Quantcast
Sabunun 6 Bin Yılllık Tarihi – Belgesel Tarih

İrfan YALIN
İrfan  YALIN
Sabunun 6 Bin Yılllık Tarihi
  • 25 Şubat 2023 Cumartesi
  • +
  • -
  • İrfan YALIN /

Loading

Son yıllarda gittikçe yerini jellere, köpüklere, sıvı tiplerine bıraksa da, kalıp sabunlar hala çok evin banyosunda, mutfağında, raflarda, elbise dolaplarında ve geleceğe açılan çeyizlerde…

Latinceye “sapo”, Fransızcaya “savon”, İngilizce diline de “soap” olarak girmiş olan “sabun” sözcüğünün kökeni İtalya’nın Roma şehri yakınlarındaki Sapo Dağı’ndan geliyormuş. Yüzyıllar önce Keltler de hayvansal yağ ve bitki küllerinden yaptıkları ürüne Sapo Dağının adına atfen “saipo” adını vermişler. Mitolojik anlatıya göre, Sapo Dağının yüksekçe bir yerinde tanrılara kurbanlar sunulurken, arta kalan hayvansal yağlarla odun ateşinin külü karışarak tepeden aşağı Tiber Nehri’ne akınca Sapo Dağı temizleniyormuş. Efsane bu ya, Sapo Dağının eteklerinde çamaşır yıkayan kadınlar bilmeden bu karışımı kullandıklarında bu mucizevî arındırıcıyı tanrıların hediyesi olarak görürlermiş.

İlginçtir, Hintçeden Sırpçaya, Malaycadan Pencapça’ya, Norveççeden Doğu Afrika’nın yaygın lisanı Swahili diline benzer telaffuzla giren “sabun” kelimesi çok dilde aynı şekilde karşılık bulmuş; milyarlarca insanın “temizleyici” adı olmuş.

Geçtiğimiz yıllarda Mezopotamya’da yapılan bir arkeolojik kazıda, Babil uygarlığında sabun kullanıldığı, hatta MÖ 2800‘lü yıllarda yaşayanların sabun yapma konusunda bir hayli ustalaştığı ortaya çıkmış. Eş zamanlı olarak Mezopotamya ile Eski Mısır uygarlığında sıvı yağ ve tuz karıştırılarak sabun yapılırken İç Anadolu’da Hititler güneş otunun, çöven bitkisinin külünü kille karıştırarak sabun yapıyorlarmış. Bu yıllarda külle kaynatılan hayvan iç yağlarından yapılan sabun insanların temizliğinden ziyade genelde yünün pamuk haline getirilmesi sırasında yıkanmasında ve yemek pişirme kaplarının arındırılmasında kullanıldığı gibi ilaç olarak da hastalara şifa umuduyla veriliyormuş.

Sabunla ilgili en eski yazılı belge Irak’ın Girsu şehrinde bulunan çivi yazılı bir levha üzerindeymiş. Kimya alanında geçmişten izler arayan arkeolog Martin Levy’ye göre yazıt 4500 yıl önce yazılmış ve boyandıktan sonra katılaşan yündeki lannin yağını temizlemek için sabun kullanılmasını anlatıyormuş.

4500 yıllık sabun tarifi; 5,5 ölçü kül, 1 ölçü yağ

Bilinen ilk sabun tarifi şu an Irak sınırları içinde bulunan antik Tello Şehrinde MÖ 2500 tarihine kadar  uzanan bir süreç içindeki Sümer Medeniyetinin izlerini taşıyan çivi yazısı kil levha üzerinde bulunmuş. Bu tarife göre üretim için hurma ağaçlarının veya çam kozalaklarının yakılması ardından elden edilen kül süzülüyor ve 5,5 ölçülük bu karışıma 1 ölçü yağ karıştırılarak sabun elde ediliyormuş. Arkeolojik bulgular elde edilen karışımın temizlik yanında saç bakımı için de kullanıldığını, cilt hastalıklarına, yaralanmalara iyi geleceği ümidiyle yıllar boyunca farklı kültürlere taşındığını göstermiş.

İlginçtir, Babilliler, hazırladıkları macun şeklindeki ilkel sabun tipinin temizleyici etkisini hiçbir zaman tam olarak fark edememişler. Ama yine de söylemeden edemeyeceğim, Sümer dönemine ait olarak bulunan bir kil tabletinde “sodayla temizlendim, suyla yıkandım, hayvan yağıyla kendimi güzelleştirdim” sözü dönemin zevklerini anlatıyor, olmalı!

Antik Mısır kültürünü anlamamıza ışık tutan en önemli buluntulardan biri olan Ebers papirüsü üzerinde eski Mısırlıların iç yağı gibi, kemik gibi, deri gibi hayvansal ürünlerin, çiçeklerin kaynatılmasıyla (damıtılmasıyla) açığa çıkan bitkisel yağlarla ve alkalin tuzlarla karıştırılması neticesinde ürettikleri sabun benzeri bir maddeyi bildikleri ortaya çıkmış. Eldeki Mısır belgelerinden MÖ 600’lü yıllara tarihlenen verilere göre bu karışım saç kremi görevinin yanı sıra daha çok cilt hastalıklarının tedavisinde de kullanılıyormuş. Göllerden alkali elde etmeyi öğrenen Mısırlılar, duvar resimlerine de çizdikleri şekliyle –bugün Anadolu’nun çok yerinde yapıldığı gibi- giysilerini soda içeren maddelere batırarak yıkıyor, sopalarla döverek temizlemeye çalışıyorlarmış.

MS 23 – 79 yılları arasında Kuzey İtalya’da günümüzdeki adıyla Como şehrinde yaşayan, Vezüv yanardağının patlamasıyla yaşamını yitirdiği bilinen doğa bilimcisi – doğa filozofu Plinius, ( Gaius Plinius Secundus) tarafından yazılan Doğa Tarihi (Naturalis Historia) adlı çalışmada, Fenikelilerin MÖ 600’de sabun yapmak için keçi iç yağlarıyla ve odun küllerini kullandığı yer almış.

İlaç olarak kullanılan sabunun temizleme gücünün anlaşılması için yüzyıllarca beklemek gerekmiş

Tarihin bu dönemlerinde sabunun temizleme gücü tam olarak bilinmiyor, ilaç özelliği ön planda tutuluyormuş. Muhtemelen kişisel hijyen eksikliğinden kaynaklanan cilt hastalıklarının tedavisinde merhem olarak kullanılan sabun macunları yaraları kapatma konusunda çok başarılı olmuş olmalı ki, yakın yıllara kadar da bu işlevini sürdürmüş.

Eski Yunan döneminde tencerelerin, sokakları süsleyen heykellerin temizliği kül ve sodalı su karışımı ile yapılırken Galyalılarla Romalılar da hayvansal yağları toprakla, külle karıştırarak sabun benzeri bir karışım yapmışlar.

Sakın ola şaşırmayın, MS 1. yüzyılda Roma İmparatorluğunda çok önemli bir meslek olan çamaşır yıkayıcılar tarafından hayvan idrarlarından da sabun yapılıyormuş. Bu yıllarda son derece değerli olan her nevi tekstil ve giysiler genellikle, -aslında- idrar uzmanı olan çamaşırcılara (fulonlar) verilirmiş. Odun külündeki alkalin yerine biriktirdikleri hayvan idrarlarının zamanla çürümesi sonrasında ortaya çıkan amonyak kullanımını geliştiren Romalı çamaşır yıkayıcıları, ayrıştırılmış idrarı çok uzunca bir süre kullanmışlar.

Kirli işlerden de kazanılsa, para kokmaz!

Hayvan idrarlarından çamaşır yıkayan bu meslek örgütü zamanla zenginleşmiş, gelirlerine İmparator Vespasian (MS 39 – 83) yüksek vergi koymak isteyince sokaklarda ciddi protestolarla karşılaşmış.  Şaşırtıcı bir şekilde, bu protestolar aynı zamanda imparatorluk mahremiyet konseyinden de gelmiş, para gücünün yönetim erkini de satın aldığını hisseden Vespasian, günümüze kadar gelen ünlü sözünü söylemiş; “Pecunia non olet”. Yani bizim anlayacağımız şekliyle “para kokmaz” demiş!

300’lü yıllara gelindiğinde Roma İmparatorluğunun her yerine yayılan ve günlük yaşamın keyif noktası olan hamamlarda sabun yaygın olarak kullanılıyormuş. Ancak MS 467 yılında Roma İmparatorluğunun gerilemesiyle birlikte sosyal hayat seviyesi düşmüş, kilisenin baskısıyla kültürel üretimler perdelenmiş, Avrupa’nın çoğunda yıkanma alışkanlıkları azalmış; Orta Çağ’ın sağlıksız koşulları kendini iyice hissettirirken sabun kullanımı da eş zamanlı olarak bir süreliğine gerilemiş.

7.yüzyılda sabun yapımı İtalya, İspanya ve Fransa’da yerleşik bir sanat şeklindeyken,  zeytin ağaçlarından elde edilen yağlara kolay erişimleri nedeniyle yaygın sabun üretiminin ilk merkezleri  arasında olmuşlar.

1100’lü yıllarda İtalya’da Savona, İspanya’da bazı bölgeler sabun yapımında çok ilerlemiş; keçi iç yağı ile kayın ağacı külleri kullanılmış. Oysa aynı yıllarda Fransa’nın Marsilya şehrinde de çam kozalaklarının külüyle zeytinyağı karıştırılarak sabun üretiliyormuş. İngilizler de 12. yüzyılın sonunda sabun imalatına başlamışlar.

Sabunun olmadığı yerleri salgın hastalıklar sarar

Ortaçağın dinsel baskısı ve Rönesans dönemi öncesinin kültürel sancıları içinde kıvranan geniş halk kitlerinin sabun kullanımının azalmasıyla birlikte ortaya çıkan kirlilik tüm Avrupa kıtası ülkelerini yüzyıllarca sürecek bir pislik tüneli içinde sürüklemiş; hatta neredeyse büyük yerleşim merkezlerini birer çöp yuvası haline getirmiş. Zaten sürecin en sonunda karşılaşılan “kara veba” salgını ve yanında sürüklediği çok sayıda farklı hastalıkların pandemik etkisi, 14. yüzyıl’dan itibaren Avrupa’yı kırıp geçiren felaketler yumağı olarak çok şeyin gerilemesine, sağlıksız yaşam biçimlerinin yayılmasına büyük ölçüde sebep olmuş.

Avrupa halkı bu yıllarda ölüm kalım savaşı verirken kişisel temizliğin önemini koruduğu ülkelerden biri olan Japonya’da banyo yapmak yaygın bir gelenek olarak uygulanıyor, çok uzaklardaki İzlanda’da ise kaplıcalardan gelen suyla ısıtılan havuzlar herkes için haftanın bir gününün akşamı temizlenmenin yanında sosyal toplanma yeri niteliği taşıyormuş.

17.yüzyıla kadar Avrupa’nın çoğunda, özellikle zengin bölgelerde temizlik ve yıkanma moda olmaya başlamış. Ticari sabun yapımı 1600 yılından itibaren Amerikan kolonilerinde görülmüş; uzun yıllar boyunca ticari bir meslekten ziyade evlerde yapılan hobi nitelikli bir uğraş olmuş.

Modern sabunun babası, Fransız kimyager ve cerrah; Nicolas Leblanc

1775 civarında, Fransız Bilimler Akademisi, çoğunlukla Kuzey Amerika, İskandinavya, İspanya, Kanarya Adalarından ve Rusya’dan ithal edilen sodyum karbonatı yapay bir şekilde üretmek için  para ödüllü bir yarışma açmış. O güne kadar odun küllerinden üretilen “potasyum karbonat” maddesi Fransız kimyager ve cerrah  Nicolas Leblanc tarafından bol miktarda kireç taşı kullanılarak elde edilince ortaya çıkan ucuz maliyetli hammadde sayesinde sabun yapımı yanında cam, tekstil ve kâğıt endüstrilerinin de önü açılmış. 6 Aralık 1742 tarihinde yapılan bu buluş sonrasında Leblanc, bu gelişme için patent başvurusunda bulunmuş ve yılda 320 ton soda üretimi yapacak fabrikayı finanse eden Orleans Dükü de Saint-Denis ile birlikte sabun yapımına yönelik büyük bir adım atmış.

1789 yılına kadar sabun üretimi atılım içinde olmuş, Malherbe, Malherbe ve De la Méthiere gibi isimler Leblanc’ın fikirlerini geliştirmişler; ilerleyen yıllarda bol miktarda kireçtaşı kullanılarak suda kolayca çözünen sodyum karbonat oluşmasının bulunması sabunun yapı taşlarını olumlu etkilemiş. İşlerin iyi gitmesi Fransız İhtilalına kadar sürdüyse de, Kasım 1793’te Orleans Dükü’nün başı kesilerek tüm mülklerine el konulmuş; Leblanc’ın da ortağı olduğu soda fabrikası kapatılmış.

Fransız İhtilalının sabun köpüğü gibi değişen sosyal şartları içinde kurulan “Refah Komitesi” 1794 yılında Leblanc’ın patentini iptal etmiş ve soda üretimini lisanssız olarak tüm Fransız vatandaşlarının kullanımına açmış.

Bu yıllarda 52 yaşında olan Leblanc maddi olarak mahvolmuş, zenginliği sıcak sudaki sabun misali erimiş. Bir süre bir barut fabrikasının yöneticisi olarak çalışan, -ücretsiz de olsa- fahri görevlerle onurlandırılan sabunun babası “Leblanc” 1798’de yaşlılar konseyi üyesi olmuş ama aynı yıl kızının ölümüyle yıkılmış. 1805 yılında Leblanc’a mahkeme tarafından hakları iade edilerek tazminat ödenmesi kararı verilmiş ama bu ödeme hiçbir zaman yapılmamış. Eşiyle beraber perişan olan Leblanc, 1806 yılının Ocak Ayında St. Denis yoksullar evinde kendini tabancayla vurarak hayatına son vermiş; sanki ürettiği sabunun üstüne basarak köpükler arasında kaybolmuş.

Sabun lüks mü ihtiyaç mı?

19.yüzyıla kadar sabun, birçok ülkede lüks bir ürün olarak görülmüş ve yüksek oranda vergilendirilmiş. Ancak vergiler kaldırıldığında çoğu insan tarafından ulaşılabilir hale gelen sabun sayesinde temizlik standartları iyileşmiş.

Sabun yapımı 1850 yılı sonrasında Amerika’nın en hızlı büyüyen endüstrilerinden biri haline gelmiş, hatta 1865 yılında o günlerde pek kullanılmasa da William Shepperd isimli bir girişimci sıvı sabun için patent başvurunda bulunmuş.

Sabun üretiminin kimyası 1916 yılına kadar temelde aynı kalmış. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sırasında, sabun yapımında kullanılan hem hayvansal hem de bitkisel katı ve sıvı yağlar kıtlığı yüzünden kimyagerler benzer özelliklere sahip kimyasallarla “sentezlenen” başka ham maddeleri aramak zorunda kalmışlar. Savaşların soğuk yüzünün getirdiği bu zorunlu gelişme bugün “deterjan” olarak bildiğimiz şeylerin üretim kapısını aralamış; günümüzde “sabun” dediğimiz çoğu şeyin de aslında deterjan temelli olmasına yol açmış.

Osmanlıda Sabun

Bizans dönemindeki sabun üretimi, İstanbul’un fethi sonrasında devam etmiş. Osmanlı döneminde en önemli ve en eski temizlik unsuru olan sabunun başlıca hammaddesinin zeytinyağı olması nedeniyle sabunhaneler genellikle zeytin yetiştirilen Ayvalık, Burhaniye, Edremit, Havran, İzmir, Kahramanmaraş, Antakya, Gaziantep, Nizip, Kilis ve Birecik gibi yerlerde kurulmuş. Zeytinyağının yanı sıra ceviz, hindistan cevizi yağı da kullanılmış, defne, limon, gâsûl otu ve turmus bitkisinden de sabunlar üretilmiş. Evliya Çelebinin seyahatnamesine de giren Trablus, çiçek, misk, hünkari, alaca, kara, kokulu, kandiye, arap, Girit, leke, fes, beyaz ve siyah paşa isimleriyle anılan hoş kokulu sabunları üreten sabuncu esnafı (esnaf-ı sâbûncıyân) dükkânlarını değişik renkte ve kokuda olan sabunlarla süslermiş. Evliya Çelebi sadece İstanbul’da 200 ayrı dükkânda 500 çalışanlı kokusuz sabun üretimiyle, 40 ayrı dükkânda 100 çalışanla yapılan kokulu sabun ticaretini ayrı ayrı belirtmiş; saray içinde Matbah-ı Âmire olarak bilinen “helvahâne” içinde de kokulu sabunlar yapıldığını yazmış.

Koleksiyonerler için sabun heyecan verici bir birikim isteği

Her en kadar kozmetik sanayinin gelişimiyle artan çeşidi yanında covid salgını yüzünden korkuyla sıvı tipine terk edilen ortak yerlerdeki kullanım şekline rağmen bugün dünyanın çok yerinde palmiye – çam- bamboo gibi yerel kokulu ağaçlardan farklı yollarla sabun üretiliyor. Avokadolu, ballı, tarçınlı, zencefilli, kekikli, bergamotlu, biberiyeli, lavantalı, güllü, havuçlu, kayısılı, portakallı, papatyalı, naneli, menekşeli, yaseminli ve buraya eklenebilecek yüzlerce yerel bitki içerikli güzel kokulu sabunlar meraklıların ellerinde köpürmeye devam ediyor!

Korona yüzünden günlük yaşamımızda öncesine göre daha fazla kullandığımız ve adını sıkça telaffuz ettiğimiz sabun 6000 yıldır hayatımızda olduğu gibi dünyanın dört bir tarafında özenle toplanan koleksiyonlarda da var. Bugün dünyanın çeşitli yerlerinde tarihi sabun üretimini yaşatan sabun müzeleri olduğu “sabun” teması üzerinden birikim oluşturmaya çalışan koleksiyonerler de mevcut. Özellikle damgalı eski kalıp sabunların yanı sıra, sabun kalıpları, ambalaj malzemeleri, otellerin markalı sabunları, sabun yapım aletleri, etiketler, reklam afişleri, gazete haberleri ve buraya sığmayacak kadar çok sayıda sabun temalı şeyler koleksiyonerler tarafından toplanıyor. Eğer varsa aman evdeki eski sabunlara gözünüz gibi bakın, sabunla ilgili geçmişe ait değerler geleceğe ışık tutacak şekilde müzayedelerde alıcı buluyor.

Temelsiz bir yapının, hak edilmemiş ya da geçici bir düzenin “sabun köpüğü” misali kaybolmasının normal olduğunu anlatan sözümüzdeki gibi “sabun” farklı kültürlerin atasözlerine de girmiş! Liberyalılar “sabun gibi başkalarını temizlemeye çalışırken boşa akıp gitmekten” İtalyanlar “sabunu boşa harcayan aptallarla iş birliği yapmamaktan” Araplar da “eleştiriler kalbin sabunudur” diyerek sabunu imgesel olarak atasözlerine sokarak farklı felsefi içerikler yüklemişler. Çinlilerin dediği gibi “kiri temizlemeyi sabuna bırakmak“ günü en güzel haliyle yaşamayı hissederek hayatın tadını çıkarmak ve bu arada da bir köpük misali enginlere karışmak belki de en iyisi…

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.

İrfan YALIN

İrfan Yalın kimdir? Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı. Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu. Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı… Eposta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
İrfan Yalın

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024
Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Atilla SAĞIM, 17 Kasım 2024
Romanlarda Sosyal ve Kültürel Yaşam

Romanlarda Sosyal ve Kültürel Yaşam

Emel ÖRGÜN, 2 Kasım 2024
“İki Kasım 1943” Karaçay Sürgünü

“İki Kasım 1943” Karaçay Sürgünü

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 2 Kasım 2024
Bir Zamanlar Kültürpark

Bir Zamanlar Kültürpark

Haber Merkezi, 2 Kasım 2024
Söğütlülü Destancı Aşık Ali Şahin

Söğütlülü Destancı Aşık Ali Şahin

Haber Merkezi, 2 Kasım 2024