Turancılık ve Sistematik Düşünme |
Turancılık bir ülkü ve düşünce biçimi olarak asırlardır Türk Milletinin gönül ve zihin dünyasında kök salmaktadır. Fakat yol haritası ve düşünce yöntemine katkıda bulunurken tutum ve davranışlarımızın nasıl olması gerektiği netlik arz etmemektedir. Türklük Ülküsünde düşüncenin, heyecanın ve zaruri şartların yeri belirlenmeden iyi niyetli her çaba hayal kırıklığını bünyesinde barındırmaktadır.
Önceliklerin tespiti olmadan hiçbir şahsi, fikrî ve sosyal hareket başarıya ulaşamaz. Sözlerimi açacak olursam düşünce, mantık, duygu ve hayatî zaruretler (fizyolojik ihtiyaçlar) zemininde denge temin edilmeden birey ve millet açısından sonuç daima hüsran olmaktadır. Ölçü beynimizin nasıl çalıştığından başlamak olmalıdır. Çünkü fikrî ve sosyal hareketler mensuplarının beyinlerinin çalışma tarzları ile doğru orantılıdır.
Beynimizin korteks denilen kabuk kısmını (üst beyin) yani düşünsel kısmını ne kadarı kullanılmalıdır. Beynimizin limbik sistem dediğimiz duygusal (orta beyin) ve en son doğal ihtiyaçları sağlayan beyin kökünün (alt beyin) olması gereken katkılarının bilinmesi gerekmektedir. Beyin yaklaşık 100 milyar sinir hücresi ile bunun 7-8 katı destek hücresinden oluşur. Sinir hücreleri arasında sinaps dediğimiz bağlantıların artırılması ve destek hücrelerinden yıldız hücrelerinin çalışması ile düşünce boyutlarımız genişler. Limbik sistem duygu dünyamızın ana merkezi olurken; beyin kökü ise solunumdan dolaşıma üremeden beslenmeye kadar hayatta kalma ihtiyaçlarımızı kontrol eder.
Bilindiği kadarıyla beyin kökü yaklaşık 500 milyon, limbik sistem 200 milyon, beyin kabuğu 400 bin, beyin kabuğunun ön kısmının önü ise 40-50 bin yıllık takvimsel bir gelişim sürecine sahiptir. Bu gelişim basamaklarına baktığımızda Üst beyin insan ve toplum hayatında yaklaşık %70, orta beyin %20 alt beyin ise %10 civarında kullanılmalıdır. Fakat birey ve toplumda bu oran bazen tam tersine de dönebilmektedir. Hâlbuki bunlar arasında dengeli bir iş birliği ile zihin ve fikir dünyasında “sistematik düşünen birey ve toplum” oluşacaktır. Tersi durumlar da fikir hareketleri de akıl, mantık, duygu ve ihtiyaçlar arasında bocalayacaktır.
Örnek vermek gerekirse “Türkçülük Turancılık” dediğimizde acaba; akıl mı, mantık mı, duygu mu, doğal bir ihtiyaç mı ön plana çıkmaktadır. Düşünceyi öne çıkaran veya duygusal (romantik) olan yahut sadece fizyolojik maddi ihtiyaçlar sebebiyle farklı farklı algılar karşımıza çıkabilmektedir. Bunun tarihî ve günümüz benzerlerini bulmak çok kolaydır. Bir fikir hareketinin mensupları her halükarda insan beyninin çalışmasını dikkatli bir şekilde incelemeli ve beynin çalışmasını öğrenmelidir. Aynı zamanda beyinin en önemli ürünü olan sistematik düşünceyi tutum, alışkanlık ve davranışlarına aktarabilmelidirler. Bu eğitim tarzı fikir hareketinin yola çıkmadan haritayı ve pusulayı kullanmaya bir nevi öncelik vermesidir. Felsefî hareketlerden fikir hareketlerine ve inanç sistemlerine kadar dengeli bir beyin kullanımı onları her türlü aşırılıktan da uzak tutacaktır.
Turancılık mensuplarının farklı tutum ve davranışlarının temelinde, düşüncelerinin oluşumu ve hayata bakışlarının değişiklikler arz etmesi çok önemlidir. Bu ise beyin-hayat arasındaki tercihle ilişkilendirilebilir. Beyinin hangi fonksiyon sahası üstünde çok durulmuş ve o bölge geliştirilmişse dünya görüşleri de ona göre şekillenmektedir.
Bunu şu şekilde özetlemek mümkündür:
1-Tepkisel-duygusal Turancılık
2-Mantıksal-düşünsel Turancılık
3-Sistematik-bütüncül Turancılık
Daha farklı sınıflandırmalarda yapılabilir. Bu ise düşünce ve bilinçlenme algısına zenginlikler katacaktır.
Beyin anatomik ve fizyolojik olarak aşağıdan yukarıya; alt, orta ve üst beyin olarak sınıflandırıldığında tanımlardan; tepkisel-duygusal olanlar alt ve orta beyinlerinin büyük kısmını, mantıksal-düşünsel olanlar ağırlıklı olarak üst beyinlerini, sistematik-bütüncül olanlar ise tüm beyin kısımlarını dengeli bir şekilde kullanmaktadır. Bu da bize göstermektedir ki; fikir hareketleri şahısların beyinlerini ve onun ürünlerini kullanmalarındaki takındıkları ön tercihleri ile paralellik arz etmektedir. Tabii ki bu beyinin gelişimi veya geliştirilmesi ile de direk bağlantılı olmaktadır. Eğer bireyler beyin kabuğunu (gri cevher) çok az işletip duygusal (limbik sistem) ve tepkisel beyin(beyin kökü) kısımları ile yetinirlerse cemiyette ve tarihte etkileri ve kalıcılıkları da o denli olacaktır. Tepkisel-duygusal Turancılığı Pan-Slavizme karşı Osmanlı ve diğer Türk coğrafyalarında yaşayan aydınların önemli bir kısmında görebilmekteyiz. Salt mantıksal çerçeveden bakanlar bilimsel bir yöntem izlediklerini ifade etseler de toplumlar için sıkıcı katı kalıpları temsil etmişlerdir. Bu ve benzerlerinden insanlık da yıllar boyu insanî/estetik değerlerinden çok şey kaybettirmiştir. Sistematik-bütüncül bakış ise hem mensubu olduğumuz Türk Milletine hem de insanlık ailesine olumlu ufuk açıcı katkılar sunacaktır. Bunun siyasi bilgelik açısından örnekleri; uzak Türk tarihinde Bilge Kağan yakın Tarihimizde ise Mustafa Kemal Atatürk olmuştur. Düşünce insanları yönüyle baktığımızda Mâtürîdî-Ziya Gökalp çizgisinin Türk fikir hayatına katkıları görülmektedir.
Buradaki yazılarımızdan tek tip, tek yöntem, tek kalıp bir anlayışın doktrine edilmesi anlaşılmamalıdır. Sistematik-bütüncül bakış sağlıklı-dengeli bir akıl, mantık, zekâ, duygu ve hayatta kalışın estetik/ahenkli bir özetidir. İnsan vücudunun, tabiatın, evrenin denge üzerine kurulduğunu düşünürsek fikir hareketleri mensuplarının “fikrin dengesinde dikkat ölçü ve yöntemlerini” de araştırması gerekmektedir. Eğer bir fikrin iç ve dış dengeleri sağlanamazsa onun hayatta karşılığı gerçekçi olamayacaktır. Hangi fikir mensubu veya fikir insanı olursa olsun, beyinin çalışma sistemini ve bunun dengelerine dikkat etmelidir. Bunun sonucunda fikir hareketinin sosyolojik zemindeki dengeyi ve ahengi oluşturma çabaları anlamlı olacaktır. Kısaca beyin içinde başlayan bir fikir ve hareket öncelikle mensupları arasında yaşanarak, tecrübe edilerek, kültürlenerek gelişecek sonra topluma anlaşılır bir şekilde sunulma aşamasına gelecektir. Bireysel psikolojiden, sosyal psikolojiye birçok disiplinin bilimsel verileri ışığında bir fikrin temsilcileri kendilerini yetiştirmeye çalışacaktır. Tecrübenin değerini göz ardı etmeden sadece tecrübe ile de yetinilmemelidir. Bununla birlikte kütüphane kurdu olmakla da hayatta başarılı olunacağı zannedilmemelidir. İnsanların ve milletlerin hayatta kalma bilinci bunlardan teki ile sağlanamaz. Bilincin ve onun tarihe yön verme hakikatinin temelinde bilinen ve bilinmeyen birçok neden bulunmaktadır. Turan yolculuğumuzda bunları hep birlikte araştırmalıyız. Araştırdıkça öğreneceğiz öğrendikçe yaşamaya çalışacağız; yaşadıkça insan beyninin morfolojisinden işlevsel halini değiştirebileceğiz. Bu aynı zamanda beyni paslanmayan insanların oluşturduğu fikir hareketlerinin toplumları da yolculuklarına katabildikleri fark edilecektir.
Turancılık Tarihinde ister metin analizleri isterse olgu sunumları olsun değerlendirmeleri “beyinin kullanılması” ekseninde değerlendireceğiz. Beyin kelimesinin yazılarımızda sık sık geçmesi maalesef çoğu okuyucuya soğuk gelecektir. Hâlbuki beyin sanıldığı ve göründüğünün aksine enerjik, aşırı tatlı ve çok havalıdır. İnsan vücudunun %2 si beyin olmasına rağmen şekerin %16 sı, Oksijenin %20 si enerjinin % 20 si beyin tarafından kullanılır ve tüketilir. Beyinin %75-80’i de sudan oluşur. Bu da insan yurdunun merkezi organının beyin olmasından kaynaklanmaktadır.
Hepimiz beyinle ilk kurban bayramlarında yahut sakatatçı vitrinlerinde karşılaşırız. Tıbbiyeye gidenlerde onu soğuk anatomi veya patoloji laboratuarlarında görürler. Beyin cerrahları da ameliyathanelerde. Hal böyle iken vücudumuzun en üst kısmında en korunaklı halde onu taşımaktayız. Onunla görür, onun iştir onunla düşünürüz. Tehlikeleri onunla bertaraf ederiz. Güzelliği de kötülüğü de onunla fark ederiz. O biyolojik yapısıyla bir organdır organ olmasına fakat tarihi değiştiren fikirler onda üretilir, hayata yön veren düşünceler ondan çıkar, aklın, mantığın duyguların, istek ve arzuların mekânı orasıdır. O halde tarihe yön vermek isteyenler, düşünceleri geliştirmek, duyguları dengelemek, arzu ve istekleri orta yola çekmek akıl ve mantığın varlığa hizmet edilmesini sağlamak onunla mümkündür.
İşte bu sebeple metin ve olay analizlerinde ölçümüz o olacaktır. Şu an bilim dünyasının ulaştığı bilgi birikimi ile bu ölçülendirmede sadece Turancılık değil tarihteki tüm fikir hareketleri ve inanç sistemleri faydalanacaktır. Gelecekte şüphesiz bilgi kaynakları daha da artacaktır. Yorumlardaki objektiflik daha da gelişecektir. Fakat her dönemde ilim ve onun üretildiği insanî kaynak her zaman beyin olacaktır. Yapay zekâ dâhil gelecekte ortaya çıkacak her türlü gelişme de yine beyinlerimizin ürünü olacağına göre yeryüzündeki her insanın bu hazinesini tanımaya çalışması gerekmektedir.
Düşünen ve akliden insanlardan oluşmuş bir dünyada sistematik düşünce seviyesi ile neler başarabileceğini insanlık mutlaka görecektir. Düşünmek her insanın öz be öz kendi servetidir. İsterseniz buna genetik, kültürel kadim miras diyelim. İsterseniz epigenetik çabalar olarak kabul edelim. Nasıl bakarsak bakalım karşımıza ilk anda beyin çıkacaktır. Göktürk Kitabeleri, Divan-ı Lügat-i Türk, Kutadgu Bilig yahut Divan-ı Hikmet’i bu açıdan analitik bir sistematik düşünceye tabi tuttuğumuzda onların bu ve gelecek yüz yılın insanlarına nasıl konuştukları görülecektir. Bu metinlerdeki ifadelere; beynimizin içindeki; tepkisel, duygusal, mantık ve düşünsel yahut bütüncül mirası ile bakıldığında o zaman ortaya daha anlamlı ve tutarlı yorumlar çıkacaktır. Bir örnek daha vermek gerekirse Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk ve Söylevlerini demeçlerini bu çerçeveden değerlendirdiğimizde sağlıklı bir düşüncenin tarihten günümüze nasıl aktarıldığını göreceğiz. Turancılar için bunun ne kadar önemli olduğu da anlaşılacaktır. Bahsi geçecek metinlerde Turan veya Turancılık ifadeleri ister geçsin isterse geçmesin yine de Turan’ın tecrübesini ve bilgi birikimini her kuşağa aktaracaktır. Klasiklerini sistematik düşünceye tabi tutmamış bir milletin üyeleri kadim medeniyetler ile irtibat kuramadığı gibi gelecekte de o medeniyetleri aşacak yenilerini de inşa edemez. Dünyanın yaşadığı her olay her geçen gün medenî/uygar insanlıktan uzaklaşmakta olduğumuzun göstermektedir. Umulur ki “aklını işletmek” “sistematik düşünceyi” alışkanlık haline getirmek ve hayata “bütüncül” bir bakış açısı ile yaklaşmakla bu badireleri aşarak “Turan’ın ebedî ülkesi[1]”ne kavuşuruz.
Burada önemli bir parantez açılması gerektiği de düşünülmelidir. Çünkü Turancılık akımı sadece Türkler tarafından değil akraba uluslar ve yabancılar gözü ile de değerlendirilmiştir. Hatta Yabancıların Turancılık için bulduğu kaynaklar ve yazdıkları biz Türklerden daha fazladır. Bu açıdan yabancı kaynakların özellikle eleştirel bir süzgeçten geçirilmesi zarureti bulunmaktadır. Aksi halde duygusal yaklaşımlarla Turancılık Türk Milletinin hedefleri doğrultusunda değil yabancı akademisyenler hatta istihbarat servisleri tarafından yönlendirilecektir. Vatan aşkından asla şüphe etmediğimiz Enver Paşa Alman politikasının uygulayıcısı olmak durumundan kurtulamamıştır. Duygusal Turancılığı ile heyecan ve enerjisini Türkistan topraklarında canı pahasına ödeyerek şehit olmuştur. Diğer taraftan Mustafa Kemal Atatürk her hareketini, sistematik düşünce içinde adım adım gergef gibi işlemiştir. Bu düşünce tarzı ile yıkılan bir imparatorluktan ve I. Cihan Harbinin ateş çemberinden Millî bir devlet inşa etmiştir.
Sistematik Düşünce ve Bütünü Görmek
Türkolojinin önemli isimlerinden Macar Yahudisi “Arminius Vambery” İngiliz istihbaratı ve Osmanlı Sultanı II: Abdülhamid Han’a çalışarak Türkistan gezisini tamamlamış Turancılık için kullanılabilecek çok materyal toplamıştır. I. Dünya savaşı sırasında T. Lothrop Stoddard “I. Dünya Savaşı Yıllarında Pan- Turanizm” yazısında önemli analizler yapmıştır. Fakat bu ve birçok yabancı akademisyen ve yazarların handikapları yahut istihbarat servisleri için çalıştıkları gerçeği dikkat çekicidir. Bunlar “Sistematik Düşünce” yaklaşımını yöntem olarak benimsemiş Turancıların dikkatlerinden kaçmamıştır. Başka bir örnek vermek gerekirse, 1933’te Japonya Turan Derneği tarafından tasarlanan ve daha sonra Budapeşte’de II. Dünya Savaşı sırasında yayınlanan, Macar ve Japon halkları arasındaki ortak atalara ait bağlantıların grafik bir tasvirini gösteren Turan coğrafyasının nadir etnografik bir haritasıdır. Hem Japonca hem de İngilizce olarak basılan harita, önde gelen Japon Turan aktivistlerinden Kitagawa Shikazo tarafından 1933 yılında hazırlanmıştır. Bununla beraber Shikazo’nun çalışması, Macar Turan Cemiyeti’nin emriyle Budapeşte’de 1943’te basılıncaya kadar el yazması olarak kalmıştır. Harita, Turanlıların atalarıyla ilişkili olduğunu gösterdikleri beş etnik grup topraklarını ve bunların çeşitli alt bölümlerini ifade etmek için renk kodlamasıyla tüm Avrasya’yı kapsamaktadır: • Fin-Ugorlar (Macarlar (Macarlar), Finliler ve Estonyalılar dahil 13 alt bölüm), • Samoyedler (3 alt bölüm), • Türkî-Tatarlar (28 alt bölüm), • Moğollar (16 alt bölüm), • Tunguslar (Japonlar dahil 20 alt bölüm).
Japon Turancılarına göre TURAN Haritası[2]
Bu haritaya “Duygusal Turancılık” gözüyle bakarsak bazı gerçekleri gözden kaçırmamız mümkündür. Sadece haritanın değil “Turan Etnik Dağılım Haritası el Kitabı” [3]” incelendiğinde Orta Doğu coğrafyasında ve Türkiye haritasında çok ciddi kaygılar oluşturduğu görülmektedir. Macaristan’a İskandinavya ülkelerine göre işaretlemeler yapan bir haritacının bunu atlaması mümkün değildir. Burada karşımıza “Niçin” sorusu çıkmaktadır? Pan-Turanist Japonlarda baştan beri Türkistan doğal kaynaklarını elde etmek Rusya ve Çin’e karşı koz elde etme düşüncesi yatmaktadır.
Japonyada Turancılık, 1920’lerin başında Benedek Barathosi-Balogh tarafından Juichiro Imaoka’nın yardımıyla Japon aşırı milliyetçilerine tanıtıldı. Türk kökenli kişiler ile Japon askeri yetkilileri arasında yapılan temaslar ve Macar Turan Cemiyeti’nin aktif bir üyesi olan Macar Turancı Benedek Barathosi-Balogh, 1920’lerin başında Kara Ejder’ler gibi önde gelen Japon milliyetçi topluluklarının üyeleriyle teması sayesinde Japonya’yı ziyaret ederek Turan ve ideolojisi üzerine ders verdi. Japonya’da kaldığı süre boyunca, Tokyo’da Bolşevik Rusya’dan Kuzeydoğu Çin’e kaçan ve Mançurya demiryollarında çalışan Başkurtlar, Tatarlar vb. gibi farklı Turan kökenli kişilerin katılımıyla Tokyo’da ilk Turancı organizasyonu kurmuştur. Fakat Turancılık 1920’lerde Mançurya Olayı’na kadar Japonya’da beklendiği kadar ilgi görmemiştir. Mançurya’nın işgali Japon Turancılığında bir dönüm noktası olmuştur. Uzak Doğu’daki “15 Yıllık Savaş” ın başlangıç noktası olduğu varsayılan ve Japonya’nın Milletler Cemiyeti’nden ayrılmasına ve uluslararası ilişkilerden soyutlanmasına neden olan devlet diplomasisidir. Devamındaki Moğol istilası, Turancılığın savunuculuğunu güçlendirdi ve ideoloji, 1930’ların başında nispeten daha popüler hale gelmiştir. Turancılığın bir diğer temsilcisi, Kuzey Çin’deki Japon ilerlemesini haklı çıkarmaya çalışan Kitagawa Shikazo idi ve argümanlarını, Mançuryalılar gibi Turan kökenli ulusların tarihte Han balık (Han Şehri) (Pekin) döneminde Çin’e karşı kazandığı zaferlere dayandırmaktadır[4].
Kitagawa Shikazo ve Japon Turancıları Turan etnik alanında Japon ekonomisinin bir bloğu oluşturulmak istemişlerdir. Buna “Turanizm ve Ekonomik Blok” denmiştir (1933). Japonların engin ve kaynak zengini “Turan milletleri coğrafyasına” göç edeceğini ve büyük bir ulus(!) inşa edileceği hayal edilmiştir. Temelde Sibirya ile ilgili oldukça ayrıntılı veriler kullanılmakta ve Nozoe Mantetsu Araştırma Departmanı ve Kwantung Ordusu’nun istihbarat teşkilatı (Pogranichnaya’da istihbarat faaliyetleri yürüten Binbaşı Iimura ve Kwantung Ordu Komutanlığı askeri işler departmanı danışmanı Kenji Shimonaga ve Novice) ilgilenmiştir. Buna ek olarak, 1931’de Japon Turancılarından Nozoe, orduda da bir konferans verir ve kendisini Senjuro Hayashi tarafından desteklendiğini yazar. Ayrıca Zen Derneği direktörü Mitsugu Saito’nun kitabının girişinde, Turancılık kavramının Genelkurmay Başkanlığı tarafından benimsendiğini belirtmektedir. Bu arada, Nozoe, Turan ulusunun ekonomisini kullanma fikrini anlatır, Mançurya Olayı, Turancılığı tanıtmaya başladığında 1931’de patlak verir ve Eylül 1932’de Mançurya kurulur. Bu dönemde, Japonya’daki Mançurya-Moğolistan yönetiminin ana ideolojisi, Mançurya halkının savunmasıdır ve Tek Birlik Altındaki Beş Irk (Japonya, Han Balık, Mançurya, Moğolistan, Han) = Tao fikridir. Turancılık artık hiç ortaya çıkarılmamaktadır. Mançurya’nın kurulmasından sonra bile Tao düşüncesi baskındır ve daha sonra Japonya’nın ilerlemesi Güneydoğu Asya’ya olur[5]. Böylece Japonya’da Turancılığa ilgi duyan neredeyse hiç araştırmacının bulunmadığı bir sırada, Osamu Ieda[6] tarafından yüksek lisans öğrencisi iken yazdığı anlaşılan “Japonya’da Turancılık” eseri görülmektedir.
1930lu yıllarda Japon Turancılığı tamamen siyasî ve ticari hatta Türkistan coğrafyasında birtakım emeller barındırmaktadır. Kitagawa Shikazo, “Turan Etnik Dağılım Haritası El Kitabı” nda detayları bulunan harita numaralandırmalarında Türkiye ve Ortadoğu’da 158[7] no ile gösterilen geniş bir coğrafya Kürt etnik grup olarak gösterilmektedir. Bu “Kürt”leri Turan coğrafyası içinde gösteriyor şeklinde yorumlanabilir ve iyi niyetle duygusal bir bakış getirmeye çalışsak da böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü Kitagawa Kazo’nun haritası Macaristan’da basıldığında Macarları oluşturan Turan boylarından birinin Kürt olduğu biliniyor ve bu hatanın giderilmesi gerekmektedir. Fakat öyle bir düzeltmeye gidilmemiştir. Macarların Tarjan(tarkan), Yenö (Türkce unvan, ınak”dan), Kürt(Türkçe; kar yığını, çığ, kaygan kar kümesi), Gyarmat (yorulmaz), Ker (buyuk, iri), Keszi (kesik, parca)[8] gibi yedi Türk kabilesinden oluştuğunu bilmemeleri söz konusu değildir.
Turan Etnik Dağılım Haritası El Kitabı Kapağı[9]
Diğer taraftan Türkiye ve Ortadoğu üzerinde uzun vadede müttefik olarak seçmeyi düşündüğü Almanya ile planlayacakları coğrafi düzenleme hazırlıkları görülmektedir. Almanların I. Dünya Savaşında Kafkasya’da petrol kaynakları için müttefiki Osmanlı Türk Ordusu ile savaşı göze aldığı hatırlanmalıdır. Yine İngiliz Ordusu Kudüs’e girdiğinde Almanların Berlin’de kutlamalar yaptığı Alman Komutanın Hristiyanların eline geçmesinden mesut olduğu unutulmamalıdır.
Japonya Şubat 1937’de Anti-Kommintern Paktı imzalamıştır. Sonra, Hiroshi Oshima (1886–1975) Genelkurmay Başkanı’ndan, Japon askeri ataşesi olarak Oshima Japonya ile Rusya arasında bir savaş olması durumunda propaganda ve karşı istihbarat amacıyla Sovyet Rusya ile ilgili bilgi toplamak amacıyla Berlin’deki Beyaz Ruslarla iletişime geçtiler. Oshima, emri takiben, Mayıs 1937’de Alman ordusundan Wilhelm Canaris (1887–1945) ile bir araya geldi ve onunla Alman ordusu adına iki anlaşma belgesi yapılmıştır. Kısaca Sovyetler Birliği’ndeki azınlıkların bağımsızlık hareketlerinin ve anti-komünizm propagandasının kolayca desteklenebilmesi için Sovyetler Birliği’nin güçlü istihbaratı sağlanmak istenmiştir. Çünkü bu bilgiler Japonya ile Rusya arasında bir savaş çıkması durumunda Japon ordusunun eksiklikleri kavramasına ve ona göre hareket etmesine yardımcı olacaktır. Bu projenin uygulanması Mayıs 1937’den Yarbay Shigeki Usui’ye bırakıldı (臼 井 茂樹 1898–1941)Ocak 1938’e ve daha sonra Albay Takanobu Manaki’ye (馬奈 木 敬 信 1894– 1979). Torashiro Kawabe’nin Uluslararası Ordu’daki 河 辺 虎 四郎 四郎 1890–1960 beyannamesi uyarınca Tokyo’daki Ordu Genelkurmay Karargâhı Uzak Doğu Mahkemesi, bu plan için yıllık 30.000 Yen tahsis edilmiştir. Ancak yukarıda bahsedilen planlar, düşündükleri açılarından olumlu sonuç vermemiştir. Asya anakarasındaki Japon askeri operasyonları ve Rusya’daki Alman işgali sonucunda Orta Avrasya’yı Japonya’nın etkisi altına almak mümkün olmamıştır[10].
SONUÇ
Biz Türkler açısından kendimize sormamız gereken: Türk Milliyetçiliği yahut onun daha kapsamlı bir boyutu olan TURANCILIK
1-Tepkisel-duygusal Turancılık
2-Mantıksal-düşünsel Turancılık
3-Sistematik-bütüncül Turancılık
Hangi bakış açısı ve bilgi kaynakları birikimi ile anlaşılmakta ve yaşanmaktadır. Bu ve önemli detayları netleştirmeden çoğu kez aynı başlık altında olduğunu söyleyen birçok insan esasında çok farklı düşündükleri ve konumlandıklarını fark edeceklerdir. Bu hakikat sadece Turancılık için değil dünya görüşleri, ideolojiler, inanç sistemleri içinde geçerlidir. Bu sebeple önce her insan; aklın sınırlarını genişletme ve sistematik düşünce ile beynin her bölgesini gerektiği oranda dengeli kullanarak geliştirmek zorundadır. Aksi halde asırlar sonrasında bile insanlar başarısızlığın altında yatan en önemli sebebin kendilerinde olduğunu fark edemeyeceklerdir. Önemli bir husus da karşı ülkelerin istihbarat teşkilatları her türlü fikri, ideolojik, inançla ilgili vb. her türlü toplumsal dinamikleri kullanmaktadırlar. Bunu fark etmek ve tedbir almak duygusal yahut tepkisel değil analitik/eleştirel yaklaşımlarla ve sistematik düşünce yöntemiyle mümkün olabilecektir.
Kaynak Kitaplar:
DİPNOTLAR
[1] “Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan
Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan”
Ziya Gökalp
[2] https://storage.googleapis.com/raremaps/img/xlarge/50738.jpg, Haritanın okunmasında katkıları olan Prof. Dr. Cengiz Çetin’e (ESOGÜ Sağlık, Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı ) teşekkür ederim.
[3] Kitagawa Kazo, “Turan Etnik Dağılım Haritası El Kitabı” Japonya Turan Derneği, 1933.
[4] Sinan Levent, Eurasian Policy of Imperial Japan before and during World War II (in Japanese), AJAMES no.31-1 2015, pp.121-124.
[5]北川鹿蔵と野副重次 | 遙かなるツラン
[6] 1953 doğumlu Osamu Ieda, Tokyo Üniversitesi Ekonomi Enstitüsü’nden mezun oldu ve aynı okuldayüksek lisans ve doktora yaptıktan sonra 1990’dan beri Hokkaido Üniversitesi Slav Araştırma Merkezi’nde görev yapmaktadır. http://src-h.slav.hokudai.ac.jp/jp/tenken/2001/ieda.html
[7] [8] İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kulturu, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 2011,s. 169.
[9] http://dl.ndl.go.jp/info:ndljp/pid/1212601
[10] Sinan Levent, a. g. m., 121-124.