Hani bir söz vardır;”Sevdiğin işi yap ki hayatın boyunca çalışma” diye… Tayfun Çavuşoğlu işte o şanslı kişilerden…
Muhabirlikten genel yayın yönetmenliğine uzanan uzun ve meşakkatli yolu Bursa medyasının duayen ismi, “Her zaman mesleğimi çok severek yaptım ve çalıştım. Bu herkese nasip olmuyor. Çünkü aslında çalışmıyorum ben, hobilerimi yapabileyim diye üste para alıyorum” diyerek özetliyor.
Nagihan GÖRKEN / Bursa Yerel Yönetim Dergisi – Ağustos 2015 (Sayı 37)
Bursa Basınının son 35 yıllık gelişim sürecine imza attığı işlerle katkısı olan bir gazeteci Tayfun Çavuşoğlu…
Meraklı yapısı, fotoğraf çekmeye, yazmaya, çizmeye olan tutkusu üniversite öğrencisiyken çıktığı bu yolculukta bugün kendisini genel yayın yönetmenliğine kadar getirmiş. Mesleğini çok seven ve emekli olmasına rağmen hala çalışmaya devam eden Çavuşoğlu’nun bitmez tükenmez enerjisi kendim de dahil bu mesleği yapanlara örnek olmalı.
Bir dönem birlikte de çalıştığım ve çok şeyler öğrendiğim Çavuşoğlu ile dünün ve bugünün yanı sıra yarına dair projelerini de konuştuk.
Gazeteciliğe nasıl başladınız?
Öğretmen çocuğuyum. Okuma-yazmayı evdeki daktiloyu kullanarak öğrenmiştim. Gazeteciliğe başlamamı sağlayan ise fotoğrafçılık oldu. 1980-81 sezonunda o dönem öğrenci olduğum okulda fotoğraf çekmeye başlamıştım. Kışın hafta sonlarında, yaz döneminde ise her gün fotoğrafçıda çalıştım. Milli bayramlarda gösterileri de çektim, düğün fotoğrafı da çektim. Siyah beyaz film yıkamayı, tab etmeyi öğrendim. Vesikalık fotoğraf çektim stüdyoda, sırada -o zamanlar çok modaydı- vesikalık fotoğraflara kara kalemle rötuş yapmak vardı. Ben daha siyah beyaz filme karakalem rötuşu öğrenemeden, renkli fotoğraf yaygınlaşmaya başladı. Üzerine bir de üniversite için Bursa’ya gelince hayatın akışı değişti benim açımdan. Benim için müthiş bir hobiydi fotoğraf. Üstelik fotoğrafçılıktan para da kazanıyordum… O zamanlar “kariyer planlaması” diye bir kavram yoktu. Veya vardıysa bile, benim haberim yoktu. Hiçbir şey planlamadım açıkçası. Plansız-programsız öyle güzel adımlar peş peşe gelmiş ki, sonradan fark ettim. Cevat Önge sayesinde gazeteciliğe başladım, rahmetli Sedat Öztürk destek oldu. Gazetecilik fotoğraf demekti, daktilo demekti, yazıp çizmek demekti. Meğer ben hobilerimle geçinebilecek altyapıyı kendiliğimden hazırlamışım. O nedenle çalışmak bana ağır gelmedi hiç, mesai diye bir kaygım olmadı. Her zaman mesleğimi çok severek çalıştım… Herkese nasip olmuyor. Çünkü aslında çalışmıyorum ben, hobilerimi yapabileyim diye üste para alıyorum…
İlk gittiğiniz haberi hatırlıyor musunuz?
Unutulur mu hiç! Türk Haberler Ajansı’na ilk başladığımda (1983) Bursa Büro Şefi Hakan Yunusoğlu (Sevgi ve rahmetle anıyorum) Kulüplerarası Güreş Şampiyonası’nı izlemem için Atatürk Spor Salonu’nda görevlendi. Güreş o dönemin en ilgi gören sporları arasında. Reşit Karabacak, Muharrem Atik gibi dev isimler oradaydı. Her gün gazetelerde haberlerini okuduğum efsane isimler. Önceden tanışıklığım da yok. Karabacak’ın yanına gittim, meslekte yeni olduğumu, hata yapmak istemediğimi anlattım, haber konusunda yardım etmesini rica ettim. O da Teknik Direktör Muharrem Atik’in yanına götürdü. Güreş aralarında 10-15 dakikalarını bana ayırdılar. Çok güzel bir röportaj oldu. Güreşlerin sonuçlarını da aldım. Fotoğraflar çektim. Ne yazacağımı kara kara düşünerek büroya dönerken, dolmuştaki radyoda dinlediğim TRT haber bülteni yolumu açtı. Aniden şimşek çaktı. “Eğer TRT bu haberi verse, nasıl verirdi?” diye düşündüm… Gayet basitti. “Türkiye Kulüplerarası Güreş Şampiyonası Bursa’da başladı. Şampiyonanın ilk gününde şu kiloda şu kişi, filan kiloda şu kişi kazandı. Öte yandan Güreş Milli Takımı Antrenörü Muharrem Atik yaptığı açıklama şunları dedi…”
Haberin çatısını doğru kurduktan sonrası gerçekten basitti. Büroya döndüm (övünmek gibi olmasın ama belki de mahkeme katiplerinden hızlı kullandığım) daktiloyla haberi yazdım. Ciddi ciddi beni izlediğini fark ettiğim Hakan Yunusoğlu’na teslim ettim. O onaylayacak, haber teleksle ajansın İstanbul’daki merkezine geçilecek. Oradan da tüm gazetelere dağılacak. Şöyle bir göz attı, gözlerini açtı, fal taşı gibi, “Kim yazdı abem bu haberi?” diye sordu. Ürktüm, içimde fırtınalar koptu, hata yaptım zannettim, mahçup mahçup, “Kimseye sormadım ki, TRT bu haberi verse, nasıl verirdi diye düşündüm. Bu notlarım vardı, bunları yazdım” dedim…
Şef, hiçbir değişiklik yapmaksızın kağıdı teleks başındaki mesai arkadaşımız Enver Mehmet’e (Şimdi onu Akasoy soyadıyla tanıyorsunuz) uzattı, “İstanbul’a geçelim” hemen dedi… Bana döndü, “Abem” dedi, “Aferin abem. Çok güzel olmuş…”
O haber, ertesi günkü Cumhuriyet’in spor sayfasında tam yarım sayfa yayınlandı. İsim-imza yoktu, mahreç olarak sadece (THA Bursa) yazıyordu. Ama olsundu… Günler boyu ayaklarım yere değmedi…
İşte 30 küsur yıldır, ben o gazla çalışıyorum…
Sektörde daha çok hangi alanlarda çalıştınız?
Bizim mesleğin tam teknolojik dönüşüm zamanında başlamışım. Çok şanslıyım aslında. Teleksle de çalıştım, telefoto cihazını da gördüm. Kurşun harflerle dizgi yapılıyordu bazı gazetelerde… Siyah-beyaz fotoğraf çekilir, karanlık odada filmler yıkanır, kareler işaretlenip fotoğraf basılırdı. Kara kalemle sayfalar çizilir, dizgi-pikaj-montaj-film-kalıp büyük zaman alırdı. Sonra renkli baskı da yaygınlaştı, siyah-beyaz film ve klişelerin yerini dia filmler aldı. Gerçekten çok büyük emeklerle çıkardı gazeteler. Ben hep haber merkezlerinde görev yaptım. Bu meslekte işin temeli ve özü muhabirliktir. 8 yıl fotoğraf çektim, haber yazdım. 1991’de istihbarat şefi oldum ve masa başı görevler başladı. Haber müdürlüğü, sonrasında yazı işleri müdürlüğü, yayın yönetmenliği, sürdü gitti. Haber merkezlerinde çalıştım hep ama hiç zorunlu olmadığım halde, diğer bölümlerdeki işleri de hobi edinip öğrendim. Video kurguyu da amatörce bilirim, Photoshop ile fotoğraf işçiliğini de… İstediğim an bu beceriyi profesyonel düzeye yükseltmek, birkaç günlük ya da haftalık emek meselesi… Çünkü temeli öğrenmiş ve epeyce geliştirmiş olmak çok büyük avantaj… Ama bugün için belki bunlardan daha önemlisi de var. 1996’da internetle tanıştık, 1997’de Bursa’da internet sayfası açan ilk gazete olan Ekohaber’de işe başlamıştım ve o hamlede benim imzam vardı. Hem yazılım hem de editoryal anlamda, internette de kendimi geliştirmeye çalıştım. Ne kadar doğru yaptığımı zaman gösterdi.
Mesleğe her gün yeni arkadaşlar katılıyor. Yeni meslektaşlarınızın eksikliklerini ya da avantajlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Genç meslektaşlarınıza ne gibi tavsiyeleriniz olur?
Çok çalışmak gerek, çok… Şikayet etmeden, mesaim bitti kaygısına düşmeden, yoruldum diye sızlanmadan, işkolunda her alandaki işi-işleyişi öğrenmek gerek. Kariyer planlaması yapmaya gerek kalmadan, kariyer çizgini geliştirmenin en kestirme yolu bu…
Basın özgürlüğü açısından Türkiye’nin dünyadaki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF), 2014 Dünya Basın Özgürlüğü sıralamasında Türkiye’yi 180 ülke içerisinde 154’ncü sırada gösterdi. Bu görüntü karşısında söylenebilecek bir şey kalmıyor. Bu soruyla karşılaştığımda… Başımı öne eğmek zorunda kalmayacağım bir Türkiye’yi özlüyorum…
Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Bursa Şubesi başkanlığı da yaptınız. Örgütlülük açısından baktığınızda medya sektörü bugün nerede?
1997-2001 arasında iki dönem başkanlık görevi yürüttüm, şubenin 6’ncı başkanıyım. Daha öncesinde de 3 dönem yönetim kuruluna seçildim. Şube sekreterliği yaptım. 1980 sonrası dönemde, 2000’lere kadar müthiş bir ivme vardı. Örgütlülük bir talepti, gazeteciler haklarına sahip çıkma konusunda istekliydi. Şimdi arz var, mesleki dernekler kuruluyor ama ortada bir talep kalmadı. Bunu aşmak için örgütlenme modellerinde köklü bazı değişiklikler lazım. Eskiden “tek tip gazeteci üretmekte araç olarak kullanılır” kaygısıyla ve şiddetle karşı çıkılan “gazeteci meslek odası” gibi yapılanmaların ciddiyetle ele alınmasının zamanı geldi diye düşünüyorum.
Çanakkale zaferinin 100. yıldönümü öncesinde “Çanakkale 1915/ İftiralar, Yalanlar, Polemikler” kitabınızla okuyucuların karşısına çıktınız. Kitabı yazma amacınız neydi? Kitapla ilgili aldığınız tepkileri bizimle paylaşır mısınız?
Yakın tarihe ve özellikle Çanakkale Savaşı’na ilgim var. Çok geniş çaplı okumalar yaptım, kaynakları karşılaştırdım… Haberciliğin bana kazandırdığı bir “özetleme” yeteneği gelişmiş… Önce savaşı özetledim, sonra detaya girdim… Çok titiz, özenli ve ciddi bir çalışma çıktı ortaya… Gururla, benim kitabım diyebileceğim bir eser oldu… Çanakkale Savaşı’nı anlatan kitaplar arasında ayrıcalıklı bir yer edineceğine inanıyorum. 2014 Şubat ayında Kastaş Yayınevi’nden çıktı ve internetteki tüm kitap sitelerinde mevcut.
Bu kitabın bir özelliği var… Tempo hiç düşmüyor… Okur, daha ilk sayfalardan itibaren soluk soluğa 20. Yüzyıl başlarındaki Osmanlı ülkesine ve iç karışıklıklara, savaşlara, acı ve yıkıma dalıyor… Balkan Savaşları sürecinden, dönemin politik çalkantılarının ardından Osmanlı İmparatorluğu açısından sonun başlangıcı olan 1. Dünya Savaşı’na giden yollardan geçiyor… Çanakkale Savaşı’nı karşılaştırmalı olarak hem Türk hem de yabancı kaynakların aktarımlarından izler de bularak okuyor. Hele polemik bölümü var ki, gerçekten iyi bir çalışma oldu.
Çanakkale 1915’i anlamak, Türkiye’nin bugününü anlamak için gerçekten çok önemlidir. Çünkü Çanakkale ruhunu anlamadan, Kurtuluş Savaşı’nın zaferle tamamlanmasını sağlayan azmi, ölümü hiçe sayanların vatan sevgisi tam anlaşılamaz.
Kitabım yayınlandığında, Atatürkçü kişilikleri ile tanıdığım ve çok saygı duyduğum iki kişiye kendi ellerimle verebilmek, eğer hak ettiysem övgülerini duyabilmek isterdim. İkisini de erken sayılabilecek yaşlarda kaybettik maalesef… Biri Bursalı gazeteci ağabeyim Yılmaz Akkılıç, diğeri de “Çılgın Türkler”in yazarı Turgut Özakman idi… Maalesef Özakman’ı da kitabın son düzeltmelerini yaparken kaybettik. Aydınlıklar içinde uyusunlar…
Şu an emeklisiniz ama çalışmaya devam ediyorsunuz. Siz de son nefesine kadar bu mesleği yapmak isteyenlerden misiniz? Yoksa bir emeklilik hayaliniz var mı?
Şartlar ne getirir, bilinmez… Fiilen (re’sen mi demeli acaba) emekliye sevk edileceğimiz günler er-geç gelecek elbette. Vaktim olsun, hazırlığını yapmakta olduğum kitaplarımı yazayım istiyorum. Ama bütün bunlar illa ki, deniz kıyısındaki bir yerde olsun diye de heves ediyorum… Bakalım zaman ne gösterecek…