Quantcast
Tuna Deltası’nda Bizden İzler -2 – Belgesel Tarih

Prof. Dr. Nadir Paksoy
Prof. Dr. Nadir  Paksoy
Tuna Deltası’nda Bizden İzler -2
  • 31 Mayıs 2020 Pazar
  • +
  • -
  • Prof. Dr. Nadir Paksoy /

Loading

Şiir gibi vapur yolculukları

Tuna Deltasındaki vapur yolcululukları Tulça (Tulcea) kentinden başlar. Bu kentte Tuna üç ana kola ayrılarak Karadeniz’e kavuşur. Her bir kol üzerinde halkın ulaşım ve yük taşımak için kullandığı “Nehir vapurları” işler. Her bir kol üzerindeki yolculuk beş- altı saat tutar. Vapur son durakta bir gece yatar, ertesi sabah Tulça’ya döner.

Tulça Osmanlı izlerinin olduğu bir kent. Kentte Osmanlı’dan kalan en önemli yapı Aziziye Camii. Sultan Abdülaziz saltanat döneminden (1861-1876) kalmadır. Tulça’da bugün birkaç bin kişilik Müslüman cemaat kalmıştır. Cami ibadete açıktır. İmamı beş yıllığına bizim Diyanet’ten görevli gelmiş. O da Mecidiye ve Babadağ cami imamları gibi Cuma’ları dışında namaza gelen cemaat sayısının az olduğunu söyledi.

Tulça Tuna nehrinin tam kıyısında. Ancak içinden Tuna geçen Budapeşte, Viyana gibi diğer Avrupa kentlerinin estetiğinden uzak. Kıyı, kaba ve çirkin beton yığınları kaplamış. Balkanlarda (buna Türkiye de dahil) yaşayan insanların hücrelerinde “çirkin bina yapma” geni mi var, sorusu akla geliyor!

Delta’daki üç kolda da (karayolları deyimiyle arterde) vapur yolculuğu yaptım. Son duraklarda birkaç gün kaldım. Akşam varıp sabah aynı vapurla dönmedim. Böyle olunca üç arter’deki yolculuk bir hafta sürdü. Ama değdi…

Vapurlar, üst katı tenteneli geniş açık güverteden, giriş katı kapalı salon ve altı yük deposundan oluşan basit nehir gemileri. Ağır ağır ilerliyor. Her taraf yem yeşil Tuna kıyısı. Bazen koster tarzı yük gemileri geçiyor. Birkaç tanesi Türk bandıralı…sonu Reis ile isimleri var.  El salladım. İzmit körfezinde her gün görüp dikkatimiz çekmeyen gemi ve Türk bayrağı  ile Tuna’da karşılaşınca “el sallama” dürtüsü geldi. Ülke, vatan, bayrak aidiyet duygusu bu olsa gerek!

Delta vapur gezime, Tuna’nın güney kolundan başladım.  Vapur çeşitli iskelelere uğradı. Yolcu aldı, yolcu bıraktı; yük boşalttı, yük aldı. Üst güverteden film gibi izliyorum. Çoğunluğu köylü yolcular sessiz kendi aleminde. Köşedeki bir gruba gözüm daldı. Simitçi fırınında “su bürek” adıyla satılan börekten koca bir kutu aldı, yanına da 2.5 litrelik plastik şişelerde satılan biralardan aldılar. Ziyafet hazırlığı üç-beş paket sigarayla tamamlandı. Son iskeleye vardığımızda sofrada hiçbir şey kalmamıştı. Orta yaşlı aile grubu gürültüsüz neşeli vapurdan indi, inerken iskelede hafifçe yalpalıyorlardı; hepsi bu!

Vapur güvertesi, inenler, binenler, sohbet edenler, kendi halinde sohbet edenler, insanlar, insan yüzleri Balkanlar’ın maksim Gorki’si olarak nitelendirilen Panait Istrati’nin öykü sayfalarının serpilmiş gibiydi… Tulça’dan bindiğim vapur altı saat sonra son durak Stefani köyüne vardı. Köy tipik bir Balkan köyü. 30-40 yıl öncesinin bizim Trakya köylerinin aynısı. Çavuşkevski döneminden kalan birkaç beton toplu konut dışında saz damlı, çamur sıvalı tek katlı tipik yöresel köy evlerinden oluşuyor. Bir tane ‘market’ denilen bakkal irisi ve söğüt altı köy kır kahvesi var. Neyse ki birkaç tane eli yüzü düzgün pansiyon var da gece sokakta kalmaktan kurtuldum. Ağustos ortası, benden başka yabancı yok. Yerli turist var o da hafta sonları. 3 km ötesi Karadeniz. Tertemiz sonsuz görünümlü kumsallar. Biraz güneşlenen insan var. Onları geçince sahilde in cin “balık tutuyor”. Köyün tek eğlencesi söğüt altındaki kır kahvesinde oturmak, bira içmek, geniş ekranda maç izlemek. Bira Romanya’da çok yaygın. Her büfede her saatte satılıyor ve yol kenarı büfelerde, tren istasyonu-otogar bekleme salonlarında, bakkal önlerinde, parklarda alanla serbestçe içiliyor. Bu konuda idmanlı olduklarından “iyi içiciler”; en fazla sızıp uyuyorlar.Kuşkusuz mümkün de ben taşkınlık yapıp kavga çıkarana tanık olmadım.

Yolculuğumun ikinci kolu Sulina kasabasında bitti. Bizim kaynaklarda Sünne diye geçer. Kent, Osmanlı Tuna donanması üssüymüş. Kent o dönemler kozmopolit bir yapıya sahip olmalı ki kasaba dışındaki kent mezarlığı Hristiyan, Müslüman-Türk ve Musevi diye ayrılmış. Türk mezarlığında mezar taşlarının başları kırmızı renkte ve fes şeklindeydi. Musevi mezarlığı en bakımlısıydı ve giriş kapısı kilitliydi.

Tarih ve insanlık…Anayurdundan uzak ta (hoş o yıllarda da vatan toprağı idi) Tuna ağzında edebi uykusunda. TİKA’nın o mezar taşlarına el atmasını dilerim. En azından üzerinde okunabilir belirginlikte eski yazı olan taşların sahiplerini ve görevlerini belirten bir plaket konulması iyi olur. Bu yazının sesi ilgilisine ulaşır, umarım. Mezar taşında fes olduğuna göre, merhumun devlet görevlisi “katip veya memur” olması muhtemel.

Sulina’da kasabanın içinde Osmanlı’dan kalan deniz feneri var. Tuna’nın Karadeniz’e açıldığı ağızdan 3-4 km içerde. Osmanlı döneminde (1870) fener ağızda imiş. Tuna’nın alüvyonları ile fener şimdi karada kalmış. 150  yılda 3-4 km  toprak dolmuş!!

Delta yolculuğumun en ilginci üçüncü ve en kuzey koldaki yolcuktu. Bu kolun diğer yakası Ukrayna idi. Nehrin daraldığı alanlarda Ukrayna yerleşim yerleri net görülüyordu. Yol boyundaki en büyük Ukrayna kenti “İzmail” (İsmailiye) idi. Kent 1812 Bükreş anlaşmasıyla Osmanlı’dan çıktı. Vapur İzmail’e yakın seyrederken Tuna kenarında minaresiz cami dikkatimi çekti. 1812 Bükreş anlaşmasının imzalandığı kervansaray Han Manuc adıyla Bükreş’te otel olarak ayakta duruyor. Bahçesi kafe/lokanta olarak hizmet veriyor).

Bu kol üzerinde kayda değer bir yer de Romanya nehrin Romanya yakasındaki ‘Chila Veche’ kasabası. Türkçe, ‘Eski Kale’ anlamına geliyor. ‘Kale’ Romence’de Chilia (okunuşu ‘Kilia’) demekmiş. Romenlerin ünlü kralı Vlad Tepeş (Kazıklı Voyvoda= Kont Drakula) ile Fatih’in orduları arasındaki savaşlardan biri bu alanda olduğu söylenir.  Karşısı Ukrayna. Oradaki yerleşim yerinin adı “Kilia” (Kale) ya da Nova Kilia (Yeni Kale). Moldavya Kralı Stefan tarafından Fatih’in akınlarına karşı yaptırılmış.

Tuna Deltası Romanya’nın bizde az bilinen, az gidilen ama bizden izlerin hala yaşadığı bir coğrafya. Tuna’nın Karadeniz’e açılan kollarında köy pansiyonlarında konaklayıp, yerel yolcu vapurlarıyla şiir gibi bir sırt çantalı yolculuktu.

Dönüşü Bulgaristan’ı kuzeyden güneye kat ederek Ruşcuk, Tırnova, Plevne, Sofya, Filibe ve Kırcali, Kapıkule-Edirne yoluyla karadan yaptım. Eski Filibe’nin korunmuş ve restore edilmiş halini sevdim.

  • Nadir PaksoyDip Not: Belgesel Tarih okurlar arasından, foto galeride yer alan Sünne’deki kabir taşlarında ne yazıldığı okuyabilenler bana ya da editöre yazarlarsa, yazıya dip not olarak eklenebilir.

Prof. Dr. Nadir Paksoy

1952 Çatalca-İstanbul doğumlu. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldu (1976). İÜ İstanbul Tıp Fakültesi'nde (Çapa) Patoloji uzmanlığı, Norveç Oslo Üniversitesi Kanser Hastanesi'nde (Radium) Sitopatoloji dalında yandal uzmanlığı yaptı. BM Kalkınma programı ve değişik kurumlar kanalıyla Pasifik Okyanusu’nda Vanuatu, Samoa adaları, Sidney, Hindistan, Norveç, Zimbabwe ve Makedonya’da mesleki amaçlarla bulundu. Akdeniz ve Kocaeli Üniversitelerinde öğretim üyeliği yaptı. Halen İzmit’te “sitopatoloji ve iğne biyopsisi” konusunda özel hekimlik yapmaktadır. Gezi-izlenim –anı türünde basılmış 6 kitabı (Bağlam Yayınları) vardır. Kitaplarının adları: "Bir Demet Pasifik" (1989 Milliyet Edebiyat 2.'lik ödülü), "Sırt Çantamda Çoğrafyalar", "Gözümden Afrika", "Kuzey Sardunyaları", "Gezgin Hekimin Dünyası" (Metin ve Foto Albüm), "Yaş 21:Hayber"... Tıp tarihi ile ilgilenmektedir. İletişim: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Tekrarsız Süslemeler

Tekrarsız Süslemeler

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 3 Aralık 2024
Sistematik Hatalar Bahçesi

Sistematik Hatalar Bahçesi

Ekrem Hayri PEKER, 3 Aralık 2024
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024
Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Atilla SAĞIM, 17 Kasım 2024