1601’de öldü.
Karayazıcı’nın ölümünden sonra ayaklanmacıların başına kardeşi Deli Hasan geçti. Osmanlı Devleti, Orta Anadolu’ya egemen olan Deli Hasan kuvvetlerini bastıramayınca, onunla anlaştı ve paşa unvanıyla Bosna beylerbeyliğine atadı. Ancak diğer Celali önderleri 1603-1608 arasında ayaklanmaları bütün Anadolu’ya yaydılar. Tavil Ahmet, Canboladoğlu ve Kalenderoğlu gibi Celali önderler devlet otoritesini ortadan kaldırdılar. Anadolu’daki köylüler canlarını kurtarmak için yerlerini terk ederek dağlara, korunaklı şehir ve kasabalara sığınmak zorunda kaldılar. Osmanlı tarihine bu dönem “Büyük Kaçgun” olarak geçmiştir.
Sonunda Osmanlı Devleti, celalileri kesin olarak ortadan kaldırmaya karar verdi. Sadrazam Kuyucu Murat Paşa (1606-1611) büyük bir orduyla 1606’da Anadolu’ya geçti. 1610 yılına kadar isyancıları, yardım edenleri, isyancılara katılması olası kişileri kadın-erkek, yaşlı-çocuk ayrımı yapmadan öldürtüp; bazen de diri diri kuyulara doldurttu. Bu dönemde öldürttüğü insan sayısının100 bin olduğu söylenir.
Celali isyanları katliamla sona erdirildikten sonra iç siyasi çekişmeler sonucu bu defa da eyalet valileri ayaklanmaya başladı. Erzurum beylerbeyi Abaza Mehmet Paşa 1622’de bir ayaklanma başlattı ve bu ayaklanma ancak 1627’de bastırılabildi. Sultan I. İbrahim döneminde (1640-1648) Sivas Valisi Varvar Ali Paşa ve Isparta yöresinde Kara Haydaroğlu ile Katırcıoğlu ayaklanmaları çıktı. Bu devredeki diğer bir asi, Gürcü Abdünnebi adlı kapıkulu süvarisiydi. Kapıcılar kethüdâlığına kadar yükseldi Safed voyvodalığını elde eden Abdünnebi, saltanat değişikliğinden dolayı İstanbul’a gönderdiği paranın hükûmet tarafından yeniden talep edilmesi üzerine isyan etti. İstanbul üzerine yürüyen Abdünnebi Üsküdar’da Bulgurlu civarında yenilgiye uğratıldı; daha sonra, “Anadolu bizim, Kütahya’da otururuz, Rumeli sizin olsun” diyerek çekildiyse de Kırşehir mutasarrıfı İshak Paşa tarafından Karapınar’da yakalanıp idam edildi.
İsyancıların kolayca Üsküdar’a kadar gelebilmesi maalesef tarihçilerimizin araştırmadığı konulardandır.
1658’de ayaklanan Abaza Hasan Paşa’ya da devlet görevi verildi. Anadolu’da 17. yüzyıl ortalarından sonra görülen yerel celali toplulukları da II. Viyana Kuşatmasından sonra Avusturya ve müttefiklerine karşı yürütülen savaşlarda asker olarak orduya verildi. Bundan sonra Anadolu’da büyük bir isyan çıkmadı.
Celali ayaklanmalarının sonuçları
Celali ayaklanmaları, Osmanlı toprak düzenini büyük ölçüde değiştirdi. Ağır vergiler yüzünden “Büyük Kaçgun” sırasında yerlerinden olan çiftçilerin toprakları mültezimlerin ya da yerel yöneticilerin eline geçti. Vergiler yüzünden borca giren köylüler, işledikleri toprakları sonunda tefecilere kaptırdılar. Osmanlı toprak düzeninin bel kemiği olan Tımar Sistemi bozuldu. Büyük nüfus hareketleri ortaya çıktı ve kentlere büyük göçler oldu. Tarımsal üretim geriledi ve kıtlık tarım ürünleri fiyatlarının yükselmesine yol açtı. On binlerce insan yaşamını yitirdi ve pek çok yerleşim yeri yıkıma uğradı. İsyandan sonraki kıyımdan kaçabilenler İran’a kaçtılar. Saklanmayan ve kaçmayan kalabalık Türkmen aşiretleri ise bugünkü Bulgaristan ve Makedonya topraklarına sürgün edilmişlerdir.
***
Bir dönem ülkeyi Köprülü ailesi diktatörlükle yönetti. Kendine rakip gördükleri devlet yöneticilerini idam ettirdiler. Bu dönem padişahlara Edirne’de avcılık düştü. Bu dönemde sultanlar ya “Avcı” oldular ya da Sultan I. İbrahim gibi kadın düşkünü, havuza doldurduğu cariyelere altın saçan bir “DELİ” olarak anıldılar. Bu dönemde 6 padişah Edirne’de sözde padişahlık yaptı. Kimisi “Avcı” Mehmet gibi çaresizce ava çıktı. İşler kötü gidince suçlu bulundu ve tahtını kaybetti. Kimisi “Bana hizmet edecek bir ahlaklı ve bilgili bir kul yok mu?” diye ağladı.
Avcı Mehmet ömrünü Edirne’deki saraydaki kafesinde tamamladı. II. Ahmet, II. Süleyman ve II. Mustafa Edirne’de yaşamlarını yitirdiler. Ordu başında sefere çıkan son padişah II. Mustafa’dır (1695-1703). Onun zamanında devleti Şeyhülislam Feyzullah Efendi ailesiyle diktatör gibi yönetti.
Bu dönemde padişahlık yapmak isteyen II. Osman öldürüldü. IV. Murat ise erken öldü veya ölümü çabuklaştırıldı.
İran’la yapıla mezhep temelli savaşlar itebilirdi. Afşar Türklerinden Nadir Şah (1688-1747)
1736 tarihinde İran tahtını Safevilerden ele geçirdi ve İran’a kendini kabul ettirdi. 1736-1747 yılları arasındaki hüküm sürdü.
Nadir Şah, Safevilerin aksine Şia’yı bastırıp İran’a Caferiliği hâkim kılmak istedi. Caferiliği dört Sünni mezhebin yanında beşinci İslam mezhebi saydırmak istedi. Bu amacı onun iç ve dış politikasının temelini oluşturmuştur. Bu konudaki çabaları maalesef Osmanlı uleması tarafından kabul görmemiştir. İran’la savaşlar maalesef 18. Ve 19. Asırlarda da sürmüş.
1723-1727, 1730-1732,1735- 1736,1742-1746, 1775-1779, ve 1821-1823 yılları arasında süren savaşlar sonucu Rus Çarlığı Kırım, Kafkasya, Azerbaycan ve Doğu Anadolu’yu ele geçirmiş; Osmanlı ve İran imparatorluklarının sonunu getirmiştir.
Sultan I. Ahmet’ten Sultan III. Selim’e kadar hüküm süren padişahtan 14 padişahtan Genç Osman, Deli İbrahim ve IV. Murat’tan başka kaçını adını hatırlıyorsunuz?
Sultan II. Mahmut, ordusunu ortadan kaldırıp Ruslara Savaş açtı. Kafkasya ve Beserabya’yı kaybettirdi. Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı devletini ele geçirmesine önce Rusların müdahalesi, sonra İngilizler engel oldu. Bu kararları tek başına mı aldı? II. Mahmut’un saltanatı döneminde (1808-1839) ülkeyi 25 yıl diktatör olarak Halet Çelebi yönetti. Sonrasında Sultan Abdülhamit’e kadar ülkeyi Büyük Mustafa Paşa, Ali Paşa, Fuat Paşa… gibi “Tanzimat Bürokratları” yönetti.
Kanun-i Esasi yani Anayasa tartışılırken Namık Kemal gibi düşünürler bu sebepten ötürü “Güçlendirilmiş padişahlık” sistemini istediler. Bu konudaki tartışmaları Niyazi Berkes’in dev eseri “Türkiye’de Çağdaşlaşma” kitabında bulabilirsiniz.
Sarığı kaldırıp, fesi getiren, pantolonu sade kendi değil ve ordu ya da giydiren bu sebeple de bir kısım ulema tarafından “Gavur” denilen II. Mahmut döneminde Nakşibendilik devletin resmi mezhebi haline geldi. Halkın çoğunluğu Bektaşi inancındaydı. Bu inancı yıkmak için çocuklara dini bilgilerin verildiği mahalle mektepleri açıldı.
Tabi ki hiçbir tarihçimiz, ekonomist ve sosyolog Kavalalı İbrahim Paşa’nın küçük ama eğitimli ordusuyla Kütahya’ya kadar neredeyse elini kolunu sağlayarak gelmesinin, halkın onu istilacı olarak görmeyip direnmemesinin sebebini araştırmadı. Yine bu dönemde padişah isimleri Arap isimleri tam olarak verilmeye başlandı.
Peki bu dönemde elini kolu bağlanmış padişahların tek eğlencesi harem oldu.19. yüzyılda ise lükse alıştırılan padişahlar Sultan Abdülmecit gibi 40 evlat sahibi oldu ve kendi için, çocukları için sahil sarayları yaptırıldı.
Sultan Abdülmecit Dolmabahçe Sarayı, Beykoz ve Küçüksu kasırlarını; Sultan Abdülaziz Beylerbeyi Sarayı ve sayısız küçük saraylar yaptırdı. Sultan Abdülhamit ise küçük bir yer olan Yıldız Kasrı’nı büyük bir saraya dönüştürdü.
Bu saraylar korkunç faiz oranlarıyla alınan dış borçlarla yaptırıldı. Şehzade ve kadın sultanların düğünleri, sünnet düğünleri, evlilikleri, yaşamları büyük bir israf kaynağıydı. Bu israfa bir de Sultan Abdülaziz’in hesapsız donanma kurma hevesi eklendi. 1572-1923 yılları arasındaki Osmanlı donanmasını inceleyen tarihçi Daniel Panzac, “Alınan gemilerin hidrolik sistemlerinin birkaç yıl içinde işlemez hale geldiğini” yazar. Sebep, teknik personel olmayışı.
Osmanlı hazinesi batınca devlette battı.
Şimdi sizlere şu soruyu soracağım, Osmanlı’yı kim yönetti. Padişahlar mı yönetti? Yoksa ulema ve medrese kökenliler mi?