TBMM 100. YAŞINDA! Birinci Meclisin Yapısı |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Meclis sözünün, kamu hukuku literatüründe İngiltere’deki Magnum Concilium Regis’den doğduğu bilinmektedir. Avrupa’da son iki yüz yıl içinde, siyasal iktidarın daha yaygın bir kitle tabanına dayandığı, eşitleme, demokratlaşma ve merkeziyetçi eğilimlerin güçlendiği görülmüştür. Örneğin, İngiltere’de Tudor Parlamentosuyla başlayan demokratlaşma süreci 1832 reformu ile devam etmiş ve Llyord George reformlarıyla(1906–1914) tamamlanmıştır. Meclis egemenlik anlayışından doğan bir kurum olarak, halk egemenliğinin temsil edildiği yerdir.
Osmanlı Devleti’nde ise yönetim anlayışı İslam Devlet geleneğinden gelmekteydi. Hukukun kaynağı ise Allah iradesidir. Bu bağlamda bütün devlet nizamının hâkimi, mutlak ve bölünmez otoritenin hâkimi devlet teşkilatının başında bulunan Osmanlı padişahı ve vekili sadrazamdır. Meclis bu yönetimlerde var olsa bile, sınırlı yasama yetkisine sahip olan yasama meclisi niteliğindedir. Osmanlı Devleti’nde ilk meclis hareketleri Meşrutiyet fikriyle ortaya çıkmıştır. Genelde meşruti rejimin İslam geleneklerine uygun olduğu, dahası gerçek ve ilk İslam’ın meşrutiyetçi olduğu fikri Yeni Osmanlılar hareketine kadar sürmüştür.
Osmanlı Devleti’nde, halkın yönetime katılma fikri, 1839’da başlamış, Meşrutiyet’in ilanından önce Genç Osmanlılar (Yeni Osmanlılar) hareketi, halkın yönetime katılması fikrinin benimsenmesinde önemli rol oynamıştır. Avrupa’da basılan yönetim ve anayasa ile ilgili pek çok eser, eğitimli, idealist kesim tarafından yurda getirilmiş ve Türkçeye çevrilmiştir. Böylece, monarşi yönetimine karşı, meşrutiyeti savunan hürriyetçi hareket oluşmaya başlamıştır. Bu harekete mensup kişiler Meşruti ve Parlamentolu hükümetin kabul ettirilmesi için çeşitli teşebbüslerde bulunmuşlardır.
İmparatorlukta hürriyet ve meşrutiyet fikrinin yayılmasında Şinasi ve Namık Kemal önemli rol oynamıştır. Bu düşünce önderleri, 1860’da altı kişilik bir grup oluşturmuş, yaptıkları gizli toplantılar sonunda bir dernek kurmuşlardır. Zaman içerisinde hızla büyüyen ve üye sayısında artış olan bu dernek, Avrupa’da oluşan ve hürriyeti savunan komitelerden etkilenir. Hürriyet fikrini topluma yayan bu gruba, ‘‘Yeni Osmanlılar’’ adı verilmiştir. Genç Osmanlılar bundan sonra iyi bir şekilde organize olur ve fikirlerini basın-yayın yoluyla aktarmaya başlar. Böylece, Osmanlı İmparatorluğu’nda İslamcılık ve Osmanlıcılıktan sonra, ilk defa Türklük fikri konuşulmaya başlanmıştır. Bu fikirler zaman içerisinde Türk basınında da yer eder. Genç Osmanlıların çıkardıkları ilk gazete Hürriyet idi. Bunu daha sonraları Ulum, Muhbir, İttihat, İnkılâp, İbret… gibi gazeteler izledi. Ayrıca grubun önde gelenleri çeşitli gazetelere demeçler veriyordu.
Mithat Paşa İngiliz Elçisi Sir Henry Elliot’a amaçlarının anayasa ile milli bir meclis oluşturmak olduğunu belirtmiştir. Mithat Paşa’nın İngiliz elçisine söylediği kurtuluş çaresi şu şekildeydi; ‘‘İmparatorluk hızla yıkıntıya götürülüyor… Görebildiğim tek çare, önce nazırları özellikle maliye bakımından millî halk meclisine karşı sorumlu kılarak, Hükümdar üzerinde kontrol sağlamakta bulunuyordu; ikincisi, bütün sınıf ve din farklarını ortadan kaldırarak, bu meclisi gerçekten millî yapmakta… Üçüncüsü, yerinden yönetimle ve valiler üzerinde taşra kontrolünün yerleştirilmesiyle sağlanacaktı.’’
Anayasa çalışmaları, Mithat Paşa’nın sadrazam olmasıyla hemen başlatıldı. 23 Aralık 1876’da Kanun-u Esasi (Anayasa) devletin başkenti İstanbul’da ilan edildi. Osmanlı Devleti’ni bu denli etkileyen ve yönetim şeklinin kısmen de olsa yenileşmesine neden olan Anayasa farklı unsurları barındırmaktaydı. Halk ile yönetim arasında siyasi iktidarın şekli belirlenmiş, kısacası yöneten ve yönetilenlerin yerleri gösterilmiş ve bu da hukuk kurallarına dayandırılmıştı.
1876 Anayasasına dayanarak, Osmanlı Devleti’nin ilk parlamentosu olan Meclisi Umumi açıldı. 18 Mart 1877’de toplanarak çalışmalarına başlayan Meclis-i Umumi, Büyük Millet Meclisi’nin açılışına kaynak teşkil eden seçim sistemini oluşturdu. 1908 yılından itibaren anayasada birtakım değişiklikler yapılmış ve bu değişiklikler meclise de yansımıştır. Meclis-i Umumi adı verilen ve ilk Osmanlı Parlamentosu olarak görev yapan meclis, Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan olarak iki kısımdan oluşmaktaydı. Bunlardan halk meclisi niteliğinde olan ve halkın temsil edildiği kanat olan Heyet-i Mebusan birinci kısmı teşkil ederken, padişahın görevlendirdiği kişilerden oluşan Heyet-i Ayan’da ikinci kısmı oluşturmuştur. Meclis çalışmaları belli bir esasa bağlanmıştı. Heyet-i Mebusan kanun tasarılarını görüşür, sonra Ayan Meclisine ve oradan da padişahın onayına sunardı. İşler bu silsile içerisinde halledilirdi. Mebusan Meclisi’nin üye sayısı her 50.000 Osmanlı vatandaşına bir mebus düşecek şekildeydi. Mebus olabilmek bir takım şartlara bağlanmıştı. Bu şartlar;
Mebus seçimi dört senede bir gizli oylama ile yapılacaktı. Heyet-i Mebusan üyeleri sadece kendi seçim bölgelerinin vekili olmayıp tüm yurdu temsil ediyordu. Mebus genel seçimlerine, Heyet-i Mebusan’ın toplantı tarihinin başlangıcı olan Kasım ayından en az dört ay önce başlanırdı. Seçmenler mebusları mensup oldukları vilayet ahalisi içinden seçmek zorundaydı. Meclis üyeliği; ölüm, devamsızlık, istifa ve mahkûmiyet ya da memuriyete tayin gibi durumların biri gerçekleştiğinde düşerdi.
Heyet-i Mebusan Başkanlığına heyet tarafından çoğunlukla üç kişi, birinci ve ikinci başkanlıklara da, üçer kişi olmak üzere dokuz kişi seçilirdi. Seçilen bu kişiler Padişaha sunulur, bu listeden biri meclis başkanlığına, diğer ikisi de başkanvekilliklerine Padişahın iradesiyle atanırdı. Meclis görüşmeleri açık olup, yalnızca özel durumlarda gizli yapılırdı. Mebuslara toplantı için her yıl hazineden 20.000 kuruş, aylık olarak da 5000 kuruş maaş ödenirdi. Ayrıca maaşlarına ek olarak
seyahatler için harcırah da ödenmekteydi. Bir kişi hem Ayan, hem de Mebusan meclisine aynı anda üye olamazdı.
İlk parlamento üyeleri geçici bir talimatla vilayet, liva ve kazaların idare meclisi üyeleri arasından seçildiler. Sadece İstanbul için ayrı bir seçim yapıldı. Mecliste, 69’u Müslüman, 46’sı gayrimüslim olmak üzere toplam 115 üye vardı. 18 Mart 1877’de çalışmalarına başlayan bu meclis, 28 Haziran1877’de Osmanlı Rus Savaşı’nın patlak vermesi üzerine feshedilmiştir. Mebuslar, ülke yönetimi konusunda tecrübeleri olmamasına rağmen, o an için devletin ihtiyacı olan meclis görüntüsünü sağlamaktaydılar.
Namık Kemal’in Hürriyet ve Meşrutiyete dair yazdığı eserler gençler arasında büyük yankı buluyordu. Askeri tıbbiyeli dört öğrenci tarafından, başlarını İbrahim Temo’nun çektiği yeni bir dernek kurulmuş ve İstanbul’daki sivil, askerî, bahri, tıbbi ve diğer yüksekokulların öğrencileri arasında kısa zamanda taraftar bulmuştu. Bu grup adını üyelerinden biri olan Ahmet Rıza’nın Paris’te çıkardığı Meşveret adlı gazeteden aldı. İntizam, danışma anlamına gelen sözcük o zaman İstanbul’da ‘‘İttihat ve Terakki’’ olarak telaffuz edildi.
Bu grup sultanı devirmek ve ihtilal yapmak için bazı girişimlerde bulunmuş, ancak padişahın önceden haberdar olmasıyla başarı sağlayamamışlardır. 1906’lı yıllara gelindiğinde Jön Türkler adıyla da anılan bu hareket, orduda genç subaylar arasında yayıldı. Padişah’ın Anayasayı yeniden yürürlüğe koymasını, Parlamentonun yeniden açılmasını isteyen Jön Türkler’in faaliyetleri özellikle gazete yayını aracılığıyla yurt dışında da devam ediyordu. Yurt dışında Jön Türkler adıyla tanınan ve İstanbul’da İttihat ve Terakki adıyla bilinen grubun faaliyetleri öğrenen Osmanlı yönetimi, derhal harekete geçmiş ve tıbbiyeli öğrencilerin bir kısmını yurt dışına sürdü.
1907 yılına gelindiğinde İttihatçılar çalışmalarını hızlandırdı ve kongre düzenledi. Bu kongrede; Parlamentonun yeniden açılmasını, Abdülhamit yönetimine son verilmesini, halkın vergi vermemek yoluyla direnişinin sağlanmasını ve hükümete karşı silahlı karşı koymanın başlatılmasını kararlaştırdılar. Jön Türklerin hürriyet ve meşrutiyet mücadelesi, Şam’da ve Selanik’te kurulan örgütlerin eylemleriyle silahlı mücadeleye dönüştü. Balkan dağlarında başlayan bu mücadele sonunda, 23 Temmuz 1908’de Kanun-ı Esasi yeniden yürürlüğe konularak, II. Meşrutiyet ilan edildi.
1.Meşrutiyet döneminde, Kanun-u Esasi ile ülke yönetiminde birtakım değişiklikler yapılmış bu değişikliklerle padişahın yetkileri sınırlandırılmıştır. Padişahın yurt dışına sürgün etme yetkisi elinden alınmış, hükümet üyelerinin padişaha değil de meclise karşı sorumlu olmaları, anlaşmaların meclis tarafından onaylanmaları ve padişahın tahta çıktığı zaman, Meclis-i Umumi önünde Anayasa hükümlerine uymaya ve millete sadakat yemini etmeye mecbur olması gibi yaptırımlar getirilmiştir.
1909 yılında Anayasada birtakım değişiklikler yapıldı. Buna göre, Kanun-ı Esasi, fert hürriyetine de değer vererek, fertler arasındaki eşitliği, şahıs hürriyetini, mal ve mesken masuniyetini, öğretim, basın, vicdan ve yargı hürriyetini esas almıştır. Ayrıca bu anayasa ile vatandaşlara dernek ve siyasi parti kurma özgürlüğü tanınmıştır. Buna dayanarak, Türk siyasi tarihinde kurulmuş olan ilk partiler bu dönemde rahatça faaliyet göstermiştir. Bu partilerin başlıcaları; İttihat ve Terakki Partisi, onun rakibi Ahrar Partisi ve İttihatçıların amansız düşmanı
Hürriyet ve İtilaf Fırkası idi. II. Meşrutiyet dönemi için kısaca, parlamenter rejimin ikinci kez ve siyasal partilerle birlikte deneme dönemidir denebilir.
Meşrutiyetin ilanından sonra Kasım 1908’de, Meclis-i Mebusan seçimlerine başlandı. Bu seçimlere, İttihat ve Terakki’nin yanında Hürriyet ve Ahrar Fırkası da katıldı. Ahrar Partisi; Sabahattin Bey ve sütkardeşi Ahmet Fazıl, arkadaşları Mahir Sait, Celaleddin Arif ve Nurettin Ferrufla tarafından kuruldu. Ahrar Fırkası İttihat Terakki’nin tekelci tutumunu eleştiriyor ve her faaliyetlerini gizli yürüttüğü şeklinde propaganda yapıyordu. Onlara göre İttihat Terakki orduyu siyasete bulaştırmıştı.
İttihat ve Terakki partisi seçimleri kazanmasıyla birlikte 17 Aralık 1908 günü parlamento açıldı ve Meclis-i Mebusan üçüncü kez yeniden göreve başladı. Meclis Başkanlığına getirilen Ahmet Rıza yaptığı teşekkür konuşmasında; ‘‘Egemenliğin topluma geçtiğini, II. Meşrutiyetin ilanı ile ulusal egemenliğin güçleneceğini ve bundan böyle padişahın iradesinin değil de, Milli İradenin topluma egemen olacağını’’ duyuruyordu.
1911 başlarında İttihatçılar içerisinde başı Miralay Sadık Bey’in çektiği yeni Hizip Hareketi başladı. Yeni Hizipçiler tutucu talepler içeren 10 maddelik bir program hazırladılar. Talepleri arasında mebuslarından birinin Nazır olması da vardı. 11 Aralık 1911’e gelindiğinde de, İstanbul’da ara seçimler yapıldı. Seçimi 1 oy farkla Hürriyet İtilaf Fırkası kazandı. İttihat Terakki’de bozgun havası esiyordu. İttihatçılar meclise bir nazır sokamayınca meclisi dağıtma yoluna gittiler ve yapılan çalışmalar sonucu 18 Ocak 1912’de meclis dağıtıldı. Genel seçimlere gidildi ve İttihat ve Terakki’nin yoğun baskılarından dolayı tarihe ‘‘Sopalı Seçimler’’ olarak geçen seçimlerde seçilen 270 mebustan yalnız 6’sı muhalifti. 1912’nin ilk aylarında I. Balkan Savaşı patlak verdi. Büyük Devletler Osmanlı Devleti’nin Edirne’den vazgeçmesini istediler. İşte bu durum karşısında, 23 Ocak 1913 günü İttihatçılar Babı Ali baskınını gerçekleştirdiler. Büyük bir kalabalık hâlinde Edirne için sloganlar atarak Bab-ı Ali’ye doğru yürüdüler. Enver Paşa’nın başını çektiği olayda Kamil Paşa Hükümeti istifa ettirildi. Bundan sonra Mahmut Şevket Paşa sadarete geçti.
Balkanlardaki huzursuzluklar iyice artmıştı, Büyük Devletler Osmanlı Devleti’nden Edirne’yi istediler. Bunu önlemek isteyen İttihatçılar 23 Ocak 1913 günü İttihatçılar Bab-ı Ali baskınını gerçekleştirdiler. Enver Paşa’nın başını çektiği kalabalık Edirne için sloganlar atarak Bab-ı Ali’ye doğru yürüdüler. Kamil Paşa Hükümeti istifa ettirildi. Bundan sonra Mahmut Şevket Paşa sadarete geçti. Çok geçmeden, II. Balkan Savaşı patlak verdi.
1.Dünya Savaşı’ndan galip çıkarak barış antlaşmaları imzalayan büyük devletler, Osmanlı İmparatorluğu ile imzaladığı mütarekenin 7. maddesine dayanarak ve çeşitli bahaneler öne sürerek, 1 Kasım 1918’den itibaren Musul, İskenderun, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını daha sonrada Anadolu’nun çeşitli bölgelerini işgale başladılar. İstanbul’da sarayın ve hükümetin bu olaylara çaresizlik içerisinde sesiz kalışı işgalleri daha da hızlandırmış, halkın can, mal ve namus güvenliği kalmamış, düşman İstanbul’u tamamıyla sarmıştır.
Mustafa Kemal Paşa’nın teslimiyetçi olarak nitelendirdiği, Türk aydın ve idarecilerinin kurtuluş yolu olarak ortaya koydukları çarelerin birincisi İngiliz himayesini talep etmek, ikincisi Amerikan mandasını talep etmektir. Bu iki nevi karar sahipleri, Osmanlı Devleti’nin bir bütün hâlinde muhafazasını düşünenlerdi. Üçüncü karar mahalli kurtuluş çarelerinden ibaretti. Mustafa Kemal Paşa ise kendi fikrini şu şekilde ifade eder;
“ Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milli egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız yeni bir Türk Devleti kurmak, işte daha İstanbul’dan çıkmadan düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.’’
Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1929’da Samsun’a çıktıktan sonra Anadolu’daki ilk faaliyetlerine Samsun’da başladı. Silah arkadaşları ve mülki amirler ile görüşerek Sivas ve Erzurum’da kongreler yapmak istediğini belirtti. Mustafa Kemal Paşa, 25 Mayıs 1919’da Havza’ya geçti ve temaslarına burada devam etti. Havza’da düşman işgalini kınayan coşkulu mitingler düzenlenmiş, en ücra kasaba ve köylere kadar bu hareket genişletilmeye çalışılmıştır. Bu sırada mitinglerde her türlü saldırının silahla önlenmesi gerektiği üzerinde durularak, millî mücadelenin silahlı yapılacağı yönünde kamuoyu oluşturulmuştu.
Havza’dan Amasya’ya geçen Mustafa Kemal Paşa, Saraydüzü’nde bayram coşkusuyla karşılandı. 21-22 Haziran gecesi yaveri Cevat Abbas Bey’e Amasya Genelgesini yazdırdı ve bütün sivil ve askeri makamlara gönderdi. Bu genelge Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Rauf Bey (Orbay), Refet Bey (Bele) tarafından imzalanmıştır.
Amasya Genelgesi, millî mücadelenin sebeplerini ve nasıl yapılacağını içeren bir program olmakla beraber millî kurtuluş savaşının başlangıcıydı. Büyük Millet Meclisi’nin temeli burada atılmıştır. Amasya Genelgesi’nin ilk bölümlerinde vatanın içinde bulunduğu olumsuz şartlar anlatılarak, kurtuluşun milletin kendi elinde olduğu belirtilmiştir. Amasya Genelgesi’nin millî mücadele ve sonrasında kurulacak olan Türk devletini ilk temel taşıdır. Millî Mücadelenin ilk bildirgesi ve ulusal egemenliğe ulaşılmasının ilk adımı sayılan Amasya Genelgesi, milli egemenliğin temel unsurlarını şu cümlelerle belirtmiştir:
‘‘… Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır’’. ‘‘… Anadolu’nun her bakımdan en emin mahalli olan Sivas’ta milli bir kongrenin serian inikadı (acele toplanması) takarrür etmiştir.’’
Amasya Tamimi memleket savunmasını teşkilatlandırmaktan daha öteye, Sivas Kongresi ile gerçekleşecek olan, İstanbul’dan ayrı bir tür hükûmet kurulmasını da öngörmüştür. Ayrıca, Amasya Tamimi ile ortaya konan millî irade anlayışı, kurulacak yeni devletin mayasını teşkil eder. Bu gerçek milletin bağımsız yaşama iradesinde olduğudur. Millet hadiselerin ortaya koyduğu kadere boyun eğmemektedir. Yüzyıllardır alıştığı kaderciliğin yerine, istiklal parolasını seçmiştir.
Bundan sonra, 23 Temmuz-7 Ağustos tarihleri arasında yapılan Erzurum Kongresi’nde Mustafa Kemal Paşa, milletin kaderine hâkim olan millî iradenin ancak Anadolu’dan doğacağını belirterek, millî iradeden oluşacak bir heyetin derhal oluşturulması gerektiği üzerinde durmuştur. Ayrıca çıkarılan bir tüzükle Doğu Vilayetlerinde bulunan Milli Cemiyetler birleştirilmiştir. Kongre ile bağımsız bir devlet, millet iradesine dayanan bir meclis fikri daha da belirginleşmiştir.
‘‘… Kuvayi Milliyeyi amil (etken) ve İradei Milliyeyi hâkim kılmak esastır…’’ ‘‘… Meclisi Millinin derhal içtimaını (toplanmasını) ve icraatı hükümetin Meclisin murakabesine (denetimini) vaz’ını temin etmek için çalışılacaktır…’’
Erzurum Kongresi, İstanbul Hükümeti ve İtilaf devletlerince hiç hoş karşılanmamış, Sadrazam Damat Ferit Paşa, ajanslara verdiği demeçlerde bu kongreyi ve yapılan faaliyetleri devlete ve hükümete yapılan bir isyan olarak nitelendirmiştir. Düşman devletlerin tüm engellemelerine rağmen Sivas Kongresi ulusal bir kongre olarak toplanmış, Erzurum Kongresi’nde doğu illeri adına alınan karalar yurt genelini kapsayacak bir biçimde yeniden benimsenmiştir. Burada, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri bir çatı altında birleştirildi.
Heyet-i Temsiliye oluşturulup başkanlığına Mustafa Kemal Paşa seçilmiş, milletin tümünü temsil etme yetkisi bir elde toplanmış, milletin başvuracağı tek mevkinin Heyet-i Temsiliye olduğu vurgulanmıştı. Bu karar, telgrafla tüm yurttaki komutanlara, valilere ayrıca kongre kararı olaraktan padişaha da bildirilmiştir. Bu davranış, millet meclisine giden yolda atılmış en önemli adımdır. Temsil Heyeti, Ankara’da açılacak olan millet meclisine kadar âdeta bir hükümet gibi çalışmıştır.
11 Nisan 1920 tarihinde Meclis-i Mebusan bir daha toplanmamak üzere kapanmıştı. Bundan sonra, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde yürütülen Millî Mücadelenin teşkilatlandırılması çalışmalarına başlanmış, ilk olarak Ankara’da açılacak olan milli meclis için faaliyetlerde bulunulmuştur. Ankara’da Millet Meclisi’nin açılması için alınan ciddi tedbirlerin başında, Mustafa Kemal Paşa’nın ülkenin içerisinde bulunduğu duruma göre, meclisle ve seçimle ilgili bir tebligat
hazırlayıp bunu tüm yurtta yayınlamasıdır. Mustafa Kemal Paşa bu konudaki kararlılığını ve tatbikini gösteren tebliği, 19 Mart 1920’de yani İstanbul’un işgalinden üç gün sonra yayınlamıştır. Bu tebliğ işin önemini ve nasıl yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu tebliğe göre;
1-Ankara’da salahiyet-i fevkaladeye malik bir Meclis umur-ı milleti tedvir ve
murakabe etmek üzere içtima edecektir.
2- Bu meclise aza olarak intihab olunacak zevat meb’usan hakkındaki şeraiti
kanuniyeye tabidir.
3-İntihabatta livalar esas ittihaz edilecektir.
4- Her livadan beş aza intihab olunacaktır.
5- Her liva kazalarından celbedeceği müntehib-i sanilerinden ve merkezi liva idare
ve belediye meclisleriyle liva Müdafaa-i Hukuk Heyeti idarelerinin ve vilayetlerde
merkezi vilayet heyeti merkeziyelerinden belediye meclisinden ve merkezi vilayet ile
merkez kazası ve merkeze merbut kaza müntehib-i sanilerinden mürekkep bir meclis
tarafından aynı günde ve aynı celsede icra edilecektir.
6- Bu meclis azalığına her fırka, zümre ve cemiyet tarafından namzet gösterebilmesi
caiz olduğu gibi her ferdin aday olmaya hakkı vardır.
7- İntihabata, her mahalin en büyük mülkiye memuru riyaset edecek ve selamet-i
intihaptan mesul olacaktır.
8- İntihap, rey-i hafi ve ekseriyeti mutlaka ile icra ve oyların tasnifi, Meclisin
içlerinden intihap edeceği iki zat tarafından, fakat huzur-ı Mecliste ifa edilecektir.
9- İntihab neticesinde, bilumum azanın imza ve zat mühürlerini muhtevi üç nüsha
mazbata tanzim olunacak. Bir nüshası mahalinde alıkonularak diğer iki nüshasının biri intihap olunan zata tevdi ve diğeri Meclise irsal olunacaktır.
10- Azaların alacakları tahsisat, bilahare Meclisçe takarrur ettirilecektir. Ancak
azimet harcırahları intihap Meclislerinin masarif-i zaruriye hesabıyla takdir edeceği
miktar üzerinden, mahalleri hükümetlerince temin olunacaktır.
11- İntihabat nihayet on beş gün zarfında ekseriyetle Ankara’da içtimaı edilmek
üzere itmam olunarak, azalar tahrir ve netice azanın isimleriyle birlikte derhal iş’ar
edilecektir.
Mustafa Kemal Paşa bu tebliği hazırlarken iki gün süreyle telgraf başında kalarak çeşitli bölgelerde bulunan kumandanlarla fikir alışverişi yapmış, onların da görüşlerini almıştır. Mustafa Kemal tebligata dair yazmış olduğu ilk müsveddelerde, ‘‘Meclis-i Müessesan’’ (Kurucu Meclis) tabirini kullanmıştı. Bu kelimeyi kullanmasındaki maksat, mevcut yönetim şeklinin değiştirilmesini, Ankara’da açılacak olan yeni mecliste gerçekleştirmekti. Fakat bu yaklaşım, Paşalar arasında birtakım tartışmalara neden olmuştur.
‘‘ Ben ilk yazdığım müsveddede meclisi müessisan tabirini kullanmıştım. Maksadım da toplanacak meclisin rejimi değiştirmek salahiyetiyle ilk anda mücehhez bulunmasını temin etmek idi. Fakat bu tabirin kullanılmasındaki maksadı lüzumu izah edemediğim gibi halkın ünsiyet etmediği bir tabirdir, diye Erzurum ve Sivas’tan ikaz edildim. Bunun üzerine salahiyeti fevkaladeye malik bir meclis tabirini kullanmakla iktifa ettim.’’
19 Mart’ta yayınlanan bu tebliğde, memleket işlerini idare etmek ve denetlemek için olağanüstü yetkilere sahip bir meclis tanımı yapılırken, yasama, yürütme ve yargı güçlerinin tek elde yani Büyük Millet Meclisinde toplanması kastedilmiştir. Heyet-i Temsiliye’nin tüm yurtta etkin olamaması nedeniyle ve kitle iletişim araçlarının yetersiz oluşu, seçimleri olumsuz etkilemiş, fakat buna rağmen seçimler tüm yurtta kesintisiz olarak devam etmiştir. 29 Mart’ta Sivas, Kayseri, Malatya, Tokat, Yozgat ve Kastamonu illeri seçimleri tamamlayarak vekillerini Ankara’ya göndermişlerdir. İstanbul’dan meclise katılacak olanlarsa, daha önce 1919 seçimleri ile seçilmiş olup Meclis-i Mebusan’ın İtilaf Devletlerince kapatılmasından sonra buradan kaçarak Ankara’ya ulaşan milletvekilleriydi. Bu grup Ankara’daki meclisin iki ayrı seçimle oluşmasına neden oldu. Çünkü İstanbul’dan bir önceki meclisten gelen 82 milletvekili de vardı.
Birinci Büyük Millet Meclisi İsim Defteri’nde, dönem sonunda 337 mebusun bulunduğu, dönem boyunca 71 mebusun istifa ettiği, 24 mebusun vefat ettiği, 3 mebusun mebusluğunun düştüğü ve 1 mebusun da mebusluğunun reddedildiği, bir başka mebusun da vekilliğinin onaylanmadığı belirtilerek böylece toplam üye sayısı 437 olduğu belirlenmiştir. Ancak adı geçen 437 mebustan 142 si birden fazla livadan seçilmiş görünmektedir. Mustafa Kemal Paşa ise 1 Mart 1921 tarihli konuşmasında meclis üye sayısını 350 olarak belirtmiştir. 270’i yeni seçilen, 80’i Meclis-i Mebusan kökenli olan mebuslardır. Bu mebusların 331’i, bu tarihe kadar BMM’ne katılmış ancak 19’u hiçbir oturuma katılmamıştır.
Birinci Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920 günü halkın coşkusu ve törenle açıldı. Memleketin her tarafından seçilerek gelen mebuslar ile İstanbul’dan Ankara’ya ulaşan mebuslar, bütün hükümet memurları ve Ankara halkı, ayrıca yurdun çeşitli bölgelerinden meclisin açılış törenini görmeye gelen kişiler vardı. Öncelikle Hacı Bayram Cami’nde Cuma namazı kılındıktan sonra, toplanan kalabalık ellerinde sancaklarla meclisin önüne gelmişler ve kapı önünde dualar okunup kurbanlar kesildikten sonra meclis açılmıştır.
Meclis 23 Nisan 1920’de açılıp çalışmalarına başladığında, Anadolu’da bulunan halkın çoğu meclisin açılmasını duymadığı gibi, daha İstanbul’un işgalinden bile haberdar değillerdi. Oysa Büyük Millet Meclisi açılış amacını halkın bağımsızlık ve özgürlüğünü sağlamak olarak göstermişti. BMM’nin etrafında adam toplamak için amaçlarının ne olduğunu belirtecek bir bildirinin yayınlanması gerektiğini Hamdullah Suphi Bey dile getirmiştir. Beypazarı’nda da isyanların başlaması sonucu ‘‘İrşad Heyeti’’ adı altında bir komitenin oluşturulması düşünülmüştür. İsmail Şükrü Bey yeni bir propaganda örgütü kurmak yerine ‘‘Darülhikmeye’’ görev verilmesini istemiştir. Meclisçe önemli karşılanmıştır. Böylece bir irşat komitesi oluşturulmuş, çalışmalarına başladığı sırada, BMM’de isyanları durdurabilmek için toplanış nedenlerini ve amaçlarını halka anlatmak amacıyla bir bildirinin hazırlanması işini Hamdullah Suphi Bey’e vermiştir.
23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi hemen çalışmalarına başlamış ve açıldığının ikinci günü olan 24 Nisan’da bir kanun çıkarmıştır. Böylece, Meclis yasama ile ilgili görevlerine başlamıştır. Bu arada meclisin çıkardığı kanun ve aldığı kararları yerine getirecek bir yürütme organının kurulması şart olmuştu. İstanbul Hükümeti de yok sayıldığından, Milli Egemenlik esasına dayanan hükümet kurulmalıydı. Bunları kavrayan Mustafa Kemal Paşa, Meclis’in 24 Nisan tarihli oturumda yaptığı konuşma sonrasında, hükûmet teşkiliyle ilgili birtakım esaslar ortaya koymuştur. Bu esaslar şöyledir;
–Tarih tecrübelerine, ilmi verilerine ve halen içinde bulunulan şartlara göre memleketin milli kuvvetlerini bir teşkilatta birleştirmek esastır.
-Bu teşkilat Osmanlı Anayasa metinleri gereğince olmamalıdır. Milli vicdanın ifadesi olan Meclisin yapacağı kanunlara bağlı bir hükümetin kurulması şarttır.
-Meclis, hükümeti(İcra Heyeti’ni) kontrolle yetinecek ‘‘murakıb ve müdekkik’’126 bir yasama organı değildir, milletin mukadderatına bu sıfatla ve kuşbakışı bakamaz. Fakat bu mukadderata ‘‘bilfiil iştigal etmek’’ zorundadır.
Bundan dolayı, Meclis yasama yürütme yetkilerini kendisinde toplamış olmalıdır.
Mustafa Kemal’in hükümetin teşkili hakkındaki teklifi milletvekilleri tarafından coşkuyla karşılanmıştır. Yapılan tartışmalar ve görüşmeler neticesinde teklif olduğu gibi kabul edilmiştir. 2 Mayıs 1920’de yapılan görüşmelerde ise hükûmetin kurulması için gerekli ortam hazırlanmış, Genelkurmay Başkanlığı’nın da hükûmetin içerisinde yer alması uygun görülmüştür.