Suriye’deki Arap Milliyetçileriyle Türk Müdafaa-i Hukuk Hareketi Arasındaki İlişkiler |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
I.Dünya Savaşı Almanya ve müttefiklerinin mağlubiyetiyle sonuçlandı. Osmanlı Devleti bütün sıkıntılarına rağmen dört yıl boyunca sekiz cephede (Irak, İran, Filistin, Suriye, Sina, Galiçya, Çanakkale, Romanya, Kafkasya) savaştı. Birçok cephelerde, özellikle Çanakkale ve Kut-ül Amara’da büyük başarılar elde etmesine ve hiçbir cephede kesin bir yenilgiye uğramamasına rağmen yenilen devletler safında olduğu için 30 Ekim 1918’de İtilaf Devletleri’yle Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı.
İngiltere’nin Ortadoğu politikasının esası hem doğal kaynaklarıyla hem de doğu ile ulaşım bağlantısı açısından stratejik önem taşıyan sömürgesi Hindistan’ı güvenlik içinde tutmaktır. Osmanlı Devleti, Hindistan’a uzanan kara ve deniz yollarının üzerinde bulunduğu için İngiltere tarafından, ilk önceleri Rusya ve Fransa’ya karşı yürütülen siyasette desteklenmiştir. Böylece, XIX. yüzyılda herhangi başka bir devletin Ortadoğu’ya sarkması önlenmiş ve giderek güçten düşen Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün yabancı saldırılarına karşı korunmasına destek olunmuştur. Fransa’nın 1798 yılında Mısır’a saldırması ile yeni bir ivme kazanan Osmanlı-İngiliz ilişkileri; Rusya’nın kuzeyden Osmanlı Devleti’ne saldırması üzerine yeni bir şekil aldı. XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin korunması, İngiliz dış politikasında ana ilke olarak benimsendi. Nitekim, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında Rusların Erzurum kapılarına kadar dayandığını gören İngilizler, Türklerin bu saldırılara karşı koyabilecekleri konusunda kuşkuluydu. Hindistan yolunu güvenlik altına almak isteyen İngiltere, ilkin Kıbrıs ile Mısır’a yerleşti ve ardından da yürüttüğü geleneksel Osmanlı politikasını gözden geçirmeye başladı. Kesin bir tarih verilmemekle beraber, 1897 yılından itibaren İngiltere, Osmanlı Devleti’nin taksimine razı olma yönünde bir eğilim içerisine girmiştir.
Osmanlı Devleti üzerinde XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren giderek artan Alman nüfuzu karşısında ciddi endişelere kapılan İngiltere, sonunda bir zamanlar güçlü düşmanı olan Rusya ile kader birliği etmeye başladı. Orta Asya’daki anlaşmazlıkları bertaraf eden Rusya, 1907 yılında İngiltere ile bir araya gelerek dostluklarını pekiştiren bir anlaşma imzaladılar. Bu tarihten itibaren İngiltere, Osmanlı Devleti ile Almanya karşısına müttefiki olan Rusya ile çıkmaya başladı.
Birinci Dünya Savaşı ile İtilaf Devletlerinin Musul üzerindeki siyasi emelleri Irak Cephesi’nin açılmasına neden oldu, savaşla birlikte Hindistan’dan gönderilen İngiliz kuvvetleri Basra’ya çıkarak kısa sürede Bağdat’a kadar ilerlediler. Osmanlı Devleti, Irak Cephesi’nde önemli başarılar elde etmesine rağmen, savaşın sonuna doğru diğer cephelerde olduğu gibi, bu cephede de pek çok kayıp vererek geri çekilmek zorunda kaldı. 30 Ekim I918’de Mondros Ateşkes Antlaşmasının imzalandığı sırada VI. Ordu komutanı Ali İhsan Paşa Musul’da bulunuyordu.
8 Şubat 1919’da İstanbul’a gelen Mareşal Allenby, Osmanlı Hükûmeti’ne baskı yaparak Mondros Mütarekesi’ni çok aşan koşullar dayattı ve onaylattı. Musul’u boşaltarak Nusaybin’e çekilen 6. Ordu’yu lağvedilmesini sağladı. İngilizler, Musul kentini Mustafa Kemal Paşa’nın İskenderun’da yaptırdığının aksine, tek bir ateş bile açtırmadan teslim eden Ali İhsan Paşa’yı görevden aldı. Özel bir tren ile Haydarpaşa Garı’na gelen Ali İhsan Paşa, tutuklanarak Malta’ya sürüldü.
İngiliz ve Fransızların Güneydoğu Anadolu bölgesindeki bu işgal hareketleri 15 Eylül 1919’da yapılan Suriye İtilafnamesi’yle yeni bir yön kazandı. Bu anlaşmaya göre Musul bölgesini elde eden İngiltere, 1 Kasım 1919 tarihinde Adana, Maraş, Antep ve Urfa’dan çekilerek yerini Fransa’ya bıraktı. Fransızlar 11 Aralık 1918’de Dörtyol’a, 17 Aralık 1918’de de Mersin’e çıkarma yapmışlardı. Fransızlar, hareket alanlarını da genişletme düşüncesindeydiler. Maraş, Antep ve Urfa’daki Fransız kuvvetlerinin komutanlığına getirilen General Querette’in 13 Aralık 1919 tarihli beyannamesinde, Kilikya ve diğer güney illerinin, Padişahla Fransızların uzlaşması üzerine işgal edildiği belirtmekteydi. Beyannamede, bu bölgedeki tüm halkın Fransız silahlarının himayesi altında olduğu ilan edilmekte ve bu durum, -Pozantı’dan Maden yönüne bir de yol yapmaya başladıklarından- Kayseri’ye silah sevkini de tasarladıklarını göstermekteydi. Kayseri işgal edilirse Türk Kolorduları birbirinden ayrılmış olacaktı.
Mondros Mütarekesi’ni takiben Musul’un, Bağdat’a ve dolayısıyla İngiliz sömürge sistemine dahil edilmek istenmesi bölgede siyasi karışıklıklara yol açmıştı. İngilizlerin Musul’u ele geçirmek için başlatmış oldukları bu çabalara karşılık, TBMM Hükûmeti de bölgedeki nüfuz mücadelesinden geri kalmadı. Misak-ı Millî’ye göre Türkiye, hudutları içinde yer alan bu bölgedeki hâkimiyetini yeniden güçlendirmek istiyordu. TBMM Hükûmeti düzenli ordunun kuruluşundan itibaren bölgedeki askerî faaliyetleri yürütmek üzere 1921 yılında Binbaşı Şevki Bey’i Süleymaniye Komutanlığı’na tayin etti. Lozan Barış görüşmeleri sırasında TBMM Hükûmeti, bölgedeki etkisini artırmak için birtakım faaliyetler içerisine girdi. Lozan görüşmelerinin başlamasından kısa bir süre önce Antep Milis Kuvvetleri komutanı Ali Şefik Özdemir, küçük bir gönüllü birliği ile Diyarbakır’dan Musul’a gönderildi. Aslında Mustafa Kemal Paşa ve TBMM Hükûmeti’nin gizli bir emri ile Musul’a gönderilen Ali Şefik Özdemir, bölgeye kendi şahsî gayretleriyle gittiği izlenimi verecekti. Bunun için de yanına Türk askeri verilmedi. Özdemir Bey’in mütarekeden sonra Türkiye’de kalan Kuzey Afrikalı (Cezayir, Tunus vb. gibi) topluluklardan sağladığı sivil kuvvetlerle hareket etmesi sağlandı. Mustafa Kemal Paşa’dan talimat alan Şefik Özdemir Bey, TBMM’nin açılmasından sonra TBMM Hükûmet’nin emrine girmişti. 2 Haziran 1921’de Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle Ayıntâp’a gelen Ali Şefik Özdemir, Fransızlara karşı mücadele eden birliklerin başına geçerek, 8 Ağustos 1920’de Antep Millî Kuvvetleri’nin komutanlığını üzerine aldı.
Ali Şefik Özdemir’in Musul’a yönelik faaliyetlerini yakından takip eden İngilizler, bölgeyi askerî açıdan takviye ederek, Süleymaniye ve Revanduz bölgesinde kara ve hava kuvvetleriyle harekete geçtiler. Özdemir’in küçük müfrezesi bölgedeki yerli halk üzerinde yer yer başarılar kazandı. Fakat her bakımdan üstün olan İngiliz kuvvetleri karşısında fazla tutunamadı.
Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra 7 Kasım 1918’de İngiltere ve Fransa yayınladıkları ortak bildiride Türk idaresinde yaşayan Arapların bağımsız millî hükümetler kurmalarına izin verdiklerini açıkladı. Araplar bu açıklamada ile bağımsız millî Arap devletlerini kuracaklarına inanmışlardı. 18 Ocak 1919 tarihinde toplanan Paris Barış Konferansı’nda İtilaf Devletleri Arapların isteklerini dikkate almadılar.[1]
Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’nda Irak ve Sina-Filistin Cephesinde yenilmesiyle İngiltere Ortadoğu topraklarını işgale başladı. İngiliz kuvvetleri Ocak 1917’de Güney Filistin’i, 9 Aralık 1917’de Kudüs’ü, 23 Eylül 1918’de Hayfa’yı 1 Ekim 1918’de Şam’ı, 8 Ekim 1918’de ise Beyrut’u işgal etti. I.Dünya Savaşı sırasında İngilizler, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’e bağımsız bir Arap Krallığı kurdurma sözü vererek, 10 Haziran 1916’da Osmanlı Devleti’ne isyan etmesini sağladılar. Şerif Hüseyin’in isyanı Türk-Arap ilişkilerini bozan en önemli husus olmuştu. İngilizler, Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında savaş sırasında vaat ettikleri Arap Krallığı’nı kurmadıkları gibi tüm bölgede zulüm ve işkencelere başladılar.[2]
Suriye’nin geleceğinin Paris’te toplanan Barış Konferansı kararına terk edildiğinin duyulması ile Osmanlı topraklarının bir parçası olan Suriye’de asayiş giderek bozulmaya başladı. Suriye’ye ilişkin söylentilerin ve çeşitli kaynaklardan gelen bilgilerin Harbiye Nezareti’ne ulaşması ile duruma müdahale ederek kontrol altına alma fikri şekillenmeye başladı. Yine Sivas Kongre Heyeti’ne sunulan bir dizi telgrafta ise “Şam’da ihtilal başladığı, ahalinin pek çok nümayiş yaptıkları” bildiriliyordu. 20 Ekim’de XIII. Kolordu Kurmay Başkanı Halid (Asmansü) Bey’in gönderdiği bir telgrafta ise daha detaylı bilgi verilmekteydi. Halid Bey, Avrupa’da Suriye’nin geleceğine dair mevcut tasarıları ve genel siyasi durumu özetledikten sonra bu bilgileri “Cemiyet-i Arabiye” namına Diyarbakır’a gelmiş olan Vehbi Efendi’den aldığını bildiriyor ve “Eğer, Fransızlar, işgal sahalarını genişletmek isterlerse kolayca muvaffak olmak için Deyrizor ve Mardin livalarının çöl sekenesinden istifade ile Şerif askerinden, zabitanından ve Şerif’e bağlı aşairden propaganda ve işgal için istifade etmeleri pek muhtemeldir” diye ekliyordu. Kongre Heyet-i Temsiliyesi adına Mustafa Kemal Paşa, bu telgrafı cevaplandırarak, Halid Bey’e teşekkür etmiştir.[3]
Suriye’den elde edilen istihbaratın Heyet-i Temsiliye’nin Ankara’ya gelişinden sonra süratle buraya aktarılmaya devam ettiği görülmektedir. Fakat bu ilginin tek taraflı olduğu düşünülmemelidir. Zira Eylül ortalarından itibaren Avrupa’da Suriye’nin geleceğine ilişkin pazarlıklar peşinde olan Faysal 7 Ocak 1920’de Beyrut’a döndüğünde bıraktığından çok farklı bir Suriye ile karşılaştı. Ülkede tansiyon oldukça yükselmiş, milliyetçilerin Fransız aleyhtarı kışkırtmaları artmıştı. Milliyetçiler, “Fransızlara karşı düşmanlığını açıkça ilan eden ve belki Türkiye ile ittifak yapabilecek” bir lider arayışı içine girmişlerdi. Özellikle eski Osmanlı subaylarının başını çektiği bu grubun gösterdiği tepkiler ve Faysal’ın Avrupa’daki faaliyetleri hakkında bölgeye ulaşan bilgiler, “Suriye’nin Fransızlara peşkeş çekildiği” şüphelerini artırmıştı.
Hayati Bey’in tesiri ile Faysal Suriye’si ve Türk Millî Mücadele Hareketi, 1919 yılından itibaren ortak düşman Fransa’ya karşı birlikte hareket etme kararı aldı. Bu dönemde Mustafa Kemal, Suriye’deki Faysal taraftarlarını destekledi ve cesaretlendirdi. Hayati Bey’in teşvikiyle Faysal, Atatürk’le işbirliği hususlarını görüşmek üzere Ankara’ya Binbaşı Bedi Bey ve Sait Haydar Beyler’den kurulu bir heyeti gizlice gönderdi. Ancak İngilizlerin bunu haber alması üzerine Faysal heyeti geri çağrıldı.[4]
Sait Haydar, 1920 Nisanında Şam’a döndüğünde, siyasi dengelerin değiştiğini, bu sırada, Suriye Genel Kongresi tarafından Kral ilan edilmiş olan Faysal’ın Türklerle bu şartlarda görüşmeyi reddettiğini, 1920 Temmuzunda fikrini değiştirdiğinde ise geç kalınmış olduğunu kaydeder. Mustafa Kemal Paşa’nın hemen hemen aynı günlerde TBMM’de yapılan gizli celsedeki açıklamaları da bu hususu teyit etmektedir.[5]
Faysal’ın çevresinde bulunan Iraklı genç subaylar ve liderler Irak’ı işgal etmiş olan İngiltere’ye kızgındılar. Faysal’ın uzlaşmacı politikası başarılı olamamıştı. İşte bu ortamda toplanan Suriye Genel Kongresi 7 Mart 1920’de aldığı bir kararla “Birleşik Suriye Krallığı”nı ilan etti. 8 Mart’ta Faysal, Birleşik Suriye Kralı, kardeşi Emir Abdullah da Irak Kralı olarak ilan edildi. İngiltere derhal reddetti, babası Kral Hüseyin tanımadı, Lübnanlılar karşı çıktılar, hasılı durum karmakarışık bir hâl aldı.[6]
25 Nisanda Müttefik Yüksek Konseyi, San Remo’da toplandı ve Mezopotamya (Irak), Filistin, Suriye ve Lübnan’ı ayrı birer birim olarak tanımak kararı aldı. Bunlar “A tipi” mandalar olacaktı ve Filistin ile Irak için İngiltere, Suriye ve Lübnan için Fransa mandater devlet olarak seçildiler.
Fransa’nın Suriye’de 1920 Nisanında işgal ettiği saha, 1919 Kasımından itibaren Suriye’ye dahil kabul ettiği Türk Misak-ı Millisine göre Türkiye sınırları dahilindeki bölgeye yayılmışı. 1920’nin ilk aylarından itibaren Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te ve Çukurova’da şiddetli bir Türk direnişi başladı. Çok geniş bir alanda, az bir kuvvetle tutunmaya çalışan Fransa için kuvvetlerini bir araya getirerek belli bir noktaya teksif etmekten başka çıkar yol kalmamış gibiydi. Urfa ve Maraş olayları sineye çekildi, ancak Antep ve Çukurova’da tutunmak için çaba harcandılar. Fransa’nın tutunmaya çalıştığı bu bölgelerde Türk kuvvetlerinin direnişi şiddetlenerek güçlenirken Suriye’de ortaya çıkan gelişmeler, Türk Kurmay Heyeti tarafından bağımsız bir Türk Devleti kurmanın yolunu açacak bir anahtar olarak değerlendirilmişti. TBMM Hükûmeti, durumu kontrol altında bulundurmak ve inisiyatifi elde tutmak amacıyla Suriye’deki gelişmelere müdahalesini artırdı.[7]
Suriye Genel Kongresi’nin Faysal yönetiminde “Birleşik Suriye Krallığı”nı kurmasının ömürlü olmayacağını anlayan Suriyeliler, işgal kuvvetlerine karşı Türklerle işbirliği yollarını aramaya başlamışlardı.[8]
Mustafa Kemal Paşa Suriye’deki Türklerin bu faaliyetlerinden son derecede memnun kalarak, onlara gerekli her türlü desteği vermiştir. İngiliz Albay Meinertzhagen, Kahire’den İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği bir telgrafta bu desteği şöyle ifade etmiştir:
“… Suriye’deki belli başlı liderlerden Yasin Paşa’nın M. Kemal’le mektuplaştığı biliniyor. Bununla ilgili delil, kurye olarak vazife gören kıyafet değiştirmiş Türk subayları üzerinde şiddet kullanmakla elde edilebiliyor. Yasin Paşa Suriye’ye Türk idaresini iade etmek hedefini güdüyor.”[9]
1919 yılı Kasım ayında Çukurova’nın İngilizlerce boşaltılarak Fransızlarca işgali üzerine Türk Millî Mücadeleciler, Arap kamuoyunu Fransızlara karşı kışkırtmaya başladılar. Fransızların işgali, Suriye halkı arasındaki kuşku ve gerginliği daha da artmıştı. Suriye’de Avrupa’ya karşıt Panislâmist duyguları artıyor, bu duygular, yalnız Suriye’ye münhasır kalmıyor, Filistin kentlerine ve özellikle Kudüs’e kadar yayılıyordu. Suriye’deki akımın önderi, Yasin Paşa, Mustafa Kemal’le yazışıyordu. Yasin Paşa’nın amacı, Pan-Arap gücüne dayalı olacak Türk yönetimini yeniden kurmaktı. Bu sırada Kral Hüseyin, Faysal’a gönderdiği mektupta, “Halep’in kuzey-doğusundaki halkın Kemal Paşa ile görüşmelerde bulunduğunu” bildirmişti.
Yasin Paşa, Cafer Paşa ve Halep’teki Şerif yanlısı kimi subaylar, Osmanlı Padişahı’na Antep’ten gönderdikleri telgrafta şunu önermişlerdi: “Suriye’nin bağımsızlığını destekleyiniz. Ülkelerinizi size iade etmeye çalışıyoruz. Bu fırsatı kaçırmayınız. Size asla ihanet etmeyeceğiz.”[10]
Osmanlı yönetimi ile işbirliği arayışı içindeki Arap milliyetçileri ilk olarak Suriye’deki Türkmenler ile temasa geçti. Yeni kurulan Suriye Krallığı’nın bilhassa askerî kuvvetlerine komutanlık etme teklifleri Türklere gelmişti. Şam’da doğumlu bir Türk olan Kurmay Albay Yahya Hayati Bey, 1918 Mondros Ateşkesi sırasında emekli iken, Suriye Kralı Faysal tarafından kendisine bir mektup gönderilerek, Suriye ordularının başkomutanlığı teklif edilmişti. Bu sırada Anadolu’da da M. Kemal Paşa önderliğinde Millî Mücadele hareketi başlamıştı. Anadolu’daki Türk Milli Mücadele Hareketi ile Suriye’deki Faysal Hükûmeti arasındaki ilişki, Kurmay Albay Yahya Hayati Bey’e Faysal tarafından Suriye başkomutanlığının teklif edilmesiyle başladı.[11]
Yahya Hayati Bey, arkadaşı Mutafa Kemal Paşa’nın onayını alarak Suriye’ye gelmiştir.[12] Mustafa Kemal, Suriye’nin egemen bir devlet olarak Türkiye’nin gerisinde (jeostratejik konum itibariyle) olmasının menfaatlerine uygun ve Hayati Bey’in bu uğurda çaba göstermesinin uygun olacağını düşünerek kendisinin Suriye’ye gitmesine izin vermiştir. Araplarla işbirliğine giren Hayati Bey, Suriye’nin ileri gelenlerine Türkiye’nin yenilmesi hâlinde Suriye’nin de tam olarak işgal edileceğini anlatmış ve gerçek durumu idrak eden Suriyeliler Türklerle ortak hareket etme kararı almışlardı.[13]
Atatürk Ali Şefik Özdemir’i 24/25 Şubat 1920 tarihli “Suriye Başyönergesi” ile Suriye ve Kuzey Irak’ta gönderdi. Mustafa Kemal’in Antep Kuvayi Millîye Kumandanlığı vasıtası ile gönderdiği, 24/25 Şubat 1920 tarihli Suriye Başyönergesi şöyleydi:[14]
Mustafa Kemal’den, Ankara, 24 / 25 Şubat 1920.
Antep Kuva-yi Milliye Kumandanlığı vasıtası ile Şam’da Suriye Filistin Milli Türk Teşkilatı ve Hareket Kumandanı Özdemîr Beye
1-Mardin’e Beşinici fırka kumandanlığına Ankara’ya keşide edilmek üzere Yüzbaşı Muharrem Nuri Efendi ile göndermiş olduğunuz şifreleriniz muhteviyatına vakıf olundu.
2-Ferdi bir teşebbüs neticesinde o muhitte Türklük namı hesabına getirmiş olduğunuz muhterem heyetin başında ve pek müşkil şerait altında fiiliyata geçerek kavi düşmanlara karşı icra etmekte bulunduğunuz mücehedat ve hareket-i vatanperveranenizin azametine her vech ile kani bulunmaktayız. Heyet-i Temsiliye namına oradaki arkadaşlarınıza hürmetlerimi tebliğ ediniz.
3-Hareketlerinizin hedefini teşkil eyleyecek siyasi gayeniz şöyle olmalıdır. Anadolu, Suriye ve Irak milletleri kendi aralarında bir konfedarasyon veyahut federasyon suret ile birleşerek müttehid bir cephe almalıdır. Bu hususta teferruata ait olmak üzere bazı mesaili evvelki şifremizde size bildirmiş bir de şifre miftahı göndermiştik.
Zirde işaret edilen istikametler üzerine üzerinde azimkâr bir kumandan ile harekete geçildiği takdirde şimdilik size cenup mıntıkamızdan bir muntazam alay, iki batarya miktarı kifayede mühimmatı harbiye ve ihtiyacınız varsa paraca da muavenet imkanı vardır. Bu husustaki metalibinizi Antep Kuva-yi Milliye Kumandanlığı vasıtasıyla Heyet-i Temsiliye Riyasetine bildirebilirsiniz.
Ankara
Anadolu ve Rumeli Temsiliye Heyet-i Reisi
M.Kemal
Anadolu’daki Kuvayı Millîye teşkilatlarını kendilerine örnek alan Suriye’deki Türkler ve Araplar, Fransızlarla ve İngilizlerle mücadele için Suriye’de kurmuşlardır. Mustafa Kemal Paşa tarafından bölgeye gönderilen Ali Şefik Özdemir, 1918 Ekim ayının son haftasında Halep’e ve 3 Ağustos 1919 tarihinde Şam’a gittiği 9 aylık bir sürede Suriye’deki Millî Mücadele faaliyetlerini 12 Ocak 1937’den itibaren Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan röportajında şöyle özetler:
“Türk ordusu Suriye’yi terk ettiği zaman ben Halep’te kalmıştım. Halep’in sükutunu müteakip vaktiyle Türkler sayesinde saadet ve refaha erişmiş bazı nankörlerin Türkler aleyhine besledikleri husumetleri ve pek adi ihanetlerine şahit olmuş, ruhumda bu hainlere karşı derin bir nefret hissi uyanmıştı.”[15]
Ali Şefik Özdemir, Türk ordusunun çekilmesinden sonraki durumu ise şöyle anlatır:
“ ….. Fakat Haleb’in İngiliz ve Araplar tarafından işgalinden cesaret alan ve fırsattan istifade eden Ermeni taşnak komiteleriniyle seciyesiz Arapların Türklere yaptıkları vahşetler üzerine derhal çıktım. Tehlikelere katlanarak Arap ve Türk vatanseverlerden bir cemiyet kurarak faaliyete geçtim. Bu şenaatlara mani oldum. Bilahare İngilizlerin Cemiyet azalarımızı feci akibetlere uğratması üzerine evvelce Irak’a ve sonra da Şam ’a geçerek düşmanlarla çarpıştım ve Türk-Arap birliğini kurdum.”[16]
Mustafa Kemal Paşa, 11 Eylül 1918’de İstanbul’daki arkadaşı Dr. Rasim Ferit’e gönderdiği mektubunda Suriye’nin durumunu şöyle yazar:
“Suriye genel olarak acınacak hâle gelmiştir. Vali yok, komutan yok, İngiliz propagandası çok. İngiliz Teşkilatı her yerde faaliyet hâlinde, halk hükûmetten nefret ediyor, bir an önce İngilizlerin gelmesini istiyorlar. Düşman kıtalarıyla, vasıtalarıyla kuvvetli, biz onların karşılığında pamuk ipliği.”[17]
20 Ocak 1920 tarihli bir belge, Özdemir Bey’le irtibat kurulması tavsiye söz edilmektedir. Sait Haydar ve Bedi Bekdaş Beylerle yapılan görüşmelerde varılan mutabakat üzerine onlarla temas kurmak üzere Suriye’ye gönderilen Özdemir Bey ve arkadaşlarının yazışmalarında Türkiye’nin Suriye’ye yardımdan asla kaçınmayacağı belirtiliyor. Ali Şefik Özdemir’in Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği bir mektupta : “…25.2. 1336 tarih ve 28 numaralı şifre mühürlü ve 18 Şubat tarihli Kılıç Ali vasıtasıyla gönderilen şifre miftahı düşman tarafından derdest edilerek Faysal’a gönderilmiş” olduğu bildirilerek, bölgedeki faaliyetler özetlenmektedir.[18]
Suriye’deki işgale karşı mukavemet oluşturmak için 3 Şubat 1919’da Ali Şefik Özdemir tarafından “Türk-Arap Muhadenet (Dostluk) Cemiyeti” Halep’te kuruldu. Cemiyete bazı hükûmet mensupları, yüksek idareciler, aşiret şeyhleri, gazeteciler, eşraf ve ayandan kişiler ve hatta bazı Arap milliyetçileri de katıldılar.[19] “Türk-Arap Muhadenet Cemiyeti” ve “Arap Ulusal Hareketi”, ilk çıkışından bir hafta sonra ilk kurbanını da vermişti. Muhtemelen üzerine yoğunlaşan ağır baskılara Mehmet Fevzi Paşa’nın yorgun kalbi dayanamadı, aniden vefat edince Cemiyet başkansız kaldı. Özdemir Bey hemen arayışa geçti. İki aday bulundu. Adaylardan ilki Şam’daki bağımsızlıkçı Şeyh Kâmil Efendi, öteki ise Halep’teki siyasi bir fırkanın lideri İbrahim Hanano idi.[20]
Şeyh Kâmil ile anlaşmakta güçlük çekmeyen Özdemir Bey, onu Cemiyet’in başkanlığına, Albay Yahya Hayati’yi de askerî danışmanlığa seçtirdi. Bu, Cemiyet için büyük başarı ve hızlı bir toparlanma olmuştu. Yahya Hayati, askerî deneyimi yanında Faysal Hükûmeti’nin “Ordu Müfettişi” olması nedeniyle önemli bir konumdaydı ve yeni görevi gizli tutuluyordu. Cemiyet’in yalnız siyasi değil, askerî gücü de hızla artmaya başladı. Özdemir Bey, hatıralarında Cemiyet’in emrinde 17.000 silahlı adam olduğunu, 300 kadar da Türkmen, Kürt ve Iraklı-Suriyeli Arap kökenli subayın da yemin ederek Cemiyet’e katıldığını, “Bütün temiz ve vatanperver simaları çatımız altında toplamıştık” sözleri ile belirtiyordu. Özdemir Bey, gelişmelerin siyasal analizini şöyle yapıyordu:
“Buradaki vaziyetle Anadolu’daki vaziyet aynıydı. Orada nasıl bir İstanbul Hükûmeti ve karşısında Anadolu’daki Kemalist teşekkül varsa, burada da Araplık kisvesine bürünmüş bir Faysal Hükûmeti ve karşısında Türklerle el ele vermek isteyen millî Suriye Birliği vardı. Mücadele her iki tarafta da aynı idi. Türkiye’de Kemalistler bir taraftan harici ve müstevli düşmanla uğraşırken diğer taraftan da Halife Ordusu ve ona müzahir olan dahildeki kara kuvvetlerle uğraşmak mecburiyetinde kalmışsa, Suriye’deki millî teşekküller de bir taraftan müstevli Fransız kuvvetleri ile çarpışıyor, diğer taraftan Faysal Hükûmetinde ihdas edilen maniaları yenmeye çalışıyordu.[21]
28 Şubat’ta İngiliz askerleri önünde ortaya çıkan bir olay, Türk-Arap Muhadenet (Dostluk) Cemiyeti’ni zor duruma düşürdü ve İngilizler durumdan yararlanarak Cemiyet’i dağıtmak istediler. Cemiyet’in birçok üyesi yakalandı Ali Şefik Özdemir kendisini Halep dışına atmayı başarır. Meydan-i Ekber ve Islahiye mıntıkasına sığınan Özdemir Bey, burada da örgütlenerek güzergâhtaki düşman kollarını vurmak ister. Bölge halkı Türkmenler ile Kürtlerden oluşuyordu ve ona yardımcı olmak istiyorlardı. Ancak harman kalkmadan ve yıllık gıdalarını güvenceye almadan herhangi bir harekete katılmak istemediler.[22]
Özdemir Bey, Halep’te dağıtılan üyeleri toplamak, Cemiyet’i yeniden canlandırmak için Halep’e dönerek bulabildiği arkadaşlarıyla bir değerlendirme yapar. Doğu Suriye’de Fırat üzerinden Deyrizor’u merkez alarak Şammar Aşireti (Göçebe Arap Aşireti) ile işbirliği yapma kararı alırlar. Aşiretin reisleri ile görüşmeye gider ve iyi karşılanır. Türk düşmanlığı bu aşirete bulaşmamıştır. Özdemir Bey ve arkadaşları, Deyrizor’un harekât üssü olarak seçilmesi doğru ve yerinde bir karar olduğunu görürler.
Ali Şefik Özdemir, Cumhuriyet’te yayımlanan anılarında Halep’ten Şam’a geçişini ve burada Şammar Aşireti ileri gelenleriyle görüşmelerini aktarırken, onların istemi ile Şam’daki büyük Şeyhleri ile görüşerek desteğini almak üzere ticaret için Şam’a gitmekte olan bir deve kervanına katılarak 3 Ağustos tarihinde Şam’a geldiğinden söz eder. Özdemir Bey, röportajında önemli bir noktaya da yer verir: “İngilizlerin Cemiyet azalarımızı feci akibetlere uğratması üzerine evvela Irak’a ve sonra da Şam’a geçerek …” diye bu süreci bir cümle ile özetlerken, Şam’dan önce Irak’a geçiğini kaydeder.[23]
Özdemir Bey, Şammar Aşireti’nin ileri gelenlerini Deyrizor’u merkez üs yaparak Halep’e yürünmesi stratejisinin izlenmesi konusunda ikna etmişti. O zamanlar Suriye ve Irak’ta nüfusun takriben % 60 kadarı göçebeydi ve Doğu Suriye’de ağırlıklı olarak Şammar ve Aneze aşiretleri yaşamaktaydı. Bu aşiretlerin kolları, Irak ve Anadolu’ya kadar Orta Fırat’a yayılmışlardı. Ancak Şammarlar, Şam’da Faysal’ın yanında olan Şeyhülmeşayihi Abdulaziz Cerbe’nin gelip başlarına geçmesi koşulunu ileri sürünce Ali Şefik Özdemir, Ağustos 1919’da Şam’a gelerek temaslarına başladı.[24]
Ali Şefik Özdemir, Şammar Aşireti’nin Şeyhülmeşayihi olan Abdülaziz Cerbe’yi aşiretler arası sürtüşmeleri gidererek harekete geçmeye ikna etmek için yaz ortasında deve satışı için Şam’a gitmekte olan bir kafileye katılıp 17 günde müthiş sıcaklara katlanarak geldiğinde karşılaştığı hercümercin nedeni anılarında kendi ifadesiyle şöyle anlatır:
“Suriye halkının kendilerine mandater olarak kabul edecekleri devleti seçmek için Amerika devletlerinden müntekip (seçilmiş) bir heyetin umumi reye (genel oya) müracaat etmek üzere Şam’da bulunmasi idi.”
Ali Şefik Özdemir, Fransız işgali altında ıstırap çeken Suriye’nin Şam ilinde “Suriye-Filistin Müdafaai Kuvayı Osmaniye Heyeti”ni örgüdi. Heyet Başkanı Özdemir Bey’e, Halep Merkez Komitesi başkanı Bilâl Bey yardım ediyor, siyasi danışman olarak çalışıyordu. En etkili kişilerden biri olan Natık Bey ise komitenin kurmay başkanı görevini yürütüyordu. Bu teşkilatın örgütlerine Türk, Çerkez ve Arapların üye olması ile dernek güçlenmişi.[25] “Suriye-Filistin Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Heyeti” üyeleri, Şam, Hama, Humus, Trablusşam ve Kuneytra’da şubeler açarak, Anadolu’daki Türk direnişine destek vermek suretiyle bölgedeki ortak düşman Fransa’ya karşı ittifak zeminini oluşturmaya çalışıyordu.[26]
1919 yılı sonbaharında İngilizler ile Fransızların dağıttıkları altınlara ve propagandalara karşın halktan binlerce kişi coşmuş, Şam’ın Merce Meydanı’nda “tam istiklal isteriz” sloganlarıyla gösteri yapıyordu. Özdemir Bey, “vatani halk kütlesi” dediği bu ateşli halk topluluğunun “mandalar aleyhindeki nümayişine” hayran olmuştu. Özdemir Bey, Şam’daki bu devrimci ortamı değerlendirmek için hemen harekete geçti. Şeyh Abdülaziz Cerbe’yi bulmuştu.[27] Halep’te 6 ay önce kurduğu ama İngiliz operasyonu ile önemli bir darbe yiyen “Türk-Arap Muhadenet Cemiyeti”ni canlandırma çabasına girdi. Bu iş için öncelikle Mısır Hidivliği’nde Nazırlar Meclisi’nin Umumi Müfettişliği görevine kadar yükselmiş olan babası Ahmet Cevdet Bey’in dostlarından Eski Osmanlı Mebusu Mehmet Fevzi Paşa ile görüştü. Faysal’ın kurduğu Arap Hükûmeti nezdinde de bir ağırlığı olan Paşa’ya, kurduğu Cemiyeti ve yeniden yapılandırma fikrini açtı. Kendisine başkanlık görevini önerdi.[28]
Mehmet Fevzi Paşa, bu öneriyi kabul etti. Mehmet Fevzi’nin etkinliği ve saygınlığı, Cemiyet’e kısa sürede Şam’ın vatanperver simalarını kazandırdı. Cemiyet, güç kazanmıştı ve Şam’daki siyasal yaşamda yerini almakta gecikmedi. King-Crane Komisyonu’nun gündemde olmasından yararlanarak 24 maddelik bir “takrir” hazırlayarak komisyona verdi. Özdemir Bey, bu “takrir”in detaylarına anılarında yer vermiyor, sadece bir cümleyle anlatıyordu: “Türkiye istiklalini muhafaza ederse, Suriye’yi de makadderatını tayinde serbest bırakırız.”[29]
Bu takrir, İngiliz ve Fransızları ürküttü. Faysal’ın şaşkınlığı, onlardan az değildi ve hemen harekete geçti. Konuyu örtbas etmek suretiyle Paşa’yı siyasal baskı altına alıp tutum değişikliğine zorladı. Suriye’deki Arap Ulusal Hareketi, iş birlikçi sınırları aşmış, Anadolu Hareketi’ne benzer bağımsızlıkçı yönde örgütlü bir çıkışı, siyasal başlangıç olarak ortaya koymuştu.
Suriye’deki güçlü Arap aileleri I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne sadık kalmışlardı. Osmanlı’ya bağlı olan bu Suriyeli Araplar, Fransızları kıyılardan ve Lübnan’dan çıkarmak istiyorlardı. Faysal’a karşı da muhalif tavır sergileyen bu Osmanlı yanlısı Araplar Türklerle ittifaka sıcak bakıyordu. İngiliz kuvvetlerinin Fransızların yerleşmesi amacıyla geri çekilmesi Arapları öfkelendirdiğinden dolayı Şam ve Halep’teki nüfuzlu kişiler, Anadolu’daki milliyetçi hareketle temasa geçti. Bölgedeki ortak menfaatler, Fransızlara karşı direnen Araplar ile Kuvayı Milliyeciler arasında 1919 yılı sonbaharında ortak direniş hareketinin başlamasını sağladı.[30]
Mustafa Kemal Paşa ile Emir Faysal arasında doğrudan ittifak olmamasına rağmen “Genç Araplar” Partisine dahil olan Araplar, bu ittifakın kurulması taraftarıydı.[31] Suriye’nin himayesinin Fransa’ya bırakılacağı haberini öğrenen Suriye’deki Arap murahhasları, İtilaf kuvvetleri aleyhinde Türk-Arap ittifakını yapmaya sıcak bakıyorlardı. [32]
Suriye Kralı ilan edilmiş olan Hüseyin’in oğlu Faysal, Barış Konferansı dolayısıyla Paris’te bulunduğu sırada Suriye’de Türkler lehine büyük bir sevgi dalgası yayıldı. Bu dalganın oluşmasında Mustafa Kemal’in Halep’teki taraftarlarının dağıttığı broşürler etkili olmuştu. Osmanlı ordusunda hizmet etmiş olan Arap subaylarının çoğu bu yönde destek ve yardımda bulunuyordu. Arap istiklalini Fransızlara satmakla itham edilen Faysal, Kemalistlerin bilhassa Halep bölgesinde körüklediği Faysal karşıtı propaganda nedeniyle, ölüm tehditleriyle karşı karşıya kaldı.[33]
Manda rejimi istemeyen Suriye halkı Fransızlara karşı koymak üzere hızla örgütlendikleri sırada Türk illerini işgal eden Fransızlar, buralarda çetin bir mukavemetle karşılaştılar. Birliklerini Katma’da toplayan Fransızlar, Suriye’nin işgali için kuvvetlerini bir araya getiriyordu. Zor koşullardaki Suriye makamları, Türklerle bir anlaşma zemini aramak mecburiyetinde kaldılar. Bu temaslar gayri resmî yapılıyordu. Kuseyr’deki Türk karargâhına gelerek Fransızlara karşı mücadelede Türklerle beraber hareket etmek istediklerini bildiren İbrahim Hanano, Maraş’taki İkinci Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Paşa ile de görüşerek yardım almıştı.[34]
Öte yandan 16 Mart 1920’de İstanbul müttefik güçler tarafından işgal edilmişti. Mustafa Kemal Paşa İstanbul’un işgal edilmesini İslam dünyasına duyururken, Halifeliğin merkezinin düşman işgaline uğradığı ve vatanın kurtuluşu için girişilen mücadeleye manevi yönden yardım beklediklerini yayımladığı beyannamede şöyle vurguluyordu :
“Şam’ın Kurtuba’nın, Kahire’nin, Bağdat’ın sukutundan sonra İslamın son Dar’ül-Hilafesi İstanbul da düşman silahlarının gölgesine düştü. Afrika’da, Hindistan’da İç Asya’da kahır ve cebir altına giren kardeş yurtlarına ağlarken, şimdi Kıble-i İslam’ı, Ravza-i Nebevi’yi taşıyan Hicaz ve Yemen kıt’aları, Filistin, Irak, İngiliz saltanatının engin ve nihayetsiz anayolu hâline geldi. Milletimize ve onun istiklali uğruna giriştiği mücadeleye manevi desteğinizi bir saniye bile eksik etmeyin.”[35]
Mustafa Kemal Paşa, Ortadoğu’daki tüm Araplara, Afganistan’a ve Hindistan’a kadar tüm İslam dünyasına bildiriler göndermekteydi. Şeyh Ahmet Şerif es-Sunusi de Mustafa Kemal Paşa’ya hizmet etmeye hazır olduğunu bildirmişti.[36]
Mustafa Kemal Paşa, Suriye’deki Millî Mücadele taraftarlarından, Suriyelilerin düşmana karşı harekete geçmelerini sağlayacak beyannameler dağıtmalarını istemiş, bu yayınlar hem Suriye’deki partilerin Türkiye taraftarı bir politika izlemelerine hem de Halifeliği savunmalarına yol açmıştı. İtilaf Devletleri’ni endişelendiren Türk-Arap İttifakı, Anadolu’da İtilaf Devletleri’ne karşı yapılan mücadeleyi de kolaylaştırıyordu. Suriye’deki İslam Birliği Cemiyeti, Paris’te toplanan Barış Konferansı’na 600 imzalı bir telgraf göndererek, Halifeliği temsil eden Osmanlı Devleti’nin İstanbul’dan çıkarılmasına, halkı Türk olan yerlerin anavatandan koparılması ile Türk bağımsızlığının çiğnenmesine itiraz etmişti.[37]
1919 sonlarından itibaren Suriye’deki Fransız garnizonlarına karşı başlatılan yoğun saldırılar üzerine Fransızlar, Şam Hükûmeti üzerindeki baskılarını artmıştı.[38] Faysal’ın başında bulunduğu Arap Hükûmetinin sonu yaklaştıkça Türk Hükûmetiyle irtibat kurma çabalarının yoğunlaştığı gözlenmekteydi.
1920 yılının Mayıs ayının başlarında Fransızlar, Suriye’deki askeri hareketlerini daha serbest olarak gerçekleştirmek üzere TBMM Hükûmeti ile anlaşma yolları aramaya başlamışlar, yapılan temaslar sonucunda 30 Mayıstan itibaren geçerli olmak üzere Türklerle Fransızlar arasında 20 günlük bir ateşkes imzalamışlardı.
Bu arada ateşkes arifesinde başlayan ve ateşkes döneminde hareketlenmenin olduğu bir başka gelişme ise; bu sıralarda Suriye’de bir devlet kurmayı uman ve önceleri Fransa ile iyi ilişkilere sahip Emir Faysal, Fransa ile ihtilafa düşünce TBMM ile ilişki kurma çabası içerisine girmesiydi. Bu maksatla bizzat kendisi M. Kemal Paşa ile yazışma yaptığı gibi, bölgede bulunan bazı yöneticiler ve görüşmeler yapmaları için gönderdiği temsilciler vasıtasıyla bir işbirliği sağlamayı arzuladı.[39] Suriye’deki karışıklık, Türk tarafına başvuruları hayli yoğunlaştırdı. İsmet İnönü, bu talepler karşısında mahallî kuvayı millîye kumandanlıklarına gönderdiği talimatta dikkatli olunmasını isteyerek Ankara’nın genel politikasını şöyle açıklıyordu:
“…Bizim bu hususta taahhüdümüz şudur: Türkiye namına muahede veya mukavele yapılması için Suriye veya Irak Hükûmetlerini temsil eden makamat-t resmiye tarafından muteber vesaiki hamil murahhaslar vasıtasıyla mümkündür. Mevadd-ı İttifakiye’nin, ihtilal heyetleriyle harekat-ı mütekabileyi tevhid için yapılmış taahhüdat-ı hafıyeve hususiye tarzında telakkisi zaruridir… Suriye Hükûmeti ve Arap heyetleri tarafından Ankara’ya defaatle murahhaslar gelmiş, elinde vesaik-i resmiye ve selahiyet-i lazimeyi haiz olmadıklarından muahede şeklinde bir taahütname vücûda gelmemiştir…” [40]
Bu açıklamayı gerektiren başvurular üzerinde durmak gerekmektedir. Bunların ilki, Halep Fırka Kumandanı Mehmed İsmail, Şam Arap Hükûmeti Erkan-ı Harbiye Reisi Mustafa Sabri ve Jandarma Müfettişi Cemil Bey’in Kilis Kuvayı Milliye Kumandanı Polat Bey’e yaptıkları başvurular üzerine bu zevatla Polat Bey arasında yapılan anlaşmaydı.[41] 2 Temmuz 1920’de Kefergani köyünde yapılan bu toplantının bilgisi, Ankara’ya arz edilmek üzere Antep Heyet-i Merkeziyesi’ne gönderilmişti. Bu anlaşma maddeleri ile askerî, siyasi ve istihbarat alanında işbirliği yapılması iki taraf arasında kabul edilmişti. Kuvayı Millîyeciler adına anlaşmayı Kilis Heyet-i Merkeziyesi adına Polat Bey, Molla Recep ve Mehmet İslam imzalarken, Suriye Hükûmeti’ni Jandarma Müfettişi Cemil Lütfi Bey temsil etmişti.[42] Bu yapılan anlaşmalarda dikkati çeken en önemli hususlar; düşmanı kovmak için işbirliği yapılması, askerî yardımda bulunulması, bilgi paylaşımı, suçluların yakalanarak karşı tarafa teslimi vb. idi.[43]
Irak, Türkiye ve Suriye ile ilgili yapılan bu önemli mülakatı, 8 Temmuz 1920 tarihinde Polat Bey tarafından yazılan 35 numaralı belgeyi; “Ayıntâp Heyet’-i Merkeziye Muhâberat Defteri”nden aktaralım:[44]
Numera : 35
Tahrîrat Sûreti
Kargâh: Cercik
4.7.36Bir müddetten beri Azez’de bekleyen jandarma müfettişi Cemil Lütfi Efendi ile sebk eden muhâbere üzerine 2/3.7.36 saat 9,30’da mülakât verilmiştir. Mûmaileyh Yasin Paşa ile biraderleri Ekân-ı Harbiye Kâ’immakâmı ve elyevm Suriye Emniyet-i Umûmîye Müdürü Taha Bey, Umûm Irak ile mü’temer nâmına murahhasdır. Sebeb-i teşrifleri Iraj, Türkiye ile Suriye’nin müstakîl ve bu üç kıtanın herhâlde ittifakiyle düşmanı müştereken tard ve ihracına aiddir. Dermeyan ettikleri mevâddı berveçh-i zîr tebyiz eylerim:
- Deyr-el cemal mülâkatı üzerine evvelce arzedilen nukat-ı esasiyeye Irak, Suriye mukadderatının da idhali.
- Suriye’den 3, Türkiye’den 3, Irak’tan 3 olmak üzere intihâb edilen dokuz kişilik salâhiyetdâr ve fevkalâde bir meclis-i harbin teşkili ve harekât-ı harbiyenin müştereken sevk ve idaresiyle sevkülceyş ve menzile aid bilcümle umur ve hıdemâtın bu meclis vâsıtasıyla tedviri ve umur-u harbiyenin hitâmına kadar meclisin devamı.
- Irak ve Suriye’ye asker, silah, mühimmât, para ve mevâdd-ı sairece muâvenetin ne derecelerde kabil olduğu ve bu müzaheretin tarz-ı icrâsiyle mikdarı ve devamı.
- Buna mukabil Türk dindaşlarının kendilerine vuku bulacak tekâlifi.
- Meclis-i harbin sür’at-i in’ikadiyle zaman ve harekâtının iş’ârı ve müzakere-i katiye icrası için, şahsiyet itibariyle, kime itimat edileceğinin beyanı. Bununla beraber emrin vürûduna kadar evvelce de arz edildiği üzere hudut ve civarındaki harekât-ı milliyyemizle de ahvâlin müsaadesi nisbetinde muâvenet-i mütekâbilede bulunacak ve tevhîd-i mesai edileceğine dair muvakkat birkaç maddelik mukarrerat ittihaz edilmiştir.
Mûmâileyh Cemil Bey artık uzun müddet bekliyemiyecektir. Zamanın nezâketi işin ehemmiyeti ve vaz’iyyet-i hâzıra ve siyasiyenin derece-i nezâketi malûm-u âlileridir. Aynı şerâit-i hayat ve ictimâiyeye tâbi memalik-i selâse-i İslâmiyenin rehasına matûf olan mesâîl-i mühimme-i ma’rûzenin sür’at-i tesbit ve tatbiki esbâbının istikmâlini ricâ eylerim efendim.
8 Temmuz 36
Polat
Söz konusu anlaşmanın şartları özetle şunlardı:
Türkiye, Irak ve Suriye’yi işgal eden düşmanı kovmak için ortakhareket edilecek ve bu amaçla üçer temsilciden oluşan dokuz kişilik birHarp Meclisi kurulacaktı.
Fransız ve Ermenilerin Halep demiryolu hattından istifade etmeleri önlenecek, düşman harekâtı hakkında karşılıklı bilgi alış verişinde bulunulacaktır.
Büyük Millet Meclisi’nin muvafakatine kadar Irak ve Suriye hududunda harekât birleştirilecektir.[45]
Arap millîyetçilerinin Türk tarafı ile anlaşma taleplerini değerlendiren Ankara Hükûmeti temkinli davranmış, tereddüt etmekte haklı olduğu ortaya çıkmıştı. 2 Temmuz 1920 tarihli Türk-Arap anlaşma metninin Hükûmet tarafından tasdik edilmesinin gecikmesi üzerine Polat Bey’in ısrarlı başvurularına, ittifakın resmî bir nitelik taşımadığı cevabının verilmesi üzerine, 21/22 Temmuz gecesi Selâhaddin Adil Paşa’ya gönderilen şifre, Ankara’nın tereddütlerini haklı kılmaktaydı :
“…Cemil Bey (ve diğerleri) 20 gün A’zaz’da bekledikten sonra avdet etmek üzere Şam ‘a gitmiştir. Müşterek imza ile aldığım tahrirat suretini bervech-i ati arzediyorum : ‘Aramızdaki düşmanın ka’dum(?) olan maneviyatından istifade ederek Fransızları tamamen esir almak fırsatını kaçırmamak lazım geldiği kanaatindeyim. Fransızlar Baalbek, Humus, Hama ve Halep istasyonlarını işgal-i askeri altına atmak suretiyle şimendöfer hattının kendilerine teslimini evvelce nota tarzında talep etmiştir. Bu talebin sırf Rayak-Halep-Katma şimendöfer hattından sevkiyat-ı askeriyece istifade fikrine matuf bulunduğu şüphesizdir… Hükûmet Fransızların bu teklifatına cevab-ı red vermiştir. Harbin gayrı kabil-i ictinab bir hale gireceği ağleb-i ihtimaldir…”
Bu görüşmelerden Faysal’ın haberdar olduğu şüphesizdir ve İsmet Bey’in yaptığı değerlendirmenin ne kadar yerinde olduğu açıktır. Nitekim bu yazışmadan sadece iki gün sonra Suriye’de Han Meyselun Savaşı vukubulacaktır.[46]
Emir Faysal’ın kendi krallığında bağımsız bir Suriye kurma çabalarına karşın Fransa’nın Suriye’ye kendi mandasını kabul ettirme gayreti, Fransa ile Emir Faysal ilişkilerinin gerginleşmesine sebep oldu. Bunun üzerine Fransa, Suriye’de askerî harekâta karar verdi. Halep’i işgal etmek amacıyla General Gaubou’nun kuvvetlerine katılmak üzere Kilis’ten General De Lamaut komutasında 3 Piyade Taburu, 2 Süvari Bölüğü ve 5 Bataryadan oluşan bir kuvvet Halep’e gitti. General Gaubou komutasında Fransız kuvveti hiçbir direnme ile karşılaşmadan 23 Temmuz 1920’de Halep’i işgal etti. Fransız kuvvetleri, 25 Temmuz 1920’de Şam’a girerek Emir Faysal yönetimine son verdiler.[47]
Kuvayı Millîyeciler ile Suriye Hükûmeti’ni Jandarma Müfettişi Cemil Lütfi Bey arasında varılan anlaşma TBMM Hükûmetince tasdik edilmese de Halep Heyet-i Merkeziye’si ile temasın muhafaza edilmesi suretiyle Antep’te Fransızlarla savaş tekrar başladığında, Suriye içlerine akıncı müfrezeler gönderilmesi ve orada örgütlenen yerli müfrezelerle iş birliği yapılarak, Fransızların iz’ac ve meşgul edilmesine yardım edilmiştir. Böylece Fransızlar, Antep’teki kuvvetlerinden bir kısmını Suriye’ye aktarmak zorunda bırakılmıştır.[48]
Fransızların Suriye’deki durumu yakından izleyen Mustafa Kemal, Sivas Valiliği’ne gönderdiği 6 Şubat 1920 tarihli telgrafta, Fransızların Suriye’de Araplarla çarpışmaya tutuştuklarını ve dolayısıyla Suriye’deki kuvvetlerinin, Adana’daki kuvvetlerine yardım edemeyeceğinin kesinleşmekte olduğunu belirtir.[49]
Bir başka nokta ise Türkiye-Suriye arasında bu yakınlaşmalar çabalarının İstanbul’daki Hükûmetle değil, Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Reisi sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa ile yapılmasıdır. Fakat Ankara’nın tutumu, herhangi bir taahhüt altına girmek yerine, bu başvuruları Fransızların güneydoğu Anadolu’ya girişebilecekleri bir saldırıyı zayıflatmak amacıyla, ortaya çıkan yeni durumu değerlendirmesi yönünde gelişmiştir.[50]
Araplar ile Türkler arasında işbirliğinin yanı sıra zaman zaman mücadeleler de olmuştu. Bilhassa Halep’te Türklerle Araplar arasında bir gizli hâkimiyet mücadelesi vardı. Ali Şefik Özdemir Bey’in Kuzey Suriye’de“Teşkilat ve Harekât-I Umumiye” adıyla örgütlediği ve Osmanlı subaylarının katıldığı millî teşkilatlar Türkiye’deki Millî Mücadele hareketine büyük katkıda bulundular. Fransızlar, Çukurova, Antep ve Urfa şehirleri ile çevresine yönelik askerî faaliyetlerini artırınca Kuzey Suriye’deki Kuvayı Milliyeciler hemen askerî harekete geçiyor, Fransızlara ağır kayıplar verdirerek Anadolu’ya ilerlemelerine engel oluyorlardı. Fransızlar, millî teşkilatların bu hareketleri karşısında kuvvetlerinin büyük çoğunluğunu Kuzey Suriye’de bulundurmak zorunda kalmıştı.[51]
20.yüzyılın başında İngiltere dünyanın gidişatında birinci derecede rol sahibi bir devlet durumundaydı. İmparatorluğun gücünü zaafa uğratma ihtimali olan bütün devletler ve kurumlarla açık veya örtülü mücadeleye giriştiği, üstün silah teknolojisi ve sömürgeleri dolayısıyla sahip olduğu muazzam iktisadi varlığı sayesinde netice aldığı bilinmektedir. İngiltere, Tanzimat’la birlikte Osmanlı Devleti’ni bürokratik paşalarla istediği yöne sevk etmiş, ancak Tanzimat Paşalarının sonuncusu Âli Paşa’nın ölümüyle ve bilhassa Mithat Paşa’nın 2. Sultan Abdülhamit tarafından tasfiye edilmesi ile bu aktif pozisyonunu kaybetmişti.
2.Abdülhamid’in İngiliz gücüne karşı oluşturduğu dengeler, Osmanlı Devleti’ni tekrar uluslararası müessir bir kuvvet hâline getirmesi İngilizleri çok rahatsız etmişti. Abdülhamid’in aleyhine kampanyalar açmış, yürütmüş ve açılanları desteklemişlerdi. Sultan Abdülhamid’in İslamcılık siyaseti, İngiltere gibi yüksek nispette Müslüman tebaya sahip sömürgeci ülkeleri sürekli sıkıntıya sokmuştu.
Dünya Savaşı sırasında, gizlice imzalanmış olan Sykes-Picot Antlaşması gereğince, Osmanlı Devleti hâkimiyetindeki Basra Körfezi’nden Musul’a kadarki saha İngiliz nüfuzu altına girecekti. Adana, Mersin, Antep, Maraş ve Musul Vilayetleri ile Suriye toprakları da Fransız nüfuz sahası olarak kabul edilmişti. Bolşeviklerin iktidara gelmesi ve Rusya’nın savaştan çekilmesi, İngiltere ile Fransa’yı bölge üzerindeki hesapları açısından yeniden karşı karşıya getirmişti. Gerçekte İngiltere, öteden beri İran’a ve zengin petrol yataklarına sahip olan Musul’a göz dikmiş, ancak burayı kendi nüfuz bölgesi ile Rusya arasında tampon bölge oluşturmak amacıyla Fransa’ya devretmişti.
Mondros Mütarekesi’nin ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun Orta Doğu’daki toprakları, ve Klikya’da İskenderun, Maraş, Urfa, Kilis, Antep ve Adana’yı işgal edilmişti. 13 Kasım 1918’de İstanbul’u işgal eden İtilaf Devletleri, İstanbul Hükûmeti’ne ve Padişah’a ağır baskılar uyguluyor ve Anadolu’daki gelişmeleri büyük bir dikkatle izliyordu. 15 Mayıs 1920’de İzmir işgal edilmişti.
İstanbul’da toplanan son Meclis-i Mebusan 28 Ocak 1920’de “Misak-ı Millî”yi ilan etti. 1919 yılı 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 Erzurum ve 4 Eylül 1919’da Kongrelerini toplayan Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşı’nın cephelerini belirlemişti. Sivas Kongresi’nde birleştirilen “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti”, Kongre’de kurulan “Heyet-i Merkeziye” ile birlikte Millî Mücadele’nin yürütücü organı olarak görev yapmaya başladı. Heyet-i Merkeziye, Mondros Mütarekesi’ne göre işgal edilen tüm illerde örgütlendi.
Kurtuluş Savaşı sırasında İran, Mısır, Afganistan, Hindistan ve Irak’ta çıkan İngiliz karşıtı isyan ve bağımsızlık hareketleri de İngiltere’yi bu sömürgelerini elde tutmak için Anadolu’da bir maceraya girmekten alıkoymuştu. İngiliz-Fransız Anlaşması ile Suriye ve Türkiye’nin güney illeri Fransa’ya verildi. Atatürk’ün kazandığı zaferler ve Irak’ta 31 Ağustos 1922’de Albay Şefik Özdemir Bey’in İngilizlere karşı kazandığı “Derbent Zaferi” İngilizlerin yeni bir savaşı göze almalarına engel oldu.
Kitaplar
– Akşin, Abtülahat Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991.
– Bayur, Hikmet, Atatürk’ün Hayatı ve Eserleri, Ankara, 1990.
– Doğan, D. Mehmet, Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş, Yazar Yayınları, Ankara, 2013.
– Gülmez, Yrd. Doç. Dr. Nurettin, Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1999.
– Güztoklusu, Murat, Atatürk’ün Ortadoğu Projesi Elcezire Konfederasyonu ve Özdemir Bey’in Filistin-Suriye Kuvva-i Milliyesi, Barış Kitabevi, 2. bs. Ankara, 2013.
-Kılınçkaya, Doç. Dr. M. Derviş, Osmanlı Yönetimindeki Topraklarda Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Suriye, ATAM Yayınları, 2. bs., Ankara, 2008.
– Öke, Mim Kemal Kutsal Topraklarda Siyonistler ve Masonlar, İstanbul, 1991.
– Pekdoğan, Yrd. Doç. Dr. Celal, Gazi’den Gazi’ye Mustafa Kemal ile Muhâberât, Sarıyıldız Ofset, Ankara, 2014.
– Sonyel, Salâhi R., Mustafa Kemal (Atatürk) ve Kurtuluş Savaşı (1918-1923), Cilt: I, Türk Tarih Kurumu Yayınları: XVI. Dizi-Sayı: 111, Ankara, 2008.
– Sonyel, Salâhi R., Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, Türk Tarih Kurumu Yayınları : XVI. Dizi, 3. bs., Ankara, 2003.
– Ünler, Ali Nadi, Gaziantep Savunması, Kardeşler Matbaacılık, İstanbul, 1969.
Makaleler
– Gülcü, Yrd. Doç. Dr. Erdinç, “Millî Mücadele Döneminde Kilis”, Kilis 7 Aralık Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt : 2, Sayı : 3 (Haziran 2012), s. 15, 24-25.
– Rafik, Abdülkerim “Türkiye-Suriye İlişkiler (1918-1926)”, Çev. Sabahattin Samur, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı: 102 (1996), s. 6.
– Sonyel, Selâhi R., “Albay T. E. Lawrence, Haşimi Araplarını, Osmanlı İmparatorluğuna Karşı Ayaklanmaları İçin Nasıl Aldattı, İngiliz Belgelerine Göre”, Belleten, C.LI, S.199
-Tutsak, Doç. Dr. Sadiye, “Milli Mücadele Yıllarında Suriye’deki Gelişmelerin Güney Cephesi ve Ankara Hükûmeti Açısından Önemi-II”, Journal of History Studies, Cilt: 6, Sayı: 5 (2014), s. 197.
– Umar, Ömer Osman “Millî Mücadele Dönemi Türkiye-Suriye İlişkileri (19181923)”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, (Haziran-1996), s. 38.
– Umar, Ömer Osman “Millî Mücadele Dönemi Atatürk’ün Orta Doğu Politikası, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 20, Sayı: 1 (2010), s. 446-448-449.
– Umar, Ömer Osman “Suriye’de Kurulan Kuvayı Milliye Teşkilâtı ve Üyeleri”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı: 121, Ağustos, 1999, s. 4.
-Yorulmaz, Prof. Dr. Şerife Çukurova’da Kuvayı Milliye Yapılanmasının Temel Özellikleri, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı: 35-36, (Mayıs-Kasım 2005), s. 345-351-373.
Gazeteler
ATESE Belge
ATASE, K. 937; G.3;B.3 (1-2).
[1] Ömer Osman Umar, “Millî Mücadele Dönemi Atatürk’ün Orta Doğu Politikası, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 2010, Cilt: 20, Sayı: 1, s. 446.
[2] Ömer Osman Umar, “Millî Mücadele Dönemi Atatürk’ün Orta Doğu Politikası, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 2010, Cilt: 20, Sayı: 1, s. 467.
[3] Kılınçkaya, Doç. Dr. M. Derviş, Osmanlı Yönetimindeki Topraklarda Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Suriye, ATAM Yayınları, 2. bs., Ankara, 2008., s. 165-166.
[4] Akşin, Atatürk’ün Dış Politika…, s. 207-208.
[5] Kılınçkaya, Osmanlı Yönetimindeki…, s. 167-168.
[6] Kılınçkaya, Osmanlı Yönetimindeki…, s. 169.
[7] Kılınçkaya, Osmanlı Yönetimindeki…, s. 170-171.
[8] Ömer Osman Umar, “Millî Mücadele Dönemi Türkiye-Suriye İlişkileri (19181923)”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, İstanbul, (Haziran), 1996, s. 38.
[9] Mim Kemal Öke, Kutsal Topraklarda Siyonistler ve Masonlar, İstanbul, 1991, s. 417.
[10] Salâhi R. Sonyel, Mustafa Kemal (Atatürk) ve Kurtuluş Savaşı (1918-1923), Cilt: I, s. 550-559.
[11] Abtülahat Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991, s. 207.
[12] Abdülkerim Rafik, “Türkiye-Suriye İlişkiler (1918-1926)”, Çev. Sabahattin Samur, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı: 102, İstanbul, 1996, s. 6.
[13] Akşin, Atatürk’ün Dış Politika…, Ankara, 1991, s. 207-208.
[14] ATASE, K. 937; G.3;B.3 (1-2).
[15] Murat Güztoklusu, Atatürk’ün Ortadoğu Projesi Elcezire Konfederasyonu ve Özdemir Bey’in Filistin-Suriye Kuvva-i Milliyesi, Barış Kitabevi, 2. bs. Ankara, 2013 s. 82.
[16] Güztoklusu, Atatürk’ün Ortadoğu Projesi…, s. 81-82.
[17] Hikmet Bayur, Atatürk’ün Hayatı ve Eserleri, Ankara, 1990, s. 156.
[18] Kılınçkaya, Osmanlı Yönetimindeki…, s.173-174.
[19] D. Mehmet Doğan, Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş, Yazar Yayınları, Ankara, 2013, s. 30- 31.
[20] Güztoklusu, Atatürk’ün Ortadoğu Projesi…, s. 105.
[21] Cumhuriyet, 13 Ocak 1937.
[22] Güztoklusu, Atatürk’ün Ortadoğu Projesi…, s. 88.
[23] Göztoklusu, Atatürk’ün Ortadoğu Projesi…, s. 88-89.
[24] Güztoklusu, Atatürk’ün Ortadoğu Projesi…, s. 93-94.
[25] Ömer Osman Umar, “Suriye’de Kurulan Kuvayı Milliye Teşkilâtı ve Üyeleri”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı: 121, Ağustos, 1999, s. 4.
[26] Prof. Dr. Ömer Osman Umar, “Millî Mücadele Dönemi Atatürk’ün Orta Doğu Politikası, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 20, Sayı: 1, Elazığ, 2010, s. 448.
[27] Güztoklusu, Atatürk’ün Ortadoğu Projesi…, s. 103.
[28] Güztoklusu, Atatürk’ün Ortadoğu Projesi…, s. 103-104.
[29] Cumhuriyet, 13 Ocak 1937.
[30] Tutsak, Doç. Dr. Sadiye “Milli Mücadele Yıllarında Suriye’deki Gelişmelerin Güney Cephesi ve Ankara Hükûmeti Açısından Önemi-II”, Journal of History Studies, Cilt: 6, Sayı: 5, Eylül 2014, s. 197.
[31] Selâhi R. Sonyel, “Albay T. E. Lawrence, Haşimi Araplarını, Osmanlı İmparatorluğuna Karşı Ayaklanmaları İçin Nasıl Aldattı, İngiliz Belgelerine Göre”, Belleten, C.LI, S.199, Nisan 1987, s. 246.
[32]Tutsak, Journal of History Studies, s. 197.
[33] D. Mehmet Doğan, D. Mehmet, a.g.e.,, s. 31.
[34] Umar, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, s. 448.
[35] Umar, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, s. 448-449.
[36] Salâhi R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, Türk Tarih Kurumu Yayınları : XVI. Dizi, 3. bs., Ankara, 2003, s. 188.
[37] Nurettin Gülmez, Kurtuluş Savaşı’nda…, s. 241-242.
[38] Kılınçkaya, Osmanlı Yönetimindeki…, s. 177.
[39] Gülcü, Yrd. Doç. Dr. Erdinç “Millî Mücadele Döneminde Kilis”, Kilis 7 Aralık Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt : 2, Sayı : 3, Haziran 2012, s. 24-25.
[40] Kılınçkaya, Osmanlı Yönetimindeki…, s. 178-179.
[41] Ali Nadi Ünler, Gaziantep Savunması, Kardeşler Matbaacılık, İstanbul, 1969, s. 67-68, Akşin, a.g.e., s. 193.
[42] Mim Kemal Öke, Kutsal Topraklarda Siyonistler ve Masonlar, İstanbul, 1991, s. 193.
[43] Gülcü, Kilis 7 Aralık Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, s. 24-25.
[44] Yrd. Doç. Dr. Celal Pekdoğan, Gazi’den Gazi’ye Mustafa Kemal ile Muhâberât, Sarıyıldız Ofset, Ankara, 2014, s. 79-80.
[45] Kılınçkaya, Osmanlı Yönetimindeki…, s. 179.
[46] Kılınçkaya, Osmanlı Yönetimindeki…, s. 180.
[47] Gülcü, Kilis 7 Aralık Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, s.15.
[48] Ünler, Gaziantep Savunması, s. 67-68.
[49] Prof. Dr. Şerife Yorulmaz, Çukurova’da Kuvayı Milliye Yapılanmasının Temel Özellikleri, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı: 35-36, Mayıs-Kasım 2005, s. 345-351-373.
[50] Kılınçkaya, Osmanlı Yönetimindeki…, s. 183.
[51] Salahi R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, s. 189.
[52] Nevin Balta, Araştırmacı-Yazar, [email protected]