Quantcast
Seyāḥat-nāme’sinin Orijinal Nüshasına Göre Hacı Kāsım el-Bağdâdî’nin Bursa Seyahati – Belgesel Tarih

Hakan YILMAZ
Hakan  YILMAZ
Seyāḥat-nāme’sinin Orijinal Nüshasına Göre Hacı Kāsım el-Bağdâdî’nin Bursa Seyahati
  • 12 Şubat 2021 Cuma
  • +
  • -
  • Hakan YILMAZ /

Loading

Seyāḥat-nāme’sinin Orijinal Nüshasına Göre Hacı Kāsım el-Bağdâdî’nin Bursa Seyahati* (724-725/1324)

Tarih/Takvim mecmû‘aları ya da ikincil nadir kaynaklarda isim ve içeriklerini kesin bir şekilde tespit etmiş olmamıza rağmen kuruluş döneminde yazılmış erken Osmanlı kroniklerinden ancak pek azı günümüze ulaşabilmiştir[1]. Geç dönem kaynaklarında bu ilk Osmanlı kroniklerine yapılan atıflar ve nâdiren aktarılan sınırlı sayıdaki pasajlar istisna edilirse, Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemi hakkındaki en sıcak ve en özgün bilgilere yalnız nâdir birkaç otantik belge ve onlara eşdeğer birer kaynak niteliğindeki Seyāḥat-nāmeler sâyesinde ulaşabildiğimizi söylemek yanlış olmasa gerektir.

Bu bağlamda Orhan Gâzî dönemine ait çağdaş izlenimlerin, yakın zamana kadar sadece 1330’ların başlarındaki durumu tasvir eden Şihâbüddîn el-‘Ömerî’nin (ö. 749/1349) Mesālikü’l-Ebrār’ı ile 732/1332’de Orhan’ın beylik coğrafyasını gezen ünlü Tanca’lı seyyah İbn Battuta’nın (ö. 770/1368-69) Tufetü’n-Nüẓẓār’ındaki betimlemelerinden ibâret olduğu bilinmekteydi. Beş yıl kadar önce Osmanlı Araştırmaları Kongresi’nde sunduğumuz bir tebliğle[2], bu döneme ait seyahat notlarının bu iki seyyah ve coğrafyacının yazdıkları ile sınırlı olmadığı, Sultan Orhan’ı ilk cülûs zamanlarında (724-725/1324) ziyaret eden en eski seyyahın, daha önce varlığı ve adı bilinmeyen Seyyid Hacı Kāsım el-Bağdâdî (ö. 750/1350) olduğu tarafımızdan bilim dünyasına ilân edilmiş; bu sûfî/seyyahın muhtasar Seyāḥat-nāme’sinin 1098/1686 tarihli rulo nüshasından tercüme edip aktardığımız Bursa ziyareti ile ilgili betimlemelerinin dönemin tartışmalı meselelerine ışık tutacak çok önemli veriler içerdiği örneklerle gösterilmişti[3].

Bu araştırmamızda ise Seyyid Kāsım el-Bağdâdî Seyāḥat-nāme’sinin kısa bir süre önce ulaştığımız 750/1350 tarihli orijinal yazma nüshası hakkında ayrıntılı bilgi verilerek, istinsah nüshalarla bu ana nüsha metni arasında herhangi bir farklılık olup olmadığı örneklerle gösterilecek ve müellifin Bursa ziyareti ile Orhan Gâzî hakkındaki izlenimlerini içeren tasvirlerinin geçtiği kısmın tercümesi bu kez doğrudan bu aslî nüshadan inşâ edilerek verilecektir.

Hacı Kāsım Bağdâdî Seyāḥat-nāme’sinin 750/1350’de yazılan Orijinal nüshasının unvan yaprağına eserin müellifi ve içeriği hakkında Şeyh Haydar bin Kāsım tarafından yazılan ser-levha. Bağdâdî, Seyāḥat-nāme, vr. 1a.

Hacı Kāsım el-Bağdâdî Seyāḥat-nāme’sinin 750/1350 Târihli Orijinal Yazma Nüshası

Orhan Gâzî’yi cülûsundan hemen sonra, Cemâziye’l-âhir 724-Muharrem 725/Haziran-Aralık 1324 tarihleri arasında ziyaret etmiş ilk ve en eski seyyah olan Hacı Kāsım el-Bağdâdî’nin Seyāḥat-nāme’sinin geç tarihlerde istinsah edilen rulo nüshası ve kayıp Şirvan nüshasının Bursa seyahati ile ilgili kısmının Arapça edisyon kritik metni ve Türkçe tercümesini sunduğumuz tebliğde, eserin aslî nüshasının üzerinde eski mühürlerle tasdik kayıtları yer alan ve doğrudan Haydar bin Kāsım’ın babasının vefatına ilişkin sözleriyle son bulan 750/1350 tarihli yazma nüshası olduğuna açıkça işaret etmiştik. O zaman yalnız ilk ve son varaklarına ulaşabildiğimiz orijinal nüshanın fotoğraflarını, bu nesle mensup eski Van müftüsü Sn. Nimetullah Arvas’ın kısa bir süre önce bize takdim etmesi sonucu[4], daha önce istinsah nüshalardan aktardığımız tüm bilgilerin doğruluğu ve bunların 750/1350’de müellifin oğlu Şeyh Haydar tarafından tertip edilen ilk nüshada da mevcut olduğu kesin olarak ortaya çıkmıştır.

Şimdi Sıbgatullah Arvâsî Hazretleri’nin ahfâdından Adnan Hüseynî Bey’in tasarrufu altında bulunan bu orijinal nüsha epeyce küçük eb‘adda, ince-uzun orta boy bir telefon fihristi büyüklüğünde olup, vişne çürüğü renkte, yeşil bez astarlı, mıklebli ve üç katmanlı bir deri cilt içine yerleştirilmiştir. İlk iki varağı 15, son varağının arka yüzü 8 ve kalan kısmı 17’şer satır hâlinde istinsah edilmiş toplam 32 varaktan meydana gelen yazmanın, unvan yaprağı ve son varağının arka yüzü hariç olmak üzere tüm varakları kırmızı (surh) çerçevelidir. Haydar bin Kāsım’ın orijinal hattıyla yazdığı nüsha metni tenvin, şedde ve hemze dışında hareke içermemesinin yanı sıra, klasik XIII.-XIV. yüzyıl Selçuklu ve beylik risâlelerine eşdeğer şekilde harflerinin çoğu da noktasız olarak kaydedilmiştir.

Daha önceki çalışmalarımızda belirttiğimiz üzere; Hacı Kāsım el-Bağdâdî’ye ait “Soy Şeceresi”, “İcāzet-nāme” ve “Seyāḥat-nāme” olmak üzere üç bölümden meydana gelen eserin bu Orijinal aslî nüshasında ilgili bölümlerin konumlandığı varak aralıkları şöyledir:

Bölüm:                                                    Varak/lar:

Serlevha (Eser ve müellif adı)                 1a (Unvan yaprağı)
Ḥamdele Kısmı ve Şecere                                    1b-6b
İcāzet-nāme                                            6b-11a
Seyāḥat-nāme                                         11b-32a
Ḥaydar b. Ḳāsım’a âit Tetimme               32b

Haydar bin Kāsım hattı bu kadîm nüshanın unvan yaprağında diğer nüshalardan farklı olarak: صاحب هذا الكتاب من النسب للشريف والإجازة المنيف العالم العامل والمرشد الكامل الخادم الحرمين الحاجى قاسم القادرى الحسينى البغدادى الاصل الشافعى المذهب الشيروانى ساكناً والپايئ قرية ووطناً وفي المدينة المنورة مدفناً “Bu Nesebü’ş-şerīf ve İcāzetü’l-münīf kitābının ṣāḥibi ʿĀlimü’l-ʿāmil ve Mürşidü’l-kāmil, el-Ḫādimü’l-Ḥaremeyn, aṣlen Baġdād’lı, meẕheben Şāfiʿī, Şirvān’da sākin, ḳaryesi ve vaṭanı Pāy, medfeni (defin yeri) Medīnetü’l-Münevvere olan Ḥācī Ḳāsım el-Ḳādirī el-Ḥüseynī’dir” ser-levhası dikkati çeker[5]. Yazmanın ilk ve son varakları ile Şecere ve İcāzet-nāme kısımlarının bâzı noktalarında ise ‘Abdülkādir-i Geylânî, ‘Abdürrezzâk-ı Geylânî, Hacı Kāsım el-Bağdâdî ve XIII.-XIV. yüzyıl aralığında farklı beldelerde yaşamış kadı ve emîrlerin yuvarlak ya da beyze şeklindeki orijinal şahsî mühürleri yer alır ki[6]; biz daha önce işte bu mühürlerin varlığına ve sonunda Haydar bin Kāsım’ın otantik ifadelerinin daha yalın bir şekilde yer alıyor olmasına, buna paralel olarak üzerinde hiçbir istinsah kaydı mevcut olmayıp yalnız te’lif târihinin kayıtlı bulunmasına dayanarak, bu yazma nüshanın kuşkusuz bir biçimde Seyāḥat-nāme’nin orijinal nüshası olması gerektiğine hükmetmiştik[7]. Seyāḥat-nāme’nin orijinal nüshasının Arvas ailesi tarafından şimdi bize aktarılan fotoğrafları ve bu yazma nüsha hakkında tarafımıza ulaşan yeni bilgiler, bu tahminimizde hiç de yanılmamış olduğumuzu bize net bir şekilde göstermiş oldu.

Orijinal Seyāḥat-nāme nüshasının Abdülkâdir-i Geylânî, Abdürrezâk-ı Geylânî, Hacı Kāsım el-Bağdâdî ve dönemin kadı ve emirlerinden bazılarının mühürlerinin bulunduğu ilk varakları. Bağdâdî, Seyāḥat-nāme, vr. 1b-2a.

Seyāḥat-nāme’nin Orijinal Nüshası ile Geç İstinsahları Arasındaki Farklar ve Eserin Te’lif Metoduna Işık Tutan Önemli Kanıtlar:

Orijinal nüsha metni Seyāḥat-nāme’nin Arapça okunup yazılan çevrelerde dolaşan rulo ve klasik yazma formatındaki farklı nüshalarıyla karşılaştırıldığında, bu nüshaların istinsâhı sırasında metnin bazı kısımlarına bilinçli ya da bilinçsiz şekilde gereksiz ilâveler yapıldığı, ya da Türkçe’ye yeterince hâkim olamayışın getirdiği bazı zuhûllerle, Seyyid Kāsım’ın doğru olarak yazdığı ve ondan naklen oğlu Şeyh Haydar’ın büyük bir titizlik ve dikkatle aktardığı bâzı ifadelerinin, gereksiz yere konulduğu ya da tekrar olduğu sanılarak metinden çıkarıldığı dikkati çekmektedir. Üzerinde duracağımız metin Seyāḥat-nāme’nin bütününe değil yalnız Bursa seyahati kısmına odaklı olduğu için, biz bu noktada eserin daha çok bu kısmı ile alâkalı birkaç örnek vermekle yetineceğiz.

Bağdâdî Seyāḥat-nāme’sinin orijinal nüshasında Orhan Gâzî’nin isminin anıldığı ilk yerde, Haydar bin Kāsım tarafından “es-Sulṭān Orḫān” ifadesinden sonra -“ الغازى / el-Ġāzī” kelimesinin üstüne denk gelecek şekilde- satır arasına küçük bir خان “Ḫān” ibaresi eklenmiş[8]; ancak bunun muhtemelen اورخان “Orḫān”ın ــ خان / -ḫān” kısımının sehven tekrârı ve ismin zaten yazılmış bir parçası olduğu düşünülerek sonraki istinsahlarda bu önemli eklenti terk edilmiştir.

Seyāḥat-nāme’nin orijinal nüshasında yer alan mühürler: Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî’nin, ortasında الشييخ عبد القادر الجيلانى “eş-Şeyḫ ʿAbdü’l-Ḳādir el-Cīlānī” ifadesi ve kenarlarında Âyet’ler bulunan yuvarlak mührü (üstte); Şeyh Abdürrezzâk-ı Geylânî’nin içinde سيد عبد الرزاق القادرى “Seyyid ʿAbdü’r-Rezzāḳ el-Ḳādirī” metni yazılı olan basık yuvarlak mührü (sağda) ve Seyyid Kāsım el-Bağdâdî’nin “ʿAbd-i Seyyid” oval istifi içine, ismi ve nisbesi حاجى قاسم القادرى “Ḥācı Kāsım el-Ḳādirī” şeklinde konumlandırılan beyze formundaki orijinal mührü (solda). Bağdâdî, Seyāḥat-nāme, Orijinal nüsha, vr. 1b, 11a.

Aynı şekilde Seyyid Kāsım bu ilk nüshada Sultan Orhan’ın huzûruna çıkıp sohbet ettiği sırada yanında yalnız oğlu محمد “Muḥammed”in yer aldığını açıkça belirttiği hâlde[9], diğer geç târihli nüshalarda Sultân’ın huzûruna müellifin Mısır’dan beri yanında olan oğlu حيدر “Ḥaydar”ın da girmiş olması gerektiği düşünülerek, aslî nüshada yer almamasına rağmen lüzumsuz bir biçimde onun da adı eklenmiştir[10]. Bağdâdî’nin ديوان السلطنة “Salṭanat Dīvānı’ndaki duâsı sırasında Sultan Orhan’ın متواجهين الى القلبه “ḳalbine (veyâ: ‘ḳalıbına’) teveccüh ettikleri” ifâdesi[11],  القلبه“el-ḳalbihī” kelimesinin harfleri noktasız yazıldığından القبلة “el-ḳıbleti” şeklinde okunup “ḳıbleye yöneldiği” şeklinde aktarıldığı gibi[12]; ayrıca o bu ilk nüshada Orhan Gâzî’nin Bursa Sarayı’nda فى ديوان السلطنة وحيداً “Salṭanat Dīvānı’nda tek başına” oturduğu bilgisini aktaran cümleye: وهو ، اى السلطان = “O, yâni Sulṭān” ifadesiyle giriş yaptığı hâlde[13], istinsah nüshalarda yine gereksiz bir tahrifle -kastedileni daha da belirginleştireceği sanılarak- bu kısım doğrudan السلطان اورخان “es-Sulṭān Orḫān” şeklinde kaydedilmiştir[14]. Halbuki Seyyid Kāsım’ın ziyareti boyunca muhatap olduğu ve konuştuğu yegâne kişinin Sultan Orhan olduğu, burada da ondan başka birini kastedemeyeceği zaten bellidir. Bu tahrif ve eklentilere paralel olarak, bu ana nüshada Orhan Gâzî’nin Seyyid Kāsım’a verdiği fermanda özetle ناحية شيروان “Şīrvān nāḥiyyesi” içinde yer aldığı belirtilen[15] قريۀ پاى “Pāy ḳaryesi”nin kazâsını belirtmemenin bir eksiklik olduğu düşünülerek, İbrâhim Arvas’ın neşrine esas olan nüshada -metnin aslında yer almadığı hâlde- nâhiye ile köy adları arasına köyün ومن قضآء رشان = Reşān ḳażāsından” olduğu bilgisi ilâve edilmiş[16]; onun Sultan Orhan’ın huzûrundan ayrılmadan önce yaptığı duâsının sonuna ise yine bu orijinal nüshada mevcut olmayan bir آمن “Āmīn” ibâresi eklenmiştir[17].

Bunlara ek olarak diğer geç tarihli nüshalarda, aslî nüshadaki bazı duâ ve tâzim ifâdelerine de saygı ve hürmeti artırmak amacıyla yeni ilâveler yapılarak, bu kısımlar da aslından daha uzun ve farklı şekillerde tertip edilmiş; hattâ kimi müstensihler bu duâ ifadeleri arasına adı geçen zâtlardan himmet ve şefaat taleplerine yönelik kendi duâ cümlelerini bile eklemiş, ancak bunlar yapılırken eserin orijinal metninin aslından çıkarılıp tahrif edildiği hiç düşünülmemiştir.

Bağdâdî Seyāḥat-nāme’sinin 750/1350 tarihli bu ilk nüshasının ortaya çıkışı ile eserin te’lif şekli ve yöntemiyle alâkalı pek çok önemli noktanın da belirginlik kazandığı dikkati çekmektedir. Bunların en önemlisi, Haydar bin Kāsım’ın babasının isteği üzerine kaleme aldığı eserin[18] onun sözlü anlatılarına ve notlarına dayandığını, Şeyh Haydar’ın Seyāḥat-nāme metnini bunları derleyip temize çekerek kaleme aldığını gösteren önemli bir bilgi notunun, son varağın cilt kapağına yapışık olan arka yüzünde[19] ortaya çıkmasıdır. Varlığından Nimetullah Arvas’ın bizi haberdar edip nezâketen bir fotoğrafını da ilettiği, sekiz satırdan meydana gelen bir “Tetimme” niteliğindeki bu önemli not, Seyyid Haydar bin Kāsım’ın Seyāḥat-nāme’yi nasıl derleyip yazdığını bizzat kendi dilinden aktaran önemli bir belge niteliğindedir. İstinsah nüshaların tümünde gözden kaçan bu mühim anekdot; onun babasından kendisine ulaşan bilgileri aynen derleyerek bazı küçük bilgi düzeltmeleri ve tashihlerle aynen aktarmaya özen gösterdiğini netleştirir.

Buna ilâveten, Şeyh Haydar’ın Seyāḥat-nāme’nin giriş kısmına “ ٦٥٦ / 656” (m. 1258) yerine yanlış olarak “ ٦٧٦ / 676” şeklinde yazdığı Hulâgu’nun Bağdat kuşatması târihinin[20] ortasındaki “ ٧ / 7” rakamının altında yer alan silinti izleri, onun bu vak‘anın târihini aktarırken okumakta güçlük çektiğini gösterir ki, bu babasının ona bıraktığı seyahat notlarının zamanla yıpranmış ve bazı kısımlarının hiç okunamaz ya da zor okunur durumda olduğunun bir delilidir.

Nüshada Bağdâdî’nin Orhan Gâzî’nin yanından tam ayrılış târihinin de metnin bittiği kısmın yan tarafına çıkma yapılarak, ters bir biçimde üç satırlık bir derkenar şeklinde kaydedilmiş olması[21]; Haydar’ın elindeki müsveddelerin düz yazı haline getirilmemiş, birbirinden kopuk küçük öbekler halinde yazılmış metin parçalarından meydana geldiğini ve târihlerinin gözden kaçabilecek farklı noktalara not edildiklerini bize güvenilir bir biçimde tespit imkânı vermektedir.

Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî’nin Ḥāl Tercemesi’nde, Seyāḥat-nāme’nin mühürlü orijinal yazma nüshasını gördüğüne ve buradaki Şecere’nin Irak Şer‘iyye Sicilleri ile Hama Nakîbü’l-Eşrâf Defterleri’nde de aynen kayıtlı olduğuna ilişkin satırları. Hattat Sâfî Efendi nüshası, A. Hikmet Üçışık Arşivi, s. 31, st. 3-13.

Seyāḥat-nāme’nin Orijinal Nüshasında Kuruluş Tartışmalarını Aydınlatan Çağdaş Kayıtlar

Hacı Kāsım el-Bağdâdî’nin XIII.-XIV. asırda gezdiği İslâm beldelerine yönelik hâtırâ ve izlenimlerini kaydettiği Seyāḥat-nāme’sinin Osmanlı kuruluş devrinin tartışmalı meselelerini aydınlatmadaki önemi çok büyüktür. Onun Osmanlı Uç Sultanlığı’nın XIV. asrın ilk çeyreğinin nihâyetinde gözlemleyip kayda geçirdiği bilgiler; bu dönemden kalma az sayıdaki belge ve materyalde yer alan bilgilerle ya tamamen uyuşmakta ya da onlardaki müphem noktaları aydınlatarak kesin tarihî bir bilgiye dönüşmesine en büyük katkıyı sağlamaktadır. Bu bilgilerin hiçbir değişiklik ve farklılık içermeden 750/1350’de yazılan bu ana nüshada da aynen yer alması; son zamanlarda Seyāḥat-nāme hakkında delilsiz ve mesnedsiz bir şekilde ortaya atılan “hakkında bazı mühim şüpheler” ve “ciddî tereddütler” olduğu iddialarını da[22] sağlam ve güvenilir bir biçimde ortadan kaldırmaktadır.

Kāsım el-Bağdâdî’nin Seyāḥat-nāme’sinde Osman Gâzî’nin ölümünden bir yıl sonra, 21 Aralık 1324 gibi erken bir târihte Orhan Gâzî’yi ve beyliğini ziyareti hakkında aktardığı izlenimleri, hakkında belge ve bilgi yokluğundan yakınılan bu dönem hakkında, Sultan Orhân’ın kurduğu yönetimin dinî, siyâsî ve askerî yapısını, devlet protokolünü ve bu protokolün işleyiş sistemini aydınlatmasını bakımından oldukça önemli ayrıntılar içerir. Orhan Gâzî’yi ziyâreti sırasında yüz beş yaşında olmasına rağmen, verdiği bilgilerden çok dikkatli ve ezberi oldukça kuvvetli bir kimse olduğu anlaşılan Seyyid Kāsım’ın kullandığı tasvir ve betimlemelerin çok canlı ve ayrıntılı oluşu, bizlere bu konular hakkında daha geniş bilgi ve tespitlere ulaşabilme imkânını vermektedir.

724/1324 yılı başlarında Osmanlı tahtına oturan Orhan Gâzî’nin Hüseyin Gilânî’nin Silsile-nāme’sinde yer alan minyatürü. Österreichische Nationalbibliothek, nr.: A.F. 17/141, vr. 30a.

Daha önce ana hatlarıyla ayrıntılı bir biçimde üzerinde durduğumuz bu noktalar; kısa, fakat öncekine nisbetle daha geniş bir çerçevede şöyle sıralanabilir:

  • Osmanlı Devleti’nin Kurucusunun Gerçek Adı:

Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gâzî’nin gerçek adının eski meşhur kavmî isimlerden اطمان “Aṭmān”, اوتمان “Otmān” ya da طمان “Ṭomān” olduğu, dinî bir ad olan عثمان “ʿOs̱mān”ın ise gerçeğe aykırı olarak daha sonraları konulduğu yönündeki iddia yaklaşık iki yüz elli yıldır çeşitli iddiâlar ekseninde sürekli tartışılmış; son zamanlarda ise ideolojik bir propaganda malzemesi yapılarak alabildiğine sığ ve basit yorumlarla büsbütün trajikomik bir çizgiye kaydırılmıştır. Kāsım el-Bağdâdî, Seyāḥat-nāme’sinde Orhan’ın müteveffâ babasının adını bilinen üç farklı sikkesine ve Asparuça Hâtûn-Mekece vakfiyelerine eşdeğer bir çizgide doğrudan عثمان “ʿOs̱mān” olarak verir ki[23]; bu el-Ömerî’nin Mesālikü’l-Ebṣār’ında tam anlamıyla ifadesini bulduğu şekliyle عثمان “ʿOs̱mān”ın onun gerçek adı, طمان “Ṭomān” ya da اوتمان “Otmān”ın ise sadece lâkabı olduğunu belirginleştirir[24].

  • ‘Osmân Gâzî’nin Ölüm ve oğlu Orhan’ın Cülûs Yılı

Bağdâdî, Seyāḥat-nāme’sinde 1323 yılı Eylül ayında düzenlenen Asparuça Ḫātūn Vaḳfiyesi’nden kesin olarak yaşadığı, 1324 Mart’ında Sultan Orhan adına düzenlenen Mekece Vaḳfiyesi’nden ise aradaki altı ay içinde öldüğü anlaşılan Osman Gâzî’den المرحوم المغفور “merḥūmü’l-maġfūr” ifadesiyle söz ederek, onun bu yıl içinde gerçekten vefat edip yerine oğlu Orhan’ın tahta geçmiş olduğunu bir görgü şâhidi olarak te’yid etmiştir[25].

  • Bursa’nın Gerçek Fetih Târihi:

Kāsım el-Bağdâdî Seyāḥat-nāme’sinin bu karanlık devre ilişkin aydınlattığı diğer bir önemli nokta; Bursa’nın literatürde meçhul kalan ve yanlış bir şekilde en çok tekrarlanan 726/1326 yılına odaklandırılan gerçek fetih tarihinin aslında 722/1322 olduğunu çağdaş bir kaynak olarak açıkça belirtilmiş olmasıdır[26]. Osmanlı ve Bizans kroniklerine birbirinden farklı ve belirsiz şekillerde yansıyan tüm çelişkili tarihlerin hilâfına, Osmanlı tarihçileri arasında sadece Mehmed Neşrî, Kitāb-ı Cihān-nümā’sında şehrin “hicretüñ yidi yüz yigirmi ikisinde” (722/1322) fethedildiğini: Burūsa’nuñ fetḥi bu tārīḫden olduġına hiç nizāʿ yoḳdur.” diyerek te’yidle belirtir ki[27], biz bu târihin eski tarihî takvimlerden aktarılan bazı Silsile-nāme’lerle, Cülûs listelerine düşürülen kayıt ve atıflarda da yer aldığını kısa bir süre önce örnekleriyle göstermiştik[28]. Bağdâdî’nin seyahat notları bu noktada şehrin gerçek fetih tarihine ışık tutmakla; hem fethin hangi noktadan başlayıp hangi yöne doğru seyrettiğini, hem de konu ile alâkalı diğer karmaşık meseleleri çözümleyen bir anahtar niteliğindeki en önemli çağdaş kaynaktır.

Şeyh Haydar bin Kāsım’ın Seyāḥat-nāme’nin orijinal nüshasının sonunda, eseri babasının isteği üzerine vefâtından sonra yazdığını açıkladığı satırlar. Bağdâdî, Seyāḥat-nāme, Orijinal nüsha, vr. 32a (sol varak), st. 9-17.
  • Orhan Gâzî’nin Bursa’daki Sarayı:

Âşık Paşa-zâde’nin yine Orhan dönemine inen Yahşi Fakih rivâyetinden naklen yüzeysel birkaç atıfla işaret ettiği saray ديوان Dīvān’ının varlığı, Sultân’ın burada ağırlayıp yaşam öyküsünü kendi ağzından dinlediği Seyyid Kāsım’ın notları sayesinde tarihî açıdan kesinlik kazandığı gibi; onun sarayında direkt iç avluya muntazır bir Taht odasının da mevcut olduğu Sultan Orhan’la ilk karşılaşma anına ilişkin betimlemelerinden kolaylıkla anlaşılır[29].

  • Osman Gâzî ve Oğlu Orhan’ın kurdukları yönetim şeklinin “Salanat”, taşıdıkları unvânın da “Sulṭān” olduğu:

Osman Gâzî ve Orhan Gâzî başta olmak üzre, ilk Osmanlı hükümdarlarının bağımsızlıkları ve siyâsî statülerinin ne olduğu konuları kuruluş devrinin uzun zamandır en çok tartışılan meselelerinden biridir. Osmanlılar’ın Yıldırım Bâyezîd, II. Murad, hattâ Fatih dönemine kadar سلطان “Sulṭān” unvanını kullanamadıkları yolunda kurgulanan spekülasyonları sağlam ve esaslı bir biçimde ortadan kaldıracak şekilde, Bağdâdî Bursa ziyareti ile ilgili notlarında ‘Osmân’dan söz ettiği yegâne cümlesinde onu سلطان المرحوم ﺍلمغفور ﺍلسلطان “Sulṭānü’l-Merḥūmü’l-maġfūr es-Sulṭān unvânıyla vasfetmiş; oğlu Orhan’ı ise dört yerde سلطان “Sulṭān” ve iki yerde سلطان الإسلام “Sulṭānü’l-İslām” vasıflarıyla tavsif etmiştir[30]. Aynı şekilde Orhan’ın Beg-sarayı’nı سرير السلطنة “Serīrü’s-Salanat: Saltanat Sarayı”, tahtını كرسى السلطنة “Kürsiyyü’s-Salanat: Saltanat tahtı” ve Saray Dîvânı’nı ise ديوان السلطنة “Dīvānü’s-Salanat: Saltanat Dîvânı” olarak nitelendirerek[31], kurucu hükümdar Osman ile oğlu Orhan’ın beyliklerinin başından beri bir “Uç Sultanlığı” olduğuna ve ‘Osmân Gâzî’nin de hayatta iken direkt bu unvanı kullandığına bir görgü şâhidi olarak tanıklık etmiştir ki, tüm bunlar ‘Osmân Gâzî’nin istiklâlinden bir yıl sonra düzenlenen Çalıca Mülk-nâmesi ve son zamanlarında tanzim edilen Asparuça Hâtûn vakfiyesindeki unvanlarla aynı ortak noktada birleşmektedir.

  • Osmanlılar’ın “Din Uğrunda Gazâ ve Cihad”ın İslâm Sınırındaki Temsilcileri Oldukları Algısı:

Seyyid Kāsım el-Bağdâdî’nin Seyāḥat-nāme’sinde Sultan Orhan ve babası Sultan ‘Osmân hakkında kullandığı الغازى el-Ġāzī” unvânı[32], Orhan Gâzî’yi مجاهد في دين الإسلام İslām dīni uğrunda mücāhid” olarak vasıflandırması[33] ve Orhan’ın ricâsı üzerine kendisi ve nesli hakkında الى آخر الدوران āḫir zamāna dek” gazâ ve cihâda devâm etmeleri yönünde yaptığı duâlar[34]; Osmanlılar’ın “gazâ” konusundaki şöhretinin Bağdat ve Mısır ulemâ ve mutasavvıflarının kulaklarına kadar ulaştığına, ‘Osmân Gâzî ve oğlu Orhan Gâzî’nin şahsında ilk Osmanlılar’ın düşmanlarıyla başka bir amaç için değil, bizzat في دين “dīn uğrunda” gazâ yaptıklarına da kesin ifâdelerle açıklık getirmektedir.

Musavvir Hüseyin’in Silsile-nāme’sine göre Orhan Gâzî. Kitāb-ı Silsile-nāme, VGM KTDBA, D. nr. 1872, vr. 18b.

Bağdâdî Sultan Orhan’a yaptığı ikinci duâsında; Osmanlılar’ın komşularına saldırarak değil, “gazâ” ile yükseldikleri bilincinin Hilâfet merkezlerine yakın çevreler tarafından da iyi bilindiğine işaret eden ifadelere yer vermekle kalmamış, devamla ona: أطلب من الله تعالى صحّة جسمك من السّقم والمقت والبغض والحسد والكيد عن المسلمين أوّلاً Allāhu Teʿālā’dan evvelā senin cisminin, Müslümanlara karşı kin, ḥased, düşmanlık gibi kötü huylardan ṣıḥḥatte olmasını diliyorum.” şeklinde bir duâ daha etmiştir[35]. O bu duâsı ile Orhan ve babasının -bazı modern tarihçilerin iddia ettiği gibi- komşu Türkmen beyliklerinin topraklarına göz dikerek değil[36], yönünü Bizans kale ve beldelerine çevirerek yükseldiklerine dair önemli bir işaret vermiş ve bu güzel hasletin hiç değişmeden devam etmesi yönündeki temennisini açıkça dile getirmiştir.

  • Halifeliğin el-Musta‘sım Bi’llâh’ın katliyle sona ermesinden sonra, Bağdat ve Mısır’daki sûfî çevrelerin Osman Gâzî ve Orhan Gâzî’nin sultanlığını Hilâfet makamına eşdeğer bir “İslām sultanlığı” şeklinde algıladıkları ve onu tüm müslümanların, hattâ yeryüzünün halîfesi ( خليفة العالم / Ḫalīfetü’l-ʿālem”) olarak tanıdıkları[37];
  • Bu dönemde وزير اعظم “Vezīr-i aʿẓam”lık ve شيخ الاسلام “Şeyḫü’l-İslām”lık ekseninde dinî ve siyâsî anlamda birer bürokrasi sınıfının oluştuğu, varlığı daha önce bilinmeyen: وزير اعظم ابراهيم پاشا “Vezīr-i aʿẓam İbrāhīm Paşa”nın Sultan Orhan’ın Alâeddîn Paşa’dan sonraki ikinci vezîri olduğu[38];
  • Tuğra’nın (Seyāḥat-nāme’de: ترّة / türre”) pâdişâh tarafından çekildiği ve tevkı‘înin bulunmadığı zamanlarda Nişâncılık görevinin وزير اعظم / Vezīr-i aʿẓam’a tefvîz edildiği[39]. Bu uygulama bir buçuk asır boyunca hiç değişmemiş ve Fâtih Ḳānūn-nāme’sinde de benzer bir çizgide yürürlükte kalmaya devâm etmiştir[40].
  • Orhan Gâzî’nin sûfî, âlim ve Seyyidler’e değer vermesi, onlara büyük bir saygı ve hürmet göstermesi; Tasavvuf’un temel öğretilerine titizlikle riâyeti… dikkati çeken başka hususlardır.
Hacı Kāsım el-Bağdâdî’nin 724/1324 yılının ikinci yarısında altı ay misafir olarak kaldığı Bursa Beg-sarayı’nın XIX. yüzyılın ilk yarısındaki durumu. Château de Brousse / Asie Mineure, 1846.

Hacı Kāsım el-Bağdâdî’nin çağdaş belgeler, kanıtlar ve nâdir kaynaklardaki ender önemli atıflarla aynı ortak noktada buluşan bu kayda değer izlenimlerinin Seyāḥat-nāme’sinin 750/1350’de yazılan orijinal ilk nüshasında da aynen yer alması; bu çağdaş kaynak hakkında daha önce neşrettiğimiz istinsah nüshalardan hareketle ortaya atılan, üzerinde “mühim şüpheler” ve “ciddî tereddütler” bulunduğu iddiâlarını hükümsüz hâle getirip tamâmen çürütmekte; bu önemli verilerin kesin tarihî birer gerçeği temsil ettiğini kuşkusuz bir biçimde gözler önüne sermektedir.

Âlim ve Seyyidlere ilgisi ile tanınan Orhan Gâzî’nin, Seyāḥat-nāme’deki tasvire uygun şekilde onlarla sohbeti sırasında Vezîr-i a‘zam’ı arka tarafta beklerken gösteren bir minyatür. Mecdî Efendi, Ẕeyl-i Şaḳāyıḳ, TSMK, Hazîne, nr.: 1263, vr. 12a.

Hacı Kāsım el-Bağdâdî’nin Seyāḥat-nāme’sinin Orijinal Nüshasına Göre Orhan Gâzî’yi Bursa’da Ziyâreti 

      وتوجهت باصحابى الى نحو البورصا لدى خليفة العالم و سلطان الإسلام السلطان اورخان خان الغازى بن سلطان المرحوم ﺍلمغفور ﺍلسلطان عثمان خان الغازى ،  بعد فتح البورصا وأخذها من يد الكفار بسنتين .

فلما بلغ خبر ذهابى اليه هجم هو على كرسي السلطنة واقبل وتوجه اليّ اعزازاً واكراماً لئدا حق | آ٢٧ | اجدادى وصادفنا فى عرصهٔ سرير السلطنة وقبّلنا الرأس واليد وذهبنا معا الى كرسى السلطنة ، فقال لى : قدّم اليه ! فقلت له : انت بالقدوم اليه والجلوس عليه لاﺋﻖ حيث انت مجاهد في دين الإسلام . فهو مبارك لك ولأولادك إلى آخر الدوران !

ثمّ طلب منى الدّعاء ، فقلت : اللّهم انصر سلطان الإسلام و خليفة العالم السلطان اورخان وانصر اولاده وعساكره وعساكرهم بالعزّ والغلبة والقهر على اعداء الدين ! وارزقهم زيادة المرحمة واللطف علی الفقراء والضعفآء إلى يوم الدين ! اللهم افتح باب فتح بقاع الكفّار وقمّاع المشركين والملحدين فى الأماكن بيده وبأيد أولاده بجاه سيد المرسلين ! اللّهمّ وفقّه ووفقّ أولاده بما | ب٢٧ | يحبك ويرضاك  إلى  : ﴿  يوم لا ينفع مال ولا بنون إلاّ من أتى الله بقلبٍ سليم  ﴾ ؛ بجاه جدّى إمام جعفر الصادق وإمام محمّد الباقر وزين العابدين . آمين ، يا رب العالمين وصلى الله على سيد المرسلين وعترته الطّاهرين !

فقال فى الدعاء : اَمين ، اَمين ! وكنّا متواجهين إلی القلبه وواقفين على الإقدامين . فبعد الفراغ من الدعاء ، جلست انا وابنى محمد . وهو ، اى سلطان فى ديوان السلطنة وحيدا ووزير اعظم ابراهيم پاشا وشيخ الاسلام قاﺋمين خلف الباب فى تلك الوقت . ثم ابتدأت ببيان الإرتحال والإنتقال من البغداد إلى آن الوقوع فى الحال ، فقال لى فى تلك المجلس : أطلب منّا ما ﺷﺌﺖ ! فقلت : أطلب من الله تعالى صحّة جسمك من السّقم والمقت والبغض والحسد والكيد عن المسلمين أوّلاً . ثم أردّت منك نصب الإيراد | آ٢٨ | لى ولأولادى ولدواريشى ولطلبته العلم في مدرستى اِبْقاءً لبرّك علَىّ وعليهم الي مديد الزمان ثانيا .

فلما سمع مِنّى هذا تبسّم وطاب خاطره كثيرا ، فقال : هذا احسان من الله ! فامر وزيره اعظم ابراهيم پاشا بكتب فرمان :

” وقفية أراضى قرية عين دار وما فيها من قضاء غرزان وأراضى قرية پاى وما فيها من ناحيّة شيروان على شيخ الشفيق هوالعمود فى الإسلام بالتحقيق الشيخ حاجى قاسم القادرى البغدادى اصلاً والشيروى سكناً والپايىيّ وطناً وعلى أولاده و أولاد أولاده ما تناسلوا الأصلح ،  فالأصلح إلاّ أن يفسق أحد منهم وإلاّ أن ينتقل أحد منهم من قرية پاى إلى طرف آخر وعلى دواريشه فى التّكية وعلى طلبة العِلم فى مدرسته والمسافرين لديه .”

فكتب وزيره الفرمان بما أمره وأجاب | ب٢٨ | به واعطاه لسلطان ، فكتب السلطان بقلمه تُرّة على رأس الفرمان وأعطاني الفرمان . بعد قيامى لديه بستّة اشهر مع فرمان المعافية من جميع التّكليفات ما سيجرى من بعد . فطلب منى الدعاء فى الوداع منه ، فقلت : اللّهم يسّر عليك كل عسير وسهل لك كل ما أردتَ ولراميتَ إليه وعلى أولادك إلى آخر الدوران بجاه القرآن . فقبّل يدى ، فعانقت رأسه ودعت عنه .

وذلك كان رابع المحرم يوم الإثنين سنة سبعماﺋﺔ وخمسة وعشرين .

 “Aṣḥābım (yoldaşlarım)la Būrṣā tarafına; merḥūmü’l-maġfūr es-Sulṭān Ġāzī Sulṭān ʿOs̱mān Ḫān’ın oğlu, Ḫalīfetü’l-ʿālem (Yeryüzünün Halîfesi) ve Sulṭānü’l-İslām (İslâm Sultânı) Ġāzī Sulṭān Orḫān Ḫān’ın katına doğru yöneldim. Būrṣā fetḥi sonrasıydı, orayı kāfirlerin elinden alalı iki yıl olmuştu.

Kendisine gelişimin ḫaberi ulaşınca o, Salṭanat kürsüsü (tahtı)nın üzerinden atılarak hemen beni karşıladı, ecdādımın ḥaḳḳına riʿāyet için ʿizzet ü ikramda bulunup [27a] beni ağırladı. Salṭanat Sarayı’nın (Serīr-i Salṭanat) avlusunda karşılaştık, baş ve el ile karşılıklı olarak selâmlaşıp berâberce Salṭanat tahtı’nın bulunduğu yere doğru yürüdük. Bana: “Lütfen ona çıkın!” dedi, ben ise ona: “Sen İslām dīni uğrunda savaştığın için ona çıkıp üzerine oturmaya daha lāyıḳsın! O (taht) āḫir zamâna kadar sana ve senin evlātlarına mübārek olsun!” dedim.

Sonra benden duʿā talebinde bulundu, ben de şöyle dedim: “Allāh’ım! Sulṭānü’l-İslām, Ḫalīfetü’l-ʿālem Sulṭān Orḫān’a yardım et, evlātlarını ve ʿaskerlerini destekle; onların ʿaskerlerini dahi üstün ve ġalip kılıp dīn düşmanlarını ḳahr eyle! Onları dīn (maḥşer) gününe kadar faḳîrlere ve düşkünlere karşı merḥamet ve luṭfun ziyādesiyle rızıḳlandır. Allāh’ım! Seyyidü’l-mürselīn hürmetine; kāfirlerin topraklarını fetḥin, müşrikleri ve mülḥidleri kendi yurtlarında katlin kapısını onun eliyle ve evlādının eliyle aç! Allāh’ım! [27b] Ceddim İmām Caʿfer eṣ-Ṣādıḳ, İmām Muḥammed el-Bāḳır ve İmām Zeyne’l-ʿĀbidīn hürmetine: “Mal ve evlâdın fayda vermeyeceği, ancak Allah’a sâlim ve temiz bir kalp ile gelenlerin müstesnâ olduğu gün”e (Şu‘arâ/26: 88-89) ulaşıncaya dek, onu ve evlādını sevdiğin ve rāżı olduğun şeylere muvaffaḳ eyle! Āmīn, yā Rabbe’l-ʿālemīn ve ṣalla’llāhu ʿalā Seyyidü’l-mürselīn ve ʿıtretihi’ṭ-ṭāḥirīn.. (Ey ‘âlemlerin Rabb’i, kabûl eyle! Allah’ın salâtı Peygamberlerin Efendisi ve tertemiz ailesinin üzerine olsun!.)”

Duʿā sırasında o: “Āmīn, āmīn!..” diyordu, biz ikimiz ise onun ḳalbine teveccüh etmiş (yönelmiş) hâlde ayakta duruyorduk. Duʿāyı tamamladıktan sonra ben ve oğlum Muḥammed oturduk. Bu sırada o, yâni Sulṭān Salṭanat Dīvānı’nda yalnızdı, Vezīr-i aʿẓam İbrāhīm Paşa ve Şeyḫü’l-İslām ise kapının arkasında duruyorlardı. Sonra Baġdād’dan göç ve intiḳālimizden ḥālâ içinde bulunduğumuz āna kadar olup bitenleri anlatmaya başladım. Bu karşılıklı konuşma sırasında bana: “Bizden ne dilersen dile!” dedi. Ben de: “Allāhu Teʿālā’dan evvelā senin cisminin, Müslümanlara karşı kin, ḥased, düşmanlık gibi kötü huylardan ṣıḥḥatte olmasını diliyorum. İkinci olarak ise; senden [28a] ben ve evlādım, dervīşlerim ve medresemdeki ʿilim ṭālipleri için īrād buyurulan [vakıf]ları, iyiliğinin zamān sürdüğü müddetçe bāḳī kalabilmesi için benim ve onların üzerine naṣb etmeni istiyorum.” dedim.

Benden bunu işitince tebessüm etti, ḫāṭırına çok hoş ve uygun gelip: “Bu Allāh’ın bir iḥsānıdır!” diyerek Vezīr-i aʿẓamı İbrāhīm Paşa’ya şöyle bir fermān yazmasını emretti:

“Ġarzān ḳażāsının içinde bulunan ʿAyndār ḳaryesi arāżīsi ve Şīrvān nāḥiyyesinin içinde yer alan Pāy ḳaryesi arāżīsi; aṣlen Baġdād’lı olup Şīrvān’ı mesken tutan ve Pāy’ı vaṭan edinmiş bulunan, Şeyḫü’ş-şefīḳ hüve’l-ʿAmūdu fī’l-İslām bi’t-taḥḳīḳ (İslām’ın sağlam bir direği olan Şefḳatli Şeyḫ) eş-Şeyḫ Ḥācī Ḳāsım el-Ḳādirī’ye; kendilerinde herhangi bir yanlış iş görülmediği ve aralarından herhangi biri Pāy ḳaryesinden başka bir ṭarafa intiḳāl etmediği sürece, ṣalāḥ hâli üzere bulunup ṣāliḥ nesillerinden olan evlādına ve evlādının evlādına, tekyedeki dervīşlerine, medresesindeki ʿilim ṭāliplerine ve huzûruna gelen misāfirlerine vaḳfedilmiştir.”

Vezīri fermānı onun kendisine emrettiği ve gerekli gördüğü şekilde yazıp [28b] Sulṭān’a verdi, Sulṭān da fermānın baş tarafına ḳalemiyle tuğrasını çekti ve fermānı bana verdi. Daha sonra, karşılık talebine yönelik tüm mükellefiyetlerden muʿāf kılan fermānla altı ay onun yanında kaldım.

Sonra onunla vedāʿlaşmamız sırasında tekrar benden duʿā istedi, ben de şöyle dedim:

‘Allāh’ım sana her zor olanı müyesser kılsın, murâd ettiğin her şeyi senin için kolaylaştırsın ve onu sana da evlādına da bağışlasın. Ḳurʾān hürmetine āḫir zamâna dek hep böyle olsun…’

Elimi tuttu, başını okşayıp onunla vedaʿlaştım. Bu, yedi yüz yirmi beş yılı Muḥarrem’inin dördünde (21 Aralık 1324) Pazartesi günü olmuştu.”

(Hacı Kāsım el-Bağdâdî, Seyāḥat-nāme, Orijinal nüsha, vr. 26b, st. 10 / vr. 28b, st. 9)

Hacı Kāsım el-Bağdâdî’nin Seyāḥat-nāme’sinin 750/1350’de oğlu Şeyh Haydar tarafından yazılan orijinal nüshasında, 1324’te Orhan Gâzî’yi Bursa’da ziyâretini anlattığı 26b-28b varakları.

 

Haydar bin Kāsım’ın Seyāḥat-nāme’nin Son Varağına Kendi Hattıyla Yazdığı “Tetimme”

Seyyid Kāsım el-Bağdâdî’nin büyük oğlu Haydar bin Kāsım, Seyāḥat-nāme’nin orijinal nüshasının son varağının arka yüzüne kendi eliyle yazdığı notunda; eserin derlenişi sırasındaki olası hataları nedeniyle mazur görülmesini ve hatâlarının düzeltilmesini isterken metnin içindeki bilgileri nasıl inşâ ettiğine ışık tutacak şu önemli ayrıntıları vermiştir:

رجوت ممن يسطر إلي هذا الكتاب الا لا تتأخذ خطئة هذه الملام تزلة القلم الى الخطأ عن سمت التقصيرات او ارتخال الفكر عنه إلى مأل اعنا او مجاورة الأهلام إلى المحارة والمجازات لسدد إدراكى واعلام الطايف وكنه الدور إلى فى الآقاق فعليناكم ان يدفع السيئة بالحسنات مثابا من جانب خالق الأفلاك واعتمدوا عليه حق الإعتماد وهو جرا على أسفار ما فيه بالسعى البليغ وحمدا لحمده عند المناصب وارباب النسب اداء لحق الأجداد ونيلا إلى شفاعت سيد الكائنات ـ صلى الله عليه وسلم ـ .

“Bu kitāba naẓar eden kişiden ricā ederim ki; eğer ḳalemim sürçüp de doğrudan yana bir ḫaṭāya düşmüşsem veyâ onun fikrini maʿnāsına eriştireceğim yerde başka bir yere göçürmüşsem, bana karşılıklı aktarılıp söylenenleri idrākim kapalıyken ḥarekete geçip de derleme yoluna gitmişsem, gerçeğin çevresinde üstü kapalı bir şekilde durup dönmüşsem beni kınamasına hedef tutmasın. Kâinâtı Yaratan’ın katından iṣābet edecek iyiliklerle sizin üzerinizden kötülükleri defʿ edip gidersin, güzel bir gayretle içindekileri derleyip toparlasın. Tâ ki ecdādın ḥaḳḳını yerine getirmekle, mânevî derece sâhipleri ile nesepler erbābı katında övülüp anılsın ve Kāinātın Efendisi’nin -ṣallā’llāhu ʿaleyhi ve sellem- şefāʿatine ulaşsın.” (Hacı Kāsım el-Bağdâdî, Seyāḥat-nāme, Orijinal nüsha, vr. 32b, st. 1-8)

NOTLAR

* Hakan Yılmaz | Araştırmacı-Yazar & Yeniçağ Tarihi Uzmanı
e-posta: [email protected]
Bu makale daha önce Bursa Günlüğü, sy.: 10 (Eylül-Ekim-Kasım 2020), s. 86-96’da yayımlanmıştır.

[1] Kuruluş döneminde Osmanlılar’da tarih yazıcılığının mevcut olmadığı, en erken Osmanlı tarih örneklerinin iki yüz yıl sonraki kurgulara dayanılarak yazıldığı iddiasının tam aksine, Osman Gâzî’nin son zamanlarından Çelebi Mehmed’in tahta ilk çıkış yıllara kadar tarihlenen on kroniğin içerikleri, literatürel açıdan tasnifleri ve Osmanlı tarihçiliği açısından değerlendirmesi yakında kaleme alacağımız ayrıntılı bir makalede araştırmacıların dikkatlerine sunulacaktır.

[2] Hakan Yılmaz, “Orhan Gâzî’yi Sarayında Ziyâret Etmiş Bir Seyyah/Sûfî: Seyyid Kāsım el Bağdâdî ve Seyāḥat-nāme’sinin Kuruluş Devri Osmanlı Tarihi Açısından Önemi”, I. Uluslararası Osmanlı Araştırmaları Kongresi, Sakarya Ünv., 14-17 Ekim 2015, Kongre Tebliğleri Özet Kitabı/Abstract Book, s. 277.

[3] Hakan Yılmaz, “Orhan Gâzî’yi Sarayında Ziyaret Etmiş Bir Seyyah/Sûfî: Seyyid Kāsım el-Bağdâdî ve Seyāḥat-nāme’sinin Kuruluş Devri Osmanlı Târihi Açısından Önemi”, Osmanlı’da Yönetim ve Savaş, ed.: M. Y. Ertaş-H. Kılıçaslan, Mahya Yay. & OSAMER, İstanbul 2017, s. 17-39.

[4] Seyāḥat-nāme’nin bu orijinal nüshasının Arapça metni ve Türkçe tercümesini içine alan özel bir neşri (Hâcı Kâsım Bağdâdî’nin Nesebi, İcâzeti ve Seyahat Notları) Nimetullah Arvas tarafından yayınlanmak üzeredir. Bu neşri bizim Seyāḥat-nāme’nin yine orijinal nüshasını esas almakla birlikte, diğer nüshalar arasındaki farkları, eserin Arapça edisyon kritik metnini, Türkçe tercümesini ve geniş bilimsel tenkidini de içeren neşrimiz tâkip edecektir.

[5] Hacı Kāsım el-Bağdâdî, Seyāḥat-nāme, Orijinal nüsha, vr. 1a, st. 1-6.

[6] Krş. Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 1a-2a, 6b, 8a, 11a, 32a.

[7] Krş. H. Yılmaz, “Orhan Gâzî’yi Sarayında Ziyaret Etmiş Bir Seyyah/Sûfî…”, s. 18-19. Hacı Kāsım el-Bağdâdî nesline mensup son devir mutasavvıflarından Seyyid ‘Abdülhakîm-i Arvâsî Hazretleri’nin, Sefīnetü’l-Evliyāʾ müellifi Hüseyin Vassâf Efendi’nin biyografisini tespit amacıyla kendisine yönelttiği soruların cevaplarından oluşan Ḥāl Tercemesi’nde, Seyāḥat-nāme’nin üzerinde mühürler bulunan bu orijinal nüshasını gördüğüne ve buradaki tescilin Irak Şer‘iyye Sicilleri ile Hama’daki Nakîbü’l-Eşrâf Defterleri’nde de aynen kayıtlı olduğuna ilişkin şu ifâdeleri dikkati çekmektedir: “Bu Silsileʾ-i şerīfe’den Eʾimmeʾ-i is̱nā-ʿaşere’den olanlarınıñ s̱übūt-ı nesebleri ʿālem-i İslāmiyyet’de eẓhare mine’ş-şems ve’l-ḳamer’dir; İmām-ı ʿAlī Cevād’dan Seyyid Ḳāsım-ı Baġdādī’ye ḳadar olanlarıñ ḫıṭṭaʾ-i ʿIrāḳiyye’deki Meḥākim-i Şerʿiyye Sicillātı’nda ʿalā mā-iḳtiżāʾ-i ḥükmi’ş-Şerʿ: ‘S̠übūt-ı hāẕā’n-nesebü’ş-şerīf’ diyü muḳayyed olup, Şeyḫü’l-insü ve’l-cinn ʿAbdü’l-Ḳādir-i Geylānī -ḳuddise sırruhū-nuñ ḥafīd-i encebleri Seyyid ʿAbdü’r-Rezzāḳ silsileniñ aṣlında olduġı gibi ḫaṭṭ-ı dest-i mübārekiyle taṣdīḳ ve ceddi Ġavs̱-ı Aʿẓam’ıñ mühürleriyle de teberrüken tevşīḥ buyurmuşlardır. Seyyid Ḳāsım-ı Baġdādī’den aşağıya doğru üçünci vālidim olan Seyyid Muḥammed’e ḳadar niḳābet eşrāfınıñ sādāt-ı kirāmınıñ on iki şuʿbeʾ-i sādāta maḫṣūṣ ve Ḥamā’da maḥfūż defterlerde muḳayyed ve müseccel olmasıyla berāber Seyyid Tāḥā ve Seyyid Muḥammed Ṣāliḥ’iñ mühürleriyle de muvaşşaḥ olup bir ṣūreti ʿaynen merbūṭdur.” Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî, Ḥāl Tercemesi, s. 31, A. Hikmet Üçışık Arşivi, s. 31, st. 3-13; Suat Ak neşri, Büyük Doğu Yayınları, II. baskı, İstanbul 2015, s. 37. Arvâsî’nin bu mühim ifâdelerinden, Seyyid Haydar’ın babasının Irak Şer‘iyye Sicilleri’nde kayıtlı olan Şecere’sinde ‘Abdülkādir-i Geylânî ahfâdından Seyyid ‘Abdürrezzâk’ın 686/1288’de kendi eliyle yazdığı ve hem kendisinin hem de dedesinin mühürleriyle mühürlediği metni bu orijinal nüshanın başına aynen kaydettiği, ilâveten mühürlerini de temin edip aslına uygun şekilde nüshayı tasdik ettirdiği anlaşılmaktadır. Aynı durumun nüshadaki İcāzet-nāme metni için de geçerli olduğu şüphesizdir.

[8] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 26b, st. 12.

[9] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 27b, st. 8-9.

[10] Bağdâdî, a.g.e., Rulo nüsha, st. 156; İbrâhim Arvas nşr., s. 23, st. 2.

[11] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 27b, st. 7.

[12] Bağdâdî, a.g.e., Rulo nüsha, st. 155; İbrâhim Arvas nşr., s. 23, st. 1.

[13] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 27b, st. 9.

[14] Hacı Kāsım el-Bağdâdî, Seyāḥat-nāme, Rulo nüsha, st. 156; İbrâhim Arvas nşr. (Tıpkıbasım), Ankara 1951, s. 23, st. 3.

[15] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 28a, st. 7-8.

[16] Bağdâdî, a.g.e., İbrâhim Arvas nşr., s. 23, st. 12.

[17] Bağdâdî, a.g.e., İbrâhim Arvas nşr., s. 24, st. 1.

[18] Seyyid Haydar orijinal yazma nüshanın son satırlarında Seyāḥat-nāme’yi vefâtını müteâkip bizzat babasının emriyle, 750/1349’da onun not ve anlatılarından derleyerek yazdığına zımnen işâret ederek şöyle der: قال الفقير راقم هذا لكتاب حيدر بن غوث االاغواث وقطب الاقطاب ، المرشد لكافة الخٜلائق ، المتصرف ملك الله براً وبحراً ، المشتهر بين المشارق والمغارب الحاجى قاسم القادرىّ : ” كان آخر الكلام ابنا هذا التوحيد . فلما انتقل الى رحمة ربه دفنته فى مكان التى عرّفنى ، ثم اشارتى بالذّهاب الاوطان وتبليغ السّلام الى الاحباب والمعتقدين . فقمت عند قبره ثلثة ايام بلياليها ؛ فانيت ، فكتبت هذا من اوله الى موته بامره … سنه : ٧٥٠ . ” “Bu kitābı kayda geçiren, faḳīr; ġavs̱lar ġavs̱ı, ḳuṭuplar ḳuṭbu, yaratılmışların kāffesinin mürşidi, berren ve baḥren Allāh’ın mülkünde taṣarruf edici, doğularla batılar arasında şöhret sâhibi Ḥacı Ḳāsım el-Ḳādirī’nin oğlu Ḥaydar der ki: ‘İşte bu tevḥīd, babamızın son kelāmı oldu. Rabb’inin raḥmetine intiḳāl ettiği vakit, bana taʿrif ettiği yerde onu defnettim, üç gün üç gece ḳabrinin başında bekledim. Sonra bana, vaṭanlarına dönüp sevdiklerine ve kendilerine iʿtiḳād edenlere selāmını teblīġ etmemi işāret ettiler, ben de geri geldim. Tâ en başından ölümüne dek bunları onun emriyle yazdım.’… Sene: 750.” (Hacı Kāsım el-Bağdâdî, Seyāḥat-nāme, Orijinal nüsha, vr. 32a, st. 9-15, 17).

[19] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 32b, st. 1-8.

[20] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 12a, st. 13.

[21] Krş. Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 28b, 7-8. satır sağ derkenarı. Müellifin Orhan’la vedalaşıp saraydan ayrıldığı gün olan 4 Muharrem 725/21 Aralık 1324 tarihini bildiren bu önemli kayıt, küçük bir hatla ters olarak varağın sekizinci satırı ile dokuzuncu satırı arasından başlatılarak, yedinci ve sekizinci satırların yan hizasına konumlanacak şekilde sağ derkenara üç satır hâlinde yazılmıştır.

[22] Seyāḥat-nāme’nin tarihî önemine gölge düşürme amaçlı bu karşıt iddialar için, bk. Osmanlı Klasik Çağında Hilâfet ve Saltanat, İstanbul 2020, s. 27 + dipnot: 27. Bu kitabın yazarı Osmanlı sultânı Orhan’ı “halife” olarak niteleyen Seyyid Kāsım el-Bağdâdî Seyāḥat-nāmesi’ni daha önce çok önemli bir kaynak olarak zikrederken, bu çalışmasında birdenbire eski yaklaşımından çark ederek üzerinde “mühim şüpheler” ve “ciddi tereddütler” olduğunu iddia etmiş; ancak ilmî hiçbir delile dayandıramayıp içini dolduramadığı bu iddia, kendisinden başka hiç kimseyi bağlamayan kişisel bir “şüphe” ve “tereddüt” olmaktan öteye geçememiştir. Bu noktada yazarın, daha önce ilk yayımlandığı yerlerde eserin tarihî önemine işaret ettiği ve -içeriğiyle örtüşmemekle birlikte- bu kitabının sonuna da eklediği eski makalelerindeki atıfları da sessizce ortadan kaldırarak, bu yeni iddiası için kendisine uygun bir altyapı kurmaya çalıştığı dikkati çekmektedir.

[23] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 26b, st. 13.

[24] Bu konudaki farklı iddiaların çağdaş tarihî kanıtlar ışığında kapsamlı bir değerlendirmesi için, bk. Hakan Yılmaz, “Osmanlı Devleti’nin Kurucusunun Gerçek Adı ‘Osman’ mı, ‘Otman’ mı?”, I-II, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, Sy.: 399 (Mart 2020), s. 28-35; Sy.: 400 (Nisan 2020), s. 16-33.

[25] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 26b, st. 10-14.

[26] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 26b, st. 14-15.

[27] Mehmed Neşrî, Ğıhānnümā: Die Altosmanische Chronik des Mevlānā Meḥemmed Neschrī, Band II: Text des Cod. Manisa 1373, nşr. F. Taeschner, Leipzig, 1955, p. 58, st. 11-12. Bu târihi Ramazan-zâde Nişâncı Mehmed Paşa da, kroniğinde muhtemelen Neşrî’den naklen: فتح قلعۀ بورسه ، فى سنه ٧٢٢ “Fetḥ-i Ḳalʿaʾ-i Būrsa, fī sene 722.” ifâdesiyle zikreder (Ramazân-zâde, Tārīḫ-i Nişāncı Paşa, Berlin Staatsbibliothek, Ms. Or. Fol. nr.: 4153, vr. 44a).

[28] Krş. Hakan Yılmaz, Yeni Tarihî Bulgular Işığında Bursa’nın Fetih Süreci: Bursa ve Çevresi Ne Zaman Fethedildi?”, Bursa Günlüğü, sy.: 8 (Aralık 2019-Şubat 2020), s. 14-32.

[29] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 26b, st. 15-17 / vr. 27a, st. 1-6. Seyāḥat-nāme’deki bu özgün bilgilerin ayrıntılı incelemesi için, bk. Hakan Yılmaz, “Yeni Kaynaklara Göre Bursa Beg-Sarayı’nın Yapılış Tarihi ve Orhan Gâzî Döneminde İnşâ Edilen İlk Bölümleri”, TAÇ Dergisi, sy.: VII (Sonbahar-Kış / 2015-2016), s. 54-65.

[30] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 26b, st. 11, 12-13; vr. 27a, st. 8, 9; vr. 27b, st. 9; vr. 28b, st. 1.

[31] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 26b, st. 16; vr. 27a, st. 2, 3; vr. 27b, st. 9.

[32] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 26b, st. 12, 14.

[33] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 27a, st. 5-6.

[34] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 27a, st. 6-16.

[35] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 27b, st. 14-17.

[36] Rudi P. Lindner, Osmanlı Tarihöncesi, çev.: Ayda Arel, Kitap Yayınevi, İstanbul 2008, s. 68-92.

[37] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 26b, st. 11; vr. 27a, st. 8-9.

[38] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 27b, st. 10-11; vr. 28a, st. 5-6, 17.

[39] Bağdâdî, a.g.e., Orijinal nüsha, vr. 28a, st. 5-17 / vr. 28b, st. 1-4.

[40] Bunun izah ve değerlendirmesi için, bk. Hakan Yılmaz, “Osmanlı Devleti’nin Bürokratik Anlamda Asıl Kurucusu: Orhan Gâzî”, Uluslararası Orhan Gazi ve Kocaeli Tarihi-Kültürü Sempozyumu/V, I, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Kocaeli 2019, s. 375-376.

Hakan YILMAZ

Hakan YILMAZ / Araştırmacı-Yazar & Yeniçağ Tarihi Uzmanı 21 Şubat 1977’de İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde dünyaya geldi. Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı’nda başladığı Yüksek Lisans (Master) eğitimini “İbn Kemâl (Kemâl Paşa-zâde): Tārīḫ-i İbn Kemāl / VI. Defter (İnceleme-Transkripsiyon-Tıpkıbasım)” başlıklı teziyle tamamladı. Kuruluş devri Osmanlı tarihi ve Yeniçağ tarihi ile ilgili yeni bulgular ve bilimsel tartışmalara yönelik makaleleri 2004 yılından beri farklı akademik ve popüler dergilerde yayımlanmakta olup, uzmanlık alanı ile ilgili farklı sahalarda araştırma ve çalışmalarını sürdürmektedir. e-posta: [email protected] | [email protected] | [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
Hakan Yılmaz

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Tekrarsız Süslemeler

Tekrarsız Süslemeler

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 3 Aralık 2024
Sistematik Hatalar Bahçesi

Sistematik Hatalar Bahçesi

Ekrem Hayri PEKER, 3 Aralık 2024
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024