Polemik-8: “Çanakkale Savaşı’nda Mustafa Kemal’in tümeni yedeğin yedeği idi” |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Hem Osmanlı’nın son dönemi hem de Cumhuriyet’in ilk yılları ve Mustafa Kemal Atatürk’e ilişkin “çarpıtılmış tarih” girişimleri öyle bir noktaya geldi ki, önce ortaya bir palavra atılıyor, yalan-dolan detaylarla kaynak oluşturuluyor, sonra silsile halinde alıntılarla ve üstelik bu kez “kaynağı da gösterilebilen” uydurma tarih yazımı geliştirilmeye çalışılıyor.
Bu sinsi taktik Mustafa Kemal Paşa’nın milli mücadeleyi başlatmak üzere bizzat Padişah Vahidettin tarafından “gizli” olarak görevlendirildiği, Padişah’ın tüm milli mücadele boyunca gizliden gizliye, zaman zaman çok miktarda(!) para, zaman zaman da en iyi(!) subaylarını göndererek desteğe(?) devam ettiği iddiaları eşliğinde pazarlanıyor ve cehaletten beslenerek alıcı da buluyor. “Madem Padişah para gönderdi, Anadolu’da o parasızlık, o sefalet niye yaşandı?” diye kimse sormuyor. Milli Mücadele’nin neredeyse baştan sona parasızlıkla boğuşularak yürüdüğünün binlerce kanıtı var ama kimse sorgulamıyor: Nerede padişahın gönderdiği paralar?
Bu kitapların önde geleni, Necip Fazıl Kısakürek’in imzasını taşıyan “Vatan haini değil, büyük vatan dostu Sultan Vahidüddin” (İstanbul, Büyük Doğu Yay., 1975) adlı kitap ki, Jean-Louis Bacqué –Grammont ve Hasseine Mammeri’nin ortak imzasını taşıyan ve “Tarih ve Toplum” dergisinin 18 Nisan 1985 tarihli 16. sayısında yayınlanan “Vahideddin’in Sürgündeki Hac Yolculuğu ve Birkaç Bildirisi” başlıklı makalenin dipnot bölümünde, Kısakürek’in bu “eseri” için “Bu kitap, kaynak göstermeyen, sağlıklı bir kronolojiden hemen hemen yoksun bulunan, taraf tutan, savunduğu teze aykırı her şeyi bile bile bir kenara iten bir eserdir. Böyle olmakla birlikte, burada bu eserden bahsetmeyi uygun gördük. Son padişahın hâlâ tek tük taraftarlarının bulunduğunu, alıntılarımızın Kısakürek’in kitabının ikinci baskısından yapıldığını vurgulamak isteriz” ifadesiyle mahkûm edilmiştir. Buna rağmen, bu kitaptaki hezeyanlar, bugün bazı kesimler tarafından, sanki gizlenen(!) tarihî kimi gerçeklere işaret ediyormuş gibi tekrarlanıp duruyor.
Bu konudaki akıl dışı iddialara yanıt olacak iki yazı, belgeseltarih sayfalarında mevcut. Linklerini de şöyle verebiliriz.
– Vahideddin’in Sürgündeki Hac Yolculuğu ve Birkaç Bildirisi
– Vahidettin’in beyannamesi… Mustafa Kemal’i Anadolu’ya kim gönderdi?
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bütün bu haksız-hadsiz iftiralarla hedef alınmasının sebepleri elbetteki çok net: Saltanatın ilgası, ardından halifeliğin kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı ve son olarak Anayasa’ya giren laikliğin temel anlayış halinde benimsenmesi… Daha ne olsun?!
Mustafa Kemal Atatürk’ün geçmişten buyana bizzat dahil olduğu ya da sadece adının geçtiği her olay, bu uydurma tarih yazarlarının hedefinde artık. Mustafa Kemal’in genç yaşlarında elde ettiği başarılar bile karalanıyor, yok sayılmaya çalışılıyor, eğer konu tarihi açıdan yok sayılamayacağı kadar önemliyse bu durumda da “zaten Mustafa Kemal orada yoktu ki, onun varlığı sonradan uyduruldu, başarı ona mal edildi” denip, işin içinden çıkılıyor.
Bu yazının asıl konusu Çanakkale Savaşı ve Mustafa Kemal’e dair yalanlar, iftiralar ve gerçekler…
Bu uzun girizgâhın ardından, kim ne demiş, gerçekler nedir, göz atalım…
Gayri Resmi Yakın Tarih Ansiklopedisi:
…Çanakkale Savaşı’nın gerçek kahramanları, Cevat ve Selahaddin Adil Paşalar unutturuldu.[1]
…Mustafa Kemal’in tümeni yedeğin yedeği idi.[2]
…M. Kemal kara harplerinde geri planda vazife yaptı.[3]
…Devletin kitaplarının yanında, TRT’nin de aynı yanlışı tekrarlaması, Yarbay M. Kemal Bey’in ‘Çanakkale Kahramanı’ zannedilmesine sebep olmuştur. M. Kemal Paşa, Çanakkale’de göğsünü düşmana siper etmiş 1.887 subaydan sadece birisidir. İstiklal Harbinde bile vatanı kurtardığı söylenemez.[4]
Neymiş! Mustafa Kemal’in İstiklal Harbi’nde vatanı kurtardığı bile söylenemezmiş! Mustafa Kemal’in vatanı kurtardığı “bile” söylenemezse, ne söylenebilir peki?
Acaba Yunanlılar işgal ettikleri Anadolu’da sıkılmış, “Bu kadar turistik seyahat yeter, artık memlekete dönelim” mi demişler, kendiliklerinden mi çekip gitmişler? Bu masalcılara göre Sakarya Savaşı yalan mesela, İnönü savaşları zaten yok, o halde 26 Ağustos, 30 Ağustos, bunlar da mı yok? Eee, böyle bir durumda, “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir, ileri!” emri asla verilmemiştir meselâ, Yunan ordusu da denize dökülmemiştir, tabii bunlar olmadığı için Atina’da yargılamalar da yapılmamıştır, Yunanlılar, Küçük Asya Felaketi olarak tanımladıkları Anadolu bozgunundan sorumlu tuttukları 3 başbakan ve 2 bakan ile kendi başkomutanlarını olağanüstü askeri mahkemede yargılayıp idam[5] etmemişlerdir, değil mi? Bu mahkeme kararları ve idamları anlatan o dönemin Yunan gazeteleri, tarih kitapları da yalan yazıyordur, kesin. Yeter ki, bizim masal tarihçilerimizin yüzü gülsün!
İşin bir de İngiltere kanadı var. İngilizler bakmış, Yunanlılar Anadolu içlerinde taa Ankara kapılarına kadar uzattıkları seyahatten sıkılıp paşa paşa memleketlerine döndü, “eh biz de dönelim artık” mı demişler? Tabii dönmeden önce Mustafa Kemal’den de hilafeti kaldırma konusunda söz almışlardır muhakkak! Bu palavra üstatlarının bu konuda da düşünceleri, fikirleri vardır mutlaka, anlatsalar da dinlesek!
Çanakkale kara muharebelerinde Mustafa Kemal’in tümeninin yedeğin yedeği olduğu iddiasına gelince…
Mustafa Kemal, bir ihtiyat tümeninin komutanıdır, doğru… Peki ne zaman? 18 Mart Deniz Savaşı’nın hemen ardından, 5. Ordu’nun kuruluş planı çerçevesinde 25 Mart 1915’ten 25 Nisan’daki çıkarma günü sabahına kadar, bir aylık sürede… Yarbay Mustafa Kemal, 25 Nisan’da kara savaşının başladığı saatlerde emrindeki birliklerin başında fiilen savaşa müdahale etmiş, başarılı, inatçı hücumlarla –üstelik görece az sayıdaki askeriyle- düşmanı sahile kadar sürmüştür. Aynı günün akşamı Arıburnu kuvvetleri komutanı olur, emrine ilave 3 alay daha verilir. 27, 33 ve 64. alayların da katılımıyla M. Kemal’in komutası altında tam 6 alay, bir diğer deyimle 2 tümen asker toplanmıştır. Yarbay Mustafa Kemal’in 19. Tümeni, ilk saatlerinden itibaren fiilen savaşın içindedir.
Oysa Mustafa Kemal’den yedeğin de yedeği bir ihtiyat tümeni komutanı diye söz edip, [kendilerince “M. Kemal’in savaşla da zaferle de ilgisi yoktu” deme gayretiyle gerçekleri tahribe kalkışanlar] kitaplarının başka yerlerinde, güya başarısız hücumlardan söz edip, “askeri gereksiz yere kırdırdığı” iddiasında bulunurken bile kendileriyle çelişmiş olmuyorlar mı? Madem savaşla ilgisi yoktu, yedeğin de yedeği bir tümenin komutanıydı -varsayalım ki, başarısız bile olsa- nasıl ve hangi yetkiyle ‘hücum’ düzenleyebilmişti ki?
Kadir Mısıroğlu:
(Birinci Anafartalar’da) …Elde edilen başarı Mustafa Kemal’e mal edilmek istenmişse de bu tarihen ve fiilen doğru değildir.[6]
Kadir Mısıroğlu, Anafartalar Grup Komutanlığına atanan Albay Mustafa Kemal Bey’in görevi devraldığı Albay Ahmet Fevzi Bey tarafından hazırlanmış olan planda değişiklik yapmadan harekete geçmiş olması nedeniyle, 1. Anafartalar Savaşı’ndaki rolünü de küçümsemekle kalmıyor, başarının da planı hazırlayan kişi olmadığı için Mustafa Kemal’e ait olamayacağını savunuyor. Oysa Mustafa Kemal’in grup komutanlığını devraldıktan sadece birkaç saat sonra başlayacak hücum için zaten zamanı ve planı değiştirme olanağı yok…
Ağustos 2015’e dönerek, Mustafa Kemal’in Anafartalar Grup Komutanlığına atanması ve 1. Anafartalar Savaşına göz atmakta yarar var. Olayların gelişimini şöyle özetleyebiliriz:[7]
İngilizlerin 7 Ağustos sabahı Suvla’ya çıkarma yapması üzerine bölgedeki çok zayıf birlikleri takviye için Saros Grubu bağlı birlikleri Anafartalar bölgesine yürütüldü. Liman von Sanders, iki tümenlik bu grubun 8 Ağustos sabahı taarruzunu emretti.
7/8 Ağustos gecesi Kocaçimen ve Anafartalar Ovasındaki birlikleri de Saros Grup Komutanı Ahmet Fevzi Bey’in emrine vererek, Anafartalar Grup Komutanlığı adı altında topladı. Anafartalar Grup Komutanı Albay Ahmet Fevzi Bey 8 Ağustos sabahı taarruz etmedi. Durumu öğrenen Liman von Sanders hesap sordu. Albay Ahmet Fevzi Bey[8] ise birliklerinin intikalinin henüz tamamlanmadığını, kol sonunun alınamadığını ve askerlerin 40 km’lik yürüyüş nedeniyle çok yorgun olduğunu bildirdi.
Öğleyin taarruz önerisine Ahmet Fevzi Bey’in, “Donanma topçusunun gözü önünde gündüz taarruzunun çok zayiata neden olacağı” yolundaki itirazı üzerine Liman Paşa’nın son sözü 8 Ağustos gecesi taarruz edilmesi oldu. Ancak Ahmet Fevzi Bey birliklerinin durumunu inceleyip, birlik komutanlarıyla da görüştükten sonra taarruzu o gece yapmamayı, sabah erkenden saldırmayı uygun buldu. Birliklerine de 9 Ağustos sabahı (yarın) taarruz emrini verdi. Bunu öğrenen Liman Paşa ise o anda Ahmet Fevzi Bey’i görevden aldı, yerine Albay Mustafa Kemal’i atadı.[9]
Savaşlarda birliklerin yorgunken taarruz ettiği örnekler de elbette var. Düşmanın Anafartalar’da geldiği noktanın ve içinde bulunulan durumun büyük tehlike oluşturduğuna ilişkin veriler kolayca göz ardı edilemez. Bu nedenle Ahmet Fevzi Bey’in davranış tarzı ve taarruzu ertesi sabaha bırakma kararının doğruluğu-yanlışlığı yıllardır tartışılıyor. Bakış açısına göre, kimileri Ahmet Fevzi Bey’i Mehmetçiği düşman ateşinden koruduğu düşüncesiyle haklı buluyor, kimileri ise böylesine kritik bir anda görevi savsakladığını düşünerek haksızlığına kanaat getiriyor.
Grup Karargâhındaki ilk saatlerini Ruşen Eşref’e anlatırken konuyu çok özet geçen Mustafa Kemal Bey, Uluğ İğdemir’in kaleme aldığı “Anafartalar Muharebelerine Ait Tarihçe”de[10] ise, Anafartalar Grup Komutanlığını hangi koşullarda devralıp işe başladığına ilişkin detay veriyor. Yazılanlar, o gün Anafartalar’da karşı karşıya bulunduğu sorunların anlaşılması bakımından önemlidir. Gümbürdekbayırı’nın 1,5 km kadar güneyindeki bir yerde kurulmuş bulunan Anafartalar Grup Komutanlığı Karargâhı’na saatler gece yarısını geçtikten sonra saat 01.30’da ancak ulaşabilen Albay Mustafa Kemal, ilk iş olarak Grup Kurmay Başkanı Hayri Bey’e üç soru yöneltir:
1)Düşman nerede, kuvvetini anlayabildiniz mi?
2)Gruba bağlı 7. ve 12. Tümenler şimdi nerelerde ve ne vaziyette bulunuyorlar?
3)Anafartalar Grup Komutanlığı’nca tümenlere verilen en son emir nedir?
Hayri Bey bu soruları aydınlatıcı şekilde cevaplayamayınca, Mustafa Kemal Bey, eski kumandan Albay Ahmet Fevzi Bey’in nerede olduğunu sorar, “Çadırında uyuyor” cevabını alır. Uyandırılıp, kendisinden en son verdiği emrin alınmasını ister. Biraz sonra Kurmay Başkanı Hayri Bey döner, o anda yazmış olduğu imzasız notu gösterir. Mustafa Kemal, “Verdiği emir bu ise imza etsin” diye notu yeniden Ahmet Fevzi Bey’e gönderir. Ama Kurmay Başkanı az sonra yeniden gelir, Ahmet Fevzi Bey, “son emir” diye gösterilen notu imzalamamıştır.
Albay Mustafa Kemal’in “Anafartalar Muharebelerine Ait Tarihçe”de yazdıklarından, görevden alınan komutanın yeni komutana [durumun ciddiyetinin gerektirdiği gibi] devir-teslim yapmadığını anlıyoruz. Çünkü Ahmet Fevzi Bey, birliklerinin yeri ve durumunu, birkaç saat sonrası için akşamdan emrettiği şafak taarruzuyla ilgili yaşamsal önem taşıyan bilgileri, yeni komutanla paylaşmıyor. Odasına girip çıkan Hayri Bey’den hangi hayati sorulara cevap arandığını öğrendiği belli, çünkü ortada herhangi bir nüshası bulunmadığı için, akşamdan verdiği emirlerin bir kısmını –tabii doğru hatırlayabildiyse- not ettirmek zorunda kalıyor. Ama birkaç saat sonra ölümüne düşman üzerine atılacak binlerce askerin belki de işini kolaylaştıracak hiçbir şey yapmıyor. Anlamsız, memleket adına sağduyudan uzak öfke ve tavır için ne denebilir ki?
Yeniden Albay Mustafa Kemal’e dönelim, bundan sonrasını şöyle anlatıyor:
…Bunun üzerine ben de Kurmay Başkanı’nın bana Grup Kumandanı’nın emri diye verdiği notu bir kenara bıraktım. Derhal bütün kurmay subayları yanıma çağırdım ve hepsinden, tümenlerin nerelerde [bulunduğunu] ve nerelere taarruz etmek için emir almış olduklarını bilip bilmediklerini sordum. Her biri, bir dereceye kadar bilgi verdi. Sadece ordu karargâhından haber subayı sıfatıyla grup karargâhında bulunan Kurmay Yüzbaşı Neşet Efendi aşağıdaki bilgiyi verdi:
“Efendim, haber subayı sıfatıyla bulunuyorum. Bu münasebetle vaziyeti takip ettim. Benim bildiğime göre 12. Piyade Tümeni Turşun köyüne gelmişti. Şimdi onun batısındaki sırtlarda olacaktır. Anafartalar müfrezesini oluşturan kuvvetler de geçici olarak bu tümenin emrine verildi. Bugün saat 17.00’de söz konusu tümen komutanı [Yarbay Selahaddin Adil Bey], Grup Komutanıyla [Ahmet Fevzi Bey] görüştüğü zaman, Mestantepe istikametinde taarruz emri almıştı.”
7.Tümen’in Büyük Anafarta istikametinde yürüdüğünü ve Kocaçimen’e saldıran düşman kuvvetlerinin sol kanadına taarruz etmesinin emredildiğini söyledi. Bu istikamet Damakçılıkbayırı’nda son bulur.
“Kocaçimen mıntıkasındaki kuvvetlerimizin miktarını tamamen bilmiyorum. Yalnız, 4, 9, ve 8. Tümen karargahları söz konusu mıntıkada bulunmaktadır.”
Bu bilgilerden kıtalarımızın vaziyetlerini açık olarak öğrenmek mümkün olmadığı gibi, düşman hakkında da hiç bilgi verilmiyordu.[11]
Saat 01.30’da başlayan ve saatler süren değerlendirmede istendiği gibi yol alınamamıştır:
…Benim bu anda anladığıma göre düşmanın Kireçtepe, Kükürtlü Pınar, Sülecik, Mestantepe hattında -ki düşman miktarı kesinlikle bilinmiyor- önemli fakat yine miktarı belirsiz diğer kuvvetlerinin de Kocaçimen eteklerinde ve Conkbayırı’nda bulunduğu ve devamlı olarak Kemikliler’e [Büyük ve Küçük Kemikli burunları] asker çıkarmaya devam ettiği anlaşılıyordu. Ben de kuvvetlerimi ona göre düzenledim. Fakat henüz telefon bağlantısı yoktu. [Saat 04.00’te] Gereken emirleri birer subayla [4, 8, 9, 7 ve 12’nci] tümenlere yolladım.
…Kendim de, saldırıyı bizzat idare etmek için sabaha karşı saat 04.30’da Çamlıtekke kuzeyindeki tepelerde bulunan gözlem yerine gittim.” [12]
Taarruzu sil baştan planlamak için zaman kalmaz. Bu nedenle Mustafa Kemal eski taarruz emrinden yararlanma yoluna gider, ilave tedbirlerle durumu net kavramaya ve hâkim olmaya çalışır. Ama kendisi de bizzat savaşı yönetir. Bu yaklaşımı tümenlere yollanan emirden anlamak mümkün:
…Telefonla, bilgi için, Beşinci Ordu Komutanlığı’na, Kuzey Grubu Komutanlığı’na,
Kocaçimen Dağı’nda 4, 8, 9. Tümen (Telefonla)
7.ve 12. Tümen’e yazıyla (Telefon bağlantısı henüz yoktur)
1-Anafartalar Grubu Komutanlığı’na tayin edildim. Şimdi kumandayı üzerime aldım.
2-On ikici Tümen’in Mestantepe ve Yedinci Tümen’in Damakçılıkbayırı istikametlerine taarruzuna dair 8 Ağustos 1915 günü 17.00’de Grup Komutanlığı tarafından taarruz emri verilmiş olduğuna göre, Kocaçimen-Conkbayırı hattında bulunan tümenler ilk olarak söz konusu taarruzu sağlayıp kolaylaştıracaklarıdır.
3-Komutanlar bu emrin geldiği andaki vaziyetlerini ve tertibatlarıyla bulundukları mıntıkaları bana bildireceklerdir.
4-Raporlar Büyük Anafarta kasabasının iki km. kadar kuzeydoğusundaki Çamlıtekke’ye gönderilecektir. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal.[13]
Liman von Sanders tarafından üç kez emredildiği halde yapılmayan taarruz 9 Ağustos günü gerçekleştirilir. Düşman çeşitli yerlerden sahile doğru sürülür ve bu taarruz, Anafartalar’da ilerleyen İngiliz Kolordusu ile Conkbayırı-Kocaçimen kesimine yönelen Anzak taarruz kollarının birleşmesini engeller. Anafartalar Grubu Komutanı Albay Mustafa Kemal, başlangıcından akşama kadar taarruzu yönetir. Bu taarruzun detaylarına girmeden önce, İngiliz Resmi Tarihi’nin Anafartalar’daki bu tarihi güne getirdiği yorumu aktaralım:
“Bir Türk komutanı, Çanakkale savaşlarının kaderine hâkim olmuştu.” [14]
Taarruzun aşamalarına gelince… Anlatım önceliğini, İngiliz Resmi Tarihi’nin bile “Savaşın kaderine hâkim olan Türk komutanı” diye nitelediği Anafartalar Grubu Komutanı Albay Mustafa Kemal’e verelim:
…[Çamlıtekke, 04.30] …12. Tümen’in saldırı harekâtına başlamış olduğunu gördüm. 7. Tümen birliklerinin tamamını göremiyordum.
9 Ağustos sabahı 05.50’de 12. Tümen, saldırının ilerlediğini ve tertibatını raporla bildiriyordu. 7. Tümen’den de saldırıya başlandığına dair bilgiler alındı. Saldırıya her iki tümen de başarıyla devam etti. …Suvla’nın doğusunda bulunan düşmanın bir kolordusu ve Büyük Anafarta yönünde de bir tümen kadar kuvveti mağlûp edilmiş ve tamamen elverişsiz bir duruma atılmıştır.
…Elde edilen siperlerin tahkim olunmasını, orada yerleşilmesini emrettim.
[Böylesine üstün bir kuvvetin bir günde yenilmesinin nedenine gelince] …Bunun cevabını en iyi Hamilton’un kendi raporunda okuyabilirsiniz. Benim o gün gördüğüm sebep şudur. Düşman değişik kollarla toplu düzende ilerliyordu. Bu yürüyüş kolları önlerinde henüz ne hiçbir varlık, ne de hiçbir faaliyete tesadüf etmeyeceklerini zannediyorlardı. Onun için önlerinde hafif avcı hattı bulundurmakla yetinmişlerdi. Bir taraftan kuvvetli ve fedakâr avcılarımızın hâkim sırtlardan inerek sözü edilen düşman kollarının başlarına atılmaları, bir taraftan da topçularımızın isabetli şarapnellerinin yanaşık düşman kolları üzerine tesir etmesi düşmanda tutunma gücünü de, manevi gücünü de, komuta gücünü de bozdu. Baş tarafından püskürtülen hafif avcı hatları bu sebeple geriden desteklenemedi. Düşman da tamamen gözlerini geriye çevirmek ve kaçmak yolunu tercih etti.
…O gün elde edilen başarı çok fazla memnuniyet vericiydi.
…Conkbayırı ve Şahintepe’nin korunması için, benim komutayı üstlenmemden önce orada savaşan askerlerimizin pek büyük kahramanlık ve fedakârlık gösterdiğini büyük bir övgüyle belirtmek isterim.[15]
Alan Moorehead, kitabında bu saldırıyı şöyle anlatıyor:
…Kemal’in askerleri tüm İngiliz tümenini yok eden korkunç bir saldırı gerçekleştirir.
Birkaç dakika içinde bütün subaylar öldürülür, tabur ve tugay karargâhları aşılır, tüm askerler büyük bir kargaşa içinde kaçmaya koyulur. Makineli tüfek ateşinin sıcaklığı çalıları ateşe verir, buralarda saklanan askerler tavşan gibi açığa çıkar.
Güneş doğduğunda Triad’ın güvertesindeki Müttefik Kuvvetler Başkomutanı Ian Hamilton’ı korkunç bir görüntü karşılar. Binlerce askeri Anafartalar Ovası’nda geriye doğru kaçmaktadır ve saat 06.00’da, çarpışmaların başlamasından sadece bir saat sonra genel bir çöküş yaşanır gibi olur. Sadece tepeler elden çıkmakla kalmaz, kaçan askerlerden çoğu denize ya da Tuzla Gölü’ne varmadan durmaz.[16]
Anafartalar’da durumu kontrol altına aldıktan sonra dikkatini Conkbayırı’na yönelten Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal’in planladığı hücum, 8. Tümen’in biri hayli zayiat vermiş iki alayı ile düzenlenecekti. Oysa Conkbayırı-Kocaçimen cephesi karşısındaki düşman iki tümenden fazlaydı.
8.Tümen’in Kurmay Başkanı itiraz ettiyse de Mustafa Kemal üzerinde bir etkisi olmadı. Mustafa Kemal, “Ben başarıyı fazla kuvvete sahip olmaktan çok, elimizde bulunan kuvvete gayret ve şiddet vermekte ve onları benim düşündüğüm gibi kullanabilmekte görüyorum. Geçirilecek zaman bizden çok, düşmana yarayacak” diyordu. Derin bir sessizlik içerisinde zirvenin arka tarafında taarruz için hazırlıklar yürütüldü. Bir yandan da Mustafa Kemal’in beklediği taze iki alayın gelmesi bekleniyordu. Bunlardan biri gece ulaşacak, diğeri ise ancak ertesi gün taarruz başarıyla sonuçlandıktan sonra gelebilecekti. Planlamaya göre tam bir baskın niteliği kazandırmak için topçu ateşi açılmayacak, birinci ve ikinci taarruz kademeleri sık avcı hattı, üçüncü saldırı kademesi ise yanaşık düzen halinde düşmanın üzerine atılacaktı.
Taarruz gün doğmadan Mustafa Kemal’in işareti, 23. ve 24. Alayların unutulmaz süngü hücumu ile başlar. Öteki tümenler de, bu hücumla birlikte kendi cephelerindeki düşman birliklerine karşı taarruza kalkar. Mehmetçik, Conkbayırı ve çevresindeki düşman birliklerini adeta ezer geçer. Bölge düşmandan temizlenmiştir.
İşte Kadir Mısıroğlu’nun “…Elde edilen başarı Mustafa Kemal’e mal edilmek istenmişse de bu tarihen ve fiilen doğru değildir” diye küçümsemeye çalıştığı muharebenin kronolojik akışı bu…
“Zaferin onuru Enver Paşa’ya bile verilebilir, yeter ki M.Kemal olmasın”
…Enver Paşa’nın eleştirilecek yönü yok mu, var. Ama yiğidi öldür, hakkını da ver. Çanakkale Savaşları onun Başkomutanlığı altında kazanıldı.
…Buradan Mustafa Kemal Bey’e düşen hisse, “Anafartalar Kahramanlığı”dır ki, zafer sonrasında gittiği Edirne’de bu sıfatla törenler düzenlenerek karşılandığını biliyoruz. Ancak Cumhuriyet kurulduktan sonra Çanakkale Savaşları’nın tarihi yeniden yazılmıştır.
…Sarıkamış’taki faciadan Enver’siz bahsedilmez. Onun ‘90 bin askerimizi kara gömdüğü’ sık sık söylenir. Gerçi o harekâtın başında bizzat Enver Paşa vardır ama aynı zamanda Başkomutan Vekili’dir.
…Sarıkamış harekâtı ile Çanakkale savunması aynı sürecin adımlarıdır. Yenilginin sorumluluğunu üzerine attığınız insanı [Çanakkale’deki] zaferin şanından uzak tutmanız yakışık almaz ve tarihte herkesi ait olduğu yere oturtmak, herkese hakkını vermek ve Çanakkale gibi muazzam bir savaşı, 1930’lardan beri yapa geldiğimiz gibi bir Yarbay’ın iki kritik direnişine indirgeme yanılgısına düşmemek önemlidir.
Sarıkamış’ın faturasını Enver’e kesiyorsanız Çanakkale’yi de onun kazandığını itiraf etmeniz gerekir. Unutmayalım ki, tarih bir haksızlıklar galerisi olmaktan ancak böyle hakkaniyetli adımlarla kurtulabilir.[17]
Buraya kadar verdiğimiz örnekleri göz önüne alırsak, özetle “Çanakkale Savaşı’nın üst rütbeli bütün komutanlarını ve özellikle Enver Paşa’yı atlayıp, Mustafa Kemal’e zaferi mal etmenin anlamı yok” görüşüne şu yanıtı vermek yeterli sayılabilir. Zaferler ya da hezimetler, savaşı fiilen yöneten komutana yazılır. Sarıkamış Harekâtı’nı fiilen yönettiği için hezimet elbette Enver Paşa’ya yazılacaktır. Enver Paşa’nın, kurmay okulundan hocası olan Hasan İzzet Paşa’yı görevden alıp İstanbul’a gönderdiğini ve Başkomutan Vekili olduğu halde, ilave olarak Sarıkamış’taki 3. Ordu Komutanlığı’nı da bizzat üstlendiğini görmezden mi gelmeliyiz?
Çanakkale’ye gelince…
Müttefiklerin çıkarmadan önceki savunma planlarını yazdık. Bölgede görevli Türk kurmayların Liman Paşa’nın savunma planına itirazlarını da biliyoruz, yazılarımızda aktardık. Hattâ Enver Paşa’nın savunma planı konusunda Türk kurmaylarla aynı düşündüğünü de biliyoruz. Enver Paşa itirazlarını bildirmiş ama Liman von Sanders’in başına buyruk savunma düzeni almasını engelle(ye)memiştir.
Dolayısıyla 25 Nisan’da Liman von Sanders başını alıp Bolayır’a gittiği için 5. Ordu’nun komutası fiilen devre dışı kaldığı sıralarda –üstelik yetkisini de aşıp- inisiyatif kullanarak düşmanın çıkarma planını alt üst etmeyi başaran bir “yarbay”a hakkını teslim etmekte ne tür bir yanlışlık vardır? Sonrasında… Anafartalar cephesindeki savaşı fiilen kim yönettiyse, oradaki zafer de doğal olarak onun adına yazılır. “Anafartalar Kahramanı” ifadesi de oradan geliyor. Mustafa Kemal’in daha o dönemde “Anafartalar kahramanı” olarak tanındığını Mustafa Armağan da yazmış. Eee! Daha fazlasını iddia eden yok ki zaten.
Bu arada Mustafa Armağan’ın ısrarla bir “yarbay”dan söz etmesi bana ilginç geldi.
Bilmiyorsa herhangi bir yoruma ihtiyaç yoktur. Biliyor ama -sırf M. Kemal bu işten şereflenmesin diye- üstte alıntıladığım ifadeleri yazıyorsa, Mustafa Armağan’ın bu tavrını “tarihi haksızlıklar galerisi olmaktan çıkaracak hakkaniyetli adımlar” arasında nasıl sayacağız?
Bu arada, Mustafa Armağan’ın “Çanakkale gibi muazzam bir savaşı, 1930’lardan beri yapa geldiğimiz gibi, bir Yarbay’ın iki kritik direnişine indirgeme yanılgısına düşmemek önemlidir” cümlesi gerçekten önemli…
Çünkü, bir yarbayın (yani Mustafa Kemal) iki kritik direnişi olduğunu -sureti haktan görünebilmek adına da olsa- kabullendiği anda, kendi mahallesinden bir kalemşörün yazdığı “Mustafa Kemal Çanakkale’de komutan değil, karargah subayıydı”[18] yalanını sobelemiş oluyor. Biz hiç araya girmeyelim, Mustafa Armağan ile Abdurrahman Dilipak kendi aralarında hesaplaşsınlar!
Çanakkale Savaşı’nda kurmay olarak görev yapmış, daha sonra bu savaşla ilgili İngiliz Resmi Tarihi’ni de yazmış olan İngiliz subayına kulak vererek konuyu kapatalım. Bir yarbayın (ki 25 Nisan’da Mustafa Kemal yarbay rütbesindedir) o iki kritik direnişinden ilkiyle ilgili değerlendirmeyi aktaralım:
General Aspinall Oglander anlatıyor:
“19.Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in 25 Nisan 1915’te Arıburnu bölgesindeki durumu derhal kavramış olması ve inisiyatifini kullanarak 57. Alay’la yapmış olduğu taarruz, Çanakkale Savaşı’nın sonunu tayin etmiştir. Bir tümen komutanının inisiyatifiyle giriştiği hareketler sonucu, bir savaşın ve hattâ bir ulusun kaderini değiştirecek büyüklükte bir zafer kazandığı tarihte pek az görülür.” [19]
[1] Gayrı Resmi Yakın Tarih Ansiklopedisi, 1. Cilt, s. 55, 115,116 (Aktaran Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.100-102)
[2] Gayrı Resmi Yakın Tarih Ansiklopedisi, 1. Cilt, s. 85, 115,116 (Aktaran Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.100-102)
[3] Gayrı Resmi Yakın Tarih Ansiklopedisi, 1. Cilt, s. 121, 115,116 (Aktaran Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.100-102)
[4] Gayrı Resmi Yakın Tarih Ansiklopedisi, 1. Cilt, s. 133, 115,116 (Aktaran Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.100-102)
[5] Yunanistan’da Anadolu felaketinin müsebbibi olarak 1921- 1922 döneminin önemli siyasi ve askerî ricali tutuklandı. Başbakan-Adalet Bakanı Dimitrios Gounaris, Maliye Bakanı-Başbakan Petros Protopapadakis, İçişleri Bakanı- Başbakan Nikolaos Stratos, Dışişleri Bakanı Georgios Baltacis, Harbiye Bakanı Nikolaos Theotokis, Küçük Asya Ordusu Başkomutanı General Hacianestis yargılandılar ve vatana ihanetten idama mahkûm edildiler. Amiral Mihail Goudas ile General Ksenofon Stratigos ise müebbete çarptırıldılar. Prens Andrew de sürgün edildi.
Averoff Hapishanesi’nde bulunan mahkumlara idam kararı açıklandı. Giritli askerlerden oluşan 30 asker 15 metre mesafede mahkûmların karşısında yerlerini aldılar. Beşer kişiden oluşan kısımlara ayrılarak her bir kısım bir mahkûmun karşısında durdu. Soldan sağa sırayla mahkûmlar şöyle sıralanmışlardı: Theotokis, Stratos, Gounaris, Protopapadakis, Baltacis ve General Hacianestis. Saat 11.28’de teğmen kılıcını çekerek ateş edilmesini emretti. “Altılar” olarak bilinen kişiler kurşuna dizilmişlerdi.
Erkan Afyoncu, “Vatan Haini İlan Edip Kurşuna Dizdiler”, Sabah, 16 Ağustos 2020, son erişim:11.03.2021, https://www.sabah.com.tr/yazarlar/erhan-afyoncu/2020/08/16/jeff-peters-ve-kisisel-cekim-gucu-1597516911
[6] Kadir Mısıroğlu, Lozan, 1.C., s.164 (Aktaran Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.100-102)
[7] Tayfun Çavuşoğlu, “Çanakkale 1915 Yalanlar İftiralar Polemikler”, Kastaş Yayınları, 1. Baskı, s.270… Bu makale içindeki genel özet de aynı kitaptan yapılmıştır.
[8] Burada belirtmek gereken bir nokta var. Mustafa Kemal’in Ruşen Eşref’le yaptığı röportajda bu isim Ahmet Feyzi Bey olarak geçer. Diğer kaynaklarda ise Ahmet Fevzi Bey geçerli. “Çanakkale 1915 Yalanlar İftiralar Polemikler” kitabım içerisinde bütünlük sağlamak açısından –ve aynı kişiden söz edildiğinden- Ahmet Feyzi olarak geçtiği noktalarda ismi Ahmet Fevzi Bey olarak değiştirdim. Bu arada 16.Kolordu Komutanı (Beylerbeyli) Albay Ahmet Fevzi Bey ile (Kavaklı) Mustafa Fevzi Paşa farklı kişiler. Bazı kaynaklarda bu iki isim karıştırılıyor. Örneğin GRYK Ansiklopedisi, “Anafartalar Grup Komutanlığına atanan 16. Kolordu Komutanı Albay Fevzi Bey, daha sonraki unvanıyla Mareşal Fevzi Çakmak’tır” (c-1, s.125) diye yazıyor. Bu yanlış, alıntılarla silsile halinde yayılıyor. Aynı ansiklopedi devirdiği çamların farkında değil, birkaç sayfa sonra da Mustafa Kemal’in Anafartalar’daki rolünü küçümsemeye çalışırken, bu kez de “[M. Kemal’in] Anafartalar Grup Komutanlığı ise Ordu Kumandanını kızdıran ve bu yüzden azlolan Albay Fevzi Çakmak Bey’in (!) askeri planı ile yürütülmüştür” (c-1, s.132) diye yazıyor. Oysa Mirliva (Tuğgeneral) M. Fevzi (Çakmak) Paşa, aynı günlerde Gelibolu’da, güneyde bulunan 5. Kolordu’nun komutanı olarak görev yapmaktadır. M. Fevzi (Çakmak) Bey de Anafartalar Grup Komutanlığı yapacaktır ama GRKK Ansiklopedisi yazarlarının zannettiği gibi ağustosta değil, 4 ay sonra Mustafa Kemal 10 Aralık’ta cepheden ayrılıp İstanbul’a dönerken görevi vekâleten kendisine devrettikten sonra… (Özet kaynağı: Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.119-121, ayrıca bkz:171)
[9] “Çanakkale Hatıraları”, C-1, Arba Yayınları, 2001; “Anafartalar Muharebesine Ait Tarihçe”, s.15-112; İsmail Bilgin, “Çanakkale Savaşı Günlüğü”, s.371
[10] Uluğ İğdemir, “Atatürk’ün Anafartalar Muharebelerine Ait Hatıraları”, Belleten, Sayı:28 (özel sayı), 1943, Mustafa Kemal, “Anafartalar Muhaberatına Ait Tarihçe”, Yayınlayan Uluğ İğdemir, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek kurumu Türk Tarih kurumu Yayınları, XVI. Dizi, Sa.4, Ankara, 1. Basım:1962, ikinci basım 1990; “Mustafa Kemal, “Anafartalar Hatıraları”, Sel Yayınları, Atatürk Kütüphanesi:3, İstanbul 1955; “Anafartalar Muhaberatına Ait Tarihçe”, Cumhurbaşkanlığı Atatürk Arşivi, XIII. Dosya (Bir kopyası Aydınlık Dergisi arşivinde); “Anafartalar Savaşlarıyla İlgili Tarihçe”, “Mustafa Kemal Atatürk’ün Söyleyip Yazdıkları”, 1. Kitap, M. Sunullah Arısoy, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek kurumu Türk Tarih kurumu Yayınları, XXIII. Dizi. Sa.6, ikinci basım, Ankara, 1989. Atatürk’ün Bütün Eserleri Ansiklopedisi, Cilt-1, 1903-1915, Kaynak Yayınları, Üçüncü Basım, Aralık 2003, s.432
[11] Uluğ İğdemir, “Anafartalar Muharebelerine Ait Tarihçe”; Atatürk’ün Bütün Eserleri Ansiklopedisi, Cilt-1, s.432
[12] Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi Anlatıyor”, s.54
[13] Uluğ İğdemir, “Anafartalar Muharebelerine Ait Tarihçe”; Atatürk’ün Bütün Eserleri Ansiklopedisi, Cilt-1, s.433
[14] C. F. Aspinall Oglander, “Çanakkale-Gelibolu Askeri Harekâtı”, Cilt-I-II, 1940 (İngiliz Resmi Tarihi)
[15] Ruşen Eşref, “Mustafa Kemal Çanakkale’yi anlatıyor”, s.54-56
[16] Alan Moorehead, “Gelibolu”, s.261
[17] Mustafa Armağan, Zaman Gazetesi, 20.03.2011 , “Sarıkamış yenilgisi Enver’in, Çanakkale zaferi Mustafa Kemal’in mi?”
[18] Abdurrahman Dilipak, (Cumhuriyete Giden Yol, s.21) (Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.100-102)
[19] C.F. Aspinal Oglander, “Gelibolu” (Resmi İngiliz Tarihi) – (İbrahim Artuç, 1915 Çanakkale Savaşı, Kastaş yayınları, s.203, 204) (“History of the Great War – Military Operation, Galipoli” (İngiliz Resmi Tarihi, 2. C. S.485’ten çeviren C. Enginsoy, AAMD, s.80. sayı-19. Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s.173)