Polemiklerle Nereye Varmak İstiyorlar? |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Çanakkale Savaşı üzerine yazılmış kitaplarda, doğru-dürüst yaklaşımlara da, cehaletin ve aymazlığın bin bir türlüsü de rastlamak mümkün…Öylesine şaşkınlık yaratacak örnekler var ki… Bu yazarlardan kimi, Çanakkale Boğazı’nı zorlayan düşman donanmasını sulara gömüldüğü deniz savaşları (18 Mart) ile Gelibolu yarımadasına çıkartma yapılmasıyla başlayan kara savaşlarını (25 Nisan) kronolojik olarak bile birbirinden ayırt edebilecek bilgi ve yetenekten yoksun…Çünkü gerçeği ideolojilerine kurban etmeyi kafaya koymuşlar bir kere… Tek amaç her ne pahasına olursa olsun Çanakkale Savaşları’ndan Mustafa Kemal adını silip atmak… Yazılacak satırlarda Mustafa Kemal’in adı geçmesin yeter, varsın verdikleri tarihler de, sayılar da, orduların muharebe düzenleri de yalan-yanlış olsun, kime ne!
Çanakkale Savaşlarıyla ilgili kitap sayısı her geçen gün artıyor. Ne var ki, bazı tarih yazarlarının kasıtlı tavırları, bu savaşlara dair gerçeklerin net olarak öğrenilmesinin önünde ciddi engel oluşturuyor.
Nasıl olmasın ki…
Gerçeğe bağlı olan tarih kitapları, savaşın başlangıcından bitimine dek birçok detayı veriyor. Kim nerede, birliği nerede, hangi tarihte veya hangi saatte ne tür tedbirler almış, hangi yazılı-sözlü emirleri vermiş, üst birimlere iletilen raporlar (ki bunların tamamına harp ceridesi deniyor) ortada. İsteyen herkes de inceleyebiliyor. Buna rağmen, birisi ortaya bir yalan atıyor, aynı düşünce yapısındaki ötekilerin hepsi o yalanın üzerine atlıyor, alıntı üzerine alıntı yaparak, sanki gizli bir gerçek ortaya çıkmış gibi Türk halkının kafasını karıştırmak için olmadık numaralar deniyor.
Bu bölümde, her evde, her kütüphanede bulunması ve mutlaka okunması gerektiğine inandığımız Turgut Özakman’ın kaleme aldığı ‘Vahidettin, M.Kemal ve Milli Mücadele’ kitabından hareketle Çanakkale üzerine söylenmiş tarihi yalanları ve işin doğrusunu aktaracağız. Büyük olasılıkla da bu konu birkaç hafta boyunca bizi meşgul edecek.
Kimler neler demiş diye baktığınızda, okuduklarınıza inanmakta güçlük çekeceksiniz, benden söylemesi…
Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşı’ndaki rolü konusunda en uç noktada, hiçbir komutanın zaferde rolü olmadığını savunanlar geliyor.
Bunların en kıdemlisi de Milli Mücadele karşıtı gazeteci Ali Kemal:
“Çanakkale müdafaasının en birinci kahramanı ne Liman Paşa, ne bilmem ne paşa idi.. Ateşe bile atılmaktan korkmayan Türk askeri idi.” (Aktaran, Ş. Kutlu, (Ali Kemal), s. 74, HTM, sayı 12, Ocak 1971)
Kadir Mısıroğlu şöyle diyor:
“Çanakkale muharebeleri Mehmetçik için büyük bir şeref olduğu halde, orada kumandanlık etmiş subaylar için hiç de yüz ağartıcı değildir. Çanakkale sırtlarında dört yüz bin vatan evladını gömen bir subay kadrosunun muvaffakiyetinden elbette bahsedilemez. Muharebede zayiatın bir numaralı etkeni, muhakkak ki kötü sevk ve idaredir. Buna göre oradaki kumandanlardan herhangi birisine ‘kahramanlık’ veya ‘kurtarıcılık’ sıfatları elbette izafe edilemez. Edilirse mutlak yalan ve sahtekarlıktan başka bir şey olmaz. Bu kumandan M. Kemal Paşa olsa bile.” (Lozan, 1.C, s 156)
Görüldüğü gibi Mısıroğlu Çanakkale’deki şehit sayısını hiçbir belgeye-bilgiye dayanmaksızın ve içinden öyle geldiği için 400 bine yükseltmiş. Sonra bu sayı kademe kademe 500 binlere kadar da geliyor. Oysa Osmanlı ordusunun Çanakkale’ye gönderdiği toplam asker sayısı 350 bindir. 350 bin askerle savaşa girip, 400 bin şehit vermek, özel beceri ister. Doğal olarak da yanlış bilgiyle yola çıkıp, doğruya-gerçeğe ulaşılamaz.
Bu durumu Turgut Özakman şöyle değerlendiriyor:
“…Bu yazarlara kalırsa, Çanakkale Savaşı’nı kahraman erlerimiz kendi başlarına kazanmış. Onları eğitip yetiştiren, onların önüne düşüp hücuma kaldıran subayların, bütün yönetim ve komuta kadrosunun da hiçbir etkisi, katkısı, yararı olmamış; hepsi başarısız, biri bile kahraman değil. Anlaşılan 8.5 ay süren Çanakkale Savaşı meydan kavgası gibi bir şey.
Tümden sağduyuya aykırı bu ucuz iddiaların tek sebebi var:Aman M. Kemal’e zaferden bir pay düşmesin!
Bu hırsla, iki bin şehit ve yaralı vermiş olan subayların ve komutanların hakkını bile yemekten çekinmiyorlar.” (1)
Gayri Resmi Yakın Tarih Ansiklopedisi şöyle diyor:
“…Çanakkale Savaşı’nın
gerçek kahramanları, Cevat ve Selahattin Adil Paşalar unutturuldu. (1.C,s.55)
M.Kemal’in tümeni yedeğin yedeği idi. (s.85) M. Kemal kara harplerinde geri planda vazife yaptı. (s. 121) Devletin kitaplarının yanında, TRT’nin de aynı yanlışı tekrarlaması, Yarbay M. Kemal Bey’in ‘Çanakkale Kahramanı’ zannedilmesine sebep olmuştur. M. Kemal paşa, Çanakkale’de göğsünü düşmana siper etmiş 1.887 subaydan sadece birisidir. İstiklal Harbinde bile vatanı kurtardığı söylenemez.” (1.C, s 133, 115, 116)
Duyduk duymadık demeyin! Neymiş, Mustafa Kemal’in İstiklal Harbi’nde vatanı kurtardığı bile söylenemezmiş!… Pes doğrusu, pes, pes… Üstelik, yanlışlarının her biri facia… Sorarsanız, gayri resmi tarih yazıyorlar… Şu soruyu sormak gerekmez mi? Gayri resmi tarih, her isteyenin canının çektiği şekilde gerçekleri tahrif etmesine müsaade etmek midir?
“Çanakkale savaşlarını ye hiç bilmeyen ya da bildiğini de çarpıtarak anlatan yazarların ‘yarbay’, ‘yedeğin yedeği’, ‘geri planda görevli’, ‘harekat subayı’ diye önemsizleştirmek için çırpındıkları M. Kemal hakkında birkaç kısa not:M. Kemal savaşa yarbay olarak başlamıştır ama beş hafta sonra, 1 Haziran 1915’te albay olacaktır.30 Nisan’da gümüş imtiyaz madalyası alır, bunu altın ve gümüş liyakat madalyaları izleyecektir.
8 Ağustos’ta Anafartalar Grup Komutanlığına getirilir. Bu görevi Çanakkale’den ayrıldığı tarih olan 10 Aralığa kadar sürecektir. Anafartalar Grup komutanı olarak emri altında 3 kolordu (2, 15 ve 16’ncı kolordular) toplanır. Bu, ordu komutanlığı niteliğinde bir komutanlık demektir. Çanakkale Savaşı boyunca, Liman Paşa dışında hiçbir komutan, bu kadar uzun zaman, bu kadar çok birliğe ve bu kadar geniş bir alana komuta etmemiştir.” (2)Hatırlanacağı üzere bir önceki yazımızda aynı konuda bilgilere yer vermiştik:
“…Mustafa Kemal’in ihtiyat komutanlığı, muharebenin başlamasıyla biter. Muharebenin ilk gününden itibaren Arıburnu Kuvvetleri Komutanı olur, kuruluşundaki üç piyade, bir topçu alayına ilaveten bir piyade alayı daha emrine verirler, yani ilk gün beş alaya komuta eder. 27 Nisandan itibaren 7 alaya yani iki tümene, 1 Mayıstan itibaren 11 alaya yani yaklaşık 4 tümene komuta eder ve rütbesi yarbaydır. (bir ay sonra, 1 Haziran’da başarısından dolayı albaylığa yükseltilir, savaşın geri kalanında birliklerini bu rütbeyle yönetir) Anafartalar Grubu Komutanı olduğu 8 Ağustos’tan itibaren önce 8 tümene, sonra 3 kolorduya olmak üzere yaklaşık 10 tümene komuta eder. Mustafa Kemal’in emrindeki kuvvetler, Kuzey Grubu ile Güney Grubu kuvvetlerinin toplamından daha büyüktür ve cephedeki kuvvetlerin yarısından fazlasına komuta etmektedir.” (3)
Anlamak isteseler de, istemeseler de gerçek tam anlamıyla budur…
Daha çıkartmanın ilk saatlerinde Yarbay M. Kemal ve bağlı birlikler savaşa girmiştir. Bu andan itibaren de (ordu yedeği – ihtiyat) kelimesinin doğal olarak bir anlamı kalmamıştır. Albay M. Kemal, grup komutanlığı görevini devraldığı tarihten itibaren cephedeki tüm birliklerin yarısından fazlasına komuta etmiştir.
Mustafa Kemal Çanakkale Savaşı’nın başlangıcında ‘yarbay’ rütbesindedir… Bir ay sonra ‘albay’ olur ve savaşın kalan bölümünde kuvvetlerini bu rütbeyle yönetir. Ama bazı kesimler Çanakkale ve Mustafa Kemal isimleri yan yana geldiğinde, albay rütbesini görmezden gelirler, ısrarla ‘Yarbay M. Kemal’den söz ederler…
Nedenini tahmin etmek, zor olmasa gerek!
Düşmanın Gelibolu’ya çıkarma yaptığı ilk gün… İhtiyata ayrılan 9. Tümen’in komutanı Yarbay Mustafa Kemal Bey, düşmanın çıkarma yaptığını öğrenir öğrenmez harekete geçer… Durum vahimdir.
Mustafa Kemal, olayın gelişimini 1918’de yayınlanan söyleşide Ruşen Eşref’e şöyle anlatır:
“…Hayvanları bıraktık, yaya olarak Conkbayırı’na vardık. Şimdi burada tesadüf ettiğimiz sahne en enterasan bir sahnedir. Ve vak’anın en mühim anı bence budur.Conkbayırı’nın cenubundaki 261 rakımlı tepeden sahilin tarassut ve teminine memuren oralarda bulunan bir müfreze efradının Conkbayırı’na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. Bizzat bu efradın önüne çıkarak:
– Niçin kaçıyorsunuz? dedim.– Efendim düşman! dediler.– Nerede?– İşte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.– Düşmandan kaçılmaz, dedim.– Cephanemiz kalmadı, dediler.
– Cephaneniz yoksa, süngünüz var, dedim.Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı’na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasının yetişebilen efradının “marş marş”la benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emirzabitini geriye saldırdım. Bu efrat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı. Kazandığımız an bu andır.”(4)
(Ruşen Eşref’in Mustafa Kemal ile röportajı, Yeni Mecmua’nın 1918’de çıkardığı Çanakkale Özel sayısında yayınlanmıştır.)
* * *
Mustafa Kemal’in 1918’de söylediği “Kazandığımız an bu andır”sözüne dikkat ediniz!.. Bu genç paşa, aslında ilk gün yaşanan o muharebenin kendisinden söz etmiyor… İngiliz Savaş Tarihi’nin, İngiliz komutanların ve Çanakkale Savaşları’na sağlıklı pencereden bakan tüm tarihçilerin de sözbirliği ettiği üzere, O’nun bahsettiği, ‘Çanakkale Zaferi’nin ta kendisidir.
1)Özakman, Turgut (Vahidettin, M.Kemal ve Milli Mücadele), Bilgi, 4. Basım, Ekim 2005, sayfa 104.
2) Özakman, Turgut (Vahidettin, M.Kemal ve Milli Mücadele), Bilgi, 4. Basım, Ekim 2005, sayfa 112
3) Görgülü, İsmet (Çanakkale Savaşı İlk Günde Biterdi), Bilgi, birinci basım, Ekim 2008, sayfa 184
4) Eşref, Ruşen (Mustafa Kemal Çanakkale’yi Anlatıyor), Karma Kitaplar, birinci basım, Ekim 2007.