Arkeolog Sergen Çirkin, arkeolojik bulgulardan yola çıkarak Türkiye’de uzun süredir spekülasyon konusu olan Sümerler ile Türkler arasındaki ilişkiye dair bir değerlendirmede bulunuyor.
Türkmenistan’da son yıllarda yapılan arkeolojik keşifler, bölgenin Mezopotamya ile olan tarihsel bağlarını daha iyi anlamamızı sağladı. Bu keşiflerden anlaşıldığı kadarıyla, Türkmenistan’ın ilk tarım toplumları, yarattıkları yerleşik kültürün temelini, Yakındoğu’dan bir hayli etkilenmiş olan “Hazar avcı toplayıcı kültürleri” üzerine kurdular.
Bir anlamda Türkmenistan’da uygarlığın daha ilk adımları atılırken, Mezopotamya’nın desteği alınmıştı. Türkmenistan Boncuklu Tepe’de “Orta-Geç Ceyhun” dönemine ait seramik parçalar, Yakındoğu’nun “Hassuna” tipi boyalı seramiklerini anımsatır. Bu parçalar, Neolitik Çağ gibi erken bir tarihte bile Türkmenistan’ın Yakındoğu ile iletişim içinde olduğunun kanıtıdır.
Türkmenistan maden cevherini işleme bilgisini, yine Mezopotamya – İran üzerinden öğrenmiştir. Kalkolitik Çağ’da İran’dan Güney Türkmenistan’a yeni bir göç dalgası yayılır. Güney Türkmenistan boyunca uzanan “Kopet Dağları”, madencilik bilgisinin sınırını oluşturur. Bu dağların güneyinde, Türkmenistan’ın ilk maden işleyen kültürleri gelişirken, dağların kuzeyinde maden işleyen toplumlar henüz ortaya çıkmamıştır.
KERTENKELE BAŞLI HEYKEL
Mezopotamya’da “Geç Ubeyd” döneminin tipik buluntularından biri, pişmiş topraktan yapılmış, kertenkele başlı insan heykelcikleridir. Bu eserlerin en önemli ikonografik özellikleri, omuz – göğüs hizasına konmuş küçük yumrular ve üçgen gövdelerdir. Yüz, bazen bütünüyle bir kertenkeleyi andırır, bazen de daha insansı biçimdedir. Türkmenistan kazılarında söz konusu heykelciklere ait Geç Kalkolitik Çağ’a tarihlenen sayısız örnek bulunmuştur.
Sümer kültürünün iyiden iyiye belirginleştiği “Cemdet Nasr” döneminde, Türkmenistan ve Güney Mezopotamya arasındaki ilişkiler yoğunlaşır. Bu dönem, Mezopotamya’da büyük kentlerin kurulduğu ve nüfusun giderek arttığı bir dönemdir.
Sümer kültürünün filizlendiği Güney Mezopotamya kentleri, artan malzeme gereksinimleri için doğuya, İran’a yönelmişlerdi. İran’daki bazı kabileler ise Mezopotamya’dan gelen bu itme etkisiyle Güney Türkmenistan’a sızmışlar ve burada yerli halk ile kaynaşmışlardı. Gerçekten de Türkmenistan “NMZ III” dönemine ait bir grup boyalı seramik, erken Sümer Cemdet Nasr seramiklerine şaşılacak derecede benzemektedir.
Sümeroloji biliminin kurucu babalarından Samuel Noah Kramer, Sümerlerin kökeni hakkında şöyle der: “Gelgelelim büyük olasılıkla Sümerler, İÖ. 3500’lere kadar Sümer ülkesine gelmemişti. Asıl yurtlarının neresi olduğu kesinlikten hala epey uzaktır. Kral Enmerkar ve Lugalbanda çevresinde dönen kahramanlık öykülerine bakılırsa, erken dönem Sümer hükümdarları, olasılıkla Hazar Denizi yakınında bir yerlerde bulunan Aratta adlı bir kent devletiyle olağandışı ölçüde yakın ve sıcak bir ilişki içinde olmuşlardır. Sümer dili eklemeli bir dil olup, belli bir ölçüde Ural-Altay dillerini anımsatmaktadır, bu olgu ise Aratta’yla aynı genel alana işaret ediyor olabilir.”
“Aratta” kenti, bugün hala ortaya çıkarılamamış efsanevi bir yerdir. Ancak bu kent, Sümer tabletlerine göre “Susin ve Anshan” ülkelerinin yani İran’ın doğusundadır. Tabletler kentin altın, gümüş ve lapis lazuli ile dolu, inanılmaz derecede zengin bir yer olduğunu belirtir. “Lapis lazuli”, lacivet renkli özel bir taş olup Türkmenistan’ın doğu sınırındaki antik “Bactria” bölgesinden çıkarılmaktadır.
Aratta, bu kadar zengin bir yer olmasına karşın Sümer tanrılarına bir ziggurat yaptırmamıştır. Sümer kralı “Enmerkar”, tabletlerde Aratta ülkesine şöyle seslenir: “Tapınağı inşa etmeli Aratta, benim için, Sümer ülkesinin genç Enlil’i için… Tanrısal güçlerin dağını yapsınlar.” Bu cümleler, Aratta diye bir kent eğer gerçekte varsa, burada bir Sümer zigguratı olabileceğini düşündürmektedir.
ZİGGURATLAR
Sümer tapınak mimarisinin en çarpıcı örnekleri olan zigguratlar, Mezopotamya (Irak) ile bütünleşmiştir. Ancak bu tapınaklar, Irak dışında İran ve Türkmenistan’da da inşa edilmişlerdi.
Mezopotamya’nın doğusunda saptanan en eski zigguratlar, ilk Sümer hanedanları ile çağdaştır. Bunlardan İran’daki “Tepe Sialk Zigguratı” İÖ. 2900’lü yıllara, Türkmenistan’daki “Altıntepe Zigguratı” ise İÖ. 2700’lü yıllara aittir.
Sümerolog Kramer, Aratta kentini Hazar Denizi’nin güneyinde bir bölgede aramaktadır. İlk Sümer krallarından olan Enmerkar ise Aratta ülkesi halkına “Tanrısal güçlerin dağını yapsınlar” yani bir ziggurat inşa etsinler diye seslenmektedir. Bu durumda Aratta kenti için önerilebilecek yerleşimler arasında “Tepe Sialk” ve “Altıntepe” gösterilebilir.
Altıntepe Zigguratı, ilk kez NMZ IV döneminde inşa edildi. Kuzey-güney doğrultusunda uzanan yapı, 21 metre genişlikteydi. NMZ V döneminde yenilenen zigguratın genişliği 45 metreye çıktı. Ziggurat, en anıtsal olduğu dönemde 55 metre genişliğe ulaşmıştı. Eklemeler ile giderek genişleyen yapı tüm bu yüke dayanamadı ve çöktü.
UR KRAL MEZARLARI
Sir Leonard Woolley, 1922 – 1934 yıllarında, güney Irak’taki Ur kentinde yaklaşık 2000 mezardan oluşan büyük bir mezarlık açığa çıkardı. Bunlardan 17 tanesi, kral mezarıydı ve Er Hanedan III dönemine tarihlenmişlerdi.
“Büyük Ölüm Çukuru” olarak bilinen en büyük mezarda, 74 kişinin iskeleti bulundu. Bu kişiler bir çeşit kimyasal ile zehirlenip öldürülmüş ve sonsuza dek hizmet etmeleri için kralın yanına gömülmüşlerdi! Kral mezarlarında bulunan arabalar (Gör 6a), heykeller (Gör 7a), mücevherler ve mermer kapların zenginliği olağanüstüdür.
Sümer hazinelerinin çok yakın benzerleri, Türkmenistan’da Altıntepe ve Gonur Tepe kazılarında açığa çıkarılmıştır. Söz konusu merkezlerin kazı başkanlığını yapan Sovyet arkeologlar Viktor Sarianidi ve Mikhailovich Masson, Türkmenistan buluntularını, çağdaşı Sümer eserleri ile karşılaştırmalı olarak incelemişlerdir.
SÜMER GİYSİLERİ
Sümerlere has hayvan postu görünümlü giysilere arkeoloji literatüründe “Kaunakes” adı verilir. Bu giysiler, bir hayvan derisinin üstüne tiftik ve kumaş parçalarının dikilmesiyle yapılıyordu. Sümer heykelleri incelendiğinde, erkeklerin ve kadınların bu giysiyi farklı biçimlerde giydikleri görülecektir.
Türkmenistan’ı da içine alan antik “Bactria – Margiana” bölgesinde, üzerinde bir “Kaunakes” taşıyan sayısız figürin bulunmuştur. Gonur Tepe’de ortaya çıkarılan gümüş bir figürün ise Mezopotamyalı örneklerden ayırt edilemeyecek derecede Sümer modasını yansıtmaktadır.
ÖRDEK BİÇİMLİ AĞIRLIKLAR
Sümerler yalnız yazıyı icat etmekle kalmamış, ticari ölçü birimleri de geliştirmişlerdi. Bu ölçü birimleri arasında Mezopotamya’ya özgü “ördek biçimli ağırlıklar” ilgi çekicidir (Gör 12a). Geriye çevirdiği başını gövdesine yaslayan ördek biçimli ağırlık, ağırlık birimine göre farklı taşlardan yontulabiliyordu.
Bu ağırlıklara Mezopotamya dışında, İran ve Türkmenistan kazılarında da rastlanılmıştır. Ördek biçimli ağırlıklar, söz konusu bölgelerde (en azından uluslararası ticarette) ortak ticaret birimlerinin kullanıldığını göstermektedir.
ÇİVİ YAZISI
Gonur Tepe’de bulunan Sümer kökenli bir silindir mühür, Türkmenistan’da çivi yazısının varlığını göstermesi açısından son derece önemlidir. Mühür, Türkmenistan’a alışveriş için gelmiş Sümerli bir tüccara ait olmalıydı.
Rusya Hermitage Müzesinden N. Kozlova göre, yazıtın en açık biçimde okunan sözcüğü, Sümerce köle anlamına gelen “Urdu” sözcüğüdür. Mühür üstündeki betimler ise ünlü
Gılgamış destanından alınmış konuları anımsatır. “Kahraman” görünümündeki bir adam, aslanlar ve boğalar ile mücadele etmektedir.