Özlemle Andığımız Aşık Davut Sularî İle Son Sohbet |
Erzincan’da Ali Rahmanî’nin Âşıklar kahvesinde 18 Ocak 1985’te vefatından az önce Âşık İhsan Yavuzer’le yaptığı atışmada:
Söyle Sularî erine
Erişe gerçek pîrine
Yalvaraym hak birine
Götür Hünkâr’a beni
diyen ve küçük yaşta dedesinin teşvikiyle eline aldığı sazı son nefesine kadar hiçbir koşulda bırakmayan Davut Sularî, 1926’da Erzincan’ın Çayırlı ilçesinde dünyaya gelmiştir.
İlkokulu üçüncü sınıfa kadar okuyabilen Davut Sularî, asıl eğitimini dedeler ve pirler dergâhından almıştır. İlk eğitimine Dedesi Mehmet Kaltık yanında başlamış saz çalmayı da dedesinin teşvikiyle küçük yaşta öğrenmiştir.
Bir şiirinde:
Pîr elinden içtim dolu
Öğrendim erkânı yolu
diyerek bâdeli âşıklar kervanına katıldığını belirtmiş, çeşitli konuşmalarında da bâde öyküsünü dile getirmiş, sır âleminde kendisine sürekli akıp çağlayacağı için Sularî mahlasını verildiğini söylemiştir.
Halk arasında Davut Sularî’nin evliya mertebesine ermiş bir kişi olduğunu ileri sürenler bulunmakta, yakın çevresinde de Sularînin kerametlerinden söz edilmekte bu konuda çeşitli anlatılar bulunmaktadır. Bunlardan biri şöyledir:
Davut Sularî çıraklarında Âşık Beyhanî’yle Adana yolunda, yaz sıcağında mola verip dinlendikleri bir ağacın gölgesinde uyuyakalır. Bir ara Sularî Beyanî’nin sesi ile uyanır. “Baba kalk yılan sokacak” Sularî gözünü açar ki altında yattığı ağacın dalında bir yılan başını kendisine doğru uzatıyor. Hemen yanı başındaki sazı kucağına alıp Şah-ı şahmaran üzerine bir deyiş okur. Yılan sazın ve âşığın yanık sesini duyunca yavaşça geri çekilip dallar arasında kaybolur. Âşık Beyanî hayretler içinde kalıp ustasına niyaz eder.
Davut Sularî, Leyla adını verdiği atına binerek gurbetin yolunu tutar ve ölümüne dek ülke ülke, şehir şehir, köy köy dolaşır. Anadolu’nun üç ili hariç tüm illerinin yanı sıra Ortadoğu ülkelerini de gezer.
18 Ocak 1985’te yine sanatını icra ederken Âşıklar kahvesinde bir atışma sırasında vefat eden Davut Sularî’nin Mezarı Çayırlı Köyündedir.
Sanatı
Âşıklık geleneklerinin tümünü yerine getirebilen atışmanın, leb değmezin, taşlamanın, güzellemenin en iyi örneklerini veren Sularî, Ankara ve İstanbul radyolarında mahalli sanatçı olarak görev alınca tanıştığı Muzaffer Sarısözen, Nida Tüfekçi, Halil Bedii Yönetken, Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun gibi müzik otoriteleri ile yakın ilişki kurmuş, onlardan aldığı müzik görgü ve kültürü ile sanatını donatmış diğer âşıklardan daha farklı bir kimlik kazanmıştır.
Çok küçük yaşlarda saz çalmayı öğrenen, sazla bir ömür tüketen Davut Sularî, güçlü bir söz ustası olmasının yanında usta bir müzisyen özelliğine sahip olup Sularî adıyla bütünleşmiş kendine özgü bir kimlik ve tavır oluşturmuştur. O, sazının teline vurduğunda kendine özgü oluşturduğu edasını hemen hissettirir. Halk müziğinin âşık müziği denilen bölümü içinde diğer âşıklar arasındaki özgün yeri ve büyüklüğü de buradan kaynaklanmaktadır.
Halk türküleri repertuarına Siyah perçemlerin yar yar dökmüş yüzüne gibi pek çok türkü kazandırmış, Konya Âşıklar Bayramı’na katılıp burada âşıklarla boy ölçüşüp ustalığını sergilemiştir.
Şiirlerinde koşma türünün yanı sıra her âşığın söyleyemediği tecnis, divan, müstezat, lebdeğmez gibi biçimlerde de ustaca söyleyişleri bulunmaktadır.
Usta çırak geleneği içinde Erbabî’yi yetiştirmiş, uzun yıllar yanında gezdirmiştir. Bunun yanı sıra pek çok sanatçıyı etkilemiştir. Davut Sularî’den etkilenenler arasında Neşet Ertaş, Muhlis Akarsu, Âşık Daimî, Âşık Beyhanî, Âşık Serdarî ve Mahsunî Şerif önde gelenlerdendir.
Daha önceki şiirlerinde bir gönül adamı olduğu açıkça görülen Davut Sulari 55 yaşından sonra toplum konularına da yönelmiş, haksızlara başkaldırmak, arsıza, soysuza, yalancıya karşı durmak onda sanki bir görev olmuş;
Vatandaştan oy almaya
Gelecekmiş hilafetçi
Bir erkeğe dört tan’avrat
Verecekmiş hilafetçi
biçiminde taşlama ağırlıklı söyleyişleri ön plana çıkarmıştır.
Davut Sularî ile Son Sohbet
Davut Sularî’yle 22 Kasım 1984’te Turhallı Âşık Kul Semaî’nin evinde birlikte olduk.
Kırk yıldır sazına ses veren iki usta âşık, âşıklık geleneğince halleşip, ayak tutup, atışıp bizlere; âşığa, âşıklık geleneğine yaraşır bir gece geçirttiler.
Derin bir halk bilimine sahip Sularî, Erzincan yöresinden bazı menkıbelerle Âşık Noksanî için sorduğum bir soru nedeniyle Noksanî’nin kerametlerini anlattı.
Sohbetine doyum olmayan âşık, sazını kucağına alıp Semaî’ye meydan açtı. Doğmaca şiir okudu, benden ayak isteyip verdiğim ayakla atışıp Semaî’yle ustalıklarının hünerlerini bir bir sergiledi.
İki usta âşık Kul Semaî ve Davut Sularî’nin bu denli samimi bir ortamda içtenlikle çalıp söylemeleri her zaman yaratılabilecek bir olay değildi. Şiirler ayak verilip doğaçlama (irticalen) söylendiğinden teybe almayı uygun bulup kalıcı olmasını sağladım.
Ne bilirdik ki o geceki söyleyişlerinde:
Davut Sularî’yem mana okuram
Hikmet culfasıyam metah dokuram
Semaî’ynen sema raksın yapıram
Muhabbetten kelam kılsa Yardımcı
ve
Gerçi Davut Sularî’yem aptal serseri biri
İnsansın gezersin amma inan değilsin diri
Hamdolsun ki yüzümde yok benim kıyamet kiri
Sevgi sohbet şefkatinden bana karşı yaz görem
diyen, sanki kendisiyle ilgili bir yazı yazmamı vasiyet eden, bu güzel geceden sonra memleketine giden Davut Sularî’nin kısa bir süre sonra acı haberi gelecekti…
Son dönemin en usta âşıklarının başında gelen Davut Sularî’ye Tanrı’dan rahmet dilerken teybe kaydettiğim şiirlerini ve sorduğum sorulara verdiği yanıtları gün ışığına çıkarmayı hem bu usta âşığa vefa borcu, hem de halk kültürü adına kendime bir görev saydım.
Söze, Davut Sularî Turhal’a gelince Kul Semaî’yi yerinde bulamayışına söylediği şiir ve Sema’i’nin söyledikleri ile başlayalım:
Sularî:
Keçeli Rıza’ynan yollardan geldim
Seni bulamadım söyle nerdeydin
Gece sabaha dek kahve bekledim
Bir habercik veremedim nerdeydin
Semaî:
Dün bir aşk atıyla seyyaha çıktım
Sen gelince olamadım ne deyim
Nice sözle gönül kalesin yaptım
Sen gelince olamadım ne deyim
Sularî:
Rıza gider gelir kitlidir dükkân
Bilmem ki ne yerde pürhanda yaran
Yoldan gelmiş gayet yorgun bir kervan
Sohbetine eremedim ne deyim
Semaî
Sana derim ben bu candan geçmiştim
Yine gönüllere dükkân açmıştım
Zannetme ki kardeş senden kaçmıştım
Sen gelince olamadım ne deyim
Sularî:
Hanedan kişiler bilirim kaçmaz
Dost sırrı baş gitse aduya açmaz
Senden başka kimse değerim biçmez
Meydanına varamadım nerdeydin
Semaî:
Eşim ile davet üzere gittim
Aldım muhabbet bal okşayıp içtim
Söyle yoksa gardaş hata mı ettim
Sen gelince bulunmadım ne deyim
Sularî:
Davut Sularî der ey canı canan
Bilirim haneden istermiş mihman
Sen benim derdime merhemler olsan
Elin ile saramadın nerdeydin
Semaî:
Kul Semaî’m dostum dostu arardım
Geldiğine bilsen nasıl sevindim
İstersen emanet canım verirdim
Hizmetine eremedim ne deyim
Âşık Davut Sularî, bildiğimiz gibi sazını hemen her konuda konuşturan doğaçlaması çok güçlü usta bir âşıktır. İşte Semaî’nin eşi Âşık Nevruz Bacı’nın çay getirmeyişini hemen sazı ile dillendirişi şöyle olmuştur:
Beyler size benim dileğim vardır
Niçin halim sormaz bu Nevruz sultan
Uzak yoldan geldim gayet yorgunum
Neden bir çay vermez bu Nevruz Sultan
Almış yarin gelinleri konuşur
Sevdiği Semaî ile yarışır
Kelam derim dudaklarım buruşur
Noksan halim görmez bu Nevruz Sultan
Davut Sularî’yem etse de ne hal
Muhabbet elinden olur şeker bal
Meclis ahbabıynan olan hasbihal
Herhal bizi kırmaz bu Nevruz Sultan
Âşık Nevruz Bacı’ya bu söyleyişten sonra Semaî, tezeneyi sazının teline vurup meydan açtı ustaca söyleştiler:
Semaî:
Nevruz halim sormaz diye gücenme
Sormaktadır canım sorduğundandır
Gizli yaralarım sarmaz zannetme
Sarmaz zannettiğin sardığındandır
Sularî:
Yarine bir hizmet dedim de kalktı
Yerine cevaplar verdiğindendir
Evet can ortağın hem can yoldaşın
Onun ile yola girdiğindendir
Semaî:
Gelip şu dünyaya başını vurdun
Mevsim kış geliyor her hal üşüdün
Senin şu halini bilir umudun
Bilmez zannettiğin bildiğindendir
Sularî:
Nevruz Sultan sana bir fener idi
Divan oğlu kızı torunlar verdi
Sana arka verip haneni kurdu
El bağlı huzurunda durduğundandır
Semaî:
Tenkit etme dostum haller sorulur
Sel kesilir yine çaylar durulur
Sana da bir canlı bina bulunur
Bulmaz zannettiğin bulduğundandır
Sularî:
Derler ki bir ağaç dalıyla gürler
Kepenek altındra yatarmış erler
Keçeci gibi gerçekler pirler
Kudret kanadını gerdiğindendir
Semaî:
Semaî der Davut Sularî Baba
Bende bir can bir saz bir hırka aba
Neler neler yaratıcıdır Hüda
Bin saati bile sürdüğündendir
Âşık Davut Sularî bu söyleyişten sonra sazına eğilip doğaçlama bir türkü okudu:
Ulu dağlar gibi kar olan başın
Gözlerimin yaşı sel değil ya ne
Hep kalkıp gidiyor bu zayıf döşüm
Beni taşa tutan el değil ya ne
Acaba var mıdır toprağın feri
Yağmurun yağışı çamurun dili
O nedir ağlatır şeyda bülbülü
Baharda açılan gül değil ya ne
Davut Sularî’yem mana yetirem
Misafir olup da gaybe oturam
Her düşünce müşkilini bitirem
Adap erkân ile yol değil ya ne
İçten ve duyarak okuduğu bu türküden sonra, bana yönelip çevredeki halkbilim alanındaki çalışmalarımı bildiğinden sazına benim için ses verdi:
Biraz evvel dedik senin için heyhat
Muhabbet bezmini kursa Yardımcı
buradaki âşıklar cem-i mevcudat
Künye defterine alsa Yardımcı
Her sözüm terazi sazı bende tart
Çerik çürük varsa kaldırıp da at
İnsan bir değildir değişik sıfat
Fevzi kuvvetini bulsa Yardımcı
Ben âşığım diyen vatanda çoktur
Yokla ki hurcunu bak gevher yoktur
Evet âdem Hak’tır kâinat Hak’tır
Bizi de gönlünde tutsa Yardımcı
Bir elinden alıp içmişem ahım
İnsiyatin dedi hikmet kitabım
Bezm-i elest etmiş hikmet şarabım
Can şikest olmadan verse Yardımcı
Doğumum Erzincan Çayırlı yerim
Böyle maadadır ol nazlı pirim
Ben bir mazlum canan demirem şirin
Fazilet künyesin bulsa Yardımcı
Davut Sularî’yem mana okuram
Hikmet culfasıyam metah dokuram
Semaî’ynen sema raksın yapıram
Muhabbetten kelam kılsa Yardımcı
Âşığın coşması selin çağlaması gibidir. Sel akar gider, önünde durulmaz daha.
Davut Sularî de öyle coştu, söyledi, söyletti peş peşe…
Divanî ayağından okuduğu:
Ben derdi giriftarem ki deme hitabım yoktur
Cemali canandır gönlüm nikabım yoktur
Derdi giriftarem kırk altı yıldır derbederem
Ayaksız kütüphaneyem elimde kitabım yoktur
Gerçi mest-i elestiysem kendi ağamdan çoktur
İçmişem bir meyhaneyem elde şarabım yoktur
Daim sökülürem dağlardan gelen sesim toktur
Kuru taşa dönmüşem ki inan toprağım yoktur
Daha taze bir dal idim kendi bağımda bittim
Bir kasırga geldi aldı götürdü kökten yittim
Bilmezem ki bülbülü nalanı ol demden ettim
Kurumuş bir dal gibiyim inan yaprağım yoktur
Aşk ile dünya dolmuştur Davut Sularî inan
Bir zaman memurdun amma küllüden oldum bir an
Hepsi kaçtı gitti kalmadı yanımda bir yaran
Evim barkım harap olmuş inan otağım yoktur
Yaşam öyküsünden bazı kesitler sergilediği bu duygulu ve çok güçlü söyleyişten sonra durmadı. Yine kendine özgü üslubuyla divani okumaya devam etti:
Fuzulî der âşık benem Mecnun’un adı vardır
Hele ne çeşit insanım kaleminle yaz görem
Bir bahar eyyamıyam ki sen bir kasırga gibi
Muhabbet yeli olup da bana karşı yağ görem
Hicran elemi değmiştir hicran ile dağlandım
Sanmayın ki ben dertliyim amma ta ki zağlandım
Zincir-i aşk ile de girizgar olup bağlandım
Eğer zağrı velayetsen ben kendimi çiz görem
Amma dostum el uzattın tepmem elin kenara
Zerre kadar söz gelince olmam nutku mubara
Gerçi âşık-ı sadıksan inan vechi didara
İsterim ki daim dostta ak olacak yüz görem
Nice alem nice meclis nice zindanlar gördüm
Nice tabiplere gittim derdim devasın sordum
Sokrat Eflatun’lar kaçtı orta yerlerde durdum
Ne olur yarama merhem varsa getir sür de görem
Gerçi Davut Sularî’yem aptal serseri biri
İnsansın gezersin amma inan değilsin diri
Hamdolsun ki yüzümde yok benim kıyamet kiri
Sevgi sohbet şefkaıtinden bana karşı yaz görem
deyip son dizelerinden benim için söylediği belli olan bu deyişten sonra yine bana yönelip “hocam” ayaklı bir söyleyişti bulundu.
Cemaat içinde kelam
Verdiğim yeter mi hocam
Gözlerinle mucizeler
Gördüğün yeter mi hocam
Muhabbet dediğin baldır
Erkân dediğinse yoldur
Yazdım kalem biten doldur
Serdiğim yeter mi hocam
Dönmem ben Hakk’ın yolundan
Çekmişim elin dilinden
Bunca muhabbet gülünden
Verdiğim yeter mi hocam
Mümin evler Hakk’a gayret
Etmeyin nutkuma hayret
Şimdi demde bir muhabbet
Kurduğum yeter mi hocam
Hey Davut Sularî’m heye
El sundunuz candan meye
İkrarımız elif beye
Erdiğim yeter mi hocam
Davut Sularî’nin peşpeşe söyleyişlerinden sonra Kul Semaî sazını kucağına alıp tezeneyi teller üzerinde gezdirmeye başladı. İki âşığın da sazları kucaklarında idi.
Ayak istediler benden. Gördüm ayağını verdim usta âşıklara. Ustaca işlediler ayağı:
Semaî:
Çok şükür yaratan yüce Mevla’ya
Hakikatten haber verenler gördüm
Güneşsiz ahmaklar dünya bom boştur
Dağların arkasın görenler gördüm
Sularî:
Hikmet pazarında Fevzi kudretin
Susuz değirmenler kuranlar gördüm
Hikmet göçündeyken kuru taş içre
Kurdun da rızkını verenler gördüm
Semaî:
Halden bilmeyenler hala hoş değil
Kurumuş meyvede lezzet hoş değil
Yirminci asırda ilim boş değil
Gerçek bohçasını serenler gördüm
Sularî:
Ariflerin bohçasını açınca
Orta yere gevherini saçınca
Değerin keşfedip baha biçince
Nice defterleri dürenler gördüm
Semaî:
Hakikat yolunda gerçek yol diye
Arının yaptığı tatlı bal diye
Şu bizim Turhal’da can kurban diye
Muhabbet çiçeği verenler gördüm
Sularî:
Sensin be insafsız sormazsın beni
Sevgili uğruna koydum bu canı
Yalnız başıma ben kestirdim seri
Yar ile dert devran sürenler gördüm
Semaî:
Çile çekmeyenler gülmez dediler
Eldeki boş kabı dolmaz dediler
Çağıranlar mahrum olmaz dediler
Sabredene murat verenler gördüm
Sularî:
Sabır taşı olsa bile de çatlar
Elbet menzilini alır insanlar
Ben ademe bende yoktur kanatlar
Hakkın rızasına erenler gördüm
Semaî:
Nice âşık sadık yollarda gezmiş
Kul Semaî türlü dallarda gezmiş
Mecnun Leyla için çöllerde gezmiş
Leyla diye Mevla görenler gördüm
Sularî:
Herkes bulamazmış gani Mevla’yı
Her kul keşfedemez Davut Sularî
Defteri kudrette gerçek dünyayı
Ama çoğu yolda kalanlar gerdüm
deyip söyleyişi bağladıktan sonra Âşık Davut Sularî’ye bazı sorular yönelttim.
Bunlardan biri her ne kadar çeşitli kaynaklarda bulunsa da yaşamı üzerine kendi ağzından gerçek bilgileri alabilmekti. Sorduğum soruya verdiği yanıt:
“Babam Veli Ağbaba ile annem Rindi’den 1926 yılında Erzincan Çayır ilçesinde doğmuşum. Soyum Haşimi kabilesinden İmam Musa-i Kâzım’ın torunu İbrahim’i Mükerremin oğlu Seyit Muhammet Hayranî Veli’nin neslindenim. 17 yaşında manâ aleminde aşk meyi içmişimdir.
Arap ve Fars devletleri ile on bir Avrupa devletinde halk şiirimizi tanıtma gayretinde bulundum. Çeşitli bilim adamları ile konferanslar verdim. Alman ve Fars dillerini iyi bilirim. 46 senelik saz şairiyim.
Eski Türk geleneğini sürdüren âşıklardanım. 1980-1982 yılları arasında safkan Arap atımla Anadolu’yu karış karış dolaşıp 35 bin kilometre yol kat ettim. Her köyde sazıma ses verdim. Sonra atımı Erzurum’un Mirseyit köyünde Mehmet Şahin’e verdim.
Muzaffer Sarısözen ve Ulvi Cemal Erkin’in aracılığı ile İstanbul radyosunda göreve başladım. 1950 yılından 1965’e kadar halk türküleri okudum. 1965’te ayrılıp isteğim üzerine serbest saz şairliğine devam ettim.”
Biraz da türkü dinlesek dediğimde çeşitli türküler seslendirdi:
Siyah perçemini dökmüş yüzüne
Salınarak gelen hümaya bakın
Kimden söz işitmiş düşmüş hüzüne
Keder yakışmayan simaya bakın
Yaktın yandırdın beni
Zalim aldattın beni
Ne dedim de darıldın
Bir pula sattın beni
Ağ göğsün üstüne bir bağ biçilmiş
Binbir çeşit çiçeklerden dikilmiş
Dün uğradım bir ücraya çekilmiş
Bulut mu kaplamış şu aya bakın
Elin sitemini yar yar ağlarken gördüm
Gül dibinde kâhgül sararken gördüm
Bir seher akşamı çağlarken gördüm
Davut Sularî deki sevdaya bakın
biçiminde çaldı söyledi coşku ile.
HER İKİ ÂŞIĞIN DA RUHLARI ŞAD MEKÂNLARI CENNET OLSUN.