Quantcast
Özlemle Andığımız Aşık Davut Sularî İle Son Sohbet – Belgesel Tarih

Mehmet YARDIMCI
Mehmet  YARDIMCI
Özlemle Andığımız Aşık Davut Sularî İle Son Sohbet
  • 03 Mart 2023 Cuma
  • +
  • -
  • Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI /

Loading

Erzincan’da Ali Rahmanî’nin Âşıklar kahvesinde 18 Ocak 1985’te vefatından az önce Âşık İhsan Yavuzer’le yaptığı atışmada:

                        Söyle Sularî erine
                        Erişe gerçek pîrine
                        Yalvaraym hak birine
                        Götür Hünkâr’a beni

diyen ve küçük yaşta dedesinin teşvikiyle eline aldığı sazı son nefesine kadar hiçbir koşulda bırakmayan Davut Sularî, 1926’da Erzincan’ın Çayırlı ilçesinde dünyaya gelmiştir.

İlkokulu üçüncü sınıfa kadar okuyabilen Davut Sularî, asıl eğitimini dedeler ve pirler dergâhından almıştır.   İlk eğitimine Dedesi Mehmet Kaltık yanında başlamış saz çalmayı da dedesinin teşvikiyle küçük yaşta öğrenmiştir.

Bir şiirinde:

                        Pîr elinden içtim dolu
                        Öğrendim erkânı yolu

diyerek bâdeli âşıklar kervanına katıldığını belirtmiş, çeşitli konuşmalarında da bâde öyküsünü dile getirmiş, sır âleminde kendisine sürekli akıp çağlayacağı için Sularî mahlasını verildiğini söylemiştir.

Halk arasında Davut Sularî’nin evliya mertebesine ermiş bir kişi olduğunu ileri sürenler bulunmakta, yakın çevresinde de Sularînin kerametlerinden söz edilmekte bu konuda çeşitli anlatılar bulunmaktadır.  Bunlardan biri şöyledir:

Davut Sularî çıraklarında Âşık Beyhanî’yle Adana yolunda, yaz sıcağında mola verip dinlendikleri bir ağacın gölgesinde uyuyakalır. Bir ara Sularî Beyanî’nin sesi ile uyanır.  “Baba kalk yılan sokacak” Sularî gözünü açar ki altında yattığı ağacın dalında bir yılan başını kendisine doğru uzatıyor. Hemen yanı başındaki sazı kucağına alıp Şah-ı şahmaran üzerine bir deyiş okur.  Yılan sazın ve âşığın yanık sesini duyunca yavaşça geri çekilip dallar arasında kaybolur. Âşık Beyanî hayretler içinde kalıp ustasına niyaz eder.

Davut Sularî, Leyla adını verdiği atına binerek gurbetin yolunu tutar ve ölümüne dek ülke ülke, şehir şehir, köy köy dolaşır. Anadolu’nun üç ili hariç tüm illerinin yanı sıra Ortadoğu ülkelerini de gezer.

18 Ocak 1985’te yine sanatını icra ederken Âşıklar kahvesinde bir atışma sırasında vefat eden Davut Sularî’nin Mezarı Çayırlı Köyündedir.

Sanatı

Âşıklık geleneklerinin tümünü yerine getirebilen atışmanın, leb değmezin, taşlamanın, güzellemenin en iyi örneklerini veren Sularî, Ankara ve İstanbul radyolarında mahalli sanatçı olarak görev alınca tanıştığı Muzaffer Sarısözen, Nida Tüfekçi, Halil Bedii Yönetken, Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun gibi müzik otoriteleri ile yakın ilişki kurmuş,  onlardan aldığı müzik görgü ve kültürü ile sanatını donatmış diğer âşıklardan daha farklı bir kimlik kazanmıştır.

Çok küçük yaşlarda saz çalmayı öğrenen, sazla bir ömür tüketen Davut Sularî,  güçlü bir söz ustası olmasının yanında usta bir müzisyen özelliğine sahip olup Sularî adıyla bütünleşmiş kendine özgü bir kimlik ve tavır oluşturmuştur.  O, sazının teline vurduğunda kendine özgü oluşturduğu edasını hemen hissettirir. Halk müziğinin âşık müziği denilen bölümü içinde diğer âşıklar arasındaki özgün yeri ve büyüklüğü de buradan kaynaklanmaktadır.

Halk türküleri repertuarına Siyah perçemlerin yar yar dökmüş yüzüne gibi pek çok türkü kazandırmış, Konya Âşıklar Bayramı’na katılıp burada âşıklarla boy ölçüşüp ustalığını sergilemiştir.

Şiirlerinde koşma türünün yanı sıra her âşığın söyleyemediği tecnis, divan, müstezat, lebdeğmez gibi biçimlerde de ustaca söyleyişleri bulunmaktadır.

Usta çırak geleneği içinde Erbabî’yi yetiştirmiş, uzun yıllar yanında gezdirmiştir.  Bunun yanı sıra pek çok sanatçıyı etkilemiştir. Davut Sularî’den etkilenenler arasında Neşet Ertaş, Muhlis Akarsu, Âşık Daimî, Âşık Beyhanî, Âşık Serdarî ve Mahsunî Şerif önde gelenlerdendir.

Daha önceki şiirlerinde bir gönül adamı olduğu açıkça görülen Davut Sulari 55 yaşından sonra toplum konularına da yönelmiş, haksızlara başkaldırmak, arsıza, soysuza, yalancıya karşı durmak onda sanki bir görev olmuş;

                        Vatandaştan oy almaya
                        Gelecekmiş hilafetçi
                        Bir erkeğe dört tan’avrat
                        Verecekmiş hilafetçi

biçiminde taşlama ağırlıklı söyleyişleri ön plana çıkarmıştır.

Davut Sularî ile Son Sohbet

Davut Sularî’yle 22 Kasım 1984’te Turhallı Âşık Kul Semaî’nin evinde birlikte olduk.

Kırk yıldır sazına ses veren iki usta âşık, âşıklık geleneğince halleşip, ayak tutup, atışıp bizlere; âşığa, âşıklık geleneğine yaraşır bir gece geçirttiler.

Derin bir halk bilimine sahip Sularî, Erzincan yöresinden bazı menkıbelerle Âşık Noksanî için sorduğum bir soru nedeniyle Noksanî’nin kerametlerini anlattı.

Sohbetine doyum olmayan âşık, sazını kucağına alıp Semaî’ye meydan açtı.  Doğmaca şiir okudu, benden ayak isteyip verdiğim ayakla atışıp Semaî’yle ustalıklarının hünerlerini bir bir sergiledi.

İki usta âşık Kul Semaî ve Davut Sularî’nin bu denli samimi bir ortamda içtenlikle çalıp söylemeleri her zaman yaratılabilecek bir olay değildi.  Şiirler ayak verilip doğaçlama (irticalen)  söylendiğinden teybe almayı uygun bulup kalıcı olmasını sağladım.

Ne bilirdik ki o geceki söyleyişlerinde:

                        Davut Sularî’yem mana okuram
                        Hikmet culfasıyam metah dokuram
                        Semaî’ynen sema raksın yapıram
                        Muhabbetten kelam kılsa Yardımcı
            ve
                        Gerçi Davut Sularî’yem aptal serseri biri
                        İnsansın gezersin amma inan değilsin diri
                        Hamdolsun ki yüzümde yok benim kıyamet kiri
                        Sevgi sohbet şefkatinden bana karşı yaz görem

diyen, sanki kendisiyle ilgili bir yazı yazmamı vasiyet eden,  bu güzel geceden sonra memleketine giden Davut Sularî’nin kısa bir süre sonra acı haberi gelecekti…

Son dönemin en usta âşıklarının başında gelen Davut Sularî’ye Tanrı’dan rahmet dilerken teybe kaydettiğim şiirlerini ve sorduğum sorulara verdiği yanıtları gün ışığına çıkarmayı hem bu usta âşığa vefa borcu, hem de halk kültürü adına kendime bir görev saydım.

Söze, Davut Sularî Turhal’a gelince Kul Semaî’yi yerinde bulamayışına söylediği şiir ve Sema’i’nin söyledikleri ile başlayalım:

Sularî:

                        Keçeli Rıza’ynan yollardan geldim
                        Seni bulamadım söyle nerdeydin
                        Gece sabaha dek kahve bekledim
                        Bir habercik veremedim nerdeydin

Semaî:

                        Dün bir aşk atıyla seyyaha çıktım
                        Sen gelince olamadım ne deyim
                        Nice sözle gönül kalesin yaptım
                        Sen gelince olamadım ne deyim

Sularî:

                        Rıza gider gelir kitlidir dükkân
                        Bilmem ki ne yerde pürhanda yaran
                        Yoldan gelmiş gayet yorgun bir kervan
                        Sohbetine eremedim ne deyim

Semaî

                        Sana derim ben bu candan geçmiştim
                        Yine gönüllere dükkân açmıştım
                        Zannetme ki kardeş senden kaçmıştım
                        Sen gelince olamadım ne deyim

Sularî:

                        Hanedan kişiler bilirim kaçmaz
                        Dost sırrı baş gitse aduya açmaz
                        Senden başka kimse değerim biçmez
                        Meydanına varamadım nerdeydin

Semaî:

                        Eşim ile davet üzere gittim
                        Aldım muhabbet bal okşayıp içtim
                        Söyle yoksa gardaş hata mı ettim
                        Sen gelince bulunmadım ne deyim

Sularî:

                        Davut Sularî der ey canı canan
                        Bilirim haneden istermiş mihman
                        Sen benim derdime merhemler olsan
                        Elin ile saramadın nerdeydin

Semaî:

                        Kul Semaî’m dostum dostu arardım
                        Geldiğine bilsen nasıl sevindim
                        İstersen emanet canım verirdim
                        Hizmetine eremedim ne deyim

Âşık Davut Sularî, bildiğimiz gibi sazını hemen her konuda konuşturan doğaçlaması çok güçlü usta bir âşıktır.  İşte Semaî’nin eşi Âşık Nevruz Bacı’nın çay getirmeyişini hemen sazı ile dillendirişi şöyle olmuştur:

                        Beyler size benim dileğim vardır
                        Niçin halim sormaz bu Nevruz sultan
                        Uzak yoldan geldim gayet yorgunum
                        Neden bir çay vermez bu Nevruz Sultan

                         Almış yarin gelinleri konuşur
                        Sevdiği Semaî ile yarışır
                        Kelam derim dudaklarım buruşur
                        Noksan halim görmez bu Nevruz Sultan

                        Davut Sularî’yem etse de ne hal
                        Muhabbet elinden olur şeker bal
                        Meclis ahbabıynan olan hasbihal
                        Herhal bizi kırmaz bu Nevruz Sultan

Âşık Nevruz Bacı’ya bu söyleyişten sonra Semaî,  tezeneyi sazının teline vurup meydan açtı ustaca söyleştiler:

Semaî:

                        Nevruz halim sormaz diye gücenme
                        Sormaktadır canım sorduğundandır
                        Gizli yaralarım sarmaz zannetme
                        Sarmaz zannettiğin sardığındandır

Sularî:

                        Yarine bir hizmet dedim de kalktı
                        Yerine cevaplar verdiğindendir
                        Evet can ortağın hem can yoldaşın
                        Onun ile yola girdiğindendir

Semaî:

                        Gelip şu dünyaya başını vurdun
                        Mevsim kış geliyor her hal üşüdün
                        Senin şu halini bilir umudun
                        Bilmez zannettiğin bildiğindendir

Sularî:

                        Nevruz Sultan sana bir fener idi
                        Divan oğlu kızı torunlar verdi
                        Sana arka verip haneni kurdu
                        El bağlı huzurunda durduğundandır

Semaî:

                        Tenkit etme dostum haller sorulur
                        Sel kesilir yine çaylar durulur
                        Sana da bir canlı bina bulunur
                        Bulmaz zannettiğin bulduğundandır

Sularî:

                        Derler ki bir ağaç dalıyla gürler
                        Kepenek altındra yatarmış erler
                        Keçeci gibi gerçekler pirler
                        Kudret kanadını gerdiğindendir

Semaî:

                        Semaî der Davut Sularî Baba
                        Bende bir can bir saz bir hırka aba
                        Neler neler yaratıcıdır Hüda
                        Bin saati bile sürdüğündendir

Âşık Davut Sularî bu söyleyişten sonra sazına eğilip doğaçlama bir türkü okudu:

                        Ulu dağlar gibi kar olan başın
                        Gözlerimin yaşı sel değil ya ne
                        Hep kalkıp gidiyor bu zayıf döşüm
                        Beni taşa tutan el değil ya ne

                        Acaba var mıdır toprağın feri
                        Yağmurun yağışı çamurun dili
                        O nedir ağlatır şeyda bülbülü
                        Baharda açılan gül değil ya ne

                        Davut Sularî’yem mana yetirem
                        Misafir olup da gaybe oturam
                        Her düşünce müşkilini bitirem
                        Adap erkân ile yol değil ya ne

İçten ve duyarak okuduğu bu türküden sonra,  bana yönelip çevredeki halkbilim alanındaki çalışmalarımı bildiğinden sazına benim için ses verdi:

                        Biraz evvel dedik senin için heyhat
                        Muhabbet bezmini kursa Yardımcı
                        buradaki âşıklar cem-i mevcudat
                        Künye defterine alsa Yardımcı 

                        Her sözüm terazi sazı bende tart
                        Çerik çürük varsa kaldırıp da at
                        İnsan bir değildir değişik sıfat
                        Fevzi kuvvetini bulsa Yardımcı               

                        Ben âşığım diyen vatanda çoktur
                        Yokla ki hurcunu bak gevher yoktur
                        Evet âdem Hak’tır kâinat Hak’tır
                        Bizi de gönlünde tutsa Yardımcı

                        Bir elinden alıp içmişem ahım
                        İnsiyatin dedi hikmet kitabım
                        Bezm-i elest etmiş hikmet şarabım
                        Can şikest olmadan verse Yardımcı

                        Doğumum Erzincan Çayırlı yerim
                        Böyle maadadır ol nazlı pirim
                        Ben bir mazlum canan demirem şirin
                        Fazilet künyesin bulsa Yardımcı

                        Davut Sularî’yem mana okuram
                        Hikmet culfasıyam metah dokuram
                        Semaî’ynen sema raksın yapıram
                        Muhabbetten kelam kılsa Yardımcı

Âşığın coşması selin çağlaması gibidir.  Sel akar gider, önünde durulmaz daha.
Davut Sularî de öyle coştu, söyledi, söyletti peş peşe…

Divanî ayağından okuduğu:

                        Ben derdi giriftarem ki deme hitabım yoktur
                        Cemali canandır gönlüm nikabım yoktur
                        Derdi giriftarem kırk altı yıldır derbederem
                        Ayaksız kütüphaneyem elimde kitabım yoktur

                        Gerçi mest-i elestiysem  kendi ağamdan çoktur
                        İçmişem bir meyhaneyem elde şarabım yoktur
                        Daim sökülürem dağlardan gelen sesim toktur
                        Kuru taşa dönmüşem ki inan toprağım yoktur

                        Daha taze bir dal idim kendi bağımda bittim
                        Bir kasırga geldi aldı götürdü kökten yittim
                        Bilmezem ki bülbülü nalanı ol demden ettim
                        Kurumuş bir dal gibiyim inan yaprağım yoktur

                        Aşk ile dünya dolmuştur Davut Sularî inan
                        Bir zaman memurdun amma küllüden oldum bir an
                        Hepsi kaçtı gitti kalmadı yanımda bir yaran
                        Evim barkım harap olmuş inan otağım yoktur

Yaşam öyküsünden bazı kesitler sergilediği bu duygulu ve çok güçlü söyleyişten sonra durmadı. Yine kendine özgü üslubuyla divani okumaya devam etti:

                        Fuzulî der âşık benem Mecnun’un adı vardır
                        Hele ne çeşit insanım kaleminle yaz görem
                        Bir bahar eyyamıyam ki sen bir kasırga gibi
                        Muhabbet yeli olup da bana karşı yağ görem 

                        Hicran elemi değmiştir hicran ile dağlandım
                        Sanmayın ki ben dertliyim amma ta ki zağlandım
                        Zincir-i aşk ile de girizgar olup bağlandım
                        Eğer zağrı velayetsen ben kendimi çiz görem

                        Amma dostum el uzattın tepmem elin kenara
                        Zerre kadar söz gelince olmam nutku mubara
                        Gerçi âşık-ı sadıksan inan vechi didara
                        İsterim ki daim dostta ak olacak yüz görem

                        Nice alem nice meclis nice zindanlar gördüm
                        Nice tabiplere gittim derdim devasın sordum
                        Sokrat Eflatun’lar kaçtı orta yerlerde durdum
                        Ne olur yarama merhem varsa getir sür de görem                   

                        Gerçi Davut Sularî’yem aptal serseri biri
                        İnsansın gezersin amma inan değilsin diri
                        Hamdolsun ki yüzümde yok benim kıyamet kiri
                        Sevgi sohbet şefkaıtinden bana karşı yaz görem

deyip son dizelerinden benim için söylediği belli olan bu deyişten sonra yine bana yönelip “hocam” ayaklı bir söyleyişti bulundu.

                        Cemaat içinde kelam
                        Verdiğim yeter mi hocam
                        Gözlerinle mucizeler
                        Gördüğün yeter mi hocam

                        Muhabbet dediğin baldır
                        Erkân dediğinse yoldur
                        Yazdım kalem biten doldur
                        Serdiğim yeter mi hocam

                        Dönmem ben Hakk’ın yolundan
Çekmişim elin dilinden
                        Bunca muhabbet gülünden
                        Verdiğim yeter mi hocam

                        Mümin evler Hakk’a gayret
                        Etmeyin nutkuma hayret
                        Şimdi demde bir muhabbet
                        Kurduğum yeter mi hocam

                        Hey Davut Sularî’m heye
                        El sundunuz candan meye
                        İkrarımız elif beye
                        Erdiğim yeter mi hocam

Davut Sularî’nin peşpeşe söyleyişlerinden sonra Kul Semaî sazını kucağına alıp tezeneyi teller üzerinde gezdirmeye başladı. İki âşığın da sazları kucaklarında idi.

Ayak istediler benden.  Gördüm ayağını verdim usta âşıklara. Ustaca işlediler ayağı:

Semaî:

                        Çok şükür yaratan yüce Mevla’ya
                        Hakikatten haber verenler gördüm
                        Güneşsiz ahmaklar dünya bom boştur
                        Dağların arkasın görenler gördüm

Sularî:

                        Hikmet pazarında Fevzi kudretin
                        Susuz değirmenler kuranlar gördüm
                        Hikmet göçündeyken kuru taş içre
                        Kurdun da rızkını verenler gördüm

Semaî:

                        Halden bilmeyenler hala hoş değil
                        Kurumuş meyvede lezzet hoş değil
                        Yirminci asırda ilim boş değil
                        Gerçek bohçasını serenler gördüm

Sularî:

                        Ariflerin bohçasını açınca
                        Orta yere gevherini saçınca
                        Değerin keşfedip baha biçince
                        Nice defterleri dürenler gördüm

Semaî:

                        Hakikat yolunda gerçek yol diye
                        Arının yaptığı tatlı bal diye
                        Şu bizim Turhal’da can kurban diye
                        Muhabbet çiçeği verenler gördüm

Sularî:

                        Sensin be insafsız sormazsın beni
                        Sevgili uğruna koydum bu canı
                        Yalnız başıma ben kestirdim seri
                        Yar ile dert devran sürenler gördüm

Semaî:

                        Çile çekmeyenler gülmez dediler
                        Eldeki boş kabı dolmaz dediler
                        Çağıranlar mahrum olmaz dediler
                        Sabredene murat verenler gördüm

Sularî:

                        Sabır taşı olsa bile de çatlar
                        Elbet menzilini alır insanlar
                        Ben ademe bende yoktur kanatlar
                        Hakkın rızasına erenler gördüm

Semaî:

                        Nice âşık sadık yollarda gezmiş
                        Kul Semaî türlü dallarda gezmiş
                        Mecnun Leyla için çöllerde gezmiş
                        Leyla diye Mevla görenler gördüm

Sularî:

                        Herkes bulamazmış gani Mevla’yı
                        Her kul keşfedemez Davut Sularî
                        Defteri kudrette gerçek dünyayı
                        Ama çoğu yolda kalanlar gerdüm

deyip söyleyişi bağladıktan sonra Âşık Davut Sularî’ye bazı sorular yönelttim.

Bunlardan biri her ne kadar çeşitli kaynaklarda bulunsa da yaşamı üzerine kendi ağzından gerçek bilgileri alabilmekti. Sorduğum soruya verdiği yanıt:

“Babam Veli Ağbaba ile annem Rindi’den 1926 yılında Erzincan Çayır ilçesinde doğmuşum. Soyum Haşimi kabilesinden İmam Musa-i Kâzım’ın torunu İbrahim’i Mükerremin oğlu Seyit Muhammet Hayranî Veli’nin neslindenim. 17 yaşında manâ aleminde aşk meyi içmişimdir.

Arap ve Fars devletleri ile on bir Avrupa devletinde halk şiirimizi tanıtma gayretinde bulundum. Çeşitli bilim adamları ile konferanslar verdim. Alman ve Fars dillerini iyi bilirim. 46 senelik saz şairiyim.

Eski Türk geleneğini sürdüren âşıklardanım. 1980-1982 yılları arasında safkan Arap atımla Anadolu’yu karış karış dolaşıp 35 bin kilometre yol kat ettim.  Her köyde sazıma ses verdim. Sonra atımı Erzurum’un Mirseyit köyünde Mehmet Şahin’e verdim.

Muzaffer Sarısözen ve Ulvi Cemal Erkin’in aracılığı ile İstanbul radyosunda göreve başladım. 1950 yılından 1965’e kadar halk türküleri okudum. 1965’te ayrılıp isteğim üzerine serbest saz şairliğine devam ettim.”

Biraz da türkü dinlesek dediğimde çeşitli türküler seslendirdi:

Siyah perçemini dökmüş yüzüne
Salınarak gelen hümaya bakın
Kimden söz işitmiş düşmüş hüzüne
Keder yakışmayan simaya bakın

Yaktın yandırdın beni
Zalim aldattın beni
Ne dedim de darıldın
Bir pula sattın beni

Ağ göğsün üstüne bir bağ biçilmiş
Binbir çeşit çiçeklerden dikilmiş
Dün uğradım bir ücraya çekilmiş
Bulut mu kaplamış şu aya bakın

Elin sitemini yar yar ağlarken gördüm
Gül dibinde kâhgül sararken gördüm
Bir seher akşamı çağlarken gördüm
Davut Sularî deki sevdaya bakın

biçiminde çaldı söyledi coşku ile.

HER İKİ ÂŞIĞIN DA RUHLARI ŞAD MEKÂNLARI CENNET OLSUN.

  • Dr. Mehmet YARDIMCI

Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI

Zile (8 Ağustos 1945) Babası, Kurtuluş Savaşı’nda İzmir’e ilk giren sivari bölüğünde yer alan Muharip Gazi (Hacırecep Oğullarından 1315 Doğumlu Ali Oğlu Mustafa) Mustafa Yardımcı’dır. İlk, Orta ve yüksek Öğrenimini Zile, Ankara, Tokat, Trabzon ve Malatya’da tamamladı. Yurdun çeşitli yörelerinde edebiyat öğretmenlikleri ve müdürlüklerde bulundu. 1983’te Cumhuriyet Üniversitesi Rektörlük okutmanı oldu. Tokat Ziraat Fakültesi Türk Dili okutmanı iken, 1985’te İnönü Üniversitesi Personel Dairesi Başkanlığına atandı. İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Türk Halk Edebiyatı alanında yüksek lisans, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Türk Halk Edebiyatı alanında doktora yaptı. Yrd Doç Dr ünvanıyla kurucusu olduğu Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü’nden yaş haddinden emekli oldu. Evli ve iki çocuk babası Yardımcı ; Ulusal ve Uluslararası pek çok sempozyum, seminer ve bilimsel kongrelerde 50 kadar bildiri sundu, 50'nin üzerinde makale yazdı ve 43 kitap yayımladı. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024
Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Atilla SAĞIM, 17 Kasım 2024
Romanlarda Sosyal ve Kültürel Yaşam

Romanlarda Sosyal ve Kültürel Yaşam

Emel ÖRGÜN, 2 Kasım 2024
“İki Kasım 1943” Karaçay Sürgünü

“İki Kasım 1943” Karaçay Sürgünü

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 2 Kasım 2024