Türk Kültür Coğrafyası İnançlarında Geçmişten Günümüze Kaplumbağa |
Giriş
Kaplumbağa ile ilgili halk inançlarını, Anadolu Türkmen kilim dokumacılığında, el sanatlarında, Güneydoğu Anadolu’da anadili Kürtçe, Zazaca ve Türkçe olan halk kesimlerinin inançlarında, ayrıca Orta Toroslar, Orta Anadolu halk inançlarında da nazar kırıcı fonksiyonu ile görüyoruz. Araştırmamızda, bu inancın mitolojik derinliklerine ulaşmaya çalışacağız. İnancın yayıldığı coğrafyanın sınırlarını çizmeye çalışacağız. Bunun bir kültürle göç ürünü mü olduğu konusunu irdeleyeceğiz.
Türk Halk İnançlarında Kaplumbağa İle İlgili Tespitler
Prof. Dr. Neriman Görgünay’ın tespitine göre, kilimlerin köşelerine, onların dokumaları bittikten sonra yarım el kadar minik bir dokuma ile nazarlık niyetine bir parça dokunup kilim türü dokumaya eklenir.[1]
Mersin ve çevresinin halk kültürünü, inanç boyutu ile ayrıntılı inceleyen Mustafa Sever, bölgede, bilhassa halk tababeti, nazar ve büyü konularında, hayatın her safhasında kaplumbağanın çok geniş yer tuttuğu gerçeğine açıklık getirir. Kaplumbağa kış mevsiminde toprağın altında hareketsiz kalır ve bahar geldiğinde kabuğunu yeniler. Uzun bir ömre sahiptir, uzun ömürlülüğün ve sabrın simgesi olarak bilinir. Aynı zamanda huzur ve mutluluğu da temsil eder.[2]
Mersin halk sağaltmacılığında, kaplumbağanın çok geniş yer tuttuğunu görmekteyiz. Kırk karışmasında çocuğun sağlığına kavuşması için bir kaplumbağa bulunur, çocuk bu canlı kaplumbağanın üzerine oturtularak yıkanır. Mevsim kış ise evlerin kapı başlarına kurutulmuş kaplumbağalar bu amaçla asılır. Bu yörede, küçük bir kaplumbağa kabuğu, mavi bocukla birlikte nazarlık olarak kullanılır.[3]
Bitlis’te, Tokat’ta, kaplumbağa kabuğu torbalar içerisinde depolara, ambarlara konur. Bunlar adeta bereket, uğur için kapılara çakılan, bostanlara bahçelere sırık üzerine takılan at, koç, kuru kafaları türünden işler gördüklerine inanılır. Batman’da Kaplumbağa kabuğu temellere koyulur. Ayrıca bazı modern otellerde yer alır, uğurluklara takıldığı olur, Doğu ve Orta Anadolu’da beşiklere takılır.
Ayrımlı Türk oymağı, Anadolu’da Iğdır’ın ilçesi eski ismi Pernavut olan Gaziler’e bağlı 40 köy olarak yaşamaktadır. Ayrımlıları Nihat Çetinkaya oldukça ayrıntılı incelemiştir.[4] A. Caferoğlu, Ayrımlı Türklerini, Terekeme, Karapapak, Şahseven, Ustaçlı, Padar, İmreli, Kalaç Türk boyları ile birlikte zikreder.[5] M. Fahrettin Kırzıoğlu’nun birçok eserinde bu Türk boyuna dair bilgi vardır.[6]
Ayrımlılar, Azerbaycan’ın güney sınır boylarında, Aras Vadisi çevresinde, İran’ın kuzey bölgelerinde, Güney Azerbaycan’da, Azerbaycan-İran-Türkiye kavşağında meskûn olan bir Türk toplumudurlar. Onların halk inançları kültüründe kaplumbağanın canlı izler bırakmış olması, kaplumbağa ile ilgili inançların Türkiye ile Uluğ Türkistan istikametinde uzanan halk kültürüne şahitlik yapmaktadır.
Kültigin Bengü Taşı’nın kaidesinin kaplumbağa olması, bu kültür hattının iki önemli ucuna işaret ediyor olmalı. Altay Türk halk kültüründe ve Çin mitolojisinde kaplumbağa, uzun ömürlülüğü, ölümsüzlüğü temsil etmektedir. Geçişin hangi kültürden olduğunu söylemek kolay değildir. Ancak, belirtilmeye çalışıldığı gibi, kaplumbağa, Altaylar’da olduğu gibi Ön Asya ve Güney Azerbaycan’da, Güney Kafkasya’da, Uluğ Türkistan’ın kültür merkezi Türk yurtlarından Özbekistan’da içerdiği uzun ömürlülük, sağlıklı yaşama, yaşamı tehdit eden nazar ve büyü gibi uygulamalara karşı koruyuculuğu temsil etmektedir.
Kaplumbağa şeklindeki Bengü Taş kaideleri, bölgenin birçok yerinde üzerine oturtulmuş yatır bayrağı ve minik adak taşları ile doldurulmuş halleri ile ovoo/oboo özellikli kutsal mekânlar konumundadırlar.[7]
Ovoo/Oboo’lar Uluğ Türkistan’ın bilhassa kuzey bölgelerinde, Altaylarda, bozkırın sair bölgelerinde, yerleşim merkezlerinin çıkış kapılarında, uzun yollarda, bazı kavşaklarda, tepeciklerde, dağ yamaçlarında çok rastlanan adak yerleridir. Buralardaki gönderlere adak bezi veya ipliği bağlanır ve bu yığma taş tepeciklerine dua edilerek bir veya birkaç taş koyulur. Bunlara, Anadolu’nun birçok yerinde, daha ziyade Güneydoğu, İç ve Batı Anadolu’da isimleri bu olmamakla birlikte çokça rastlanır. Bazı bölgelerde Dede Yatağı, Dede Durağı gibi isimlerle yaşamaktadır.[8]
Bahçe, bağ ve ambar bacalarına dikilen gönderin tepesine, nazarı önlemek amaçlı öküz, koç, at kafa kemiği asıldığı gibi[9], Diyarbakır bölgesinde kaplumbağa kabuğu da aynı amaçla asılır.
Anadolu ve Özbekistan Türk kültür coğrafyalarında yaşamakta olan kaplumbağa ile ilgili bir efsane tamamen aynıdır. Anlatıya göre, kaplumbağanın alt ve üst kabukları tartıda hile yapan bir esnafın terazi kefeleri olup, onun cezalandırılmış oluşunu anlatmaktadır.
Azerbaycan’ın Yekan bölgesi Ayrımlılarında hayvanlarla ilgili de çok inanış vardır. Bunlardan bazıları; “Maymun da eskiden insan imiş, bitli ellerini hamura soktuğu için maymun olmuştur.” “Tosbağa/Kaplumbağa bir zamanlar değirmenci imiş, borç verirken küçük tasla verir, alacağını alırken büyük tasla ölçermiş, cezalandırılıp iki tas arasına sıkıştırılmış”, “Bubbu/Taraklı kuş gelin iken bir gün başını tarıyormuş, derken ansızın kayınpederi gelmiş, çok mahcup olmuş, Allah’a yalvarmış ve Bubbu kuşu olmuş.”[10]
Muhammed Hasan Velili (Baharlı), Ayrımlıları anlatırken; “Ayrımlılar veya daha doğrusu olan El Rumiler, yani Rum’dan/Anadolu’dan gelenler Konya sultanlarının sukutundan sonra Azerbaycan’a muhaceret etmişlerdir. Onlar 1301 tarihinde Gence ve Karabağ nahiyelerinde oturuyorlardı. 16. yüzyıl sonlarında Ayrımlılar iki kısma bölündüler. Bir kısmı İran Azerbaycanı’na göçüp burada Şah Abbas’tan “Şahseven” ünvanını aldılar. Diğer kısım Ayrımlılar ise burada kalıp; Ayrım, Saatli, Ağsaklı veya Çolaklı gibi ailelere ayrıldılar. Çavanşir Kazasında-Ayrımlar, Saatli; Kazak Kazasında-Baganis Ayrım, Polad Ayrım, Şınık Ayrım; Lenkeran Kazasında-Ağsaklı; Nuha Kazasında Çolaklı olarak yaşamaktadırlar.[11]
Ayrımlı Türk toplumu, kültürle ve bu arada halk inançları kültürü ile göçün tipik bir örneğini teşkil ederler. Onları kaplumbağa inanç kültürünün yayıldığı bölgenin tam merkezinde görmekteyiz.
Nihat Çetinkaya’nın tespitine göre; “Kırzıoğlu, Osmanlıların Revan’ı almasıyla, Osmanlılarla ittifak kuran Sahat Çukuru’nda yaşayan Türkmen kabileleri arasında saydığı Rumlu/Anadolulu Türkmenleri, Ayrımlı olarak göstermektedir.”[12]
Vasıf İsmailoğlu’nun ifadesine göre; Kuzey Azerbaycan’ın Şamlu, Ayrımlu gibi Türkmen boyları Güneydoğu Anadolu’nun Türkmenlerinden iken Yavuz Sultan Selim zamanında mezhep farklılıkları nedeniyle doğan ihtilaf nedeniyle göç etmişlerdir. Celayir’liler gibi bu türden Türkmenler ise göç etmemelerinden dolayı, ana dillerini yitirerek Kürtleşmişlerdir.[13]
Azerbaycan’daki Ayrım adını taşıyan yer adları arasında Gedebey’de Ayrım Dağı, Cavanişir ve Kelbecer’in Kamışlı köyünde Ayrım Deresi, Nahcivan’ın Sederek ilçesi Yukarı Yaycı köyünde Ayrım-Ulu, Lâçin’in Mollalar köyünde Ayrım Yatağı adlı köyler bulunmaktadır.[14]
Yer adları çalışmaları da yapmış olan Zeynelabidin Makas, Ayrım konusunda da bilgi verirken, bugünkü Ermenilerin yaşadıkları topraklardaki ismi Ayrım olan bir köyün ismini Ermenilerin değiştirip Pathvan koymuşlar, Ermenistan’daki başka bir Türk köyünün adı da Polat Ayrım’dır.[15] Nihat Çetinkaya, bu konuda verdiği bilgide; Dinyeper yöresindeki Uyrumlu adlı Türk boyunun Ayrımlarla ilgili olabileceği üzerinde durmaktadır.[16]
Azerbaycan Türklerinin Türkeçare olarak tanımladıkları halk tababetinden bir Taşlıca örneğini alarak üzerinde durmak istiyoruz. Eserde yer alan metini alıp bu konuda bilinenlerle karşılaştırıp, bilinmeyenlere ulaşmak için irdeleme yapılabilir. Bu konuya başka bir çalışmamızda ayrıca geniş yer verecek olmakla birlikte, Toroslar bölgesi halk inançlarında kaplumbağa ile ilgili inançları da örneklemiş oluruz.
Bu köyde farklı birkaç hastalık aydaş hastalığı başlığı altında toplanmıştır. Veya araştırmacıların farklı isim ve uygulamalarla tespitini yaptıkları hastalıklar esasta aynı hastalıklardır. Daha doğru bir ifade ile yörelere, kaynak kişilere ve farklı zamanlarda derlenen bilgilerin aynı hastalığa ait olduğunu çözebilecek kadar halk tababeti inanç sistemine hulul edilememiştir. Halkbilimine ait sözlükler yaptıkları açıklamalar ile bize göre resmin tümünü ve görünmeyen yönleri ile de gösterebilecek noktaya gelmemiştir.
“Aydaş olan çocuğun karnı şişer, kirpikleri uzar, apış arası kaşınır, ishal gider, zayıflar. İyileşmesi için yılan, kaplumbağa, kazankurbağası, kedi veya şehit toprağı üstünde çocuğu yıkarlar. Yıkanacak suyu hazırlamak için kırk yumurta kabuğunda su dökülür, yedi akarsudan su doldurulur. Kırkı karışan çocuklar üç yol ağzında veya şehitler mezarından alınan toprak üzerinde çimdirilir.[17]
Bu tespitteki açıklamalara göre, aydaş olmak ile kırk karışması aynı hastalıktır. Bu bilgiler esas alınarak bir tanım ve tasnif yapmak gerekir ise, bilinenlerin dışına çıkılması gerekecektir. Zira kırkların karışmasının tecelli ve tezahür şekilleri farklıdır.
Kırk karışması canlılardan insanlar, hayvanlar ve bitkilerde görülen bir haldir. İnsanların doğum ve ölüm dönemleri gibi evlilikleri için de kırk dönemi inanç uygulama inançları vardır. Kırkı dolmamış iki anne veya çocuğun bir araya gelmeleri halinde kırklarının karışacağına, birinin diğerini basacağına inanılır. Basılmış anne ve bebekte bazı rahatsızlıklar görülür. Kırk basmasından korunma ve kurtulmak için bir takım uygulamalar yapılır.[18]
Göbekli Tepe kazılarında ev eşyaları ve bilhassa çocuk mezarlarında çok sayıda kaplumbağa kabuğu tespiti yapılmıştır.[19] Burası, günümüzde yaşayan halk inançlarında yoğun bir şekilde kaplumbağa ile ilgili inançların gözlendiği bir bölgedir. Kaplumbağa kabuğu bağ, bahçe, ambar, depo nazarlıklarında, bilhassa yavru kaplumbağa kabukları çocuk beşiklerinde, omuz nazarlıklarında yer alır ve onlarda büyüsel koruyucu bir gücün olduğuna inanılır. Kaplumbağanın Türk kültürlü halkların, kültür coğrafyasının içerdiği inanç, bu coğrafya halkının halk inançlarında da yaşamaktadır.
İnşası Milattan önce 10.000 yılına uzanan Göbekli Tepe, tarihteki en eski ve en büyük ibadet merkezi olarak biliniyor. Göbekli Tepe, İngiletere’de bulunan Stonehenge’den 7.000, Mısır piramitlerinden ise 7.500 yıl daha eski. Ayrıca yerleşik hayata geçişi temsil eden kültür bitkisi buğdayın atasına da Göbekli Tepe eteklerinde rastlanmıştır. İnşa edildikten 1000 yıl sonra üstleri insanlar tarafından kapatılarak gömülen bu tapınaklar yeniden gün ışığına çıkıyor.
Diyarbakır-Kavuşan Höyük’ten M.Ö 8. yüzyıla tarihlenen bulgulara göre 550 adet kaplumbağa kabuğu tespit edilmiştir. Bunların mezar armağanı olarak konuldukları açıklanmaktadır. Kaplumbağanın omuz kemiği halen bölgede nazarlık olarak kullanılmaktadır.[20]
Kaplumbağa-nazar-büyü bağlantılı inançların yayılma güzergâhı ve muhtemel ilk çıkış bölgesi konusuna açıklık getirebilecek bilgi konusunda Mustafa Sever’e göre; Jorge Luis Borges[21], Çin ve Hint mitolojisinde dünyanın, düşsel bir varlık olarak kabul ettiği kaplumbağanın üzerinde durduğunu belirtmektedir. Öyle ki, Çin inanışına göre, kaplumbağanın kabuğu üstünde Hong Fan (Evrensel Kural) denilen bir kozmik yazı ya da bu yazının dokuz altbölümünün siyahlı, beyazlı lekelerinden oluşan bir diyagram bulunmaktadır. Çinlilere göre gökler yarı küresel, yeryüzü dörtgendir ve bu yüzden de üst kabuğu kavisli, altı düz olan kaplumbağayı dünyanın simgesi ya da modeli olarak görürler. Dahası kaplumbağalar kozmik uzun ömre sahiptirler ve dolayısıyla kutsallık bahşedilmiş yaratıklar arasında sayılması ve kabuklarının şeklinden müneccimler gelecek hakkında yorumlar yapar.
Bahaeddin Ögel’in[22] bu konuda verdiği bilgilere göre, eski Hint mitolojisinde Tanrı Vişnu, bir kaplumbağa şekline girmişti ve bütün dünyayı üzerinde taşıyordu. Sonradan Vişnu yerine Buda geçmiş ve bu defa da Buda dünyayı taşımağa başlamıştı. Bu inanış, Çin’de de vardır. Ayrıca bu inanış Budizm yoluyla Orta Asya’ya da girmiştir. Mesela Dörböt Kalmuklarına göre Bodhisatva Manjuçri, dünyanın gerçek bir yaratıcısı idi. Bir kaplumbağa şekline girerek sırtüstü yatmış ve kaplumbağanın göbeği de yeryüzünü meydana getirmişti. Zaman zaman keneler, bu kaplumbağayı ısırır ve kaplumbağa da kımıldamak zorunda kaldığı için dünyada büyük zelzeleler olur.
Türk mitolojisinde, kaplumbağa kutlu bir hayvan olarak bilinir. Çocuğun sağlığına kavuşması için kaplumbağa sırtına oturtularak yıkanması ile Kültigin ve Bilge Kağan mezar külliyelerinde olduğu gibi, Göktürk döneminde hanedandan olan kişilerin yazıtlarında kaplumbağa şeklinde birer kaide bulunması arasında büyük benzerlik vardır. Abidelerin sağlam olarak ayakta kalması, yıkılıp harap olmaması ve sonraki nesillere kalması için, altlarına kutlu bir hayvan olarak telakki edilen kaplumbağa şeklinde bir kaide konmuştur. Çocuğun sağlığının düzenli ve ahenkli bir şekilde sürmesinin dilendiği bu uygulamada, unutulmuş bir inanç hatırasını şuursuzca da olsa devam ettirme söz konusudur. Kaplumbağanın dört ayağının düzenli şekilde birbirini takip edişi, dört mevsimin bir düzen dâhilinde ahenk içinde birbirini takip edişine benzetilir. “Kabuğunun üzerindeki düzen, göğün kuzey yarımküresindeki bir yıldız grubuna işaret eder. Sol gözü güneş, sağ gözü aydır”[23] Bütün kabuklu hayvanların reisi olarak değerlendirilen kaplumbağa, kış mevsiminde toprak altında hareketsiz kalır ve bahar geldiğinde kabuğunu yeniler. Uzun bir ömre sahiptir. Bundan dolayı uzun ömürlülüğünün ve sabrın simgesi olarak kabul edilir. Uzun ömürlü oluşu, yavaşlığından dolayı sabırlı bir hayvan olarak telakki edilmesiyle, huzurun, sükûnun, mutluluğun simgesi olarak görülmüştür.
Yörede yeni yapılan evlerin dış kapısının üzerine üzerlik, kurutulmuş küçük bir kaplumbağa ve mavi göz boncuğundan oluşmuş nazarlıkların takılması da kaplumbağa hakkındaki eski Türk inançlarını teyit eder niteliktedir.
Sonuç
Kaplumbağa ile ilgili inancın sırları çözülebildiği ölçüde, Göbekli Tepe’nin de sırları çözülebilecektir. Başka bir ifade ile Göbekli Tepe’nin kültürel kimliği, kaplumbağanın mitolojik sırlarının da çözümünü kolaylaştıracaktır.
Şüphesiz konu sadece bir canlı etrafında oluşan halk inançlarının tespiti ve görüldüğü coğrafyanın belirlenmesi olayı değildir. Konu mitostrateji içerikli bir mahiyet de içermektedir. Türklerin ilk ana yurdu ve aynı zamanda Anadolu’nun ilk sakinlerinin de tespiti konusudur. Bu boyutu ile de mitoloji-dilbilimi-arkeoloji gibi bilim dallarını da içeren multidisipliner bir çalışmayı gerektirir.
* Halk Bilimi Araştırmaları Kültür ve Strateji Merkezi, [email protected], www.yasarkalafat.info
[1] Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 1993 (resim altı açıklaması).
[2] Mustafa Sever, Mersin ve Yakın Çevresinde Halk İnançları ve Halk Hekimliği, Barış Kitap, Ankara 2016.
[3] Mustafa Sever, a.g.e., s. 100.
[4] Nihat Çetinkaya, Iğdır Tarihi (Tarih, Yer Adları ve Bazı Oymaklar Üzerine), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1996, s. 97, 207, 225, 248, 280, 281, 332.
[5] Ahmet Caferoğlu, Türk Kavimleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1983, s. 55.
[6] M. Fahrettin Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi (1451-1550), Türk Tarih Kurumu, Ankara 1993.
[7] Orhun Vadisi’nden edinilen resimler, Prof. Dr. Sadettin Gömeç’in arşivinden temin edilmiştir.
[8] Yaşar Kalafat, “Altaylardan Zile’ye Ovoo/Oboo’lar”, www.yasarkalafat.info
[9] Hayri Başbuğ, Aşiretlerimizde At Kültürü, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1986, s. 39-40.
[10] Perviz Yekani Zare, Azerbaycan Şifai El Edebiyatına Bir Bakış, Tahran 1377 (1998).
[11] Mehemmed Hesen Velili (Baharlı), Azerbaycan, Azerbaycan Devlet Neşriyatı, Bakü 1993, (Zikreden: Nihat Çetinkaya, a.g.e.)
[12] Nihat Çetinkaya, a.g.e.
[13] Vasıf İsmailoğlu, Bir Gün Hastanede: Kürtleşmiş Azerbaycan Türkleri, İstanbul 2002.
[14] Nadir Memmedov, Azerbaycan’ın Yer Adları, Azerbaycan Devlet Neşriyatı, Bakü 1993, s. 127 (Zikreden: Nihat Çetinkaya, a.g.e.)
[15] Zeynelabidin Makas, Ermenistan’ın Tarihi ve Kültürel Coğrafyası, Kök Yayınları, Ankara 1990; aynı yazar, “Ermenistan’da Adları Değiştirilen Bazı Türk Yerleşim Yerleri Üzerine”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı: 83 (Nisan 1993), s. 223-236.
[16] Nihat Çetinkaya, a.g.e., s. 281.
[17] Cemal Kurnaz, Bir Köy Vardı, Kurgan Edebiyat Yayınları, Ankara 2018, s. 204.
[18] Yaşar Kalafat, Türk Halkbilimi İnanç Araştırmaları-I: Memoratlar-Astral Dünya Mitolojik Boyut, Berikan Yayınevi, Ankara 2018.
[19] Gülriz Kozbe – Yılmaz Selim Erdal, “Diyarbakır-Kavuşan Höyük’ten Sıradışı Bir Görünüm Etnoarkeolojik Açıdan Analizi-Kaplumbağanın Binlerce Yıldır Süregelen Sembolik Rolü”, Uluslararası Diyarbakır Sempozyumu (02-05 Kasım 2016, Diyarbakır), Diyarbakır Valiliği-Dicle Üniversitesi.
[20] Gülriz Kozbe-Yılmaz Selim Erdal, a.g.y.
[21] Jorge Luis Borges, Düşsel Varlıklar Kitabı, Mitos Yayınları, İstanbul 1996, s. 108 (Zikreden: Mustafa Sever, a.g.e., s. 100).
[22] Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1995, s. 442.
[23] Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin ABC’si, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1999, s. 170.