Quantcast
Susurluk Sultançayır-Aziziye-Yıldız Bor Madeni – Belgesel Tarih

Nurettin KUŞ
Nurettin  KUŞ
Susurluk Sultançayır-Aziziye-Yıldız Bor Madeni
  • 11 Kasım 2023 Cumartesi
  • +
  • -
  • Nurettin KUŞ /

Loading

Türkiyede ilk Bor Madeni Susurluk Sultançayır, Aziziye, Yıldız Madenleri ile ilgili araştırmalarım sonucu Susurluk Bor madenlerinin ilk keşif hikayesi, belirli zaman dilimlerinde bor madenleri yaşananlar,maden müdürleri mühendis ve çalışanların bilgileri, anıları tutulan günlükler, notlar kurtuluş savaşı dönemi, Susurluk kurtuluş günü 5 Eylül 1922 de ve öncesinde madende yaşananlar, yabancı uyruklu çalışanların bölgeden uzaklaştırılması için yapılanlar, Susurluk Sultançayır Aziziye ve Yıldız Bor madeni yurt dışı kaynaklı 1928 baskı Almanca “Das pandermit vorkomm von Sultan tschair, 1984 baskı ingilizce “Nj. Travis And E.J Cocks “The Tincal Trail” 1971-1996 baskı İngilizce by Werner Bühler ”Borasit The story of the Turkish Boron Mines and Their Impact on the Boron Industry” ve The boron reality in Susurluk Turkey ve What is Boron Boron in the world ve Susurluk ile ilgili yayınlanan bor araştırmalarından SUSURLUK İlk bor madenlerini yazacağım, ayrıca Türkiye ve Bor çalışmalarımız, Dünyada Bor hakkında görüş ve düşüncelerimide araştırmalar ışıgında aktarmak istiyorum.

Yerli ve yabancı kaynaklar kitap ve dergiler arşivi oluşturmamda büyük katkı sağlayan yurt dışı kaynaklı Das pandermitvorkomm von Sultan tschair, Nj. Travis And E.J Cocks “The Tincal Trail” Werner Bühler ”Borasit The story of the Turkish Boron Mines and Their Impact on the Boron Industry” ve The boron reality in Susurluk Turkey ve What is Boron Boron in the world kitapların temininde katkı sağlayan ABD Vaşington Büyük elçiliğinde görev yapan şu anda Bursada ikamet eden değerli Can Kerem Kaya kardeşime, tercüme ve çevirileri yapan değerli sayın Feyyaz Polat‘a ve sayın İrfanAlyaz’a, 1928 baskı Almanca dergi ve kitabın tercüme çevirisinde 1928 baskı olmasından ve kullanılan maden jeoloji terimlerinde yaşadığımız çeviri zorlukları ve çevirede hata yapmamak için Almanyada Jeoloji ve maden dalında çalışan işinde kariyer ve tecrübe sahibi dostlarımıza arkadaşlarlarımıza ulaşıp Almanyada tercüme yapılmasını sağlayan ve tercüme sonrası original kitap ile birebir sayfa sayfa yazılı hale getirilmesinde değerli katkıları olan ve Almanyada ikamet eden değerli Susurluklu hemşehrimiz Abdullah BALCILAR a sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Bor madenleri ve gerçeği. Bor madeninin gerek Türkiye gerekse Dünya için önemi çok büyük. Ve Bor aslında göze görünmeyen bir çok tüketim malzemelerin içinde ( temizlik maddeleri, diş macunları, bilgisayarlarımızın içinde, saat kadranları, işletim sistemleri, çelik sanayi, uçak sanayi ürünleri içinde olan element türü. Borun en büyük özelliği vazgeçilmez olması. Bor madeninin yerine geçebilecek bor madeninin yerini doldurabilecek, dünyada bu türden bir elementin olmadığı gerçeği. Türkiye Cumhuriyeti olarak biz 1800’lü yıllardan bugune çalıştırılıp satılmış olanlardan sonra dahi Dünya rezervinin dörtte üçüne sahip ülke durumundayız.

Dünyadaki borun yüzde yetmişaltısı ülkemizde, geri kalan kısmı yüzde yirmidört Amerika Çin ve diğer ülkeler. Bor ile ilgili bilgilerden yola çıkarsak görünen ve çok bilinen özelliklerin yanı sıra araştırma yapılan görünmeyen özelliklerininde mevcut olduğu ve yapılan araştırma çalışmalarla açıklanmayan ve gizli tutulduguna inanılan görüşlerde ortaya konuyor. Hal böyle olunca Bor ile ilgili daha çok ilginç olaylara ve çalışmalara gebe olunduğu görüşler mevcut. ve sonuç olarak ileride şu an bilinmeyen değişik üretim dallarında kullanılan bir maden olarak karşımıza çıkabilir. Yıllar öncesi elektrikli araçlar, motorsiklet ile borla ilgili projeler olayında araştırmalar yapılmış ve hatta görücüye çıkarılmış idi. Uzun yıllar petrol devleri bu çalışmaları geciktirdigi gerçeği bilinen bir konu. Kablosuz elektrik sistemi ne de izin vermediler. Konu ile ilgisi ne diyebilirsiniz. Ayni firma petrol türevlerine alternatif olarak otomobil çalışması gerçekleştirmişti.. Araştırması su ile ile ilgili çalışmada neyi fark etti. Sonuç şu idi. Sudaki oksijeni dışarı atarak hidrojeni yakıta çevirecek sistem üzerinde çalıştı. Hidrojeni yakıcı olarak enerjiye dönüştürecek ve oksijeni dışarı atacaktı. Bu alternatif tek element bor madenidir. Sistemde tek alternatif oldu. Yaptığı çalışmayı da hayata geçirecekti. Ancak bu şirketin kablosuz elektrik ve bor çalışması sonuçsuz bırakıldı ve neticede bu konu şirketinin sonu oldugu çevrelerce söylendi.

1960’lı yıllarda bu konularda 682 adet patent alındığı çok açık ve aşikar iken Bor ile çalışan arabalar üzerine hayata geçirilebilecek türden araçlar yapılması çalışmaları petrol devlerinin bu projelere hep engelleri ile sonuçsuz kaldı. Amerikan hükümeti ülkesinde bor madeni yüzde dokuz olduğu için bu konuda Türkiye üzerine yoğunlaştı. Teknolojiye sahip olmadığımız için bor madeni işlemeden satmak zorunda kaldık hep. Değersiz bir element gibi sattık. Devlette haberdar ama baskılar ve teknolojiye sahip olamayınca pek bir şey yapılamadı.

Anadolu’ya ve ülkemize verilen değerin ilginin sebebi bor ve toryum olabilir mi? 70 yıllarda bor değerleniyor ama mümkün olsa elde tutamıyoruz. değersiz satıyoruz ne yazıkki.. Satış dünya piyasasını Türkiye belirliyor satış olarak belirliyor ama fiyat olarak biz belirleyemiyoruz. Fiyat borsasını İngiliz Kanada ortaklığı belirliyor her zaman oldugu gibi. 80 yılları herkes hatırlar, Amerika çalışmalarında Uzay mekiklerinde yüksek ısıya dayanıklı maddeler kullanmaları gerektiğinin farkına vardı ve bunun bor olduğunu gördüler. Türkiye bor madeni kalitesininde çok iyi olduğu gerçeği bizden alınan bor madenlerinden ve diğer bor madenlerinden ayrı çalışmalarla kabinler yapıldı. Yapılan bu mekiklerinde yüksek ısıya dayanıklı Türkiyeden alınan bor madenlerinden de farklı kabinler yapıldı.

Atmosfere attıkları mekiklerde 28 0cak 1986 tarihinde Challenger faciası denilen ve hareket ettikten 73 saniye sonra parçalanandı. Korkunç bulutlar oluşarak paramparça oldu. Bu faciada bir kabin hiç parçalanmamıştı. Nasa‘da incelemeye alınan kabin Türkiyeden ithal edilen bordan yapılmıştı. Türkiyeyi ilgilendiren kısmı neydi. Amerikan başkanı Ronald Reegan ‘a bildirildi. Bir tepkisi oldu Türkiyeye söylevlerde bulunuldu. Türk hükümeti aranılarak üretmekle sorumlu Etibank için neler oldu ne söylendi genel müdür bir gün sonra istifa ettimi ettirildi mi, bunlar araştırma ve derin incelemeler sonucu bilinecek konular. Türkiye Bor madeninin yarım işlenmesine, çok ucuza ihrac edilmesine rağmen borun kalitesi muhteşemliği ortaya çıktı. Teknoloji ile çalışmalar yapıldı. Rusya, Japonya, Amerika ve Kanada ile temaslar kuruldu. Ve Türkiyede işlenmesi konusunda tesis kurulması için bu konuda çalışan ülkelere teklifler istendi ancak Türkiyede bor işleme tesisi konusunda hiçbir olumlu cevaplar alamadı maalesef. Biz bu bor madenini işleyip satabilse idik keşke. Maalesef bu şekilde satmak mecburiyetinde kalıyoruz. İhraç ettiğimiz boru, android televizyon, elektronik eşyalarda kullandığımız bor için kendi malımıza fazlası ile kat kat ücret ödeyerek geri alıyoruz, ne yazıkki. Blujinlerde kullanılan maddede kod için kat kat fazlasına satın aldık üretim bizde ama ne yazıkki böyle.

1991 yıllarda araştırmacı mühendis değil herhalde, Ünal isimli bir kişi su ile yürüyen araba yaptım diye ayni yöntem sistemle suyu ayrıştırarak pazarlamak istiyor iş adamlarından ilgi bekliyorum diyor Ankara otelinde buluşma oldugu ve bu kişinin barda otururken hiç tanımadı bir kişi tarafından niye çarptın sebebi gelişen olaylar ve projelerin gerçekliği sonuçsuz kalıyor ve. Bu konularda çalışma yapanların başına bir şeyler geliyor. Petrol 50 yıl içinde tükenmesi durumunda petrol türevi arabalar kullanılmayacak çöp olacaklar, elektrikli araçlara geçildiğinde Bor bunun tedavisi. Bir proje için katalizor ayrıştıracak oksijen veren zehirli bir gaz dışarı vermeden harika bir örnek. Seçenek borla katkılı arabalar. Toryum santralı. Bir iki madeninde deposu Türkiyede. Arabalarda uzayda araçlarda kullanılacak tek maden bor ve toryum.

Bor madeni nasa çalışmalar yapıyor.gizli tutulan projeler var. Uzak gezegenlere gidebilmek için aralarda su dolu meteorları benzin istasyonu gibi kullanırsanız, bor muhakkak gerekli olacak Ayrıştıracak ve yanıcı madde ve oksijen ayrıştıracak. Boru biz o kadar kullanıyoruz ki aslında her şeyde bor var. Açık konuşmak lazım projeler gizli yürümek mecburiyetinde. Bu emperyalist ülkelerin uyguladığı taktikler var. Eğer ülkenizde örneğin altın yüksek miktarda ise başınız beladan kurtulmaz.sizin ülkenizde bir şeyler iyi gitmez, sıkıntılar bitmez. Bu sadece altın için değil. Madenler için de böyle. çünkü bu madenler Bor ve toryum gibi her şeyde kullanılan çok kıymetli madenlerse ayni şey.

Bor madeni ilk bakışta beyaz bir kayayı andırmaktadır. Çok sert ve ısıya dayanıklı doğada serbest bir element olarak degil tuz şeklinde bulunmaktadır. Ülkemizdeki bor kalitesi diğerlerine göre çok yüksektir.Toğragın kırk metre altında bulunan borun diğer elemetlerle az karıştıgından dolayı kolay sayılabilmektedir.Bor periyodik sistemin üçüncü grubunun başında yer alan bir element olup bu grubun diğer üyeleri metal olmasına karşın Bor Ametal olarak sayılmaktadır.Periyodik tabloda B olarak gsterilen atonm numarası 5 atpm ağırlığı 10,81 olan metalle a metal arası yarı iletkendir.

Diğer elementlere olan yüksek kimyasal ilgisinden dolayı doğada serbest halde bulunmayan borun meydana getirdiği minerallerin çok eski tarihlerden bu yana tanındığı ve kullanıldıgı bilinmektedir. En yaygın bor bileşikleri borik asit ve bor ‘un sodyum kalsiyum ve magnezyum ile meydana getirdiği bileşiklerdir.

Genel olarak Bor Metalürji sanayinde, Nükleer reaktörlerde, Organik Kimya sanayinde, Cam seramik deterjan vb. sanayilerde, Fotografçılıkta kullanılır.

Bor doğada çoğunlukla Borat biçiminde bulunmaktadır. Önemli cevherler arasında boraks,kernit ve kolematit ayılabilir. Ülkemizdeki bor yatakları Balıkesir Biğadiç, Sındırgı,Susurluk, Bursa M.kemalpaşa, Eskişehir, Seyitgazi ve Kütahya Emet’tir.  ülkemizdeki Bor işletme tesislerimiz ise Emet Kolemanit işletmesi, Kırka Boraks ve asit Fabrikası, Kestelek Kolemanit işletmesi, Bandırma Boraks ve Asit fabrikaları, Bigadiç Kolemanait işletmesi dir.

Sonuç olarak madenlerimizle ilgili şunları sıralayabiliriz

Bor ve ferrokrom tesislerinin kurulusunda yabancı ülke yaklaşımları hepimizin malumudur. Birçok oyalama ve zorluklara rağmen rağmen tesisler kurulmuştur. Ayni durum trona için de geçerlidir. Her zaman bor tuzları Batı’nın gündemindedir. Dünya bor rezervlerinin %70 ine sahip olan ülkemiz Türkiye, dünya pazarının da %35 ini kontrol edebilmektedir. Bu suretle bor üretimini ve pazarlamasını elinde e tutan ülkemiz önemli avantajlar elde etmeye başlamıştır edecektirde.. Ancak, Bati her yönüyle cazip olan bu kaynağa karsı isteklerini devam ettirmektedir.. “Bu nedenle 1986 yılında Morgan Bank’ın hazırladığı Özelleştirme Master Planında Etibank için holding modeli öngörülmüş, bor ve krom gibi yüksek karlı işletmelerin satış listesine alınması önerilmiştir”.

Doğal kaynaklarımızın iyi değerlendirilmesinin gerekliliğini şarttır. Bir ülkenin doğal kaynaklara sahip olması çok önemlidir,ancak bu kaynakları nasıl kullandığınız,değerlendireceğiniz bir o kadar daha önemli husustur.. Dünyada çok zengin kaynaklara sahip olan ülkeler, hala geri kalmışlık kategorisinde yer almaktadır.

Bor, Türkiye için çok önemli doğal kaynak olup kaynağı ülke menfaatleri doğrultusunda değerlendirmek, nihai bor türevlerinin üretimini gerçekleştirmeyi görev addetmemiz gerekmektedir. r.

Etibank, madencilik sektöründe lokomotif olarak bu özelliğini sürdürmeli, Bor türevleri, Seydişehir Alüminyum, Yüzüncü Yıl Gümüş Tesisleri’nin kapasitelerini ve yenileme çalışmalarını bir an önce yapmalıdır.

Yıllardır geciktirilen batılı tekellerin oyuncağı durumundaki Trona yatağının da ivedilikle isletmeye alınması ülke menfaatinedir.

Türkiye sanayileşmesini tam olarak geliştiremediği ve nihai ürünün elde edilmesini sağlayacak yeni modern teknolojilere geçmemiş olması ileride ihtiyaç olacak cevherleri, hammadde olarak ihraç etmekteyiz. Hammadde ihracı ile yeterli katma değer sağlayamayacağımın bilincinde olarak Katma değerin yurt içinde kalması için Ar-Ge’ye ve teknolojik yatırımlara acil olarak önem verilmelidir.

21.yüzyılda maden isçisi, mühendisler e önem değer verilerek sektörde iyi yerlerde olmaları için çaba gösterilmelidir.

Hala ülkemizde teknik ve teknolojik gelişmelerden uzak üretim gerçekleştirilmektedir bir an önce bu husus düzeltilmelidir.  Enerji üretiminde öncelikle öz kaynaklarımızın değerlendirilmesi gerekir. Bazı kolaylıklar nedeniyle ithalat cazip gelebilir, ancak bu durum ülkeye uzun vadede bir şey kazandırmadığı açık ve gerçektir.

Madencilik sektöründeki KİT’lerin bugün çeşitli nedenlerle içine düşürüldükleri durumdan biran önce çıkarılmaları gerekir. Gerçekleşmeyen yatırımlar sebebi ile teknolojik sorunların çözümü ve politik baskılarla bozulmuş çalışma sisteminin düzeltilmesi zorunludur.

Madencilik ve çevre dengesi ülkenin gerçeklerine göre ele alınmalı,. Bilimsel verilerle ekolojik dengeyi bozmadan gereken her türlü önlemlerle üretim gerçekleştirilmelidir.

Madencilik sektörü genellikle günlük politikalarla yönetilmiştir. Sağlıklı bir devlet politikası belirlenmesi öngörülmektedir. Gelişmiş ülkeler madenlerin temini konusunda uzun vadeli politikalar oluşturmuşlardır. Dünya hammadde kaynakları sınırlı olup. Türkiye mevcut kaynaklarını çok iyi değerlendirmelidir. Gelecekle ilgili politikalar saptamalıdır.. Madencilik sektöründe uzun erimli politikalar ve stratejiler oluşturmalıdır.

Bor madeninin kullanım yerleri hakkında şöyle bir fikir sahibi olmak istersek Askeri & Zırhlı Araçlar, Zırh levhaları, Seramik levhalar, Silah namluları vb. Cam Sanayi Borosilikat camlar, Laboratuar camları, Uçak camları, Borcam, Pyrex, İzole Cam elyafı, Tekstil cam elyafı, Optik lifler, Cam seramikleri, Şişe, diğer düz camlar, Otomotiv camları vb. Elektronik ve Bilgisayar Sanayinde İşlemciler, LCD Ekranları, CD Sürücüleri, Akım levhaları, Bilgisayar ağları; sıcaklığa-aşınmaya dayanıklı Fiber Optik kablolar, Yarı iletkenler, Vakum tüpleri, Dielettrik malzemeler, Elektrik kondansatörleri, Kapasitörler, Gecikmeli sigortalar, Bataryalar, Lazer yazıcı tonerleri vb. Enerji Sektörü,Güneş enerjisi depolanması, Güneş pillerinde koruyucu olarak, Hücre yakıtları vb. Fotoğrafçılık ve Görüş Sistemleri Kamera ve objektif camları, Fotoğraf makinaları, Dürbünler, Banyo ve film İmalatı,İlaç ve Kozmetik Sanayi Dezenfekte ediciler, Antiseptikler, Diş macunları, Lens solüsyonları, Kolonya, Parfüm, Şampuan vb. İletişim Araçları Cep telefonları, Modemler, Televizyonlar vb. İnşaat Sektörü Çimentoda direnç arttırıcı ve izolasyon amaçlı olarak Kağıt Sanayi Beyazlatıcı olarak Kauçuk ve Plastik Sanayi Naylon ve Plastik malzemeler vb. Kimya Sanayi Bazı kimyasalların indirgenmesi, Elektrolitik işlemler, Flotasyon ilaçları, Banyo çözeltileri, Katalistler, Atık temizleme amaçlı olarak, Petrol boyaları, Yanmayan ve Erimeyen boyalar, Tekstil boyaları, Yapıştırıcılar, Soğutucu kimyasallar, Korozyon önleyiciler, Mürekkep, Pasta ve cilalar, Kibrit, Kireçlenme önleyicileri, Dezenfektan sıvılar, Sabun, Toz deterjanlar, Toz beyazlatıcılar, Parlatıcılar vb. Koruyucu…. Ahşap malzemeler ve ağaçlarda koruyucu olarak, Boya ve vernik kurutucularında vb. Makine Sanayi Manyetik cihazlar, Zımpara ve aşındırıcılar Kompozit malz.

Metalürji Kaplama sanayiinde Elektrolit olarak, Paslanmaz ve alaşımlı Çelik, Sürtünmeye – Aşınmaya karşı dayanıklı malzemeler, Kaynak elektrotları, Metalurjik Flaks, Refrakterler, Briket malzemeleri, Lehimleme, Döküm malzemelerinde katkı maddesi olarak, Kesiciler.

Nükleer Sanayi Reaktör aksamları, Nötron emiciler, Reaktör kontrol çubukları, Nükleer kazalarda güvenlik amaçlı ve nükleer atık depolayıcı olarak, Otomobil Sanayi Hava yastıklarında, Hidroliklerde, Plastik aksamda, Yağlarda ve metal aksamlarda, Sıcaklık ve ses Yalıtımı sağlamak amacıyla, antifrizler vb. Patlayıcı Maddeler Fişek vb. Seramik Sanayi Emaye, Sır, Fayans, Porselen boyaları vb. Spor Malzemeleri Kayak aksamları, Tenis raketleri, Balık oltaları, Golf sopaları, Darbe koruyucular vb. Tarım Sektörü.. Biyolojik gelişim ve kontrol kimyasalları, Gübreler, Böcek – bitki öldürücüler, Yabani ot mücadelesi vb. Tekstil Sektörü Sıcaklıklığa dayanıklı kumaşlar, Yanmayı geciktirici ve önleyici selülozik malzemeler, İzolasyon malzemeleri, Tekstil boyaları Deri renklendiricileri, Yapay ipek parlatma malzemeleri, vb.Tıp Osteoporoz tedavileri, Allerjik hastalıklar, Psikiyatri, Kemik gelişimi ve Artrit, Menopoz tedavisi, BNTC terapi yöntemiyle beyin kanserlerinin tedavisi, Manyetik Rezonans görüntüleme cihazlarında vb. Uzay ve Havacılık Sanayii Sürtünmeye – aşınmaya ve sıcaklıklığa dayanıklı malzemeler, Roket yakıtı, Uydular, Uçaklar, Helikopterler, Balonlar

Toryum da Devlet Planlama teşkilatından onay gördü biliyoruz ve toryum dahil muazzam bir rezervin üzerinde yaşıyoruz. Hindistan yapmaya gayret ediyor çokmu zekiler hayır. Çin yakında devreye sokuyor. şu anda böyle rezervi olmamasına rağmen,.tuz reaktörü sıvı hale getirmişler. Çin devlet resmi ajansının açıklamaları tabiî ki.. Çin temiz enerji toryuma güveniyor. Unutulan yakıt toryumla yeni bir nükleer çağ başlayacak deklere etti. Yakıt arzı içinde kullanacağız ısınma için, elektrik için de. bir ton toryum 1 milyon varil petrole eşit. Kanada başladı projelere Norveç başladı, Denemelere öyle biliyoruz.

Bor ve ferrokrom tesislerinin kurulusunda Batı’lıların nasıl yaklaştığını belirtmiştik. Birçok oyalama ve zorluğa rağmen tesisler kurulmuştur. Ayni durum trona için de geçerlidir. Her zaman bor tuzları Batı’nın gündeminde olmuştur. Dünya bor rezervlerinin %70 ine sahip olan Türkiye, dünya pazarının da %35 ini kontrol etmektedir. Bor üretimini ve pazarlamasını tek elde tutan ülkemiz önemli avantajlar elde etmiştir. Ancak, Batı her yönüyle cazip olan bu kaynağa karşı isteklerini sürdürmektedir

Doğal kaynaklarımızın iyi değerlendirilmesinin gerekliliğini tekrarlamak isteriz. Bir ülkenin doğal kaynaklara sahip olması çok önemlidir. Ancak bu kaynakları nasıl kullandığınız, nasıl değerlendirip kullandıgınızda bir o kadar önemlidir. Dünyada çok zengin kaynaklara sahip olan ülkeler, hala geri kalmışlık kategorisinde yer almaktadır.

Bor, Türkiye için çok önemli doğal kaynaktır.Bor kaynağı ülke menfaatleri doğrultusunda değerlendirip nihai bor türevlerinin üretimini gerçekleştirmek hepimizin görevidir.

Etibank, madencilik sektörünün geçmişte lokomotifi idi, günümüzde de bu özelliğini sürdürmelidir.

Osmanlı dönemi 1865-1914
İLK BOR MADENİ

19.yy.başlarında,Sultan III. Selim’in yönetiminde Londra, Viyana, Paris ve Berlin’de elçilikler kurulmuş, ve döneme uyumluluklar sağlanmaya başlanmıştı ve II. Mahmud (1808-1839) Türk yaşamını “Avrupalılaştıran” reformlara devam ettiği söylenebilir. 1826’da Yeniçerilerin kaldırılması sonrası, bu hareketlenme yüz yıl süren bir karmaşa içinde ordular geri dönüyor ancak fetihçiler artık Paris, Berlin, Londra ve Moskova’da oturuyorlardı. Türkler pasif bir role bürünmüş görüntü içinde idi. Yeni güçlerin iç işlerine karışmasını git gide daha fazla kabul eder durumlar baş gösterdiği noktada ilk Türk bor yatağının keşfi bu döneme rastlar. Pek çok kaynak bu madenlerin önceden Bizans dönemlerinde de çalıştırıldığını iddia etmektedir, ancak bu konuya ait hiç bir belge, kaynak bulunamamış, bu teoriyi destekleyecek kanıt ya da ipuclarına ulaşılamamıştır.

Travis ve Cocks bor yatağının bulunuşunu şöyle anlatır. Polonyalı bir göçmen olan Henri Groppler Marmara kıyısında bir mermer ocağı işletmekte olup mali desteğini canlandırmak için Paris’e ziyaretinde, Fransız mühendis Desmazures ile de görüşür ona hatıra olarak, işçilerinin bazen mermer cilalamasında kullandıkları alçıtaşları ve bilinmeyen bir madenden taştan yontulan küçük, pürüzlü heykelcikler hediye eder. Sert kireçtaşını andıran bu taşlardan yontu ile heykelciklerin içeriğini merak eder ve yaptığı analiz sonucu yüksek oranda bor oksiti içerdiğini anlar. Desmazures hemen Groppler’e heykelciklerin taşlarına ait bölgenin ayrıntıları ile ilgili telgraf çeker ve araziyi satın almasını önermekle kalmaz,Desmazures Türkiye’ye gelir ve Groppler ile beraber bölgedeki yerlilerin yardımları ile alçıtaşlarıyla beraber heykelciklerin yapıldığı taşların kaynağını bulurlar. Balıkesir Susurluk’un yaklaşık 9 km. güneyinde yer alan bu yer Aziziye idi. Compagnie Industrielle des Mazures ( Mazures Sanayi Şirketi) adı verilen bir Fransız şirketi kurulur.ve şirket 1865 yılında, Sultan’ın hükümetinden bir permis (izin) alır. Bir kalsiyum borat olan maddeye, yakınlardaki Bandırma’nın eski ismi olan Panderma’dan yola çıkılarak pandermit adı verilir ve kimyasal formülü Ca4B10O19.7H2O’dur. Desmazures hemen, Türk pandermitini yerleştireceği, Paris yakınlarındaki Maisons Lafitte’de bir boraks rafinerisi inşa ettirir.

21 Haziran 1887’de, Desmazures ve Groppler Aziziye madeni için 50 yıllık tam imtiyaz tanıyan bir İmparatorluk Fermanı alırlar. Aynı yıl, Sultançayır’da olan yakınlardaki bir maden için bir başka imtiyaz da İstanbul’daki bankacılar olan Charles Hanson & Co. (Charles Hanson ve Ortakları) şirketine verilir. 1889 yılında bu imtiyaz bir şekilde Saray’daki Paşalardan birine aktarılır, o da bunu 1891’de Lyons’lu bir Fransız bankacıya satar.

1890 Yılı Sultançayır madeninden deve kervanı ile borax madeninin Bandırma yolculuğu

Türkiye 1915 kitabının yazarı ve ayni zamanda Osmanlı hükümetinde danışmanlık görevi yapan Paul R.. Krause kitabının 122.ve 123 Sayfasında Susurluk Bor madenlerini Sultançayırı şu şekilde anlatmaktadır. Kendi alanında tek örnek olan SUSURLUK taki bor yataklarının keşif hikayeside ki keşfinde benimde rolum vardır ve anlatılmaya değecek kadar ilginçtir.

.Çanakkaleli çömlekçilerin mallarına sürdükleri sır biri İngiliz diğeri Alman iki arkadaşımın dikkatini çekmiş sorduklarında ise çömlekçilerin kullandıkları çamura deve kervanı ile iç bölgelerden gelen öğütülmüş alçıdan bir miktar kattıklarını öğrenmişlerdir. 1876 da bu işin peşini bırakmamışlar ve Susurluk yakınlarında bir alçıtaşı madeninin Fransızlar tarafından işletildiğini deve kervanlarının bu alçı taşını Sultançayırdan aldıklarını öğrenmişlerdi. Madenin bekçisi Polonyalı çok ıssız olan bu bölgede Avrupalıları görünce sinirlenmiş ve madene yaklaşırlarsa ateş edeceği tehdidinde bulunmuştur. Bu halin özel bir durumda ancak böyle olabileceğinin düşünerek köylülerden birkaç alçıtaşı örneği temin etmişler gri renkli alçının içinde beyaz damarcıklar ve düğümler olduğu sebebiyle ayrıştırıp analiz ettirdiklerinde yüzde 40 oranında bor asidi bulunduğunu görmüşler ve Susurluk’a ikinci gidişlerinde yanlarında bende vardım. Arkadaşlarım Polonyalı ve Fransızlarla araları iyi olmayan köylülerden arazi satın almayı başardılar. Fransızların sadece alçıtaşı çıkarma imtiyazı oldugunu görünce borasit çıkarma imtiyazı almışlar. Fransızlarla uzun süren sürtüşme ve sınır anlaşmazlıkları sonucunda arazilerini Fransızlara satmışlar. Daha sonra İzmir den gelerek ayni formasyonların görüldüğü araziler satın aldılar. Fransız ve İngiliz şirketleri buralardaki madenleri işlettiler.1878 yılında bir gün Rus savaşının hemen ardından bu talihsizliğin halkın sırtına bütün yükünle bindiği günlerde bir köylü bana şunu demişti.” Deve dahi senede birgün oynar, fakat Müslümanın yüzünün güldüğü gün kalmadı. “ demişti. Bu sözü not etmiştim. Fakir halkın düşünce yaapısını çok net biçimde yansıtıyordu. Ne zaman Susurluk aklıma gelse hep bu sözü hatırlarım. Ve düşünürüm. diyerek kitabında anlatmıştır.

İlk maden çıkarma izninin, daha 1865 yılında, yani Abdülaziz devrinde Desmazures (Dömazür) isimli bir Fransız’a 20 yıllığına verildiğidir.

İşte bor madeninin dünyada en bol bulunduğu yerlerden biri olan Balıkesir’in Susurluk ilçesinin Sultançayırı bölgesindeki bu madenin işletme imtiyazı, Hanson adlı bir İngiliz ile Giove (Cove) adlı bir İtalyan uyruklu girişimcinin iştahını kabartır ve onun civarında başka bir madenin imtiyazını almak için harekete geçerler. Fakat Fransız işin peşini bırakmaz ve Mart 1880’de Fransız Elçiliğini harekete geçirerek bunu protesto eder. Tabii ucu Babıali’ye uzanan işlerden Abdülhamid’in haberdar olmaması düşünülemez. Rekabetin kızışması üzerine madenden başlangıçta yüzde 5 rüsum (vergi) alınırken, bu oran 4 kat artırılmış ve tam yüzde 20’ye çıkarılmıştır. Böylece yabancı şirketlerin işi zorlaştırılmakta, adeta imtiyazını aldıkları bu madenleri kendiliklerinden terk etmeleri arzulanmaktadır.

Belgelerden 1884 yılına doğru bor çıkarmak isteyen şirketler arasındaki rekabetin adeta kapışmaya dönüştüğü görülmektedir. Çözüm olarak maden sahasındaki işletmelere “Paydos!” denilmişse de, bu da ortalığın yatışmasına yetmemiştir. Çünkü yasaklamaya rağmen bor, bu defa kaçak yollardan, arpa vs. eşya arasına konularak yurt dışına kaçırılmakta, ocakta bekletilen madenler de ayrı bir gelir kaybına sebep olmaktadır.

Hanson-Cove şirketi ise işin peşini bırakmak niyetinde değildir. Şirket 1887 yılına geldiğimizde Osmanlı maliyesinin de zor durumda olmasından istifadeyle cazip ödeme teklifleri sunarak yeni bor imtiyazları koparmak için uğraşmaktadır. Nitekim bu cazip teklifler Danıştay (Şûra-yı Devlet) tarafından kabul edilmiş olup Bakanlar Kurulu’nca da onaylanmıştır. Şimdi sıra Sultan Abdulhamit’i ikna etmeye gelmiştir. Sultan Abdülhamid. Ondan da bir “irade” koparılırsa, iş tamamdır. derler.

Başbakanlıktan Yıldız Sarayı’na yazılan ve iki harita eklenerek gönderilen tezkerede bu hususta Padişah hazretleri her ne emir ve ferman buyururlarsa onun hükümlerine göre hareket edileceği belirtilmekteydi.

Takvimler, 9 Şubat 1887’yi gösteriyordu. Bu tarihten 3 ay sonra, 20 Nisan 1887 tarihli bir başka belgeden öğreniyoruz ki, saraydan bu konuda herhangi bir emir çıkmamıştır. Sultan II. Abdülhamit, bu yabancı şirketlere bor imtiyazını kaptırmamaya kararlıdır ve bu yüzden Babıali’nin kararını imzalamayıp savsaklamakta, tabir caizse uzatmaktadır.

İngiltere Büyükelçisi devrededir ve türlü övgüler düzerek Abdülhamit’den yardım istemektedir. Ancak Osmanlı çıkarlarına aykırı olduğuna inandığı bu irade bir türlü çıkmaz. Çünkü Abdülhamid, bor madeni üzerinde oynanan oyunların farkında olacak kadar uyanık bir yöneticidir.

Nihayet Yıldız Sarayı’ndan beklenen karar, 1889 yılında yine aynı yerde başka bir bor madeninin imtiyazı için çıkar. Bilin bakalım kime? İngiliz veya İtalyan girişimcilere değil elbette. Aşağıda orijinalini verdiğimiz belgeye bakılırsa Abdülhamid, artık bor madeni imtiyazlarını yerli üreticilere, özellikle de kendisine yakın olan paşalara vermeye başlamıştır. Bunun amacı da elbette bu değerli madenin kendisinin kontrol edebileceği insanların elinde durmasıdır. Zaten kapitülasyonlarla başı yeterince dertte olan devleti yeni bir sorun yumağına daha gömmek istememiştir.

İşte Başbakanlık Arşivi’nde bulunan (Yıldız Prk. Bşk. Dos.16/ Göm. 53) o belgenin sadeleştirilmiş hali:

“Hüdavendigâr vilayetinde, Karesi sancağında, Fart nahiyesinde, İldiz ve Aziziye köyleri civarında, doğusunda Ilıca yolundaki Kapalıdere içinde Sulucek mezarlığı ve kuzeyinde Sulucek ince yolu boyunca Arnavud Ağılı ve Germe Kaya ve batısında Küplü deresindeki köprüye ve oradan da Sultançayırı’ndan gelen caddede biri İldiz’a ve diğeri Hanson-Cove şirketine giden yoldan kesildikleri noktaya kadar ve güneyinde söz konusu noktadan adı geçen şirketin sınırı boyunca Kapalıdere’de sonlanan sınır dahilinde yaklaşık olarak 1500 dönüm arazide çıkacağı düşünülen borasit madeni imtiyazının usul ve nizamı dairesinde padişah hazretlerinin değerli yaverlerinden ve büyük mareşallerinden Fuad Paşa hazretlerine verilmesi onun verdiği dilekçe üzerine çıkan padişahın irade-i seniyyesi gereğidir. 23 Ağustos 1889.”

1887 yılında İngiliz rafinerileri için, Desmazures’in boraks ve borik asit fabrikası yeni ve tehditkâr bir rakip görülerek 1 Aralık 1887’de, Londra’da The Borax Company (Boraks Şirketi) adında bir firma kurularak ve Compagnie Industrielle des Mazures’in Aziziye madenlerindeki hisselerinin çoğunu satın alır.

Öte yandan Sultançayır madeni, Lyon’daki La Société Lyonnaise des Mines et Usines de Borax at Lyons (Lyonnaise Maden İşletmeleri ve Borax Fabrikaları) ile birlikte Viyana, Avusturya’da rafinerisi olan bir başkasının, The Compaigne France-Autrichienne de Produits Chimiques (Fransa-Avusturya Kimyasalları Şirketi)’nin mülkiyetine girer. 1898 yılında The Borax Company ayrıca bu Fransız grubunu satın alır ve böylece Türk pandermit üretiminin tamamını ele geçirir kontrolu eline almış olur. Baker çabalarını başka üretimcileri ele geçirmeye yönelendiriyordu. Bunlar arasında, Aziziye’deki Türk pandermit madenini kontrolünde tutan The Borax Company en büyükleriydi. Bu mülkün 12,000 hektarlık bir alana sahip olduğu tarif ediliyordu ve bütün binalar, atölyeler, tesis, makineler ve stokları içeriyordu. Madenler tamamiyle gelişmiş ve açık durumdaydı ve geçen üç yıl boyunca yıllık ortalama 8,000 ton üretim yapmıştı. Görünürde olan “borasit” tahminen 250,000 tondu ve kaynak neredeyse tükenmez gibi görünüyordu. Société Lyonnaise’in Karassi (Sultançayır)’daki madenleri, The Borax Company’nin madenlerinin birkaç mil güneyindeydi ve Aziziye’deki 12,000 hektarlık araziyle kıyaslandığında, 600 hektarın biraz üzerindeki alandan oluşan daha küçük bir boyuta sahipti. Ancak yıllık 7,000 ila 7500 ton üretimleri ve görünürdeki 150,000 tonluk rezervi ile dikkate değer bir biçimde görünüyordu. Her iki maden artık Borax Consolidated Ltd.’nin elindeydi. Madenlerin 1899 ile 1904 yılları arasındaki üretimi ile ilgili olarak maden müdürü Charles J. Bunning’den yönetim merkezine verilen raporlara göre, belirtilmeyen derinliklerdeki, sayısı yine belirtilmemiş olan “galerilere” inen bir sarım evi ve iki kafes vardı. Ana çalışma metodu, altı metre genişlikteki galerilerden elde edilen madenlere kübik metre üzerinden ücret ödenmesiydi; ancak öte yandan iki metre genişlikte, “büyük galerilerden taşıma yapılırken karşılaşılan temiz kısımları keşfetmek ya da dolaşabilmek için uyarlanmış dar galeriler de vardı.

“Bunning’e göre, 1895 yılında madenler toplamda 14,608 ton maden üretti, 1898 yılında ise üretim 15,000 tona yükseldi. 30 Eylül 1903’e kadar geçen on iki ayda Sultançayır madeninde yapılan üretim 6,800 ton, ancak Aziziye’nin üretimi yalnızca 772 tonda kalmıştı. Ertesi yıl üretim yeniden 9,610 tona yükseldi, ve geriye kalan savaş öncesi dönemde, 1906-1907 yıllarında 11,470 ton ile 1912 ve 1913 yıllarında 16,712 ton civarında idi.

Ancak Maden Müdürü Bunning 1904’te şunu belirtiyor. “Burada başımdan pek çok grev ve zor zamanlar geçti.” Muhtemelen bunların en dikkate değer olanı, 1908’de “Jön Türk” hareketi Sultan Abdülhamid’e karşı ayaklanıp (ve sonunda tahttan indirip) hükümeti ele geçirdiği, Büyük Savaş (I. Dünya Savaşı)’ na kadar da yönetimi elinde tuttuğu dönemde meydana geldi. Baker (Borax Consolidated Şirketi’nin 1908 yılındaki ortağı ve gelecekteki [1913’ten itibaren] başkanı) Zabriskie’ye (Aynı şirketin operasyon sorumlusu) 19 Kasım’da (1908) şöyle yazıyordu:

“Sultançayır’da birkaç ay süren bir grevden yeni kurtulduk. Bugün grevin bittiğini yazan bir telgraf geldi. Kansız bir devrimin ardından Türkiye’deki halk yeni milenyumun    geldiğini düşünerek, bütün mali hesapları hafifçe kenara itip, maaşlarda %100’lük bir artış ve makam s ahibi herkesin görevden alınmasını talep ettiler. O kadar şanslı idik ki yeterince borasit yığını biriktirmiştik ve insanlar imkansızın peşinde greve giderken madenin kapalı              oluşu bizi etkilemedi.” 1908 yılı, Borax Consolidated için dış etmenler sebebiyle yaklaşık yirmi yıl sürecek ciddi sorunların başlangıcıydı. Ancak o sıralarda, gelecekteki sorunlar madenlerdeki üretimin istikrarlı yükselişine hiçbir dikkate değer etkide bulunmamamıştı.

Elimizdeki istatistikler bunu gösteriyor. 1895 yılında, Bunning’in notuna göre, iki maden toplam 14,608 ton mineral üretmişti ve 1898 yılına gelindiğinde bu rakam 15,000 tonu buluyordu. 30 Eylül 1903’e kadar geçen 12 ayda ise Sultançayır madeninin üretimi 6,800 ton iken Aziziye madeninin üretimi yalnızca 772 tondu ve toplamda 7,572 tonluk bir üretim gerçekleşmişti. Ertesi yıl bu rakam 9,610’a yükseldi ve savaş öncesi dönemde yıllık rakamlar 11,470 (1906-07) ila 16,712 (1912-13) arasında ciddi değişim gösterdi.

1900 yılların başında Osmanlı Hükümeti ile İtalyan hükümeti arasında bir şirket kuruldu. Bu şirket Susığırlık nehri üzerinde Susurluk nehrinin taşımacılığa uygun bölgelerinde ve tesbit edilen ve sözleşme ekinde haritada gösterilen güzergahta maden, canlı hayvan ve hububat nakliye yapılmak belirli tonajlarda gemilerle çalışılmak üzere kuruldu. Bu şirket kış aylarında gemilerini Gölyazıda bekletiyor kışın debinin çok yüksek oldugu zamanlar haricinde maden canlı hayvan hububat taşınıyordu. Deve ve kağnı arabalarıyla yapılan Bandırmaya maden nakliyatından sonra bir ara akarsu taşımacılığından faydalanıldı. Ve demiryollarının Balıkesir Bandırma arasının 1912 ve 1913 yılı başında Bandırmaya kadar tamamlanması ve açılması ile maden nakliye işleri tren ile yapılmaya başlandı. İileri yıllarda maden şirketi Maden ocagı ile Ömerköy tren istasyonunu arası kovalı vargel sistemi kurarak madenden trene kadar nakliye işini vargel sistemi ile çözdü.

Bor türevi pandermit kuyulardan çıkarılıp fotografta görüldüğü şekilde havai hatlarla Ömerköy istasyonuna taşınıyordu. Bunlara halk dilinde dekovil derler ve ingiliz aklı diye söz edilirdi Seviye farkından ve agırlıktan faydalanılmak suretiyle dolu kova ömerköy istasyonuna giderken boş kovalarda maden yatagına merkezine geri dönerdi. Böylece taşıma için hiçbir harcama yapılmamış olunuyordu. Dekovil hattı Balıkesir Susurluk Bandırma karayolunun üzerinden geçerdi.

Balıkesir Bursa Bandırma yönünden gelen ve giden otobusler arabalar altından geçerlerdi. dekovillerin altından geçerlerdi. Ömerköy istasyonunda maden yüklenecek özel kısım yapılmış 3 sıra ray döşenmiş bölüm bulunuyordu. Bandırmaya yük treni ile götürülecek boş büyük kasa vagonlar bırakılır sıra ile doldurulur ve doldurulan vagonlar bilahare dolar dolmaz Bandırmaya götürülmek üzere yük marşandizi ile çekilen vagonlaaaarın yerine gelen boş vagonlar periyodik olarak yerleştirilirdi. Bekleyen vagonlara doluncaya kadar vargellerden boşaltılan madenlerden yükleme yapılırdı. Ve DoluM bittikçe Bandırmaya taşınır ve limanda stoklanan madenler gemilere bilahare yükleniyordu.

Susurluk nehri akarsu taşımacılığı için Susıgırlık nehri üzerinde maden canlı hayvan ve hububat nakliyesi yapılabilmesi için İtalyan hükümeti ile Osmanlı hükümeti arasında 1904 yıllarında bir anonim şirket kuruluyor. Nehrin debi ve su seviyesinin taşıma için elverişli oldugu zamanlarda nehir akarsu taşımacılığından faydalanılıyordu. 1912 yılında tren demiryolu hatlarının tamamlanması sonucunda daha verimli ve düşük maliyetli oldugundan Yıldız, Sultançayır, Aziziye Madenleri olarak üç bölgede çıkarıla bor türevi tren ile Bandırmaya sevki yapıldı.

1.Dünya Savaşı Dönemi (1914-1918)

Muhtemelen, Bunning’in yaşadığı zorlukların derecesine, Baker’ın gözleri ancak 1914’ün Temmuzunda Türkiye’yi ziyarete gittiğinde açıldı, ve 1914’ün 4 Ağustos’unda Almanya İngiltere’ye savaş açtığında bu sıkıntılara boşveremeyeceğini anladı. (Sonraları Almanların müttefiki olacak Türkiye hâlâ silahlanmış ama tarafsız durumda idi.

İki ay geçmeden Baker’ın 4 Ağustos’taki ümitleri – Türkiye’nin hareketliliğinin yalnızca önlem amaçlı olduğundan suya düştü. (Balkan Savaşları’nda zarar gören) Türkiye Ekim sonunda Almanya’nın tarafında savaşa girdi.

Baker, 18 Mayıs 1915’te, Çanakkale’deki İngiliz seferi çoktan batağa saplandığında, Başkanı Lord Chichester’a şöyle yazmıştı:

“Geçtiğimiz Aralık ayında, madenlerdeki baş mühendisimiz Bay Bunning İstanbul’daydı ve oradaki Amerikan Elçisi’yle görüştü, ve o da Bay Bunning’e yanında bir Amerikan vatandaşı ile madenlerine dönmesini salık verdi. Bundaki amaç muhtemelen, şirketin hizmetinde bir Amerikan vatandaşın olması sebebiyle madenleri bir nebze koruma altına almaktı. Militicks isminde Amerikan vatandaşı olan bir adam, Elçi’nin tavsiyesiyle devreye girdi ve Bay Bunning ile beraber madenlere döndü. Ocak ayında (1915) Militicks Bay Bunning’e daha kârlı bir iş bulduğunu ve madenden ayrılmak istediğini söyledi: İstanbul’daki yöneticimiz Bunning’e zam yapma teklifinde bulunmasını önerdi –bunu yapmış mıydı bilmiyorum: ancak Şubat ayının başlarında Militicks yerel  yöneticilere giderek Bay Bunning’in çalışanlara dağıtılmak üzere tüfek sakladığı, ve telsiz kullandığı, ve Amerikan Elçisi’ne Militicks adını kullanarak üç adet kasa gönderdiği ihbarında bulundu ve bunun sonucunda madende bir arama yapılması kararı çıktı. Bu araştırmanın sonucunda, İstanbul’a üç tane kasanın gönderildiği ve bunların içerisinde de yalnızca muhasebe defterleri ve makbuzların bulunduğu, ve bunun dışındaki bütün suçlamaların asılsız olduğu ortaya çıktı. Bu olayla ilgili Şubat ayının sonuna kadar başka bir şey olmadı. Şubat sonunda İstanbul yöneticimiz siyasi suçlarla ilgili polis müdürü Naci Bey’den, kendisinden karakola gelip kasaların ne içerdiğini ve İstanbul’a neden gönderildiğini açıklaması istenen bir mektup aldı. Yöneticimiz bir polis eşliğinde İstanbul’daki polis müdüriyetine gitti – kasalar incelendi ve içeriğinin belirtildiği gibi olduğu ortaya çıktı. Bütün mesele kapanmış gibi duruyordu: ancak 4 Nisan’da baş mühendisimiz Bay Bunning tutuklandı ve Balıkesir’e gönderildi.

 

İstanbul yöneticimiz Balıkesir’le iletişime geçip Bunning’in İçişleri Bakanı Talat Bey’in talimatıyla tutuklandığını, Çorum’a gönderilmesinin planlandığını öğrendi. Ancak yerel yöneticiler sağlığının iyi olmaması nedeniyle Balıkesir’de tuttular. Bunning’in salıverilmesini sağlamak amacıyla Talat Bey’le iletişime geçildi ve 19 Nisan’da İstanbul yöneticimize, Talat Bey’den, yerel makamların kendisini tutma konusunda ısrarlı olmadığı sürece Bay Bunning’in salıverilmesini engelleyen bir durum olmadığı cevabını aldılar. Şu ana kadar bunun gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda hiçbir haber gelmedi. Nisan ayının (1915) ortalarında iki kişi, biri Yunan diğeri Alman, yanlarında yerel yöneticilerle birlikte madene geldiler ve stoklarımız ve madenlerle ilgili bütün ayrıntıları soruşturdular; o sıralarda İstanbul yöneticimize, Savaş Bakanı’nın Maliye Bakanı’na stoklara ve madenlere el koyulması emrini verdiği yönünde gizli bir bilgi geldi. 18 Nisan’da yöneticimiz Maliye Bakanlığı’nda madenler bölümüyle ilgilenen Şevket Bey’le görüştü ve ondan böyle bir emrin gerçekten verilmiş olduğunu, emrin geri çekilmesinin çok düşük bir ihtimal olduğunu söyledi ve Maliye Bakanı Ahmed Nesimi Bey le görüşmesini tavsiye etti. O da öyle yaptı, ve Bakan’a madenlere ve stoklarımıza el konulması emrini öğrendiğini, hükümetin şimdiye dek ihtyacı olan her şeye el koyduğunu, ancak madenleri ve stokları ele geçirmenin hiçbir zaman istenemeyeceğini, kendilerine bir faydasının olmayacağını ve buna haklarının da olmadığını söyledi. Bakan kendisine madeni çalıştırıp çalıştırmadıkarını sordu. Yöneticimiz de madeni ne Bandırma’ya gönderebildiğimizi ne de Çanakkale Boğazı kapalı olduğundan gemiyle yurtdışına çıkarabildiğimizi, bu yüzden de maden kazımının yapılmadığını, ancak eğer hükümetin madene el koyup ona zarar verecek kişilere vermesindense bizi çalışmaya zorlamasını tercih ettiğimizi bildirdi. Yöneticimiz Bakan’a ayrıca geçmişte hükümete verilen hizmetlere ve madenden elde ettikleri kira gelirlerini hatırlattı. Bakan kendisine hak verdiğini ve görüşlerini dikkate alacağını bildirdi. Yöneticimiz yaptığı görüşmeyi Şevket Bey’e bildirdiğinde fazla umutlanmaması yanıtını aldı. Yöneticimiz Savaş Bakanı’yla da iletişime geçmeye çalışıyor ancak şu ana kadar kendisi ortalarda hiç görünmüyor. Yöneticimiz “başvurularının Bakan’a iletilmesi” konusunda çalışmalarına devam ediyor. Bana kalırsa yerel yöneticilerle birlikte bir Alman madenlere gittiğine göre, Bu el koymanın ardında muhtemelen bir Alman entrikası dönüyor. Bütün Alman rafinericileri madenlerini bizden alıyorlardı ve madenlerin değerini biliyorlar: şu anda muhtemelen ham maddeleri bittiğinden, bu madeni kaynaklarını yenilemek veya savaştan sonra ellerinde tutmak için istiyorlar…. Anladığım kadarıyla savaş sürdüğü müddetçe yapabileceğimz pek bir şey yok, ancak bittiğinde, şirketin bu mülkü kaybetmemesi çok büyük öneme sahiptir.”Bunning bir müddet daha sorgulandıktan sonra 1915’in Aralık ayında salınmıştır. Baker’in Lord Chichester’e 1916 Temmuz tarihli raporu:”doğru makamlara yapığımız başvurular başarıya ulaştı. Madene el koymaktan vazgeçildi, madendeki çalışmaların askıda olduğu ve sürekli zorluk çıkaran Enver Paşa, madene el koymanın askeri açıdan gerekli olmayacağını belirtip meseleden tamamiyle çekildi. Daha sonra Alman Savaş Bakanlığı bünyasindeki Deutsche Orient (Almanya Doğu Bankası) ve Kriegsmetall-Gesellshcaft (Savaş Madeni Birliği) devreye girdi. Bunlardan ilki Almanların Türkiye’deki bütün ticari meseleleriyle ilgilenmektedir ve ama ihraç yoluyla ama satın alınmasıyla madenin elde edilmesini istemektedir. El koyma veya satın alma yoluyla madeni ele geçirmeye çalışmaktadırlar; onlarla beraber birkaç kişi daha madenleri ve mineralleri satın almak için şubemizin kapısını aşındırmaktadırlar: ancak ciddi tekliflerde bulunamadılar ve onların etkisiz bırakma çabalarımız başarılı oldu. Almanlar açık bir biçimde madenleri ele geçirmek için çaba göstermeye devam etmektedir: Türklerin tarafımıza verdiği kapitülasyonu iptal etmede başarısız oldular, ve şimdi de onları tamahkarlığa zorluyorlar. Türklerin madenleri 400,000 TL karşılığında bizden geri almasını, bu parayı da Türklere kendilerinin verip, madenleri ele geçirmeyi planlıyorlar. Bahsi geçen rakamı göz önüne almamalı ve hiçbir surette, hiçbir fiyata madenlerin satılmasını kabul etmemeliyiz. Türk madenleri şirket yapımızın temel taşlarından biridir ve bir şirket olarak varlığımızın yegane sebebi de bor minerali üreten pek çok madeni bir arada tutmaktır.”

Savaş döneminde maden bir müddet Almanlar tarafından işletilmiştir. Bu durum Baker’in savaşın sonunda yazdığı rapordan anlaşılıyor:

“Savaşın başlangıcından bu yana Küçük Asya’da bulunan bir adamımız dün geldi…. Görünüşe göre madenler geçtiğimiz Nisan (1917) ayından bu yana Almanlar tarafından, operasyonlar Türklerin elinde olacak şekilde işletilmiş. Yaklaşık 6,000 ton birinci sınıf maden alınmış ancak aldığım habere göre bu madenin yalnızca 80 tonu Türkiye’den gönderilebilmiş, geri kalanı da Bandırma Limanı’nda kalmış…. görünüşe göre madeni taşıma konusunda şartlar onlardan yana değilmiş.”Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarında, Mondros Mütarekesi sıralarında Türkiye’de ve Susurluk’taki karmaşa ortamı şu şekildedir: C.F. Bunning’in raporu:”Eşkiyalar tarafından etrafımız sarılıydı ancak fazla rahatsız edilmemiştik; 29 Ekim’de (1918) Almanları (bir subay, iki çavuş ve 18 asker) öldürmek için geldiler, ancak 1000 kağıt lira almayı kabul ettiler… Ayrıca bütün tüfekleri ve mühimmatı da aldılar. Bu Almanları o kadar korkuttu ki 31 Ekim’de ayrıldılar…. Türklerin ele geçirmesinden yeraltı çalışmaları zarar görmedi…. Makineler, mağazalar, binalar çok fazla zarar gördü, özellikle de Aziziye madenlerinin binaları. Bütün pencereler ve kapılar çalınmış. Ayrıca bütün hurda demirler de ortadan kaybolmuş, Susurluk’ta satılmışlar…. geçen Kasım’dan beri hiçbir üretim yapılmadı ve maden hâlâ Türklerin yönetiminde olduğundan, madeni sömürmeye devam ediyorlar, yaptıkları tek bakım çalışması bu.”

1925 yılında madene atanmış N. Tümaz isimli bir Türk memurunun Bunning ile ilgili görüşleri:

“Zamanın imkanları ve adetleri çerçevesinde oldukça kaygısız ve şatafatlı bir hayat geçiren Bay Bunning işçiler tarafından ‘Büyük Diktatör’ olarak adlandırılmıştır…. onun muhteşem yaşayışı tekrar tekrar anlatılmış ve övülmüştür. Bina bloğunun doğu yakasına kendi inşa ettiği evi onbir oda, aynı zamanda bir kütüphane ve yemek odası vazifesi gören bir salon, geniş, sırça bir veranda, iki mutfak ve şarabın konulduğu bir kilerden oluşmaktadır. Bu bina erkeklere ve kadınlara tahsis edilmiş iki bölüme ayrılmıştı. İki yatak odası, bir yemek salonu, hizmetçi odaları, mutfak ve verandadan oluşan erkek bölümü, zamanın Türk geleneklerine göre ziyaretçileri karşılamak ve eğlendirmek üzere her zaman hazır tutulurdu. Sıklıkla ziyarete gelener arasında vali, belediye başkanları, jandarmalar, komutanlar ve diğer devlet görevlileriyle birlikte o civarda hâlâ aktif olan ve Bay Bunning ile yakın arkadaş olan çete liderleri vardı. Etrafta anlatılanlara göre bu liderler sıklıkla madene uğrar ve bazı geceler Bay Bunning ile oturup rakı içerlerdi. İlk olarak 1926 yılında tanıştığım Bay Bunning, o sıralarda yetmiş yaşının üzerinde olmasına rağmen dinamizmini ve canlılığını korumuş, neşeli ve başarılı bir adamdı. Osmanlı döneminde, hükümetin gevşekliğinden ve disiplinin yokluğundan dolayı Anadolu’nun iç bölgeleri ihmal edilmişve unutulmuştu ve bunun sonucunda toplum düzeni ve güvenlik bu bölgelerde yozlaşmaya yüz tutmuştu. Öyle ki, çiftliklerde hırsızlık, yağmalama ve yol kesme olayları olağan karşılanır olmuştu. Bu şartlar altında yaşamak zorunda kalan Bay Bunning, zamanın gerekliliklerine göre hareket etmiş ve çevresindekilerle akıllıca başa çıkabilmiştir. Eski insanlardan duyduğuma göre, onun zamanında madenlerde bu tür olaylar hiç yaşanmamış. Hiçkimse madenleri rahatsız etmemiş ve hatta Balıkesir’den iki gün boyunca at üzerinde, altın getiren kurye bile hiçbir saldırıyla ya da tehlikeyle karşılaşmamıştır. Bay Bunning’in şahsen bana söylediğine göre bu güvenliği, uzun zamandır kendisine hizmetlerde bulunan ve bu emniyet ve güvenliğin sağlanmasında baş rolü oynayan baş koruma Kara İbrahim’e borçluymuş. Eskiden her yaz Bay Bunning 1500 metre yükseklikteki Çataldağ’daki ormanlara kamp yapmaya gidermiş. Ancak uzaklıktan dolayı buraya yalnızca haftasonları gidebilirmiş. Geriye kalan zamanlarda, bütün yazı bu kampta geçiren Bay Bunning’in ailesine Kara İbrahim koruma sağlarmış.”

Kurtuluş Savaşı Dönemi (1919-1922)   

Bu, üç defa el değiştiren bir bölgede bulunan Sultançayır madenleri için zor bir dönemdi. Üretim çoğunlukla imkansızdı ve I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan İngiliz mülkiyeti sürekli bir tehdit altındaydı.

Süregelen karışıklıktan başka bir sorun da, son savaşta başarılı olmuş az sayıdaki paşadan biri olan Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmış ve uzak bir Anadolu köyü olan Angora’da bir hükümet ve bir ordu kurarak İstanbul’daki padişah hükümetine, İtilaf Devletleri’nin ve Yunanların İşgaline açıkça karşı durmuştur. Bu Yunanların İzmir’e ayak basmasından yalnızca dört gün sonra meydana gelmişti ve böylece gelecek üç yıl boyunca Anadolu üç başlı bir mücadele ile sarsılacaktı. Bu yüzden de 1920 yılının baharında Bunning madene dönmüş olsa bile H.T. Daniell (Borax Consolidated yöneticisi) madenlere ulaşmak şöyle dursun İstanbul’un ötesine bile geçememişti ve ne Bayan Bunning ne de Faulkner Türkiye’ye seyahat etmek için izin dahi alamıyorlardı. O sıralarda Bandırma limanı ve madenler Ulusçuların elindeydi ancak daha sonraları iki defa el değiştireceklerdi…. 1920’nin ikinci yarısında durum iyiye gitmiş görünmektedir. Faulkner, ‘iletişim güçlükleri nedeniyle İstanbul ve Bandırma’da epey bekledikten sonra Eylül ayında madenlere ulaşmıştı. Ancak onun varışından sonra gelecek iki yıl boyunca neredeyse istisnasız her gün, bu maden kampı, gerçek anlamıyla dünyadan kopuk halde varlığını sürdürdü. Kimse oradan fazla uzaklaşamıyordu çünkü dışarıda savaş vardı ancak maden savaştan neredeyse hiç etkilenmiyordu. Faulkner Türkiye’ye gelmeden önce şirketin ABD’deki madenlerinde görev yapmıştı. Aşağıdaki paragraf Faulkner’in Türkiye’den çıkan madenle ABD madeni arasındaki karşılaştırmasıdır: “Ryan’daki madenden çok daha farklı bir yapıya sahip bir maden. Yüzeyin 300 ayak (yaklaşık 90 metre) kadar aşağısında kalmaktadır ve yaklaşık bir ayak (30 cm) ila 6 ayak (1,5 metre) arasında bir genişliğe sahiptir ve yumuşak ancak tamamen düz ilerlemeyen bir eğime sahiptir. Maden damarına inen birkaç boşluk var ancak savaş esnasında iki tanesi çökmüş ve şu an onları açmaya çalışıyoruz. Madende neredeyse hiç kereste kullanılmıyor, çatıyı desteklemek için taş sütunlar bırakılmış, ki bu da harika iş görüyor – güzel, katı bir alçıtaşı yatağı, yaklaşık 40 ayak (12 metre) kalınlığa sahip, üzerinde ise şist (yapraktaşı) ve kil bulunuyor: maden yatağının altında ise daha da fazla alçıtaşı var, ancak taş yatağının neden meydana geldiğini bilmiyorum…. Elektrik ışığımız ya da taş delme aletlerimiz yok ama bunları da kullanma imkanımız olacağını umuyorum; şansımıza iyi bir su kaynağımız var…. Savaş öncesindeki çok ucuz iş gücünden dolayı kullanılan yöntemler bazı alanlarda ilkel, ve eğer şartlar el verirse geliştirilecek çok şey var.

…Madenin önemli kısmı belirgin, iri parçalar halinde çıkıyor bu da ayırma işlerini kolaylaştırıyor. Iskartaya alınan maden derecesi Ryan’da tutmaya çalıştığımız derece ile aynı gidiyor. Bu malzemeler geçen yıllarda, Ölüm Vadisi Kavşağı’ndakine benzer şekilde öbek halinde yığılmış. Teknik açıdan başarılı gibi duruyor ancak madenin günümüzdeki düşük ayrım miktarından dolayı ticari anlamda bir getirisi yok. İş gücü ağırlıklı olarak Türkçe konuşan Çerkezlerden oluşuyor. Sıradan işçi oldukça yaygın ancak madenci gibi daha nitelikli iş gücüne oldukça az rastlanıyor…. ”

Türk borasitinin ticaret dünyasındaki durumuyla ilgili olarak Baker şöyle yazmıştır:”Savaştan önce, Fransa ve İngiltere’deki fabrikalarımız ile farklı ülkelerdeki fabrikalara gemiyle yaklaşık 18,000 ton borasit gönderirdik ki bu da halihazırdaki üretimin on katıdır. Savaş sonrası Avrupası’nın ne kadara ihtiyaç duyacağı henüz belli değildir. Borasit işlenmesi en zor kaba madenlerden biridir ve boraks yapımı özel bir fabrika gerektirir, çözünebilmesi için basınca ihtiyacı vardır.”

Borax Consolidated Ltd. Maden Müdürü Herbert Faulkner’ın Susurluk’un düşman işgalinden kurtuluş tarihi olan 5 Eylül 1922 ve sonrasında olup bitenlere ilişkin raporu: “5 Eylül sabahında Yunan cephesinin yarıldığı ve Yunan birliklerinin Susığırlık’tan ayrılmak üzere olduğuna dair haberler yayılmıştı. Çatışmanın birkaç günden beri devam ettiğini artık bilmemize rağmen, bu, olağan dışı birşeylerin meydana geldiğine dair kulağımıza gelen ilk şeydi. Bu söylentilerle ilgili bir bilgisi olup olmadığını öğrenmek için Ömerköy’deki İstasyon Müdürü’nü telefonla aradım, ve bana durumun ciddi olduğu ve ayrılma emri aldığı cevabını verdi. Madende konuşlanmış olan Yunan askerleri herhangi bir ayrılma emri almadıklarını ve Susığırlık’tan ayrılan birliklerle ya da düşen Yunan cephesiyle ilgili hiçbir şey bilmediklerini söylediler. Bu yüzden, Yunan birliklerinin komutanı ile konuşmak için Susığırlık’a indim. Durumla ilgili hiçbir bilgisi olmadığını açıkladı ancak her an geri çekilme emrini almayı beklediklerini söyledi; onların koruması altında olduğumuzu, ancak korumalarının devam etmesini istiyorsak, hepimizin iki saatten önce Susığırlık’ta olmamız gerektiğini. Ona bunun imkansız olduğunu söyledim; bu söylemim omuz silkmeyle karşılık buldu. Ayrıca bana hemen geri dönmemi ve bütün Ermenilere ve Yunanlara kendileriyle birlikte ayrılmalarını tavsiye etmemi söyledi; ona göre eğer İngilizler burada kalmayı tercih ediyorlarsa, İngilizler için hava hoştu.

Aceleyle madene geri döndüm yolda oradan geri çekilen Yunan korumalar ile karşılaştım. kaçırıyorlardı ve bu ciddi bir korku dönemiydi. Susığırlık’ta ve en yakın çevremizde her şey sakindi. Son iki yıl boyunca çevremizi istila etmiş olan “çete” grupları, Susığırlık ve Balıkesir’e girdiler ve bu yerlerin polisliğini üstlendiler…..

Ermenileri göndermemden hemen sonra, bir atlı ile, Balıkesir’de olduğu söylenen Tümen Generaline bir mektup gönderdim. Saat 10 civarında iki subay ve 20 süvari geldi:.. Sabahleyin subay ve adamları ayrıldılar ve başında bir Yüzbaşının olduğu başka bir grupla yer değiştirdiler. Bu adam bizimle öğle yemeğine geldi ve onlardan öncekiler gibi, oldukça arkadaş canlısıydı….

22 Eylül öğlenden sonrası, iki alay madene geldi; bunlar, Susurluk’a gelecek olan 41’inci Tümendendiler; onlardan önce, Tümeni komuta eden generalin yaverliğini yapan, askerler için ne kadar yer bulunabileceğini araştırmak için birkaç da subay gelmişti. Alayların başındaki Albay bana, bütün boş evleri ve binaları devralacaklarını, ancak şirketin hiçbir malına zarar getirmeyeceklerini söyledi. Kendisi ve personeli için yer istedi ve orada oldukça uzun bir süre kalacaklarını söyledi. Onu ve personelinden dördünü Mr. Bunning’in (bir önceki maden müdürü) evine yerleştirdim; bir binbaşı Schiave’nin evine yerleştirildi ve diğer subaylar da Aziziye madeninde kendilerine yer buldu…. Pasaportlarımız incelendikten sonra Albay hepimizi çağırdı ve bize “arkadaş olduğumuzu”, kendilerinin bizim misafirimiz, bizim de onların misafiri olduğumuzu söyledi. Bize yanımızda bir subay olmadan kapılardan dışarıya çıkmamamızı söyledi. Evlerimizin, ofislerimizin ve bahçenin etrafına nöbetçiler koyuldu…. Ertesi gün, özel olarak bir subay bizimle ve mülklerimizle ilgilenmesi için başımıza verildi ve yalnızca üç kişinin – iki koruma ve getir götür işleri yapan Mustafa – kapılardan içeriye çıkabileceği kararlaştırıldı; bu üçü, ihtiyaç tedariği yapmak ve kendileriyle konuşabilmemiz için dışarıdan başkalarını kapıya kadar getirmek için, dış dünyayla gerekli bağlantıları sağlamakla görevlendirilmişti. Her ne kadar albay böyle bir isimlendirmeyi reddetse ve bu ayarlamaların bizim güvenliğimiz için yapıldığını söylese de, böylece, tutsak olmuştuk…. Koruma altında olduğumuzu göstermemiz için, kollarımıza kırmızı bant takmamız söylenmişti. Bana askerlere su tedariği yapmamı söyledi…. Ayrıca kendisi ve personeli için yakacak odun istedi de alınmıştı. Albay işlerini hallettikten sonra, Generalin işlerin devam etmeyişinden rahatsız olduğunu ve taşımacı Yahya’ya gerekli adam sayısı kadar geçiş izni vermesi için Demirkapı’daki komutanla iletişim kurulduğunu söyledi. Ocaklar daha fazla çalışmak için fazlasıyla dolu halde bırakıldığı için madencileri çalıştırmadım. Diğer yandan, ne olacağımız henüz belli olmadan daha fazla çalışmak da istemiyordum. Bu yüzden de ocakları, madeni çalıştırmak istemediğim izlenimi uyandırmayacak kadar bir hızla, yavaş yavaş temizlemeye başladık, ve Ekim’in 9’una geldiğimizde, yarım günlük iş yapabilecek kadar temizlemiştik. Bunun ardından, madeni de birkaç günde yüzeye taşıdık. Ömerköy’deki 30 ton kömürü almak için gönderilen az bir kısmı hariç, madeni bahçeye yığdık. 13 Ekim’de işçiler grev yapana kadar bu şekilde çalışmaya devam ettik. Eylül ayının maaşları ödenmedikçe çalışmayı reddediyorlardı. Onlara ödenek alamadığımızı izah etmek zorunda kaldık, öte yandan ustabaşı bize, işçilerin çalışmaya devam etmek istediklerini ve iletişim sağlanır sağlanmaz ücretlerini almayı umduklarını söyledi, ama gelen haberlere göre iletişimin sağlanması uzun zaman alacak gibiydi….

Bütün bu süre zarfında Saadettin Efendi aracılığıyla, ona haberciler göndererek İstanbul ile iletişime geçmeye çalışıyordum. Bütün mektuplar ve bildirimler Albay’ın sansüründen geçmek zorundaydı. 4 Ekim’de Müdür’den, Nihad Bey’in olup bitenleri soran bir telgraf yolladığı, ve kendisinin cevabımı hemen gönderebileceği haberini aldım. Derhal ona cevabımı yolladım…. 7 Ekim saat sabah dörtte bizi uyandırdılar ve askerlerin saat yedide ayrılacağını bildirdiler…. Bizim iki alayın ayrılmasından sonraki süre boyunca yoldan sürekli askerler geçiyordu ve subayların pek çoğu bize uğradı. Bazıları geceyi madenin aşağısındaki düzlüklerde geçirdi.

9 Ekim’de demiryolu kuzeydeki Aksakal’a kadar tamir edilmişti; Aksakal’ın kuzeyindeki demir köprünün hâlâ yıkık olmasından dolayı Bandırma ile doğrudan iletişim kurulamıyordu. Ancak gelen haberlere göre Bandırma’dan bir tren, güneyindeki bu yıkık köprüye kadar gelmişti. İstanbul’a bir mesaj göndermeye çalıştım ancak aldığım habere göre özel izni olmayan hiç kimseye hareket etme izni verilmiyordu ve yabancılar ile Çerkezlerin seyahat etmelerine hiçbir şekilde müsade edilmiyordu… ancak, şahsen muhatap olduğumuz bütün askeri ve resmi yetkililer tarafından tamamen hürmetle ve nezaketle karşılandığımız için, İngiliz karşıtlığının ne kadar fazla olduğunun farkında değildik. Ancak başımıza gelen bir sonraki olayda bu İngiliz karşıtlığının ne kadar güçlü olduğunu farkedince kendimize geldik. 13 Ekim’de, Susurluk’taki 4’ünci orduya bağlı bir tümenin generalinin gönderdiği bir görevli, madenlerdeki ve Demirkapı’daki bütün yabancıların Susurluk’a inip kendisiyle görüşmek zorunda olduğunu bildiren bir mesaj getirdi; pasaportlarımızı da yanımıza almamız gerekiyordu. Farklı farklı ülkelerden gelen bir düzine kadar erkek, iki araba ile Susurluk’a gidip bir saat bekledikten sonra, ‘tümen komutanı saygıdeğer Kemalettin Paşa’ isimli bir general tarafından sorgulanıp ağırlıklı olarak İngilizleri hedef alan uzun bir siyasi nutuk dinledik. ‘İngilizler onların dostu değildi, düşman bir ülkede olduğumuzun farkında olmalıydık; Milli hedeflerin önü yalnızca İngilizler tarafından kesiliyordu… madenlerde rahatça hareket edebilmemize izin verilmesi gerekiyordu ama askeri emirler altındaydık ve iznimiz olmadan madenlerden ayrılmamalıydık… Eğer Büyük Britanya engelleme siyasetini bir kenara bırakmazsa Türkler Bolşeviklerle birlikte ona savaş açmak zorunda kalacaktı… Eğer savaş sonucu çıkarsa, ki halihazırda öyle görünüyordu, sınırdışı edilmemiz gerekiyordu. Bu yüzden de ülkeyi terk edip edemeyeceğimizi sordum. O da bana ayrılma izninin ancak Balıkesir’deki ordu komutanı olan generalin, yazılı bir ricada bulunulması halinde verebileceği cevabını verdi…. ”

Cumhuriyet Dönemi (1923-1961)

Sultançayır madenleri yeniden çalışmaya başladı, ancak Borax Consolidated Ltd. Ankara’daki yeni Milliyetçi hükümet ile birkaç yıl boyunca problemler yaşadı. Ana çekişmeli konu ödenmeyen imtiyaz ücretleri gibi görünüyordu, ancak bu, mülkiyeti ele geçirmek amacıyla Türk hükümeti tarafından bir tehdit oluşturmak için kullanılan bir bahane de olabilirdi. 1925 sonbaharında hükümet, şirketin imtiyazlı arazilerinden birkaçının, Madencilik Yönergelerine uygun olacak şekilde her birinin ayrı ayrı maden boşluklarına sahip olmasına rağmen, tek bir madenmiş gibi işletildiğinden yakındı. Ankara hükümetinin yalnızca, halihazırdaki imtiyazlara ek olarak madenlerden fazladan para kazanmak istediğini farkeden BCL, devlete fazladan kira ödemeyi önerdi.

1927 yılının Mart ayında anlaşmaya varıldı ve anlaşmanın şartlarına göre şirketin Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası’na on bir yıllığına, %8 faiz ile, kira Türkiye hükümeti tarafından garanti altına alınacak şekilde, 130,000 £ kira ödemesi gerekiyordu. Görünüşe göre, şirketin imtiyazları değişen miktarda ödemeler karşılığında, ki bu da kiraların karşılığını ödeyebilmek için şirketi gerçek anlamda her yıl en az 5,000 ton bor üretmeye zorluyordu, 45 yıllığına yenilenmişti. Bu zorunluluk gitgide rahatsız edici olmaya başladı, çünkü artık BCL grubu Boron’da (Kaliforniya’da bir yerleşim) çok daha düşük maliyetler karşılığında üretim yapan muhteşem bir madene sahipti. Bu yüzden pandermit yalnızca Coudekerque ve Belvedere’deki rafinerilere ve bunun yanısıra bazı küçük tüketicilere gönderiliyordu.

1 Ocak 1926 yılında Faulkner madenden ayrıldı. Ayrılış sebebi, kontratına aykırı olacak şekilde Anadolu’nun başka bir köşesinde bir madende ortaklığa sahipti. Faulkner’in yerine, eski amden müdürü Charles Frances Bunning getirildi ve 1931 yılının Ağustos ayına kadar görevini sürdürdü. O tarihten 1950’lerin ortalarına (madenin kapanışı) kadar Mr. Mc Donald adında bir mühendis bu görevde kalan kişi oldu.

2.Dünya Savaşı döneminde yılda yalnızca birkaç yüz ton maden satılabiliyordu. Bu da ihraç yoluyla değil, Bandırma Limanı’ndan yapılıyordu…. 1945 yılında 3,451 ton üretim yapıldı… ve üretim 1951 yılında 11,500 tona ulaşacak şekilde hızla arttı, ki bu da savaş öncesi dönemin normal rakamıydı.Sultançayır madenlerindeki çalışmalar 1942 Ocak’ında durdurulmak zorunda kaldı. Akdeniz’deki çatışmalardan dolayı, borun ihraç edilmesi imkansızdı ve başlıca müşteriler savaş bölgesindeydiler. Coudekerque’deki fabrika Dunkirk limanına çok yakın olduğu için ağır hasar almıştı. Belvedere çalışma alanı bombalanmıştı ama çok zarar görmemişti. Avusturya ve Belçika’daki diğer rafinerilere Almanlar el koymuştu. Diğer yandan Britanyalılar, 750 ton Arjantin borunu Almanya’ya ve 203 tonunu da Alman işgalinde olan Çekoslovakya’daki Aussig çalışma sahasına taşıyan S.S. Olinda’yı Atlantik’te batırmışlardı. Larderello fabrikası ittifak güçleri tarafından tamamiyle yok edilmişti. Sonuç olarak 1945’in ortalarındaki ateşkese kadar, Bandırma’daki stoklarda bulunan madenlerin yıllık yalnızca birkaç yüz tonu yerel olarak satılabildi. Yine de, madenlerde bir çalışma gücü tutuldu, ve savaş sona erdiğinde maden işleri oldukça çabuk bir şekilde kaldığı yerden devam etti. 1945 yılında 30 Eylül’e kadar toplam 3,451 ton halihazırda üretilmişti ve üretim 1951 yılında savaş öncesi dönemin normal miktarı olan 11,000 tona ulaştı.

Savaşlar arasında, borosilikat sıcağa dayanıklı cam ticari anlamda dünya genelinde ulaşılır hale geldi, ve İkinci Dünya Savaşı’nın ardından hızlı bir yaygınlaşma ortaya çıktı – evlerde fırın malzemesinde, her türde laboratuvar camında, sanayi fabrikalarında, araba farlarında, ve camın sıcağa maruz kaldığında kırılmamasını gerektiren bütün durumlarda.

SULTANÇAYIR’da Borasit madeni İşçilerinini sendika toplantısından kareler.

1954 yılında Sultançayır madeninin imtiyazının yenilenme zamanı geldiğinde, Türkiye Maden Kurumu uzatmayı reddetti. Söylenenlere göre Türkler 1920’lerde pandermitin ihracının “kireçtaşı” adı altında yapıldığını keşfetmişlerdi ve ayrıca Kaliforniya’daki bor madeninin başlatılmasından sonra pandermit ihracının katı bir asgari değerle sınırlandırıldığını farketmişlerdi.

Savaş sonrası dönemde Susurluk’taki maden kazımı Avrupalı fabrikaların borik asit ihtiyacı doğrultusunda giderek arttı. 1955 yılına gelindiğinde Susurluk madeni, bir maden için uzun ve dolu bir hayatın sonuna gelmişti.

90 yıldır biriktirilen geriye kalan stoktan daha düşük dereceli maden hâlâ çıkarılıyordu ve 1961 yılına kadar pandermit gönderilmeye devam etti, ve sonunda maden tamamiyle kapatıldı. Borax Consolidated, fabrikalarındaki üretimi artık daha kolay işlenebilen pandermitten değil, kolemanitten (Amerikan boru) sağlıyordu.

2012 yılına gelindiğinde Dünya fiili bor üretimi 4 milyon ton (1,9 milyonton B2o3 ) civarında gerçekleşmiştir. Fiili bor üretiminin B2O3 Bazda dağılımı Türkiye % 47,2 pay ile birinci sırada yer alırken ABD %27,5 Güney Amerika %15,9 Asya da 9,4 payla takiptedir.

Eti Maden Bandırma Tesisi

Eti maden tarafından üretilen ürünlerin yıllara gore  Tüvenan Üretimi (binton) 2008 yılı 490 2009 yılı 3920 2011 yılı 6350 Konsantre Üretim (binton) 2008 yılı 2080 2009 yılı 1740 2011 yılı 2130 Rafine Bor üretimi(Binton) 2008 yılı 1310 2009 yılı 1000 2011 yılı 1780 dir. Ülkemizde bor cevherleri konsantre(kolemanit,Üleksit,tinla) ve rafine (boric asit, boraks pentahidrat boraks dekahidrat bor ürünlerine dönüştülülerek iç ve dış pazarlara satımı yapılmıştır..

2011 verilerine göre Bandırma Bor işletmesinde Boraks Dekahidrat 115 Borik asit 95 Sodyum Perborat 35 Bor oksit 2 binton olarak yıllık üretimi yapılmıştır..

2011 verilerine göre Emet Bor işletmesinde Borik Asit 240 binton yıllık üretim yapılmıştır.

2011 verilerine gore Bigadiç Bor işletmesinde Öğütülmüş Kolemant 700, ton yıllık üretilmiştir. 2011 verilerine gore Kırka bor işletmesinde Boraks Fentahidrat 840, Boraks dekahidrat 80 ve Kalkine Tinkal 5 bin ton yıllık üretim yapılmıştır. Işletmelerde ayrıca zirai bor 8 Susuz bor 5 Kalkine Tinkal 5 bin ton civarında uretim yapılmıştır. Yakın tarih ile ilgili bor araştırmalarımızı başka bir araştırma yazılarımızda yayınlamak umudu ile. Yorumlarınızı bekliyoruz.

Nurettin KUŞ

İktisatçı, hukukçu, araştırmacı ve yazar. Susurluk 1951 doğumlu . Eskişehir İTİA 1971-72 Lisans , Ankara Hukuk Fak. Özel Hukuk Bölümü Deniz Hukuku Lisans 1987. Özel sektördeki işletmelerde çeşitli görevler aldı. Emekli olduğu 1997 yılından bu yana tarih araştırmaları çalışmalarını tarih bilimi çerçevesinde sürdürüyor. Aynı zamanda, 1985 den bugüne Türkiye Yardım Sevenler Derneği (TYSD) Bursa Şubesi'nde (35 yıl) denetim kurulu başkanı ve TYSD Onursal üyesidir. Büyük Önder Atatürk ve değerli şahsiyetlerle ilgili yayınlanmış araştırma yazıları ile toplum, yaşam kültür sanatla ilgili Köşe yazıları ve şiirleri vardır. Susurluk Ticaret Borsası dergisinde araştırma yazıları yayınlanıyor. Şu anda üzerinde çalıştığı “Balıkesir Bir Sevdadır Susurluk“ kitabının 3 cildi tamamlandı, 4. cildi ise basıma hazırlanıyor. Susev Susurluk eğitim Kültür Sanat Vakfı platformunun kurucu başkanı . E-posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
Nurettin Kuş

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Tekrarsız Süslemeler

Tekrarsız Süslemeler

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 3 Aralık 2024
Sistematik Hatalar Bahçesi

Sistematik Hatalar Bahçesi

Ekrem Hayri PEKER, 3 Aralık 2024
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024
Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Atilla SAĞIM, 17 Kasım 2024